Evim

By tugbawithag

98.6K 6.5K 1.3K

Wattys 2022 Romantizm Ödülü Kazananı "Benim yerim senin yanın." Aslında böyle başlar her hikâye. Bir sözle... More

Evim
Giriş
1.Bölüm: Doğu Dizileri 101
2.Bölüm: Zümrüt Şehri
3.Bölüm: Kelebek Ömründen Kısa Bazı Olaylar
4.Bölüm: Bin Haber Bir Skandal
5.Bölüm: Karmen Alatlı ile Cevapsız Sorular
6.Bölüm: Bir Masal, Belki De Gerçek
7.Bölüm: İzmir'e Dönüş
8.Bölüm: Bizim Başlangıcımız
9.Bölüm: Yalancı Yarim
10.Bölüm: İlan-ı Sahte Aşk
11.Bölüm: Ödenmemiş Hesaplar
Evim | Bayram Özel
12.Bölüm: Kaderin Oyunu
13.Bölüm: Zaferler ve Mağlubiyetler
14.Bölüm: Özbek Usülü Tanışma
Evim | Bir Yokmuş, Bir Varmış
15.Bölüm: Alatlı Fırtınası
16.Bölüm: Gerçekleşmeyecek Düşler
17.Bölüm: Masallar ve Sınırlar
18.Bölüm: Çok Uzak, Fazla Yakın
19.Bölüm: Kırk Birinci Yıl ve Yirmi Sekizinci Gün
Final - Kısım I: Gerçek Yalanlar
Final - Kısım II: Gerçek Kayıplar
Sonsöz | 1.KİTAP SONU
Ekstralar - 1: Sahte Sevgiline Âşık Olduğunda Dinlenilecek Şarkılar
Ekstralar - 2: GözGöze Dergi Röportajı
İlk Zaferimiz, Daha Nicelerine...
S&C | Final Hakkında
Yeni Bir Macera: Bir Artı Bir
Evim - 2
Giriş
2.1.Bölüm: Kırık Kalpler Durağının Müzmin Kederlisi
2.3.Bölüm: Merhabalar ve Elvedalar
Yeni Adresimiz!

2.2.Bölüm: Zümrüt Şehri'ne Yeni Bir Bilet

1.2K 103 25
By tugbawithag

Bazı anlar vardır. Hayatınız anbean sönmeye yüz tutmuş bir yıldız gibi ışıltısını yitirirken sizi aydınlatacak bir ışık ararsınız. Kendi ışığınız yitip gitmektedir çünkü. İçinizde eksik kalan ne varsa bir çukur hâlini alır, ne olduğunu anlamadan o çukurun içine düşüverirsiniz. Karanlığa hapsolarak...

Sonra bir an gelir. O ışık bir arama oluverir.

Umutlanırsınız. O aramayı cevapladığınızda daha mutlu, daha ümitli olmayı beklersiniz. O çukurdan tek adımla çıkmayı...Sanırsınız ki arayan kişi, sizi içinizdeki çukurdan kurtaracak kişidir aynı zamanda.

Yanılırsınız.

Çünkü bazı aramalar, insanı daha mutsuz ve ümitsiz hâle getirir.

Tıpkı şu anki gibi...

"...sonra ben de, 'Yok artık!' dedim ama yengenin hiç umrunda olmadı vallahi..."

Havaalanından dönüş yolunda limitleri zorlayarak sürdüğüm arabada annemin sesi yankılanıyordu. Aklım başıma bile gelmemişti henüz, oysa annem bunu fark etmemiş gibi, ona herhangi bir tepki vermesem dahi anlatmaya devam ediyordu. Sinem'in kimin kızı olduğu nereden de belli.

"Arkadaşlarımın önünde bu yaptığın iş mi, diyor bana. Adam mı öldürdüm yani?"

Sonunda evimin olduğu sokağa geldiğimde arabayı usulca bahçedeki park alanına park ettim, kararan hava görüşümü kısıtlıyordu ancak park sensörü sayesinde kafamı gözümü kırmadan halledebilmiştim bu işi.

"Ay, dedim. Sen de çok alıngansın Vildan..."

Telefonun Bluetooth bağlantısını kestikten sonra kulağıma götürdüm annemi daha iyi duyabilmek için. Ne yazık ki yarım saattir konuşma, aynı konu etrafında tur atıyordu. Yengemle annemin sebebine dikkat bile etmediğim atışması...

"Bana diyor ki, abla ayıp ettin sen bana. Ne ayıbı ettiysem..."

"Anne." dedim sözünü keserek. Bu gidişata bi' dur deme vakti gelmişti. "Sen ne yaptın Allah aşkına?"

"Kızım iki saattir ne anlatıyorum ben?" diye adeta haykırdı annem, boğazını kurutacak kadar uzun süren konuşmasının benim tarafımdan tiye alınmaması gücüne gitmiş olmalıydı ancak elimde değildi. Harika bir zamanlamayla tam da son günlerde kendimi en berbat hissettiğim âna akraba dedikodusuyla giriş yapmıştı. Bir yandan salya sümük ağlarken diğer yandan yengemle annemin birbirlerini iğnelemelerini dinlemiştim telefonu ilk açtığımda. Ancak bir zaman sonra fark edip ağlamamın nedenini soran anneme ise yengemin davranışlarına çok içlendiğimi söylemiştim. Ne zorsun ahir zaman.

"Anneciğim tamam, özür dilerim. Dalmışım bir an duyamadım. Şimdi soruyorum ya işte sana."

Derin bir nefes verdi annem. Aralarındaki bağın geri dönülmez bir şekilde zedelendiğini gösterir gibi, içliydi. Fakat bir an sonra sözleri, beynimden vurulmuşa döndürdü beni. "Altın gününde diyetteyim diye kekinden yemedim."

Aşkı Memnu'da Behlül'ün direksiyona vurma sahnesini yeniden çekmek istedim o an. Sinirimi alabilecek en iyi şey bu gibi görünmüştü gözüme. Ancak ben Behlül'ün aksine, güzelim arabamın canını çıkartacak kadar pervasız olamazdım.

"Anne bence bunu kendi aranızda halledemezsiniz." dedim ciddi bir şekilde. "Siz en iyisi konuyu Birleşmiş Milletler'e taşıyın."

"Ne diyorsun kız sen?"

"Kapat, diyorum anne." dedim tekdüze bir sesle. Bol ajitasyon ve bir tutam da gözyaşı içeren cevabı gecikmemişti. "Sizi evlat sayıp arayanda kabahat, iki derdimi paylaşayım hemen lafımı ağzıma tıkın."

"Ben de seni seviyorum anneciğim, görüşürüz." diye karşılık verdim. "Görüşürüz." diye homurdanması, görüşmemizi sonlandıran şeydi.

Arama sona erdiğinde bitti sandığım her şeyin yeniden başladığını belirten o işaret gözüme çarptı telefon ekranında. Azra'dan gelen bir yeni mesaj...

Kimden: Kıvırcık

Ajansta hurma ağacı oldum, meyve verdim Karmen. Ama merak etme, o hurmaları teker teker yedireceğim sana.

Boğulacak gibi derin bir nefes alarak başımı direksiyona yasladım. Birden çıkan korna sesi yerimden sıçramama neden olmuştu. Arabam bile bir dakika dinlenmeme müsaade etmiyordu. "Yok, yok..." diye mırıldandım dertli dertli. "Bu böyle olmayacak. Ben kendimi şuradan bir yerden atayım da hepiniz kurtulun."

Camın tıklanma sesiyle ikinci kez kalbime inerken sese döndüm. Kız kardeşim camın ardından sırıtarak bana bakıyordu. Camı indirmem için saçma sapan işaretler yaptığında ele güne daha fazla rezil olmamak için isteğini gerçekleştirdim. "Ne var Sinem?"

Yüzü onu görür görmez terslediğim için düşmüştü ama ben de bugün hiç kolay şeyler yaşamamıştım. Öyle ki kendimi düzeltmek için bir çabada bile bulunmadım.

"Aman be, muşmula suratlı!" dedi sinirle. "Bir kere de gülsün şu yüzün!"

"Ağlanacak hâlime güleyim yani..." diye mırıldandım, ona kendimi duyurmak istemesem de işine gelen her şeyi duyan, işine gelmeyince de sağır kesilen Sinem çoktan dikmişti kulaklarını. "Ne oldu ki bugün?"

"Sorma, Sinem." dedim iç geçirerek. "Sorma."

"Ben sormayayım da Azra Abla sana baya soracak gibi. Kendini kaçıp kurtarırsan iyi edersin."

İşte, Sinem'in bende herhangi bir tepki uyandırmak için söyleyebileceği en sihirli cümle buydu. Tüylerim diken diken oldu. Yerimde sopa yutmuş gibi doğrulurken, "Çekil Sinem." dedim iki elimle sıkıca direksiyonu tutarak. "Kaçmam lazım."

"Bence önce motoru çalıştırman lazım." dedi Sinem düz bir ifadeyle. "Dünya direksiyonu tutarak arabayı çalıştırma teknolojisiyle henüz tanışmadı."

"Anlamıyorsun. Gitmem gerek..." dedim çaresizlikle ancak tam o an, onu duydum. Celladımın şarkısını...

"Gitmem gerek buralardan..." diyerek benim sustuğum yerden şarkıya girdi Azra. Yeşilçam filmlerinde assolist olmak için evden kaçan kızlar gibi, Sinem hevesle devraldı ondan devamını. "Çok yorgunum yaşanandan..."

Ancak Sinem Azra'yı fazla tanımıyor, dolayısıyla şarkıyı kendine göre değiştirdiğini bilmiyordu. Üstelik Azra bunu, korkutucu bir doğaçlamayla gerçekleştirerek endişelerimi ikiye katlıyordu. Tıpkı şimdi olduğu gibi...

"Sana attığım her senaryoda bir kusur vardı..."

Sinem, devamını bildiği şarkıdan tamamen başkasını duyduğunda yüzünün aldığı ifadeye gülmek istedim ancak karşımda güldüğüm an üstüme atlayacak bir Azra vardı. "Bana böyle haksızlıkla, yalanlarla dolanlarla...Davrandığın her anda dünyam karardı...*"

"Bu ne be?" diye çemkirdi Sinem. "Böyle bir şarkı yok."

"Var." dedi Azra, derin bir nefes alarak. "Az önce ben yazdım."

"Of!" diye sızlanarak Sinem'in uzaklaştığı arabadan çıktım. "İstediğini söyle. Geçerli sebeplerim vardı, tamam mı?"

"Kızmayacaktım ki?" dedi tatlı tatlı. "Bakman için senaryoyu eve getirdiğimi söyleyecektim sadece."

Duraksadım. İçimdeki şüpheden kurtulamasam da hissettiğim rahatlama beni gülümsetirken, "Sahiden mi?" diye sordum ona. Ancak o an Azra'nın yüzü tahmin edemeyeceğim bir hızla değişti. "AJANSA GELSEN GÖRECEKTİN ZATEN, KAHPE SENİ!"

Beklemediğim bir anda bağırdığı için adeta yerimden sıçramıştım. "Sana inananda kabahat!" diye tersledim onu kuyruğu dik tutmaya çalışarak. O ise bağırmasıyla tüm sinirini üstünden atmış gibi rahatça, "Bunu yapmam gerekiyordu." dedi. "Üzgünüm."

Bana kum torbası muamelesi yapmasına göz yumarak, "Neyse ne!" diye geçiştirdim onu. "Kurt gibi açım. Bir şeyler mi söylesek?"

"İskender!" dedi Azra heyecanla. "Et yemem ben!" diye bağırdı Sinem Azra'ya, en cazgır hâliyle. "Suşi!"

"Anime karakteri misin kızım sen? İskender dururken suşi neymiş!"

Kendi istedikleri yemekleri sıralayan, bunu yaparken de birbirleriyle kavgaya tutuşan Azra ve Sinem yüzünden derin bir iç geçirdim, bakışlarımı onlardan alarak sokağa çevirdiğimdeyse beni bir sürpriz bekliyordu.

Aynı siyah, lüks araba yine aynı yerde duruyordu.

Çevresindeki değişikliklerden bihaber yaşayan benim bile ilgimi çekmişti bu durum çünkü birkaç hafta aralıklarla bu arabayı kimi zaman sokağa çıktığımda, kimi zaman ise pencereden baktığımda görmeye başlamıştım. Beni endişelendirmemişti çünkü tüm komşularımı tanımıyordum, dolayısıyla birilerinin yeni bir araba mı aldığını ya da bu arabanın tanımadığım komşularımı sık ziyaret eden misafirlerinden birine mi ait olduğunu muhtemelen bilemeyecektim. Tek sorun, ne zaman arabayı görsem bir an sonra sokaktan uzaklaşmasıydı.

Ancak bu sefer, uzaklaşmadı. İçimde yükselen tuhaf bir his vardı, esefle kaçırılan bir anın hüznü kalbimi kuşatırken, "Sen de bir şey söylesene abla ya!" diye seslenen Sinem'e döndüm dalgınlıkla. "Ne?"

"Azra bana zorla et yedirmeye çalışıyor." diye şikâyet ettiğinde, "Az et ye de beynin çalışsın. Sonra ağlıyorsun konuşulanları anlamadığın için." diye azarladı onu Azra. Sinem'in kaşları öfkeyle çatılmıştı. "Fısıldaşıyorsunuz çünkü!"

Derin bir nefes aldım bıkkınlıkla. Ben ne günah işledim de bunlarla uğraşıyorum, diye sormak sanırım biraz yüzsüzlük olacaktı zirâ bir hayli işlemiş olduğumu düşünüyordum. "Yemek için de dalaşmasanız olmaz mı?"

"Olmaz!" diye bağırdılar öğretmenini gören öğrenciler gibi hep bir ağızdan. İlkokuldan bir adım ileriye gidememiş bu iki kıza daha ne diyebilirdim ki? Saçlarımı bıkkınlıkla geriye atarken gözlerim tekrar arabanın olduğu yere kaydı istemsizce.

Gitmişti.

Üzerine fazla düşünmeden eve ilerledim. Kızlar istedikleri yemekleri söylemeye devam etse de onları dinlememiş, kendi istediğim her neyse onu sipariş etmiştim. Kapıda döner kuryesini gördüklerinde sinirden köpürseler de en iyi yolun bilinen yol olduğunu bir gün anlayacaklarını umuyordum.

Herkes televizyonda rastgelen ilk dizim "Bu Kaçıncı Bahar?" tekrarı eşliğinde yemeğini yerken ben, Azra'nın getirdiği senaryoya bakıyordum. Şimdiye kadar bir falsosunu görmemekle birlikte, okuduğum en iyi senaryolardan biri olduğunu söyleyebilirdim. Ne yaz dizisi avamlığına ne töre dizisi aşağılamalarına ne de aksiyon dizisi mübalağasına sahipti.

"Karmen bak bak, burada hiç oynayamamışsın." dedi Azra, televizyona bakmasam da sesini duyduğumdan hangi sahne olduğunu biliyor ve bakmayı reddediyordum. Bu, benim ilk dizimdi ve üstelik, dizinin henüz ilk bölümleri olduğu için duyguyu seyirciye geçiremediğim pek çok sahne vardı. Daha doğrusu, kendimi oyunculuğa geçiremediğim...

Bu sahneleri hafızamdan silip yokmuş gibi davranmaya çalışsam da karşıma bir şekilde çıkıyordu işte. Defalarca kez bu dizinin videolarını sosyal medyada gördüğümde içerikle ilgilenmediğimi belirten seçeneği işaretlediğimi biliyordum. Evet, sorunlarla yüzleşmektense halının altına süpürmeyi seçen o kişiydim.

"Karmen, n'olur bak!" diye beni deli gibi dürterken haykırarak gülmeye başlamıştı Azra. Camdan silkelenen örtü gibi bir o yana bir bu yana savrulsam da dönüp bakmayı reddediyordum. Eğer bakarsam kendimi utançtan en yakın köprüden aşağı atmam gerekirdi ve çevremde sanılanın aksine, benim yaşamakla hiçbir problemim yoktu.

"Bakamam." diye reddettim teklifini ancak bir kahkaha da Sinem'den geldi. "Abla, sen nasıl geçtin seçmeleri ya?"

Sözleri beni sinirlendirse de biliyordum hakkı olduğunu. Ve maalesef, olmaz dediğim her şeyi bir bir yapan biriydim ben. İstemsizce gözlerim ekrana kaydığında da gerçekleşen, tam olarak buydu.

"Onunla randevuya çıkacaksın demek?" diyordum, yüzümde öfkemi göstermeye çalıştığım bir ifade vardı ancak ortaokul tiyatro kulübünde benden daha yetenekli öğrenciler bulunabileceğine yemin edebilirdim. Elimdeki makasla dizideki üvey kardeşim olan Melek'in odasında, sevdiği adamın hediye ettiği o elbisenin yanında dikiliyordum. "Ozan'ı sana yar etmem Melek, bu elbise gibi parça parça edeceğim kalbini. Seni öyle bir mahvedeceğim ki bir daha onu sevemeyeceksin."

Ben, daha doğrusu kötü karakter Aylin, kötü kahkahalar atmaya çalışırken tek dileğim yerin yarılması ve benim de içine girmemdi.

"Ab...la...bu ne?" diye gülerek yastık yumruklayan Sinem ve Azra yüzünden kollarımı göğsümde kavuşturdum. "Kolaysa siz olsaydınız oyuncu. Emeğe saygı da kalmamış."

Sorun, anne ve babalarının evliliğiyle aynı evde yaşamaya başlayan iki kızın da aynı adamdan, Ozan'dan hoşlanması ancak adamın masum ve tatlı bir kız olan Melek'e deliler gibi âşık olmasıydı. Bunu sindiremeyen karakterim Aylin ise üvey kardeşinin ilk buluşmasını mahvetmek için elinden geleni yapmaya hazırlanıyordu. Elbisesini mahvetmesiyle başlayan macera, sonraki bölümlerde düğünlerini iptal ettirmeye kadar varmıştı ancak aceleye gelen final bölümünde mucizevi bir şekilde Aylin hatalarını anlıyor ve Ozan'ı eniştesi olarak kabullenip Melek'in çocuklarına teyzelik yapmaya başlıyordu. Tabii efendim.

Tam o esnada dizinin saf pamuğu ve mükemmellik abidesi Melek, odadan içeri girdi. Elindeki kitaplar şaşkınlığı nedeniyle yere düşerken, "Aylin...sen..." diyordu hayâl kırıklığıyla.

Bilin bakalım, Melek'i oynayan kişi kimdi?

"Pırasa!" diye adeta tısladı Azra. Uzun boyu ve kıvrımsız vücudu nedeniyle bu lakabı ona annem takmış, Azra ise bayrağı annemden devralmıştı. "Masumu oynamayı çok iyi bilir, ondan seçilmiştir kesin bu role."

"Ben ne?" diyordum dizide, Sırmasu'ya umursamazca bakarken. Paramparça ettiğim elbiseyi elimin tersiyle kenara fırlattım. "Sadece sevgili kardeşimin ilk buluşmasına bir paçavrayla gitmesini istemedim."

Yüzümdeki sırıtış bile eğreti duruyordu. Bu mimiklerle bir Hint dizisinde oynasaydım şimdiye bir Bollywood** yıldızı olabilirdim ancak hemen, "Bu çok iyiydi!" diye atıldı Sinem. Azra ise ona baş parmağını kaldırarak onay verdi. "Karmen'in oyunculuğuna bakar mısın Sinem, floresan gibi parlıyor mübarek!"

"Şuna bak şuna, ablamın yanında Flach Tv oyuncusu gibi kalmış!"

Azra, "Bir de Karmen'e laf eder..." dediğinde yükseldi Sinem. "İt oğlu itler rahatsız oluyor diye güneş doğmaktan vazgeçmez!"

Bıkkın bir nefes verdim. Az önce oyunculuğumu yerin dibine sokan kendileri değilmiş gibi, Sırmasu'yu görür görmez yüz seksen derece dönmüşlerdi. Hoşuma gitmediğini söyleyemezdim ancak bu performansı en başından göstermedikleri için inandırıcılıktan uzaklardı.

Bir de...

Yaşanılanlar vardı.

Sırmasu yüzünden yaşadıklarımı hatırladıkça sanki bir ateş topu büyüyordu içimde. İçimi yakan, beni kendi evime sığamayacak hâle getiren bir öfke damarlarımda geziniyordu. İşte bu yüzden, onu daha fazla görmeye tahammül edemedim. Onlara gerçek nedenini söylemeden, "Yeter bu kadar şov yaptığınız." dedim televizyonu kapatarak. İtiraz seslerinin yükselmesi umrumda olmamıştı, son sayfayı da okumamın ardından diziyi boşverip dürümünden bir ısırık alan Azra'ya karşı elimdeki senaryoyu halay mendili gibi salladım. "Ben...bunu çok beğendim!"

Ağzındaki lokmayla bakakaldı. "Şaka mı yapıyorsun?"

"Hayır." dedim başımı iki yana sallayarak. "Bu senaryo tam da bana hitap ediyor. Karakterin duruşunu da sevdim. Oynamayı çok isterim!"

Ayran bıyığını fark etmeden, lokmasını yuttuktan sonra gururlu bir gülümsemeyle ayaklandı Azra. Elindeki zurna dürümü Özgürlük Heykeli'nin*** meşalesi gibi kaldırmıştı. "İyi senaryonun kokusunu kilometrelerce uzaktan alırım ben! Tutar bu iş kızım, tutar!"

"Kesin öyledir." dedi Sinem alayla. "Burnunun ucundaki ayranın kokusunu alamıyorsun daha."

"Ne diyorsun be?" diye sordu Azra kaşlarını çatarak. Sinem, sinsi bir ifadeyle güldüğünde onda kendimi görmüştüm. Alatlı şeytanlığı... "Ayran bıyığın çok yakışmış, diyorum."

Azra, Sinem'in sözlerini umursamadan bana döndü. "Tamam mısın yani Karmen?" diye sorduktan sonra saçlarından bir tutamı parmağına doladı. Ayran bıyığı yerli yerindeydi. "O yakışıklı yapımcıya yeşil ışık yakayım mı?"

"Senaryo için değil de flört için izin alır gibisin." diye homurdandığımda saçlarını geriye attı. "Neden olmasın?"

"Ben tamamım..." dedi Sinem. "Yapımcıya."

"Ben tamamım." dedim gözlerimi devirerek. "Senaryoya."

"Yapımcı?" diye ümitle sorduğunda başımı iki yana salladım dudaklarımı birbirine bastırarak. "Neden ya?" diye ikisi bir ağızdan itiraz ettiklerinde ekranı işaret ettim. "Sırmasu'yla söylentiler çıkmıştı hakkında. Mâlum, sen de hazzetmiyorsun ondan."

"Eniştemin de onunla-" diyecek oldu ki Sinem, Azra adeta uçarak Sinem'in ağzını eliyle sıkıca kapattı. Sinem konuşmak için çırpınarak garip sesler çıkarırken, "Bir şey yok, bir şey yok, bir şey yok." dedi Azra bana gülümsemeye çalışarak. Ne kadar sahte durduğunu bilse sanıyordum ki denemeye kalkışmazdı.

Yutkunmaya çalıştım ama boğazım düğümlenmişti sanki. Önce avuçlarımda buruşan senaryo kağıtlarına, ardından bana dikkat kesilen Sinem ve Azra'ya çevirdim bakışlarımı. İkisinin de yüzünde onun konusu her açıldığında beliren o ifade vardı yine.

Biraz yaşanmışlık, biraz keder, biraz acıma...

"Sen bilirsin tabii. Sonuçta başarılı, hoş bir adam." diye konuyu değiştirmeye çalıştım gülerek. "Senaryoyu beğendiğimi iletirsin."

"Tamam..." dedi Azra, Sinem'in bir gereksiz laf daha etmeyeceğini anlamış gibi elini çekmişti ondan. Ardından, aklına heyecan verici bir şey gelmiş gibi gözleri parladı. "Sıkı dur! Sence bu dizinin erkek başrolü için kiminle görüşülüyor?"

Bir an durdum. Aklımda Azra'yı bu denli heyecanlandırabilecek tek bir isim vardı. "Timur Ertürk?"

"Oha ya!" diye söylendi Azra. Sürprizi açıklamadığı için morali bozulmuş gibiydi. "Tekte nasıl tutturdun?"

Derin bir iç geçirdim, bir de akıllı diye geçiniyordu. "Azra, Timur'un ağzında bakla ıslanıyor mu sence? Bana bir diziyle görüştüğünden bahsetmişti, sen de böyle heyecanlanınca tahmin ettim işte."

Timur Ertürk, yazın çekimlerini tamamladığımız Yeşilçam uyarlaması Senden Öte filmindeki erkek başrol, dolayısıyla partnerimdi. Beraber bir dizi setinde olduğu kadar zaman geçirmesek de Timur'un şaşkın tavırları ve sıcakkanlılığı, aramızda birkaç hafta içinde güzel bir dostluğun başlamasına neden olmuştu. Son konuşmamız birkaç gün öncesinde gerçekleşmişti, ona neler yaptığını sorduğumda bana sürpriz olacağını zannederek, "Bir iş var ama şimdi sana söyleyemem. Çok gizli." diyip sinsi sinsi gülmüştü. Ertesi gün ise Azra'nın beğendiği o yapımcıyla senaryonun elinde olduğu fotoğrafını sosyal medya hesabından paylaşarak kendini tamamen açık etmişti. Bana bunları sayıyla mı veriyorsun Allahım?

"Karmen!" dedi Azra heyecanla. "Belki Timur'la..."

"Sakın, Azra." dedim uyarırcasına kaşlarımı çatarak. "Bu konuyu sakın açma."

O, "Aman, iyi be!" diyerek tavırlı bir şekilde koltuğa yaslanırken ben ayaklandım. Senaryoyu orta sehpaya attıktan sonra gerinerek, "Yatmaya gidiyorum." dedim yorgun görünmeye çalışarak. Beni daha fazla bu konuda sıkıştırmalarını istemiyordum, yorgunluk ise güzel bir bahane gibi görünüyordu. Eğer böyle küçük yalanlara başvurmayacaksam oyunculuğum günlük hayatta ne işe yarayacaktı, değil mi?

"Şimdiden mi?" dedi Sinem şaşkınlıkla. Saate göz attığımda sekize geldiğini gördüm, normal şartlarda bu saatte yatmak için ölüyor olmam gerekirdi ancak bozuntuya vermedim. Gözlerimi ovuşturarak, "Evet evet, çok yorulmuşum ya." dedikten sonra sahte bir şekilde esnedim. "Ben kaçayım, olur mu?"

Azra, "Şimdilik." diye mırıldandığında onu duymazdan geldim. "Efendim?"

"Yok bir şey." dedi, ne yapmaya çalıştığımı anlamış gibi kısık gözlerle bakıyordu bana. "İyi uykular Karmen'ciğim...tabii uyku tutarsa."

Arkadaş değil cin mübarek.

Yutkundum. "Tutar, tutar." dedim başımı hafifçe sallayarak. "Buraları toplayın, olur mu? Olur. Bana iyi uykular. Size de."

Hızlı adımlarla kaçarcasına yukarı çıkarken, "Yemedim!" diye bağırdı Azra arkamdan. Biliyordum ancak bu, beni durdurmadı. Üst kata çoktan varmış olmanın rahatlığıyla, son basamağa oturuverdim. Ellerimden birini güç bulmak ister gibi trabzana sarmıştım.

Zamanında onun ellerinden güç aldığımı hatırladım. O davette, bana bir masalın ışıltısını vaat eden o balo salonunda ellerimi nasıl sıkıca tuttuğu geldi gözlerimin önüne. Sanki teninin sıcaklığı işlemiş gibi tenime, şimdi onun boşluğuyla ürperen avuçlarım hatırasıyla yandı. Bir de onu son görüşümü anımsadım. Dağınık saçlarını, beni dikkatle izleyen o zümrüt yeşili gözlerdeki hayâl kırıklığını...

Ben de kırılmıştım. Hayâllerimden değil, ruhumdan ve kalbimden.

Kaynamamıştı.

Göğsümdeki hisler, bir kaya gibi ağırlaştı. Başımı yasladım trabzana. Gözlerim bugün akıttığım yaşlara rağmen yanıyordu yine, elim ise trabzanı sıkı sıkı tutmaktan...Bir damla yaş, kederden soğuyan tenime bir ateş gibi düşüverdi. Ondan ayrı kaldığım her an gibiydi; içimi üşüten bir soğukluk, yakıcı bir sıcaklık.

Levent, o talihsiz gecede hayatıma anlayamadığım bir hızla girerken günler sonra onun etrafında dönüp duracağım bir yörüngeye hapsolacağımın farkında değildim. O yörüngenin bir adım ötesi cehennemdi. Bir adım berisi ise zemheri...

Ona her yaklaştığımda yazın heyecanını, ondan her uzaklaştığımda kışın kederini yaşatan güneşti o.

Ben, güneşimi yitirmiştim, bir ayrılık şiirinin zihnime kazındığı o sokak lambasının hemen altında. Ve şimdi, yörüngesiz bir gezegenden halliceydim; başıboş, nereye gideceğini bilmeyerek sonsuz bir boşlukta savrulan bir biçâre, sanki bir daha hiçbir zaman yolumu bulamayacakmış gibi umutsuz.

Sanırım gerçekten de bulamayacaktım.

Ben, sessizce içimi çekerken elimde tuttuğum telefon titremeye başladığında daldığım düşüncelerden sıyrıldım. Elimi trabzanlardan çekerek gözlerimde biriken yaşları sildikten sonra görüşüm netleşti. Arayan, tahmin edilemez biriydi.

Kalbim göğsümden çıkmak ister gibi çarparken telefonun titreşimde olmasına şükrederek hızlı adımlarla odama girdim ve kapıyı kapattım. Azra ve Sinem'in zil sesini duyup sorgulamaları isteyeceğim son şeydi. Elimi nefes almak ister gibi boğazıma götürdükten sonra, kendime bir kez daha düşünme fırsatı vermeden aramayı cevapladım. "Şinasi Dede?"

Henüz birkaç saat önce gördüğüm birinin beni araması aklıma yalnızca kötü düşünceleri getiriyordu. Ve onun sesi, bu düşüncemi doğrular gibi, "Kar-men..." diye kesik bir şekilde geldi. "Ya-yardım...et.."

Elim, ayağım güçten kesildi adeta. Korkudan donakalırken, "Şinasi Dede?" diye seslendim bir an sonra kendimi zorlayarak. Endişeden yutkunamıyordum bile. "Ne oldu? Sen...sen iyi misin?"

"Karmen..." dedi öksürerek, arkadan bir devrilme sesi geldiğinde yanıbaşımda olmuş gibi sıçradım yerimden. "Buraya...gelir...misin?"

Çantamı aramaya başlamıştım deli gibi, "Tamam...tamam geliyorum. Sen sakin ol, tamam mı? Neredesin?"

"Ev..." dedi. "Ev...de."

O öksürmeye devam ederken çantamın aşağıda olduğu aklıma geldiğinde durdum. Aynı anda aklıma bir başka detay daha gelmişti. "Ama Sıraç, Tanem...diğerleri nerede?"

Öksürüğü şiddetlendi. "Bilmiyorum...ki...kızım."

Arkadan kısık bir ses duyar gibi olduğumda, "Davet!" dedi heyecanla, kısa bir duraksamadan sonra birden yeniden öksürmeye başladı. "Da...vete...gittiler..."

Kaşlarım yavaşça çatılıyordu. Bu işin içinde bir bit yeniği olmasından kuşkulanarak, "Onları neden aramadın Şinasi Dede?" diye sordum. Derin bir nefesi şiddetle içine çekti. Sorumu cevaplamadan, "Ah...öl...ölüyorum." diye feryat etti yeniden. İçimde hiç hoş olmayan bir şüphe uyanırken arkadan hışırtı sesleri geldi. "Kızım...gel...lütfen..." dedi Şinasi Dede, tam, "Ama-" diye itiraz edecektim ki hışırtı arttı. Ben anlam veremezken, "Tünele giriyorum." dedi Şinasi Dede. Afalladım. "Tünel mi?"

"Ee...şey...beyaz ışık! Beyaz...ışığın...tüneli...ölüyorum..."

"Şinasi Dede-" diye söze girsem de lafım yeniden kesildi. "Kapatıyorum...kızım...gel...beni...bırakma."

Bir patırtı duyulduğunda endişeyle odamdaki sandalyeye çöktüm, tam o sırada arkadaki kişi yakınlaştığından olsa gerek, kısık ses daha belirgin hâle geldi. "Dede ne tüneli ya? O buranın yalanı mıydı?"

Duyduğum sesten emin olamayarak, "Şinasi Dede?" diye seslendim yeniden. "Ay!" diye bir nidâ duydum, ardından, "Kapatamadım mı şu mereti?" diye sessizce söylenmesinden sonra arama sonlandırıldı.

"Ya sabır!" diye sabır dilenirken içten içe biliyordum oraya gitmeden duramayacağımı. Şinasi Dede beni şimdiye kadar hiç gereksiz yere aramamış, yanına çağırmamıştı. Her seferinde bir söyleyeceği olurdu mutlaka. Aynı gün içinde araması ise içime bir kurt düşürmek için gayet yeterli bir sebepti, duyduğum tüm o sözlere ve kuşkularıma rağmen gidip ona bakmak istemem tam da bu yüzdendi aslında. Gerçekten de bir krizin ortasındaysa ve ona yardım edecek kimsesi yoksa...

Gidecektim. İçimi rahatlatmak için yapabileceğim tek şeydi bu.

Üstüme hızlıca elime geçen ilk kıyafeti, yani siyah, kısa bir tulumu geçirdikten sonra deri ceketimi aldım ve kapıyı sessizce açarak odamdan parmak uçlarımda çıktım, merdivenlerden salonu görecek şekilde birkaç basamak indiğimde Sinem'in telefonla oynadığını, Azra'nın ise orta sehpadaki tabakları ve poşetleri mutfağa götürdüğünü gördüm. Çantam kapının yanındaki vestiyerdeydi, kapı ise Sinem'in oturduğu koltuğun tam çaprazında kalıyordu. Lazer ışınlarıyla korunan bir odadan geçmek, Azra ve Sinem'in olduğu salondan geçmekten çok daha kolay olurdu eminim. Ancak ne yazık ki burada lazer ışınları değil, kardeşim ve arkadaşım bulunuyordu.

Onları atlatmak için ne yapabileceğimi düşünürken aklıma gelen hin fikirle heyecandan yerimde zıplamamı son anda durdurdum. Beni durduran merdivenlerde olduğumu hatırlamaktı, yuvarlanarak boynumu kıracağımı ve bu işe başlamadan öleceğimi düşünmek, bu sevinç gösterisinden feragat etmem için gayet yeterli bir sebepti.

Telefonumu cebimden çıkararak planımın ilk aşamasını gerçekleştirdim ve anneme mesaj attım.

Kime: Annem

Anne, benden duymuş olma ama Azra'nın bir sevgilisi var sanırım. Bana bir şey söylemiyor. Ağzını arasan olur mu?

Mesajı göndereli bir dakika olmadan Azra'nın telefonu o aşina olduğum melodisiyle çalmaya başladı. Bu melodiyi duymak sinirlerimi bozsa da bir süre katlanmak zorundaydım.

Sen misin ilacım
Ben kalbinde bi' kiracı
Yerleşicem sımsıkı ben...

Sanırım, beynimin neden böyle şarkılarla dolu olduğunu ve beni en olmadık anlarda neden rezil ettiğini anlamış bulunuyordum. Sıkıntım, sadece Azra'yla arkadaş olmamdı.

"Efendim, Feryal Teyze?" diye aramayı cevapladı sonunda Azra. O melodiden kurtulduğuma sevinirken, "Ne?" diye çığırdığını duydum. "Vallahi öyle bir şey yok!"

O, anneme açıklama yapmak için mutfağa giderken vakit kaybetmeden babama da mesaj attım. İlk dizimdeki rolümde olduğu gibi, kötü kahkahalar atmama ramak kalmıştı.

Kime: Babam

Baba, Sinem sanırım derslerini biraz savsaklıyor. Son günlerde pek okula gitmiyor. Onunla konuşur musun? Beni dinlemiyor.

Mesajı attıktan birkaç dakika sonra cevap geldi. Babamdan bekleyebileceğim kadar kısa ve özdü.

Kimden: Babam

Tamam.

Sinem'in telefonu da çalmaya başladığında, ekrandaki ismi görür görmez yayıldığı koltuktan sopa yutmuş gibi kalktığını gördüm. 39 Ayhan Alatlı'nın kızı olmak tam da böyle bir şeydi, emekli albay çocukları gibi, ismi bile mum ediyordu bizi.

Babamın albay olduğu düşüncesi beni titretirken aramayı cevapladı Sinem. "Efendim, babacığım?"

Babamın ne dediğini duyamasam da Sinem'i haşlamaya başladığının farkındaydım. Muhtemelen konuşmaya, Sinem'in bu bölümü okumak isteyip istemediğini sormakla başlamıştı.

"O ne demek ya? Tabii ki istiyorum, baba!" diye itiraz etti Sinem. Babamın bir sonraki sorusu, Sinem'in devamsızlık haklarıyla ilgili olmalıydı. Kardeşim, "Ne devamsızlığı?" diye sorgularken alt katta kalan odasına doğru ilerlemeye başlamıştı bile.

Bingo!

Bu planın başarıya ulaşacağını bilerek kalkışmıştım bu işe. Nedeni, Azra'nın da Sinem'in de telefonla konuşurken yerinde duramaması, hatta seslerinin duyulmayacağı bir yere gitme ihtiyacı duymalarıydı. Ne yazık ki annem Azra'yı saatlerce lafa tutabilirken babam için birkaç dakika kâfi gelecekti, işte bu nedenle avını kovalayan bir çita hızıyla merdivenleri indikten sonra vestiyerden çantamı ve ayakkabılarımı kaptığım gibi çıktım evden. Kapıyı sessizce kapattıktan sonra ayakkabılarımı verandada giydim, arabama ilerlerken tek dileğim Azra ve Sinem'in arabanın yokluğunu, dolayısıyla gittiğimi fark etmemeleriydi. Mutfak ve Sinem'in odası arka tarafta kaldığı için motor sesini belli belirsiz duyacaklarını biliyordum, bu nedenle giderken içim biraz daha rahattı ama gittiğimi sonradan fark edebilirlerdi işte.

Neyse ki, şimdi düşünmem gereken daha önemli bir şey vardı.

Arabaya sessiz olmaya çalışarak bindikten sonra motoru çalıştırdığım gibi iki hamlede park yerinden çıkarak sokağı terk ettim. Bana bir tür oyun oynadıklarını düşünerek kaygımı azalttığım yolculuğun ardından, henüz bugün geldiğim Özbek Mâlikânesi'nin kapısını güvenlik olmadan sonuna kadar açık görmek, endişelerimi yeniden alevleyen şeydi.

Issız, ışıksız bahçeye girdikten sonra arabayı durdurdum, kendimi hızla dışarı atarken gürültüyle kapattım kapısını. Koşarak evin dış kapısına ilerledim, zile bastığımda tek bir hareket dahi olmayışı boğazımı düğümledi.

Şinasi Dede...o...

Başımdan aşağı kaynar sular döküldü sanki. Kapıya vurdum ellerimle. "Açın, lütfen! Melike Hanım! Bülent Bey! Orada mısınız?"

Ne bir ses ne bir hareket vardı.

Endişeden ne yapacağımı bilemezken aklıma onları aramak geldiğinde, okyanusta boğulmak üzereyken bir tahta parçasına tutunmuş gibi hissettim kendimi. Ümitle telefona sarıldım ancak bir an sonra tüm umudum ellerimden kayıp gitti.

Hiçbiri...hiçbiri aramalarıma cevap vermiyordu. Kaygıdan nefes alamazken, "Düşün, Karmen!" dedim göğsümü nefes almamı kolaylaştırabilecekmiş gibi ovuşturarak. "Düşün, düşün!"

Tam volta atmak için döndüğümde, uzaktaki seraya çarptı gözlerim. Kapısı açıktı.

Şinasi Dede, bana daha önce defalarca söylediği gibi, canından çok sevdiği ve benden başka kimsenin girmesine izin vermediği o seranın kapısını asla açık bırakmazdı.

Oraya doğru koşmaya başladım. Şiddetli bir rüzgâr saçlarımı yüzüme doğru savurdu ancak bu, bana engel olmadı. İçimde fırtınalar kopuyorken ben koşmaya devam ettim. Kalbimin çarpıntısı kulaklarımı ele geçirecek kadar güçlüydü. Her bir atışını bir davulun sesi gibi, güçlü bir darbeyle duyuyordum. En sonunda, seranın kapısından içeri girdiğimde ayın şavkının vurduğu beyaz güller karşıladı beni. Artık onları diken kişiyi bildiğim için kokuları kalbime işleyen güllerin arasından kesik nefeslerle ilerledim. "Şinasi...Dede?"

Ne ses vardı ne de bir hareket. Gözlerim yanmaya başladı. Henüz bugün söylediği sözler geliyordu aklıma.

Sevgi, onu yaşarken sonsuz gelir.

"Şinasi Dede!" diye yeniden seslendim o koca serada. Ses gelmedi. O sessizlikte boğulan bendim oysa.

Elinden kayıp gittiğinde gerçeği anlarsın.

"Neredesin?" derken ağlamak üzereydim, görüşüm yaşlarla bulanıklaşırken o yaşları silecek gücü bile bulamıyordum kendimde. Her an bir yere yığılıp kalmış bedenini göreceğim diye ödüm kopuyordu. Benden yıllar yılı daha yaşlı olsa da kalbi beni arkadaş olarak kabul edebilecek kadar genç olan bu adamı kaybetmek istemiyordum.

Anlarsın ki...

"Dede!" diye seslendim yeniden. Gözlerimi kırptığım an göz pınarlarımda biriken yaşlardan biri esefle yuvarlandı yanaklarıma. Tam o an, bir kımıldanış hissettim ardımda, dikeni kalbime batan o güllerin arasında.

...bu dünyada sahip olunan her şey bir anda kaybedilebilir.

Hızla arkamı döndüğüm an, onu gördüm.

Sessizdi sera. Kendi içimde düştüğüm o çukur gibi karanlık. Aylardır süregelen bir bekleyişim vardı. O çukura doğacak bir ışık istemiştim yalnızca. Beni o çukurdan çok kendi karanlığımdan kurtaracak küçük bir ışık...

O an, seraya yalnızca hafifçe ay ışığı vursa bile içim, güneş doğmuş gibi aydınlandı. İçinde olduğum çukur şimdi aralarında olduğum o güllerin bahçesine dönüverdi onu gördüğümde. Duyamadığım sesi, benim kederli sessizliğimi bastıracak denli kuvvetliydi.

Titrek nefesini olduğum yerden duydum sanki.

Ben de titriyordum.

Ama senin hâlâ bir şansın var.

Ona, şimdi belli belirsiz gözükse dahi ezbere bildiğim o adama bir nefesi içime çeker gibi baktım.

Levent Özbek.

Tam karşımdaydı.

O şansı kaybetme, olur mu?

*

*Gitmem Gerek, Buray'ın 2015 yılında çıkardığı 1 Şişe Aşk albümünden bir parça.

**Bollywood, Hindistan film prodüksiyon merkezi için kullanılan, Bombay ve Hollywood kelimelerini birleştirerek oluşturulmuş terim.

***Özgürlük Heykeli, Amerika'nın New York şehrinde, Liberty Adası üzerinde yer alan bir heykel.

Merhabalar!

Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Size bir küçük duyuru yapmaya geldim: Bir Artı Bir yazarken istemsizce Evim'i aksattığımı fark ettim ve bu durum beni çıkmaza soktu. Bir Artı Bir'e devam etmek istiyor ancak Evim'i ihmal etmek istemiyorum; bu nedenle Bir Artı Bir biraz daha düzene girdikten sonra Evim'e de bir bölüm günü belirleyerek düzenli bölüm yayınlama kararı aldım. Bölüm günü belli değil şimdilik, sanırım Bir Artı Bir'de 20'yi aştıktan sonra kararlaştıracağım.

Bir Artı Bir'i yazmakta aktif olmamı yadırgayabilir ve Evim daha öncesinde yayınlandığı için ona öncelik vermem gerektiğini düşünebilirsiniz. Haklısınız da ancak Evim'e hiçbir zaman düzenli bölüm atamadığımı söylemem gerekiyor. Evim ilk yayınladığım kurgu olduğu için bazı şeyleri yanlış yapmam doğal, bu yüzden şimdi bir düzen oturtmaya çalışıyorum. Umarım anlayışla karşılarsınız.

Geleceğim'i ise şimdilik yayından kaldıracağım. Sınava hazırlandığım bir sene içerisinde 3 hikâyeye birden bölüm yazmamın mümkün olmadığını anladım. Askıda durmasındansa yayından kalkmasını ve hikâyelerden biri bittikten sonra devam etmesini daha uygun buluyorum. Geleceğim severlere bunun bir son olmadığını, yalnızca yayınlamayı ileri bir tarihe aldığımı tekrar belirtmek isterim.

Hikâyelerimle ilgili görüş ve önerilerinize her zaman açığım.

Sevgilerin en büyüğü benden...❤️

Continue Reading

You'll Also Like

GİRİFT By rose

General Fiction

46.2K 2.8K 51
"İntihar etmek için çok genç duruyorsun." Yüzümü buruşturarak arkama döndüm kimdi bu? Genç bir adam benim yaşlarımda duruyordu. Karanlık nedeniyle y...
71.1K 5.1K 9
Yol Arkadaşım'dan tanıdığımız Dilek ve İlker'in kısa hikayesidir. Okumak için önce Yol Arkadaşım'ı okumanız gerekmez. Kapakta kullanılan çizim Pascal...
105K 5.7K 26
Hayatımdaki şanslarını hepsini kullanmış olabilirim.Çünkü bunun bir tek böylece açıklması olabilir!. Sıkıntıdan telefonumdan rastgele numara sallarke...
18.4K 7.1K 46
Bütün sırlar ve yalanlar gün yüzüne çıkmaya mahkumdur, büyük günahların kefaretleri de büyük olur. Babası tarafından altı yıl önce hiç bilmediği bir...