BEYAZ IŞIK KIRINTISI | KIRMIZ...

By mehriial

8.1K 952 2.8K

❝Beyazlıktan ibaretsin. Aşık olup kırılıyorsun, renklerin saçılıyor etrafa. Kalbinse kararıyor.❞ Zeynep Çalha... More

1. Konser
2. Kalbin Hissettiği Notalar
3. Yabancı
5. Gülümsemeler
6. Yangın
7. Güven
8. Tavanı Süsleyen Anılar
9. Korkutucu Belirsizlik
10. Kalp Hızlandıran Sesler
11. Nabzın Üzerinde Atan Nota
12. Hoşlantı
13. Dövme
14. Hızlı Çarpan Kalp
15. Konser
16. Oyun
17. Aile
18. Kavga
19. Şans
20. Konser | Final

4. Ters Çalışan Kalp

409 59 94
By mehriial

4.Bölüm | Ters Çalışan Kalp

"Uyumadın mı sen?"

Buse'nin sorusuyla açmakta zorlandığım gözlerimi çok az açarak ona bakmış, cıklayarak başımı tekrar masaya yaslamıştım. Elimin altında duran kâğıdı ve kalemi alarak çantama koyarken göz kapaklarımı kaldırma zahmetine bile girmedim. Bu şehirde ailemden uzak bir şekilde yaşıyordum. Ailemin maddi durumu pek iyi olmadığından onlara yük olduğumu hissetmemek için çalışmak zorundaydım. Yurtta oda arkadaşımla yaşadığım sorundan sonra bir ev ararken Buse bir ev arkadaşı aradığını söylemişti, böylece o eve taşınmıştım. Kira ve masraflar her ne kadar ikimiz arasında bölünse de miktar yine de çok olduğundan babamları zora sokmak istemiyordum.

Dersten hemen sonra bir kafede garsonluk yapmaya başlamıştım. Günün yarısı okul sayesinde gittiğinden akşam geç saatlere kadar işte oluyordum. Ders aralıklarında bulduğum az bir vakitte uyuyordum genelde ancak bugün hiçbir şey uyumama izin vermiyordu. Gece de garip bir his tüm gece kafamı kurcalayarak uyumamı engellemişti. Bilmiyordum. Bir haftadır kendimi her şeyden o kadar fazla soyutlamıştım ki, ortalıklarda ruh gibi geziniyordum.

"Bugün Furkan bize gelecek. Film falan izleyelim dedik. Sorun olur mu senin için?"

Onaylamaz bir mırıltı çıkardım. "İşte olacağım, rahatınıza bakın." Furkan çok sık olmasa da ara sıra bize geliyordu. Birkaç kez işe gitmediğim günlerde denk geliyorduk, o zamanlarda da odamda takılıyordum. Furkan her ne kadar onlarla takılmam için ısrar etse de Buse'nin bundan rahatsız olmasını istemediğimden, en büyük nedeni bir şeyler yapmak istemememdi, odama geçiyordum.

"Bu yorgunlukla çalışabilecek misin?"

Kaşlarımı çattım ve başımı ona doğru çevirdim. Gözlerim hâlâ kapalıyken yaptığım bu saçma davranışa takılmadım. Ona ne olduğunu sormak geldi içimden çünkü gereksiz ilgili tavır onluk bir şey değildi. Ancak bunu sormadım. Onun yerine, "Uyuyacağım şimdi," dedim. Buse başka bir şey demedi. Öğrencilerin baş ağrıtan gürültülerine kulaklarımı tıkayarak uyumaya çalışsam da başarılı olamamıştım. En sonunda kulaklarımın daha sonra ağrıyacağını bilsem de kulaklığımı takarak şarkı açmıştım. Böylece uykuya dalmam çok uzun sürmemişti.

Uykunun kolları arasında olduğum zaman yanımda bir hareketlenme hissetmiştim, ardından omuzlarıma yerleştirilen bir şeyin varlığını.

Birinin adımı fısıldamasıyla mırıldanarak elimi kulağıma götürdüm. Kulaklığım yoktu, elimi kulağımın üzerine kapatarak sesi duymamaya çalıştım ancak kime ait olduğunu seçemediğim sesin sahibi susmamakta inat ediyor gibiydi. Gözlerimi en sonunda açmayı başardığımda diğer kulağımdaki kulaklığımı çıkardım. Kulağım gerçekten acıyordu. Kulaklığımın diğer teki biri tarafından defterimin üzerine bırakıldığında gözlerim ince elin sahibine çevrildi.

Aslı.

O günden sonra onu sadece bir iki kez görmüştüm ancak konuşma fırsatımız olmamıştı. Kendisini bana açıklamaya çalışmıştı ancak o an tek derdim başımdaki şiddetli ağrı olduğundan umursamamıştım. Akşamında evde yalnız başımayken bir baygınlık yaşamıştım, bu yüzden ertesi gün okula gelmemiştim. Kimsenin haberi dahi olmamıştı ve bunu birine bile söylememek ilk defa bu kadar canımı sıkmıştı. Diğer gün işe başladığımdan derslerde uyuyor, yine eskisi gibi yalnız takılıyordum. Ne onu görmüştüm ne de diğerlerini. Ben ne kadar şu an ölü gibi duruyorsam karşısında o, o kadar da canlı ve neşeliydi. Başımı çevirerek diğer tarafa baktım ve esnedim. Hâlâ çok uykum vardı.

Buse gitmişti. Çoğu zaman burada uyuyor olduğumdan ve uyandırmak zor olduğundan birkaç sefer şansını deniyor, daha sonra pes ederek gidiyordu. Bunları sorun etmiyordum çünkü başımda beklemek zorunda değildi. "Saat kaç?" diye sordum Aslı'ya, telefonumun nerede olduğunu bile bilmiyordum. Ben telefonumu aradığım sırada Aslı'nın verdiği cevap birden kendime gelmeme sebep oldu.

"16.14"

"Ne?" diyerek hızla ayaklandığımda bir şey yerle sertçe buluştu. Telefonum. Kucağımda duruyor olduğunu fark etmediğim telefonum. Hızla telefonumu elime alarak ekranı aydınlattım ve saate baktım. Gözlerimin saati görmesiyle bir gerçeği net bir şekilde idrak edebilmiştim. İşe geç kalacaktım. "Siktir! Geç kalacağım!"

Hızla toparlandım. Çantamı ve ceketi elime aldığım sırada birden fark ettiğim şeyle duraksama yaşadım. Elimde duran ceket bana ait değildi. Bugün kombinime uymadığı için ceket giymemiştim. "Bu kimin ya?" diye kendi kendime homurdandığım sırada elimdeki siyah deri ceket bana bir yerden tanıdık geliyordu. Birden Aslı'nın, "Benim," diyerek ceketi almaya çalışmasıyla ceketin asıl sahibinin kim olduğunu hatırlayabilmiştim. Ceketi almasına izin vermedim. "Uyurken görünce üzerini örttüm. Uyuyanın üzerine kar yağar derler. Hasta olma diye."

Gözlerim kısıldı. "Erkek ceketi ve buraya iki sen sığarsın, Aslı."

"Erkek reyonundan giyerim çoğu zaman ve oversize hayat kurtarır bebek!" Hiç inandırıcı değildi çünkü dudaklarını birbirine bastırıyor, dişlerini alt dudağına geçirerek dudaklarını içe doğru büküyordu. Gülümsememek için kendini zor tuttuğu belliydi ancak anlam verememişti. Ceketi burnuma doğru yaklaştırdım. Günler önce yakınlığından dolayı yeterince maruz kaldığım o kokuyu bir kez daha hissettiğimde, "Erkek parfümü bu," diye mırıldandım. "Senin üzerinden gelen çiçek kokusunun bu parfümle alakası yok. Ateş'in bu, değil mi?"

Dudakları şaşkınlıkla aralandı. "Yuh," dedi birkaç saniye sonra. Ardından sırıttı. "Sen Ateş'in kokusunu nereden biliyorsun?"

"Konserde bütün parfüm şişesini üzerine boşaltmış bir şekilde yanımda durduğundan olabilir mi?" Yalandı. Yakınımda olduğundan kokusunu net hissetmiştim, Ceketini omuzlarıma bıraktığındaysa çok fazla hissetmiştim. Aslı'ya bunu açık açık söyleyecek değildim çünkü tam olarak sırıtmasıyla aklından neler geçtiğini anlayabiliyordum. Sırıtmasa bile anlardım, o gün yeterince şey duymuştum. "Ateş'in ceketinin benim üzerimde ne işi var? Senin arkadaşın çok meraklı galiba ceketini vermeye."

"Teknik olarak Ateş'in ceketi olabilir ama ben üzerini örttüm. Ben ceket almayıp çıkınca bana verdi üşümeyeyim diye. Seni de öyle uyuyan görünce üzerini örttüm. Ders bittiğinde erken çıktım diye unuttum. Bir süre sonra Ateş'in sormasıyla unuttuğumu fark edince geri geldim almak için ve seni hâlâ uyurken gördüm."

Ceketi ona uzattığımda aldı ve koluna attı. "Sağ ol," diye mırıldandım. Birlikte sınıftan çıktığımızda onunla hızlıca vedalaşarak kızlar tuvaletine gitmiş, ayılmak için yüzümü yıkamıştım. Yarım saat kadar bir sürem vardı ancak kafeyle üniversite arasındaki çok olmasa da buradan durağa varmam, otobüsün gelme süresi gecikeceğimi yeterince belli ediyordu. Saat kurarak uyumam gerekirdi. Bu yüzden Buse'ye kızamıyordum. Aslı'ya büyük bir teşekkür borçluydum çünkü uyandırmasa saat kaça kadar uyurdum, kim bilir. Yine de onunla tekrar konuşmayı reddeden bir tarafım vardı. Kendimi iğrenç hissediyordum bir şeylerde kararsız kalınca.

Sabah o kadar yorgundum ki makyaj yapmamıştım, yüzümü rahat bir şekilde yıkarken bunun için mutluluk duymuştum. Sonunda binadan çıkmayı başardığımda hızlı adımlarla ilerliyordum ancak Aslı'nın, "Zeynep!" diye seslenmesiyle durmak zorunda kalmıştım. Arabasıyla hemen yanımda duruyordu. "Ben bırakayım seni, gecikme daha fazla. Hem konuşuruz da." Teklifi o an gözümde hiç itiraz edilecek gibi değildi. İşe geç kalırsam kovulma ihtimalim çok yüksekti çünkü patronum hiç normal değildi. Bu yüzden itiraz etmeden direkt arabasına binmiştim.

"Sağ ol," dedim mırıltıyla, "her şey için. Bu bana yaptığın kaçıncı iyilik."

Hafif bir tebessüm etti. "Yaptığım iyilikleri saymıyorum. Adresi verecek misin yoksa kafamın estiği yere mi süreyim?" Ona çalıştığım kafenin adresini verdiğimde de şaşırmıştı ancak bu sefer nedenini anlayamamıştım. Sık sık geliyor olmalıydı oraya. Orada işe yeni başlamıştım, öyle olsa bile bunu bilemezdim. Buna dair bir soru sormadan boş vermeyi tercih ettim. Yola çıkıncaya kadar ikimizden de herhangi bir ses çıkmadı. Bu sessizliği bozanın o olmasını bekliyordum ancak düşündüğüm gibi olmadı. Bunu ben yapmıştım ve bu çok şaşırtıcıydı.

"Bana olan tavrın çok fazla iyiydi. İnsan ister istemez bir çıkar arıyor. Üstüne sizi duydum. Ateş'le benim aramı yapmak istiyordunuz. Hatta bunun için ona taktik veriyordun." Aslı tedirgin bir şekilde bana baktı. "Bak Aslı, ben hiç böyle şeylerden hoşlanmam. Ben arkadaşlık kurabilen biri bile değilken sizin aranızda durdum. Ve sen öyle deyince ben normal olarak benimle arkadaş olma isteğinin arkasında Ateş'i gördüm. Olursa eğer bu beni ve Ateş'i ilgilendirir." Onun gibi konuşuyorsun. "Arkadaşlıksa sadece seninle beni. Bu yüzden bu ikisinin birbirine karışması beni rahatsız ediyor." Bu bir haftada o kadar çok düşünmüştüm ki, Ateş'e birçok kez hak vermiştim. Bunun en büyük nedeni abim olmuştu çünkü ona bu konuyu, Ateş kısmını keserek, anlattığımda bana biriyle arkadaş olmaktan kendimi geri çekmememi söylemişti.

Belki Ece'yle ben sana hem kardeş hem arkadaş olduk ama bununla yetinmemelisin. Bugün orada yalnızsın. Bak yanında ne ben varım ne de Ece var. Sadece sen varsın. Derdin olduğunda bize anlatıyorsun ama bize bu telefonun arkasından sarılamıyorsun. Orada sarılmak isteyeceğin bir arkadaşının olması kötü bir şey değil. Kendini bu kadar geri çekmemelisin. Pişmanlık yaşamaktan da korkma, onun sana hayal kırıklığı olmasından da. Herkes senin hayatında iyi olamaz, sen başkalarının hayatında kötü olabilirken.

Abimin sözleri tekrar kulaklarımda çınladı. Derin bir nefes aldım. Hep onu dinlerdim. Bu kez de onu dinleyerek Aslı'ya bir adım atmıştım. "Ben seni zaten uzun bir süredir tanıyorum ama sen beni tanımıyorsun. Bana daha öncesinde de bir iyilik yapmıştın. Geçen sene sınavda kopya çeken kız hoca gelince korkup benim ayağımın ucuna atmıştı kopyayı. Benim kopya çektiğime inanırlarken sen gerçeği görüp susmamıştın. Zaten o günden sonra tanıdım seni."

Kaşlarım çatıldı. "O kız sen miydin?" Başını sallamasıyla dudaklarımın arasından, "Saçların," diye bir mırıltı kaçtı. Saçlarının ucuna dokundu. "Sarışın oldum, evet. Birkaç güne de pembe yapacağım. Benimle gelir misin kuaföre?"

"Çalışıyorum," dememle dudaklarını büktü. "Bundan çalışmıyor olsaydın geleceğini anlayarak üzülmüyorum. Neyse. Öyle tanıdım seni ve arkadaş olmak istedim. Ama dışarıdan o kadar sert ve soğuk gözüküyordun ki, sana hiç yaklaşmadım. O gün senin bilet aradığını duymasaydım ve Tolga sorun çıkarmasaydı belki de hiçbir zaman iletişimimiz olmayacaktı."

"O zaman şimdi soracağım soruya dürüst bir cevap ver. Bir an bile benimle Ateş yüzünden arkadaş olmak istedin mi?"

Başını iki yana salladı. "Seninle arkadaş olmak istemem tamamen seninle ve benimle alakalıydı. Ateş ve seni yakıştırdım o kadar. Aranızı yapmak isterim mi? Evet, isterim. Ama hoşlanmıyorsan yapacağım bir şey yok." Sessiz kaldığımda kıkırdadı. "Oğlunu evlendirmeye çalışan anneler gibi hissettim şu an. Ya sadece kafamda bir kez sizi yan yana koydum ve yakışacağınızı düşündüm. Öyle işte. Bir keresinde ona birini ayarlamaya çalıştığımda burnumdan getirmişti." Merak ettim ancak bunu sormadım. Neyse ki Aslı çok konuşkan bir kızdı. "Bunu o kızla aynı ortama soktum. Neredeyse sonraki on buluşmaya sırf bu yüzden gelmedi. Yetmezmiş gibi bizim eve gelerek annemle babama gitmek üzere olduğum partinin sahibinin kötü biri olduğunu falan söyleyerek onların izin vermemesini sağladı. O partiye bir ay öncesinden hazırlanıyordum ben ya!" Birden yükselerek bağırırken yüz ifadesi tekrar sinirlendiğini gösteriyordu ancak o gülümsedi. "Tabii sonra kıyamayıp kendisi götürdü ama yine de yaptığıyla beni baya delirtmişti."

"Anlıyorum."

Hayır, anlamıyorsun.

"Ama sizin karşılaşmanız çok mükemmeldi! O an gözlerimin önünden gitmiyor! Harikaydınız?"

"Aslı," dedim uyarırcasına. Dudaklarını birbirine bastırarak üzerine görünmez bir fermuar çekti. "Kötü bir niyette olmayabilirsin ancak hoş bir şey değil. İki insanın arasındaki ilişki sadece onları ilgilendirir. Öyle bir şey yok ama Ateş'le ben diye diye bir şey olsa bile bunu biz oldurmazsak bize saygısızlık olur senin tarafından. Anlıyor musun demek istediğimi?"

"Evet," dedi kısık sesle. Kendisini kötü hissetmiş olmalıydı. "Demeyeceğim bir daha bir şey bu konuda. Arkadaş mıyız?" Bana elini uzattı ancak bir saniye sonra, "Temas sevmiyordun," diyerek geri çekiyordu ki kendimden beklenmedik bir şey yaparak elini sıktım. Aslı da buna fazlasıyla şaşırdı.

Elimi birkaç saniye sonra geri çektiğimde, "Ben pek iyi değilim bu konuda ama olabiliriz arkadaş," diye mırıldandım. Çok gerilmiştim. Ece'nin sesi kulaklarımda çınladı bu kez. Sen daha arkadaş bile olamıyorsun birileriyle. Nasıl sevgili olacaksın? Sonrasında abimin ters bakışlarından nasibini almıştı.

Kısa bir süre içerisinde Aslı beni kafeye yetiştirdiğinde ona birkaç kez teşekkür etmekten geri kalmamıştım. Neyse ki tam vaktinde içeri girmiş, patronumun gazabından kurtulmuştum. Kafenin iki ortağı vardı ve hep burada olan Mustafa Bey sadece bir hafta burada çalışıyor olmama rağmen beni bile canımdan bıktırmıştı. En küçük detaya dahi takılarak herkesi azarlıyordu. Tam olarak insanların hatalarını bulmak ve onlara bağırmak için fırsat kolluyordu. İşe ihtiyacım olmasaydı ayrılırdım ancak öyle bir adam yüzünden ailemi de kendimi de zora sokmak istemiyordum.

"Sadece bir yemek götüreceksin! Onu bile beceremiyorsan ne işin var senin burada?"

Müşterinin verdiği siparişi almak için mutfağa geçtiğimde yine Mustafa Bey'i garsonlardan birini azarlarken bulmuştum. Adamın sesine katlanamadığımdan orada fazla dikilmedim. Siparişlerin olduğu tepsiyi alarak mutfaktan çıktım. Siparişi müşterinin önüne bırakıp, "Afiyet olsun," diyerek yanından uzaklaştım. Gözlerim etrafta gezindi. Sipariş vermeyi bekleyen herhangi bir müşterinin olmamasıyla rahat bir nefes almıştım ki, kafenin kapısı açıldı. Gözlerim anında gelen müşteriye kaydığında tanıdık bir yüz görmek şaşkınlığıma neden oldu.

Ateş buradaydı.

Başı aşağı bir şekilde masaların arasından geçerek en kenarda kalan boş masaya geçip oturdu. Omzunda asılı duran siyah sırt çantasını çıkararak içinden bir bilgisayar, defter ve kalem çıkararak masaya bıraktı. Çantasını boş kalan sandalyenin üzerine koyarken birisi onunla ilgilenmeliydi ve tam ortada boş boş dikilen ben o an onun yanına dahi yaklaşamazdım. O sırada yanımdan geçen Tekin'den onunla ilgilenmesi için bir ricada bulunmuştum ve sağ olsun ki beni kırmamıştı. Başını kaldırıp baksa beni görecekti.

Görmemişti.

Üç saate yakın bir süre boyunca orada oturmuştu; başta bilgisayarıyla ilgilenmiş, daha sonra önündeki deftere bir şeyler yazmaya başlamıştı. Birçok kez aynı kahveyi sipariş ederken içtiği kahve sayısının fazlalığı kalbi için endişelenmeme sebep olacaktı. Neyse ki kendime sık sık beni ilgilendirmez diyebilen birisiydim. En sonunda defterin başında bir şeyler karalaya karalaya uyuya kalmıştı. Ders çalışmıyordu. Başka bir şey yazıyordu ama ne?

Saatler geçti ancak hiç kimse onun orada uyumasını yadırgamadığı gibi hiç kimse onu uyandırma girişiminde bile bulunmadı.

Saat 10'u geçiyordu. İçeride Ateş haricinde bir müşteri kalmamıştı, çalışanlardan Tekin ve ben haricinde kimse kalmamıştı. Tekin kapatacaktı bugün. Son masayı da silerek sandalyeyi ses çıkarmayacak bir şekilde düzelttim. Ateş'i uyandırmamak için dikkat ediyordum. Birkaç dakika da olsa fazladan uyumasında sorun yoktu. Tekin'in yanına giderek, "Onu tanıyor musun?" diye sorduğumda başını kaldırarak kısa bir an Ateş'e baktı.

"Patronun kardeşinin arkadaşı."

Gözlerim şaşkınlıkla irileşirken, "Hangisinin?" diye sordum. Patronun kardeşi tam olarak kimdi? Tanıdığım o diğer üç kişiden biri miydi yoksa başka bir arkadaşı mıydı? "Cahit Bey'in." Verdiği cevapla direkt ikinci bir soru yönelttim. "Kardeşinin adı Cihan mı?" Adlarının baş harfi aynı olduğundan direkt aklıma o gelmişti. Tekin usulca başını salladı.

Aslı bu yüzden şaşırmıştı.

Bunu bana neden söylemediğini bilmiyordum. "O hep gelir o masaya oturur, kendi işiyle ilgilenir veya uyur." Yakınımızdaydı. Sırtımı Tekin'e dönerek Ateş'i izledim. Üzerinde rahat kıyafetler vardı; siyah bir eşofman takımı giymişti. Dağınık saçları alnına düşerek yüzünün bir kısmını kapatırken diğer kısmını da kolu örtüyordu. Sadece sağ yanağının bir kısmını ve gözünü görebiliyordum.

"Evi falan yok mu? Neden burada uyuyor?" Kendi kendime mırıldandığım soru Tekin'e ulaştığında bilmediğine dair bir şeyler mırıldandı. Patronla bir alakası olduğundan sorgulamıyorlardı. Derin bir nefes alıp verdim. "Sen çık istersen. Ben kapatacağım zaten, iş biraz daha var. Ben uyandırırım onu da." Dudaklarımı birbirine bastırarak başımı salladım. Ateş'e bakmayı keserek oradan ayrıldım. Arka tarafa geçerek üzerimdeki önlüğü çıkarıp astım, dolaptan eşyalarımı aldım. Dışarıda yağmur yağıyordu ve ben ceketsiz gelmiştim.

"Aferin, Zeynep. Sanki sana bakacak birisi varmış gibi hasta olmaya meraklısın."

Saç diplerimi ağrıtan lastik tokayı çekiştirerek çıkardım, saçlarım anında rahatlamıştı. Saçlarımı düzelterek odadan çıktım. Tekin'e iyi geceler dileyerek kapıya doğru ilerliyordum ki, gözlerim o an uyumaya devam eden Ateş'i gördü. Elim kapı kolunu yakaladı ancak aşağı indiremeden parmaklarım usulca uzaklaştı. Saniyeler içerisinde Ateş'in yanında durduğumda beni o an neyin yönlendirdiğini de bilmiyordum.

İşaret parmağımla kolundan dürttüğümde bedeninin bu kadar sert olmasına karşı afalladım. Aynı hareketi birkaç kez daha yaparken en sonunda kıpırdanarak yaşam belirtisi verebilmişti. "Uyan," diye fısıldadım. Birkaç kez daha bedenini sarstığımda başını kaldırdığı an elimi çekmiştim. Gözleri kapalıydı. Esneyerek geriye doğru yaslandığında tek gözünü açarak bana baktı. Anında diğer gözlerini de açarak şaşkınlıkla bana baktığında kaşları çatılmıştı.

"Alt tarafı güzel kız dedik. Rüyama niye geliyorsun?"

Hakkımda bunu mu demişti? Şaşkınlıkla gözlerim irileşti ancak anlamsızdı. Beni güzel bulduğunu zaten daha önce söylemişti. Kafasını iki yana sallayarak gözlerini kapattı. Eli tekrar dudaklarının üzerine yerleşti, esnedi. Uyandırdığıma göre benlik bir şey kalmamıştı. Ondan öncesinde de yoktu ancak neden böyle bir şey yaptığımı hiç bilmiyordum. Orayı terk etmek için hareketlenmiştim ki kapattığı gözlerini araladı. Ağzının içinde bir şeyler dediğini işittim. Küfür mü etmişti yoksa başka bir şey mi anlayamadım. Şaşkınlıkla bana bakarken, "Gerçek misin sen ya?" diye sordu.

Başımı salladım. "Güzel olmama rağmen rüyalarınızı güzelleştirmediğim için üzgünüm."

Bana boş bir bakış attı, ardından dudağının kenarını kıvırarak bir tebessüm etmişti. "Ne yapıyorsun sen burada?" diye sorduğunda, "Burada çalışıyorum," dedim. Artık o deftere her ne yazıyorsan saatlerdir ortalarda gezinmeme rağmen beni fark etmedin. Bunu diyemezdim. Bir kez daha şaşkınlık yaşarken yavaşça ayağa kalktı. Göz ucuyla etrafa bakındığında bir tek Tekin'i gördü. Ona başıyla selam verirken Tekin iki parmağını alnına götürerek ona gülümsemişti. Tanıdık olup olmadıklarını merak ettim. Tekin pek öyle konuşmamıştı ancak şu an aralarında bir samimiyet varmış gibi gözüküyordu.

"Ne kadardı borcum?" diye sordu ona. Ayağa kalkmış ve çantasını alarak omzuna atmıştı. Tekin'den bir cevap beklerken hemen yanımda duruyor, kokusu burnuma doluyordu. Ceketinden üzerime yeterince kokusu sinmişti. Rahatsız edici bir koku değildi ancak bir yabancının kokusunu hissetmek hiç hoş bir şey değildi. Ateş'i hatırlatmasına gerek yoktu.

"Ödedin ya salak herif." Tekin'le bir samimiyetleri olduğuna böylece emin olmuştum. Ateş kaşlarını çattı, ardından aydınlanmış bir ifadeyle ona baktı. "Hatırladım, tamam. Neyse. Sana kolay gelsin." Tekin başını sallayarak hesap kitap işine devam ederken Ateş'in gözleri bana doğru kaymıştı. "Seninle konuşacaklarım vardı. Birlikte yürüyelim mi?"

Benimle konuşacağı ne vardı ki?

Merakım o an katlanırken başımı usulca salladım. Tekin'le vedalaşarak kafeden ayrıldığımızda bir sorunla karşılaşmıştık. Yağmur yağıyordu. Çok şiddetli değildi, hafif çiseliyordu. Bu yüzden sorun etmedim ancak üzerimde sadece bir gömlekle duruyor olmak biraz can sıkıcıydı. Rüzgârın şiddeti fazlaydı ve sözün tam anlamıyla götüm donuyordu. Sessizce yürüyorduk yan yana. Benimle konuşacak olan oydu ve sessizliği bozması gereken de oydu. Neden susmaya devam ettiğini anlayamamıştım.

Kokusu ciğerlerime doluyordu.

Bir an gerçekten Aslı'ya dediğim gibi bir durum olduğunu, parfüm şişesinin neredeyse tamamını üzerine boşalttığını düşünmeden edemedim. Ancak kokusu rahatsız edici değildi. Bu yüzden bu ihtimalin üzerini direkt karaladım. Göz ucuyla ona bakarken en sonunda pes ederek, "Konuşmayacak mısın?" diye sordum. Kirpiklerime düşen yağmur damlaları yüzünden gözlerimi birçok kez kırptım.

"Ayılmaya çalışıyordum ki, saçmalamayayım," dedi, sesi hâlâ uykulu geliyordu. Derin bir nefes alıp verdi. "Tolga konusunu konuşacaktım aslında. Gördün mü hiç o günden sonra?" Cıkladım. "Tolga Aslı'nın eski sevgilisi, aynı zamanda benim de eskiden arkadaşımdı. Bir takım bir şeyler yaşandı aramızda ve böylece arkadaşlığımız bitti. Bu onların ilişkisine de yansıdı. Bu yüzden Tolga bana kinlendi. Çok sorunlu biri. Kendini koruyacağını söylesen de endişeleniyorum çünkü sana herhangi bir şey olursa Aslı kendini suçlayacaktır. Kaldı ki bu, onun suçu olmayacak, direkt benim suçum olacak."

Bu kadar uzun bir şekilde açıklama yapması bile şaşırmama neden olmuştu. Hiç beklemiyordum. Aynı şekilde bunu kendisine dert edinmesini de. "Diyelim ki bana bir şey yaptı. O gün karışan bendim. Karışmaya da bilirdim ancak bunu yaptım. Bu ne senin suçun olur ne de Aslı'nın." Etrafımdaki insanlar gerçekten beni çok şaşırtıyorlardı. O gün o olaya karışmak benim seçimimdi. İkisinden biri kolumdan tutup da beni Tolga'nın önüne koymamıştı. O yumruğu da ben atmıştım, onlar kolumdan tutup da yaptırmamıştı. "Boşuna kendini suçlu çıkarmana gerek yok. İnsan kendi yaptıklarından sorumludur. Senin iraden dışında değişen hiçbir şeyde suçlu değilsindir. Ve son olarak, o bana elini dahi kaldırsa ben o elini bir yerlerine sokmasını bilirim. Benim için..." Duraksadım. "Benim yüzümden suçlu hissetme."

Benim için endişelenmiyordu.

Kendisi de bunu açıkça kendi vicdanıyla savaşmamak için yaptığını belli etmişti. Ondan herhangi bir şey istemiyordum zaten, beklemiyordum da.

Seslice nefesini vererek parmaklarıyla yanağına düşen damlaları sildi. "Canını sıkması bile benim için yeterince sorun."

"Ateş," dedim adımlarıma bir son vererek. Bedenimi ona doğru çevirdiğim aynısını yaptı. Aramızda sadece bir adımlık mesafe vardı. Boyum uzun olduğundan ona aşağıdan yukarı bakmak gibi durum yoktu. Yüzünü net bir şekilde görüyor, dikkatlice inceliyordum. Yanağındaki morluk geçmek üzereydi. Sokak lambalarından sızan cılız ışığın izin verdiği kadarıyla sol yanağındaki belirgin beni görebilmiştim. Sakallarını birkaç gün önce tıraş etmiş olmalıydı ki, çıkmaya başlıyordu. Çene kası en başından beri mi vardı yoksa bunun için uğraşmış mıydı? Abimin egzersiz yaptığı zamanları hatırlamıştım. Kızların bundan etkilendiğini söylemişti.

Kızlar ondan etkileniyor muydu?

Yakışıklı çocuktu. İnkâr edebileceğim bir şey yoktu ortada. Belki de beş kızdan üçünün yakışıklı diyebileceği bir tipe sahipti. Ancak bunlar bana etki eden şeyler değildi. Kokusu güzel olabilirdi veya gözleri. Teması beni rahatsız etmeye de bilirdi ancak bunlar hiçbir zaman bir erkekten etkilenmem için yeterli şeyler değildi. Abim haklıydı. Ben insan sevmiyordum. Ece de haklıydı. Ses tonundan etkilenirdim ve Ateş'in ses tonu çok fazla güzeldi.

Yağmur şiddetini artırdığında gözlerimi birkaç kez kırptım. Başımı hafifçe kaldırarak gökyüzüne baktım, onun da aynısını yaptığını hissetmiştim. Derin bir nefes alıp vererek tekrar ona baktım. "Benim canımı sıkarsa ben de onun canını sıkarım. Bu dünyada her şey karşılıklıysa benim dünyamda daha da fazlası olur. O benim bir canımı sıksın, ben onun iki katı fazla canını sıkarım. Daha fazla uzanmasın bu konu. Öyle birine göre nefesimi yormak dahi gereksiz." Gözlerime kıstığı gözleriyle bakarken bundan emin olmak istiyor gibiydi. Gözlerime bakmasa da sesimdeki netlikten anlardı bence ne kadar net olduğumu. Bunu yapardım.

Zeynep'sin sen.

Zeynep'tim ben.

"Öyle olsun," dedi kabullenerek. "Ancak yine söylüyorum. Ne yaparsan yap bunu daha sonra bana bildir."

Bunu da yapacak değildim. Belki hatırlarsam veya üşenmezsem yapardım. Ona söylememi gerektirecek bir şey olacağını sanmıyordum. Geçiştirircesine başımı sallarken, "Güvercin yollarım," diye mırıldanarak genzimi temizledim. Boğazım gıcık kapmış olmalıydı. Birkaç saniye gözlerime öylece baktıktan hemen sonra hafif bir tebessüm etti. "Numaramı istiyorsan eğer verebilirim."

Numarasını mı istemiştim? Güvercin yollarım dememi numaran yok güvercin yollarım diye algılamıştı. "Ne isteyeceğim senin numaranı?" diye homurdanarak önüme döndüm ve ilerlemeye başladım. Aramızda birkaç adımlık mesafe oluşturduğumda hareketlenmiş, arkamdan sakince yürüyordu. "Numaraymış! Beyefendiyi ciddiye almayıp geçiştiriyorum, o bundan numarasını istediğimi çıkarıyor!" Nefesimi verdim. "Sınanıyorum."

"Dalga geçiyordum," dediğinde tekrar durdum. Telefonumu cebimden çıkararak şifresini açtım ve ona uzattım. Kaşlarını çatarak kara gözlerini telefonumla gözlerim arasında gezdirdi. Kafasının içindeki düşünceleri o an çok merak etmiştim. "Yaz numaranı," dememle kaşları havalandı. Biraz önce verdiğim tepkinin üzerine bunu dememi asla beklemediğini belli eden bakışlarında sorgulayıcı bir tavır vardı. Telefonumu eline aldı. Numarasını yazarak aratacaktı ki elinden hızla telefonu aldım.

Numarasına kısa bir göz attıktan sonra sil tuşuna parmağımı basılı tutarak sildim.

"Demek ki dalga geçmiyordun."

Şaşkınlıkla bana bakakaldığında telefonumu cebime koyarak ilerlemeye devam ettim. Saçlarım sırılsıklam olmuştu. Üzerimdeki gömlek ıslanarak üzerime yapışmıştı. İç çamaşırımın gözüküyor olması umurumda değildi; uzun siyah saçlarım üzerini kapatıyordu ve etraf zaten karanlıktı.

"Sen çok garip bir kızsın."

"Başka nasılım gözünde acaba? Güzel, garip. Devamı ne?" O an onu dalga geçer gibi soruyor olsam da bir yanım fazlasıyla merak etmeye başlamıştı.

Omuzlarını silkti. "Bilmem, onu zamanla keşfederiz."

Birkaç kelime beni duraksattığında afallamış yüz ifademi görmesiyle dudakları kenara doğru kıvrıldı. Ben mi çok yorgundum da kavrayamıyordum yoksa o mu çok uykuluydu da saçmalıyordu? Hangisi olduğunu seçemedim. Dilini dudaklarının üzerinde gezdirerek ıslattıktan sonra dudaklarını birbirine bastırarak içe doğru büktü. Dudaklarına bu kadar dikkatli bakmam hiç doğru değildi ancak o an onun hiçbir hareketini kaçırmak istemeyen bir tarafım vardı. Elleri mesela. Parmaklarını bir dakika içerisinde birçok kez açıp kapatıyordu. Sanki bir şey onu rahatsız ediyor gibiydi ancak yüzünde bu rahatsızlığın bir emaresi dahi yoktu. Belki de bunu yaptığının farkında bile değildi.

"Keşfetmek?"

Sesim o an gıcık kapan boğazım yüzünden boğuk çıkarken genzimi temizleyerek sertçe yutkundum. Ateş o an aramızdaki kısacık olan mesafeyi biraz daha aza indirgediğinde kaşlarım olabildiğince çatıldı. "Keşfetmek," diye fısıldadı onaylarcasına. Yüzlerimiz arasındaki kısacık mesafe beynimin durmasına neden oldu. Aynı renk gözlere sahiptik ancak aynada gördüğüm gözle bu göz arasında dünyalar kadar fark vardı. Aynada gördüğüm gözler ruhsuzluğu simgelerken tam şu an en derinliğine dalmak üzere olduğum bir çift göz ruha kendini huzurlu hissettiriyor.

Ruhsuz insanlar, ruhlu şarkılar.

Ben ruhsuz bir insansam eğer Ateş kesinlikle ruha huzur veren o şarkılar gibi hissettirirdi.

"Keşfetmek," diye tekrarladı. Gözlerim kısa bir an dudaklarının hareketini inceledi. "Kara gözlerini mesela. Her an dövecekmiş gibi sert bakıyorsun, buna rağmen nasıl bu kadar hayran edici bakışlara sahip olabilirsin?" O an duran aklımın gücünü kalbim kendi eline alarak gücünün üzerine katladı. "Bence bu deli gözlerinin büyülü bir etkisi var."

Gözlerimin değil... Bence yani.

Sertçe yutkunarak, "Ateş," diye fısıldadım. Geri çekilmesini istemek için aralanan o dudaklarımın arasından ismi haricinde tek kelime dahi çıkmadı. Ruhsuz baktığına inandığım gözlerim için ki büyülü bir etkisi var demişti? Benim gözlerim böyleyse onun gözlerine ne denirdi?

Bir anda aklım devreye girdi; ellerime göğsüne koyarak onu itmek üzereydim ki duraksadım. Ellerimi geri çekemedim, gözlerimi gözlerinden koparamadım, kulaklarımı kalbinin ritmine kapatamadım. Son zamanlarda zihnimdeki kelimeler ayak uçlarıma dolanarak beni tökezletirken şimdi onun kalbinin atışını hissederken kelimeler bir harmoni eşliğinde yan yana dizilmeye başlamışlardı. Kalbim o müziği hissederken aklım bir kez daha beni terk etti.

"Kalbin," diye fısıldadım kaşlarımı çatarak. "Kalbin neden yavaş atıyor senin?"

Hızlı atması gerekmez miydi?

Yutkunarak bana doğru yaklaştığında kalbim onun kalbinin aksine hızlandı. Sanki onun kalbinin oluşturduğu müzik benim kalbimin dans etmesine sebep oluyordu. "Benim kalbim ters çalışıyor," diye fısıldadı, o an yakınlığından dolayı nefesi dudaklarıma doğru çarpmıştı. Bu zihnimdeki tüm uyarıları çalıştırdığında böylece kendime gelmiş, hızla onu kendimden uzaklaştırmıştım. Bunu yapacağımı biliyordu, şaşırmadı. Tek yaptığı muzip bir gülümsemeyle gözlerimin içine bakmak oldu.

"Geri zekâlı," diyerek sesimi yükselttim. "Sınırın yok mu senin? Ne dibime kadar giriyorsun? Aptal!" Hâlâ sırıtmaya devam etmesiyle tüm sinirlerim uyandı. Burnumdan öfkeyle nefesimi verdim. "Gözlerim dövecek gibi bakıyor öyle mi?" Dudaklarını birbirine bastırdı. Gözlerindeki eğlenir ifade sinirlerimi daha da çoğalttığında o an benden beklenir olan ancak o an yapmayı düşünmediğim bir şeyi yaparken buldum kendimi.

Sol yanağındaki morluğa eşit olsun diye sağ yanağına sertçe yumruk attım.

Ateş inleyerek geriye doğruya sendelediğinde eli yanağının üzerini kapatmıştı. "Siktir!" diyerek yüzünü buruşturdu. Dudakları aralandı, şaşkınlıkla bana bakarken ona ters ters bakmaya devam etmiştim. "Ben boşuna endişeleniyorum senin için." İnledi bir kez daha. "Bu elle Tolga'yı haşat edersin sen. Bu ne güç kızım?" Dudaklarını aralayarak nefesini verdi.

"Sınırını bil, Ateş. Bir daha da dibime kadar girme."

Elini indirdiğinde bir an gözlerim yanağına kaydı ancak karanlıktan dolayı herhangi bir şey göremedim. Elimin ağır olduğunu biliyordum. Çok sert vurduğumun da farkındaydım. Gerçekten çok mu acımıştı yoksa abartıyor muydu bilmiyorum. Bir an pişman olacak gibi olsam da olmamıştım. Dibime kadar girmesini normal karşılamayacak değildim.

"Benim senden çekeceğim var, anlaşıldı."

Kaşlarımı çattım. "Ne saçmalıyorsun sen ya?" Yağmur ikimizi de sırılsıklam etmişken durup onunla saçma bir muhabbet içerisinde olduğuma inanamıyordum. Çoktan eve varmış, bir duş alıp uyumuş olmalıydım şimdiye. "Sanki sana gel nazımı, kahrımı çek dedim. Of, Ateş! Ben gidiyorum!" Onu arkamda bırakarak ilerlemeye başladığımda kaldığım bina gözlerimin odağına girmişti.

Adımlarını hızlandırarak aradaki mesafeyi kapattığında bu kez ters bakışlarımdan dolayı herhangi bir şey dememişti. Beni gerçekten sinirlendirdiğini anlamış olmalıydı. İfadesizce bakıyordu bu kez. Başka bir sorun olup olmadığını anlamayarak gözlerimi onda tuttum. Onu dikkatlice izleyerek ilerlediğim o birkaç saniyede gözleri bana kaydı. Onu izlediğimi görmesiyle dudağının kenarını kıvırmıştı. Demek ki herhangi bir sorun yoktu.

Evimin önüne geldiğimizde, "İyi geceler," diye mırıldandım.

Gülümsedi. "İyi geceler, Zeynep."

Bir kez daha gülümsemesine karşılık almadı ancak gülümsemeye son vermedi. Geçen gün yaşadığımız anı bir kez daha yaşarken bir yanım bunun son olmayacağını söylüyordu. Onu arkamda bırakarak binaya doğru ilerlediğim sırada birden, "Zeynep!" diye seslendi. Adım mı o an güzel gelendi yoksa ses tonu mu karar verememiştim. Gerçek şu ki, ses tonu kıskanılası bir güzellikteydi. Müzik söylerken nasıldı peki? Sesi güzel miydi? En çok hangi müzikleri severdi? Yüzyüzeyken Konuşuruz dinlediğine göre demek ki benim tarzıma yakın bir tarz şarkılar dinliyordu.

Yavaşça ona doğru döndüğümde göz göze geldik.

Gözlerinde hangi notalar saklanmıştı peki?

Çantasından çıkardığı şey her neyse bana uzatmasıyla afalladım. O an merakım elindeki şeyi almama sebep oldu. Çikolata paketiydi. "Bitter çikolatanın sakinleştirici etkisi varmış," diye mırıldandı. "Senin için yanımda taşırım bundan sonra." Gülümsedi. "Kesin sinirlenmediğin an yoktur senin. Ne zaman sinirlenirsen bana gel. Çikolata için."

Elimde duran çikolataya baktığımda sesi birkaç kez zihnimin duvarları arasında gezindi. Sesi zihnimdeki tüm kelimelere dokunarak onları düzene sokmaya başladı. Şaşkınlıkla bakan gözlerim onun gözlerine doğru yükseldiğinde kalbim dakikalar öncesinde olduğu gibi hızlıydı.

Kalbim onun kalbinin aksine çok hızlıydı.

Benim kalbim ters çalışıyor.

Gülümsedim.

"Gelirim," dedim gülümsemeye devam ederken. "Çikolata için."

Gülümsemem o an onu afallattığında bundan istifade ederek ona arkamı döndüm ve hızla ondan uzaklaştım. Kalbim gibi adımlarım da hızlıydı. Birden durdum. Telefonumu cebimden çıkararak kilidini açtım. Onun bakışları sırtımı delip geçerken parmaklarım klavyede gezindi.

Ezberimde kalan numarasını yazarak numarayı kaydettim.

*

düşünceleriniz?

instagram: fleurdenarcise

twitter; mehriial

sevgi ile kalın, daima.

Continue Reading

You'll Also Like

492K 18.4K 49
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
7M 407K 84
Sevdiği çocuk yerine yanlışlıkla okulun serserisine yazan Ece, başına çok büyük bir bela aldığını fark ettiği an onu engeller. Fakat her şey için ço...
22.7K 2K 25
Tebessümlerinizin yanına asılan, eteğinize toplayıp, güzel saçlarına taç yaptığınız mis kokulu çiçekler şimdi sayfaların arasında bir yerdeler. ve be...
1.1M 39.4K 58
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!