KADINLARIN MATEMİ

Bởi _geceninizi_

37.9K 2K 3.7K

. Xem Thêm

TANITIM🥳🥳🥳
Ateşte yanan kadınlar
Cehennemde ki Ağıt
Firari İntahar Çiçeği
Ölüm Elbisesi
Cehennemden Kovulan Kadın
Kalıcı Yaralar
Çalınan Yıldızlar
Mucize
Çığlık
Affediliş
SOĞUK SAVAŞ
Yangın Yeri Yürekler
AZAP
KADIN
KARA BAHT
KARA GECE
BERDEL GELİNLERİ
YARALI
CEHENNEM ATEŞİ
İNSTAGRAM/TİKTOK
VİCDAN
SAVAŞ ÇANLARI

ÖLÜMÜN NEFESİ

838 62 18
Bởi _geceninizi_


İyi okumalar.🩷

Mardin'de tehlike çanları şimdiden çalmaya başlamıştı. Yalan üzerine iki hayat kurulmuş, gerçekler açığa çıkmıştı.  Nitekim bu odadada olanları Dilvan hamımdan başka duyan olmamıştı.

Yaşlı kadın duyduklarına daha fazla dayanamayarak kapıyı çarparak içeri girdi. Öldürücü bakışları oğlu ve gelinin üzerine çekildi. "Ben az önce ne duydum?"

Annesinin sesini duyan genç adam nefesini tuttu. Titrek gözleriyle kendisine bakan karısına pişmanlıkla bakıyordu. Durmaması gerek her şeyi duymuştu Dilvan Hanım.

Genç adam ağır ağır arkasını döndü, annesinin ateş saçan gözlerini görünc bıkkınlıkla aldığı nefesi aynı şekilde geri verdi. "Yade..."

Küfür eder gibi konuştu yaşlı kadın içeriye girerek. "Sen bu kıza...bu kıza iftira mı attın? Bunları...bunları benim oğlum mu yaptı!?"

Baştan aşağı iğrenir bir şekilde oğlunu süzdü yaşlı kadın. "Birde kalkmış karına, iftiralar attığın karına, yengesini sevdiğini söylüyorsun!"

"Yade, bu olay seni hiç ilgilendirmez. Welat Ağa da aşiretide rezil olmayı hak etti! Ben onlara az bile yaptım!"

Elini yumruk yaparak bir kaç gere gerdanına vurdu Dilvan hanım. "Ben bağrıma taş bastım! Ben bağırıma taş basarak kızımı düşmanıma verdim! Ben o kızımı göndereceğim günün gecesinde Allah'a dua ettim! Kızım kollarımda can versin, yine de o konağa gitmesin diye dua ettim!"

Yüreğine hançer saplasalar, Ejder ağanın camı bu kadar yanmayacaktı. "Yade..."

"Bana, sakın anne deme! Sen benim büyüttüğüm oğlum değilsin! Ben kızımdan kaç gündür haber alamıyorum! Sağ mı, aç mı, açıkta mı? Ona nasıl davranıyorlar diye günlerdir düşünürüm!"

Titreyen genç kız kaynanasının haline acıyordu. "Daye, aklın...aklın orada kalmasın... Şer...ağabeyim öyle biri değil..."

Başını olmuşuz yönde iki yana doğru salladı yaşlı kadın. "Ağabeyimden şüphem yok ama, bn kızımı şeytana emanet ederim, yine de O Kürdistan'a emanet etmem! O kadının nasıl bir yılan olduğunu en iyi ben bilirim!"

Yaşlı kadın haksız sayılmazdı. Karabaş konağında kızının Karabaş konağında ne durumda olduğunu bilmiyor değildi.

Ejder'in vicdanı kardeşine her şeyi anlatmasına rağmen rahat değildi. "Yade..."

Ağlayan yaşlı kadın daha fazla içini paramparça edemezdi. "Ben...ben kızımı almaya gideceğim, Ejder! Ben kızımı o cehennemden çıkaracağım! İster seni toprağa vereyim, ama... Ama ben...ben masum kızımı bile bile ateşe atamam."

Bu karar geç verilmişti. Zira Helen Cevdan o konağa gelin gitmişti.

O cehenneme girmişti!

O cehennemde yanmıştı!

Helen Karabaş'ın payına düşen küllerinden yeniden doğmaktı.

Annesi o konağa gidip her şeyi açığa dökerse eğer, Helen Karabaş küllerinden doğamayacak, aksine külleriyle birlikte yok olacaktı!

***

Gözlerine vuran güneş ışınlarıyla yeni bir güne daha uyandı genç kadın. Yatakta oturur pozisyona getirdiğinde gözleri berjerde uyuklayan kocasına takılı kaldı.

Bu hale gelmelerinin tek sebebi kocasıydı. Böyle olması Lawiy içinde zordu. Zira böyle olmasını kendisine istemiyordu.

Welat'ı affedebilecek miydi bilmiyordu. Fakat kocasının içinde açtığı yaralar kendini hep hatırlatıyordu.

"Bana neden bakıyorsun, Lawiy?" Kocasının sesini duyan genç kadım uyanık olduğundan haberi yoktu.

Genç kadın kendisini bozuntuya vermedi. "Bize ne yaptığına bakıyordum, sahi merak ediyorum. Bu yaptıklarına değdi mi?"

Başını olumsuz yönde salladı genç adam. "Hiçbir şeye değmedi, seni kaybetmeme değmedi..."

Avı gülümsemesi yine peyda oldu Lawiy'in dudaklarına. "Keşke, keşke en başından o kadını getirdiğin gece bana her şeyi anlatsaydın. Belki her şey bu kadar kötüye gitmeyecekti. Belki bizim hikayemiz o kadın geldiğinde sonlanmayacaktı."

Genç adamın gözleri karısının gözlerine değdi. Uzun uzun baktı karısının gözlerine. Sanki son bakışıymış gibi. "Belki de onu Irak'ta bırakmalıydım... Ve ya Irak'a hiç gitmemliydim..."

"Raperin... Belki yaşadığı şeyler kolay şeyler değildi. Belki onun başka çaresi yoktu. Ama, o kadın senin nikahında. Senin soyadını taşıyor. Tamam bak en başından haberim olsaydı yine ben mahvolacaktım ama... O kadın sana aşık oldu!"

Bu kadının hala sevdiğini anlamak hiçte zor değildi aslında.

"O sabah... O sabah ben senin gözlerini gördüm, bana olam aşkını gördüm. Lawiy, belki beni hiç affetmeyeceksin biliyorum ama, beni ne kadar çok sevdiğini gözlerinde görebiliyorum. Ve inan bana bu benim umudum...."

Karnına dikkat ederek yataktan kalktı genç kadın. "Bunu inkar edemem. Ama senin yaptıkların, çok ağırdı... Sen beni mahvettin, sen kendini mahvettin.... En acısı da ne biliyor musun? Sen bizi mahvettin! Tüm hayatımızı, geçmişimizi karaladın, geleceğimizi yok ettin."

Aci içinde kıvrandı iki beden. Artık ikisi de yüzleşiyor, kozlarını paylaşıyorlardı.  Canları yanıyordu. Cehennem kapısını açmış Lawiy ve Welat'ı almış kapısını kapatmıştı.

Genç kadın cevap veremeyen kocasını izlemeyi bıraktı. Zira karşısında ki adamın kendisini savunmak için haklı bir sebebi kalmamıştı.

Lawiy kalktığı yatağını toparlayarak kocasına tekrar bakmıştı. Kocasının daldığını fark eden genç kadın başını olumsuz yönde sallayarak banyoya doğru geçti. Banyoda ki işlerini halledip çıkan genç kadın kocasının hazırlandığını gördü.

Kadısının geri döndüğünü göreli Welat ağa bakışlarını karısına çevirdi. "Akşam olmadan Şer ile geleceğiz. Daha sonra çiftliğe geçeceğiz."

Derin bir nefes alıp verdi genç kadın. "Şirkete gideceğiniz zaman yani şimdi beni ve Helen'i bıraksanız olmaz mı?"

Kol düğmelerini bağlayıp aynadan karısına tekrar baktı Welat ağa. "Niye şimdi gitmek istiyorsun sen?"

"Ben değil de... Helen için söylüyorum. Konaktan kaçmak için yer alıyordur şimdi."

"Helen'in ne durumda olduğunun farkındayım. Bu arada haftaya kontrole Helen'de gelecek. Oradan sizi babanın evine bırakacağım."

Şaşkınlıkla kaşlarımı çattı genç kadın. Daha yeni gelmişti. Babasının evinde ne işi vardı? "Neden gideceğiz?"

Karışma dönen genç adam baştan aşağı karısını süzdü. Dizinin altında beyaz çiçekli elbisesi vücut hatlarını epey belli etmişti. Gözleri karısının kara hareleriyle buluştu. "Baban seni affetmişken ailenle aranın tekrardan bozulmasını istemem. Ayrıca o gün Helen'in annesini de çağırın. Koz annesiyle hasret gidersin..."

Anlamazlıkla kafasını salladı genç kadın.Welat ağa bunu neden yapıyordu?

"Şer, Helen'in ailesi ile ile görüşme taraftarı değil. Onunla bir kaç kere konuştum. 'Hayatımı benden alan aileden kızlarını alıyorum' yanıtını verdi her defasında."

"Şer'in haklılık payı var. Ama Helen'i ailesi görüştürmemesi kabul edilecek gibi değil."

"Onlarında durumu karışık."

Acıyla gülümsedi genç kadın "Bizden aşağı kalır yanları yok. Ortada bir kız var. Şer'in sevdiği kız."

"Şer ve Şura'nın aşkı, Şer Helen ile evlenme kararı alana kadardı. Ona defalarca   anlatmaya çalıştım. Kan davasını önlemek için kendi aşkından vazgeçti."

Dudaklarımı büzen genç kadının içine kor düşmüştü. Aklında ki sorular başını almış gidiyordu, "Sevmediğin, veya sevilmediğin bir insanla ömür geçilmez, Welat. Şer bu durumu nasıl kabul etti?"

"Kabul etmemesi için elimden gelen her şeyi yapmıştım. Fakat Şer'i biliyorsun. Bir şeye karar verdi mi kararından dönecek bir adam değil."

"Peki yarın öbür gün Şura'yı konağa getirmeyeceği ne malum?"

"Öyle bir şey olamaz. Şer kararını bir kere verdi. Böyle bir durumda aşiret bireylerini toplayarak bunu önlerim."

Başını eğdi genç kadın. "Her şeyi düzene sokabilecek gücün var. Ama bizi düzeltmeyecek kadar güçsüzsün. Her duruma bulacak bir çaren var, ama bizim için hiçbir çaren yok..."

"Benim tek çarem sensin! Ben gücümü kimseden değil, senden aldım... Sevdiğim kadından!"

Başını kaldırarak sevdiği adama baktı genç kadın. Artık kelimeler fazlasıyla tükenmişti. Artık konuşmaya ne sözü ne de gücü vardı.

"Sen yoksan ben eksiğim. Sen yokken ben yarım kalıyorum. Sen benim umudum, benim inancım, benim canım... Lawiy... Gökte ki aya, güneşe yeminim olsun ben senden başka kimseyi sevmedim. Eğer beni hiç affetmeyeceksen dramdır ki Allah benim canımı bu gün alsın!"

Kocasını dolu gözleriyle izledi genç kadın. Ellerinin tersi ile gözlerini silip ağlamasını engelledi. "Akşam şirket çıkışı bizi alırsınız, iyi günler!"

Genç kadın kaçarak odasından çıkmıştı. Bir yanı affetmek isterken bir diğer yanı ise hayatından silmek istiyordu. Aklı ve kalbi arasında soğuk ve kanlı bir savaş veren Lawiy Çirhan kimin galip geleceğini bilmiyordu, hissetmekte istemiyordu.
***

Aradan saatler geçmişti. Lawiy ve Helen çok göz önünde durmamışlardı. Zira Helen odasından dışarı bile çıkmak istemiyordu. Bir gün kayınvalidesi ile yüzleşeceğim biliyordu. Fakat o gün bu gün değildi.

Lawiy bu duruma karışmıyordu. Zira karışacağı bir konu değildi. Helen'e hak vermiyor değildi bu konağa geldiği ilk günler kendisi de köşe bucak Kürdistan'dan kaçıyordu.

Yorgunlukla odasına giren genç kadın hızla banyoya girmiş güzel duşunu almaya başlamıştı. Aklında ki düşünceler genç kadını yiyip bitiriyordu. Şimdi kumaşı ne haldeydi merak etmiyor değildi.

O kadının yüzünü bir kere daha görmeye tahammülü yoktu Lawiy'in. Raperin'in acılarını gözünün önüne getirdiğinde o kadına acımıyor değildi. Fakat Lawiy tüm hayatını başka bir kadınla paylaşmaya niyeti yoktu.

Karnında ki bebeğiyle bu konaktan çıkabileceğini zannetmiyordu. Nitekim karar Lawiy'e bırakılacaktı. Lawiy ya boşanacak ve bebeğini doğurduktan sonra bebeğinden ayrılacaktı, yada bebeği için Welat ağa ile evli kalmayı kabul edecekti.

Lawiy boşanmak istiyor muydu bilmiyordu. Nitekim karar genç kadına bırakılsa Lawiy bebeğinden ayrı bir hayat süreceğini düşünmek bile istemiyordu.

Duştan çıkan genç kadın bornozunu giyer giyinmez giyinme odasına geçti. Dolaplarının kapağını açarak elbiselerine göz gezdirdi.

İspanyol paça bir gömlek ve dizinin biraz altında çam yeşili mevlana boy elbisesini alarak hızlı bir şekilde giyinmeye başladı.

Daha sonra makyaj masasına geçerek hafif bir göz makyajı yaptı. Kendi dudaklarının renginde bir ruju dudaklarına sürdü.

Daha sonra beyaz boncuk işlemeli tülbentini taktı. Yerinden hızla kalkan genç kadın giyinme odasına tekrar girerek Welat'ın dolaplarını açtı.

Kasayı açarak içine ki altınlarına göz gezdirdi. Zümrüt kolye ve küpelerini alarak odasına geçti kolye ve küpelerini takarak aynadan kendine baktı.

Kapı yavaş bir şekilde çalınmadan açıldı. Lawiy kimin geldiğini biliyordu. Aynadan gelen kocasına baktı. "Duş alacak mısın?"

Odaya giren genç adam karısına göz ucuyla baktı. Genç kadını yönünü kocasına çevirdi.

Genç adam karısının gözleriyle buluştuğunda adeta büyülendi. Bu muazzam bir güzellikti.

Amlamazlıkla yüz ifadesini değiştirdi genç kadın, kocası karşısında bir put misali duruyordu. "Welat?"

Karısının sesini duyan genç adam kendine geldi. "Efendim?"

"Duş alacak mısın dedim?"

"Hayır sana bakmaya gelmiştim. Hazır mısın?"

Genç kadın oturduğu yerden ayağa kalktı. Genç adamın gözü karnına değmişti. Karnı günden güne büyümeye başlamıştı. "Karnın büyümeye başlamış."

Refleksle elleri karnına değdi genç kadının. Evet bebeğinin varlığımı çok iyi bir şekilde hissetmeye başlamıştı. "Varlığını çok iyi hissediyorum. Bu bana güç veriyor."

Genç adar bir kaç adım atarak karısına yaklaştı. "Bazı geceler onu düşünerek uyuyamıyorum. Minicik elleri, minik bedeni, saçları, gözleri, dudakları... En çokta kokusunu..."

Gülümsedi genç kadın. Kocasının bebeklere zaafı büyüktü, özellikle bebek kokusu bu adamın vazgeçilmeliydi. "3 yıl boyunca evliyiz. Son 2 yıldır hep hastanelere gidiyorduk. Bebeğimiz olamıyordu. Kuzenlerinin çocuklarına aşkla bakıyordun hep... Benim o bakışlarını görmemden korkuyordun..."

"Sen her defasında görüp kendi köşene siniyordun. O günün sonunda seni bu odada ağlarken buluyordum..."

Acıyla gülümsedi genç kadın. Bebek acısını 2 sene boyunca yaşamıştı. Doktorlar çocuğunun olamayacağını söylediklerinde dünyaları başlarına yıkılmıştı. Tüp bebek tedavisi işe yaramadığında genç kadınım tüm umutları kesilmişti.

O bebek öyle bir anda gelmişti ki, genç kadınım bütün acılarına ortak olmuş keza dindirmişti.

"Bizim için çok üzülüyordum. Herkesin kucağında bir bebek varken benim kucağım boştu. Bu durumda canımızı çok yakıyordu. Özellikle üzerime kuma getirmekle tehdit eden annen beni öldürüyordu."

"Benden boşanmak istemiştin, çok iyi hatırlıyorum."

"O gün bana 'üzerine kuma getireceğime ölümü yeğlerim' demiştin. O sözleri unutarak mı getirdin Raperin'i?"

"Raperin kuman değil, Lawiy. Bunu kabul et, benim o kadınla aramda hiçbir şey geçmedi. İçimde Raperin'e karşı sadece merhamet duygusu vardı. Gün geçtikçe onu da kaybediyor."

Raperin'e hiç bir zaman başka bir gözle bakmamıştı. O kadına karşı acı duyuyordu sadece. Yaptığı hataları teker teker düzeltiyordu. Düzeltecek ve her şeyi yoluna sokacaktı.

"O... Raperin, şimdi nerde?"

"Jiyan Hezerşah karısına mehir olarak burada bir bağ evi yaptırmıştı. O evde kalıyor şimdi."

"Ne zaman gidecekleri belli mi peki?"

"Ne zaman gideceklerini bilmiyorum. Bu akşam Jiyan ile görüşeceğim. Kendisi şimdi gitmiyorsa bile Raperin'i göndermesi için rica edeceğim. Düşmamları gün geçtikçe çoğalıyor."

"Jinap Kürdistan köşe bucak onu arıyor bence. Bulduğu yerde canına okuyacak."

"Annemin onu aradığını biliyorum. Jiyan'ın bağ evinde olduğunu bilmiyor. Bilse canına okumayacak, canını alacak."

"İnan bana Raperin'i günahım kadar sevmem, ama jınapın eline düşmesini de istemem."

Genç adam Raperin mevzusunu daha fazla konuşmak istemiyordu. Bu durumu bir ara uzunca konuşacaktı. "Hazırsan artık çıkalım. Geç kalacağız."

Genç kadın hızlı bir şekilde giyinme odasına geçerek beyaz çantasını aldı. Daha sonra tekrar kocasının yanına döndü. "Keşke erken gitseydik, yemek yapacağız daha. Kaç saat sonra gelecekler?"

"Saat 20.00 diye konuştuk Jiyan ile. 3 saat sonra yani."

"Keşke bizi erken bıraksaydınız. Bir şeyler kazırlardık hiç değilse... Bak hiçbir şey yetişmeyecek." Genç kadın nedenini bilmediği bir şekilde bir hayli endişelenmişti.

Genç adam karısının bu telaşlanmasana şuh bir kahkaha attı. Bunlar hep hamilelik hormonlarıydı. "Bunların hepsi hamilelik hormonları, Lawiy!"

Dudaklarını büzerek kocasına baktı genç kadın. "Ne alakası var?"

"Merak etme çiftliğe daha dün sabah bir kaç hizmetli gönderdim. Yemekle ve temizlikle onlar ilgileniyor."

İçine su serpildi Lawiy'in. Hamilelik hormonları dengesini yerle yeksan etmişti.
"Tamam o zaman. Gidelim artık."

Kocasını beklemeden odanın dışarısına çıkmış merdivenlere baktığında kocasının peşinden ağır adımlarıyla geldiğini gördü. Yan yana geldiklerinde tüm ihtişamlarıyla birlikte aşağı iniyorlardı.

Avlunun sedirlerine oturan konak bireylerinin dikkatini çekmeyi başarmışlardı. Kürdistan Hanım ve Nazenin Hanım içten içe şükürler ediyordu.
Oğullarını uzun zamandır ilk defa bu kadar iyi görüyorlardı.

İkisi de biliyordu ya Lawiy olmadan, Welat yaşayamazdı. Nitekim aynı şey Lawiy içinde geçerliydi. İkisi de birbirleri olmadan yarımdı, eksikti. Artık tamamlanmışlardı.

Lawiy güzelliği ile göz kamaştırırken Welat  Ağa ise şuh gülümsemesi ile herkesi kendine hayran bıraktırıyordu.

Merdivenleri bitirdikten sonra sedirlere doğru yürüdüler.

Kürdistan Hanım oturuşunu dikleştirerek oğlu ve gelinine baktı. "Gidiyor musunun küre mîn?"

Genç adam başını salladı. "Gidiyoruz yade. Belki bir akşam orada kalır, öğlen vakti geri döneriz."

"Kalın oğlum. Hem karına da iyi gelir. Temiz hava alsın biraz."

Lawiy gülümsemekle yetindi. Kürdistan hanımın samimiyetine güvenmiyordu hiçbir zaman. Fakat şuan öyle düşünmüyordu. Her şey karnında ki bebek içindi. O bebek eğer ki erkekse Karabaş Aşiretinin varisi olacaktı.

"Şer ve karısı nerede yade?"

Kürdistan Hanım tam cevap verecek iken konak ahalisi Şer'in sesini duydu. "Geldik ağabey, geldik!"

Elini tuttuğu karısı ile birlikte hızlı bir şekilde yürüyordu genç adam. Helen ile çok yakışıyorlardı bunu hiç kimse inkar edemezdi. Ağabeyi ve yengesinin yanında karısıyla birlikte yerini aldı.

"Kusura bakmayın geç kaldık biraz..." Helen'in kadife sesi ortama resmen huzur vermişti.

Gülümseyerek Helen'e baktı Welat. "Geç kalmadınız, hatta tam da vaktinde geldiniz. Çıkalım artık."

Şer başıyla onaylarken annesine göz ucuyla baktı. Annesinin gözünün içine baka baka karısının elini bir kere daha tuttu genç adam. 'Biz buradayız' diyordu resmen Şer. Karısını kabullenmişti. Herkesin kabullenmesini istiyordu. Genç adam hiçbir şey demeden karısıyla birlikte konağın dışına çıkarak gözden kayboldular.

Welat ağa annesi ile göz göze gelmişti. Genç adam şuan annesiyle konuşacak vakti yoktu. "Şimdiden hepinize iyi akşamlar!"

Kürdistan Hanım keskin gözleriyle oğlunu süzdü. "İyi akşamlar!"

Lawiy ve Welat hızlı adımlarıyla konaktan dışarı çıktı. Kardeşi henüz arabasına binmemişti. "İki araba gidelim."

Başını olumlu yönde sallayarak karısı ile birlikte arabaya bindi Şer. Arabayı çalıştırarak yola çıkmaya başlamıştı.

Welat ve Lawiy giden arabanın arkasından çaresizce bakıyorlardı. Genç kadın bakışlarını kocasına çevirdi. "Helen'i daha kalben kabullenmemesine rağmen jinapın kabullenmesini beklemesi acı bir durum."

Genç adam karısını süzdü. "Anneme hak ver. Oğlunun kalbinde başka bir kadın varken yanında ki kadında farklı. Annem görüyor oğlunun yaşadığı acıları."

Hayır dercesine kafasını salladı genç kadın. "Ne demek annene hak vereceğim? Senin annen bu olanların hesabını 18 yaşına yeni girmiş bir kıza kesiyor, ve ben bunu kabul mü edeyim?"

"Lawiy, annemin o kızdan hıncını almasına izin verir miyim zannediyorsun? Helen artık Şer'in gelini ve annemin bunu kabul etmesi biraz zaman alacak. Ben bundan bahsediyorum. Ama zaten sana kalsa ben acımasız, kalpsiz gerisin tekiyim zaten değil mi?"

Genç kadın kocasına hiçbir şey demeden arabaya bindi. Tartışacak halde değildi. Genç adam karısının arabaya binişini izledikten sonra başını olumsuz yönde sallayarak arabaya bindi. Hiçbir şey demeden arabayı çalıştırdı, yol boyu konuşmamaları ikisi açısından çok daha iyiydi.
***

Geçen 40 dakikanın ardından nihayet çiftlik evine ulaşmışlardı. Yine aralarına büyük bir soğukluk girmişti. Artık kendi dertlerinin üzerine birde konak dertlerini omuzlarına almışlardı.

Bu kadar yükün gereği var mıydı, Lawiy bilmiyordu. Fakat bu adamla huzursuz bir ömür süreceğinin farkındaydı. Bu ömür çekilir miydi? Genç kadın bu soruyu kendisine sormayı hiç cesaret etmemişti. Bu yüzden bu sorunun cevabını bilmiyordu.

Genç kadın hızla Helen'in yanına mutfağa geçmişti. Mutfakta kahve yapıyordu Helen. "Helen kahve mi yapıyorsun?"

Genç kız arkasına dönerek gülümsedi. "Şer'in hali yok gibiydi. Yorgunluğunu alsın diye yapayım dedim. Sen de ister misin?"

"Yok sağol çarpıntı yapıyor bende."

Genç kız bir şey demeden önüne döndü. Yüzünde garip bir gülümseme vardı. Lawiy sormaktan geri durmadı. "Bu gülen yüzünün sebebi Şer'mi acaba?"

Yüzünde ki gülüşü soldu Helen'in. Bu kadar belli etmek istemiyordu. Fakat Lawiy sadece eltisi değil, aynı zamanda kuzeniydi de. "O bana çok iyi davranıyor. Bu kadarını hak ediyor muyum bilmiyorum."

Halen kocasının kendisin iyi davranmasını pekte hak ettiğini düşünmüyordu. Zira kocasından sakladığı sır genç kızı rahatsız ediyordu. Hicran kim bilir o evin içinde ne savaşlar veriyordu bilmiyordu. Hicran'ın hak etmediği mutsuz hayatının üzerine mutlu bir hayat kurmak istemiyordu Helen.

Kaşlarını kaldırdı Lawiy. "Helen bu olanların suçlusu sen değilsin. Şer'in sana iyi davranması zaten gerekiyor. Hem sen ne sanmıştın ki, kaynımım acımasız bir gaddar olduğunu mu?"

"Hayır, öyle demiyorum. Ama bizim gibi berdel yolu ile evlenen kişiler çok daha farklı hayatlar, çok acı şeyler yaşıyorlar."

Kulağı Helen'de iken gözü kahvedeydi genç kadının. "Evet öyle, Jiyan ve Nalan'ı ismen tanıyorum sadece. Fakat yaşadıkları şeyler çok ağır."

"Peki ya sen? Bunları nereden biliyorsun?" Genç kızın kulağı Lawiy'de idi. Neredeyse taşacak olan cezvedeki kahveyi alarak fincana döktü.

"Welat ve Jiyan çok yakındı. Hatta Jiyan ağanın kız kardeşi kaçtığında da Welat Diyarbakır'a gitmişti. Çok korkmuştum o gün, ona bir şey olacak diye."

"Birazdan gelirler, nasıl bir hayat yaşadığını belki anlatır, bana da fikir verir belki."

Kahveyi ve bir bardak suyu tepsiye koyarak mutfaktan çıktı Helen. Lawiy ise dolaptan çaydanlığı alarak içine su doldurdu. Bir çay içmenin kimseye zararı yoktu. Suyu ocağa koyarak bakışlarını pencereye çevirdi. Pencereyi açarak mis gibi temiz havayı içine çekerek ciğerlerine oksijen depoladı.

Çiftliği çok seviyordu. Hemen hemen eskiden her haftasonunu kocası ile birlikte burada geçiriyorlardı. Dışarıya göz gezdirirken çilek seralarını gördü. Canı istiyor muydu? Galiba aşeriyordu, refleksle elini karnına götürdü.

"Canın çilek istiyor değil mi anneciğim? Annenin de canı çok istiyor benim güzel bebeğim..." Genç kadın karnını koşarken çilek seralarına baktı kedinin ciğere baktığı gibi. "Acaba olgunlaşmışlar mıdır?"

Kendi kendin değil bebeği ile konuşuyordu. Kendisini keyifle izliyormuş kocasının burada olduğunu bilmiyordu. "Olgunlaşmışlardır, baba ile birlikte gidip alırsınız anneciğim!"

Kocasının sesini duyan genç kadın irkilerek arkasını dönmüştü. Karşısında kuş adam 32 diş sırıtıyordu. "Bizi mi dinliyorsun sen?"

"Hayır çocuğumuzun iç sesini dışa vuruyorum sadece. Canın çok istiyorsa gidip biraz toplayalım. Erikler olduysa erikte toplarız biraz eğer istersen?"

Genç kadın seraya baktı. Sonra tekrar kocasına döndü. "Bu akşam  burada kalacaksak eğer yarın gider toplarız. Hem misafirler gelir şimdi."

"Çiftliğe giriş yapmışlar. Misafirlerimizi bekletmek olmaz diye düşünüyorum. Sofra hazır, her şey hazır. Ama sen hala çıkamadın buradan."

Genç kadın eliyle ocağı gösterdi. "Ben çay demlemek için gelmemiştim. Geldiklerinden haberim yoktu ki!"

"Çayı semaverde yapmaya karar verdik biz aslında."

"Bana da söyleseydin keşke," diyerek sinirle kocasının yanına yürüdü genç kadın. "Hiç değilse uğraşmazdım çay yapmakla."

Karısının hamile olduğunu artık çok iyi bir şekilde anlayabiliyordu genç adam. Her şeyden şikayet ediyordu, büyütülmeyeler olayları büyüterek kendisini üzüyordu. Lawiy bir şekilde kendisini üzecek bir şeyler buluyordu. "Çayını demle, Lawiy. Hepsini ben içeceğim."

Genç kadın ocağın altını kapatarak kaçak çayı eline aldı. 2 kaşık atarak çaydanlığın kapağını kapadı. Daha sonra tekrar Welat'a döndü. "İçeceğinden emin değilim ama demledim."

"Hepsini tek başıma içeceğim Jına mîn. Hadi misafirlerimizi bekletmeyelim." Diyerek eliyle karısına yol verdi. Genç kadın kocasına bakmayarak mutfaktan çıktı.

Bahçeye ulaştıklarında Jiyan ve karısı Nalan'ın Helen ve Şer ile selamlaştıklarını görmüşlerdi. Nihayet çokta geç kalmış sayılmazlardı.

Kafasını kaldıran Jiyan ağa Welat'ı görmüştü. Yüzümde bir gülümseme peyda olmuştu. "Kardeşim!" Welat ile önce ek sıkışıp sonrasında sarılmışlardı.

"Hoş geldiniz hewalim." (Dostum) En son aylar önce berdel yapacağı zaman konuşmuşlardı Jiyan ile. Dostunu özlemiyor değildi.

Lawiy gülümseyerek Nalan'a elini uzattı. "Hoş gelmişsin Nalan. Adını çok duydum tanışmak bu güne nasip oldu."

Nalan gülümsedi. "Hoş bulduk, Lawiy. Bende senin adını son zamanlarda epey bir duyuyorum. Tanışmayı çok istedim bu güne kısmetmiş demek ki."

Welat. masayı eliyle gösterdi. "Buyurun, oturun."

Welat başta oturuyordu bir yanında Jiyan ağa bir diğer yanında Lawiy Jiyan ağanın yanında karısını Nalan Lawiy'in yanında Şer ve karısı yerini almıştı.

Yemekleri tabaklarına doldurarak uzun bir sohbete dalmışlardı. Lawiy çok konuşmuyordu. İçinde bulunduğu durumdan mütevellit konuşmaya meyilli değildi.

Helen ise ara ara Nalan'a bakıyordu. Nalan'da Helen'e bakıyordu fakat ikisi de hala göz göze gelmemişlerdi. Berdel yoluyla evlenen iki gelin. Hayatları kardeşlerinin yaptıkları hatalarla mahvedilen iki kadın!

Yaşadıkları durumlar farklı olsa bile içlerinde ki acı hep aynıydı.

Helen ağabeyinin attığı iftira yüzünden hayatı mahvolan, kocasının kalbinde başka bir kadını taşıdığını bildiği halde hiçbir şey yapamayan bir kadındı.
Hoş konuşsa ne olacaktı ki? İçinde bulunduğu durumu düzeltmeye hiçbir kelimesi yetmeyecekti. Konuşup abisinin iftirasını ortaya çıkarsa bu zamana kadar sustuğu için suçlanacaktı.

Nalan ise ömrünü ölen bir adama bağlayan ve tüm hayatını ağabeyinin yaptığı hata yüzünden karartılan bir kadındı. Ağabeyi, yengesi ölse bile berdel bozulmamıştı. Kocasının ise verdiği acının haddi hesabı yoktu.

Geçen dakikalar sonucunda gözleri buluştu iki kadının. Kelimleri yormuyor, gözlerinle konuşuyorlardı. Gözleri bile her şeyi anlatmayı yetiyordu.

Lawiy, yemeklerin yendiğini herkesin doyduğunu gördüğünde kuzen, Helen'e dönmüştü. "Yemekler yendiğine göre çayları dağıtalım, sende bana yardım edersin Helen."

Duyduğu sesle irkilerek yan tarafına baktı. Hiçbir şey anlamamıştı. "Efendim?"

"Yemekler diyorum..." diyerek bakışlarını Nalan'a çevirdi. "Yendiğine göre çayları dağıtalım."

Oturduğu yerden ağır ağır kalktı Nalan. "Bende size yardım edeyim. Sofrayı beraber toplarız."

"Yok canım olmaz öyle şey. Siz oturun biz hemen geleceğiz. Hem sen bizim misafirimizin Nalan."

Tebessüm ederek kafasını salladı Nalan. Karşısında ki kadına hayranlıkla bakıyordu. Katlanılmaz bir acı yaşıyordu ve ayakta dimdik güçlü bir şekilde durması sadece Nalan'ı değil, aynı zamanda herkesi şaşırtıyordu.

Helen'de hızlıca ayaklanarak eline birkaç tabak aldı. Sofrayı hızlı bir şekilde toparlayarak mutfağa giriş yaptılar.

Lawiy geldiğinden beri durgun olan kıza artık anlam veremiyordu. "Neyin var senin Helen?"

Kafasını kaldıran genç kız anlamamazlıkla kuzenine baktı. "Ne var ki halimde."

"Çok durgunsun Helen. Bir şeye canın sıkılmış senin belli."

"Yok öyle bir şey. İyiyim ben."

Kuzeninin bir şeyi olduğu çok belliydi. Ve Lawiy ne olduğunu öğrenecekti. "Banada mı anlatmayacaksın?"

Dakikalar boyunca ağlamamak için zor duran gözleri yaşla doldu genç kızın. "Lawiy... Benim her şeyden haberim var. Ben en başında konuşsaydım, her şeyi teker teker anlatsaydım Şimdi ne o ne ben istemediğimiz bir evliliğe sahip olmayacaktık."

"Bunlar olmazsa sadece Ejder öldürülecekti. Ve yine kan davası başlayacaktı Helen. Başka bir yolu yoktu ki."

"Evet bunun zaten farkındayım... Ama ben ağabeyimin yaptığı hatanın bedelini ödüyorum. Şer ise kız kardeşine atılan iftiranın bedelini ödüyor ve bundan haberi bile yok. O adam kan çıkmasın diye sevdiği kadını kalbinden sildi. Benim için... ona yalan söyleyen karısı için tüm ailesini karşısına aldı."

Anlıyormuşcasına kafasını salladı Lawiy. Şer şuan hak etmediği bir hayatı yaşıyordu. Helen ise bu durumu ondan gizlediği için vicdan azabı çekiyordu. Yapacak bir şey yoktu. Eğer Helen her şeyi em baştan söylese hüküm verilecek, ağabeyi, Ejder öldürülecekti.

"Şer eğer kız kardeşine iftira atıldığını duysa... Her şeyin Ejder'in bir oyunu olduğunu duysa Hicranı'ı orada bir dakika bile bırakmayacak. Aynı şekilde Welat'ta öyle. Eğer ikiside bu durumu öğrenirlerse Ejder'in ölüm emrini isteyecekler ve böylelikle kan davası başlayacak. Sonrasında ne Welat kalır ne Şer ne de diğerleri..."

Burnunu çekerek ufak bir inilti döküldü genç kızın dudaklarından. "Şer... bu hayatı hak-"

"HELEN!"

Tüm mutfağı, hatta büyün çiftliği inleten, kükreyen ve ürkütücü bir ses genç kızın sesini kestiğinde Helen Gelin o an anladı. Ölünün korkunç nefesi artık üzerindeydi. Ve Helen idam sehpasında taburesinin itilmesini bekleyen mahkumdan farksızdı.

Đọc tiếp

Bạn Cũng Sẽ Thích

12.8K 195 5
kavuşamayan gülşah ve şahin
40.3K 3K 35
İntikam hiç bu denli aşka susamamıştı! Öyle ki son damlasına kadar tüketti aşkı... Yaralı bir mazinin kanlı parmakları körpe bir yüreğe dokunduğunda...
6.7K 453 9
ASKER&GERÇEK AİLEM KURGUSUDUR... ... ... ... Bir kadın düşünün, ailesi tarafından sevilmeyen, ailesi tarafından şiddete maruz kalan, ailesi tarafınd...
53.5K 2.2K 40
0546... :(22.22): söylesene çok mu zor gözlerini açıp etrafa bakmak? 0546..:(22.23): çok mu zor beni görmek? 0546...:(22.23): sana olan aşkımı anlama...