HERKESİN EFENDİSİ

By Medusahikayeleri

563K 23.7K 11.7K

Mafya patronu olan Hera Ateş bütün şehri avucunun içinde tutuğunu düşünüyordu ama bir gün şehre yeni gelen bi... More

Prolog
1. DEVRE DIŞI KALAN EMNİYET
2. BATAKLIĞA ATILAN ADIM
3. YAŞAMIN PENÇESİNE TAKILAN ÖLÜM
4.ÖLÜME ATFEDİLEN YEMİN
bu bir iç döküştür
5. BEKLENMEYEN MİSAFİR
6. DÜŞMAN KALPLERİN SENFONİSİ
7. KAPIYA DAYANAN SAVAŞ
8. ÇOÇUKLUĞUNUN KÜLLERİNDEN DOĞAN KADIN
9.DUYGUSAL MAKİNA
10. İHANETİN ATEŞİ
11. PORSELEN FİNCAN
12. İHANETİN BEDELİ ÖLÜM
13. ÖLMEME İZİN VERME
14. KÜRKÇÜ DÜKKANINI ATEŞE VEREN TİLKİ
15. ANLAM KAZANAN RENK; KIRMIZI
16. HABERİN YOK ÖLÜYORUM
17. İBLİSİN İNİNE ÇOMAK SOKAN EFENDİ
18. KOYUN POSTUNA BÜRÜNEN KURT
19. AY IŞIĞINI EVLAT EDİNMİŞ GECE
20. CEHENNEMİN KAYALIĞINA TUTUNAN YOSUN
21. DUDAKLARIN RİTMİ
22. YUMUŞAK DOKUNUŞLAR VE PARÇALANAN KOZA
23. GÜNAHA BULANAN BEDENLER
ÖZEL BÖLÜM "GÜZEL GÖZLÜ ÇOCUK & ORMAN GÖZLÜ KIZ"
24. ÖLÜMÜN PENCESİNE TAKILAN PİŞMANLIK
25. BURUK BİR VEDA
26. TUTKUYA ADANMIŞ BEDENLER
27. ÇIPLAK BEDENLERİN DANSI
29. SATÜRNÜN UÇURUMUNA ZİNCİRLENEN RUHLAR
30. MUTLU SON?
31. GERÇEĞİN SURETİNE BÜRÜNEN YALANLAR
32. OKYANUSUN KOYNUNA HAPSOLAN KÜÇÜK KULAÇLAR
33. RUHUN PUSULASI; AŞK
ÖZEL BÖLÜM "PARS ALAZ"
34. GERİ DÖN
35. "ÖL DEDİĞİNDE ÖLECEĞİM"
36. TANRILARIN KISKANDIĞI GÜZELLİK
37. BEKLENMEYEN TEKLİF
38. TEKLİF VE ANLAŞMA
39. KAYBEDİLEN KAZANÇ
40. TOPRAĞIN ALTINA GÖMÜLEN ÇOCUKLUKLAR
41. GÜNAHKAR RUHLARIN YEMİNİ
42. RUHA DOLANAN BİR ÇİFT MAVİ
43. SENİ HATIRLIYORUM
44. SONSUZ HİSSETİRECEK KADAR
DUYURU

28. FAİLİ MEÇHUL CİNAYET

8.2K 318 124
By Medusahikayeleri

Selam efendiler, nasılsınız, neler yapıyorsunuz? Son bölümün üzerinden çok fazla süre geçtiğinin farkındayım ama çalışmaya başladığım için bırakın bölüm yazmaya nefes almaya vaktim yok.

Bölüm geç geldiği için haklı olarak isyan edenler olmuş ama küçük bir açıklama yapmak istiyorum. Türkiye şartlarında kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan bir kadınım. Maddi olarak sırtımı yaslayabileceğim kimse yok. Bu yüzden de çalışmak zorundayım.

Yazmak benim hobim. Vakit buldukça yaptığım bir şey. Çalışmaya başlayınca hiç vakit bulamadığım için ve bu yüzden de yazamadım. Bir tarafta hobim var iken bir tarafta ise geçim sıkıntısı var. Yazmak bana maddi bir gelir sağlamadığı sürece çalışmak zorundayım. Bu yüzden desteklerinizi devam etmenizi istiyorum. Buraya kadar okuduysanız teşekkür ederim.

Seviliyorsunuz. Öpüldünüz.

YENİ BÖLÜM İÇİN SINIR;

180 OY
200 YORUM (Boş yorum yapmazsanız sevinirim.)

HER YORUM BİR MOTİVASYON.

FAİLİ MEÇHUL CİNAYET

Cümlesi beynimin içine yankılandı ve düşüncelerime çarptı. Ne demek istemişti? Tam olarak benim hatam olmayan şey neydi? Gözlerinin içine bakmayı sürdürdüm ve herhangi bir cevap aradım ama buz mavisi gözlerinin ardında herhangi bir cevap yoktu.

"Ne demek istiyorsun?" diye sorduğumda üzerinden kalkmak için hareketlendim ama o hemen bunu fark edip elleriyle belimi kavrayıp beni durdu.

"Benden kaçma," dedi belimi kavrayan elleri aşağıya doğru kayarken. Tutuşu yumuşak ve nazikti. İstediğim her an ondan rahatlıkla kurtulabilirdim. Bu tuhaftı. Çünkü Pars beni her tuttuğunda sanki kaçmam için bir çıkış yolu bırakıyordu. Dili kaçma dese de tutuşu kaçışımı kolaylaştırmak adına gevşekti.

"Kaçmıyorum," dedim bakışlarına kilitli bakışlarım yavaşça aşağıya doğru indirirken.

Belimi kavrayan ellerini tenime hafifçe sürtüp kalçalarıma doğru indirdi ve kalçalarımın üzerine gelince duraksadı. Dokunuşları bir kibritin ucu gibi hissettiriyor, tenim ise o kibriti ateşe verecek yegane şeydi ve sonunda açığa çıkan ateş ise bizdik. İkimizde ateşler içinde tutuşuyor olmamıza rağmen bundan uzaklaşamıyorduk.

Büyük elleriyle kalçalarımı kavrayarak "Yalancı," dedi ve ucu hafifçe çıkan erkekliğini tekrar içime gömdü. Başım geriye doğru hareketlendi, bedenim yay gibi gerildi ve dudaklarımdan yüksek sesli bir küfür eşliğinde inilti döküldü. Bunu beklemediğim için biraz şaşırsam da ağzımı açıp tek kelime edemedim. İçimde tekrardan bir kalp gibi atmaya başlayan erkekliği yüzünden dikkatim dağılıyor, düşüncelerim birbirine karışıyordu.

"Asıl kaçan kimmiş?" dedim zor bela düşüncelerimi toplamaya çalışarak.

Geriye doğru düşen başımı kaldırdığımda bakışlarımız tıpkı bedenlerimiz gibi birbirine kenetlendi. Bedenlerimiz hareketsiz olsa da bakışlarımızın ardından bir savaş süregeliyordu.

"Benden nefret edebilirsin."

Kalçalarımı eliyle hafifçe kaldırıp erkekliğini tekrar içime gömdü.

"Beni öldürmek isteyebilirsin."

Her cümlesinden sonra sanki cümleleri bedenime kazımaya çalışıyormuş gibi aletini sertçe içime gömüyordu. Zevk bütün düşüncelerimin üzerini bir sis perdesi gibi örtüyordu. Bu nedenle tam olarak ne demek istediğini anlamıyordum.

"Ama ne olursa olsun benden kaçmaya çalışma," dediğinde bu sefer daha sert bir şekilde içime girdi. "Çünkü nereye kaçarsan kaç seni bulurum."

Sırtımdan yukarıya yayılan bir zevk dalgasıyla geriye doğru yaslandığımda Pars kolunu belime sararak beni kavradı ve hızlı bir hamleyle beni kaldırdı. Hiçbir ağırlığım yokmuş gibi kolayca hareket ediyordu. Sırtım yumuşak yatağın yüzeyine değdiğinde çoktan Pars üstte ben ise alttaydım.

Bir eli bedenimin altında kalmış, diğer eli başımın yanında duruyordu. Yer değiştirdiğimiz anda aleti içimden çıkmıştı ve bu yüzden içimde büyük bir boşluk hissi oluşmuştu. Bu hissi sevmemiştim ve bir an önce tekrar içimi doldurmasını istiyordum.

Bakışlarım yüzünden belirgin âdem elmasına doğru kaydığında ona dokunmak için büyük bir istekle yanıp tutuşuyordum. Bu yüzden elimi kaldırarak parmak uçlarımla belirgin âdem elmasının üzerinde kısa bir süre oyalandım.

Pars'ın bakışlarının üzerimde olduğunu hissediyordum. Buz mavisi gözleri üzerimde her dolaştığında bedenim büyük bir beklentiyle kasılıyordu. Parmaklarım usulca âdem elmasından yukarıya doğru ilerlettiğimde çenesine geldim. Çenesini iki parmağımın arasına alarak başını daha da kaldırması için onu teşvik ettim. Hareketlerimi uyum sağlayarak başını biraz daha kaldırdı. Bu hareketiyle kemikli yüzündeki her bir detay daha göze çarpıyordu. O yakışıklı bir adamdı. Hem de fazlasıyla yakışıklı. Sanki elimi çene hattında dolaştırsam kesilecekti.

Elimi dudaklarına doğru kaydırdığımda sık sık nefes alışverişlerini parmak uçlarımda hissediyordum. Bakışlarım kaldırıp yüzünü incelediğimde bakışlarım birbirine kesişti. Kaşları hafifçe havalandı ve yüzünde anlam veremediğim bir ifade oluşmuştu.

"Bakışların beni kışkırtıyor," dedi baştan çıkartıcı bir tonda. Dudaklarının üzerindeki parmaklarım hafifçe aralanan dudaklarına sürtündü. "Sanki seni daha iyi hissettirmem gerektiğini söylüyor gibiler."

Yoğun bakışları bedenimde dolaşırken zihnimin içindeki bütün kelimeler birbirine düğümlenmiş gibiydi.

"O zaman dediklerini yapmalısın," diye fısıldadığımda bana biraz daha yaklaştı ve dudaklarının üzerindeki elim aramızda boşluğa düştü. Bedenim arsız bir açlıkla kıvranıyor, dudaklarımın üzerinde büyük bir susuzluk çekiyormuşçasına kuruyordu.

Dudakları biraz daha dudaklarıma yaklaştığında "Beni daha iyi hissettir ortak." dedim bakışlarımı dolgun dudaklarının üzerindeyken.

"Beni kışkırtma çünkü bu kendimi senin içine, daha derinlerine gömmek istemem neden oluyor," dedi hırıltılı bir tonda.

Her ne kadar deli gibi kendini içime gömmek istese de bir taraf ona engel oluyordu. Bunun sebebini bilmiyordum ve bu biraz sinir bozucu olmaya başlıyordu. Bu konumdayken bana kibar davranmasını istemiyordum.

"Küçük şeylerle uğraşmayı bırak ve aletini içime göm," diye fısıldadığımda bedeninin altında duran kolunu çekmeye çalıştı.

Bedenimi hafifçe kaldırıp elini kurtarması için ona aralık tanıdım. Hareketim yüzünden erkekliği kadınlığıma hafifçe sürtündü. Bu bile bedenimde tekrar bir ateşin körüklenmesi için yeterliydi. Bunu Pars'ın hareketlerinde de görebiliyordum. Her ne kadar kendini tutmaya çalışsa da bedeni ona karşı geliyordu.

Bütün heybetiyle aletini benim içime sokmak için yanıp tutuştuğunun farkındaydım. Belimi biraz daha kaldırdığımda kadınlığımı dik, sert ve sıcak erkekliğine sürttüm. Islaklığım onun sıcaklığına karışıyor ve bu daha da ıslanmama sebep oluyordu.

"Acele et," dedi emir verir bir tonda.

Pars eliyle aletini kavrayıp kadınlığım girişine dayadığında bedenim beklentiyle titredi. Aletinin ucu yavaşça içe doğru kaydığında ilk sefer gibi zor olmasa da büyüklüğü hala zorlanmama neden oluyordu. Aletini sanki beni kışkırtmak için bile isteye ağır ağır içime kaydırırken bedenim gerilmeye başladı.

Ben sabırlı bir kadın değildim ve istediğim her şey hemen olmadığında sinirleniyordum. Pars da bunu fark etmiş olmalı ki sürekli üzerimde test ediyormuş gibi hissediyordum. Aletinin yarısı içime girdiğinde şimdiden bile dolmuş hissediyordum ama arsız bedenim daha fazlasını istiyordu ve beklemeye de vaktim yoktu. Bu yüzden kendimi sertçe aletine doğru ittirdim. Aleti tamamen içimi doldurmuş en derinlerime vuruyordu.

Bir anlığına soluğumun kesildiğini hissettim. Büyüklüğü yüzünden nefes almakta zorlanıyordum ve kendimi çok dar hissediyordum. Aletinin damarlarında hareket eden bütün kan sanki benim bir parçam gibiydi. İçim tamamen onunla dolmuştu.

"Çok darsın," dedi nefes nefese bir haldeyken. "Çıldırmak üzereyim."

Az önce kontrol bende olduğu için şu an kontrolü kendisi almak istiyordu. Bunu her hareketinde hissediyordum ve ona izin vermekten başka bir şansım yoktu. Çünkü beynimin içinde büyük bir yangın vardı ve bu yangın bütün bedenime yayılıyordu. Hiçbir şey söyleyemedim. Verebildiğim tek tepki inlemekti ve bu onu kuracağım bütün cümlelerden daha çok tatmin ettiğinin farkındaydım.

Büyüklüğünün farkında olduğu için bana biraz zaman tanıdıktan kısa bir süre sonra belini hareket ettirip içime girmeye başladı. Ritmi yavaş yavaş hızlanıyordu. İçime girip çıkan aletinin çıkardığı sesler nefes alışverişlerimizden daha baskındı. Bu melodi çıplak bedenlerimizin senfonisiydi. Kulaklarımın içinde yankılanan ses beni daha da azdırıyordu.

"İçine her girdiğimde için daralıp gevşiyor," dedi aletini sertçe içime gömerken. "Sanki bir kalp gibi atıyor."

Aleti her içime girdiğinde ve onu sıktığımda damarlarının atışını bütün bedenimde hissediyordum. Kalp atışları benim zevkle tutuşan kalbime karışıyordu. Onu her sıktığımda nefes alışverişleri hızlanıyor, bundan deli gibi zevk aldığını hissediyordum. Bundan tek zevk alan o değildi. Aletini her sıktığımda içimi parçalamaya çalışırmış gibi içime girmesi beni de delirtiyordu.

"Daha hızlı," dedim inlemeyle karışık bir tonda. Sınıra yaklaştığımı hissediyordum.

Pars talimatıma uyarak hızını artırdı. Artık içime daha sert ve hızlı giriyordu. Bütün bedenim ateşin içine düşen bir buz kütlesi gibi hissettiriyordu. Pars'ın sıcaklığı bedenimi, düşüncelerimi erimesine sebep oluyordu.

"Siktir," dedi hırıltıyla karışık boğuk bir ses tonuyla. "Çok iyisin." Onun da tıpkı benim gibi sınıra yaklaştığını hissedebiliyordum. İçimdeki aleti daha fazla seğirip duruyordu.

"Okşa beni," dedim başımı hafifçe kaldırıp Pars'a baktığımda.

Yüzünde halinden memnun bir ifade vardı. Açık sözlü olup istediklerimi söylemem hoşuna gidiyordu. Boşta kalan elini bacağımdan yukarıya kaydırıp hafifçe okşayarak kasıklarıma kadar çıktı. Elini hareket ettirdiğinde içime de aynı anda giriyordu.

Eli tepemin biraz üzerinde gelip oyalandı ve sonunda bana isteğimi verdi. Baş parmağını kadınlığımın üzerine sertçe bastırırken aynı anda içime sertçe girdi. Aldığım haz bir anda ikiye katlanmıştı. Başımı geriye doğru atarak gözlerimi kapadım. Pars'ın parmağı klitorisim üzerinde hareketlenmeye başladı. Bu işte çok iyiydi ve bunu saklamaktan çekinmiyordu.

Bedenimdeki bütün kasların çekilen bir lastik gibi gerildiğini hissediyordum. Pars klitorisimi okşaması, sert ve hızlı hareketle içime girip durması kaslarımın daha da gerilmesine neden oluyordu. Sona yaklaştıkça nefes alışverişlerim sıklaşıyor, bütün bedenim hazzın vereceği sona hazırlanıyordu.

"Pars," dedim yarım yamalak bir tonda. Zevk yüzünden doğru düzgün bile cümle kuramıyordum.

Gözlerimi araladığımda Pars'ın terden ıslanmış bedeni gözüme çarpmıştı. Benimde ondan pek bir farkım yoktu. Bedenlerimizdeki her şey birbirine karışmıştı. Terlerimiz, soluğumuz, nabzımız ve düşüncelerimiz. Tek bedende var olan iki ruh gibiydik.

Pars ile göz gözle geldiğimizde bana doğru yaklaştı ve dolgun dudakların dudaklarımın üzerinde sertçe bastırdı. Sanki içindeki kurt beni yemeye ant içmiş gibiydi. Dudaklarımı aralayıp ona ağzımın içine davet ettim. Dili, eli bedenimin her yerindeydi. Ellerimi boynuna sardığımda Pars geriye doğru çekildi. Bedenim yatağın yüzeyinden kalktı. Tekrar onun kucağındaydım ve kaybettiğim kontrol tekrar elime vermişti. Bunu fırsat bilerek aletinin üzerinde hızla zıplamaya başladım.

Dudakları dudaklarımdan ayrıldığında çeneme, oradan boynuma doğru yollandı. Ne kadar süre böyle devam ettiğimizi bilmiyordum ama bütün bedenimdeki bütün gücün çekildiğini hissediyordum. Sınıra gelmiştim ve artık daha fazla kendimi tutamıyordum.

"Alaz," diye inledim bedenimi son gücümle aletine doğru iterken.

"Ortağım," diye inlediğinde iki eli de kalçalarıma doğru kaydı ve beni tevsik etmeye çalıştı. O da sona yaklaşmıştı. "Bana ak."

Kalçalarımı kavrayan eli sertçe kalçalarımı aletinin üzerine ittiğine tamamen gerilip bir anda bırakılan lastik gibi bütün kaslarımın bir anda rahatlayıp gevşediğini hissediyordum. Pars'ın sıcaklığı tamamen içime dolarken bedenimin titremelerini durduramıyordum.

Büyük bir doygunluk ve rahatlamayla bedenimdeki bütün ağırlığı Pars'ın üzerine bıraktım. Bir süre ikimizde öylece durup nefeslerimizin sakinleşmesini beklemedik. Sonunda ise sessizliği bozan o olmuştu.

"Canını yaktım mı?" diye sorduğunda başım omzuna yaslı bir şekilde durmaya devam ettim.

Bu adam daha önce ne tür kadınlarla birlikte olmuştu ve bu kadarcık şeyde canımın yanacağını düşünüyordu? Hem bunun benim ilk seferim olmadığını bilmesine rağmen.

"İyiyim," dedim yorgun bir tınıyla.

Bedenimdeki rahatlamanın ardından üzerime bir ağırlık çökmüştü. Sanki bütün yaşananların yükü bir anda omuzlarıma yüklemişti.

"Temizlenmek ister misin?" diye sordu dağılan ve yüzümü örten saçlarımı eliyle kulağımın arkasına sıkıştırırken. Şu an bütün bedenim Pars'ın izlerini taşıyordu.

"Yorgunum ve uyumak istiyorum."

Şu an mızmız bir kız çocuğu gibi davrandığımın farkındaydım ama nedense Pars yanımdayken öyle davranmaya hakkım varmış gibi hissediyordum. Pars bu yanımı gösterdiğim nadir kişilerden biriydi ve ona güvenmememe rağmen neden böyle bir şey yaptığımı bilmiyordum.

"Burada uyuyamayız. Yatağı yeterince kirlettik," dedi imalı bir tonda.

Haklıydı. Yatakta, bedenlerimizde yeteri kadar kirliydi ama şu an bunu önemseyecek konumda değildim ama Pars benimle aynı düşünmüyor olmalıydı ki bir anda kollarını kalçamın altına sabitleyip dizlerinin üzerine kalktı ve yataktan indi.

Bu sırada aleti içimden çıkmıştı. Bunu umursamadan kollarımı boynuna, ayaklarımı da beline doladım. Gözlerim ağır ağır kapandığı için tam olarak nereye gittiğimizi göremiyordum ama bulunduğumuz odadan çıktığımızı varsayıyordum.

Pars duraksadığında bir kapının açılma sesiyle irkildim ama yine de bozuntuya vermedim. Birkaç adım sonunda Pars tekrar konuştu.

"Kollarını biraz gevşet ki seni yatağa bırakabileyim."

Cümlesini duyar duymaz kollarımı gevşettim ve Pars hafifçe eğilerek beni nazikçe yatağın üzerine bıraktı. Yatak Pars'ın bedenine oranla daha soğuktu ve beni uykuya sürükleyen o kokudan yoksundu. Yatağın üzerinde kıvrıldığımda gözlerimi hafif aralayarak baş ucumda bütün çıplaklığı ile duran Pars'a baktım.

"Sen gelmiyor musun?" diye sorduğumda yüzünde bir tebessüm belirdi. "Yoksa sen de sevişirim ama aynı yatakta yatmam diyen tiplerden misin?"

Aslında cevabın bu olmadığını biliyordum ama yine de dile getirmekten kendimi alıkoyamamıştım.

"Sevişmeden önce de birlikte uyuduk," dedi var olan gerçekliği dile getirirken.

Hiçbir şey söylemedim çünkü söyleyecek mantıklı bir argüman bulamamıştım. Kısa bir süreli sessizliğin ardında Pars yatağın çevresinde dolaşıp arkama geçti ve yatağın çökmesinden anladığım kadarıyla o da yatağa girmişti.

Yatağın üzerinden ona doğru döndüğümde çıplak bedeni bütün ihtişamıyla karşımda duruyor, terler yüzünden yanık ten rengi parlıyor ve daha iştah açıcı gözüküyordu.

Ben onu uykulu gözlerle izlerken o biraz doğruldu ve yatağın üzerinde duran bir pikeyi eline alarak geriledi. Tekrardan yatağa uzandığında kolunu benim bulunduğum tarafa doğru açtı ve buna döndü.

"Gel," dedi nazik bir tonda.Bakışlarım benim için açtığı koluna kaydı. Pazuları kafam kadar falan olmalıydı.

"Buna ihtiyacım yok," dedim bakışlarım pazularında yüzüne tırmanırken. "Bir yastığım var zaten."

"Ama benim ihtiyacım var," dediğinde tek kaşımı kaldırarak ona baktım.

"Senin de bir yastığın var," dedim çenemle sırtının altında duran yastığı işaret ederken.

Bakışları benim üzerimden hiç ayrılmadan bana bakmaya devam etti. Bakışları çıplak bedenimden çok gözlerimdeydi.

"Sikeyim yastığını," dedi sakin bir tonda. "Benim senin kokuna ihtiyacım var."

Duyduğum cümle ile kalbimin bir anlığına teklediğini hissettim. Pars Alaz'ın ağzından böyle bir cümle duymayı beklemiyordum.

"Ne o, kokum sende bağımlılık mı yaptı?" dedim alaylı bir tonda.

"Sadece kokun değil," dedi bakışları kısa süreliğine bedenimde dolaştı ve tekrar gözlerimle buluştu. "Ben senin bütün varlığına bağımlı bir adamım Hera."

Cümlesinin bir kor gibi boğazıma düğümlendiğini hissettim. Bunlar sadece birkaç süslü kelimeden ibaretti ve benim için hiçbir şey ifade etmiyordu, etmemeliydi de. Sonuçta bu ortaklık bittiğinde ikimizde kendi yollarımıza gidecektik veya sonunda ikimizde kendi isteklerimiz için birbirimizi yakıp yıkacaktık.

"Ağzın iyi laf yapıyor. Bu ağız ve mükemmel yatak performansı ile etkilemeyeceğin kadın yok," dedim büyük bir açık sözlükle.

Yaşadığımız şey sadece bir seksti. İki bedenin rahatlaması için yapılan ve hiçbir duygu barındırmayan. Bu yüzden de bu kadar ciddiyette gerek yoktu. Bunu biliyordum ama sözleri taş kalbimi bile harekete geçirmeye başaracak diye ödüm kopuyordu.

Ben Hera Ateş, ilk defa bir şeyden ölümüne korkuyordum.

"Etkilemek istediğim sadece bir kadın var ve onun bunlardan etkileneceğini düşünmüyorum," dedi gözlerimin içine imalı bir şekilde bakarken.

Hiçbir şey söylemedim ve sadece ona bakmakla yetindim. Zaten söyleyecek pek bir şey kalmamıştı. Konu gereksiz yere uzamıştı. Yatağın üzerinde ona doğru kaydım ve başımı göğsüne yasladım. Kolunu bedenime dolarak beni sardı ve pikeyi büyük bir dikkatle üzerimize örttü.

Kokusu tekrardan burnuma dolmaya başladığında yavaş yavaş geri çekilen uyku tekrardan gün yüzüne çıkmıştı. Gözlerimi ağır ağır kırpıştırdığımda bilincimin yavaş yavaş uykuya dalmak üzere olduğunu hissediyordum.

Derin bir nefes alıp kokusunu tekrar içime çektiğimde tanıdık bir his beni sarmaladı. "Kokun," dedim uykulu bir ses tonuyla. "Çok güzel ve bana annemi anımsatıyor."

Pars'ın bir anlığına soluğunun kesildiğini hissettim ya da bu sadece benim kuruntumdu. Tam emin olamıyordum. Gözlerim ağır ağır kapandığında kokusu bütün benliğimi sarmaladı.

"İyi geceler yeşil gözlü kız."

***

Gözlerim ağır ağır aralandığımda güneşin küstah ışıkları yüzünden tekrar kapayıp sırtımı güneşe doğru döndüm. Birkaç saniye öylece durduktan sonra tekrar gözlerimi araladığımda boş bir yatak beni karşılamıştı. Pars yatakta yoktu. Nereye gitmişti ve saat kaçtı?

Ellerimi birbirine kenetleyip başımın üzerine doğru uzattım ve yatağın içinde gerindim. Bedenimde büyük bir rahatlama hissi vardı ve dün akşam yaşananları düşündüğünde kendimi temiz ve iyi hissediyordum.

Ellerimi birbirinden ayırdığımda üzerimdeki pike yere düşmek üzereydi ve ben yatakta çıplak bir şekilde uzanıyordum. Bakışlarım bedenime kaydı. Gerçekten de temizdim ama dün gece uyurken kesinlikle temizlendiğimi hatırlamıyordum. Beni temizleyen Pars mıydı?

Aklımdaki soru işaretlerini bir kenara bırakıp yattığım yerden doğruldum ve ayaklarımı yataktan aşağıya sarkıttım. Hemen yatağın yanında duran komedinin üzerindeki bir not gözüme ilişti. Elimi uzatarak komodinin üzerinde duran notu aldım. Not çok güzel bir el yazısıyla yazılmıştı.

Günaydın ortağım. Yiyecek bir şeyler almak için dışarıya çıkıyorum. Temizlenmek istersen senin için banyoya havlu, bornoz bıraktım. Kıyafet işini de halledeceğim.

Notu komidinin üzerine bırakıp yatağın üzerinden kalkarak doğruldum. Evde olmadığı için kendimi tamamen yalnız hissediyordum. Bir taraftan bu alışık olduğum bir duygu iken bir taraftan da çok garip geliyordu.

Dün gecenin hararetiyle odaya tam olarak bakma fırsatım olmamıştı. Bu yüzden etrafa bir göz attım. Geniş ve sade bir odanın içindeydik ve odanın geneline ahşap hakimdi. Genişliğine rağmen odada üzerinde seviştiğimiz büyük yataktan ve iki komidinden başka bir şey yoktu. Küçük adımlarla arasından hafif ışık saçan siyah uzun perdeleri doğru ilerleyip perdenin açtım.

Perdeyi açar açmaz muhteşem bir orman manzarası beni karşıladı. Gördüğün alan uçsuz bucaksız, ıssız bir ormandı. Pencerelerden birini açtığımda dışarıya doğru çıkan küçük bir çıkıntı vardı. Dışarı çıkmak ve temiz havayı içime çekmek istiyordum ama adımı dışarıya atmadan duraksadım. Başımı aşağıya indirip çıplak bedenime baktım. Etraf ıssız gözüküyordu ama yine de kendimi riske atıp bu halde dışarıya çıkamazdım. Pencerenin ardından temiz bir hava çekip ciğerlerimi temiz havayla doldurdum.

Bu o kadar iyi hissettirdi ki sonsuza kadar bu yerde yaşayabilirdim ama bunun sadece bir hayalden ibaret olduğunun farkındaydım. Pencereyi tekrar kapatıp perdeleri çekmeden odanın içinde bulunan diğer kapıya doğru ilerledim. Tahminlerime göre burası banyo olmalıydı.

Kapıyı açığımda tahminlerimde yanılmamıştım. İçeriye bir adım attığımda oda gibi burası da sade ve genişti. Sanki yeni yapılmış ve henüz yerleştirilmemişti. Banyonun geneline beyaz ve siyah fayanslar hakimdi. Bunun yanı sıra banyoda büyük oval bir küvet ve aynı zamanda bir duşa kabin vardı.

Bütün o yaşananlardan sonra iyi bir duşu hakkediyordum. Küvete doğru ilerlemeye başladığımda soğuk olmasını beklediğim fayanslar sıcaktı. Küvettin yanına geldiğimde musluğunu açıp suyu ılık bir şekilde ayarlayıp dolmasını beklerken hemen yan tarafında bulunan şampuanlar, duş jelleri ve birbirinden renkli banyo toplarına göz gezdirdim. Hepsini tek tek elime alarak kokularına ve renklerine baktım. Topladan kırmızı olan ve gül kokanı alıp paketini açtım ve dolmak üzere olan küvetin içine bıraktım. Kısa bir süre sonra top erimeye ve odaya yoğun bir gül kokusu yayılmaya başladı.

Ben de vakit kaybetmeden elimle suyu kontrol edip istediğim sıcaklığa geldiğinde zaten çıplak olan bedenimi suyun içine bıraktım. Gülün yoğun kokusu burnuma dolarken, bedenimin hiç olmadığı kadar rahatlamış ve tatmin olmuş hissediyordum. Bunda iyi bir seksten sonra alınan duşun etkisi olduğunu biliyordum

Başımı küvet yaslayıp gözlerimi ağır ağır kapadım ve kendimi suyun kollarına bıraktım. Ne kadar süre öylece küvetin içinde uzandığımı bilmiyordum ama üzerime düşen büyük bir gölgeyle gözlerimi hafifçe araladım.

"Dün gece beni izlemeye yeteri kadar doyamadın herhalde," dedim alaylı bir tonda başımda dikilen Pars'a bakarken. Gözleri kısa süreliğine yüzümde dolaştı.

"Seni bir ömür boyu izlesem doyabileceğimi sanmıyorum," dedi ciddi bir tonda.

"Bu bir evlilik teklifi mi?" diye sordum küvettin içinde doğrulup sırtımı küvete yaslarken.

"Olmasını ister miydin?" diye sordu bana doğru eğilerek. Ellerini küvetin yan kısmına yasladı ve bana doğru eğildi. Gözleri bir anlığına yüzümden boynuma oradan da göğüslerime kaydı.

"Bu kadar sade bir evlilik teklifini kabul edeceğimi sana düşündüren ne?" dedim bakışlarım üzerinde turlarınken.

Üzerinde siyah bir tişört, koyu renk bir kot pantolon, deri bir ceket vardı. Saçları dağınık duruyor ve yüzüne dökülüyordu. Bu onu ilk defa takım elbise dışında sıradan kıyafetlerle görüşümdü. Bu haliyle daha genç gözüküyordu ama iftar etmek gerekirse ne giyerse giysin, bu kadar muhteşem bir fizikle her şey ona yakışacağına eminim. Kişisel tercihim ise çıplak olmasıydı.

"Sade olmasaydı kabul edecek miydin?" diye sorduğunda yüzümde alaylı bir tebessüm olmuştu.

Evlilik mi? Birine bağlanmak mı? Bunlar kesinlikle benlik değildi.

"Eğer bir dahaki sefere içimdeyken teklif edersen belki de o koca oğlan hatırına kabul edebilirim," dedim bakışlarım bakışlarına kilitlendiğinde. "Hem iyi bir seks, iyi bir evliliğin anahtarıdır derler."

"O zaman müstakbel karıcım ne yemek isterler?" diye sordu gerileyip bedenini dikleştirirken.

Müstakbel karıcığımı vurgulayarak söylemişti. Acıkmıştım ama bunu o söyleyene kadar fark etmemiştim. Biraz düşündüm. Aklıma ilk gelen ise bol sebzeli bir spagettiydi. Küçükken annemin yaptığı ve en sevdiğim yemekti. Annemden sonra ne kadar yesem de hiçbiri onun yaptığı gibi yapamıyordu.

"Sebzeli spagetti yemek istiyorum," dediğimde yüzümden anlam veremediğim bir tebessüm oluştu ve hemen silindi.

"Hay hay." Üzerindeki deri ceketti çıkarttı ve koluna astı. "Başka bir arzunuz var mı efendim?" diye sordu bir garson edasıyla.

"Bir de yeni açılmış kırmızı şarap."

Hafifçe eğilip selam veriyor gibi yapıp tekrardan doğruldu ve koluna yasladığı deri ceketinin yaka kısmına bir parmağını geçirip omuzuna atı ve sırtını bana doğru dönüp banyo kapısına doğru ilerledi.

"Su soğudu. Hasta olmadan önce çık oradan ve bana yardıma gel."

Kapıdan çıktığında sadece gözlerimi devirmekle yetindim. Eğer ben yardım edeceksem müstakbel kocam ne işe yarıyordu ki?

Bir süre daha küvette bekledim ve su tamamen soğumaya yüz tutuğunda küvetten çıkarak hemen duşa girdim ve bedenimi tamamen temizledim. Şu an kendimi temiz, ferah hissediyordum. Duştan çıkıp banyonun içinde bulunan büyük boy aynasına doğru ilerledim. Aynanın karşısına geldiğimde gördüğüm manzarayla şok olmuştum.

Pars eski morlukların yerine yenilerini yapmıştı. Hem de o kadar belirgin bir haldeydiler ki sanki ona ait olduğumu derime kazımak istiyordu. Elimi uzatıp morluklara dokundum. Dokunduğum yerler acıyla sızlıyordu. Bu adam gerçekten beni delirtmek için dünyaya gelmiş olmalıydı.

Vakit kaybetmeden banyo kapısının arkasında bulunan bornozlardan birini alarak üzerime geçirdim ve bir havluyu alarak saçlarımı iyice içine sokuşturup sabitledim. Banyodan çıktığımda hemen odanın çıkış kapısına doğru yöneldim.

Kapıdan çıktığımda uzun bir hol beni karşıladı. Gece bu holü Pars'ın kucağında geldiğim için bana bu kadarda uzun gelmemişti. Geniş holde ilerlerken birkaç kapı geçtim ve içlerinden ne olduğunu merak etmeme rağmen her birini es geçerek sesin olduğu tarafa doğru ilerledim. Holün sonuna geldiğimde hol büyük ve geniş bir salona açılıyordu. Bu salonda diğerleri gibi boştu ve ormana bakan kısmı tamamen camlardan oluşuyordu.

Manzara o kadar güzeldi ki hayran kalmamak elde değildi. Bir süre ayakta öylece dikilip manzarayı izlemeye devam ettim.

"Güzel manzara," diye mırıldandım kendi kendime.

Sırtımda hissettiğim birinin varlığı ile irkilip kendime geldiğimde arkamdaki kişinin Pars olduğunu ortama yayılan kokusundan anlamıştım.

"Senin kadar değil," dedi, nefesi kulaklarımı okşuyordu. "Burası, senin güzelliğin karşısında sadece soluk." Bir adım öne giderek Pars'a doğru döndüm.

"O arsız ağzını bana yapacağın yemeği tatmakta kullan," dedim ve yanından geçerek arkada bulunan mutfağa doğru ilerledim.

Mutfakta evin diğer kalanı gibi genişti ve salonla mutfağı ayıran uzun bir tezgâh vardı. Tezgâhın üzerinde siyah gri damarları olan bir mermer duruyordu. Dolaplar ise beyaz renkte, siyah kolluydu. Şık, sade ve zarifti.

Gözlerim haşlanmaya başlayan spagettilere kaydı. Gerçekten kendimi çok aç hissediyordum. Sahi en son ne zaman yemiştim?Pars arkamdan gelerek tezgâhın diğer tarafına geçti.

"Gel," dedi ellerini muslukta yıkarken. Onu ikiletmeden bende tezgâhın arkasına geçtim ve Pars gibi ellerimi yıkadım.

"Ne yapıyım?" diye sordum tezgâhın önünde dikilirken.

Pars ise bu sırada buzdolabından sebzeleri çıkarıp tezgâhın üzerine bırakıyordu. Sorduğum soruyla bana döndü ve tezgâhın üzerinde koyduğu sebzeleri eline aldı, ayağıyla buzdolabını kapattı ve bana doğru ilerledi. Yanıma geldiğinde elindeki sebzeleri önümde duran lavabonun içine bıraktı.

"Bunları yıkamakla başlayabilirsin," dedi çenesiyle sebzeleri gösterirken.

Bornozumun kollarını biraz daha yukarı sıyırıp sebzeleri tek tek yıkadım. Kabak, kırmızı kapya biber, yeşil dolmalık biber. Hepsini büyük bir titizlikle yıkayıp Pars'ın yanıma bıraktığı tabağa koyuyordum.

"Mantar sever misin?" diye sorduğunda son biberi de yıkayıp tabağın içine bıraktım.

"Severim," dedim sırtımı tezgâha dönüp kalçalarımı tezgâha yaslarken.

Bakışlarım Pars'a kaydığında büyük bir dikkatle dolaptan çıkardığı mantarların dış kabuklarını soyuyordu. Böyle büyük bir adamın mutfakta bu kadar iddialı bir şekilde yemek yapması çok çekiciydi. Pars ona dikkatle baktığımı fark etmiş olmalı ki başını bana doğru çevirip baktı.

"Sebzeleri keser misin?"

Başımı yana doğru çevirip tabağın içinde bulunan sebzelere baktım.

"Nasıl keseyim?" diye sordum.

"Küp küp," dedi kısa ve net bir tonda.

İlginç bir şekilde yemek yaparken ciddi bir ruh haline bürünüyordu. Bu hali biraz komik gelse de bozuntuya vermeden tezgâhın üzerinde duran kesme tahtasını ve bıçak setinden birini alıp sebzeleri kesmeye başladım ama işler pek yolunda gitmiyordu. Sayısızca kez bıçak kullanmama rağmen sebzeler pek beklediğim gibi olmuyordu. Birkaç dakika daha sebzelerle cebelleşirken Pars'ın varlığını arkamda hissetmiştim.

"Sana yardım edeyim," dedi bedenini bedenime biraz daha yaklaştırıp bir elini bıçağı tutuğum elimin üzerine, diğerini de sebzeyi tutuğum elimin üzerinde koydu.

"Şimdi benimle birlikte hareket et," dediğinde ona uyum sağladım. Bu işte gerçekten iyiydi. Benim kestiklerim ve onun kestiklerinin arasında büyük bir uçurum vardı.

Bedenini biraz daha bana yaslandığında bedenin onun ile tezgâh arasında kalmıştı. Kasıklarının kalçalarıma değdiğini hissediyordum. Şu an amacının bana yardımcı olmak olmadığını düşünüyordum. Kalçalarımı ona doğru ittiğimde biraz geriledi ve ellerimi bıraktı. Yarattığı boşluktan haydalanarak ona doğru döndüm.

"Sebze kesmekte iyi olmaya bilirim ama bir etin nasıl kesildiğini çok iyi biliyorum," dedim elimde tutuğum bıçağın ucunu çenesinin altına dayadığımda.

"Öyle mi?" dedi beni kışkırtmak ister gibi bıçağa biraz daha yaklaşırken. Bu adam gerçekten deliydi ama bende geriye adım atacak bir kadın değildim.

"Annem bana bir bıçakla nasıl sebze keseceğimi değil nasıl adam öldüreceğim öğretti," dedim bıçağı biraz daha ona bastırırken. "O yüzden karşındakinin tam olarak neler yapacağını bilmeden kışkırtmamalısın."

Cümlemi bitirdiğimde bıçağı çektim. Boynunda beklediğimden daha büyük bir kesik oluşmuştu ama buna rağmen Pars hiç tepki vermemişti. Kan boynundan aşağıya doğru akmaya başladığında istemsizce ona doğru yaklaştım. Hiç hareket etmeden yapacağım hamleyi bekliyordu. Boynun biraz daha yaklaştım ve kanayan yeri dudaklarımın arasına alıp hafifçe emdim ve geri çekildim.

"Benim üzerime bıraktığın izlere say," dedim ve geriye dönüp hiçbir şey olmamış gibi yarım kalan işime devam ettim. Pars ise bir süre öylece durduktan sonra o da işine döndü.

Sebzeleri kesmeyi bitirdikten sonra Pars geniş tavada bir şeyler yapıyordu. Yemek yapmakta iyi değildim. Hata yumurta dahi kıramazdım. Pars ise mutfağa öyle hakimdi ki kendimi kıskanmaktan alıkoyamıyordum.

Tezgahın üzerinde duran sebzeleri alıp tavanın içine bıraktığımda tavanın şapını tutarak bir şef edasıyla sebzeleri çevirdi. Sanki bana hava atıyormuş gibi hissediyordum.

"Yemek yapmayı kimden öğrendin?" diye sorduğumda o kadar odaklanmıştı ki sorum karşısında irkildi.

"Beni büyüten kadın öğretti," dedi spagettileri süzerken.

"Annen mi?" diye sorduğumda başı bana doğru döndü.

"Annem değildi ama annemden daha anne gibiydi."

Bir süre sessizce cümlesinin altında yatan ağırlığı sindirmeye çalıştım. Ne demem gerektiğini bilmiyordum. Birileri teselli etmek konusunda çok kötü sayılırdım. Çünkü duygular benim yabacı olduğum şeylerdi.

Onun hakkında daha çok şey öğrenmek istememe rağmen sessizliğimi korumaya devam ettim. Çünkü yine gereksiz bir soru sorup eski yaralarını deşmek istemiyordum. Kalçalarım tezgaha yaslı bir şekilde Pars'ı izlemeye devam ettim.

"Masayı kuralım," dedi ocağın altını kapatırken. Sadece başımı sallayarak onu onayladım. Neyin nerede olduğunu bilmediğim için dolapları açıp kapayarak tabak arıyordum. Sonunda dolaplardan birini açtığımda gördüğüm manzarayla gözlerimi devirdim. Tabaklar en üst rafta duruyordu ve uzun bir kadın olmama rağmen onlara ulaşamayacağımın farkındaydım. Bu dolaplar kime göre yapılmıştı ki?

Tam düşüncelerimde dolabı yapan kişiye söverken Pars yanıma gelerek hiçbir çaba göstermeden tabakları yerinden aldı ve yüzünde alaylı bir gülümsemeyle bana baktı.

"Küçükte değilsin halbuki," dedi yanımdan geçerek tezgahın önünde duran masaya doğru ilerlerken.

"Herkesi kendin gibi dev mi zannediyorsun?" diye sorduğumda Pars sırtı bana dönük bir şekilde tabakları masaya yerleştiriyordu.

İşi bittiğinde bana doğru döndü. Tam bana bir şey söylemeye hazırlanacakken tezgahın üzerindeki telefonu çalmaya başladı. Benim telefonumu atmış olmasına rağmen kendi telefonu anın içine ediyordu.

Pars ağır adımlarla tezgaha ilerledi ve ekranına baktı. Bana bakarken hafif tebessüm eden yüzü bir anda asıldı. Gördüğü şeyden dolayı pek hoşnut olmadığı yüz ifadesinden anlaşılıyordu. Telefonu eline aldı ve açarak kulağına dayadı.

"Konuş," dedi telefonun diğer ucundaki kişiye.

Karşı tarafın ne dediğini duymuyordum ama Pars'ın duyduğu şeyler yüzünden sürat ifadesi git gide değişiyordu. Kaşları çatıldı, yüzündeki ifade sertleşti. Bu ifadesiyle korkutucu bir aura oluşturuyordu.

Sırtını bana dönerek salona doğru ilerledi. Hiç konuşmadan sadece karşı tarafı dinledi. Salona geldiğinde boylu boyunca duran camlardan birini açarak dışarıya çıktı ve ardından kapadı. Dışarıya çıktığında telefonun karşı tarafındaki kişiye öfkeli bir tonda bir şeyler söylüyordu ama ne söylediğini duyamıyordum. Bir şeyler yine ters gidiyordu.

Tezgahın etrafından dolanarak masanın dışarıya bakan tarafına geçtim ve sandalyeyi çekip oturdum. Pars ise daha hararetli bir konuşmanın içine gitmişti. Artık eli de konuşmaya dahildi. Bir şey onu çok fena öfkelendirdiğin farkındaydım ama ne olduğunu bilmiyordum.

Konuşma bittiğinde Pars hemen içeriye girmedi. Bir süre daha dışarıda durdu. Kendini sakinleştirmeye çalıştığını düşünüyordum. Birkaç dakika dışarda sakinleştikten sonra içeriye geldi. Sırtımı sandalyenin sırtına yasladım ve bacak bacak üzerine attım.

"Seni bu kadar öfkelendiren şey ne?" diye sordum kollarımı göğsümde birleştirirken.

Hiçbir şey söylemeden yanımdan geçip ocağın üzerinde duran tavayı aldı ve masanın kenarına bıraktı. Gözlerimiz bir anlığına birleştiğinde gözlerinin ardında öfke kıvılcımlarının varlığı hala hissediliyordu.

Tavayı açıp önümdeki tabağı alarak içine sebzeli spagetti doldurdu ve tekrardan tabağı önüme koydu. Aynısını kendi tabağından da tekrarladıktan sonra tavayı tekrar ocağın üzerine bırakıp karşımdaki sandalyeyi çekerek oturdu. Hareketleri sakindi ama gözlerinin ardında yaşanan fırtınayı görebiliyordum.

Masanın ortasında bir kova buzun içinde duran kırmızı şarabı alarak özenle açmaya başladı. Bakışlarım elindeki şaraba kaydı. Bu ünlü bir markanın çok pahalı bir şarabıydı.

"Château Lafite Rothschild," dedim bakışlarım şaraptan kaldırıp Pars'a bakarken.

"1982," dedi kısa ve net bir tonda.

Severek içtiğim tek içki kırmızı şaraptı. Bu yüzdende iyi bir şarap tadımcısı olduğumu düşünüyordum ve bu marka da en sevdiklerimin arasındaydı. Pars'ın bunu bilmesine imkan yoktu. Bu bir tesadüf olmalıydı.

Şarabı açıp ikimizin bardağını da yarısına kadar doldurduğunda eliyle tanıda bakmam için bana bir işaret yaptı. Masanın üzerindeki bardağı iki parmağıma sap kısmından tutarak aldım ve hafifçe salladım. Pars büyük bir dikkatle beni izliyordu. Şaraptan bir yudum aldığımda keskin tadı ile mest olmuştum. Bardağı dudaklarımdan uzaklaştırıp tekrar masaya bıraktım.

"Beğendin mi?" diye sordu o da bardağından bir yudum alarak.

"Evet," dedim sağ bacağımın sol üzerindeki bacağımı kaldırıp yere sabitlerken. Sandalyeyi tutu biraz daha masaya yaklaştım ve elime çatalı alarak makarnaya bandırdım.

"Ne olduğunu söylemeyecek misin?" diye sordum çatalı tabağın döndürürken.

Bakışlarının üzerimde olduğunu hissediyordum ama ben ona bakmak yerine tabağıma bakıyordum.

"Kişisel bir mesele," dediğinde bir anlığına duraksadım. Başımı tabaktan kaldırıp ona baktım.

"Ah, anlıyorum," dedim yüzüme sahte bir gülümseme yapıştırırken.

Başımı tekrar tabağa indirip çatalıma aldığım makarnadan küçük bir parça alarak ağzıma tıkıştırdım. Ona soru sorduğum için kendime kızgındım. Sevişmiş olsak da aramızdaki sınırlar ilk gün ki gibi duruyordu ama bunun için Pars'a kızmaya hakkım yoktu. Çünkü o sınırları koyan bendim. Peki şimdi neden bu kadar öfkelenmiş hissediyordum?

Makarnada bir parça daha alıp ağzıma tıktım. Saçma bir şekilde öfkeli hissediyordum ve bu nedenle makarnanın tadını bile alamıyordum. Şu an tek yaptığım midemi doğurmaktı.

"Hera," dedi Pars yüksek bir ses tonuyla. Bakışı kaldırıp ona baktığımda tek kaşı havada bir şekilde bana bakıyordu. "Sana sesleniyorum, bu kadar dalıp gidecek ne düşünüyorsun?"

"Kişisel bir mesele," dediğimde dolgun dudağının kenarı alayla kıvrıldı.

"Sana söylemek istemememin nedeni canını sıkmamaktı ama görüyorum ki söylemediğim içinde canın sıkıldı."

"Canım sıkılmadı," dedim gün be gün belli olan gerçeği saklamaya çalışarak.

"Yüzün neden asıldı o zaman?"

"Benim yüzüm hep asıktır," dedim çocukça bir bahanenin arkasına saklanmaya çalışırken.

"Az önce arayan Demir'di. Timsahlar malikaneye baskın düzenlemiş ve malikanede arama yapmışlar," dedi sesindeki öfke tohumları gizlemeye çalışırken.

"Ne arıyorlarmış?" diye sorduğumda duraksadı.

Gözlerinin ardında bir şeylerin parçalandığını hissediyordum. Pars'ı bu kadar öfkelendirecek ne arıyor olabilirlerdi ki?

"Seni," dediğinde yüzümde istemsiz bir tebessüm oluşmuştu.

Timsahlar, Polislerin özel birliğiydi ve bu birlik azılı suçluları yakalamak için görev yapardı. Şimdi de radarlarına ben takılmıştım veya bilerek radara bırakılmıştım. Cevabın beni şaşırtması gerekiyordu ama şaşırtmıyordu. Deha Sancak en sonunda beklediğim hamleyi yapmıştı demek. Bunun bu kadar uzun süreceğini beklemiyordum.

"Timsahların radarına takılacak ne yaptın?" dediğinde çatalımı tabağın içine bırakarak geriye doğru yaslandım.

"Sayısız faili meçhul cinayet."

🍷

Ve bir bölümün daha sonuna geldik. Bölümü nasıl buldunuz?

Bölüme on üzerinden kaç verirsiniz?

Sizce Timsah birimi Hera'dan ne istiyor?

Sizce bir sonraki bölümde bizi neler bekliyor?

Düşüncelerinizi benimle paylaşırsanız çok sevinirim.🖤

Instagram: kayipmedusaa

ÖPÜLDÜNÜZ 🖤

Continue Reading

You'll Also Like

1.9M 68.7K 59
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
908K 63.6K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
6.9M 400K 84
Sevdiği çocuk yerine yanlışlıkla okulun serserisine yazan Ece, başına çok büyük bir bela aldığını fark ettiği an onu engeller. Fakat her şey için ço...
129K 4.7K 31
@Magazindetoksu yeni bir gönderi paylaştı. Şok! Şok! Şok! Genç basketbolcu Çağan Akın Arsal 8 ay önce yumruk yumruğa kavga ettiği takım arkadaşının e...