Zehirli Sarmaşık

By pandalarvepapatya7

5.2K 388 443

Ben şeytanın ateşiyle büyüyen ve şeytanın ateşiyle yanıp kavrulan Firuze. Sadece Firuze. "Öleceğim, çok acıy... More

1. Bölüm: "Şeytanın Yuvası"
2. Bölüm: "Sessizliğin Sesi"
3. Bölüm: "İlk Perde"
4. Bölüm: "Şeytanın Zehri"
5. Bölüm: "Kanlı Kadeh"
6. Bölüm: "Efsun"
8. Bölüm: "Yok Oluş"
9. Bölüm: "Gülen Yüzler ve Yaralar"
10. Bölüm: "Yalancı Maskeler"
11. Bölüm: "Zemheri "
12. Bölüm: "Ölümle Yaşam Arası"
13. Bölüm: "Ölümden Daha Soğuk"
14. Bölüm: "Canavarın Kırık Kalbi"
15. Bölüm: "Kül'lerinden Doğan"
16. Bölüm: "Suçlu Kalplerin Çığlığı"
17. Bölüm: "Savaşta Doğan Bebekler"

7. Bölüm: "Soğuk Savaş"

262 26 7
By pandalarvepapatya7

Yedi....... Hoşgeldiniz! ^^

İyi okumalar! :)

Bize bir şarkı bırakır mısın?

Sol taraftaki yıldıza dokunarak varlığını bana hissettirmeyi unutma askk! <3

<3

Koşuyorum.

Cehennemin içinde şeytandan kaçıyorum.

Bileklerim de ateşten demirler bedenime yapışmış ve o yanık kokusunu şeytana armağan ediyordu.

Şeytan acıyla besleniyordu. Şeytan acıyla yaşıyordu.

Dudaklarımdan şehvetin rengi oluk oluk akarken gözlerimi sıkıca kaptım. Şeytanın bakışları ile karşı karşıya gelmek demek, ölümü bütün soğukluğu ile sarmalamak, karanlıkta kalmaktı.

Omuzlarım kaybetmenin verdiği mağlubiyet ile çökmüş, her insanın soğuk hançeri sırtıma saplamasına izin vermişti. Doktorun sesi kulaklarıma geliyordu fakat ağzımdan çıkan sıvı beni gerçeklikten soyutluyordu. Koluma giren iğnenin sivri ucunu hissederek gözlerimi açtım. Üzerimde ki mavi hastane kıyafeti kanımla kirlenmişti. İçimin sökülüp dışarıya çıktığını hissettiğimde hızlıca doktorun koluna tutundum. "Firuze," dedi ne diyeceğini bilmiyor gibi. Ağzımdaki kan dururken başım yavaş bir şekilde yastığa temas etti. Koluma tekrardan yapılan iğne ile başımı yastığa bastırdım. "Acıyor," dedim sarhoş birinin kelimelerini yutar gibi konuşmasına neden olacak on birinci kanlı kadehe bakarken. Sesim bir ayyaşı aratmıyordu.

"Birazdan geçecek," dediğinde buna kendisi bile inanmıyordu. Fiziksel anlamda herşeyi geçirebilecek ilaçları verebilirdi fakat ruhumda ki acıyı nasıl geçirecekti? "Acıyor," dedim sesim de uçuşan külleri umursamadan. Bir melek göz yaşı döküyordu fakat biz insanlar buna yağmur diyorduk. Meleğin göz yaşları sert bir şekilde hastane odasının camına çarpıyordu. Yorgun bakışlarım odanın içindeki doktor ve hemşirenin üzerinde gezindi. Zorlukla gülümsedim. Ağzımın içindeki metalik tat nedeniyle yüzümü buruşturmak istesem de sadece gülümsedim. "Teşekkür ediyorum," dedim kanla renklenmiş dudaklarımı hareket ettirerek. "Sizi de uğraştırdım. Bu kötü görüntüye sizi maruz bıraktığım için beni affedin." Zorlukla kurduğum cümlelerin sonunda çoğunlukla yanımda olup benimle ilgilenen hemşirenin gözlerinin dolduğunda şahit oldum. Gözlerini benden saklamak için çekerken rahatsız olmaması için bakışlarımı onun üzerinden çektim.

"Hemşire Hanım, üzerinizi değiştirsin," dediğinde hemşirelerden birisi hızlıca başımı salladı. Her zaman benimle ilgilenen hemşire olması beni gülümsetti.

"İlaçlar nedeniyle bir süre sonra halsiz düşüp uyuyacaksın. Uyandığın da burada olacağım. " Bu sıcak tutumu karşısında hafifçe gülümseyerek onu onayladım. Doktor ve yanındaki iki hemşire çıkarken diğer hemşire benimle kaldı. Odanın içimdeki dolabı açıp içinden hastane kıyafetini çıkarıp gülümseyerek bana döndü. "İlk önce ağzındaki metalik tattan kurtulman daha iyi olur." Bir bardak su ve küçük demir bir kutu verdiğinde sudan bir yudum alıp ağzımı temizledim. Bunu bir kaç kez tekrarladığımda hemşire hanım rahatsız olmamam için bana bakmamıştı. Sonunda kutuyu ve bardağı kenara koyduğunda üzerimdeki kazağı yardımı ile çıkardım. Karşısında çıplak kalmaktan çekinmesem de onun hareketleri çok hızlıydı. Gözlerini asla bana değdirmiyor olması beni gülümsetti. Yatağın üzerine temiz bir çarşaf ve sıvı geçirmeyen muşamba örttü.

"Teşekkür ederim hemşire hanım." Sadece gülümsedi. Bir süre sonra odadan çıkıp beni yanlız bıraktığında yüzümde ki gülümsemeyi silerek acıyla nefes aldım. Başımı yastığa koyup gözlerimi kapattığımda üzerime çöken halsizlik ile uykunun kolları beni kucakladı.

🌦

Sorgu Odası

Burhan Zevahir, adını ve soyadını ona veren babasının en güçlü silahıydı. Bir yalana kendini en derin gerçekleri ile inandıran, ellerinde ailesinin kanını taşıyan, acımasız bir adamdı.

Doğup büyüdüğü küçük kasabanın kirli sokaklarında dolaşırken zihninin karanlık köşelerinde gizli külleri bir süpürge yardımıyla süpürüp küllerin zihninde uçuşmasına izin vermişti.

O babasının silahından çıkan kurşundu. Ortada bir değil iki katil vardı. Birisi silahı ateşlerken birisi öldürüyordu.

İki kötü yürek.

"Burhan Zevahir," dedi karşısında keskin bakışları olan savcı. Firuze Zevahir'i sorgulayan ve onun öleceğini söyleyen savcı bu sefer de babası ve aynı zamanda katili olan adamın karşısındaydı.

"Evet," dedi Burhan Zevahir. Sakindi. Babasının ona ilk öğrettiği şey, sakinlikti. Ailesini siniri ile yok etse de savcının karşısında sakindi. "Kızını, Firuze Zevahir'i şikayet eden sendin. Koskoca yedi yıl neredeydin? Kızın bunları yaparken, çocukları zehirlerken sen neredeydin?" Savcının sözlerini daha önceden tahmin edip ezbere bildiği sözleri söylerken sakinliğinden ödün vermiyordu.

"Kızım on altı yaşında iken bir kutudan fazla ilaç içerek intihara kalkıştı. O zamanlarda onun neden böyle yaptığını anlayamıyorduk. Eve geldiğinde sigara kokardı. Benden korkup çekineceğinden dolayı annesi onunla konuşurdu. Annesini dinlemezdi. Çok hırçın bir çocuktu. Bazen eve geç geldiğinde eşim fenalaşırdı. Bizi hiç umursamazdı. Onu dizginlemek çok zordu. Sonrasında on yedi yaşında sakin bir döneme giriş yaptı. Daha sakin, daha uyumlu bir kız oldu. Bunu sınav senesi olmasına bağladık. Sonrasında zaten üniversitesi falan derken bizden uzaklaştı. Ablası ile çok kavga ederdi. Kızım Feris, eşinden ayrılıp evimize geldiğinde ona karşı tutumu daha kötü oldu. Bende artık dur demek için attığı her adımı izledim. Odasını inceledim. Bundan iki ya da üç ay önce; onu takip ettiğim bir gece de elindeki paketi genç bir çocuğa verdi. Çocuğun hâline bakınca verdiği şeyin ne olduğunu anlamak zor olmuyordu. Çocukta ona bir zarf para verince herşeyi anladım. Benim kızım, çok kötü bir yola girmişti. Eve gelince eşime anlattım. İkimiz onunla konuşmak istediğimiz de kriz geçirerek bize saldırdı. Birden ne olduğunu anlamadık fakat o gece cebinden çıkardığı hapı kullanarak yere oturdu. O geceden sonra herşey daha çok karıştı. Bir hafta eve gelmedi. Sonrasında eve geldiğinde..." Aniden gözlerinden akan yaşlar ile durup ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başladı. Burhan Zevahir ağlıyordu. Burhan Zevahir spot ışıkları altında ezbere bildiği satırları okurken ağlıyordu.

Savcı anlamadı. Savcı, Burhan Zevahir'in gözyaşlarına ifadesiz suratı ile baktı. Sözlerinde yalana dolanmış bir kelime bulamadı. Fakat biliyordu ki karşında ki adam kirli bir senaryonun oyuncusu da olabilirdi. Ona inanmış gibi yapmak istedi fakat inanmadı.

"Çok kötüydü," dedi titreyen sesiyle. "O gün, zehirli madde kanında gezerken herşeyi anlattı. Kızım bana vatanını sattığını söyledi. Ne ben ne de eşim Şebnem kendine gelebildi. Şikayet ettiğim gece dayanamadım. O evden çıktığında arayıp herşeyi anlattım. Hem kendini hem de insanları bitiriyordu. Kızım kendi sonunu yazıyordu. Ölmesine izin veremezdim, sayın savcım."

"Kendi telefonundan ona maddeyi alması gereken barın konumu atmışsın. Buna bir cevabın var mı?" Burhan Zevahir hızlıca kaşlarını çattı. Anlamıyormuş gibi onun yüzüne baktı. "Ben, kızıma konum mu atmışım? Affedin sayın savcım fakat konum atmayı bilmiyorum. Ben ona ya da başka birisine hiçbir zaman konum atmadım." Burhan Zevahir, oynuyordu. Burhan Zevahir babasının silahından çıkan kurşundu ve o silah Firuze Zevahir'e doğru ateşlenmişti.

"Firuze Zevahir'in, senin telefonundan kendine konum attığını mı söylüyorsun?"

"Bilmiyorum sayın savcım. Telefonu da bizim mahalledeki kahve arkadaşlarını aramaktan başka kullanmıyorum."

"Feris Zevahir'in telefonundan olayın geçtiği gece Firuze Zevahir'i aramışsın. Firuze Zevahir'e; paketi aldın mı, diye soruyorsun. Hangi paketten bahsediyordun?" Burhan Zevahir köşeye savrulmuş gibi hissettiğinde aklına babasının ona bakışı geldi.

"O gece çıkarken o lanet paketi alacağını biliyordum. O gece ise bir umut bizim yakarışlarımızı dinlemiştir, diye düşündük. Onu aradığımda tek cevabı; aldım, oldu. Sonrasında ise sinirle telefonu yüzüme kapattı."

"Kızınız ve eşinizin söylemleri ile çakışan kısımlar var. Sizi bir süre ağırlayacağız. Kızınızın mahkemesine kadar gözaltına kalacaksınız." Savcı son sözlerinden sonra eşyalarını toplayıp ayaklanırken daha fazla dayanamayarak tükürür gibi sandalyede oturan adamın suratına baktı.

Yalan söylüyordu.

💣

Kalbim darmadağın.

Acı var. Çok var hem de. Anlatılmaz yaşanır dedikleri bu olsa gerek. Boğuluyordum, okyanusun altında değil ablamın göz yaşlarıyla.

Ağlıyordu.

"Firuze," dedi uzun bir süre sonra ilk kez. Bana sinirliydi. Hem de çok sinirliydi. "Yapma! Yalvarırım yapma! Bunu yaparsan seni asla affetmem! Bizim için kendinden vazgeçersen yeminim olsun ki seni affetmem! Beni anlıyor musun? Böyle bir şey yaparsan kimseyi tanımam gidip onu öldürürüm Firuze! Katil mi oluyorum? Olurum! Tamam mı? Sen benim kardeşimsin! Sen benim kardeşimsin geri zekalı! Ben senin ablanım! Kardeşler ablalarının yükünü sırtlanmak zorunda değil! Ben mi öleceğim, ölürüm. Kızımı mı benden alacaklar? İzin vermem! Seni benden alabileceklerini mi sanıyorlar? Hangi piç bunu yapabilir ki? İnan bana Firuze, ben gelir o hastaneyi de o askeriyeyi de başlarına yıkarım! Tek bir saç teline zarar gelsin gelir o adamı da hepsini de öldürürüm. Kızımın beni korkak ya da onursuz olarak tanımasından iyidir. Annesi, kendisi ve teyzesi için herşeyi yapar! Vatan haini değilsin! Anlıyor musun? O piç kurusu bunu söylemiş olsa da sen benim kardeşimsin! Ben kardeşimi tanıyorum. Sen benim için kendinden vazgeçen kızsın! Senin bana kötü davrandığını söylemiş! Sen benim kardeşimsin aptal kız! Bana ablalık taslama! Oraya geleceğim ve o adama kumar nasıl oynanırmış göstereceğim!"

"Abla," dedim titreyen sesimle. "Evet ben senin ablanım. Sende benim kardeşim! Geri zekalı gibi davranmayı kes! Vatan haini olarak anılmak ne demek biliyor musun? Yüsra ileride teyzesinden böyle bahsedilmesi yerine gururla yürümek isterdi. Ne senin başını yere eğdiririm ne de Yüsra'nın! Bu saatten sonra can falan umrumda değil! O açık mı oynuyor, biz de oynarız! Annemize bir şey yapacağını sanıyorsa karşısında ilk bizi bulacak! Ne annemizi bizim canımızla korkutabilir ne de ona zarar verebilir! Herşeyi itiraf edeceksin! Beni anlıyor musun? Herşeyi itiraf edeceksin!
Bu saatten sonra da Burhan Zevahir düşünsün!"

Acımasız ve keskin.

Acımasız sesi kalbime bıçak saplanmış gibi hissettiriyordu. Seneryoya el koyan ablamın bu saatten sonra durması imkânsızdı.

Ya yanacak ya da yok edilecektik. Her türlü zarar görecektik fakat bu davadan vazgeçmeyecekti. Beni affetmese bile onlar için adım atmam gerekiyordu. Ölecektim. Öyle ya da böyle ölecektim. Ölecektim. Onlar beni öldürmese bu zehir öldürecekti. Kalbim tükeniyordu. Ölüyordum.

"Öleceğim zaten. Size zarar vermesini istemiyorum, lütfen."

"Sus! İyi olacaksın! İyi olacağız! Geri zekalı! Ölmeyeceksin! Ölmeyeceksin!"

Güldüm.

"Abla, lütfen böyle yapma! Kalbim tükeniyor, anlıyor musun? Kalbim tükeniyor! Zehir kalbime zarar verme yolunda! Öleceksem de sizin için ölürüm! Öldüreceksem de ben yaparım! Ne de olsa suçluyum! Kime neyi inandıracaksın? Odamdan ne çıktığını biliyor musun? Haberlere bile çıkmışım! Resmim olmasa da adım var. 'Firuze Z. adında vatan haini türk askeri tarafından yakalandı,' diyorlar. Sence beni yaşatırlar mı? Hayır."

Kapı hızlıca açıldı. Aniden içeri giren askerler ile kaşlarım çatıldı. Sekiz kişi arasında gördüğüm tanıdık yüz ile ona baktım. Sadece Yüzbaşının yüzü görünüyordu. Gözlerinden tanıdığım Avcı'nın varlığı ile çekinerek onlara baktım. Telefon konuşma iznim vardı ve bu telefonu bana Levent Ali Önal vermişti.

"Konuşmaya devam edin," dedi Yüzbaşı Yusuf Feza Şafak. Diğerlerinin gözlerini yere indirmesi ile biraz da olsa sakinleştim.

"Geleceğim ve onlara vatan haini kimmiş onu göstereceğim! Şimdi kapatıyorum! Eğer bir delilik yapacak olursan ne yapacağımı biliyorsun."

Telefonu yüzüme kapatırken gözlerim yandı. Ağlamadım fakat içimdeki küçük kadın hıçkırarak ağlamaya başladı. "28 Ocak 2023 22:21 tarihinde ablanız, Feris Zevahir ile gerçekleştirmiş olduğunuz görüşmenin mahkemeye sunulmasına ve sizin tekrardan cezaevine gitmenize karar verildi. Hâlâ sessiz kalma hakkınız var."

"Ne?" Tepkim ile her biri yerdeki bakışlarını bana çevirdi. "Bu hastanede kaldığın insanlar tarafından biliniyor. Hastanenin çevresi insanlarla dolu." Yüzbaşı Şafak'ın soğuk açıklaması ile yüzümü buruşturdum. "Ablam ile konuşmamın mahkemeye sunulmasını istemiyorum."

"Savcıya gönderildi."

"Ya," dediğim an Yüzbaşı Şafak hafifçe gülümsedi. "Geldiğimizden beri bize hiç gülümsemediniz." Gülümsemesi gibi sözleri de etkileyiciydi. Yanındaki askerlerin gülümsediğini hissedebiliyordum. "Geri çekin, bir şey yapın! Hayır, istemiyorum."

"Ablanız, Feris Zevahir'in isteği bu yöndeydi."

"Benim isteğim bu yönde değil."

"Savcı bu Firuze Hanım. Oyun mu oynayalım. 'Aaa yok vazgeçtik,' diyemeyiz."

Senaryonun altında artık ablamın da imzası vardı.

"Sizden bir şey isteyebilir miyim?" Yüzbaşı Şafak'a bakarak konuştuğum için bütün askerlerin bakışları ona dönmüştü. "Evet," dediğinde hafifçe gülümsedim.

"Çatıya çıkabilir miyim? Biraz hava almak istiyorum. Sadece hava almak istiyorum. Bir şey yapmayacağım."

Kapı tıklatıldığında sorum havada kalmıştı. Kapı açıldığında yüzünde hiç düşürmediği gülümseme ile doktor bey içeriye girdi. Askerlerin burada olduğunu bildiği için şaşırmadan bana doğru yaklaşmıştı. "İlaçlarını alma zamanını ve dozunu hapishanede ki hemşireye bildirdim. Merak etme peşini bir süre daha bırakmayacağız. İki hafta da bir buraya gelecekmişsin." Ben gülümserken o da gülümsedi. "Buradaki sakinliğini orada da göstermeni istiyorum. Kendinize dikkat edin Firuze Hanım."

Bu hastanede benimle ilgilenen doktor ve hemşirelerin bana hain gözüyle baktığına hiçbir zaman şahit olmamıştım. Yüzlerindeki gülümsemeyi benden sakınmamışlardı. "Size ve hemşirelere yardımlarınız için teşekkür ediyorum doktor bey."

Doktordan sonra benimle ilgilenen Elçin hemşire içeri girmişti. Koskocaman gülümseyerek yanıma geldiğinde askerlerden ürktüğünü görebiliyordum. 1.90 boylarında koca koca adamlara bakıp onların önünden geçerken küçük görüntüsü beni güldürmüştü.

"Gidiyormuşsun," dedi fısıldayarak. Askerlerin duyduğunu bilse de yüksek sesle konuşmaya çekiniyordu. "Evet." Yüzümde ki gülümseme onu şaşırtmadı. "Örümceğine kavuşacağın için mi bu kadar mutlusun?"

"Ona senden bahsedeceğim," dediğimde samimi bir gülümseme ile, "teşekkür ederim," dedi. Bu teşekkürü içimi yakarken o doğruldu. Konuşma arasında yetimhane de büyüdüğünü öğrenmiştim. Gerçekten ona gülümseyen insanların çevresinde olmadığını söylediğinde bana minnetle bakıyordu.

"Bir süre daha benden kurtulamayacaksınız. İki haftada bir buraya gelecekmişim!" Hemşire hanım çıkarken söylediklerim onu memnun etmiş gibi dişlerini göstererek gülümsedi. "Bu beni mutlu etti," diyerek odadan çıktığında askerlere baktım. "İzninizle üzerimi değiştirebilir miyim?" Yüzbaşı Şafak'ın emri ile hepsi dışarı çıktığında derin bir nefes alarak yatağın karşısındaki dolaptan buraya geldiğimde Levent Ali Önal'ın giymem için getirdiği kıyafetleri giydim. Onları daha fazla bekletmemek için kapıyı açtığımda birisi bileklerime kelepçe taktı. Sağ ve sol tarafıma geçen askerler ile asansöre bindik. Asansör büyük olsa da bu koca adamlar asansörün içini daraltmıştı. Aşağı ineceğimizi düşünürken Yüzbaşı Şafak en üst kata basarken ona gülümseyerek baktım.

Kana bulanmış kadehi dudaklarına yaklaştırıp gözlerini kapatmıştı ve ölümü dilemişti. "Yüce yaratıcı," demişti. Kendisini duyan biri olduğuna inanarak. İnanmak istemişti. Babasının onlar için inanacak bir şey olmadığını göstermesine rağmen inanmak istemişti. "Ölümü istiyorum." Hakkari'nin soğuk ve acımasız rüzgarı bedenini kendisine esir bırakırken genç kız sadece gülümsüyordu. Belki de acı ilk kez bu kadar ağır gelmişti. İlk kez bu kadar savunmasız hissediyordu. Annesi ne hâldeydi bilmiyordu. Ablası ve yeğeni ne durumdaydı, ne hissediyorlardı, bilmiyordu. Babası bir savaşı başlatmıştı ve ablası bu savaşa ortak olmuştu. Her savaş ardından ölüm bırakmak isterdi. Amacına ulaşacaktı. Kan dökülecekti.

"Neden beni öldürmüyor musun ki?" Annesinden ya da belki babasından aldığı siyah saçları rüzgara karşı koyamayarak uçuşuyordu. Arkasında sekiz tane asker vardı. Ona çatıda nefes alma iznini tanımışlardı. Bu onu mutlu etmiş fakat bir o kadar da huzursuz etmişti. "Şimdi," dedi yüzünde ki buruk tebessümle. "Kendimi aşağı atsam beni cennetine kabul etmeyeceksin değil mi?" Korkuyordu. Herşey onu korkutuyordu. "Neden böyle bir hayatım var ki?" Güldü. "Neden evinde sevgiyle büyüyen bir çocuk olamadım ki?" Kapkaranlık gökyüzüne serilmiş yıldızlara bakarak dudaklarındaki gülümsemeyi sildi.

"Benim onlardan ne farkım var? Çok mu çirkinim? Kötü müyüm? Vicdansız mıyım? Neyim ben? Acı içinde ölüme terk edilmek için mi dünyaya geldim?" Soğuk havaya rağmen gözleri yanmıştı. Ağlamak istiyordu. Rüzgar çok hızlı estiği için. Yıldız kaydığı için. Hava soğuk olduğu için. Ağlamak için bir bahane istiyordu.
"Bana babamı ver," dediğinde arkadaki askerlerin onun sözleri ile buz tuttuğundan haberi yoktu. "Yalvarırım bana babamı ver!" Askerlerden birisi ona doğru adım atsa da Yüzbaşı Şafak onu durdurmuştu. Bu yaralı kadının nefes almaya ve içini dökmeye ihtiyacı vardı. Belki de biraz da olsa yaratıcıyı tanımaya.

Birden aşağıdan gelen bağırma sesi ile genç kadın acıyla gülümsedi. O ses, "bir vatan hainini mi yaşatmaya çalışıyorsunuz," diyordu. Onu onaylayan sesleri duyduğunda dik omuzları çöktü. "Yavrumu öldüler! Benim çocuğumu öldürdüler! O kadını öldüreceğim!" İleri doğru bir adım attığında arkasındaki askerler de hareketlendi. Kendisini aşağı atmasından korkuyorlardı.

Aşağı bakan genç kadın gördüğü kalabalık ile şaşırdı. Bir dünya insanın hastanenin önünü kapatmadan orada durduğunu görmek onu şaşırttı. "Benim kızımı yok ettiler! Benim kızımı yaktılar! Ciğerim yanıyor!" Acı bir haykırış sesi kulaklarına geldiğinde doğrularak arkasında ki askerlere baktı. Ne düşündüklerini bilmese de tahmin edebiliyordu. Kolluk kuvvetlerinin topluluğa gücünün yetmediğini fark ettiğinde halkın birlik olmuş hâli onu nedensizce gülümsetti. O bir vatan haini değildi fakat insanların bu gerçeği bilmesini istemedi. Yaratıcıdan istediği ölümü belki de halk gerçekleştirecekti.

Herşeyi arkada bırakıp askerlerin yanına ulaştığında yüzü artık gülmüyordu.

"İsteğimi gözardı etmediğiniz için teşekkür ediyorum." Hiçbirinden ses gelmezken asansöre bindiğimiz de Yüzbaşı Şafak yüzüme siyah bir maske taktı. Hızlı hareketlerle gözlük ve şapka taktığında artık yüzüm tamamen görünmezdi.

Asansörden indiğimizde çevredeki insanların bakışları üzerimizdeydi. Yüzbaşı Şafak asansör de kendi yüzünü kapattığından dolayı hiç birimizin yüzü gözükmüyordu.

Hastaneden çıktığımızda bağırış sesleri arttı. "Lanet olsun! Lanet olası! O masum canlardan ne istedin? Aldığın her nefes canını yaksın! Acı çekerek öl!" Kaburgalarımdan akan kan zehirliydi. Zehirli Sarmaşık gibi. Çevremdekileri zehirliyordum. Askerler halktan beni korurken gözlerimi kapattım. "Hayatını zehir ettiğin her ailenin göz yaşında boğul!"

"Annenin sana verdiği her süt haram olsun!

"Para için fahişe olmuş bir kadını mı koruyorsunuz?"

"On beş yaşındaydı! On beş!"

"Hiç mi vicdan yok? Hiç mi elin titremedi? Hiç mi?"

"Senin de o dağdaki piçlerin de Allah belasını versin!"

Gözlerim yandı.

Ağlamadım.

Hayır, ağlamayacağım.

Ben vatan haini değilim. Ben vatan haini değilim.

"Ben vatan haini değilim." Sesimi kolumu tutan iki asker duymuş olmalıydı.
"Ben kimseyi öldürmedim." Hayır, ağlamayacağım. Kül olmuş her yüreğin külü ruhumda toplanıp beni boğuyordu. Her acı dolu bağırış yüreğimdeki külü savurup içimde zelzele yaratıyordu. "Evet," dediğini duydum yanımda ki askerin. "Sen kimseyi öldürmedin." Buna gönülden inandığını fark ettiğimde zorlukla nefes aldım. Hayır ağlamayacağım.

Askeri arabaya binerek hastaneden uzaklaştığımda sesler artık kesilmişti. Yanımda iki asker vardı. Hemen karşımda ki koltuklar da dört kişi oturuyordu. Birisi sürücü koltuğuna geçerken Yüzbaşı da öne geçti. Yüzümde ki maske ve gözlüğü bir köşeye bıraktıklarında başımı eğdim. Bakışlarını görmek istemiyordum.

"Üf bir çiğköfte gecesi yapsak çok iyi olacak!" Arabayı süren adamın sesi ile içerisi canlanmıştı. Sürücü koltuğunda ki asker, "kız Zümrüt, anam," demesi ile yanımda ki kadının ateş fışkıran bakışları ona döndü. "Komutanım izninizle konuşabilir miyim," dediğinde Yüzbaşı Yusuf Feza Şafak, "evet," demişti. "Alevciğim," dedi tatlı sesiyle. "Buyur anam?"

"Köyde gözel bir gız bulmuşam ha saa! Gel de isteyek!"

"Aramızdaydı," dedi Alev somurtarak. "Bütün köy duymuştur oğluşum!"

Zümrüt onu zayıf yönünden vurmuş olmalı ki Alev somurtarak sustu. Aslında bu sessizliğinin sebebinin yanında oturan Yüzbaşı olduğuna emindim.

🌥

Aynı hücre, aynı yatak, aynı pencere, aynı koku, aynı karanlık... Herşeyin bıraktığım gibi olmasına rağmen kendimi buraya yabancı hissediyordum. Çay'ı hâlâ duvardaki yerinde göremiyor olmak beni korkutmuştu. Benim onu bıraktığım gibi o da beni mi bırakmıştı? Ağlamak istiyordum.
"Canım yanıyor." Sessizliğin içinde sesimin yankı bulması ile gözlerimi kapattım. Ablam gelecekti ve Burhan Zevahir'e açık savaş başlatacaktı. Burhan Zevahir durmayacaktı. Biz ölene kadar, kendi savaşı kazanana kadar durmayacaktı.

Bir geceye artık iki değil bir çok ölümü sığdıracaktı.

"Çay," dedim karanlık hücrenin içinde olmasını umut ederek. "Biliyor musun bu süreçte bir sürü şey oldu." Hafifçe gülümsedim. "Burhan Zevahir," dedim kısık bir sesle. "O adam yakalandı. Hani sana anlatmıştım ya. Hatırlıyorsun değil mi?" İçeri giren soğuk hava ile titreyerek üzerime örtülü ince yıpranmış battaniye sarıldım. "Katilimi hatırlıyor olmalısın."

"Sonrasında ise ablam delirdi," dediğimde kaşlarım çatıldı. "Benimle konuşurken çok havalıydı! Fakat bunu ona söylemedim." Şimşek sesi içeride yankı bulurken gözlerimi kapattım. "Gelecek ve savaş açacak. Biliyor musun Çay? Öleceğim. Bu savaşın sonunda öleceğim. Sen üzülme çünkü güzel bir ölüm olacak."

Şehri ıslatan yağmur damlaları içimdeki kız çocuğunun göz yaşlarıydı.

Şeytan onu öldürmeye başlamıştı. Kız çocuğu ölüyordu.

"Ölüm ya da kalım savaşı değil, sadece ölüm."

🕸

:)

Feris'im de Feris'im <3333

Bir şeyler oluyor ama ne oluyor bilmiyorum.....

Bölüm hakkında düşüncelerinizi paylaşırsanız mutlu olurum. (Canın cehenneme derseniz anlarım.....)

Instagram: cerreng7

Saçınız, bedeniniz, her bir zerreniz çok güzel be çiçek kokulular! :*

Continue Reading

You'll Also Like

136K 3.3K 46
Ünlü İtalyan mafyası Korhan Kumludağ, yıllardır aradığı aşkını rüyasında görür. Rüyasındaki kızı yıllarca arar ve sonunda bulur; Pera Adıgüzel. Hay...
8.2K 207 5
yaş farkı + cinsellik bulunmaktadır ona göre okuyunuz...
3.1M 46.5K 11
'Umudun gece ise, ay'a tutun.' ∞ (15/08/2018; Başlama tarihi.)
61.3K 4.1K 24
Beni özlediğinde yıldızlara bak.