My Sexy Sex Partner! Jīkook

kookandmin_

569K 16.6K 22.3K

"Bay Jeon, ben... ben ne diyeceğimi bilmiyorum." "Sadece, teklifimi kabul et ve zevki yaşa." ⚠Uyarı; Bu kita... Еще

Uyarılar⚠
1!
2!
3!
4!
5!
6!
7!
8!
9!
YB DEĞİL ÇOK ÖNEMLİ!!
10!
11!
12!
13!
14!
15!
16!
18!

17!

1.6K 108 67
kookandmin_

Keyifli okumalar...

Oy verip yorum yaparsanız çok sevinirim. <3

_

...ve bedenim daha fazla dayanamadan uykuya teslim oldu...

_

Düşüyormuş gibi bir hisle araladım gözlerimi. Yattığım yerde diklendiğim zaman üzerimdeki ince örtüye iyice sarılmıştım. Ne zaman uyumuştum ve saat kaç olmuştu? Göz kapaklarım kapanmak için mücadele içerisindeyken çıplak bacaklarımı yataktan aşağı sarkıtmıştım. Üzerimdeki dün geceden kalma gömleği fark edince düzelterek, banyoya doğru yöneldim. Adımlarım uyuşuk, bedenim ise yorgundu.

İhtiyaçlarımı giderip aynanın karşısına geçtiğimde bir süre kendimi inceledim. Dün neler olmuştu? Boynumda ki ısırık izlerinin üzerinde dolandı parmaklarım, bunlar dün gece bir şeyler olduğunu belirtir nitelikteydi. Ancak bedenimde o tip bir ağrının varlığını hissetmiyordum. Kalçamı mermere yaslarken, kollarımı göğüs hizamda birleştirdim. Düşün Jimin, neler oldu?

Balkondaydık, hava soğuduğu için içeri geçmiştik...evet, fakat devamı? 

Çok fazla bir şey de içmemiştim üstelik, sarhoş olmama imkan yoktu. Olamazdı. Bir şeyleri unutmam ise; tamamen imkansızdı!

Başımı iki yana sallayarak düşüncelerimden arınmayı denedim. Bunu sonra düşünmek istiyordum, şu an yeterince kafamı meşgul eden bir şey, biri, vardı. Kapı tarafında olan dolaba yönelip, içerisinden giyebileceğim uygun bir şeyler çıkarttım. 

Merdiven basamaklarını tek tek inerken burnuma gelen leziz yemek kokularını almamak imkansızdı. Kokuyu takip ederek mutfağa yöneldim, Bayan Shim tek başınaydı. ''Günaydın bay Park, isterseniz masaya geçin siz ben hemen masanızı hazırlıyorum.''

Başımla onay verirken guruldayan midem yeterince acıktığımı belli ediyordu. Çekilmez baş ağrım gözlerimin kapanmasına neden olurken bayan Shim'in önüme bıraktığı tabağa büyük bir iştahla bakıyordum. 

_

Bitirdiğim yemek tamamen midemi doyurduğunda masadaki boş tabağımı ve bardağımı alarak sarsak adımlarla mutfağa yöneldim. ''Bayan Shim, acaba ağrı kesici var mı?'' Hızla onay vererek ecza dolabı olduğunu düşündüğüm yerden bir hap alıp su dolu bardakla ellerime tutuşturmuştu. 

''Bay Park, beni yanlış anlamazsanız eğer size bir şey söylemek istiyorum.'' Elimdeki hapı yutup peşine suyu içerken konuşması için başımla onay vermiştim. Bardağı tezgaha bırakırken bakışlarımı bayan Shim'e odakladım. ''Bir rahatsızlığınız falan mı var acaba hasta gibi görünüyorsunuz. Açıkçası, dünden beri, iyi misiniz merak içerisindeyim...''

Omuzlarım sanki tonlarca yük taşırmışçasına bir anda çökmüştü. Muhtemelen sadece bir soğuk algınlığı geçiriyordum fakat bende neden bu kadar kötü hissettiğim hakkında endişeliydim. ''Hava değişiminden kaynaklı olmalı, merak etmeyin lütfen. Ben iyiyim..."

Yüzüme zoraki bir gülümseme yerleştirerek biraz olsun iyi görünmek istedim. Bu konuda ne kadar başarılıyım bilmiyorum fakat öylesine gülümsüyordum işte. ''İsterseniz bay Jeon'un kişisel doktorunu sizin için çağırabilirim, en azından soğuk algınlığıysa bile bir ilaç yazmış olurlar.'' Habersizce kişisel doktorunu çağırmamıza bir şey der miydi acaba? Düşünceli yüz ifadem bayan Shim'in dikkatini çekmişti.

''Merak etmeyin, bu konuda bay Jeon bize gerekli talimatları söylemişti. Eğer endişeniz bu yöndeyse bunun bir sorun olmadığını bilmenizi isterim.'' 

Pekala, madem sorun olmazdı bir doktora görünsem fena olmaz...

_

Erken saatlerde şirket için gereken toplantılar yapılmış; herkesin konumu, sahip olduğu sorumluluklar yeniden dağıtılmış ve onaylanmıştı. Şimdiyse odamda oturmuş hiçbir işim yokmuş gibi, dün geceyi düşünüyordum. Bir partner adı altında yaşadığım bu ilişki nasıl bu hale gelmişti ki, yorgun olup olmamasını sorgulamıştım. Sonuçta ben ne zaman istersem ilişkiye girmiyor muyduk?

 Pekala, asıl konu bu değildi. Asıl aklıma takılan Jimin'in uyuya kalmadan önce söyledikleriydi...

''Jungkook...''  Nadiren adımla sesleniyordu bana, üstelik bu tuhaf hissettiriyordu. Peki ya peşinden söylediği şey? Sarhoş olabilir miydi acaba? Böyle bir ihtimal olabilir miydi gerçekten?

''Beni sevebilir misin?''  

Peki ben neden böyle bir ihtimal olsun istemiyordum? 

Sabahın erken saatlerinde aldığım telefonla çıkmak zorunda kalmıştım ve onunla bu konu hakkında konuşamamıştım bile. Gerçi ne diyebilirdim? Sözleşmede geçen madde böyle bir durumda aradaki ilişkinin bitmesi yönündeydi, fakat kendi koyduğum kuralları çiğneyebilecek miydim? Üstelik en ufak bir hatasında sözleşmeyi defalarca önüne sürmüşken...

''Kendine gel Jeon!''

Sanki bir şeyler hisseden taraf benim gibi neden tereddütte bulunuyordum ki. Kurallar belliydi, neyin ne olacağı da belliydi...

Çalan telefon bütün düşüncelerimi bölüp geçerken, masanın üzerinde çalmaya devam eden telefonumu ellerim arasına aldım. Doktor Nam? Yakın bir süreçte tedavi olmamış, yanına bile uğramamıştım. Problem neydi? 

''Alo?''

''İyi günler Jungkook, umarım rahatsız etmiyorumdur.''

''Hayır hayır, nasılsınız uzun bir süredir yanınıza uğramamıştım. Kusura bakmayın lütfen.''

Yaşça benden oldukça büyük olan bu adam, benim için oldukça değerli birisiydi. Çocukluğumdan bu yana benimle ilgilenmiş, en ufak bir rahatsızlanmamda bana iyi gelecek her şeyi yapmıştı. Fakat ben uzun süredir benim için bu kadar değerli olan birinin yanına gitmemiştim.

''Ben iyiyim, şirketin için tebrikler biraz geç aradım seni fakat geç olsun güç olmasın derler.'' Kısa süren kahkahasının ardından teşekkür etmiş, bir süre daha konuşmuştuk.
''Az kalsın unutuyordum Jungkook. Bugün evine geldim fakat yoktun.'' Evime mi gelmişti?

''Bayan Shim aradı beni. Ev arkadaşı edinmişsin sonunda!'' Ev arkadaşı? 

Jimin? 

''Ah, evet oldu öyle bir şeyler. Bu arada evde bir problem mi oldu da bayan Shim sizi aradı?'' Merakla vereceği cevabı beklerken istemsizce endişe sarmıştı bütün bedenimi. Bayan Shim'e, Jimin eve ilk geldiği zaman, sağlığı açısından bir problem olursa eğer doktoru çağırmasını söylemiştim ve şimdi bir anda bunu duymak beni endişelendiriyordu.

''Ev arkadaşın için çağırdı beni. Hafif bir soğuk algınlığı diyebilirim, çok ciddi bir rahatsızlığı yok fakat bedeni bitap haldeydi. Bu yüzden bir serum taktım ve değerlerini ölçmek için kan da almak zorunda kaldım. Ah, adı neydi arkadaşının?''

''Jimin,'' dedim hızla ''o iyi mi?'' Sıkıntılı nefesim beni boğmak üzereydi. Aldığım her nefes ciğerlerimi yakıyordu. ''Merak etme, dedim ya çok ciddi bir şeyi yok fakat birkaç değerinin düşük olduğunu görüyorum. Açıkçası gördüğüm üzere fazla zayıf, dengeli ve düzenli beslenmesi gerekiyor. Değerleri ancak bu şekilde yükselir ve ayrıca yiyemeyeceği bir yemek olur diye vitamin ilaçları yazdım. Tüketemeyeceği besinlerin vitaminini en azından ilaçlardan alması lazım. Reçeteyi sana göndereceğim muhakkak alın, tamam mı?

Omuzlarımdaki yük kalkmış, ciğerlerim içime çektiğim hava ile ferahlamıştı. Kısa süreli konuşmanın ardından telefonu kapatmış ve odamdan çıkmıştım. Asansöre yönelen adımlarım hızlıydı, giriş katına vardığımda Taehyung karşıma çıkarak bedenimin durmasına neden olmuştu. ''Nereye?'' Meraklı bakışları hesap sorar gibiydi.

''Eve gitmem lazım, önemli. Benim yerime burada kal ve lütfen imzaladığın kağıtları kontrol et.'' 

Yüzümdeki gülümsemeyle omzunu pat patladım. Kaşları çatıldığı an yumruğunu sırtıma hafifçe vurmuş ve bedenimi iteklemişti. ''Git hadi.'' Kapıdaki vale hızla arabamı getirdiğinde direksiyona geçip kontağı çalıştırmıştım bile. 

Rastgele bir eczanenin önüne çektim arabamı. Doktor Nam'ın attığı reçeteyi çalışanlara gösterip acele etmelerini söyledikten sonra beklemeye başladım. Kafamda şimşekler çakmıştı resmen. Neden bir anda iş yerinden çıkıp buraya gelmiştim ki? Sonuçta çalışanlardan birine aldırıp, ardından eve gönderebilirdim. ''Tanrım!'' Avuç içimi hızla alnıma vurmuştum, acilen kendime gelmem gerekiyordu.

Hazırlanan ilaçları alıp, arabaya geri döndüğümde bir süre düşünmeye karar vermiştim. İki seçenek vardı; ya arabayı çalıştırıp Jimin'in yanına gidecektim ya da şirkete dönüp, çalışanlardan biriyle ilaçları eve yollayacaktım. 

''Sikeyim...''

Başım patlamak üzereydi resmen. Yumruğumu sinirle direksiyona geçirdiğimde, telefonumu araca bağlamıştım. Taehyung'un numarasını çevirdiğimde ise çoktan yola koyulmuştum. ''Alo, bitti mi işin?'' Sabırsız ses tonu beni daha çok geriyordu.

"Hayır, bugün için beni idare edebilir misin Taehyung?"

"Sorun değil de, problem ne? Önemli bir şey yok değil mi?" Tek elimi yumruk yapıp dudaklarımın üzerine sabitlemiştim. Tek elimle direksiyonu sıkıca kavradığımda, derince iç çekmiştim.

''Hayır, önemli değil. Sonra görüşürüz tamam mı? Önemli bir şey olursa muhakkak ara beni.''

Cevap vermesini beklemeden telefonu kapattığım esnada, direksiyonu kırarak ara sokağa sapmıştım. Eve varana kadar kafam patlamasa benim için çok iyiydi!

_

Kapıyı açan bayan Shim'e selam vererek içeriye girmiştim. ''Jimin nerede?'' Elimdeki vitamin ilaçlarını uzatarak, üzerimdeki ceketi çıkartmıştım. ''Odada, uyuyor bay Jeon.'' Başımla söylediklerini onaylayıp, hızlı adımlarla üst kata çıkmıştım. Aralık duran odanın kapısından yavaşça başımı uzattım önce. Yüzündeki bitkin olduğu her halinden belli olan bir ifadeyle uyuyordu. Adımlarımın sessiz olmasına özen gösterirken, yanı başında bulmuştum kendimi. 

Yatağın boş kalan kısmına yerleşerek, hareket etmeden uyuyan bedene baktım. ''Umarım iyisindir...'' Dudaklarımın arasından kaçan kelimeler beni şaşkına çevirirken, tek elimle alnımı ovalamaya başlamıştım. Kendime gelmem gerekiyordu!

Hızla ayaklanarak dolabımdan kendime giyinecek birkaç şey ayarlayıp, odanın içerisindeki banyoya yöneldim. Bir duş alsam fena olmazdı, hem bu sırada Jimin muhtemelen uyanmış olurdu...

_

Yüzüme çarpan nefes ve gıdıklanmama neden olan saçlar sayesinde gözlerimi aralamıştım. Çekik gözlerimi yeteri kadar araladığımda karşımda, hatta dibimde, uyuyan bedeni fark ettim. Bay Jeon ne zaman eve gelmişti? Üstelik saat kaç olmuştu? 

Düşüncelerim kabarmaya başladığı esnada dibimde uyuyan beden mırıldanarak kıpırdanmıştı, böylece yüzlerimiz iyice yakınlaşmıştı. Nefesimi sebepsiz yere tuttuğumu fark ettiğimde, karşı tarafın nefesinin dudaklarıma çarptığını da yeni yeni fark etmiştim. 

Kalbim bulduğu fırsatı kaçırmadan, tekrar maratona çıkmış gibi çarpmaya başlamıştı... Kocaman olmuş gözlerimi uyuyan bedenin yüzünde gezdirdim. Gözleri, dudakları, kaşları, burnu... 

Bir insan nasıl bu kadar kusursuz olabilir tanrı aşkına?

İç sesime hak verdim. Kımıldamadan öylece durmaya devam edip, önümdeki manzaranın tadını çıkartmaya devam ettim. Perdelerden içeriye vuran ışık henüz saatin çok geç olmadığını belli ediyordu. Peki neden erkenden eve gelmişti? 

Düşüncelerim arasında çırpınırken tekrardan kıpırdanmaya başlayan beden sanki olabilirmiş gibi daha çok yakınlaşmıştı. Tek elini belime yerleştirdiğinde bütün bedenim kasılmış, dokunduğu yerin etrafı alev almıştı. 

Kalbimin en ufak şeyde bu kadar hızlı atması kadar sinir bozucu bir şey yoktu!

Komodinin üzerinde çalmaya başlayan telefon karşımdaki bedeni hareketlendirirken hızla gözlerimi kapatmıştım. Yatakta oluşan hareketlilik uyandığını anlamam için yeterli olmuştu. ''Siktir!'' Sessizce söylediği şeyin ardından telefonun sesi kesilmişti.

"Ne zaman uyanacaksın?'' İç çektiğini duydum. "Bu kadar yorulduğunu, iyi hissetmediğini bilmiyordum... Neden bana bir şey söylemedin ki?"

Bu da ne demekti şimdi? Huzursuzca olduğum yerde kıpırdandım. Gözlerimi kapalı tutmaya çalışırken, Bay Jeon'un telefonu tekrar çalmaya başlamıştı. "Efendim Taehyung?" Yataktan kalkıp, odanın içindeki banyoya girdiğini kapanan kapıdan anladığımda gözlerimi aralamıştım. 

"Bu da neydi şimdi?"

Uzandığım yerde diklendim. Açılan banyo kapısıyla birlikte Bay Jeon ile göz göze gelmiştik. ''Uyandın mı? Nasıl hissediyorsun, daha iyi misin?'' Başımla onay verirken sessiz kalmayı tercih etmiştim. "Jimin, gerçekten iyi misin?" Endişeyle yanıma geldiğinde elini alnıma koymuştu. "Doktor Nam aradı, kan tahlillerinden değerlerinin düşük olduğunu görmüş. Ciddi bir şey yokmuş fakat vitamin yazdı, alıp geldim. Düzenli bir şekilde kullanman lazım, tamam mı?"

''Kullanırım, teşekkür ederim.'' 

Bu yüzden mi erkenden gelmişti? ''Bay Jeon, bu saatte şirkette olmanız gerekmez mi? İlaçlar için mi geldiniz?'' Bakışları donarken, sessizce yüzüme bakmaya devam etmişti. Ani bir hareketle olduğu yerden kalktığında merakla bakıyordum. ''Hayır, işlerim... Evet, işlerim bittiği için çıkmıştım. Doktor Nam arayınca ilaçları alıp geleyim dedim.'' Sergilediği tavır fazla garipti, fakat bunu sorgulayacak biri değildim ben.

Bacaklarımı yataktan sarkıttığımda, ayakta duran bedeni öylece bana bakıyordu. "Duş almak ister misin?" Şaşkın bakışlarım ona döndüğünde, onunda aynı ifadeye sahip olduğunu görmüştüm.

"Yani, bir duş al sen. Evet, iyi gelir. Duş al."

Tek elinin avuç içerisini alnına vurduğunda, anlamsızca hareketlerini izliyordum. "Ben aşağıdayım, gelirsin işin bitince." Tam anlamıyla koşar adımlarla odadan çıktığında ağzım bir karış açık peşinden bakakalmıştım.

Yatmaktan acıyan eklemlerim her hareketimde farklı bir ses çıkartıyorlardı. "Gerçekten duş alsam iyi olur." Son olarak boynumu kütlettiğimde yataktan kalkmıştım.

Uyuşuk adımlarla banyoya ilerlerken kıyafet ayarlamadığım aklıma yeni gelmişti. Fakat geri dönüp ayarlamak için de çok üşengeçtim. Banyonun kapısını kapattığımda, sıcak suyu açmıştım. Üzerimdeki fazlalık kumaş parçalarından kurtularak, rahatlatıcı suyun altına bıraktım bedenimi...

_

Kaç dakikadır suyun altındaydım inanın bilmiyorum, fakat bedenim çok iyi hissediyordu. Bakışlarım parmaklarıma kaydığında uzun süredir suyun altında durmaktan buruşmaya başlamışlardı.

Bugün için sanırım bu kadar suyun altında durmak yeterdi. Hastayken daha çok rahatsızlanmama gerek yoktu. Çıplak bedenim sudan kurtulduğunda bakışlarımı etrafta gezdirdim. Yanıma havlu almayı bile unutmuştum!

Duvarda asılı duran bay Jeon'un siyah bornozu bana göz kırparken çekinerek ellerim arasına almıştım. Hızla üzerime giyindikten sonra aynanın karşısına geçtim. Saçlarımdan damlayan her bir su damlası yavaşça düşüp, çıplak tenimle buluşuyordu.

Üzerime oldukça bol gelen bornozun belini sıkıca bağlayarak, banyonun kapısını aralamıştım. Odanın ortasında durduğumda bu sefer bana göz kırpan şey bay Jeon'un siyah bornozu değildi, odanın dört köşesinde bulunan kameralardı...

Hızla benim için ayarlanan dolaba yöneldim. İçerisinden iç çamaşırı aldığımda bornozun altından hızla giyinmiştim. Üzerime giyinmek için bir şeyler ararken, aniden açılan kapı ufak bir çığlık atmama ve yerimde sıçramama neden olmuştu.

"Jimin-"

Attığım çığlık bay Jeon'un sözünü keserken korkuyla yüzüme bakıyordu. Koca iki adımla yanıma geldiğinde avuçları yüzümü iki yandan sarmıştı. "Bir şey mi oldu? Bir yerin mi acıyor? Ne oldu?" Peş peşe sorduğu sorulara başımı olumsuz anlamda iki yana sallayarak yanıt vermiştim.

"Aniden siz odaya girince, korktum." dedim, sesim fısıltı misali çıkmıştı. Yüzüne yerleşen rahatlamışlık ifadesiyle bedenimi kendine çekerek sarılmıştı. Ellerim iki yanda öylece kalakalmıştım.

Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki, Tanrı'ya dua ediyordum. Umarım bay Jeon kalbimin bu kadar hızlı attığını duymuyordur, diye...

"Neden hâlâ giyinmedin, üstelik çok uzun süredir suyun altındasın. İyice hasta olmak mı istiyorsun?"

Sitemli ses tonu konuşmamı engellemişti. Bedeni geri çekilirken, soğuk yüzüme bir tokat misali çarpmıştı. Adımları dolabıma ilerlerken içerisinde kıyafet arıyordu. Üzerimdeki bornoza sıkıca sarıldım, bedenim işte şimdi üşüyordu...

"Giyinmek için düzgün bir şeyin kalmamış resmen." dedi, bakışları hâlâ dolabımdayken. Ardından kendi dolabına doğru ilerledi ve içersine bakınmaya başladı. "Yarın senin için kıyafet almalarını söylerim tamam mı?" dedi, ardından elinde tuttuğu siyah tişört ve siyah şortla yanıma geldi. "Bugün için bunlarla idare etmelisin." Elindeki tişörtü ve şortu yatağa bırakırken tekrar karşıma geçmişti. Elleri bornozun sıkıca bağladığım kuşağına gitti. Yavaşça açtı... Bornoz tenimden kayıp yerle buluştuğunda, bakışlarını vücuduma çevirmemek için yemin etmiş gibiydi.

Eline aldığı tişörtü önce başımdan geçirip, sonra yavaşça kollarımdan geçirmişti. "Bunlar bana artık küçük oluyorlar, fakat yinede sana büyük geleceklerdir." dedi, yüzündeki tebessümle.

Yatağın üzerindeki şortu almak için geri çekildiğinde karşımdaki boy aynasından kendimi görmüştüm. Gerçekten de dediği gibiydi, ona küçük gelen kıyafetler bile bana büyük gelmişti.

Tekrar karşıma geçtiğinde eğilerek iki bacağımdan da şortu geçirmişti. Belimde durmayan şort aniden aşağı düştüğünde hızla tutmuştum. Şaşkın bakışlarımı karşımdaki bedene çevirdim, yüzündeki gülümsemeye hakim olmaya çalışıyor gibiydi.

Kemikli parmakları şortun bel lastiğine gittiğinde, sıkıca çekmişti ipleri. Bedenim sarsaklayarak öne doğru gitmişti. Ellerimi sıkı göğsüne yasladığımda, hızla toparlanmış ve geri çekilmiştim. "Üzgünüm." dedim, fakat duyduğundan emin bile değildim çünkü ben bile kendi sesimi duymamıştım...

İpleri sıkıca bağladığı zaman, geri çekildi. Dizlerimin üzerinde biten siyah şort en azından artık belimden düşmüyordu. "Acıkmışsındır, hadi aşağı inelim." Kemikli parmakları, tek elimi kavradığında ne olduğunu anlamadan kendimi merdiven basamaklarında bulmuştum.

Hazırlanan masa görüş açıma girdiğinde, midem sanki bunu bekliyormuş gibi guruldamıştı. Bay Jeon'un gülümseyen bakışları bana döndüğünde; bir yüzüme, bir karnıma bakıyordu.

"Aç olduğunu miden onayladı sanırım."

Vücudumdaki bütün kanın yüzüme toplandığını hissettim. Hayır, ev bu kadar sessiz olmak zorunda mıydı? En azından bir ses olsaydı midemin sesi duyulmazdı ve bende yerin dibine girmezdim...

Masada gösterdiği kısma geçip, oturdum. "Bekleme, yemeğe başla. Vitamin ilaçlarını alacaksın." Doğru... İlaçlar.

Usulca başımla onay verip, tabağıma koyulan yemeğe odaklanmaya çalıştım. Bu ne kadar mümkün bilmiyorum, çünkü masada yemek yiyen tek kişi bendim. Bay Jeon kollarını göğüs hizasında çaprazlamış, bütün dikkatiyle bana bakıyordu...

"Bay Jeon..." dedim, hafiften öksürüp boğazımı temizleyerek. 'Efendim?' dercesine havalanmıştı tek kaşı. İstifini bozmadan öylece oturmaya devam ettiğinde, huzursuzca yerimde kıpırdandım.

"Söyle Jimin."

Etrafta dolanan bakışlarım karşımdaki bedene döndüğünde, terleyen avuç içlerimi giyindiğim şortla bastırdım. "Yemek yerken bakmasanız...olur mu?"

Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra biçimli kaşları yavaşça çatılmıştı. Sessizce yutkunmaya çalıştım, kötü bir şey istemedim sonuçta. Ne diye kaşlarını çatıyor yani?

Göğüs hizasında çaprazlamış olduğu kollarını usulca çözdüğünde, sessizce masadan kalkıp balkona doğru ortadan kaybolmuştu. Yanlış bir şey yapmamıştım, sadece rahatsız ediciydi bu. Birine yemek yerken neden tüm dikkatinizle bakarsınız ki?

Biten yemeğimle, masadaki bir bardak meyve suyunu tek dikişle içmiştim. Bay Jeon hâlâ ortalarda görünmüyorken ayaklanmış masayı toparlıyordum. Sudan geçirdiğim tabakları ve bardağımı makineye attığımda ensemde bir nefes hissettim.

Bedenim kaskatı kesilirken olduğum yerden kımıldayamıyordum. Hayır, bu bedenimin kaskatı olmasından kaynaklı değildi. Belimin iki yanında olan ve tezgâha dayanmış olan yapılı kollar yüzündendi. Tek eli havalanıp dolaptan bir kadeh aldığında, burnunu saçlarımın arasına gömmüştü.

"Neden sen toparlıyorsun? Yardımcılar geldiğinde hallederler." dediğinde, bedenimi olduğum yerde yüz seksen derece çevirmiş göz göze gelmemizi sağlamıştım. "Sabaha kadar kötü kokar şimdi, toplamasam olmazdı." dedim, sessizce. Anladığını belirtircesine başını aşağı yukarı salladı. "Hem elime yapışmaz, yaptım işte." Yüzünde beliren gülümseme nefesimi keserken bir adım geri çekilmişti.

Elindeki boş kadehi bana doğru uzatırken, hâlâ yüzünde beni sarhoş edecek bir ifade vardı. "Bir şeyler içmek ister misin?" dediğinde sessiz kaldım. İçtiğim birkaç kadeh bana dün geceyi resmen unutturmuştu. Şimdi içebilir miydim? Üstelik, bay Jeon hâlâ beni bu evde tutuyorsa demek ki saçma bir şey yapmamıştım.

"Kendine bir kadeh al, bodrumdan şarap alıp geleceğim." dediğinde sessizce onay vermiştim. Biraz önce onun kadeh aldığı dolabı açıp kendime de bir kadeh aldım. Kısa süre sonra görüş açıma giren beden gülümseyerek elinde tuttuğu şarap şişesini göstermişti.

"Cabernet Sauvignon?"

Caber- ne?

Anlamamıştım fakat şişenin üzerindeki yazıya gözlerim iliştiğinde söylediği değişik kelimelerin burada da yazdığını görmüştüm. Elinde şarap şişesiyle önden ilerlerken, elimdeki kadehlerle peşinden ilerliyordum. Balkonda durduğumuzda küçük puflardan birinin üzerine oturmuştum.

Elindeki şarabı ustaca açtığında hayranlıkla bakakalmıştım. Tek kadehi elleri arasına alıp içerisine çok az miktarda şarabı dökmüştü. Diğer kadehi neredeyse ağzına kadar doldurduğunda şaşkınlıkla bakıyordum. İçerisinde az miktarda şarap olan kadehi bana uzattığı zaman sorgularcasına bakıyordum.

"İçmeyecek misin?" dediğinde, neredeyse ağzına kadar dolu olan kadehi eğilerek önünden almıştım. "Jimin." dedi, fakat sesi sitemli veya kızgın değildi. Parmaklarım arasındaki kadehi alması ihtimaline karşın sıkıca tutuyordum.

"Ağır bir şarap bu, o kadar içemezsin."

"En azından denerim." dedim, saçma bir rekabet içerisine girerek. 'Sen bilirsin.' dercesine omuzlarını kaldırıp indirdi. Az olan kadehi de ağzına kadar doldurduğunda merakla yüzüne bakıyordum. Dudakları arasına getirdiği kadehten bir yudum aldığında yüzünde mimik oynamamıştı. Gerçekten ağır olsaydı en azından yüzünde bir mimik oynamaz mıydı?

"İç hadi." dediğinde, kadehini yavaşça benim kadehime tokuşturmuştu. Bir öncekine nazaran daha büyük bir yudum aldığında yüzünde hâlâ bir mimik yoktu. Ya mimiklerini çok iyi saklayabiliyordu ya da bu şarap ağır falan değildi.

Nereden geldiğini anlamadığım bir cesaretle elimdeki kadehi dudaklarım arasına götürüp, koca bir yudum almıştım. Dilimde dolanan aromaların tatlarını algılamaya çalışıyordum. Boğazımda ve dilimde oluşan uyuşukluk hissi ise, yüzümde ufak bir gülümsemeye neden olmuştu.

"Tadı nasıl?"

Bakışlarımı elimdeki kadehten çektiğimde, dilimdeki uyuşukluk hissi konuşmama izin verecek miydi emin değildim. Bu yüzden sadece başımla onay vermiştim. Karşımdaki beden tek dikişle kalan şarabını bitirip, yeni bir bardağa başladığında şaşkınlıkla onu izliyordum. Tek yudumla dilimin uyuştuğunu hissediyordum, ona nasıl hiçbir şey olmamıştı? Üstelik ikinci kadehini içiyordu.

"Dilin uyuşmadı mı?" diye, sordum merakla. Yüzündeki kendinden emin gülüşüyle başını olumsuz anlamda salladı. "Senin?" dedi ardından. Hızla başımı olumsuz anlamda salladım.

Kadehimden bir yudum daha aldığımda yüzümü ekşitmemek için her şeyi yapıyordum. "Zorlanıyorsan içme."

"Zorlanmıyorum!" dedim, sitem edercesine. Kadehimden koca bir yudum alıp hepsini içtiğimde, boş kalan kadehimi karşımda oturan bedene uzattım. "Cesursun." dedi, fakat değildim.

Aman! Gaza gelmesen bir yerin eksilir değil mi Jimin?

_

Boğazımdaki uyuşukluk tatlı bir his bırakıyordu. Ben ikinci kadehimi bitirmeye yakınken, karşımdaki beden dördüncü kadehini yarılamıştı bile. Bulanmaya başlayan zihnimi toparlamaya çalışıyordum. Fakat benim iki kadehte bu hâle gelmiş olmam ve karşımdaki bedenin dört kadehte hiçbir şeyinin olmaması sinirimi bozuyordu!

Dizlerimi kendime doğru çekerek çenemi yasladım. Sessizliğin verdiği huzuru dinlemek adına gözlerimi kapattığımda, karşımdaki bedenin sesi hızla açılmalarına neden olmuştu. "Bu kadar yeterli sanırım. İlaçlarını da unuttuk, alkol almaman lazımdı." Önümdeki kadehi almak için tek elini uzattığında hızlı davranarak ondan önce kadehimi parmaklarım arasına almıştım.

"Jimin, ver onu." Hızla başımı olumsuz anlamda salladım. Kadehimi dudaklarım arasına götürecekken, karşımdaki hareketlenen bedeni fark ettim. Hızla oturduğum yerden kalkıp koşmaya başladığımda, elimdeki şarabı dökmemek için mücadele veriyordum. "Jimin, buraya gel!" dedi, ardımda kalan beden ya da bağırdı.

Merdivenlere yönelen adımlarım yavaşladığında arkama bakmayı akıl edebilmiştim. Seri adımlarla peşimden gelen bedeni fark ettiğim an tekrar koşmaya başlamıştım. Adımlarım iznim olmadan ilerliyor, etrafta deli tavuk misali dolanıyordum.

Bay Jeon'un odasının olduğu kata vardığımda hızla kapıyı kapatmıştım. Elimdeki kadehten küçük bir yudum daha aldığımda boğazımda yarattığı hisse aşık olmuştum. Sarhoş olmamıştım, sanırım bu yüzden bu mayhoşluk hissi hoşuma gitmişti.

Hızla açılan kapı ve elimden alınan kadeh sadece iki saniye içerisinde olmuştu. Sinirli olduğunu düşündüğüm bakışlarımı nefes nefese kalan bedene çevirdim. "İçiyordum." dedim, sert bir ifadeyle.

"İçiyordun evet ama ben yeterli dedim." dedi, benden çok daha sert bir ifadeyle. Büyük bir adım atıp tam önünde durduğumda ikimizin de gözlerindeki sinir konuşuyor gibiydi.

"Madem yeterli, neden ikinci kadehi doldurdun?"

Sinirli bakışları gözlerimin en içinde dolanıyordu. Geri durmadım, kanıma karışan alkol sanırım yürek yememe neden olmuştu.

"Çünkü bay Jeon ne derse o olmak zorunda değil mi?" dedim, sesimi yükselterek. Çatılan kaşları cesaretimi sorguluyor gibiydi.

"Çünkü bay Jeon araya sikik bir anlaşma soktu ve ben, Park Jimin, dediği her haltı yapmak zorundayım değil mi?" Dudakları bir şeyler söylemek için aralandığında buna izin vermeyerek tekrar söze girmiştim.

"Otur derse oturmalı, kalk derse kalkmalı, ye derse yemeli, uyu derse uyumalı, sus derse susmalıyım değil mi?" dedim, avazım çıktığı kadar bağırarak. Dolan gözlerime lanetler okurken, kendimden nefret ettim. Böyle bir anlaşmayı kabul ettiğim için, kendimden sayamadığım kadar çok nefret ettim.

"Hayatımı paralı bir sürtük olarak yaşamalıyım değil mi?" dedim, boğazlarım bağırmaktan acırken. Karşımdaki koca cüssesini ittirdiğimde geriye yalpalayarak elindeki kadehi düşürmüştü. Kadehin zeminle buluştuğu an, tuzla buz oluşunu gördüm.

Sahi, kadeh miydi tuzla buz olan yoksa; ben miydim bir hiç gibi paramparça olan...

Dolan gözlerimden süzülen iki damla yaşı umursamadan karşımda öylece sus pus duran bedene döndüm. "Artık istesem de içemem zaten değil mi?" dedim, tek elimle kırılan kadehi gösterirken.

Ukala bir gülüş oluştu yüzümde, sinirden bedenim alev alırken. Kapıya doğru bir adım attım, ayağıma batan küçük cam parçalarını umursamadan. Yüzüme yerleşen acı ifadeyi umursamadım. Yapamadım. Ayaklarıma batan camların acısı hiçbir şeydi, içimde yaşadığım acıya kıyasla.

Bir adım daha attım kırık cam parçalarına inat. Belime dolanan kollar ayaklarımı yerden keserken hıçkırarak ağlamaya başlamıştım. Belime sarılı elleri ittirmeye çalışıyor, bunun için mücadele veriyordum.

"Bırak, bırak beni!" diye bağırdım, aldığım nefes beni boğarken. Daha sıkı sarıldı bedenime, benim ittirmeme inat daha sıkı tuttu beni.

"Jimin, dur artık lütfen..."

Çaresiz sesiyle bıraktım çırpınmayı. Ellerimi yüzüme kapatarak ağlamaya devam ettim. Bedenim yumuşak zemine bırakıldığı an bunun yatak olduğunu anlamıştım. Belime dolanan kollar bedenimi kucağına çektiğinde hıçkırıklarımı durdurmayı denedim. Yapamadım...

Boynuna gömdüğüm yüzümü kimsenin görmesini istemiyordum. Ne onun, ne benim...

Saçlarımın arasında dolanan parmaklar bedenimi rahatlatmak istiyor gibiydi. Usulca kondurulan bir öpücük hissettim saçlarımın arasında. "Geçti," diyordu kucağında oturduğum beden. "Sinir kriziydi, geçti tamam mı?" Başımı olumsuz anlamda salladım varla yok arasında.

"Geçmedi, geçmeyecek de..."

_

Nasılsınız?

Bölümün sonu tamamen farklıydı aslında fakat bir anda böyle bir yere çevirdim. Aklımdaki bölüm sonu daha mutlu, daha olumlu bitiyordu.

Uzun sayılamayacak bir bölüm, fakat umarım beğenmişsinizdir.

Daha aktif olarak yeni bölümler atmak istiyorum fakat bunun için oy ve yorum da gerekiyor. En azından bekleyenler var diyebileyim kendime.

Umarım hepiniz iyisinizdir, bir sonraki bölüme kadar görüşmek üzere.

Bu fotoğrafı paylaşmaktan asla vazgeçmeyeceğim sanırım...

[Seri katil için yeni bölüm bekleyen varsa ve bildirimi görmeyen olduysa, yeni bölümü birkaç gün önce atmıştım. Ufak bir duyuru olsun bu da.]

Продолжить чтение

Вам также понравится

ash shine felisa

Фанфик

655K 55.3K 19
başarılı hukuk öğrencisi jeon jungkook, doktoru sanarak mesaj attığı numaranın eskort kim taehyung'a ait olduğunu öğrenir. text, taekook
sour cherry isidor

Фанфик

198K 20.8K 34
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️
866K 69.7K 14
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...
94.4K 3.8K 31
Yabani evrenindeki çiftimiz Asi ve Alaz'ın hayatları farklı bir şekilde kesişeydi, mesela Asi, Soysalan Üniversitesi'ne bomba gibi düşseydi, nasıl ol...