GÖLGESİZ

By Ssibellasibell

987K 54.7K 10.3K

"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksin... More

BEN NARİN
BÖLÜM 1
BÖLÜM 2
BÖLÜM 3
BÖLÜM 4
BÖLÜM 5
BÖLÜM 6
BÖLÜM 7
BÖLÜM 8
BÖLÜM 9
BÖLÜM 11
BÖLÜM 12
BÖLÜM 13
BÖLÜM 14
BÖLÜM 15
BÖLÜM 16
BÖLÜM 17
BÖLÜM 18
BÖLÜM 19
BÖLÜM 20
BÖLÜM 21
BÖLÜM 22
BÖLÜM 23

BÖLÜM 10

31.5K 2K 322
By Ssibellasibell

Yıldıza bastıysak, yorumları hazırladıysak, çayımız, kahvemiz ve peçetelerimiz hazırsa başlıyoruz.

Canım Eda motivasyonun ve desteğin için teşekkür ederim. Bu bölüm senin için kız kardeşim. ❤️ Ve düzenleme için teşekkür ederim Pelom aynı zamanda senin için. ❤️❤️

Bölüm şarkımız: Volkan Konak-Göklerde Kartal Gibiydim
Şevval Sam-Hey Gidi Karadeniz

Elimdeki ateş ölçere bakıp yüzümü buruşturdum. "Yanıyorsun kızım sen." dedim şaşkınlıkla. Hilal'e bir kaç kere seslenmiş fakat cevap alamamıştım. Uykusunun ağır olduğunu düşündüğümden ilk başta hasta olduğunu anlamasam da elimi kazara  koluna koyduğumda vücut sıcaklığının normal olmadığını fark etmiştim. Hemen üzerindekileri çıkartıp ıslattığım bezi alnına ve koltuk altına koymuştum. Nurten teyzeye bakmaya gittiğimde onunda aynı şekilde olduğunu görüp Hakan'a haber vermiştim. Hakan aile hekimini arayıp alınması gereken ilaçları sormuştu. O eczaneye giderken ben Hilal ile Nurten teyze arasında mekik dokuyordum.
 
"Nurten teyze de hasta olmuş."
 
"Hıı..."
 
"Abin ilaç almaya gitti şimdi."
 
"Hımm..."
 
"Ben de sıcak bir çorba yapacağım şimdi size."
 
"Hıhı..."
 
Mırıltılarla konuşmaya çalışan Hilal'i tek başına bırakmak istemesem de çorba yapmak için kapıya yöneldim.
Elinde ilaçların olduğu poşet ile odaya girmeye hazırlanan Hakan'a çarpmama ramak kala, Hakan'ın bir adım gerilemesi ile çarpışmaktan son anda kurulmuştuk. Sesli bir nefes verirken imalı gülümsemem ile Hakan'a baktım. "Zıt yönlere gittiğimiz için sürekli karşı karşıya kalıyoruz teğmen...
Fark ettiniz mi? " diye sordum. Tanışmamız çarpışma ile olmuştu az kalsın vedamızı da çarpışma ile yapacaktık. Bu evde kaldığım süre boyunca çıkmak üzere olduğum her kapının arkasında içeriye girmeye hazırlanan bir Hakan vardı.

"Zıt yöne giden iki kişi, birbirlerinin bulunduğu noktaya geldiklerinde karşılaşmış olurlar. Karşı karşıya kalmış olmazlar." diye yanıtladı beni öğretmen edasıyla.
Ben zıt yönlere gittiğimizi vurgularken o karşılaştığımızı vurgulamıştı. Karşı karşıya kalmak ne kadar düşmancaysa, karşılaşmak bir o kadar dostçaydı.

Hakan üzerine beyaz tişört giyerken, altında gri bir eşofman vardı. Saçları hafif dağınıktı ancak bu haliyle bile Yunan heykellerine benziyordu…

"Peki komutanım siz nasıl derseniz öyle olsun." dedim emir kabul eden asker edasıyla.
 
Dudaklarını birbirine bastırıp beni takdir edercesine kaşlarını kaldırdı. Gerçekten bu adam itiraz sevmiyordu! Söylediği ve istediği her şey kabul görmeliydi. Hep bu kadar baskın bir adam mıydı yoksa askeri disiplin mi onu böyle yapmıştı merak ediyordum.
 
"İtiraz sevmiyorsun değil mi?" diye sordum kollarımı birbirine bağlayarak.
 
Alt dudağını ağzının içine yuvarlayarak, kaşlarını kaldırdı, sonrasında baştan aşağı beni süzerek ellerini gri eşofmanının içine koydu. "Sende zorluk çıkarmayı seviyorsun." dedi. Sormadı, onay istemedi direkt teşhisini yaptı.
 
"Cık... " gibi bir ses çıkardım yüzümü buruşturarak. "Bana ne yapılacağının söylenmesinden hoşlanmıyorum." dedim ona meydan okuyarak.
 
Gülümsedi, bu neşeden uzak imalı bir gülüştü daha çok. Bana doğru bir adım attığında ayak parmak uçlarımız birbirine değdi. Kollarım çözülürken iki yana düştüler.
 
Bu silahsız kalmak mıydı?
 
Hafifçe bana doğru eğildiğinde genzime dolan kokusu yüzünden nefesimi tuttum.
 
Bu teslim olmamaktı.
 
"Narin... Ben askerim." dedi kulağıma eğilerek. Sesi fısıltıdan ibaretti. "Emirler veririm, emirler alırım."
 
Yutkundum. Vücudunun ısısını bedenimde hissediyordum. Bir yere tutunma ihtiyacı hissediyordum ancak ona dokunamazdım, dokunmamak içinde adeta savaş veriyordum! Herkesin savaşı başkaydı ve herkes kendi savaşında komutandı.
 
Başımı hafifçe sola çevirdiğimde yeni çıkmaya başlayan sakallarını yüzümde hissettim…
 
Yutkundu.
 
Hafifçe parmak uçlarımda yükseldim. "Kimden emir alırsınız teğmen" diye fısıldadım aynı onun gibi. Kimlere emir verdiğini biliyordum ancak sanki Hakan'ın üstü olsa bile kimseden emir almıyormuş gibi bir havası vardı.
 
 Ona fazla yaklaştığımı sakallarını boynumda hissettiğimde anladım. Tesiri altında kaldığımı anlamasın diye cesurca bir harekette bulunmuştum ancak bu yine benim aleyhime sonuçlanmıştı, sakallarını boynumda hissettiğimde içimden bir şeylerin akıp gittiğini hissettim.
 
Bu kendi kalbine sıkmaktı…
 
Hakan geri çekilmeye başladığında sakalları tekrar yanağıma değdi. Saçlarım sakallarına takılırken birbirlerinden kopmak istemediklerini düşündüm ve en sonunda benden tamamen uzaklaştığında üşüdüğümü hissettim. Hakan bende bir boşluğu dolduruyordu, bu neyin boşluğuydu bilmiyordum ancak Hakan orayı doldurduğunda bir boşluğa sahip olduğumu anlıyordum.
 
Göz göze geldiğimizde "Bana emir verecek kadar üst rütbede olanlardan Narin." dedi.
İlk başta neyden bahsettiğini anlamadım, gözlerine o kadar dalmıştım ki sorduğum soruyu ancak hatırlayabildim.
 
Alaycı bir tavırla gülümsedim. "Anlıyorum teğmen, umarım bir gün üstünlük kompleksinizden vazgeçer ve insanları kendiniz ile eşit görmeye başlarsınız zira herkesin rütbesi yok bu hayatta." Dedim dik bir tavırla.
 
Gözleri neredeyse yüzümün her bir noktasında dolanıp gözlerimde durdu. Karşılık vereceğini sandım ancak öyle olmadı, bana sırtını dönüp odasına çıkan merdivenlere yöneldi. Resmen arkasından bakakalmıştım. Hakan'ın ne zaman ne yapacağını yada ne söyleyeceğini kestiremiyordum, bana cevap vermesini beklerken hiç bir şey söylemeden gitmişti. Kendime itiraf etmek her ne kadar zor olsa da Hakan ile laf yarıştırmayı seviyordum.
 
...
 
"İstersen kalabilirim." dedim içten bir tavırla. Çünkü gerçekten gitmekten vazgeçmek üzereydim onları bu halde bırakırsam aklım kalacaktı.
 
Hilal'e uzattığım çorba dolu kaşığı içerken "Yok yok çorba ve ilaçlar iyi geldi, daha iyi hissediyorum kendimi." dedi aynı içtenlikle. Sesi dünden daha beter hale gelmişti. Ateşinin biraz olsun düşmesi beni daha iyi hissettirse de içim tam olarak rahatlamıyordu. "Hem sana da buluşmasın, abim var nasılsa o bakar bize. Şimdi sana nazlanmaya kıyamam ama abimin canını okurum." dedi hin bir gülüşle. Küçük bir kahkaha atıp "Hasta halinle bile hinlik peşindesin." dedim imalı bakışlarımı saklamadan. 
 
Tam kahkaha atmaya başlamıştı ki öksürük krizi kahkahasına gölge düşürmüştü. "Ayy Hilal! sen çok kötü öksürüyorsun." dedim panikle.  Okulların açılmasına yirmi altı gün kalmıştı, gitme işini erteleyebilir hatta planlarım arasından tamamen çıkarabilirdim. O eve gidip üvey babamın yüzünü görmeye meraklı değildim ama bavulumu güncellemem, kişisel bakımımı yapmam gerekiyordu. Kıyafetlerimi Eren'den istesem, bakımlarımı da burada yaptırsam sorun aslında  çözülmüş olacaktı. "Bak şöyle yapalım, ben kıyafetlerimi Eren'den isteyim, bakımı da burada hallederiz." dedim ikna edebilmek için.
 
Hilal uzattığım suyu içerken nefesini dengelemek için derin bir soluk çekti içine. "Ay ne öksürdüm, ciğerim çıkacak sandım." dedi bıkkınlıkla. "Şimdi can içim. Evdekilerin senin nerede olduğunu dert etmediğini biliyorum, sende gitmek istemiyorsun... yani istiyorsun da istemiyorsun, neyse... Babanın..."
 
"Üvey babamın..." diye düzelttim onu.
 
"Evet, üvey baban... Onun sağı solu belli olmaz. Nerede bu kız eve uğramıyor diyeceği tutar... Git bir görün." dedi. Haklıydı, annemin kocası sağı solu belli olmayan, canının istediği gibi davranan huysuz, duygusuz adamın tekiydi. Bir anı bir anını tutmaz, ne zaman ne yapacağı belli olmazdı.
 
Dudaklarımı maalesef der gibi birbirine bastırıp istemeye istemeye onayladım Hilal'i. Elini elimin üzerine koyup "Yine de sen canın nasıl istiyorsa onu yap, kapım sana hep açık. Benim için planını bozma istiyorum sadece." dedi içten bir tavırla.
 
Gülümsedim, hasta haliyle bile beni düşünüyordu. Kan bağımız olmayan bir insanı çok sevmek bana hep garip gelmişti. Belki doğru dürüst arkadaşım olmadığı için belki de aile içinde sevilmediğim için böyle bir bağın var olabileceğini bilmiyordum. Kan bağım olan insan bile beni sevmezken, dışarıdan böyle bir sevgi görebileceğimi tahmin edemez ve hatta hayalini bile kuramazdım. Bence insan bildiği şeylerin hayalini kurabilirdi…
 
Çocukken çok içime kapanıktım, kolay kolay kimseyle konuşmaz hatta oynamazdım. O kadar yalnızdım ki kendi kendime oynar, kendi kendime konuşurdum. Bir keresinde düşüp dizimi kanatmıştım, canım o kadar çok yanmıştı ki yarım saat kendi başıma ağlamış sonrada sanki başkası yanımdaymış gibi dizimi öpüp "Ağlama bak geçti." demiştim. 
 
O günden sonra bunu bir çok kez tekrarlamış ve alışkanlık haline getirmiştim. Yalnızlığım ile ancak bu şekilde başa çıkabiliyordum. Kendimi teselli ediyor, seviyor ve akıl veriyordum. Bu durumum , ilkokul öğretmenim fark edip anneme söyleyene kadar devam etmişti. Annem "Sen deli misin?" diye o kadar çok dövmüştü ki beni, değil kendi kendime konuşmak uzunca bir süre başkasıyla bile konuşmamıştım.
 
Derin bir nefes alıp "Maalesef öyle haklısın ki..." dedim bezgin bir tavırla. Bazen o aile içinde nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum…
 
"Abim seni otobüse kadar bırakır." dedi aynı içten tavırla.
 
Elini avucumun içine alıp hafifçe sıktım. Bu kendimce onu sevdiğimi söyleme şeklimdi. "Tamam ama seninle kavuşmak için gün sayacağım." dedim bağsız kardeşime.
 
Gülümsemesiyle bana karşılık verip elimin üstüne iki kere vurdu. Bu da onun bende seni seviyorum deme şekliydi.
 
"Ben o zaman taksi çağırayım. Hakan yanınızda dursun ne olur ne olmaz tek kalmayın." dedim kalkmak üzere toparlanarak.
 
Hilal kolumdan tutup ben daha kalkamadan beni durdurdu. "Olur mu öyle şey." dedi teessüf ederim der gibi. Ben tam olur diyecekken Hilal boğazının ağrısına aldırmadan "Abi..." diye bağırdı. Sesi çok yüksek çıkmasa da Hakan onu duymuştu.
 
Hilal’e kötü olduğunu düşündüğüm bakışlarımı gönderirken Hakan içeri girdi. Konunun benimle alakalı olduğunu hissetmiş gibi odaya girer girmez göz göze geldik.
 
Sesli bir nefes verirken "Benim fikrim değildi." dedim peşin peşin.
 
Çatılan kaşlarının ardında kalan bakışları Hilal’e döndü. Göz kırpıp hayırdır der gibi başını hafifçe sağa sola salladı.
 
"Narin gidiyor bugün biliyorsun." diye söze girdi Hilal.
 
Hakan kısa bir an bana bakıp sesli bir nefes verdi. Bakışları tekrar Hilal’i bulduğunda net bir sesle "Evet." dedi. Gözleri buz gibi olmuştu sanki, soğuk ve keskin.
 
"Ben taksi çağırayım dedim ama..."
 
"Ben bırakırım." dedi sözümü keserek. O kadar keskin ve net söylemişti ki bakışlarımı daha keskin yoksa sözlerimi karar verememiştim. Benim daha dudaklarım kapanmadan son sözü söylemişti. Sesli bir nefes verip "Peki..." dedim çok fazla uzatmadan. Bu evdeki herkes çok inatçıydı.
 
Konuşmamız bitmişti ancak ne o bakışlarını benden çekmişti ne de ben ondan. Aramızda oluşan kısa süreli sessizlikten sonra "Hazır olunca haber ver, bende o sırada anneme bir bakayım." dedi Hakan elini ensesine götürerek. Onu rahatsız eden bir şey olduğu belliydi ancak bunu dillendirmeyeceğine emindim. Gidecek olman onu üzüyor olabilir mi Narin?
 
Hayır tabiki olamaz!
 
İçimde kira vermeden yaşayan hayalperest sesi susturup "Olur Hilal ile vedalaşıp gelirim." dedim.
 
Hakan odadan çıktıktan sonra Hilal’e dönüp "Veda vakti geldi." dedim buruk bir gülümseme ile. Sanki kısa bir süre sonra bir araya gelmeyecekmişiz gibi buruktum.
 
Hilal gözlerini devirip "Ne vedası abartma, ne kaldı şurada okulun açılmasına." dedi benim duygusallığıma tezat bir rahatlıkla.
 
Küçük bir kahkaha atıp "Beni sevmediğini düşünmeye başlayacağım." dedim sahte bir alınganlıkla.
 
Her ne kadar kahkaha atmaya çalışsa da öksürük krizi ona pek izin vermemişti. Hasta olduğu için sarılmak istemese de sımsıkı sarılıp yanaklarından öptüm. Eğer bu hayatta tanıştığımız insanları biz seçiyorsak, yaptığım en iyi seçim kardeş ve arkadaş seçimimdi. Babamı seçtiğim içinde hiç bir zaman pişman olmazdım ancak birlikte geçirdiğimiz süreyi iyi bir seçim olarak değerlendiremezdim.
 
"İndiğinde haber ver kesin." dedi Hilal buruk bir tonla. Birlikte geçireceğimiz saniyeler azalırken onunda buruklaştığını görebiliyordum. Hilal’in bana göre nispeten daha iyi bir aile hayatı vardı ancak o da babasını çok erken kaybetmişti. Abisi vardı ancak onu yılda bir ancak görebiliyordu, onun için hep endişeliydi.
Bir keresinde karargahlarına saldırı yapıldığı haberini yurttayken almıştı, sabaha kadar uyumamış, abisinden iyi bir haber alabilmek için dualar etmişti. Onun ağlaması gerekirken, ben ağlamıştım. O zamanlar Hakan'ı sadece fotoğraflardan tanıyordum ancak en yakın arkadaşımın abisi olması onu bende hep özel kılmıştı.
Ağlamam Hilal'ı o kadar öfkelendirmişti ki onu hiç bir zaman bu kadar ciddi ve sinirli görmemiştim. Bana abisi şehit olsa bile ağlanmaması ve düşmanın sevindirilmemesi gerektiğini söylemişti. Onun ne kadar güçlü bir kadın olduğunu o zaman anlamıştım. Hilal, asker kardeşiydi her daim güçlü olması gerekiyordu. Hilal bu bilinçle büyümüş eğlenceli yanının aksine kendisine katı ve güçlü bir yön daha yaratmıştı.
"Ailen seninle gurur duyuyordur." dedim aklıma doluşan anından dolayı. Onun söylediğiyle hiç alakası olamayan bir cevap vermiştim haliyle bu onu şaşırtmıştı. Önce kaşlarını çatmış sonra gülümseyerek "Kim bilir neye dayanarak söyledin bunu. İstersen gitmeden abime sor benimle gurur duyuyor mu?" dedi muzip bir sesle.
Hafifçe kıkırdadım "Olur sorarım abine." dedim aynı onun gibi muzip bir sesle.

"Kim ne soruyor bana?" diyen sesle kapıya doğru döndüm. Hakan üzerini değiştirmiş ve tüm şıklığı ile kapıda beni bekliyordu. Siyah gömlek ve siyah kot pantolonu beyaz tenini daha ön plana çıkarmıştı sanki. Saçları nizamı bir şekilde taranmış ve gören herkesi kendisine hayran bırakacak güzelliğe bürünmüştü.
Kaşlarım istemsizce gözlerimin üzerine düşmüştü "Terminale gitmek için fazla şık değil misin sence?" diye sordum kendimi tutamayarak.

"Soru bu muydu?" dedi kaşlarını yukarı kaldırarak. Sorunun bu olmadığını elbette biliyordu ancak zannediyorum ki sanane diyemediği için geçiştirmeyi tercih etmişti.
Sesli bir soluk verip "Soru yok, geliyorum." dedim çantamı omuzuma asarak.

Tam Hilal’e tekrar sarılmak için hamle yapmıştım ki eliyle beni durdurdu. "Bir kere daha bana sarılıp öpersen hastalığı garantilemiş olacaksın." dedi sitemli bir sesle. Gülümseyerek "Peki peki tamam." dedim.

Eliyle avcunu öpüp bana doğru üflediğinde gülümsemem genişledi. Aynı şekilde Hilal’e karşılık verdikten sonra terminal için fazla şık olan Hakan'a doğru yürüdüm. Göz göze geldiğimizde sanki kitleniyor ve gözlerimizi birbirimizden alamıyorduk.

Hakan'ın tam karşısında durduğumda maviliklerine son kez baktığımı biliyordum. Bir daha karşılaşacağımıza söz vermiştik ancak hayat her zaman bizim plandığımız gibi gitmeyebiliyordu, bu yüzden söz vermek aslında çok da mantıklı değildi. Hayatta hiç bir şeyin garantisi yoktu, sözlerin ise hiç yoktu.

Yüzünün her bir noktasında gezdirdim gözlerimi. Yüzünün tam ortasına nizami bir şekilde yerleştirilmiş burnu, sarı ama gür kaşları, kirli sakalı, Gür kirpikleri ve kırmızı dolgun dudakları... Çok güzeldi bir erkeğe göre fazla güzeldi. Onun güzelliğini gören düşman hemen teslim olmuyor muydu?
Nasıl düşman olabilirdi ki insan bu güzelliğe? Nasıl kaybolmazdı insan maviliklerinin derinliklerinde...

Boğazımı temizleyerek bakışlarımı ondan çektim ancak o bir kaç saniye daha baktı yüzüme. Acaba o benim yüzüme bakınca ne düşünüyordu? İnatçı kıvırcık saçlarımı beğenmiş miydi mesela? Bilmiyordum, ancak öğrenmeyi öyle çok isterdim ki...

Hakan hafifçe geri çekildiğinde odanın kapısından çıktım. Bir kaç adım attıktan sonra Nurten teyze ile vedalaşmadığımı hatırlayarak arkamı döndüm. Hakan’ın arkamda olduğunu unutarak yapmış olduğum bu hamle yüzünden az kalsın çarpışacaktık. Ben kocaman bir kahkaha atarken, nadir zamanda ortaya çıkan gamzesi serildi gözlerimin önüne.

"Sen yokken kiminle çarpışacağım ben?" diye sordum dudaklarımı birbirine bastırarak.

"Mümkünse hiç kimseyle." diye yanıtladı beni kaşları çatarak. Parmaklarımla kaşlarını düzeltip

"Ben yokken gülmeyi unutma." dedim gülümseyerek.

Gülümsememe, gülümseyerek karşılık verdi. "Olur unutmam."
...
Nurten teyze ile vedalaştıktan sonra Hakan ile birlikte yola çıktık. İkimizde sessizdik, arabayı Hey gidi Karadeniz şarkısı dolduruyordu.

Hey gidi Karadeniz
Doldi da taşamadı
Etmigelum sevdaluk
Edenler yaşamadı...

Sözlerine daha fazla tahammül edemediğim için radyoyu kapattım. Sözlerini Hakan yazmış gibiydi, o da bir ilişki yaşarsa yarım kalma ihtimalini düşünüyordu oysa sonunu bilmediğin bir hikayeye kendince bir son biçmek delilikti. İnsan neye inanırsa sonunda onu yaşıyordu.

"Niye kapattın?" diye sordu gözlerini yoldan ayırmadan.

"Kaşlarını çatmaktan alnında kırışıklıklar oluşacak." dedim onun söylediğinden bağımsız. Bakışlarımı camdan ayırmamıştım ancak kaşlarını çattığına emindim.

"Ne?"

"Kaşlarını diyorum, o kadar çatma."

"Sorum ile bunun ne ilgisi var?" Onun bakışları bana dönse de ben ısrarla ona bakmıyordum.

"Müslüm Gürses, Güllü, Bergen falan da dinliyorsundur sen şimdi."

"Ne dinleyeceğim başka? Saçma pop şarkılarını mı?

"Serdar Ortaç Karabiberim gayet güzel bir kere."

Sesli bir soluk verip radyoyu tekrar açtı. Bu sefer radyoda Volkan Konak Göklerde Kartal Gibiydim şarkısı çalmaya başladı. Bu sefer benim memnuniyetsiz homurtularım doldurdu arabayı. Dinlediği radyo Karadeniz şarkılarının, türkülerinin olduğu bir radyoydu. Radyo da çalacak şarkıları düzenleyen her kimse mutsuz birisi olduğu belliydi. İnsan hiç mi canlı bir şeyler çalmazdı. Karadeniz'in pusu yetmezmiş gibi birde şarkısının içimizi karartmasıyla uğraşıyorduk, Karadenizli olmak zordu.
 
...Yar olmadı bana devir
Her günüm bir başka zehir
Mapushanelerde demir
Parmaklıklara sarıldım.
Mapushanelerde demir
Parmaklıklara sarıldım.
Kimseye soramadım.
Doyunca saramadığım
Görmeden duramadığım.
Nazlı yarimden ayrıldım...
 
"Of Of Of." dedim yüksek bir sesle. Hakanın şaşkın bakışları ile benim keskin bakışlarım buluştu.
"Sen mutsuz olmaya yemin mi ettin?" dedim öfkeli bir sesle.
Radyoyu tekrar kapattım.

"Ne!?"

"Dinlediğin şarkılar, ettiğin sözler... Her şey o kadar umutsuz ve o kadar karamsar ki mutsuz olmaya bağımlı gibisin." dedim sitemle. Hakan'ın bakış açısı o kadar kötüydü ki, onun baktığı pencerede dünya buz gibiydi, soğuktu, merhametsizdi. Hayatta her şey vardı, tek bir yönden bakıp sadece kötülükleri görürsen, dünyada sadece kötülüklerin var olduğuna inanırsın. Hakan mesleği gereği çok fazla şey görmüş ve yaşamış biriydi, yaşayacağı her şeyin bu gördükleri gibi olacağını düşünüyordu oysa ki hayatta her şey vardı bu yüzden insan ne kendisini kandıracak kadar Polyanna ne de umutsuz olacak kadar soğuk bakış açısına sahip olmamalıydı.
 
"Ben gerçekçi bir insanım Narin, hayat çiçeklerden böceklerden ibaret değil!" dedi yüksek bir sesle.
"Hayır, sen mutsuzluğun tek gerçek olduğuna inanıyorsun. Mutlu olmayı o kadar bilmiyorsun ki, bu bilinmezlik sende korku yaratıyor. Sen bildiğin mutlu olmaktan korkan, mutlu olursan o mutlulukla ne yapacağını bilmeyen birisin!" dedim en az onun kadar yüksek bir sesle.
 
Mutlu olmaktan da korkardı insan. Mutsuz olmak kolaydı, sonunda hayal kırıklığı yaşamazdın. Hayatın acımasız olduğundan şikayet etmek, hayatta mutluluk adına beklentiye girmekten daha kolaydı, bu belki her insan için geçerli değildi ancak Hakan için kesinlikle geçerliydi. Hakan  hayatın zorluklarına ve işinin zorluklarına alışabilmek için kendisine mutluluğu yasaklamıştı.
 
Hakan her ne diyecekse sağanak yağmurun bir anda bastırmasıyla direksiyon hakimiyetini kaybetmemek adına yola odaklandı ancak yağmur o kadar inatçıydı ki durmak zorunda kaldık.
 
"Otobüsün kaçta?" diye sordu yüzüme bakmadan.
 
"Niye yüzüme bakmıyorsun?" diye sordum baskın bir sesle.
 
"Sorduğum sorulara alakasız cevaplar vermeyi kes!" dedi bağırarak.
 
"Sesinin desibelini yükseltince haklı olmuyorsun!" diye bağırdım onun kadar yüksek bir sesle.
 
Yükselen sesim karşısında gözlerini yumdu, ellerini öyle bir sıkıyordu ki bembeyaz olmuştu. Derin bir nefes alıp gözlerini açtı. "Ben biraz hava alacağım." dedi. Her ne kadar öfkesini gizlemeye çalışsa da ses tonundan öfkeli olduğunu anlıyordum. Kapıyı açmaya yöneldiğinde kolundan tutup "Saçmalama havayı görmüyor musun, sırılsıklam olursun." dedim panikle.
 
Dilini dudaklarının üzerinde gezdirip "Gül Hakan, mutlu ol Hakan, arabadan çıkma, ıslanma Hakan... Başka bir emriniz var mı Narin Hanım?" dedi imalı bir tavırla. Öfkeliydi, çok öfkeli. Öfkesini dizginlemeye çalışsa da başarılı olamıyordu.
 
"Bazı şeylerin söylemi çok kolay ancak yapabilmesi zor biliyorum ancak..."
 
"Hiç kollarının arasında ölen birisi oldu mu?" diye sordu lafımı bölerek. Sorusu karşısında donup kaldım. Böyle bir şey olsa aklımı kaçırırdım.
 
"Kimdi?" diye sordum yutkunarak.
 
O da yutkundu, kısa bir durup öyle cevap verdi. "Bana emanet olan bir askerim... çocuklarını, karısını bana emanet ederek öldü... Sadece o da değil, bir çok ölüm gördüm Narin... Ben hayatın hep mutsuz kısmını gördüm, ölüm kısmını... son kısmını... Hangi  mutluluk? Hangi umut beni hayata bağlayabilir? Dahası böyle şeylerin olduğuna beni kim inandırabilir? Ölüm de, umut olmaz Narin... Ölümü bir kere gören birisi artık umutlu olamaz…Herkes hayatta gördüğü şeyler doğrultusunda değerlendirir hayatını. Benim gördüklerim, duyduklarım bana başka seçenek bırakmadı. Mutlu ol derken sence de acımasız olmuyor musunuz bana karşı?"
 
Dudaklarım bir şey söyleyebilmek umuduyla açıldı ancak başarılı olamadı, dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözlerim doldu ancak akmasına izin ivermedim. Konuşsam sesim titreyecekti, sustum dudaklarım titredi. Derin bir nefes alıp gözlerimi yukarı diktim. Karşısında ağlamamalıydım. Yükü çok ağırdı, her askerden kendi canı kadar sorumluydu, askerlerinin geride bıraktığından sorumluydu, ailesine karşı sorumluydu. Şehit mertebesine ulaşmak ve yaşamak arasındaki ince çizgide omzundaki yükler ile nefes almak zorundaydı.
 
Bakışlarımı gözlerine indirdim. Konuşmadı, konuşmadım. Sadece birbirimize baktık. Berrak bir gökyüzünü andıran bakışlarına sis çökmüştü sanki, bulutlar yağdı yağacaktı.
 
Yapmamam ama yapmak için can attığım bir şeyi yaptım. Hakan'ı öptüm. Kısa bir an şaşkınlık yaşasa da belimden tutup beni kendine çekerek, öpüşüme karşılık verdi. İç güdüsel miydi anlayamıyordum ancak bana karşılık vereceğini içimde bir yerlerde biliyordum. Kendimde pişmanlık ve utanç kırıntısı aradım fakat yoktu.

Ellerimi yanaklarına götürüp öpüşümü derinleştirdim. Cama vuran ve gittikçe hızlanan yağmur sesinden başka bir ses yoktu arabada. Dudaklarının sıcaklığı, dudaklarımın sıcaklığı ile buluşunca alev almışız gibi hissettim. Dili dudaklarımın arasından sızınca onu memnuniyetle karşıladım. Hakan'ın elleri vücudumu keşfetmek istercesine, bedenimde gezinmeye başladığında öpüşmemiz mümkünmüş gibi daha da derinleşti.

Bedenlerimiz daha evvelden birbirine aşinaydı sanki, öyle uyumluyduk ki bunun ilk kez olduğuna kendimi ikna edemedim. Eğer bu hayatımdan önce başka hayatlar daha yaşadıysam muhtemelen her yaşamımda onu öpmüştüm. Ne kalbim ne bedenim Hakan’ı birazcık olsun yabancılamadı, aksine çoktandır onu bekliyormuş gibiydim.
 
Ellerimi yanaklarından çekip omuzlarına koydum. Dudaklarımız birbirinden ayrılsa da biz birbirimizden ayrılamadık. Alnını alnıma koydu, ikimizde nefes nefese kalmıştık. Nefesi dudaklarımdan içeri sızarken "Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok."  dedi umutsuzca.
 
"Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim zikretmese de kalbim senin adınla çarpar..." dedim üzerine basa basa "Olmasın ayak izin ben kokundan anlarım geçtiğin yolları..." diye devam ettim sözlerime. İkimizde kilitlenmiş gibi birbirimizin gözlerine bakıyorduk. Sesim o kadar netti ki, kısık sesle konuşuyor olmam bile anlaşılmaz gelmiyordu. "Varsın olmasın gölgen benim gölgem ikimize de yeter!" dedim kararlılıkla.
 
"Beni mutluluğun olduğuna inandırıp gidersen..."
 
"Gitmem!" dedim lafını bölerek.
 
"...Gidersen, beni öldür öyle git."

Gitmezdim, gidemezdim. Sanki yıllarca onu aramışımda ne aradığımdan habersizmişim.

Belki de kalbimde hissettiğim eksikliğin sebebi buydu; kalbim eksik olduğunu biliyor ve eksik olan yarısını tanıyordu, onu arıyor ancak bulamıyordu. Kavuşma süresi arttıkça yükü ve yalnızlığı artıyordu. Niyetinde gözüm gördü, gönlüm açıldı ve kalbim vuslata erdi.

BÖLÜM SONU...

Continue Reading

You'll Also Like

2.8M 144K 16
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.
3.9M 242K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...
11.4K 81 78
Tamamlanan ve devam eden TAEKOOK fic önerileri
4.9M 229K 52
"Ulan bari Polat de." dedi. Sesi yalvarır gibi çıkmış gözleri beklentiyle doluydu. "Mirza demiyorsan deme ama en azından Polat de." "Sen yengeye Eli...