HERKESİN EFENDİSİ

By Medusahikayeleri

564K 23.8K 11.7K

Mafya patronu olan Hera Ateş bütün şehri avucunun içinde tutuğunu düşünüyordu ama bir gün şehre yeni gelen bi... More

Prolog
1. DEVRE DIŞI KALAN EMNİYET
2. BATAKLIĞA ATILAN ADIM
3. YAŞAMIN PENÇESİNE TAKILAN ÖLÜM
4.ÖLÜME ATFEDİLEN YEMİN
bu bir iç döküştür
5. BEKLENMEYEN MİSAFİR
6. DÜŞMAN KALPLERİN SENFONİSİ
7. KAPIYA DAYANAN SAVAŞ
8. ÇOÇUKLUĞUNUN KÜLLERİNDEN DOĞAN KADIN
9.DUYGUSAL MAKİNA
10. İHANETİN ATEŞİ
11. PORSELEN FİNCAN
12. İHANETİN BEDELİ ÖLÜM
13. ÖLMEME İZİN VERME
14. KÜRKÇÜ DÜKKANINI ATEŞE VEREN TİLKİ
15. ANLAM KAZANAN RENK; KIRMIZI
16. HABERİN YOK ÖLÜYORUM
17. İBLİSİN İNİNE ÇOMAK SOKAN EFENDİ
19. AY IŞIĞINI EVLAT EDİNMİŞ GECE
20. CEHENNEMİN KAYALIĞINA TUTUNAN YOSUN
21. DUDAKLARIN RİTMİ
22. YUMUŞAK DOKUNUŞLAR VE PARÇALANAN KOZA
23. GÜNAHA BULANAN BEDENLER
ÖZEL BÖLÜM "GÜZEL GÖZLÜ ÇOCUK & ORMAN GÖZLÜ KIZ"
24. ÖLÜMÜN PENCESİNE TAKILAN PİŞMANLIK
25. BURUK BİR VEDA
26. TUTKUYA ADANMIŞ BEDENLER
27. ÇIPLAK BEDENLERİN DANSI
28. FAİLİ MEÇHUL CİNAYET
29. SATÜRNÜN UÇURUMUNA ZİNCİRLENEN RUHLAR
30. MUTLU SON?
31. GERÇEĞİN SURETİNE BÜRÜNEN YALANLAR
32. OKYANUSUN KOYNUNA HAPSOLAN KÜÇÜK KULAÇLAR
33. RUHUN PUSULASI; AŞK
ÖZEL BÖLÜM "PARS ALAZ"
34. GERİ DÖN
35. "ÖL DEDİĞİNDE ÖLECEĞİM"
36. TANRILARIN KISKANDIĞI GÜZELLİK
37. BEKLENMEYEN TEKLİF
38. TEKLİF VE ANLAŞMA
39. KAYBEDİLEN KAZANÇ
40. TOPRAĞIN ALTINA GÖMÜLEN ÇOCUKLUKLAR
41. GÜNAHKAR RUHLARIN YEMİNİ
42. RUHA DOLANAN BİR ÇİFT MAVİ
43. SENİ HATIRLIYORUM
44. SONSUZ HİSSETİRECEK KADAR
DUYURU

18. KOYUN POSTUNA BÜRÜNEN KURT

5.2K 337 245
By Medusahikayeleri

Selam efendiler nasılsınız, neler yapıyorsunuz? Yeni bölüm ile karşınızdayım. Bol bol Hera ve Pars'ın olduğu bir bölüm oldu, umarım beğenirsiniz.

Birde ufak bir konuya değinmek istiyorum. Son bölümlerde oy ve yorum sayıları iyice düştü. Bu yüzden biraz moral düşüklüğü yaşıyorum.

Lüften elinizden geldiğince oy verip bol bol satır arası yorum yapar mısınız?

Seviliyorsunuz. 🖤

KOYUN POSTUNA BÜRÜNEN KURT

Kapıyı arkamdan kapadığımda bu işten bu kadar kolay sıyrılamayacağımın farkındaydım. Ben bu binadan dışarıya adımı mı atar atmaz Selim arkamdan adamlarını yollayacaktı. Belki şu an bile adamlarını uyarmış olabilirdi. Bir aptalın sözünü tutacağına güvenmek büyük aptallık olurdu. Hele ki bu aptal Selim ise.

Buraya gelmemin asıl sebebi elimde tutuğum dosyalar değildi. Buraya geliş amacım farklıydı ve Selim peşime birilerini göndermeden hemen önce ona ulaşmalıydım.

Hızlı adımlarla büyük siyah kapıya doğru ilerleyip kapıyı iteleyerek depodan çıktım. Ortalık çok sessizdi ve bu da biraz da olsa şüphe uyandırıyordu. Selimi çok iyi tanıyordum ve onun kibrini en iyi bilen kişi bendim. Bu yüzden biraz önce ona karşı yapılan saygısızlığa göz yummayacağını biliyordum.

Tuttuğum dosyanın içindeki kağıtları çıkarıp dosyayı kenara attım. Elimdeki kağıtları ise olabildiğince küçük katlayarak paltomun cebine soktum. Şu an da hiçbir şeyin bana ayak bağı olmasını istemiyordum.

Elimi paltomun içine sokarak silah askımda duran silahımı çıkardım ve silahı iki elimle kavradım. Etraf sessiz olabilirdi ama birazdan tamamen karışacağını biliyordum. Sırtımı duvara yaslayıp derin bir nefes aldım. Silahın üst kısmını çekerek kurşunun yuvada olup olmadığını kontrol ettim. Kurşun yuvadaydı.

Ben binaya girdiğimde benim gördüğün haricinde adamlar olduğun varsaydığımızda binada tahmini olarak 20 yakın adamı olmalıydı. 20 karşı tek. En kötü ne olabilirdi değil mi?

Karanlık koridorun sonundan tıkırtı sesleri gelmeye başladığında sırtımı duvardan ayırıp uzun, dar holde ilerlemeye başladım. Holün sonuna vardığımda adım seslerini daha net şekilde duyabiliyordum. Biraz daha ilerleyip duraksadım. Omuzumu duvara yaslayıp adım seslerinin bana doğru yaklaşmasını bekledim.

Adım sesleri bana git gide yaklaşırken yaslandığım yerde çıkarak sağa doğru hızla döndüm. Bir adam tam karşımda duruyordu. Birkaç el ateş ederek adam doğru ilerledim. Adam beni görür görmez o da ateş etmeye ve merdivenlerden aşağıya inmeye başladı.

İki kişilerdi. İkisi de bana doğru rasgele atışlar yapıyorlardı. Geri çekilip tekrar konum aldığımda aralarından biri konuştu.

"Herkese haber ver!" dedi bağırarak.

"Uğraşıyorum," dedi ikinci adam.

"Çabuk ol!"

Konuşma bittiğinde bir adamın bana doğru hareketlendiğini duyabiliyordum. Biraz daha bana yaklaştığında göz göze gelmiştik. Vakit kaybetmeden öne doğru atılıp bana doğru uzattığı silahı havaya kaldırarak karın boşluğuna bir el ateş ettim. Sonra tuttuğum elinin dirsek kısmına ve başına silahımın kabzasıyla sertçe vurdum. Silahı elinden düşürmüştüm ama bana doğru bir hamle yaptığında bu da benim elimdeki silahın düşmesine sebep oldu.

Geriye doğru bir adım attığımda bana yaklaşarak yüzüme sert bir yumruk attı. Geri doğru sendelesem de kendimi toparlayıp bana doğru gelen adamı yakalayıp merdivenlerden yukarı çıkan adam üzerine ittim ve merdivenlerden çıkan adamın ayağına sert bir tekme indirerek merdivenlerden yuvarlanmasını sağladım.

Omuzlarından tutuğum adam tekrar bana doğru hamle yaptığında bacağımı kırarak karnına sert bir tekme attım ama adam bundan pek etkilenmemiş gibiydi. Beni geriye doğru iterek sırtımı sertçe duvara çarptı. Bu canımı yakmıştı ama adamın dengesi de bozulmuştu. Bundan fırsat bilerek başını kollarımın arasına alıp adamı döndürüp yere serdim. Onunla birlikte bende dizlerimin üzerine düşmüştüm.

Ağaya kalkmaya çalıştığımda kafama çarpan sert bir şeyle tekrar yere kapaklandım. Diğer adam merdivenlerden çıkıp elinde tutuğu çantayla bana vurmuştu. Tekrar çantayla bana hamle yapacağı an sağa doğru kayarak hamlesinden kaçındım. Hızla ayağa kalkarak boşa giden hamlesi yüzünden sendeleyen adamın yüzüne üst üste yumruklar indirirken onu merdivene doğru sürükledim ve merdivenin başına geldiğinizde kasıklarına sert bir tekme indirerek merdivenlerden yuvarlanmasını sağladım.

Bu sırada diğer adam yeden kalkarak bana doğru ilerleyip belimi tutarak beni merdivenlerden aşağıya ittiğinde adamın ceketini yakaladım. İkimizde merdivenlerden yuvarlanmaya başladığımızda merdiven dönemecinde sırtımı sertçe duvara çarptığında durdum. Bütün kemiklerimin acıyla sızladığını hissedebiliyordum ama şu an durmak gibi bir lüksüm yoktu. Beni merdivenlerden yuvarlayan adam ayağa kalkıp bana doğru ilerlemeye başladığında onu karnından vurmuş olmama rağmen pes etmiyordum.

Bana yaklaştı ve ayağını kaldırarak bana doğru tekme savurdu. Vurulduğu için hareketleri yavaştı ve bende bundan faydalanarak ayağına sert bir yumruk indirdim ama bu onunda yüzümü sert bir yumruk indirmesine sebep olmuştu.

İkimizde geriye doğru savrulduğumuzda düşmemek için merdiven pervazına tutunup doğruldum. Adam da duvara yaslanarak doğrulduğunda bana doğru bir yumruk salladı ama ben eğilerek yumruğundan kaçındım ve yaralı karnına sert bir yumruk indirdim ve adam acıyla bağırıp dengesini kaybedince ona doğru bir tekme savurdum. Önümdeki adam yere serildiğinde diğer adam yerden kalkarak bana doğru koşmaya başladı.

Daha geniş bir alan için merdivenlerden aşağı indiğimde bir hole geldik. Adam karşımda duruyordu. Elini beline atarak belinden bir bıçak çıkardı. Ellerimi kaldırarak kendimi savunmaya hazırlanırken adam bıçağı bana doğru savurmaya başladı. Bana bıçakla yaklaşırken geriye doğru adımlayarak saldırılarından kaçıyordum ama bir anlık dikkatsizlik sonucu bıçak koluma denk gelmişti.

Acıyı düşünecek zamanım yoktu. Adam bıçağı geriye doğru çektiğinde iki elimle elini kavrayarak onu kendime çektim ve dizlerine sert bir tekme indirdim. Adam ve elindeki bıçak yere düşmüştü. Hızlı bir hareketle bıçağı yerden alarak adama saplamaya başladım. Adam kendini savunmak için kaçmaya çalışıyordu. Tekrar ayağa kalktığında onu merdiven pervazına yaslayıp bıçağı boynuna sapladım ve avucumun içiyle bıçağa sertçe vurarak tamamını adamın boğazına soktum.

Adam dengesini kaybetti ve merdiven boşluğundan düştü. İki adamın işi bitmişti ama bende pek iyi durumda sayılmazdım. Biraz soluklanmak için geriye doğru adım atarak sırtımı duvara yasladım ama sırtımdaki keskin acı buna izin vermiyordu. Bu sırada gözüm adamın bana doğru fırlattığı çantaya kaydı.

Dinlenecek vaktim yoktu. Bu yüzden hemen merdivenlerden çıkarak dizlerimin üzerine çöküp çantanın fermuarını açarak içine baktım. İçinde silahlar ve yedek şarjörler vardı. Elime bir silah alarak hızlıca şarjörü kontrol ettim. Doluydu. Vakit kaybetmeden çantanın içinden birkaç yedek şarjörde alarak cebim koydum.

Dizlerimin üzerinden doğrulup ayağa kalktım. İki elime silahı kavrayıp sırtımı duvara vererek yan yan bir şekilde merdivenlerden inmeye başladım. Kolum bu haldeyken birebir dövüşten kaçınmalıydım.

Ağır ve sessiz adımlarla merdivenlerden inerken bana doğru koşarak gelen adım seslerini duyduğumda hızlıca yere çöktüm ve sesin geldiği yöne doğru nişan alıp bekledim. İki adam ellerinde silahla görüş alanıma girdiklerinde düşünmeye bile fırsat duymadan ateş ettim. Adamlar beni fark ettiğinde artık onlar için çok geçti. İki adamda vurulmuş ve belki de ölmüştü.

Silahın şarjörünü çıkarıp cebimden yedek şarjörü çıkartarak silaha talktım ve çöktüğüm yerden kalkarak aşağıya doğru ilerledim. Merdivenin sonuna geldiğimde girişi çok rahat görebiliyordu. Tam sayıyı bilmesem de yaklaşım 7-8 adam vardı ve hepsi de silahlı bir şekilde kapının önünü tutuyordu.

Siktir!

Hepsi ile tek tek ilgilenebilirdim ama bu kadar kalabalıkken ve hepsi silahlıyken durum biraz zordu. Şu an açık hedeftim ama geri çekilmeye de niyetim yoktu. Birkaç saniye dikkatlerini dağıtabilirsem daha iyi bir konuma geçebilirdim ama bunu nasıl yapacağım konusunda hiçbir fikrim yoktu.

Silahımı kaldırıp içlerinden birini hedef aldım. Şu an dikkatleri bende değilken birini indirirsem o kargaşa da hemen karşımda bulunan duvara geçebilir ve kendime daha sağlam bir yer edilebilirdim. Bir gözümü kapatıp hepsinin ortasında duran adama nişan aldım ve tam ateş edeceğim an dışarıdan gelen silah sesiyle duraksadım.

Bütün adamlar silah sesinin geldiği yöne döndüğünde hiç vakit kaybetmeden hafifçe doğrularak hızla karşı tarafa koştum. Karşıya geçtiğimde arkam duvardı ve bu yüzden arkamı korumaya gerek duymadan rahatlıkla hareket edebilecektim ama ben bunları düşünürken ortam bir anda kaos alanına dönmüştü. Dışarıdaki silah sesi bir anda büyük bir çatışmaya dönüşmüştü. Dışardaki adam her kimse otomatik bir silah ile binayı tarıyordu ve görmesem de adamların birkaçı kesinlikle öldüğünü tahmin edebiliyordum.

Bu kargaşadan faydalanmam gerektiğinin farkındaydım ama durduğum yerden çıktığım an bir merminin bana isabet etmesi çok olasıydı. Sırtımı duvara yaslayıp kargaşanın biraz daha dinmesini beklemek en mantıklı hakaretti. Avucumun içindeki silahı sertçe kavradım. Dışarıdakilerin kim olduğunu bilmiyordum ama bana çok yardımı dokundukları kesindin.

Adrenalin bütün bedenimi etkisi altına almıştı. Kalbim normalde olduğundan daha hızlı atıyordu. Şu an duyduğum sesler içeriye bir yağmur gibi yağan kurşun sesleri, acıyla inleye boğuk adam sesleri ve deli gibi atan kalbimin sessiydi.

Birkaç dakika daha duvarın arkasında beklediğimde çatışma sesleri kesilmiş ve her yeri bir toz bulutu kaplamıştı. Durduğum yerden hafifçe sağa kayarak adamların olduğu öne baktığım da tahmin ettiğim gibi hepsi yerdeydi. Bazıları çoktan ölmüş, diğerleri ise ölümcül yaralar almışa benziyordu. Binanın kapısı, duvarlar paramparça haldeydi ve ortamda yoğun bir metal, nem ve kan kokusu vardı.

Adamlar ölmüş olsa da henüz paçayı kurtarmış sayılmazdım. Sonuçta gelen adamların kim olduğunu bilmiyordum. Onlar da düşmanlarımdan biri olabilirdi. Eğer durum buysa bu kesinlikle hapı yuttuğum anlamına gelirdi. Kapıya bakmaya devam ettiğimde toz bulutunun içinden bir siluet belirmeye başladı. Silahımı kaldırıp siluete nişan aldım. Ani bir harekette işini rahatlıkla bitirebilirdim.

Toz tabakası dağılmaya başladığında siluet daha görünür oluyordu. Silahımı kavrayıp derin bir nefes aldım. Silahı böyle tutmak yaralı kolum yüzünden artık daha zor bir hal almıştı. Siluet tamamen acık alana geldiğinde gördüğüm manzara beni şaşırtmıştı. Bu adamın burada ne işi vardı?

Pars Alaz elinde tuttuğu bir silah ile karşımda dikiliyordu. Arkasında onu takip eden iki adam daha vardı. Yüzünde daha önce görmediğim, insanın içini ürpertecek kadar soğuk bir ifade vardı. Yerde yatan adamaların üzerinde dikkatle geçip boş alana gelerek duraksadı. Bir eli pantolonunun cebindeydi, diğer elinde ise silah tutuyordu. Etrafa şöyle bir göz attığında gözlerimiz kesişti.

Mavi buz kadar soğuk gözleri benimle buluşunca biraz önceki ifadesi bin anda yumuşamış gibiydi ya da ben öyle olduğunu düşünüyordum. Gözlerini benden ayırmadan yanındaki adama bir şey söyledi. Bu adam Pars Alaz'ın evinde kaldığım gün konuştuğu adamdı. O günün aksine şu an üzerinde siyah beyaz bir takım vardı. Pars Alaz’dan biraz daha kısa ama yine de iri bir adamdı.

Adam başını onaylayıp ikilinin yanından ayrıldığında Pars Alaz benim bulunduğum tarafa doğru ilerlemeye başladı. Gözlerini bir saniye olsun benden ayırmıyordu. Ben ise silahımın namlusu onu dönükken olduğum yerde durmaya devam ettim.

Üzerinde siyah bir kazak ve siyah bir pantolon giyiyordu. Bunların üzerinde siyah bir ceket ve uzun siyah bir palto giymişti. Bu haliyle bir ölüm meleğini andırıyordu. Bir anlığına adımlarını durdurdu ve sağ elinde tutuğu silahını benim olduğum yöne doğru kaldırdığında ne olduğunu anlamadan bir el ateş etti. Gözlerim hemen ayak uçlarımda acıyla inleyen adama kaydığında bir el daha ateş etti ve adam ölmüştü.

Bakışlarım tekrar ona tırmandığında artık kolumdaki acı daha da dayanılmaz bir hale geldiğinde silahımı indirdim. Pars Alaz şu an tam karşımda duruyordu. Aramızdaki tek engel ortamızda duran biraz önce öldürdüğü adamın cesediydi. Gözleri yüzümde dolaştı. Şu an yüzümde birçok morluk ve birkaç yara olduğunu tahmin etmek zor değildi. Çünkü yukardaki adamlar bayağı zorlayıcı rakiplerdi. Büyük bir ihtimal işlerinde profesyonellerdi. Bu yüzdende sadece birkaç morluk ve yarayla atlatmak bile karlı sayılırdı.

"Eğer yardım almayacaksan..." dedi Pars Alaz yerde yatan cesedin üzerinden büyük bir adım atıp bana daha da yaklaşırken. "Ortak olmanın ne anlamı var?"

Bu soruyu cevap vermem için sorduğunu düşünmüyordum. Bu yüzden sessizliğimi korudum. O ise biraz daha bana doğru eğilip beni daha iyi görmeye çalıştı. Cebindeki elini çıkartıp yanağımın yanına yaklaştırdı ama bana dokunmadı. Gözleri tek tek yüzümdeki yaraların üzerinde dolandı ve sonunda gözlerime ulaşıp sabitledi. Gözlerinin içindeki o bilinmezlik beni içine çekerken bende gözlerinin içine bakmaya devam ettim.

"Daha erken gelemediğim için üzgünüm." Sessiz sanki bir annenin yavrusuna ninni okurken ki takındığı şefkati barındırıyordu.

Hiçbir şey söylemedim çünkü bu onun hatası değildi. Hem buraya geldiğimde olası riskleri biliyordum ve bu yüzden de kimseyi suçlamıyordum. Hem o neden üzgündü ki? Bu iş onunla alakalı bile değilken. Benden uzaklaştı ve bedenini dikleştirdi.

"Hadi çıkalım buradan," dedi soğuk bir tonda ve başka bir şey söylemeden arkasını dönerek biraz önce yanında duran adamanın yanına gitti. Adama bir şeyler söyledi ama o kadar kısık sesle konuşuyordu ki ne dediğini duymam mümkün değildi.

Yanındaki adamın gözleri birkaç saniyeliğine gözlerimle buluştuğunda sanki büyük bir günah işlemiş gibi hemen gözlerini çekip Pars Alaz'ı başını sallayarak onayladı. Ben ise ne yapmam gerektiğini kestiremiyordum. Mantığım bu adama güvenmemem gerektiğini söylerken içimde bir yerlerde çok kısık bir ses ona güvenmem gerektiğini fısıldıyordu. O kadar kısık sesli bir fısıldamaydı ki bu, varlığını hissetmem bile zordu ama nedense ben o sessiz fısıltıyı dinlemeyi istiyordum.

Elimde tutuğum silahı önümde duran cesettin üzerine atıp çıkış kapısına doğru yönelip ilerlemeye başladı. Yerde yatan cesetlerin üzerine basmamak için dikkatle hareket ediyordum. Çıkışa geldiğimde duraksadım.

Bakışlarım binayı izleyen meraklı gözlere kaydı. Hepsi ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bazıları ise telefon ile birileriyle konuşuyordu. Bakışlarım kalabalığın içinde bana doğru el sallayan bir kıza kaydı. Kızı hemen tanıdım buraya gelmeden önce önümü kesen kızdı: Minel. Yüzünde koca bir gülümseme vardı ama sanki bu gülümseme gerçek bir gülümsemeydi. Bu gülümsemenin sebebini bilmiyordum ama güzeldi.

Adrenalin bedenimden çekilmeye başladığında aldığım darbelerin acısı yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyordu. Ayaklarımdaki son güçte çekilecek gibiydi ama ne olursa olsun ayakta durmam gerekiyordu. Çünkü düşersem daha kalkamayacağımı biliyordum.

Binanın önünde bulunan merdivenleri inmeye başladığımda baldırımda hissettiğim keskin acıyla tökezlemek üzereyken belime sarılan bir kol bedenimi kendi bedenine yaslayarak düşmemi engellemişti. Burnuma dolan kokunun ve bedenimi etkisi alan bu sıcaklığın sahibini tanıyordum. Göremesem de bedeninin bana doğru eğildiğini hissedebiliyordum.

"Seni taşımamı ister misin?" diye sordu insanı baştan çıkmasına yol açacak bir ses tonuyla. Soluğu kulağımı okşuyordu.

Bana bu kadar yakın olduğu anlarda kalbim o kadar hızlı atıyordu ki kalbimin sesi mantığımın sağır olmasına sebep oluyordu ve artık bu adamla yaşadığım her temas daha tehlikeli bir hal alıyordu. Böyle giderse yakında kontrolü kaybedecekmişim gibi hissediyordum.

"Eğer bir gün ölürsem, cesedimi taşımana izin veririm," dedim belime sarılı elini tutup belimden uzaklaştırarak.

Ondan uzaklaşmak için ileriye doğru adımladığımda ben daha tam olarak ne olduğunu kavrayamadan ayağıma takılan bir şey yüzünden bütün bedenimin havalandığını hissettim ama yere düşmeyi beklerken bu gerçekleşmemişti. Bedenimi havada yakalayan ellerle düşmekten son anda kurtulmuştu.

"Sanki ölmene izin veririmde."

Şu tam olarak ne oluyordu? Başımı sağa doğru çevirip hayretle ne olduğunu anlamaya çalıştım.

Ben Pars Alaz'ın kucağındaydım. Hera Ateş şu an Pars Alaz'ın kucağındaydı.

Beynimi sanki bir tuşa basarak çalışmasını durdurmuşlardı. Ne diyeceğimi ve ne yapacağımı bilemez halde durdum. Pars'ın başı bana doğru indiğinde yüzünde insanın siniri bozan bir gülümseme vardı.

Bunu bilerek yapmıştı. Pars Alaz bana bilerek çelme takmıştı. Ben daha şoku üzerimden atamamışken ilerlemeye başladı. Ben küçük bir kadın değildim ama Pars Alaz hiç zorlanmadan hareket ediyordu.

Bu adamda gerçekten benim sinir sistemimle oynamak için yaratılmış gibiydi.

"İndir beni!" dedim emir verir bir tonda.

"Ben her emrini sorgusuz sualsiz uyan adamın değilim."

Şu an o yakışıklı suratının ortasına bir yumruk çakmamak için kendimi zor tutuyordum. Eğer bunu yaparsam bundan en çok zarar görecek kişi bendim ama indirmesi için ısrar etsem de pek işe yarayacağını düşünmüyordum.

Bu yüzden bende bulunduğum durumdan faydalanmaya karar verdim. Bütün vücudum acıyla kıvrılıyordu ve bu haldeyken yürümemek işime gelirdi.

Hem onu kışkırtmak içinde bana fırsat geçmişti. Başımı göğsüne yaslayıp elimi boynuna atarak ona iyice sokulduğumda bir anlığına Pars Alaz'ın irkildiğini hissettim ya da ben öyle olduğunu düşünüyordum.

Baş parmağımı nabız attığı bölge üzerinde dolaştırdım. Her hareketimle nefes alışverişleri daha da hızlanıyor gibiydi. Elimi boynundan biraz daha hareket ettirip âdem elmasına ulaştım. Bu hareketimle sert bir şekilde yutkunmuştu. Parmağımı aşağı yukarı hareket eden elmasına bastırdığımda belimi kavrayan elinin tutuşunu sıkılaştırdı.

Bu bana bir uyarı niteliğindeydi ama söylediği gibi ben onun emirlerine uyacak bir kadın değildim. Yumuşak dokunuşları biraz daha sertleştirmek adına uzun tırnaklarımı boynunda dolaştırmaya başladım.

"Bu çok aptalca bir fikir," dedi boğuk bir ses tonuyla.

Cümlesini duyar duymaz tırnaklarımı hafifçe boynuna bastırdım. Duraksadı. Başımı kaldırıp duraksamanın nedenini anlamaya çalıştığımda çoktan arabaya ulaştığımızı fark etmişti. Şoför olduğunu düşündüğüm bir adam arabadan çıkarak bizim olduğum yöne doğru koşarak geldi ve hiç vakit kaybetmeden ön kapıyı açarak geriledi.

"Sen diğerlerine yardım et. Ben süreceğim," dediğinde sesi mesafeliydi.

Şoför başıyla onaylayıp geldiğimiz yöne ilerlediğinde Pars Alaz hafif eğilerek sanki kırılacak bir şeymişim gibi beni dikkatle koltuğun üzerine bıraktı ama arabadan çıkmak yerine sadece hafifçe geriledi ve yüzü yüzümün hizasına geldiğinde duraksadı.

Gözleri bedenimden yukarı tırmanıp gözlerime kenetledi. Gözlerindeki mavi uçurum gözlerimdeki boşluğun içine düştü ve boşluk uçurumu yuttu. Aramızdaki bu anlamsızlık büyürken kalp atışlarım bir kamçı gibi darbelerini göğüs kafesime indiriyor ve sarsılmaz mantığım darbeler karşısından anlamsızlaşıyordu.

Açık kumral saçlarım beyaz bir sayfaya damlatılan bir mürekkep gibi dağıldı. Bir tutamı yüzümü örtüyordu. Onun yüzünü gölgelendiren siyah saçları alnına düşmüştü.

Tanrı tuvalini önüne koydu ve taburesine oturdu. Eline aldığı paletine iki renk döktü. Biri uçurum yeşili, diğeri buz mavisiydi. Fırçası kıvrak parmaklarının arasında hareket etti. İlk önce fırçasını uçurum yeşiline batırıp tuvaline gelişigüzel bir çizgi attı. Bir yolu andıran çizginin sonu uçuruma çıkıyordu. Sonra fırçasını suya batırıp iyice temizledi ve bu sefer buz mavisini alıp uçurumun yamacına bir okyanus çizdi. Okyanus hırçındı, asiydi, dalgalıydı.

"Bir erkeği nasıl kışkırtacağını iyi biliyorsun."

Kurduğu cümle karşısında kaşlarım istemsizce çatıldı. Bir şey söylemek istedim ama sanki beynimin içindeki bütün kelimeler bir anda kaybolmuştu. Bakışlarımı yüzünde dolaştı. Yüz hatlarının kusursuzluğu insanın mest edebilirdi. Ben bir sanatkâr değildim ama birçok eser görmüştüm ama hiçbiri eser bu adamın kusursuzluğuna erişemezdi.

"Efendim," dedi bir ses.

Kalın kavisli kaşları çatıldı ve arabadan çıkarak benim bulunduğum tarafın kapısını sertçe kapadı. Üzerinde giydiği siyah paltosu rüzgâr yüzünden havalanıyordu. Saçları bir dalga gibi kıvrılırken gözlerini bir yere sabitlemiş ve hep aynı noktaya bakıyordu.

"Herkesi uzaklaştırdınız mı?" diye sordu soğuk bir tonda.

Adam Pars Alaz'a bir kumanda uzatıp bir şey söyledi ama ne söylediğini anlamamıştım. Pars Alaz ise hiçbir şey söylemeden arabanın önünden dolaşarak şoför bölümüne geçtiğinde kapıyı açtı ama içeriye girmeden duraksadı. Elinde tutuğu küçük kumandayı parmaklarının arasında çevirdi. Sanki bir şeyi bekliyordu ama neyi beklediğini anlamamıştım.

Oturduğum koltuktan geriye doğru dönüp sokağa baktığımda kalabalık dağılmış hatta tamamen boş bir haldeydi. O kadar insan nereye gitmişti ve bu ne ara olmuştu?

Başımı çevirip Pars Alaz'a baktığımda bakışları bendeydi. Bakışlarım elindeki kumandaya kaydığında uzun kemikli parmakları ile kumandayı sıkıca kavrayıp tuşa bastı.

Tuşa bastığı anda bütün sokak büyük bir patlama sesi duyuldu. Hızla sokağın olduğu yöne döndüğümde içinde bulunduğum bina yerle bir olmuş ve her yer büyük bir toz tabakasıyla kaplanmıştı. Bir patlama sesi daha duyuldu bu sefer yanındaki bina da diğer bina gibi yerle bir haldeydi. Sonrasında ise zaten güç bela ayakta duran binalar domino taşı gibi yıkılmaya başlamıştı.

Bütün sokak çöküyordu. Eskodiya'nın iblis çukuru çöküyordu. Pars Alaz elindeki kumandayı yere atarak arabaya bindiğinde hiç vakit kaybetmeden arabayı çalıştırdı.

"Ne yaptığının farkında mısın?" diye sorduğumda başını bana doğru çevirdi ve gözlerimiz tekrar kesişti.

"Bir mesaj verdim," dedi soğuk, tok erkeksi ses tonuyla.

Bir mesaj mı? Bu adam neden bahsediyordu? Bu hareketiyle bütün şehre savaş açmıştı ama buna rağmen çok sakindi.

"Ne mesajından söz ediyorsun?" dediğimde dolgun dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı.

"Bir daha ortağıma dokunmaya akıllarının ucundan dahi geçirirlerse başlarına gelecek olanlar hakkında küçük bir mesaj."

Bu adamla ortak olmayı kabul etmemin tek nedeni bana ayak bağı olmasını engellemekti. Çünkü o bu şehre yabancıydı ve neler yapabileceği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bu da benim için oynamaması gereken bir kumardı.

O masaya oturduğumuzda ikimizde birbirimizi anlamaya, yapacağımız hamleleri tartmaya çalıştığımızı düşünmüştüm ama anlaşılan o ki en baştan beri bu adam hakkında yanılmıştım. Çünkü bu adamı anlamak zordu ve ne düşündüğünü kestiremiyordum.

Benim için hayat bir kumar masasına benzerdi ve hayatım boyunca oturduğum masada karşıma gelen kişilerin gözlerindeki tutku ve hırs bu adamın gözlerinde yoktu. Donuk ve soğuktular. Bu adam tıpkı mermere oyulan bir heykel gibiydi. Heykeltıraş ne yapmak isterse istesin insanlar o heykelde kendi duygularını görürdü. Belki de bu yüzden bu adamın gözlerine baktığımda kendi gözlerime baktığımı hissediyordum. Kumar masasındaki oyunumuz başlamış ve Pars Alaz kartlarını oynamıştı.

"Bu hamleyle bütün şehre savaş açtığının farkında mısın?"

"İstediğim de tam olarak bu," dedi bir anlığına bana dönüp baktığından. Yeşil koyu gözlerinin ardında saklanan bir şeyler vardı. Sanki en başından beri oynadığımın oyunun farkındaydı ve sadece avını seyreden bir avcı gibi bekliyordu. Gözlerindeki iştah beni korkutuyordu.

"Orada olduğumu nereden biliyordun?"

Bir eli direksiyondayken diğer elini kaldırıp saçlarının arasına geçirerek geriye doğru attı.

"Beni hafife almak senin en büyük hatandı."

Haklıydı. En başından beri avantajınızla övünmek kartlarımızın mükemmel olduğunu kabul etmek gibidir. Gerçek oyun blöf yaparak güçlü kartları gizlemektir. Bu tıpkı koyun sürüsüne giren koyun postlu kurt olmaktır. Peki sen blöf yapıp yapmadığımı anlamak için mi böyle davranıyorsun? Bir kurt musun yoksa kurt postu giymiş bir koyun mu?

"Bu sorumun cevabı değil," dediğimde geriye doğru yaslanıp yan camdan akan yolu izlemeye başladım. "Yoksa peşime tekrar birilerini mi taktın?"

"Öyleyse ne olmuş?" dedi bana doğru eğilip önümdeki torpidoyu açarken. Torpidonun içinden bir paket sigara alarak geriledi. "Sana kullanıp bir kenara atılacağın bir piyon olmadığımı söyledim ama sen beni dinlemedin. Beni hafife aldın ve kafana ne esiyorsa onu yaptın. Peki sen başına buyruk hareket ediyorken ben neden yap mıyım?"

Ona doğru döndüğümde iki elini direksiyona yaslamış bir şekilde torpidodan çıkardığı sigara paketini açıp içinden bir dal alarak dolgun dudaklarına yerleştirdi. Elinde tutuğu paketi direksiyonun arkasına atıp paltosunun cebinden çıkardığı çakmakla sigaraya yaktı. Sigaradan derin bir nefes çekerek başını hafifçe açık cama dönerek dumanı dışarıya üfledi.

Hareketleri o kadar yavaştı ki bir anda arabanın içinde zamanın yavaşladığını düşündüm.

"Ortak olduk diye her attığım adımın raporuna sana vermem gerektiğini bilmiyordum," dedim kinayeli bir tonda. Sigarasından bir nefes daha alıp kolunu açık cama yasladı.

"En başından beri benim ile hiç ortak olmak istemedin ama kabul etmediğin sürece de sana ayak bağı olacağımı farkındaydın." Sigarasından bir nefes daha alarak geri kalanını camdan dışarıya attı. "Bu yüzden de sözde ortaklığımızı kabul etti. Bu bir taşla iki kuş vurmak gibiydi değil mi ama hesaba katmadığın bir şey vardı. Benim parmağında oynattığın diğer adamlara benzememem. En başından beri oynadığın oyunun farkındaydım ve oyununu oynaman için sana zaman tanıdım ama görüyorum ki oynadığın oyunda kendine zarar vermekten başka bir şey yapmıyorsun."

Oyun hiç beklemediğim bir şekilde kızıştım. Avıyla oynayan bir avcı gibi sözleriyle benimle oynuyordu. Bense kurdun pençelerine takılmak üzere olan bir ceylandım ama eğer öleceksem bu son koşumu yapamayacağım anlamına gelmezdi.

"Haklısın," dedim oturduğum koltukta hafifçe doğrularak. "Seninle oynadım." Başını çevirerek benim olduğum yöne doğru baktı. Yüzünde tek bir mimik dahi oynamıyordu.

"Hayır," dedi bakışlarını benden ayırmadan. "Benimle oynadığını düşünmeni sağladım."

Kurt ilk önce kurbanının boynuna saldırırdı. Çünkü bütün yaşamsal faaliyet boynumuzdaki birkaç damara bağlıydı. Sivri dişler o damarları kestiğinde kan kurbanı boğar ve hayatına son verirdi.

Pars Alaz bir kurttu. Benim sıkı sıkıya tutunduğum gururuma dişlerini geçirmiş ama kanamasına izin vermeden dişlerini çekmişti. Yenilmiştim ama bu yenilgiyi bilen sadece o ve bendik.

Oturduğum masada kumardan başka bir oyun daha sürmüştü ve ben onun oyunundaki piyondum. Öne sürülmüştüm ve kaybetmiştim.

"Bugün beni bulmanın nedeni bunları söyleyerek övünmek miydi?"

"Zekayla övünmek aptalların işidir."

"Aptal değil ise şu an neden bunları konuşuyoruz."

"Çünkü artık oyunun kurallarını değiştiriyorum."

Ağzımı açıp bir şey söyleyeceğim an araba yavaşladı. Bakışlarım hemen arabanın dışına kaydığında büyük demir bir kapının önündeydik. Kapının önünde elinde yarı otomatik silah taşıyan iki adam duruyordu. İçlerinden biri arabaya doğru ilerleyip camda Pars Alaz'ı görünce hemen diğerine bir işaret verdi. Saniyeler sonrada önümüzdeki demir kapı ağır ağır açılmaya başladı.

"Neredeyiz?" diye sordum etrafa göz gezdirirken.

"Güvenli bir yerde."

Araba biraz daha ilerlerlerken yolun etrafında arabaya doğru bakan elleri silahlı on adam daha saymıştık. Araba büyük müstakil bir evin önünde geldiğinde durdu.

Kapının önünde duran bir adam arabaya doğru koşarak benim olduğum taraftaki kapıyı açtığında Pars Alaz'a dönerek baktım ama o çoktan arabadan çıkmıştı. Bu yüzden bende vakit kaybetmeden arabadan çıktığımda adam kapıyı kapatarak hafifçe eğilip beni selamladı.

Şu an burada neler oluyordu ve ben neden buradaydım?

"Burası neresi ve ben neden buradayım?" diye bağırdım kapıdan girmek üzere olan Pars Alaz'a. Kapıdan girmeden önce dönüp bana baktı.

"Bütün sorularının cevabı içerde."

Bu da ne demekti şimdi?

Yanımda duran adam eliyle kapıyı işaret ederken istesem de şu an başka şansım olmadığının farkındaydım. Bu bedenle olmazdı. Hem içeride beni neyin beklediğini merak etmiyor da değildim. Bu yüzden kapıya doğru ilerlemeye başladım.

Bedenimi etkisi altına alan acılardan dolayı yürüyüşümde yavaştı. Kapıya ulaştığımızda genç bir kız kapının yanında başı eğik bir şekilde duruyordu.

"Beyefendi sizi oturma odasında bekliyor. Size eşlik edeyim."

Hiçbir şey söylemem fırsat vermeden sağ tarafta doğru ilerlediğinde bende genç kızın arkasından ilerlemeye başladın. Burası kesinlikle büyük bir evdi ve nedense bana Pars Alaz'ı anımsatıyordu.

Soğuk, modern ve kusursuz.

Genç kız bir kapının önüne geldiğimizde duraksadı.

"Sizi içerde bekliyorlar," dedi genç kız.

İçeride mi bekliyorlardı? Beni bekleyenler kimdi?

Önümde duran kapıyı iterek içeriye girdiğimde beni karşılayacak olan sahneye merak ediyordum. Gözüme çarpan ilk şey tekli bir koltukta oturan Pars Alaz’dı. İçeriye girdiğimde bakışları hemen beni buldu. Sakindi ve bu sakinlik nedense huzursuz ediciydi.

Birkaç adım daha ilerlediğimde salonun ortasında dizlerinin üzerine çökmüş biri duruyordu. Yüzü yere eğikti ama yine de onu tanıyabilmiştim.

"Sinan?"

Yere eğik başını ağır ağır kaldırdığında yüzü neredeyse tanınmayacak haldeydi. O benim abimdi. Sözde abim.

Peki onun burada ne işi vardı?

Sinan beni görünce bir şey söylemeye çalıştı ama hiçbir şey söylemeden tekrar sustu. Şu an bir şeyler hissetmeliydim değil mi? Nede olsa beraber büyümüştük. Bu hayat en az benim kadar ona da acımasız davranmıştı ama hiçbir şey hissedemiyordum. Benim için hiçbir anlam ifade etmiyordu.

"Onun burada ne işi var?" diye sordum Pars Alaz'a dönerek.

Pars Alaz bacak bacak üstüne atmış kenetlediği elleri bacaklarının üzerindeydi. Bakışları Sinan'ın üzerinden çekip bana baktı.

"Yeni ortaklığımızın nişanesi olarak," dedi sakin bir tonda. "Sana Savaş'ı kaçıran kişiyi takdim ediyorum."

Ve bir bölümün daha sonuna geldik. Bölüm sonu geleneğimiz olarak buraya düşüncelerinizi bırakırsanız çok sevinirim.

Hepinizi çok seviyorum. Öpüldünüz. 🖤

Instagram; kayipmedusaa

Continue Reading

You'll Also Like

1.9M 69.2K 59
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
115K 6.3K 13
Sera: Numaranızı yönetici olan Asuman hanımdan aldım. Sera: Yemeyin beni. 05***: Asuman hanımın neden böyle bir şey yaptığını bilmiyorum ama üzgünüm...
334K 21.8K 23
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
6.1M 197K 99
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...