Sillage | jikook

isminemyg

70.7K 6.6K 6.3K

Yüreği kanayan bir çocuk tanıdım, ne zaman deşsem yarasını bende kanadım. 25\05\20 25\10\20 Еще

[sillage]
1|yakın ama bi o kadar da uzak bana
2|hatırlatırsan unutmam
3|ne gündüzümde sabahım
4|yara bantlarındaki adım
5|gülüşünü sevdim
6|sarılsak geçer
7|ilk kalp ağrısı, en çokta o acıttı canımı
8|benim için herkes gibi değil
9|okyanus gibi
10|kalmanı istiyorum
11|güneşi yanımda hissettim
12|adım hiç bu kadar güzel gelmedi kulağıma
13|bir yanım cehennemde yanarken, sana cenneti vermemi bekleme
14|görebildiğim tek manzara onun okyanus gözleriydi
15|tenindeki mürekkeple karala beni
16|bir gün herkes gibi değil, diğer gün hiçkimse
17|yüreği kanayan bir çocuk tanıdı(m)
18|geçmiş değildi onunkisi, aslında hiç geçmemişti
19|balık giderse okyanus kururmuş
20|bu hayat benim
final|eylüller, okyanus ve balık
teşekkürler🐠
part 1|özel bölüm
reklam ve duyuru

part 2|özel bölüm

701 41 17
isminemyg

bir bucuk yılın ardından merhabalar efendim buraya başladığınız tarihi yazınız

• bölüm şarkısı: zayn/bordersz

Eylül 2022

Yok olmak istiyorum.

Beni tanrının yarattığı evrene bağlayan şeyin, basit bir varoluş sancısı olmadığını on sekizinden çıkıp, on dokuzuna adım atar atmaz, veya yirmisine merdiveni çoktan dayayan kişiliğim elbet biliyordur ki, sahip olduğum kişilik ve bedenim de aynı yaşım gibi büyüyor, gelişiyor. Doğum günlerini fazla sevmiyorum, biliyorum genelde insanların 'doğum günlerini' sevmesi gerekir. Fakat ben sevmiyorum, inanın o süslü hediye paketleri, şekeri bol pasta ve kurabiyelerin kalabalıklarla beraber yenilmesi, gülüşmeler vede volümü yüksek Kahkahaların kulaklarımı tırpalaması beni içinden çıkılmaz bir bunalıma sokuyor. Ciddi söylüyorum, doğum günü partilerini hiçbir zaman sevmemişimdir. Bu düşünce şeklinin zihnimde yer etmesi yeni gelişen bir olay değil, beni tanıyorsanız; ki ben jeon jeongguk ortam insani değilimdir. Hiç bir zamanda olmadım ( bu benim gözümde sorun teşkil etmedi), bedenimi ve zihnimi yoran şeylerden pek uzak duramasam da, öğrenimimde bir yılımı çevirdiğim üniversite hayatımda partilemek gibi bir kavram yer etmemiştir. Lise de dahi düzenlenen düşük büçeli partilerde bile görünmüşlüğüm yoktur. Ben düzen ve sessizlik aşığı bir adamım. Ben kutlama ve parti nedir bilmeyen(bilmekte istemeyen) bir gencim. Bu değişmedi, değismeyecekte. Kişiliğimde sağlam kalan vede taviz vermediğim bu huyum, çevrem tarafımdan yıkılmaya çalışılsada direniyorum. Gerçekten, ipleri elimden kolayca bırakabilir ve bu parti saçmalığına ayak uydurmak zorunda kalabilirdim. Lakin odamdayım ve yerimden kıpırdamak gibi bir niyetim yok.

"Jeongguk...bu senin doğum günün. Çekingenliği bir kenara bırakmalısın bebeğim."

Hayatımın sonu gelmez sarsıcı akışlarında, beni düştüğüm kuyudan, altında ezildiğim enkazdan kurtaran biricik sevgilim, portakal saçlım (evet artık kömür karası rengi saçları mis gibi portakal renginde), Jimin'im ve onun ruhumu şeker küpü gibi eriten sesi. Lütfen, beni bu karmaşalıktan kurtar. Beni bu çıkmazlıktan ancak sen kurtarabilirsin. Bana o aptal partiye katılmamı söyleme. Gözleri yine aynı parıltılarla gergin yüzümü izliyor. O gözler ruhumu görüyor, kırılmışlıklarımı, korkularımı, heyacanımı görüyor. Jimin ve ben. Dile kolay tökezlenerek geçirdiğimiz koca iki yıl. Hayat sandığımızdan daha hızlı ve yorucu geçti. Hayatın ince ipliklerinde çokça kavga edip, çokca seviştik. Olması gereken buymus gibi. Sanki o ipin dışından çıkmak ölümden farksızmıs gibi. Şimdi basit bir şekilde iki yılın özetini çıkartabilirdi zihnim. Büyüyor ve büyümeye de devam ediyorduk. İçimizde tamamlannan ve tamamlanmayı bekleyen bir sürü boşluk vardı. Onun, Jimin yanında huzurluydum. Önemli olan buydu ve onu seviyordum. Onu çok seviyordum. Boşluklarda savurlmak beni eskisi kadar korkutmuyirdu, onunla bütünleşen bir ruhum vardı. Onunla birleşen ve giderek büyüyen bir ruh. Değişen, canlı bir ruh. Bu yüzdendir ki, kendimi paramparça, eksik, hayattan kopmuş derecede çaresiz hissettiğimfe adeta duygularıma ortak oluyor, beni uzattığı sihirli eliyle enkazdan kurtarıyor. Şuan olduğu gibi, her zaman olacağı gibi. Eski Jeongguk'un tipik asosyal huylarıyla uğraşmak istemeyen annemden bile daha sabırlı yaklaşıyor bana. Beni doğuran o değil lakin koca evrende anlayan tek kişi oymuş gibi.

"Partilemek yok demiştik. Sadece sevdiklerimiz arasında mütevazı bir kutlama olacaktı, ayrıca tanrı aşkına mutfakta gördüm; kocaman muzlu bir pasta vardı ve üstünde 'Yirminci yaşın kutlu olsun benim minik kelebeğim' yazıyordu!" Sıkıntıyla çalışma masamın döner sandalyesine oturduğumda, Jimin sesli bir kahkaha savurdu. Sinirlenmeye başlıyordum. İçinde bulunduğum durum benim açımdan büyük bir krizdi. Aşağıda üflememi bekleyen büyük bir pasta vardı, ki kalıbımı basarım kimse yirmi yaşına girdiğinde üzerinde kelebek desenleri olan gereğinden fazla çocuksu bir pastayı tercih etmezdi. İşler umduğum, planladığım gibi gerçekleşmemisti. Güya kendi aramızda minik (muzsuz ve kelebek siz) bir pastayla kutlayıp, iki bira içip şu doğum günü saçmalığına son verecektik. Arkadaşca planladığımız aktivite buydu. Eğer biricik arkadaşım Yoongi ve annem olayı tam aksine çevirmeselerdi. Eh, bir de sevgilim arkamdan saman altından su yürütmeseydi. Jimin yüzündeki etkileyici gülümsemeyle yanıma yaklaşıp tam önümde durduğunda, bir dizini krarak sanki evlilik teklifi edecekmişcesine yavaşca eğilfi. Dalgın ve karışık zihmin bir an bu durumu hayal etti. Yersiz, gereksizce Jimin'i elinde sade bir yüzükle bana evlenme teklifi ederken hayal ettim. Sonra arkadan acımasız bir ses 'düğün pastası doğum günü pastandan daha büyük olacak! Ve ondan kurtulamayacaksın!' diye hatırlattı bana gerçeğimi.

"Bayan Jeon çok ısrar etmeseydi evet, kendi aramızda kutlayacaktık. Ama onu üzemezdim, sadece bugün için kendi prensiplerini zorlayamaz mısın? Ayrıca pasta da çok güzeldi, Taehyung söyledi. Fakat yemeden önce fotoğrafını çekmiş, arkadaş grubuna atıp seninle dalga geçecekmiş." Jimin son cümlesini kurarken ister istemez gergince dudaklarını ısırmıştı çünkü lisede pek iyi geçinemediğim biricik arkadaşı Taehyung'la iki yıl boyunca da pek yıldızımız barışmamıştı. Jimin'i çocukluğundan beridir tanıdığı, adeta kardeşi yerune koyduğu uyuz ve tuhaf arkadaşı Taehyung'dan ayrı koymayı istesemde bunun bebcilce olacağının farkına varabilen olgun bir insandım.

"Onu bazen öldürmek istiyorum." diye mırıldandım sinirle. Yine de Taehyung benim olgun yanımı yeri geldiğinde hiçte haketmiyordu.

"Genç yaşta katil olmanı istemem, hele ki arkadaşım yüzünden." Jimin biraz olsun sakinleşmem için saçlarımı okşadığında, dokunuşunun verdiği huzurla gôzlerimi kapattım kısa bir an, Jimin ufak bir dokunusuyla beni içinde bulunduğum dünyamdan çıkartıp kendi dünyasına alıyor, orada huzurla soluklanmama izin veriyor. Huzur ve güven onun dünyasında benim için bolca var olduğunu tek bir temasında anlıyorum. Dudaklarına ilişen nedensjz bir tebessüm de veya, sıcacık sarılmalarında. Uzanıp dudağına öpücük bıraktım, yerimden ayaklanıp, onuda yerden kaldırdım. "Pekala, şimdi gidip hayatımın en utanc verici anını yaşayalım ve Taehyung'un eline malzeme verelim nasıl fikir?"

Bu sefer Jimin uzanıp dudaklarıma minik bir öpücük bıraktı. Yüzümdeki kararsızlığı ortadan kaldıtmama yardım etmem için, ellerimi tutup bir de oradan öptü. Kalbimde huzurla uçuşan kelebeklerin kanatlarından tuttum, şuan yeri değildi. Şeker gibi eriyemezdim. Gergindim, bir şekilde aşağıdaki partiden kurtulmam gerekiyordu lakin Jimin beni ikna etmek için elindeki bütün kozu kullanıyordu. Güven verici bir gülümseme ile gözlerime baktı.

"En iyisi sen sadece pasta üfleninceye kadar sabret ve biz günün sonunda partiden kaçalım, nasıl fikir?"

Dudaklarıma ilişen tebessümle yanına yaklaşıp, alnına düşen turuncu tutamları uysal hareketlerle okşadım. Beni ve ruhumu her daim gören gözlerine aynı aşkla baktım. Bazen onu hak edecek ne yaptın diye binlerce kez kendimi sorguluyordum. Jimin, beni sadece yaşamıyor, aynı zamanda okuyordu. Onunlayken kendimi defalarca kez anlatmama gerek kalmadan, beni anlıyor, beni hissediyordu. Sôylemediğim sözlerimi duyuyordu, görmediklerimi görüyordu. Şimdi de aynısı oluyor, ellerimden tutuyor, bana tarifi zor bir gülümsemeyle bakıyor, kafamın içindeki karmaşıklara yeri geldiğinde neden bile olsa, beni o karmaşıklardan koruyor, kurtarıyor. Bazen bana sıkıcı hayatımda nefes oluyor.

Bazen demiştim degil mi? Biraz mütevaziydi.

Ne olacaksa olsun moduyla, çoğunlukla Jimin'in omuzlarıma vermis olduğu güvenle pes ettim.

"Mükemmel bir fikir." diyerek elini tuttum ve beni ardından sürüklemesine izin verdim.

***

Yok olmak istiyorum.

Asla mükemmel bir fikir değildi, olmasına imkan dahi yoktu. Parti ve partilemek hakkında lügatımda, açıklanabilir bir terim, nede tecrübem vardı. Konu ve olay benim partim olsa da, aslında evimize soluşan gereksiz kalabalığın sebebinin tamamiyle yaş günümden dolayı olsa da, rahat değildim. Tam anlamıyla huzurlu hissedemiyordun. Baskalarına göre parti meselesini büyütüyor, yersiz yere geriliyor olabilirdim lakin beni tanıyan hayatınfa ilk kez ailem dışında doğum günümü kutladığımı kolayca bilebilir. Tanrım, orta okuldan bile arkadaşım vardı ve yanıma gelip, dostanice selam verinceye kadar onu tanımamıştım bile. Üstüne üstlük,annem neredeyse zorla-hiçte nazik bir şekilde değil- teyzemle doğum günü anısı için fotoğraf çekinmemi istemişti, ve iki yaşına giren yiğenini kucağıma almıştım. Yüzümde tamamiyle sahte duran tebessümle, üzerimde zaten gergin bir his varken zorla benden fotoğraf istemişti. Bu basit bir fotoğraf değildi, eğer liseden uyuz insanlarda gereksiz bir şekilde lanet olası partideyse ve buldukları her dakikada benimle alay edebiliyorlarsa (yeni doğan kuzenim fotoğraf çekilirken bir miktar da kazağımın üstüne salyasını akıtmıştı) bu basit bir fotoğraf değildi. Bu basit bir partide Değildi, isteğim tamamiyle o yönde olmasına rağmen. Tanrı aşkına neden liseden arkadaşlarım sanılan lakin hiçte ôyle olmayan insanlar evimdeydiler ki? Hah, doğru! Onları arkadaşım Yoongi davet etmişti! Ve evet ben sevimli kazağında bebek salyası olan yirmisine ayak basan doğum günü çocuğuydum!

"Bayılmak üzereyim." yakama bulaşan salyayı nihayet bulduğum ıslak mendille silerken, günün en yakışıklısı olma yolunda taviz vermeyen sevgilimin yanına sokuldum. Yumuşak koltuğun ucuna kıvrılmış oturuyordu. Elinde tutmus olduğu metal mataranın içinde kayısılı meyve suyu olmadığını başından beri biliyorken, tekrar içeceğinden bir yudum alacakken, içi sert alkol kokulu matarayı alıp ulaşamayacağı bir yere kaldırdım. "Bugünlük yeter bence Jimin." dedim, uyarıcı bir sesle. Doğum günü şacmalığı yüzünden kafam dakgınken, onunla fazla ilgilenememiştim. İçtiği alkolun nöbetini tutacak değildim lakin sarhos bir Jimin'in neler yapabileceğine bu yaz çokça şahit olmuştum. Her şeyden önemli olan ise hastalığı nedeniyle tükettuği ilaçlar yüzünden, alkol, sigara ve benzeri uyarıcı maddelerden gerektiğinde uzak durmalıydı. Bu onun bedensel, ruhsal sağlığı için çok önemliydi. Kendinden, belli başlı alışkanlıklarından taviz vermeliydi ve benim dengesiz sevgilim bu konuda tamamiyle yalpalayarak ilerliyordu. Bir kaç kere sigara içerken görüyordyn, özellikle de gece vakitlerinde çok tüketiyordu. Üniversiteye geçen sene girus yapmıştı ve seçtiği edebiyat bölümü, zorunlu şekilde elde ettiği yabancı arkadaşlıklar, üniversite hocalarının gereksiz baskıları onu biraz zorluyordu. Ve Jimin, her zaman olduğu gibi yaşadığı bu zorlukları, eline sıkıştırıp, dudaklarına yerleştirdiği sigarayla atlatıyordu.


Gözlerinin altı hafifçe kızarmışken verebileceği en masum gülümsemesini sundu bana. "Sadece bir viski şişesinin çeyreğiydi." Dudaklarından boğukça çıkan kelimelerin, içtiği alkol oranının bahsettiği oranın pekte yakınından geçmediğinin kanıtıydı. Zaten karışmıs olan turuncu saçlarını karıştırarak,yanına sokulup başımı omzuna yasladım."Yine de fazla içmemelisin, sadece alkol için değil bu söylediklerim. Nedenini biliyorsun." Onu hayatımın merkezine koymuş gibiydim, belki de bu yanlıştı lakin elimde değildi. Jimin'in bipolar hastalığını öğrendiğim günden beri, üstüne fazla titriyordum. Tıpkı evladım gibiydi, kaybetmekten delicesine korktuğum bir parçam. Kucağındaki dövmeli elini beyaz elimle birleştirdim, parmaklarının üstünde üstün güzellikteki desenleri okşarken konuşmasını bekledim. Jimin, hastalığı hakkında pek konuşmayı tercih etmesede, bu durumu yapmış olduğunuz sayıca tartışmalardan dolayı aşmamız gerektiğini düşünüyordum.

"Yine mi aynı konu...? biliyorum evet evet..." Gergince nefes çekti ciğerlerine ve kızarmış gözlerini boşluğa dikti. Parmaklarını okşamaya devam ederken hislerime hakim olamayıp kaşlarımı çatarak tepkisini izledim. Gözlerindeki sıkılmış ifade, aynı zamanda benimde canımı sıktı. Jimin ve hastalığı asla aşılmayacak bir konu gibiydi. Beni geriyordu, huzursuz hissediyor, üzülüyordum. Tek niyetim onu her şeyden korumaktı, bana yardımcı olmalıydı. Onu bazı konularda darlıyor, gerilmesini sağlıyor olabilirdim lakin tek niyetim aşmasını sağlamaktı. Benimleyken, benden kendisini gizlemesini, saklanmasını istemiyordum. Ortak bir sevgi yaşıyorduk, yeri geliyor kendi köşemize çekilme isteği duysakta, hastalık farklı bir şeydi. Gizlenmemeliydi, saklanmamalı, rafa kaldırılıp, üstü kapatılmamalıydı. "Jimin...lütfen...benim niyetim-" dedim, o tamamiyle her başı sıkıştığında yanımdan yzaklaşmaya neredeyse hazırken doğru kelimeleri seçmeye özen gösteriyordum. Bakışlarını yüzüme çıkardı ve ikinci kozunu denedi. Konuyu değistirdi."Çok güzelsin..." diye mırıldandı sadece benim duyabileceğim bir ses tonuyla. Az önceki sıkıntılı yüz ifadesi yavaşca ortadan kayboldu. Bana yine aşkla baklı, sanki dünya üzerindeki en değerli şeymişim gibi. Ona ait olan en güzel şey. Onu bu hayata bağlaya en özel şey.

"Jimin konumuz bu değil." dedim, bakışları her ne kadar midemdeki sıçaklığa sebep olsada.

"Şuan seni öpmek istiyorum çünkü çok güzelsin." Elini salya bulaşan mavi bulut desenli kazağıma götürüp, yavaşca okşadı kumaşı."bu desen sana çok yakışmış...yine de gecenin sonunda üstünden yırtıp atmak istiyorum ve sen nedenini biliyorsun." Bakışları daha da yoğunlaşırken, onun bazen laf anlamaz, kendi kafasının dikine giden biri olduğunu unutuyordum. Kulağıma eğildi, kazağımı tutan elini içeriye sokarak teninle buluştu hafif dokunuşu. İster istemez, sanki bu hafif, sıcak dokunuşa hasretmiscesine titredi bedenim, gizlenmiş tüm dürtülerim uyanışa geçti. Onu delicesine öpmek isteyen çılgın yanımın sesini beynimin içinde duydum. Jimin'e olan arzumun şakası yoktu. Tamamiyle gerçek, tehlikeli vede sınırsızdı.

Sınırsız ve kuralsız.

"Biliyor musun?" diye sordu tekrar, sanki sesini duymamışım gibi. Parmak uçları göbek deliğime ulaşırken, etrafımızdaki her şeyden habersiz kalabalığı izledim. Taehyung elindeki pastayı (kaçıncı tabak olduğunu saymadım) bitirmekle meşguldü, Yoongi maviye boyatmış olduğu saçı yüzünden belki de yüzüncü kez annemden azar işitiyordu. Orta okul arkadaşlarım samimiyetsiz bir sarılma, görüşürüz meselesinden sonra çoktan ayrılmışlardı. Liseden, Mark, Changbin, Hyunjin kendi halinde, kesinlikle tanımadığım iki siyah saçlı kızla muhabbet ediyordu. Babam doğum günümde değildi, annemden üç ay önce boşanmışlardı. Üniversiteden iki arkadaşım olan; Felix ve Minho Taehyung'un neredeyse doğum günü pastama göstermis olduğu şiddeti izliyor, Taehyung'un kaç tane pasta dilimi yiyebileceği üzerinde bahis oynuyorlardı. Teyzemgil, minik kuzenim Yeji'nin uyku saati geldiği için yaklaşık olarak bir saat önce gitmişlerdi. Yani...ben ve Jimin kimsenin umrunda değildik.

Yine de bu, heyecanlanmamama sebep olmuyordu. Parmak uçları bir kaç hafta öncesinde yaptırmış olduğum, göbek deliğimdeki pirsingi okşarken gözlerimi yumup, dokunuşuna teslim olmamak için kensimle savaşıyordum. "Asla göbeğini deldirmemeliydin." dedi, birden, onunda vücunda yayılan ateş yüzünden sesinin tonu bakışlarındaki ifade gibi yoğunlaşmıştı."Bu beni deli gibi azdırıyor."derken parmak uçlarına aldığı demiri sıktı. Vücudumda, özelikle kasıklarımda uyanışa gecmeye başlayan alevleri hissetmeye başlarken zorlukla göbeğimdeki elini uzaklaştırdım. "Sen ifla olmazsın." dedim, sesim, bakışlarım, vücudum ondan etkilendiğimi basbas bağırıyorken. Jimin bunu gayet iyi bildiği için, muzipçe tebessüm etti. O efsunlu, anlamı derin, sıcak bakışları tüm hislerimi gördü. Gölgeler olmadan, gerçekleriyle beraber, çünkü ona kendimi, hislerimi hiç gizleyemedim.

"Konu sensen...evet." dedi dürüstçe, karşı çıkmadan. Dudaklarıma yaklaşınca, derin bir öpücüğü baslatacakken kulağıma doğru eğildi ve ruhumda uyanışa geçmeye hazır olan, içimdeki arzuyu uyandırdı. Mantıksal düşüncelerimi itip, peşinden duygularımla, kalbime sığmayan hislerimle koşayım istedim. Ayaklarına dolanmak, kollarına, zihninin içinde kaybolmak. Tamamiyle o olmak, onunla olmak.

"Biraz eğlenmek ister misin?" Bu sorunun cevabını, ikimizde biliyorduk. Konu o ve onunla olmaksa, cevabım neredeyse hep, 'evet' oluyordu. Gözlerindeki yoğun ateşin içinde yanmaya çoktan hazırdım. Elinden tutup, beni bu sıkıcı partiden uzaklaştırmasını istedim.

"Lütfen."

***

Yok olmak istiyorum.

Yer yüzünden silinip, sadece sonsuza kadar onun ruhuyla dans etmek, belki biraz daha aşkla sevilmek. Ruhumun, onun ruhuyla yakaladığı uyumu,başka bir yerde, zamanda ve mekanda bulamam. Onunla var olduğum evren, onun benimle beraber oluşu, birbirimizi milyonlarca insanın arasından buluşumuz, bana verilen en büyük şans. Sevilmenin sadece kelime anlamını bilmeyip, onunla yaşayabilmek, hissedebilmek, var ettiğimiz aşk, beni yirminci yaşımda mutlu hissettirebilen, en özel şey. Parmak uçlarımında, onun dünyasını hissedebiliyorum. Onun kaygılarını, heyecanını, mutluluğunu, kederlerini, bana vereceği her duyguya hazırım. Bana verebileceği dünyasından hiç korkmadım, hiç o okyanus kokan dünyadan kaçmadım. Kaçamadım, kaçmak imkansızdı. Burnumun ucuna ilişen, ferah okyanus kokusu ciğelerlerime sinen dünyası, yüzümdeki tebessümün sebebi. Çok sevdiğimiz sahil kenarı, açılmış iki kadeh kırmızı şarap, kalın bir pike üstümüzde, az ötede duran siyah motorsiklet, bizi rüzgarla beraber savurmuştu evimize. Ayaklarımıza bulaşan kum taneleri, gözlerimizin önündeki uçsuz buçaksız mavi manzara, yanımdaki okyanus kadar derin, sıcak. Ev gibi, sahip olacağım en güzel ev. Eylül ayının karışık havası üşütmezken, ellerimdeki elleri sımsıcak, istesemde üşüyemem sanki. Rüzgarın, sesini duyuyorum.
Saçlarından yayılan esinti, kokusuyla beraber sarıyor ruhumu. İki yıl geçti, lakin Jimin hâla okyanus kokuyor.

"İşte evimdeki partiden daha çok huzurlu hissettiren tek yer." Huzurlu bir gülümsemenin izi silinmezken yüzümden, gerçekten de evimde var olan partiden çıkıp, akşam vakti sahile gelip, sessizce oturup denizi seyretmemiz, vücudumun huzurla gevşemesini sağlıyor, saatler önce gergin halim toz olup uçuşuyordu. Jimin'le beraber sahil kenarında, dünyanın telaşından uzaklaşıp, sessizlikle, okyanus kokusuyla sahil kenarında soluklanmak, ihtiyacım olan tek şeydi. Ruhumun ilacı olan şey, buradaydı. "Seveceğini biliyordum. Son zamanlarda pek uğrayamamıştık." Jimin dudaklarına iluşen tebessümle, benjmke beraber sakince manzarayı izliyor, arada bir parmak uçlarımı dudaklarına götürüp, uysal öpücükler bırakıyordu. Huzurun kendisjndeydim, ruhum yumuşacıktı. Ağırlıklarımdan kurtulmuş gibi, çok hafuftim. Omuzlarım ağrımıyor, kemiklerim kasılmıyordu. Gevşemiştim kollarının arasında, hiç olmadığım kadar rahat, güvende hissediyordum. Söylediği gibi son zamanlarda hayatımız çok monotonlaşmasına rağmen, okul yüzünden yoruluyorduk. Ha bir de, para ihtiyacımı karşılamam için ikimizin ortak çalıştığı sinema salonu vardı. Fakat, bu yorucu işten Jimin bir kaç gün önce ayrılmıştı. Aslında müdürün oğlunu bi güzel benzetmesiyle, kavulmuştu diyebiliriz. Ki o, bu durumdan pek rahatsız değildi. Jimin yıllardır yalnız yaşıyordu, bu süreçte maddi kaynağını ailesinden, ve dedesinden kalan büyük miktardaki maddi kaynaklardan sağlıyordu. Jimin orta gelirli bir ailede yetişmemişti, ailesi bi ölçüde varlıklıydı. Benim aksime. Ben orta gelirli bir çocuktum, kazandığım burs ise asla ihtiyaçlarımı tam manasıyla karşılamıyordu. Jimin bu konuda bana yardım etmek istesede, reddediyordum. Belki gururdan, belki de kendi paramı kendim kazanmak istediğim için.

"En son geldiğimizde resmen yarı çıplak denize girdin." Kendimi tutamayıp minik bir kahkaha attığımda, zihnim tekrar o hoş anıları anımsadı. Jimin'in deli cesaretiyle denize girişi, gecenin bir köründe deliler gibi eğlenmemiz, yaşadığımız çokça özel an içimdeki tarufi zor mutluluğun sebebiydi. Jmin'de gülümsedi, o anıları anımsarjen, sonra ise ne önemi var dercesine omuz silkti.

"Denize kot pantolonla giremezdim."

"Gecenin üçünde yarı çıplak girmen, hem de ocak ayında. Kulağa pek mantıklı gelmiyor." dedim, hala sırıtırken. Elledim usulca turuncu tutamlarını okşuyorken, parlak irislerini gözlerime dikti, hızlı bir öpücük bıraktı dudaklarıma. Dudaklarımda hissettiğim kısa, sıcak temasla içimdeki mutluluk boyumu aşacaktı neredeyse, inunlayken mutlu olmak çokta zor değildi. "Sanırım biraz deliyim..." diye mırıldandı, dudakları dudaklarımdan ayrılıp çeneme dokundu. Oraya masum bir öpücük bıraktı, yüzünü yüzümden uzaklaştırmamış, her bir detayımı ezberlemek istercesine aklına kazımıştı. Gülümsedim, onunlayken ağlamaya da aynı ölçüde hazırken.

"Birazda aşık." dedim, onun gibi dudağına hızlıca öpücük kondurup geri çekildim. Ki, Jimin sanki bunu yapmamı bekliyirmuşcasına ondan uzaklaşmama izin vermeden tekrar dudaklarımızı (bu sefer daha derin bir arzuyla) birleştirdi. Gün boyu hasretini çektiğim okyanus tadında dudaklarını zevkle öptüm, emdim. Dudaklarımız birbirine karışan mavi dalgalar gibi uyunla hareket ettiler. Dolgun alt dudağını dişlerimle ezdiğimde, saçlarındaki elim istemsizce sıkılaştı. Dudaklarını aralayıp, ona daha çok karışmamı istediğinde, dilinin dilumle temas edip, üst dudağımın dişlerinin arasında sertçe ezilmesiyle inledim. Kavrulmaya hazır bedenlerimiz, ruhumuzdan taşan ateşle okyanusun, onun okyanusunun ortasında savrulmaya hazırdı. Küçük bir balık gibi okyanusunda savrulup, kaybolmaya hazırdım.

"En son ne zaman seviştik hatırlıyor musun? Ben şuandan itibaren unuttum ve zihnimi tazelemek istiyorum." Jimin zorlukla dudaklarımızı ayırdığında, nefes nefese kalmıştık. Vücudumuzda yayılan açlık hissi tüm, iliklerimize kadar işliyordu. En son sanırım iki hafta önce, annen teyzemgile ziyarete gittiği zamanda, odamda sevuşmiştik. Lakin sorduğu soruya mantıklı bir cevap verecek halde değildim. Gözlerim yaşadığım, yaşayacağım yoğun temasları düşünürken koyulaşmıştı ve bedenim onun dokunuşları altında erimeyi çok seviyordu. Ve neredeyse iki haftadır, tenini tenimde hissedemediğin için yoğun bir açlık, özlem içerisindeydim. Bu his, mantığımı susturup, tenimi karıncalandırıyor, karnımın heyecanla kasılmasını sağlıyordu. Ona muhtaçtım, bunu seviyor, bunun önüne geçemiyordum.

"Öyleyse hatırlatmamı ister misin?" diye sordum, hiç benden beklenmeyecek seviyede baştan çıkarıcı bir sesle. Jimin'de yeni yeni tanıştığı başka bir yönümle, bu duruma alışmaya çalışıyordu. Kendisi her zaman zevklerini bilen, taviz vermeyen, haz duygusunu bilen biriydi, ben ise onun için saklı bir kutuydum. Beni yeni keşfediyordu, kendimi ve zevklerimi yirmi yaşında olmama rağmen yeni yeni keşfediyordum. Ee, tabi Jimin'in buradaki katkısı oldukca fazlaydı. Beni dokunuşlarıyla tamamiyle doyumsuz, bambaşka birine çeviriyordu.

"Bunun için terkar soğuğun bir vakti denize girerim..çırılçıplak." dedi kimin, kendinden emin bir sesle, az önceki ses tonum onu tamamiyle etkilerken. Gülümsedim ve yavaşca omzuna vurdum. Yerimden ayaklanmak için kollarından ayrıldığımda, bizi buraya uçarak getirdiği biricik siyah mitoruna doğru ilerledim.

"Öyleyse bu gece baya hızlı olmalısın...her konuda." Dudaklarımdaki gülümsemeyi silerek, az önceki, neredeyse onun tüp tüylerinin ürpermesini sağlayacak o baştan çıkarıcı, derin sesimle. Jimin'in de dudakları muzipçe kıvrılırken, gözlerinde büyüyen arzunun içinde bu gece ikimizi de yakmasını istedim.

Yakacaktı, biliyordum. Çünkü okyanustan farksız bir sevgisi, arzusu vardı. Küçük balığını o derin okyanusundan madur bırakmazdı, evinin kapıları her zaman bana açıktı. Biraz deli, birazda aşıktı.

***

Yok olmak istiyordum.

Teninin tenime bir iz gibi kazındığı her, parmak uçlarının iliştiği her noktaya gömülmek, orada kalmak istiyordum. Orada doğup, orada ölmek. Şimdi yirmi yaşında bir gencim, Jimin hayatıma girdiğinde yaşayacağımız sevdadan habersiz, on sekizinde tecrübesiz biriyken, şimdi bambaşka biriyim. Aşkı bilen, hissedebilen biri. Kendini bulan biriyim. Kollarının arasında olduğum bu, kalbi deli atan, aklı bazen savruk, saçları hep dağınık, teni mürekebe ev sahibi olan turuncu saçlı adama muhtacım. Varlığına şükrettiğim her an ona daha çok yaklaşayım istiyorum. Binlerce kez tuttuğum elini, biraz daha tutayım ve parmak uçlarımda hissettiğim yumuşak bal rengi çillerine biraz daha dokunayıp, orada yok olayım istiyorum. Jimin'in aşkı yüreğimi her geçen gün sarmalarken, sığınabileceğim tek okyanusum olsun istiyorum. Küçük bir balığım ve onun okyanuslarında savrulayım istiyorum. Yirminci yaşımda dilediğim en gercekci istek de bu. O var olsun, ben onunla yok olayım istiyorum.

Tenime kazınsın dokunuşları, gecenin bir vakti evimize şimdi ki gibi dönelim. Savruk, aceleci adımlarımızla yine koşalım, heyecanla atsın kalplerimiz, tek bir his, tek bir duygu için. Titresin ellerimiz şimdi olduğu gibi, tenimize sayısız dokunuşlar sunarken. Bacaklarım onun için aralansın, inime sokulsun, bana gecede arsız cümleler kurdursun, tenim onun için yansın, kavrulsun. Yine ve yine. Jimin'le olayım. Yirminci yaşımda, eylül gecesi, dışarıda serin bir rüzgar, sıcak bir yatak, yataktan daha sıcak göğsü, kulağımın dibinde çalan en huzurlu müzik; kalbinin sesi. Kırılmış, kanamıs yüreğinin sesi. Dinleyeyim hep, hep dinleyeyim.

"Zaman çok hızlı, değil mi minik balığım?" Zihnimdeki derin düşüncelerimden, bunun sebebi olan güzel adama baktım. O artık, liseli bir ergen değildi. Jimin'de benim gibi büyümüştü. Sôylemis olduğu, dudaklarından çıkan son kelime ruhuma dokunurken, tebessümle iyice sokuldum koynuna. Parmaklarım göğsündeki dövmelerinde dolaştı. Orada kendime bir yol çizdim, hepsinin sonu Jimin'e çıktı. Parmak uçlarım kasıklarındaki yinyang dövmesinde dolaşırken, tenine kazıdığı turuncu ve kırmızı japon balığı, sanki bizdik. Jimin ve ben, birbirinden ayrılamayan iki küçük balıktık. Bir ay öncesine kadar yaptırmış olduğu dövmesi şu sıralar fovarimdi. Aslında bütün dövmelerini seviyordum, sadece bu dövme son zamanlarda çok hoşuma gidiyordu. "Evet..." diye onayladım, yüzümde yaramaz bir gülümseme dolaştı.

"Yine de senin kadar değil sevgilim." Dudakları kıvrıldı söylediklerime, omzumdaki eli okşadı tenimi. Tenimdeki ufakça yer eden kızarıklarımdan öpmüştü tek tek, gecede bana adımı unutturacak kadar sıcak anılar yaşatmıştı. Her geçen gün daha doyumsuz olurken, beni her zaman göğe çıkarmıştı. Sayıklamalarım duvarlara karışmıştı, dokunuşlarıyla yeni dünyalar keşfetmis gibiydim. Hazzın doruklarında kaybolmuştum. Jimin bana çok güzel dokunuyordu, bedenlerimizin çekimi kuvvetliydi. Aramızda bitmek bilmeyen bir enerji, birimizi tanıyorduk, tadımızı biliyorduk.

"Hatırlatma, yoksa sabahlar olmaz bizim için." Jimin tatlı bir sesle uyarıda bulunduğunda, her an uyanışa geçebilneye müsait bir silaha sahip olduğunu tabiki unutmamıştım. Bu yüzden çenemi bu konuda kapalı tutmam en iyisiydi. Kalçamdaki hafif ağrı, az da olsa canımı yakıyordu, ve Jimin gerçekten de, bu gece bana hiç acımamıştı. Eh, bunu ondan isteyende bendim. "Peki, hatırlatmam." deyip, koynunda uykuya dalmaya hazırlandım. Lakin Jimin aradan geçen sessizlikle dolu beş dakikayı tekrar bozdu.

"Siktir..." diye mırıldandı, sanki bir şey yeni aklına gelmiş gibi hızla yerinden doğruldu. Bende onunla beraber doğrulmak zorunda kalırken sorgulayan gözlerle inceledim yüzünü. "Hediyeni vermeyi unuttum." Gôzlerimi devirecekken, vereceğim tepkiyi tahmin ederken beni ikna etneye çalışarak,"Merak etme o kadar gösterişli bir şey değil." dedi ve isteksiz cümlelerimi duymaktan kaçarak yataktan doğruldu. Hediyeler almayı sevmezdim, özellikle de doğum günlerinde. Jimin bunu gayet iyi biliyordu. Saniyelerin ardından elinde tutmuş olduğu iki tane kağıt parçasıyla yanıma geldiğinde, bubkarın aslında uçak bileti olduğunu fark ettim.

Az önce o gösterişsiz bir şey olduğunu söylemişti değil mi?

"Jimin...hediye istemediğimi sana söylemiştim." dedim, omuz silkerek. Yanıma oturdu bağdaş kurarak. Gözlerime şirince baktı, "Biliyorum ama beni durduramazsın. Hayatımdaki en özel insana hediye almak benim hakkım. Tam anlamıyla iki yıldır benimlesin sevgilim. Koca iki yıl hiç elimi bırakmadığın ve-" bu sırada saçlarını gergince kaşıdı. Jimin böyle şirin sözler kurmaya pek alışkın değildi, sevimli hali beni ister istemez gülümsetirken dikkatlice dudaklarından dökülecek olan kelimelerini dinledim. Elindeki biletin rotasını asla bana göstermiyordu. "Bana yaşattığın hisler için sana minnettarım. Senin sayende daha güçlü bir adamım....sanırım daha iyi?" dedi, sanki soru sorarsasına biraz tereddütlüydü, kaşlarını hafifçe yukarı kaldırırken. Haklı olduğunu anlaması için yanağına öpücük kondurdum. Jimin hiçbir zaman kötü bir adam olmamıştı. Sadece zor bir adamdı.

"Seni seviyorum Jeongguk...seni sahip olduğum her şeyden daha çok seviyorum. Doğum günlerini benimle kutla hep, benimle beraber sahile git, benimle beraber delicesine seviş, kavga et, ağla. Dur...ağlama. Ağlamana dayanamam." Elleri yanaklarımı okşarken, kelimeleri uçup birer kelebeğe dönüşmüş gibiydi, kalbim huzurla atıyor, yaşadığım mutlulukla söylediğinin aksine sabaha kadar ağlamak istiyordum. Onu sahip olduğum her şeyden çok seviyordum. Aptal doğum günü partilerine onun sayesinde katlanabilirdim, onunla istediği her zaman sahile giderdim. Onunla delicesine sevişir, bedenimi keşfetmesine izin verirdim, onunla ağlar, yüksek sesle neşeyle gülerdim.

"Benimle uzun bir yolculuğa çıkar mısın? Stresten uzak, her şeyden, herkesden, sadece sen ve ben?" diye sordu, cevabımdan nedensizce çekinirken. Sonra rotası Tokyo'ya olan biletlerden birini bana doğru uzattı. Gözlerim şaşkınlıkla büyürken kısa bir an elimdeki uçak bilete baktim. Jimin ve ben, tokyo? Bu gerçekleşebilir miydi? Eğer teklifini kabul edersem bu yurt dışına beraber ilk gidişimiz olacaktı. Bileti elime aldığımda, Jimin teredütümü hisseti. Yüzünü yüzüme yaklaştırıp, bakışlarımı biletten ayırıp, çenemi tutarak ona bakmamı sağladı. "Jimin...bu güzel bir hediye. Seni seviyorum ve senin için her şeyi yapmaya hazırım...hep hazırdım." dedim, ne diyeceğimi bilemiyordum o gözlerime bu kadar güzel, derin bakarken. Aslında ruhumun bu şehirden, bu ülkeden uzaklaşıp, Jiminle uzak diyarlara gitmeye çok ihtiyacım vardı. Onunla beraber, bilmediğimiz vatanlarda hayata tutunmak istiyordum. Lakin bu o kadar da basit değildi, yeni ülke yaşamına uyum sağlayabilir miydik? Aşabilir miydik? Onunla olmak istiyordum, fakat annemden, alışık olduğum ülkeden tam anlamıyla ayrılmak gözümü korkutmuştu. Hem okulum ne olacaktı?

"Bu fikir hep aklımdaydı, son zamanlarda hayat ikimiz içinde çok zordu. Senin annen ve baban boşandı. Eee...benim bocalayan eğitim hayatım, içinde bulunduğum apartmanın eskiyişi, eşyalarla beraber. Stres tamamiyle bizi ele geçirdi, bende çareyi yeni bir sayfa açmakta buldum. Biliyorum, bu kolay bir şey değil. O yüzden teklifime hemen cevap vermek zorunda değilsin Jeongguk, benim acelem yok-" dedi cümlelerinin ardından, dudakları çeneme dokundu."Seni beklerim." Ufacık temas teredütümü silip süpürecekti. Söylediği gibi, bu aralar zor bir dönenden geçiyorduk. Uzanıp dudaklarına kapandım. İhtiyacım olan dudakları, dudaklarımı ağırladı sevgiyle. Üst dudağımı nazikçe kavradığında, yükselerek kucağına yerleştim. Güzel elleri sardı belimi sıkıca, oturuşunu düzeltip, kucağına iyice yerleşmemi sağladı. "Seni seviyorum Jimin." dedim, dudakkarımızı ayırabildiğim o kısacık dilimde. "Ama benim teklifini düşünmem gerek sevgilim." Başını anlayışla salladı ve tebessümle, mayışmamı sağlayacak şekilde saçlarımı okşadı.

"Elbette güzelim." Gözlerindeki parıltilar kalbimi delik deşik ederken, dayanamayarak tekrar uzandım dudaklarına. Daha çok aşkla ve arzuyla öptüm. Kucağına iyice yerleştim. Teninin kokusu tekrar tenime kazınırken, sıcaklığımız her yere yayıldı. Dudaklarım dudaklarını arasında arsızca ezilirken ve yetmezmiş gibi elleri belimden aşağıya doğru inip kalcalarımı sertçe kavrarken inkeyerek kendimi ona doğru bastırdım. Vücudum alev alev yanarken, şehvetin esiri oldum. "Sadece bir paket prezervatifim kaldı." dedi Jimin, nefes nefese kalmışken dudaklarımızı zorlukla ayırdı. Aslında tekrar sevişmek isteyip, istemediğimi sorarken arsızca kalçamı şimdiden sertleşmeye başlayan penisine doğru ileri geri hareket ettirmeye başladım. "Öyleyse kullanalım.". diye fısıldadım arzuyla. Bedenlerimiz bir kez daha alev alev yanarken, geceler bizim için bir kez daha uzundu. Sabahlar onunla daha güzel olacaktı, şüphem yoktu. Güneşi onunla doğurup, onunla batıracaktım. Onu seviyordum, okyanusuma aşık bir balıktım. Belki de yeni bir hayatın sayfasını evimizden uzakta açacaktık, belki de bilmediğimiz rüzgarlar dalgalarımızı savuracaktı şiddetle. Fırtınalara kapılacaktık. Lakin biz yine aynı yerdeydik. Ben okyanustaydım, okyanusunda. Evimde, kollarının arasında.

Maviliğinde.

***

yn; bebişlerim normalde kitabın ikinci versiyonunu yazacaktım lakin vazgeçtim, bunu gerçekten istiyor muyum bundan da emin değilim. Kitap yazma işim ruh halime göre şekilleniyor ve bazen başladığım çoğu şeyi bitiremiyorum ve bu beni kesinlikle ama kesinlikle üzüyor. Bu yüzden hiçbir kitabı tamamiyle kafamda bitirmeden yayımlamayı düşünmüyorum. Bu konuda kendimden çok sıkıldım, sadece siz benim bu ikili hallerime alısmışsınızdır. Bunu size alıştırdığım içinde özür dilerim. Sizi seviyorum. Eğer olurda tekrar ikinci versiyonu yazmaya karar verirsem, bunu sessiz sedasız yapacağım. Sağlıcakla:") <3

Продолжить чтение

Вам также понравится

9.4K 1.1K 21
Ailesinden ona kalan ev için küçük bir kasabaya gelen Jungkook, evde zaten birinin olduğunu öğrenir. Daha da ilginç olan bu kişinin ailesi hakkında ç...
87.7K 3.3K 34
Her şey bir oyunmuydu? Yoksa o mu hatırlamıyordu? Ana çift: Jikook Yan çiftler: Namjin, Sope Smut içerir ve çok büyük beklentiniz olmasın bu konuda a...
194K 13.5K 11
Çeviridir. Yazardan bizzat izin alınmıştır. https://www.asianfanfics.com/story/view/1032334/babysitter-fluff-t-jikook-sliceloflife @callmenolan'a ith...
146K 12.1K 20
*** "Sana söyledim," Hırıldayan beden, kendini belinden tutmakta olduğu çocuğa daha fazla bastırdı. "Buradan gidemezsin," Dudaklarını yavaşca kulağı...