Varislerin Oyunu (Wisteria 1)

Por adorayagmur

2M 106K 248K

24 Krallıktan gelen genç prens ve prensesler için kurulmuş bir Kraliyet Okulu. Ancak acımasız bir suikastçı k... Mais

Tanıtım
Bölüm 1: Yaşlı Kuzgun
Bölüm 2: Dans
Bölüm 3: Sonun Başlangıcı
Bölüm 4: 23 Mektup
Bölüm 5: Prenses Irithel
Bölüm 7: Savaşın Kuralları
Bölüm 8: Kaçınılmaz Son
Bölüm 9: Dökülen Sırlar
Bölüm 10: Durgun Sular
Bölüm 11: Yalanların Yankısı
Bölüm 12: Fedakarlık Savaşı
Bölüm 13: Kahramanın Gözyaşları
Bölüm 14: Kızıl Balo
Bölüm 15: Düşmüş Varisler
Bölüm 16: Sırtımızdaki Bıçaklar
Kitap oluyoruz...
Bölüm 17: Ebedi Hatıralar
Bölüm 18: Güneşin İhaneti
Bölüm 19: Sevginin Bedeli
Bölüm 20: Ölümcül Taçlar
Bölüm 21: Kırılgan Kılıçlar
Bölüm 22: Ebedi Taht
Bölüm 23: Başlangıcın Sonu
Son bir söz...
Bilgilendirme (13.08.23)
Varislerin Oyunu Kapak

Bölüm 6: Suikastçının Ninnisi

64.5K 3.8K 8.9K
Por adorayagmur

♪♫ kristian kostov - beautiful mess

Gözlerimi açtığımda Cyra odada benimleydi. Gözleri son derece yorgun bakıyor, her zaman bakımlı olan saçları bu sabah taranmamış gibi görünüyordu. Boğazımın kuruluğu sebebiyle sesim çıkmıyordu ve uyandığımı fark edebilmesi için elimi yataktan aşağı sallandırdım. İçinde bulunduğum yatağa ve odamıza nasıl döndüğümü hatırlamıyordum ve bazı cevaplara ihtiyacım vardı. 

Cyra'nın beni fark eden gözleri anında parladı ve odanın uzak ucundan yanıma birkaç acele adımda ulaştı. Sıcak, açık ten rengi elleriyle benimkileri kavradığında rahatlama hissettim. Tanıdık bir suratın verdiği huzur. 

''Günaydın oda arkadaşım.'' diye mırıldandı ayılmamı bekleyen prenses. Sesi hala uzaktan geliyordu ancak artık yavaş yavaş uyandığımı hissedebiliyordum. Üzerimdeki sersemlik yeterince hızlı olmasa da beni terkediyordu.

Doğrulup ayaklarımı yatağımdan aşağı sarkıttım. Cyra da direkt izin bile istemeden yanıma oturdu. ''İyi görünüyorsun.'' dedi ellerimi bırakmadan.

''Gayet iyi hissediyorum.'' diye yanıtladım onu. ''Ama neler olduğunu hatırlamıyorum.''

Sözlerimi duyduğu gibi sarışın prensesin yüzü beyaza döndü. Minik dişlerini sıktığını, küçük çenesinin kasıldığını görebiliyordum. ''Reika, birini daha kaybettik.'' dedi endişeli bir sesle.

Kafamı dikleştirdim. ''Cahirr, evet. Onu hatırlıyorum. Sonrası yok.'' dedim başımı avucumun içiyle ovarak. Bir yere çarpmışım gibi ağrıyor, beynime doğru bir sızı ilerliyordu. Cyra'nın suratı, Cahirr'in ölümünü bu kadar rahatlıkla dile getirmem sebebiyle gerilmişti ama bu konuda bir şey söylemedi. ''Ardından Cahirr'in cesedini yere indirdin ve sanırım kan tutmuş olmalı, oracıkta bayıldın.''

''Ve kimse beni yakalamadı mı?'' diye sordum sinirle. Başım o kadar ağrıyordu ki bunun bir yere çarpmadan olması imkansızdı. Kendime geldikçe acı hissi artmıştı. İhtiyacımız olduğunda prenslerin yapmacık centilmenliği neredeydi?

Cyra cevap olarak başını iki yana salladı. ''Drystan yakaladı. Hatta seni buraya kadar getiren de oydu. Ellerindeki kanların temizlenmesi işini ise hizmetkarlar halletti. Yardım etmek istedim ama midem kaldırmıyordu Reika. Üzgünüm.''

''Sorun değil.'' diye mırıldandım. Demek ki Drystan beni tüm kulenin tepesine kadar taşımak zorunda kalmıştı. Yaptığı şey nazik bir hareket bile olsa bu hoşuma gitmemişti. Kimseye iyilik borcu taşımak istemiyordum. Benden teşekkür bekliyor olmaması için kendi içimden dua ettim.

''Ne kadar süre baygın kaldım?'' diye sordum. Cyra ilk defa gülümsedi. ''Tam bir gün. Şu anda daha sabahın körü.'' dedi pencereyi işaret ederek. Gerçekten de daha güneş yeni doğmuş, kuşlar yeni uyanmışlardı. Doğa güne yeni başlıyordu.

''Diplomasi dersini kaçırdım mı yani?'' diye homurdandım oturduğum yerde. Cyra bu sefer bir kahkaha patlattı. ''Reika dün olanlardan sonra tüm dersler iptal edildi. Kimsenin odalarından çıkmasına izin yoktu. Tüm günü odalarımızda geçirmek zorunda kaldık.'' 

Başımla onayladım ve giyinmek için ayağa kalktım. ''Peki ya bugün?'' 

Cyra düşünceli bir tavırla kollarını göğsünde bağladı. ''Profesör Melantha, Cahirr'in ölümünden sonra çılgına döndü. Tüm krallıklara daha fazla güvenlik istediğini söyleyen birer mektup gönderdi ancak katil ve ölümler hakkında hiçbir şey söylemedi. Bunun, okulun itibarını zedelememesi için okul içerisinde çözülmesi gerektiğini düşünüyor. Katilden korkmadığını belli etmek için derslere devam edileceğine karar verdi.''

''Bu çok mantıksız.'' dedim rengarenk elbiselerin arasından siyah renkli olanı çıkarırken. Cyra da bugün toz pembe bir tuvalet seçmişti. Yatağının üzerinde bekliyordu.

''Neden?'' diye sordu o da hazırlanmak için ayağa kalkarken.

''Çünkü,'' diye söze başladım geceliğimden kurtulurken. Bu geceliği kimin giydirdiğini bilmiyordum ancak Cyra olmadığı için mutluydum. Vücudumdaki yara izleri, sorulara yol açabilirdi. ''Krallıklardan korkusu olmayan bir müdire için böyle davranışlar çok acemice. Profesör Melantha'nın görevi hepimizi aynı anda, çoklu sayıda koruma ile eve göndermek olmalıydı. Güvenliğimizi sağlamak okulun itibarı gibi basit bir bahaneden çok daha önemli.''

''Ne demek istiyorsun?'' diye sordu Cyra saf bir ses tonuyla.

''Muhtemelen Profesör Melantha da tehdit ediliyor.'' diye yanıtladım onu. Sarışın prensesin gözleri büyüdü, suratı asıldı. ''Kaç yıldır burada olan birisi neyle tehdit edilebilir ki?'' diye sordu.

Omuzlarımı silkmekle yetindim. ''Bilmiyorum. Dün Cahirr öldürüldüğünde neredeydin?''

Cyra bir anda bozulmuş gibi suratını buruşturdu. ''Katilin ben olduğunu düşünmüyorsun öyle değil mi?'' dedi pürüzsüz, pembe dudaklarını bükerek.

Kısa bir kahkaha attım. ''Elbette hayır!'' dedim gülerek. ''Yanında her kim varsa katil listesinden silebiliriz, o yüzden.''

''Ah,'' diye mırıldandı anladığını belli ederek. ''Nyx ile beraberdim.'' dedi suçlu bir ifadeyle. 

''Nyx mi?'' diye sordum bağırarak. Pembe saçlı prenses, varisler arasında şüpheliler listesinin başını çekiyordu benim için. ''Ne yapıyordun onunla?''

''Derse beraber gidebilmemiz için gitmiştim yanına. Başka bir sebebi yoktu.'' Prensesin sırf ben sevmiyorum diye diğer varislerle arkadaşlık yapmasına laf edecek değildim. Bu konuda söz söylemek gibi bir hakkım da yoktu zaten. Ne kadar başlangıç seviyesi bir bağımız da olsa, burada hepimiz ilerde savaşa girmesi mümkün olan krallıkların varisleriydik. Her müttefik, ilerde işimize yarardı. Ne kadar ben bu konuda pek başarılı olamasam da.

''Peki.'' dedim gülümseyerek. ''Affedildin.''

Cyra da bana gülümsedi, ardından hizmetkarının odamıza dalması ile bu konuda konuşmamak için sözsüz bir şekilde anlaştık.

Kahvaltı için yemek salonuna indiğimizde herkese bir ölüm sessizliği hakimdi. Tüm masaların arasında muhafızlar geziyordu. Eğitmenler gergin bir şekilde bir şeyler yerken, etrafı izliyorlardı. Profesör Melantha ortalıkta gözükmüyordu.

Drystan'ı bizim hemen arkamızda buldum. Saçları yeni yıkanmış gibi tertemiz görünüyor, üzerindeki simsiyah takım tüm salonda parlıyordu. Bir baloya gidebilecek kadar şık giyinmişti. Tam karşısında oturan Eryx başıyla bana selam verdiğinde kaşlarımı çatarak kendi masamıza döndüm. Neden o pislik ile beraber oturuyordu? Bana nasıl davrandığını kendisi de görmemiş miydi?

Ancak bu düşünceleri hızla kafamdan silip attım. Drystan'dan beni korumasını beklemek, onurumu savunmasını istemek aptallık olurdu. Yapmayacağı için değil, gölge prensi ne kadar sevmesem de bir centilmen olduğunu biliyordum. Ancak ona karşı bu tarz beklentilere girmek, onunla olan bağımı arttırırdı ve bunun sonunda zararlı çıkan ben olurdum. Prensin soyu kusursuz olsa bile, düşman krallığın varislerinden biriyle dostluk kurmam hoş bir davranış olmazdı.

Sahte bir prenses olabilirdim ancak bu rolü son derece içten benimsemiştim. Sahteliğim, krallığıma duyduğum sevgiyi ve de bağlılığı alıp götürmüyordu ne de olsa. Hatta halkın her katmanını görmüş bir vatandaş olarak, arttırdığını bile söyleyebilirdim. Ne de olsa bu okuldaki hiçbir varis, bir fırının çöplüğünde uyuyakalmamıştı.

Cyra, Nefeli, Zurin ve Eira'nın yer aldığı masada gerilimli bir hava hakimdi. Prensesler fırtına öncesi sessizliğe bürünmüşcesine yalnızca önlerindeki tabaklara odaklanmıştı. Aralarından yalnızca Cyra üzgün görünmüyordu. Aksine, ara ara çeşitli yorumlarla neşe katmaya çalışıyordu ortama. ''Bugün de at binme dersi için heyecanlıyım!'' diye cıvıldadı ağzına bir parça yumurta sokarak. Bu cümle, muhabbet açma çabasının yaklaşık yedinci veya sekizinci girişimiydi. Ardı ardına başarısız olan prensese acıdım. ''Prenseslere at binme dersi verildiğini bilmiyordum.'' dedim kimseden çıt çıkmayınca. Herkes o kadar sessiz ve düşünceliydi ki, bu durum beni bile rahatsız etmeye başlamıştı.

''Atları seviyorum.'' diye mırıldandı Eira hüzünlü bir tonda. ''Bence çok güzel bir ders.'' 

''Katılıyorum.'' dedi Zurin tabağındaki kırıntılar ile oynayarak. 

''Kızlar.'' dedim sesime biraz daha ciddi bir ton katmaya çalışarak. ''Katili bulmak için bir planım var.'' 

Sonunda Nefeli hayata geri dönmüştü. Siyahi prenses, kıvırcık saçlarını omuzlarından geriye atarak sırtını dikleştirdi. ''Dinliyoruz.'' dedi ciddi ifademe uyum sağlayarak.

''Katilin ne zaman, nerede cinayet işleyeceği belli olmuyor.'' diye mırıldandım. ''Bu yüzden hepimizin iki kişi seçmesini, ve bu kişileri gözlemlemesini öneriyorum.''

Nefeli düşünceli bir şekilde başını sallarken diğer prensesler de birbirlerine baktılar. Cyra elindeki gümüş çatalı masaya bırakıp aldığı lokmayı tek seferde yuttu. ''İyi de bu tam olarak ne işe yarayacak?''

''Dün, Cahirr öldürüldüğü sırada Nyx ile beraber olman onu akladı Cyra. Güvenilir bir tanık olarak Nyx'i, her ne kadar öyle olmasını istemesem de, şüpheli listesinden silmiş oldun. Eğer her birimiz kendimize birer şüpheli seçersek, işimiz kolay olacaktır.'' dedim onay almayı bekler şekilde. Ne kızlara ne de prenslere, sırf bu masadan birisi katil olmadığını söylediği için güvenecek değildim. Asla öyle bir hataya düşmeyecektim ama en azından bu plan, bazı kanıtlar toplamama yardımcı olacaktı.

''Ben Larkin'i gözlemlerim.'' diye atıldı Eira. ''Ne de olsa müstakbel eşim, onunla vakit geçirmem kolay olacaktır.'' diye de ekledi. 

''Ben de o halde Kaius'u alayım.'' dedi Nefeli. ''Hatta Kaius'un yakın arkadaşı olan Fintan'ı da gözlemleyebilirim diye düşünüyorum.''

Cyra tekrar hüzünlü bir ifadeye bürünmüştü. ''Benim eşim yok.'' dedi mızmızlanan bir ses tonuyla. Cyra'nın sözlendiği kişi, Nyx'in ağabeyi olan Tarrent Kalistar'dı. Bu okuldan çoktan mezun olmuştu. 

''Sen de Faldo ile Vron'u takip edebilirsin.'' dedi Zurin bir öneride bulunarak. ''O ikisi ve Raven sürekli beraberler zaten, zorluk çekeceğini düşünmüyorum.'' 

Cyra tekrar şımarık bir prensese dönüşerek ''İyi ama benim onlarla hiçbir ortak dersim yok.'' diye söylendi. 

''O halde Zurin onları alsın.'' dedi Nefeli direkt söze atlayarak. ''Vron birinci sınıf öyle değil mi? En az bir tane ortak dersiniz vardır.''

Bu sefer surat asma sırası Zurin'deydi. ''İyi ama ben Helia'yı istiyordum.'' dedi üzgün bir ses tonuyla. Hızla atıldım. ''Drystan ile Helia bende!'' diye bağırdım. Sesimi fazla yükseltmiş olmalıydım ki yalnızca bizim masamız değil, arkamdaki masa da kulak kesilmişti. Drystan ile Eryx aniden bana dönmüş, sonra da düşmanca bakışlarla birbirlerine bakmışlardı.

''Sakin ol.'' diyerek elini kolumun üstüne yerleştirdi Cyra. ''Oda arkadaşlarını birbirlerine düşüreceksin. Gelecek eşinin oda arkadaşı potansiyel katilimiz. Eryx'i sevmediğini biliyorum ancak onun öldürülmesine yol açmasan iyi olur.''

Gözlerimi devirdim. ''Aslında bana bir iyilik yapmış olurdu.'' dedim gülümseyerek. Sözlerim iyilik meleği Eira'yı alarma geçirmişti. ''Reika!'' diye bağırdı beni ayıplayan bir ses tonuyla. ''Bir leydi, müstakbel kocası için böyle şeyler söylememeli!'' 

''Sen de Larkin'den pek hoşlanmıyorsun ama Eira.'' dedim ellerimi belime koyarak. İştahım kaçmıştı.

''Evet ama beni onun hakkında böyle saygısızca konuşurken göremezsin.''

Tam ağzımı açıp bir şeyler daha söyleyecektim ki Cyra kolumu sıkarak beni engelledi. ''Senin dersine gitmen gerekmiyor mu?'' diye hatırlattı artık masadan kalkmam gerektiğini işaret ederek. Daha fazla kalırsam bu hafif tartışmanın kavgaya dönüşeceğini sezmiş olmalıydı.

''Evet.'' dedim ters bir bakış atarak Eira'ya. ''Kıyafet provam var.'' diyerek siyah eteklerimi kavradım ve adımlarımı rahatlattım.

Yemek salonunu terk ederken Drystan, Eryx'in ölümcül bakışlarını görmezden gelerek yanıma kadar hızlı adımlarla yetişti ve girmem için bir kolunu kaldırdı. ''Prensesim, bugün arkadaşlarınızın at sürme dersine katılmıyor musunuz?'' dedi her zamanki flörtöz tavrı  ve yarım gülümsemesi ile. Ona bakmak için döndüm. Gözleri siyahın tüm tonlarını içerisinde barındırıyor gibiydi. Adeta sonsuz bir kuyuyu andırıyordu.

''Gitmiyorum.'' dedim düz bir sesle. ''Ne yazık ki kendi sıkıcı derslerime katılmam gerekiyor, kıyafet provam var.'' 

''Ne tesadüf!'' dedi sesini cümlesinin sonuna doğru yükselterek. ''Benim de dersim o!'' Gözlerimi devirdim ve göz açıp kapayana kadar dersin verildiği salona ulaşmıştık. Aslında, o sırada Drystan'ın bana eşlik ettiği için memnun oldum çünkü onun yönlendirmesi olmasaydı muhtemelen bu sınıfın yerini bulamazdım.  

Kıyafet provası dersinin verileceği sınıfın büyüklüğü ve genişliği beni şaşkına uğramıştı. Sınıfın metrelerce yükseklikte camları vardı ve içerisi güneş ışıkları ile parlıyordu. İki adet yükseltilmiş platform, sınıfın iki ayrı tarafına yerleştirilmişti. Sınıfa ilk gelenlerin biz olmaması içimi rahatlatmıştı. Bazı varisler çoktan yerlerini almışlardı. 

Bunlardan ilk gözüme çarpanı, Faldo ile Raven çiftinin peşinden asla ayrılmayan Vron oldu. Sarışın, kıvırcık saçlı prens, onlar için ayrılan platformun önünde bekliyordu. Hemen yanında Hiro duruyordu. Douven Krallığı'nın varisi. İnce bir suratı, açık mavi gözleri, asil bir duruşu vardı prensin. Vron'dan yalnızca birkaç santim kısa olmalıydı.

Üçüncü prens ile elbette benim yanımda duran Drystan olmalıydı. Okulun, az kişili sınıf takıntısı sebebiyle bu derste bana Zurin ve Eira eşlik etmeyecekti. Ancak Saige, tanıdık bir yüz ve sıcak bir gülümseme ile camın önünde dışarıyı izliyordu. Kan kırmızı bir elbise giymiş, üstüne siyah renkli bir şal almıştı. Takıları da tıpkı elbisesi gibi kırmızı ve siyah tonlarındaydı.

Beni gördüğüne son derece sevinmiş görünüyordu ancak Saige'in ikinci dönem olduğunu bildiğim için, neden bu dersi tekrar aldığını bilmiyordum. ''Seni burada görmeyi beklemiyordum.'' dedim onun yanına doğru ilerleyerek. Drystan'ı hiçbir söz söylemeden arkamda bırakmıştım. Siyah prens ise hiç bozuntuya vermeden kendi arkadaşlarının, ya da daha doğrusu tanıdıklarının yanına doğru yürümeye koyuldu. 

''Eh, elbiseleri üzerimde denemekten hoşlanan birisi olduğum söylenemez. Vaktimi daha faydalı şeyler ile geçirmeyi tercih ettiğim için beni bu yıl tekrar bu derse yerleştirmişler. Boktan bir ders olduğundan emin olabilirsin.''

Bu kelimeyi bir prensesin ağzından duymak hem içimi rahatlatmış, hem de gürültülü bir kahkaha atmama sebep olmuştu. 

''Bir leydi, asla bu şekilde kahkaha atmamalı.''

Sesin kaynağına bir bakış attığımda bunun eğitmenimiz olduğunu anlamam uzun sürmedi. Yaşlı, siyahi bir kadındı kendisi. Saçlarının beyazlığı, ten rengi ile zıt bir uyum yakalamıştı. Elinde uzun bir baston tutan yaşlı kadının suratı asıktı. Pek gülen birisine benzemiyordu zaten. Dudakları incecikti ve sanki yıllardır varislerle uğraşmanın bıkkınlığı ile yıkanmış gibiydi. Sarkık yanakları da cabasıydı. ''Özür dilerim leydi..'' dedim ancak duraksamak zorunda kalmıştım. Eğitmenin ismini bilmiyordum. ''Sofia.'' diye mırıldandı Saige kulağıma doğru. Yaptığı şey için minnettar olarak cümlemi düzelttim. ''Leydi Sofia.''

Yaşlı kadın bastonunu yere vurarak, sert adımlarla yanımıza doğru ilerledi. ''Seninle çok işimiz olacak gibi Leydi Reika. Doğru söylüyorum değil mi? Slonian'ın kızıl saçlı varisi. Gözlerini aynı annenden almışsın.''

''Onu tanıyor muydunuz?'' diye sordum gülümseyerek. Annem hakkında konuşması ilgimi çekmiş gibi davranıyordum ancak umrumda bile değildi. Bizzat ölümünün sebebi olacağım, dünya üzerinden temizleyeceğim bir kadının gözlerinin bana benziyor olması benim için mühim bir konu değildi.

''Elbette. Döneminin en başarılı öğrencilerinden birisiydi. Senin aksine. Anlaşılan sana hiçbir şey öğretememiş yoksa toplum içerisinde bir domuz gibi gülünmemesi gerektiğini bilirdin.''

Başımı özür diler gibi eğdim ve gülümsememe zar zor devam ettim. ''Ben biraz isyankar bir çocuktum leydim. Söylediklerine pek kulak asmazdım.''

''Görebiliyorum. Leydi Saige ile düşündüğünüzden daha benzersiniz. Geçen seneyi az burnumdan getirmedi.'' Bu sefer gülümseyerek başını eğme sırası Saige'deydi. ''Emin olun bu dönem de elimden geleni yapacağım.''

Sözleri bana kahkaha atma isteği getirse de yutkunarak bu hissi geçirmeye çalıştım ve sonucunda tükürüklerim hafifçe ağzımdan dışarı püskürdü. Leydi Sofia'nın yüzüne bir dehşet ifadesi yayılmıştı. Gözlerini devirerek geriye çekildi ve sınıfın ortasına doğru yürümeye koyuldu.

Niss, kapıyı çalarak içeri girdiğinde geç kaldığı için son derece mahçup görünüyordu ancak Leydi Sofia'nın siniri zaten bizim yüzümüzden yeterince bozulmuştu. Kızmadan bastonuyla içeriyi işaret ederek Niss ve ikimize prenses platformuna yönlendirdi. 

Prenslerin her biri ceketini çıkarmaya koyulunca gerildiğimi hissettim. ''Herkesin ortasında mı soyunacağız?'' diye sordum. Ancak sorun bedenimi sergilemekten korkuyor olmam değildi. Tavernada çalıştığım yıllarda zaten yüzlerce sarhoş göz tarafından soyulmuştum. Artık bu beni rahatsız etmiyordu ancak vücudumdaki yara izlerini görmeleri bir sorundu. Cyra'dan ve hizmetkarı Nina'dan saklamak için gece gündüz tetikteydim zaten. Bir de bu kıyafet provası zırvasında sırtımdaki izleri saklamak için uğraşamazdım. 

''Elbette hayır.'' dedi Leydi Sofia ve ellerini iki kez çırptı. Altı hizmetkar odaya akın ederken hepsi senkronize bir şekilde hareket ediyordu. Yapacakları her şeyi ezberlemiş gibiydiler. İki tanesinin kucağında bir yığın kumaş vardı. Bir tanesi prenslerin platformu ile bizimkinin arasında asılı olan bir kumaş parçasını çekiştirerek çekmeye başladı. Bu, sınıfı ortadan ikiye ayıran bir perdeydi. Birbirimizi göremeyeceğimiz kadar genişti ancak Leydi Sofia'nın iki tarafı da gözlemleyeceği noktada son buluyordu.

Hizmetkarlardan birisi soyunmamı işaret ederek yanıma geldiğinde, Niss ile Saige'in çoktan işe koyulduklarını fark ettim. Uzun, bebek mavisi bir elbise seçilmişti benim için. Kolları kısaydı ancak aynı renkte ipek eldivenlere sahipti. Hizmetkar soyunmama ve ardından elbiseye girmeme yardımcı olurken dokunuşlarından rahatsız oluyordum. Kadının bu işi binlerce kez yapmış olması her hareketinden anlaşılıyordu. Tüm parçaları çıkarıp, iç çamaşırıma kadar indiğinde yüzü beyaza döndü. Gözleri sırtıma dönüktü. Panikle, kadının elindeki korseyi kaptım ve gülümsedim. ''Küçükken ağaca tırmanmayı çok severdim.'' diye mırıldandım.

Endişeli kadının ifadesi düzelmedi. Pek inanmışa benzemiyordu ancak bu önemli değildi. İşine devam ederken o kadar da umursamadığını fark ettim.

Saige çoktan kendi elbisesini giymişti. Kabarık, toz pembe renklere sahip olan elbise Saige'in kırmızı dudakları ve simsiyah saçları ile hiç uymamıştı. Saige de aynı fikirde olmalıydı ki sık sık yüzünü buruşturuyor, oflayıp pufluyordu. Hizmetkarı pembe dantelin eteklerini kıvırıp iğnelerken asık bir suratla kollarını bağlıyordu. Zavallı prensesin halini gördüğümde gülümsemeden edemedim.

Bunu fark eden Saige ise hiç durmadan cevap verdi. ''Bebek mavisini bile tercih ederdim Reika, öyle gülme.'' dedi. Leydi Sofia duymuş olmalıydı. ''Pembe bir balo elbisesi vahşiliğinizi gizleyecektir Leydi Saige. Bu kadar negatif yaklaşmayın.''

''Balo elbisesi mi?'' diye sordum bir anda şaşırarak. Niss onaylarcasına başını salladı. Onun elbisesi de pastel bir mordu. Aramızda elbisesinden memnun olan tek prenses o gibi görünüyordu. 

''Bir hafta sonra, varisler için bir dönem başlangıcı balosu verilecek. Her sene, yılın ikinci haftasonu verilen bir karşılama balosudur bu. Özellikle de o sene okula katılan varislerin arkadaş bulmasına, diğerlerinin arasına karışmasına olanak tanır.'' diye beni bilgilendirdi.

Leydi Sofia'nın ekleyecekleri var gibi görünüyordu. ''Aynı zamanda iki hafta boyunca neler öğrendiğinizi sergilemeniz için de bir fırsattır.''

''Ne yani yalnızca iki dans dersi ile bir baloya hazır olacağımızı mı varsayıyorsunuz?'' diye sordum eteklerimi çekiştirerek.

Leydi Sofia burnundan bir soluk verdi. ''İki hafta değil, tüm hayatınız için böyle etkinlikler için hazırlandınız Leydi Reika. Doğduğunuzdan beri tek göreviniz güzel görünmek, asil bir şekilde yürümek ve sıcak bir gülümsemeye sahip olmaktı. Balo dansı yeteneklerinizin arasında çocuk oyuncağı gibi kalmalıydı. Belki de saray hayatınız boyunca eğitiminize önem verseydiniz, bir balo dansı için derse bile ihtiyacınız kalmayacağını öğrenebilirdiniz.''

Varislerin arasında bir katil olduğu yetmediği gibi, şimdi de yetişmem gereken dersler çıkmıştı başıma. Yeterince nitelikli bir prenses olmadığımı biliyordum ancak zaten buraya gelme sebebim buydu. Öğrenmek.

İki hafta ise yeterli bir süre değildi, zaten ilk haftanın neredeyse sonuna gelmiştik. İlk dans dersim Eryx ile kavga etmekle geçmişti, ikincisinin de çok farklı olacağını sanmıyordum. O halde  ne halt yiyecektim?

''Harika görünüyorsunuz.'' dedi Leydi Sofia, kıyafetler tam olarak vücudumuza oturtulduktan sonra. Ardından perdeyi açması için hizmetkarlardan birisine işaret etti. Perde açıldığında, karşımda üç adet prens vardı. Prens Vron, koyu yeşil bir takım giymişti. Prens Hiro için bej rengi seçilmişti ancak ben gözleri ile uyumlu olması için mavinin daha uyumlu olacağını düşünmüştüm. Drystan için ise, elbette siyah renk seçilmişti. 

Veya Drystan başka hiçbir rengin giydirilmesine izin vermemişti.

''Yan yana geçip yürüyün bakalım, nasıl duruyor görelim.'' dedi Leydi Sofia teşvik edici bir ses tonuyla. Drystan tereddüt etmeden bana doğru yöneldiğinde eğitmenin ağzından bir cık sesi çıktı. ''Siz Leydi Saige ile yürüyün lütfen.'' dedi Drystan'a doğru. Siyah prens omuzlarını silkerek bana çaresiz bir bakış attı, ardından pembe, pofuduk elbisesine basmamaya dikkat ederek Saige'e yaklaştı. Saige, siyah prensin elini tutarken derin bir nefes verdi.

''Tek kelime bile etme.'' dedi tehdit eder bir ses tonuyla. ''Ama pembe size çok yakışmış leydim.'' dedi Drystan muzırca gülümserken. Saige gözlerini devirdi. ''Drystan, ayak parmaklarını seviyor musun?'' diye sordu sırıtırarak. Drystan birkaç saniye ne demek istediğini anlamamış gibi durdu ve düşündü. ''Sanırım evet.'' dedi soru sorar gibi. ''O halde çeneni kapa ve yürü.'' dedi Saige, ardından siyah prensi elinden sürükleyerek sınıfta bir tura çıkardı. 

Ben, Vron ile eşleşmiştim. Kıvırcık saçlı prens, son derece centilmen bir şekilde elimi istemişti. Ona, en az onun kadar asil görünmeye çalışarak reverans yaptım. Ardından elini kavradım. ''Sizinle muhabbet etme şansımız hiç olmadı Leydi Reika. Bu dersi beraber alıyor olmamıza son derece sevindim.'' Ona yapmacık bir gülümseme yolladım. ''Direkt Reika diyebilirsiniz Prens Vron. Ayrıca o sevinç bana ait. Yıllardır birbirlerini tanıyan varislerin arasında yabancılık çekmediğimi söyleyemeyeceğim.''

Güneş ışıklarının üzerinde ağır adımlarla yürümeye başladığımızda, Vron da tıpkı Drystan gibi eteklerime basmamak için ayrı bir çaba sarf ediyordu. ''O halde siz de bana direkt Vron diye seslenebilirsiniz. Varislerin arasına kaynamak hakkındaki endişelerinizi aynı şekilde paylaşıyorum. Bildiğinizi düşündüğüm üzere, bu sene benim de ilk dönemim.''

''Okula başlamak için son derece korkunç bir zaman seçmişiz öyle değil mi?'' diye sordum ağzını aramak amaçlı. Vron'u gözlemleme işi Cyra'ya aitti ancak ne kadar bilgi toplarsam, katili bulmamız da o kadar kolaylaşırdı.

Vron beni, başıyla onayladı. ''Trajik. En kısa zamanda kurtulacağımızı ummaktan başka bir çaremiz yok gibi görünüyor.''

Leydi Sofia'nın bastonuyla belime vurması sonucu, muhabbetimiz bölünmüştü. ''Dik durmuyorsun kızım!'' diye bağırdı yaşlı kadın. ''Omuzlarını daha geride tutmalısın.'' Ardından bastonun temiz olan ucuyla çenemi yukarıya doğru ittirdi. ''Başın da yeni açan bir gonca gibi dimdik olmalı. Sen bir prensessin! Ucuz bir halk kızı değil.'' Bir şey söylememek için dişlerimi sıkarken eğitmenin gözü diğer çiftlere yöneldi.

''Reika, sorun olmazsa sana bir soru sorabilir miyim?'' dedi Vron bir süre sonra kelimeleri ağzında geveleyerek. 

''Elbette.''

''Leydi Raven hakkında ne biliyorsun?'' diye sordu hiç duraksamadan. Konuşmadan önce kaşlarımı çattım. Konunun nasıl Raven'a geldiğini anlayamamıştım. ''Senin daha iyi bilmen gerekmez mi?'' diye sordum prense. ''Raven, Faldo ve sen ayrılmaz bir üçlü gibisiniz.''

Vron gülümsedi. ''Elbette ancak bir leydi prenslerin yanında kendisine öğretildiği gibi davranır. Gerçek benliği ise arkadaşlarının yanında ortaya çıkar.''

''Raven'ı çok iyi tanımıyorum üzgünüm. Neden sordunuz?'' diye sordum şüphelenmemesini umarak. 

Vron hiç rahatsız olmuş gibi durmuyordu. ''Buraya ilk geldiğimde Faldo dostum oldu. Sadece oda arkadaşım olmakla kalmadı, bana her konuda da yardımcı oldu. Ailesinin problemleri hakkında birçok kişinin bilmediği şeyleri biliyorum ve ne kadar acıya katlanmak zorunda olduğunu anlattığı nadir kişilerden biriyim. Bu kadar zorluk yaşayan dostumun, mutlu bir evlilik sürdüreceğinden emin olmak istiyorum. Raven'ın Faldo için uygun kişi olduğunu bilmek istiyorum.''

''Öyle olmasa bile bu konuda bir değişiklik yapmaya hakkımız yok ki.'' 

''Elbette, özellikle de prenseslerin bu konuda pek söz sahibi olduğu söylenemez. Ancak iki tarafın da istemediği evlilikler, engelleme potansiyeli olan evliliklerdir. Aileleri zalim insanlar değilse elbette.''

''O halde Prens Eryx, beni istemediğini ilan ederse, bu onunla evlenmek zorunda kalmayacağım anlamına mı geliyor?'' diye sordum heyecanlanarak. Bu bana bir çıkış yolu verirdi. Kendimi o kaba, cinsiyetçi, beceriksiz prensten kurtarmam için bir fırsattı.

''Teorik olarak evet.'' diye yanıtladı Vron beni ancak sonradan suratı, düşünceli bir hale büründü. ''Ancak bir prensin, leydisini reddetmesi pek alışık olunan bir durum değil. Bu isminize leke sürer. Bir prensin sizi istememesinin sebepleri olmalıdır sonuç olarak. Bunların en önemlisi, bekarettir.'' 

Başımı onaylar şekilde salladım. Anladığımı ve cevap vermediğimi fark eden prens, konuşmaya devam etti. ''Bir diğeri, görgü kurallarıdır. Bir prens onun için uygun olmadığınıza karar verirse sizi reddetme hakkına sahip olur ancak bu kadar basit bir sebep çoğu krallık tarafından bir bahane olarak görülecektir.''

''Yani ya ismimi lekeleyeceğim ya da geleceğimi mahvedeceğim. İki türlü de korkunç bir hayat beni bekliyor. Demek istediğin bu öyle değil mi?''

''Bu dünyaya bir kadın olarak gelmenizin yükü leydim. Ne yazık ki durum böyle.''

Başımı onaylar şekilde salladığımda Vron büründüğüm hüzünlü havayı sezmişti. Beni neşelendirmek için adımlarını hızlandırdı ve gülümsedi. ''Ancak iyi tarafından bakın leydim, belki de Prens Eryx oda arkadaşıyla geçirdiği sürede ondan birkaç centilmen hareket öğrenir. Belki de gerçek prens olmanın kandan değil, tavırdan geldiği sonunda kafasına dank eder, ne dersiniz?''

''Drystan'dan mı söz ediyorsun?'' diye sordum sözlerine anlam vermeye çalışarak.

''Prens Drystan.'' diye düzeltti beni. ''Emin olun leydim. Ne kadar bir piç de olsa, tahtın gerçek varisi olmasa da buradaki prenslerin birçoğundan daha nazik davranışlara, daha yumuşak sözlere ve daha centilmen tavırlara sahip.''

''Onun hakkında iyi bir şey söylendiğini ilk defa duyuyorum doğrusu.'' dedim çaktırmadan sınıfın içerisinde Drystan'ı görmeye çalışarak. Saige'in önünde diz çökmüş, pembe eteklerini elleriyle havalandırarak siyah saçlı prensesi güldürmeye çalışıyordu. Uzaktan öğretmenini dinlemeyi reddeden iki yaramaz çocuk gibi görünüyorlardı.

''Taçların o aileye doğdukları için değil, hak edildiği için giyilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bir taca olan layıklık, tüm danslardan ve kıyafetlerden daha önemli olmalı.''

Prens Vron'un diğer varisler gibi sığ olmaması için beni son derece mutlu etmişti. En azından hala tahta çıkacak insanların böyle düşüncelere sahip olması, beni geleceğe dair umutlandırıyordu. Belli ki Vron'un varisliğini yaptığı Krazir Krallığı, Slonian'ın yakın müttefiklerinden biri haline gelecekti.

''Leydi Reika!'' diye bağırdı birden Leydi Sofia ve ikimizin birden yerimizden zıplamasına sebep oldu. ''Hala söylediklerimi uygulamıyorsunuz! Yoksa o kızıl saçlarınız bilgilerin beyninize girmesine engel mi oluyor?''

''Elimden geleni yapıyorum.'' diye mırıldandım Leydi Sofia'nın gözlerine bakamayarak.

Kadının sesi buz gibiydi. Bastonunun yere vurulmasıyla çıkan ses tüm sınıfta defalarca yankılandı. ''O halde daha çok uğraşın!''

Başımı onaylarcasına salladığımda Vron baş parmağıyla elimi yavaşça okşadı. ''Sorun değil, öğrenirsin.'' dedi cesaret verici bir ses tonuyla. Gülümsemesine elimden geldiği kadar samimi bir şekilde karşılık verdim ancak içimden hüngür hüngür ağlama isteği geliyordu.

''Harika bir duruş Prens Drystan.'' dedi Leydi Sofia, Saige ile Drystan onun önünden geçerken. ''Muhteşem bir tavır, tebrik ederim.'' 

Bana tekrar döndü. ''Belki de Leydi Reika sizden birkaç ders alabilir.'' dedi iğneliyici bir şekilde. Drystan yüzüne son derece memnun bir sırıtış yerleştirdi ve bana doğru döndü. Kendini beğenmişliği, tüm yüzüne yayılmıştı. Ona dil çıkardığımda, kısa bir kahkaha attı ve Leydi Sofia bastonunu tekrar sertçe yere vurdu. ''Leydi Reika!'' diye uyardı beni. Şimdi tüm varisler gülüyorlardı.

Yüzlerine yalnızca yapmacık gülümsemeler yerleştiren bu varislere içten kahkahalar attırmak hoşuma gitmişti. Kendimi şimdiden değişiklikler yapıyor gibi hissediyordum. Gurur duymuştum. 

Leydi Sofia bıkkın bir ifadeyle başını ovdu ve ''Dersi bitirelim yoksa kabusuma gireceksiniz.'' diye mırıldandı. Hizmetkarlar tekrar bizi bölgelerimize çekerek ve aradaki perdeyi örterek bizi sınıfa girdiğimiz halimize döndürmeye koyuldu.

Kendi elbiseme döndüğümde içime bir rahatlık hissi yayıldı. Elbise seçimlerimin yerinde olduğunu düşünüyor, genelde rahat olanı seçiyordum zaten ve birkaç hizmetkar tarafından giydirilip soyulmak pek hoş bir his değildi. Sizi gerçek bir insandan ziyade, oyuncak bebek gibi hissettiriyordu. Kontrolünün başkalarına ait olduğu bir oyuncak bebek.

Saige de tıpkı benim gibi eski haline döndüğünde rahatlamıştı. ''Şükürler olsun!'' diye mırıldandı kendi elbisesine sıkı sıkı sarılarak.

Sınıftan önce eğitmenimiz, ardından da varisler ayrıldı. Hizmetkarlar ise ortalığı toplamak için içerde kalmışlardı. Elbisemin son dokunuşlarını yaparken Saige kapıdan bana doğru seslendi. ''Geliyor musun Reika?''

''Siz gidin, yetişirim!'' diye bağırdım ardından ve prensesler sınıfı terk etti. Hiro ayrılırken yüzüme bile bakmamış, Vron ise sıcak bir gülümseme ve baş selamıyla veda etmişti. Drystan ise direkt yanıma gelmeyi tercih etti.

''İlk provan hakkında ne düşünüyorsun?'' diye sordu beni küçümseyen bir ses tonuyla. Ona gözlerimi devirerek yanıt verdim. ''İşkence gibiydi. Gerçi Saige ile sen son derece eğleniyor gibi görünüyordunuz.''

Drystan güldü. O sırada siyah gözlerinde parlayan minik ışıltıyı fark ettim. ''Kıskandın mı yoksa prenses?'' diye sordu muzip bir ifadeyle.

Kaşlarımı şaşkınlıkla kaldırdım. ''Seni mi? Anca rüyanda Drystan.''

''Rüyamda seni görmek benim için bir onur olurdu oysa ki.'' diye mırıldandı kollarını göğsünde bağlayarak. Çıkışa doğru ilerlerken ona bakmadım. ''Ne istiyorsun Drystan?'' diye sordum sert bir ses tonuyla.

''Sana yardım etmek.'' dedi adımlarını benimkilerle uyumlu hale getirerek.

''Yardıma ihtiyacım olduğunu sana düşündüren ne?''

Drystan tekrar güldü. ''Az önceki derste neler olduğunu ikimiz de gördük bence prenses. Gerçek bir prenses gibi yetişmediğini her geçen gün daha da belli ediyorsun. Böyle devam edersen çok geçmeden bir sahtekar olduğunu anlayacaklar.''

Drystan'ı aniden koridorun karanlık duvarına yapıştırdım ve bacağımdan çektiğim kısa boylu hançeri boğazına dayadım. Saige'den öğrendiğim bir taktikti. ''Bir daha o kelimeyi kullanmayacaksın.'' 

Siyah saçlı prensin gülümsemesi silinmişti ancak korktuğu söylenemezdi. ''Tamam tamam.'' dedi ellerini teslim olur gibi kaldırarak. ''Sakin ol.''

Hançeri çıkardığım gibi geri yerine yerleştirirken Drystan beni baştan aşağı süzdü. Ardından sözlerine devam etti. ''Baloda herkesin gözleri önünde olacaksın. İnsanların anlamaması için yardıma ihtiyacın var. Bırak, yardım edeyim.''

''Peki bunu nasıl yapmayı düşünüyorsun?'' diye sordum.

''Sana boş zamanlarımızda dans dersi verebilirim. Görgü kurallarını öğretebilir, dik durmaya alıştırabilirim.'' Söylediği fikrin çok akıllıca olduğunu düşünüyormuş gibi memnun bir ifadesi vardı prensin.

''Bunu yapacağımız güvenli bir yer de bulmuşsundur herhalde.'' diye mırıldandım ellerimi belime yerleştirerek.

Kafasını onaylar şekilde, kibirle salladı. ''Kütüphane. Dans edecek kadar geniş bir alanı var. Üstelik kimse doğru düzgün oraya uğramıyor. Hem yalnızca dans etmeyiz, katil tahminlerimizi de orada tartışabilir, o manyak psikopatın kimliğini açığa kavuşturabiliriz.''

Drystan'a karşı çok istekli gözükmek istemiyordum ancak söylediği şeyler son derece aklıma yatmıştı. Hem diğer varislere yetişmeme yardımcı olabilir, hem de araştırma yapmamızı sağlayabilirdi. Gölge prense güvenmiyordum. Bunların hepsini gerçekten katil olduğu için, ya da katile yardım ettiği için yapıyor olabilirdi. Samimiyetimi kazanmak için bir oyun olabilirdi. O tatlı, muzip gülümsemenin ardında bir katil yaşıyor olabilirdi ancak burada verilecek doğru karar, teklifini kabul etmekti. Nasıl olsa sergilediği oyunlara gelmeyecek kadar zekiydim.

''Anlaştık.'' dedim. ''Ama bundan başka hiçbir varise bahsetmeyeceksin. Oda arkadaşına bile.''

''Benim oda arkadaşım senin gelecek kocan prenses, emin ol bunu söyleyeceğim son kişi odur.''

Gülümsedim ve odama dönerken fazla neşeli görünmemeye çalıştım. 

Ortak salon her zamanki gibi sıcacıktı. Kırmızı kumaşlardan yansıyan ışık, duvarları turuncu tonlarına boyuyordu. İlk geldiğim gün yabancı hissettiğim bu oda, şimdi bana ev hissini veriyordu. Salonun ortasındaki üzerine oturmaktan çekindiğim koltuklar, şimdi benim için tatlı akşam sohbetlerinin rahatlığı demekti. Hoşça vakit geçirdiğimiz saatlerin habercisiydi. Varislerin teker teker öldürülüyor olması korkunç bir durum olsa bile, birbirimize daha da çok bağlanmamızı sağladığı apaçık ortadaydı. 

İçerde kimsenin olmadığını fark ettiğimde yıkanmak için iyi bir zaman olduğunu düşündüm. Odama doğru ilerlediğimde salondaki kapılara kulak kesildim ancak hiçbirinden ses gelmiyordu. Saige ile Niss'in nereye gittiklerini bilmiyordum. Belki bir şeyler atıştırmaya, belki de bahçede biraz yürüyüş yapmaya. Diğer kızların ise derslerinin hala devam ettiğini tahmin ettim. 

Saçlarımdaki tokaları birer birer çıkarırken kendimi aynada izledim. Buraya geldiğimden beri daha bir hafta bile olmamıştı ve şimdiden daha sağlıklı görünüyordum. Göz altlarımdaki morluklar gitmiş, sağlıklı beslenmem sayesinde yüzüme renk gelmişti. Çok yakında bu saçlarıma da yansıyacak, küçükken sahip olduğum canlı kızıla tekrar kavuşacaktım.

Bu düşünceyle mutlu olarak saçlarımı omuzlarımdan aşağı bıraktım ve odaların birinden, bir inilti sesi geldi. Homurdanmayla karışık olan sesi duyduğumda önce irkildim. Ardından gerildim. Sesi hayal etmediğimden emin olmak için hareket etmeyi bıraktım. Aynı ses daha güçlü bir tonla kulağıma iliştiğinde ise panikle kaynağına ulaşmaya çalıştım. 

Ses tekrar geldiğinde kaynağını bulmuştum. Saige'in odasından geliyordu. Koşarak odaya ulaştığımda kapı açılmakta zorlandı ve en sonunda omuz atarak içeri daldım. İçerde iki kişi vardı. Biri yatağın üzerinde, yatağın ayak kısmının hemen önünde. 

Gözüme ilk çarpan, yerde debelenen pembe saçlı prenses oldu. Ağzı bir iple bağlanmış, elleri ve ayakları kalın bir halatla defalarca düğümlenmiş, yatağın ahşap ayaklarına geçirilmişti. Nyx yatağı defalarca çekmiş olmalıydı ancak ancak odanın yarısına kadar sürükleyebilmişti. 

''Nyx.'' diye fısıldadım harcadığı çaba yüzünden bayılmak üzere olan prensese. Başını kaldırmadı. Ağlıyor ve inliyordu. Kızı sevmiyor olsam bile bir anlığına içim acıma hissiyle doldu. Buradaki hiçbir varis, katil olan hariç, bunları hak etmiyordu. Hızla yanına ulaştım kızın ve ellerini tuttum. ''Nyx, beni duyuyor musun?''

O kadar fazla uğraşmıştı ki bilekleri aşınmış, halat kızın kanıyla kırmızıya boyanmıştı. Pembe saçlarını geriye doğru atarak bana baktı ve gözleri umutla doldu. Ağzına gerilmiş ip yüzünden dudakları kurumuş ve çatlamıştı. Gözyaşları bile yüzünü nemlendirmeye yetmemişti zavallı kızcağızın.

Oda ter ve kan kokuyordu. ''Reika.'' dedi zar zor. ''Konuşma dur.'' dedim kıza doğru ve bacağımdan çekip çıkardığım hançer ile kızı halatlardan kurtardım. 

''Kaç,'' dedi kollarıma tutunarak. ''Her an geri dönebilir.''

''Kim?'' diye sordum Nyx'in kendisini kaybetmemesi için gözlerinin içine bakarak. ''Onu gördün mü? Katilin kim olduğunu biliyor musun?'' Heyecanla zavallı kızı biraz sarsmış olmalıydım ki acıyla yüzünü buruşturdu. Ardından başını iki yana sallayınca, tüm umutlarım kırıldı. 

''Ne yaptı?'' diye sordum kızı kollarından kavrayarak ayağa kaldırıp. Zavallı prenses bana dayanamadan dik duramıyordu. Bacaklarındaki gücü kaybetmiş gibiydi. Kafasını göğsüme gömdüğünde içim acıdı. ''Onu öldürdü.'' diye mırıldandı ağlamaklı ses tonuyla. ''Gözlerimin önünde öldürdü Reika.'' 

Yatağın üzerinde yatan bedene baktığımda tüm tüylerim diken diken olmuştu. Orada tanıdık bir yüz göreceğimden son derece emindim ancak beklediğim yüzlerden birisi değildi bu. Cyra'nın kişisel hizmetkarı olan Nina'ydı. Sağ eli ve sol eli göğsüne saplanmış olan bıçağın altında kalmıştı. Üst üste, tanınmaz halde görünüyordu. İçlerinden geçen ve onları bedenine sabitleyen bıçak fışkıran kanlar ile kırmızıya boyanmıştı. Ceset önce öldürülmüş, sonra süslenmişti. 

Midemin bulantısını yutkunarak geçirmeye çalıştım. Aynı zamanda bedenimi Nyx ile cesedin arasında bir perde haline getirmiştim. Çoktan göreceğini görmüştü prenses ancak daha fazlasına maruz kalmasını engellemeye çalışıyordum. Ellerim terlerken prensesin kayıp düşmemesi için bedenine daha da sıkı sarıldım.

Az önceki korkunun, gerginliğin yerini tamamen saf öfke almıştı şimdi. ''Nyx, benimle kalman gerekiyor.'' diye mırıldandın bayılmaması için. Konuşmak, beni dinlemek bilincini açık tutacak, uyumasını veya kendini kaybetmesini engelleyecekti. En azından umudum bu yöndeydi. 

''Kaç saattir buradasın?'' diye sordum onu odadan çıkarmaya çalışırken. Yavaş, teminkinli ve minik adımlar atıyorduk. Burnunu çekti. ''Bilmiyorum.''

''Katille ilgili bir şey gördün mü? Boyu ne kadar uzundu?'' Nyx hatırlamak istemiyormuş gibi başını iki yana salladı. ''Aşırı uzun ya da kısa değildi.''

''Saç rengi?'' diye sordum. ''Bilmiyorum. Sanırım kısa saçları vardı. Pelerinin kafasını kabartıyorlardı.''

O dehşet anlarından bile bunu hatırlıyor olmasına kendi içimden şükrettim. ''Konuştu mu hiç? Sesini duyabildin mi?'' diye sordum. Ortak salona gelmiştik artık. Kızı nazikçe kırmızı koltukların üzerine oturttum.

''Tek bir kelime bile etmedi.'' Nyx şimdi rahattı ama boş gözlerle yeri izliyordu. Sanki bedeni hayatta, ruhu ise ölmüş gibiydi. Ne düşündüğünü tahmin etmek benim için imkansızdı. ben ölümler görmeye, cesetler ile yüzleşmeye alışıktım ancak bu prensesler öyle değildi. 

Prensesin yüzüne bir sakinlik ifadesi yayılırken endişelenmeye başlamıştım. ''Sen burada kal, ben yardım getireceğim.'' dedim kızın gözlerinin içine bakarak. Beni anladığından emin olmam gerekiyordu. ''Hayır!'' diye bağırdı aniden. Tekrar ağlamaya başladı. ''Beni yalnız bırakma, lütfen.'' dedi elime sarılarak.

''Tamam.'' dedim kızın pembe saçlarını nazikçe okşayarak. ''Bırakmam. Buradayım Nyx.''

Ardından yüzünü avuçlarımın arasına aldım. ''Ama seni revire götürmemiz gerekiyor. Yürüyebilir misin?''

Kendini toparlamaya çalışan prenses önce yutkundu, ardından endişe dolu gözleriyle başını onaylar şekilde salladı. Ben de onunla beraber başımı salladım ve kızın beline sarılarak tekrar ayağa kaldırdım. Nyx de bir elini omzuma atmış, bedenini benimkine dayamıştı. ''Özür dilerim.'' diye mırıldandı tekrardan. Sesi utanmış gibiydi.

''Sorun yok Nyx, bir tüy kadar hafifsin.'' dedim gülümsemeye çalışarak. Gerçekten de öyleydi, elbisesinin kızdan daha ağır olduğuna emindim.

''O yüzden değil, sana geldiğinden beri yaptıklarım için. Hiçbirini hak etmiyordun. Üzgünüm.''

Öksürdü. Şiddetli bir şekilde öksürmeye devam ederken ağzından bir kan şelalesi dışarı taştı ve ortak salonun giriş kapısını yıkadı. Nyx'in başı aşağı düşerken onu yakalamak için atıldım. Tüm kan vücuduma ve elbiseme bulaşırken pembe saçlı prensesin vücuduna sıkıca sarıldım. ''Hey! Benimle kal!'' diye bağırdım çaresizce.

Nyx'in gözleri artık boş bakıyordu. Göz kapakları yavaşça kapanırken tek yapabildiğim şey yardım için bağırmak oldu. 

Continuar a ler

Também vai Gostar

1.3M 51.7K 26
(18+ cinsellik ve şiddet içerir.) Başımızın üstünde ki elçilik binasının içinde bir ses yankılandı. "Şuandan itibaren; Onun tek bir saç teline zarar...
918 117 8
Evt asko tam da aklına gelen tugay ve Ünal ficini okuyorseen Toxic kitleye karşı uyarı: eğlencesine yazılmıştır tsk
4.7K 2.9K 21
Keskin acıların sırrı yoktur. Yaşamak vardır, yaşatmak vardır. Sadece bir öfke kopardı içimde ki fırtınayı. Sadece bir bakış öldürdü o an bütün algı...
1.2M 44.4K 50
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Defne çocuk ruhlu biridir. Bir akşam canının sıkıntısı ile anonim bir uygul...