Ice Angel-LS

By mahser_midillisi

9.3K 1.4K 606

"Yoğun bir acının içine hapsolmuş bedenimi bir tek sen kurtarabilirdin. Ben öyle şeyler yaşadım ki, insanlar... More

UYARI
Angel
Candy
Tears
A Little Bit Of Truth
White Walls
Pain For A Little One
Blue Blanket
The Beggining Of Broken Hopes
Dirty Hands
Dusk Till Dawn
The Orphanage
"Are You There Angel? Please, Don't Go."
From The Grave To The Stars In The Sky
Pigeon
Have Nothing To Lose
Tonight Is As Horrible As Death
Defenceless
"We Are Here."
Angel's Rain
Cotton Candy
Destroy All Touches
See Yourself Trough My Eyes
Picture
Gone Too Far
You Came Again
Don't Leave Me
The Most Selfish Woman
Dandelion
Fingertips
The Wounds Of The Past
Hide And Seek
Ice Angel

Golden

213 20 6
By mahser_midillisi

Louis, evin dışında bir eli Harry'nin elindeyken kulağına tuttuğu telefona doğru fısıldayarak konuşuyordu neredeyse. Eve gelmişlerdi ancak evde Harry'nin annesi gibi bir unsur vardı ve Louis, Zayn'den bilgi almadan kesinlikle o eve adımını atmayacaktı. Harry'ye kiminle konuşacağını söylemeden telefonu kulağına götürmüştü. Sonunda cevaplanınca belli etmemeye uğraşarak konuşmaya başladı.

"Alo?"
"Louis? Neredesiniz siz? Şu evde bulunan kadronun farkındasın değil mi? Uyandığımızdan beri evde gerginliğin kokusu var. Bak, gerginliğin kokusu diyorum hatta tadını da alabiliyorum sanki. Kahvaltı edecek olduk, Niall ve Liam yemek yerine Harry'nin kan bağı olan 'mükemmel' insanları yediler gözleriyle. Hayır, ikisi de geri kalmıyor. Aynı şekilde karşılık veriyorlar. Bir tane zeytin yiyeyim dedim, ağzıma atarken hepsi bana döndü. Burnumdan çıkacaktı zeytin-"

"Tanrı aşkına! Nefes al."
"Ya boşver şimdi benim nefes problemlerimi, ne olur eve gelmek üzereyiz falan de."

Louis, gözlerini devirip başını iki yana salladı. "Kapının önündeyiz."
"Kardeşim benim be! Hani, bir yüzünü göreyim! Tanrım, annemi bile görmek istiyorum şu an! Biraz daha tek kalsaydım bunların arasında, annemi arayıp anne gel beni al diyecektim!" Kapı açılıp kulağında tuttuğu telefonla kurtulmuş gibi gülen Zayn, belirince Louis gözlerini kapattı, telefonu indirip başını öne eğerek iç çekti.

Harry'nin elini bırakmadan eve doğru ilerledi, kapıdan geçerken Zayn'e sinirle baktı. Kulağına doğru yaklaşarak Harry'ye duyurmamaya uğraştığı şekilde konuştu. "Sadece, eve girmeden ortalık ne durumda ona göre gelelim diye sormak istemiştim." Geri çekilip samimiyetten yoksun gülümsemesiyle durdu. "Ama canım kardeşim, asla izin vermiyor!"

Salona doğru ilerlediler. Bir noktadan sonra yanındaki bedenin kasılışından, parmaklarının dolandığı elin sıkılmasından, Harry'nin saklanır gibi ona yaklaşmasından ve rengi atan yüzünden henüz gözlerini çevirmediği salonda olduklarını anladı. Islanmaya her an müsait gibi duran zarif yeşiller kendisine döndüğünde burada olacak kadar, onlarla konuşacak kadar dayanıklı olmadığını gördü. Harry'nin narin bedeni, ölümcül dalgaların içinde yeni doğruluyordu ve Harry tam da o an tekrar boynunu eğip ağlamak istiyordu.

Kendisine benzeyen kadın varoluşunu sorgulatıyor, yüzlerce 'Neden?' Sorusunu boğazına diziyordu. Arka arkaya dizilen sorular, ucu sivri bir bıçak gibi birleşip sesini kesiyordu. Harry ne sorabiliyordu, ne içindeki kanama yüzünden ayakta durabiliyordu, ne gidebiliyordu, ne de bir adım atabiliyordu. Tutunamadığı dal, sarılamadığı kucak, kokusunu bir kez duymadığı beden, ağlayarak bir tek resmine bakıp özlediği insan tam karşısındaydı. İnsan daha önce hiç görmediği birini özleyebiliyordu ve Harry, bunu önündeki kadın için değil de çocukluğundaki anne diye ağlayan küçüğün yaşadıkları için çok iyi biliyordu. 'Artık ağlamam.' Diye sesini duyuramadığı annesine bağırırken ağlıyordu. 'Söz, konuşmam, ses etmem, yaramazlık yapmam.' Diye elindeki her şeyi sunarken başını okşayan bir elin altında şımarmak istiyordu. Ama tüm bunlar için tekrar tekrar yalvarıyor en acısı da 'Beni de alın.' Diye dilerken 'Hiçbir şey istemem.' Diye söyleniyordu. Çocuktu ve uzağında da olsa göreceği annesi için hayalini kurduğu sarılmalardan, sevgi sözcüklerinden, öpücüklerden vazgeçiyordu.

Louis'nin onu kendine getirmek ister gibi elini sıkarak biraz çekmesiyle gözlerini kırpıştırdı, art arda yutkundu ki kursağına dizilen çocukluk hayalleri akıp gitsin. Çoktan ıslanmış kirpiklerine rağmen bir damla düşürmedi. O kadar fazla gözyaşı dökmüştü ki bu kadın için. O kadar çok yalvarmıştı ki boşluğa, duvarlara, gökyüzüne, ulaşabildiği her büyük alana. Çünkü büyük ve berrak olunca sanki daha ulaşılabilir gibiydi küçücük aklında. Gökyüzü bu yüzden hem kendine hem Meleğine yuva olmuştu. Bir damla daha dökerek Louis ile büyüttüğü, göğsünde yeşerttiği her şeye saygısızlık yapmak istemedi. Bu kadının, daha yeni yaşamaya başladığı hayatta bir damla gözyaşının sebebi olmasına izin vermedi. Hak etmiyordu, etmeyecekti. Harry sesini çıkarmasa, aklına kanla kazınmış anılarda çığlık çığlığa ağlayan çocuğun sesi dinmeyecekti.

Kafasını çevirip Louis'ye baktı. Çok daha kararlı, çok daha kendini bilerek. Çünkü salonda gözlerinin üzerinde olduğunu hissettiği kadın bilmese de onunla yüzleşmişti. Onunla çok daha önce, gözlerinde doğup yanaklarında ölen her damlada, ağzından eksik olmayan her hıçkırıkta, sırtına vurulan her kemer darbesinde, vücudunda yara eden her yara izinde, pis bir tuvalette öğrendiği Meleğe pis parkelerin üzerinde yakara yakara veda ettiğinde yüzleşmişti. Harry, yaşadığı her şeyde annesine biraz daha 'Neden?' Demiş, alamadığı cevapla dizlerinin üzerine tekrar tekrar yıkılıvermişti. Sonra o, sormayı bıraktı. Zaten soruların cevapları da hiçbir zaman olmadı. Şimdi de yılları yakıp kül eden birkaç cümle cevabı dinlemeyi şiddetle reddediyordu.

"Burada olmak istemiyorum." Kekelemedi. Düşünmedi. Beklemedi. İstediğini, kesinliği ilk kez bu kadar net hissederken söyledi. Louis, bir saniye bile durmadı. Elini tuttu ve dışarı yöneldi. Arkasından birkaç kez Harry'nin adının seslenildiğini duydu. Sonunda Harry, dayanamadı ve durdu. Arkasını dönmedi. Senelerce acıyı, kederi, saf üzüntüyü, ızdırabı yüklenen gözleri bomboştu.

"Harry!"

"SUS!"

Louis, daha önce Harry'nin sesini tiz bir şekilde bu kadar yüksek duymamıştı. Kenarda izleyen Niall ve Liam bile duymamıştı. "Konuşmalıyız." Diyen kadından sonra Harry, gülecek gibi oldu. Ağlamaya derman bırakmamıştı bu kadın kendinde, ağlayacak kadar bile değeri kalmamıştı böylelikle. Duygusuz, boş bir gülüştü bu. Daha fazlasını veremezdi, vermezdi.

"Konuşmak istemiyorum. Dinlemek istemiyorum. Görmek istemiyorum. Bilmek istemiyorum. Bunca zaman tüm bunlar için ne kadar yalvardım, ne çok merhamet dilendim bil istemiyorum. Bilmen gereken tek şey şimdi hiçbirinin bir öneminin olmadığı. Çünkü önce ben kaybettim. Anne diyemediğim için, sarılacak birine sahip olmadığım için, konuşamadığım, ağzımı açsam susturulduğum için ve Melek için. Bugün de sen kaybediyorsun, konuşacak bir şey olmadığı gibi aramızda bir şey zaten yokken tamamen kayboldu. Kaybettin."

Louis'den önce davrandı ve evden çıktı. Çıkar çıkmaz kurtulmuşlukla titreyen dizleri onu taşımadı, kapının eşiğine çöküp ellerini yüzüne kapattı. Derin derin nefes alıp başını iki yana salladı, rahatlamış olmalıydı. Bitirmiş olmalıydı. Kurtulmuş olmalıydı. Ancak biri bile olmadı Harry, ne yaparsa yapsın bundan kurtulamayacağına ağlamak istedi. Omuzlarından sarılıp onu ayağa kaldıran bedene tutundu. Louis'nin boynuna sarıldı. Sırtından sarılanları hissedince hıçkırdı. Niall'ın ve Liam'nin kendi bedenine dolanan ellerine bıraktı kendini.

"Kaybedecek hiçbir şeyin yok."

Harry, Niall'ın dediği şeye ağlarken kıkırdadı. Sinirleri alt üst olmuştu ve duygularını, mimiklerini kontrol edemiyordu sanki. Liam da onun gülmesine biraz daha güldü. Başını havaya çevirip avazı çıktığı kadar bağırdı.

"Ama kazanacak çok şeyimiz var!"

Louis, Harry'nin beline sardığı kollarını ayırmadan kafasını çekip gözleri kızarmış kıvırcığın alnını öptü. Liam ve Niall'ın söylediği şeyin ne anlam ifade ettiğini bilmese de Harry için çok şeyi anlamlı kıldığını anlamıştı. Harry, onun gözlerine baktıktan biraz sonra sanki boşalan tüm enerjisi dolmuş gibi gökyüzüne bağırdı. Umudu olmayanlar, umutlarını; yitirenler, yitirdiklerini arardı gökyüzünde. Gökyüzü yuva olurdu ışığını bulamayan yüreklere.

"Kazanacak çok şeyim var!"

Niall'ın gülüp"Ve ben çok açım!" Diye bağırmasından sonra Liam ve Harry aynı anda gülecek gibi bağırdı. "Ben de!" "Ben de!"

Bu kez, Zayn kapının girişine dayanmış dudakları arasındakı sigarasını çektikten sonra dumanı onları izleyerek yavaşça bıraktı. "Ne yalan söyleyeyim ben de!"

Harry, başını tekrar Louis'nin omzuna bıraktı. "Ve sikik konuşulacak konular asla azalmıyor. Bilmem farkında mısınız, mitozla çoğalıyor sanki amına koyduklarım." Zayn, daha yarısına geldiği sigarayı ayağının altında ezdi.

"Hadi arabaya veletler. Yemek yemeye gidiyoruz ve bu iki salağın nikahlarının bugün kıyılacak olmasını kutluyoruz."

❄️
❄️
❄️

"Niall, burnun nefes alman için var."

Niall, burun deliklerine soktuğu ikiye katlanmış pipeti çıkartıp Liam'la gülmeye devam etti. Zayn'i takmamıştı bile. Zayn, elinin tersiyle masaya konmuş pipeti yere itti. Tanrı şahit, iğrençti.

"Saat kaçta dedin?"

Dikkatini tekrar Louis'ye verdi. "Öğleden sonra dört gibi." Kolunu kaldırıp kol saatine baktı. "Daha beş üç buçuk saat falan var."

"Bu kadar erken alınabiliyor muymuş?"
"Yirmi dört saat içinde boşluk varsa verebiliyorlar işte."

Liam'nin kalkık kaşları bu kez de burun deliklerine patates kızartması sokan Niall'i görünce indi ve yüksek sesle gülmeye devam etti. Zayn, derince nefes alıp burun kemerini sıktı. Rezillik.

Louis, yanında oturan kıvırcığın kalan patates kızartmalarından birer tane yerken dizini titretişini izledi. Bir elini Harry'nin dizine atıp durdurdu. Diğerlerine göz attıktan sonra uzanıp kulağının altını öptü. "Gerilme." Nasıl gerilmezdi? Oturduklarından beri evlilik konuşuyorlardı! Tanrım, yaklaşık üç buçuk saat sonra bu adamla evlenmiş olacaktı! Aklı kesinlikle kavrayamıyordu!

Louis, bunun işe yaramadığını hatta Harry'nin dudaklarını kemirdiğini görünce nefesini verip ayağa kalktı. Harry'yi belinden tutup kaldırdı. Şehrin neresinde olduklarını biliyordu ve yanlış hatırlamıyorsa da doğru tarafa giderlerdi. "Bizim biraz işimiz var. Siz gezinin biraz ben Zayn'u ararım."

Harry'nin eliniyakaladı, mekandan koşturarak çıktı. Hızını kesmedi ve koşmaya devam etti. Birgiyim mağazasının önüne gelene kadar el ele sokak boyunca koştular. Louis,içeri girdiği anda Harry'nin elini bırakmadan rafların arasında dolanmayabaşladı. Eline geçirdiği kot pantolonları Harry'nin sadece üzerine tuttu, birkaç ince kazak, Harry'nin gözünün kaydığını gördüğü bir gömlek ve birkaç tişörtü aldı. Kabinin önüne geldiklerinde etrafa bakınıp Harry'yi hafifçe ileri itti, o da arkasından girdi. Harry'nin büyüyen gözlerine bakıp dudaklarını birbirine bastırarak gözlerini irice açıp susması için işaret verdi.

Harry, hâlâ şokla bakarken Louis durmadı, Harry'nin üstündeki kazağı tutup başından çıkardı. Elleri pantolonunun düğmesini bulunca Harry, nihayet şoktan çıkarak Louis'yi durdurmaya çabaladı. Tamam, utanacak bir şeyi kalmamıştı ama kabinin içinde gözünün önünde giyinecek olmak çok utanç verici geliyordu. Hem kendisi için mi alıyordu? Neden alıyordu, gerek yoktu. Ağzını açıp söylemek istedi ama onun hızlı hareketleri konuşmasına izin vermiyordu. Louis, bunu hiç umursamıyor gibiydi. Ellerini Louis'nin göğsüne koyup onu durdurdu.

"Louis." Diye fısıldadı. Mavi gözler kendisine döndüğünde oradaki heyecan kendisini de sardı. İdrak kabiliyeti kaybolmuştu sanki. Louis'nin gözlerindeki heyecan için bile kafayı yiyebilirdi o an.

Louis, Harry'nin şaşkın yüzüne ve dişlerini geçirdiği dudaklarına baktı. Meleğinin çıplak beline elini atıp kendine çekerek dudaklarını birleştirdi. Öpmesi gerekiyordu sanki. Dili, ağzının içini sanki hiç yapmamışçasına hevesle keşfediyordu. Louis, heyecanını saklayamıyordu onu öperken. İki dudağı arasına aldığı alt dudağını bırakıp üstü de aynı hevesle öptü. Diğer eli boynuna gidip olduğu yeri okşamaya başladı. Saniyeler sonra dudaklarından çıkan sesle ayrılıp yanaklarını sürttü. Burnunu şakağına değdirdi. Ona ait her şeyi, kendine ait her şeyle seviyordu.

Harry'yi etkisi altına aldığını anlayınca eğilip pantolonu da çıkardı. Yukarı çıkmadan önce bacaklarına birer öpücük bıraktı. Önce tişörtleri tek tek denedi, gömleği giydirdi, kazakları da denedikten sonra ince beyaz olanı üzerinde bıraktı. Eğilip Harry'nin ayağına pantolonu tuttu. Harry, tam ne oluyor anlayamadan hızlı hızlı giydiriliyordu. Louis'nin omuzlarına ellerini koyup pantolonu giyindi. Louis belini yoklamak için iki parmağını pantolunun içine geçirdi. İyi olduğuna karar verince pantolunun belinden tutup Harry'yi çekti, dudaklarının üzerine öpücük kondurdu. Elleri belini sardı, aynaya çevirdi onu. Kendi üzerinde de farklı beyaz bir kazak vardı. Çenesini boynuna doğru koydu. "Çok güzelsin."

Harry, yutkunup dudağını dişlemeye devam etti. Yanakları çok az renk almıştı ve Louis kesinlikle kafasını dağıtmış, aklını başından almıştı. "Bunlar ne için? Kıyafet istemiyorum ki." Louis, boynunu öptü. "Ben istiyorum. Ve konu tartışmaya kapalı."
"Ama-" Köprücük kemiklerinin üzerinde Louis'nin dişlerini ardından da tam orada bir ısırığı hissedince sustu. "Konu kapandı, sus yoksa ısırırım."

Harry'nin tek kelime daha etmesine izin vermeden kıyafetleri koluna atıp kabinden çıktı. Parasını öderken, parmaklarının birbirine geçirmiş, başını eğmiş bekleyen kıvırcığı göz ucuyla izledi. Arkasından o mağazadan çıkıp Harry'yi yine arkasından sürükleyerek ayakkabı mağazasına soktu. Bir şeylere baksın, beğensin istiyordu ama Harry başını bile kaldırmıyordu. "Harry, beğendiğini alalım. Hadi bak biraz." İşe yaramayacağını ve Harry'nin boş boş göz atacağını anlayınca kendisi bakınmaya başladı. Harry'yi bırakıp spor ayakkabılara bakınırken Harry'nin gözlerinin takıldığı yönü farketti. Dizili duran ayakkabılar arasında soluk mavi converse duruyordu. Vakit harcamadı Harry'ye kendi botları oluyordu, ayakkabı numarası aynı olan biri mavi biri yeşil olan iki çift converse aldı. Soluk renklerdi, normalde bu tarz giyinmezdi ama rengi rahatsız edici olmayacağı için ve Harry, beğendiği için aldı.

Kasada takılar için ayrılmış ufacık köşedeki kolye dikkatini çekti, yüzünde manidar bir gülüşle kolyeyi de aldı ve poşete attı. Harry'ye yine söz hakkı tanımadı oturtup mavi ayakkabıları giydirdi, kendisi de yeşil olanları giyindi. Çıkan ayakkabıları kutuya koyup poşetledi ve oradan da çıktılar.

"Louis, yeterli. Geri dönelim hadi." Louis, aklına gelenle gülmemek için direndi. "Ama iç çamaşırı-"
"Louis!" Harry'nin koca koca açtığı gözleriyle sokağın ortasında kızararak bağırmasına güldü. "Tamam, bir şey demedim."

Geldikleri yolu poşetlerle geri yürümeye başladıklarında yokuşa doğru gibi çıkan taraftan çok da büyük olmayan kasabanın içine kadar azıcık duyulan müzikle durdular. Louis, Harry'ye baktı. Elini biraz daha sıkıp toprak yola giren yokuşa doğru koşar adım yürümeye başladı. Aslında aklında burası yoktu ama diğer taraf, yanlış bilmiyorsa çayırın içinde bir uçuruma açılıyordu. O an aklında canlananlar, müzik yüzünden oluşmuştu. Çoktan bir saatin geçtiğini ve geri dönene kadar daha fazlasının da geçeceğini biliyordu. Buna zamanı olmayacak gibiydi. En mantıklısı bu gibi göründüğünden müziğin olduğu tarafa koşturmaya devam etti. "Louis, neden koşuyoruz?"

"Vaktimiz az, hemen müzik bitmeden çabuk olmalıyız. Daha evleneceğiz." Harry, durumun komikliğine dayanamadı ve gülmeye başladı. Etraf ağaçlarla ve çayırlık alanla yeşile büründükçe, onlar koştukça müzik daha da duyulur oldu. Hâlâ kelimeler tam olarak seçilemiyordu ama daha netti.

-Golden, golden, golden
As I open my eyes
Hold it, focus, hoping
Take me back to the light
I know you were way too bright for meI'm hopeless, broken
So you wait for me in the sky
Browns my skin just right
You're so golden-

-Altın, altın, gözlerimi açtığım andan itibaren altın gibi
Odaklanıyorum, umut ediyorum, beni ışığa geri götür
Benim için fazla parlak olduğunu biliyorum
Umutsuzum, kırgınım bu yüzden gökyüzünde beni bekle
Cildimi esmerleştiriyorsun
Tıpkı bir altınsın sen-

Gerçekten alt kısımda kayalıkların olduğu yüksek bir düzlüğe vardılar. Uçurumdan ziyade tepe gibiydi ve kırmızı kamyondan hallice bir arabanın etrafında gülüşüp kimi arabanın üstüne kimi yerdeki birkaç mindere oturmuş insanlar vardı. Kamyondaki ses sisteminden yüksek sesle müzik duyuluyordu, kimi eşlik ediyor kimi de gülüşüyordu. Üzerlerine dönen bakışları önemsemedi. Harry'yi tepe gibi duran yerin ucuna çekti. Elindeki poşetleri yere bıraktı.

-You're so golden
I'm out of my head
And I know that you're scared
Because hearts get broken-

-Tıpkı bir altınsın sen
Ben bir kaçığım
Ve biliyorum ki sen korkuyorsun
Çünkü kalplerimiz kırılıyor-

-I don't wanna be alone
I don't wanna be alone
When it ends
Don't wanna let you know
I don't wanna be alone
But I, I can feel it take a hold
(I can feel it take a hold)
I can feel you take control
(I can feel you take control)
Of who I am and all I've ever known
Loving you's the antidote-

-Yalnız olmak istemiyorum
Bu sona erdiğinde yalnız olmak istemiyorum
Öğrenmeni istemiyorum
Yalnız olmak istemiyorum
Fakat bunun kök saldığını hissedebiliyorum
Seni kontrolü ele aldığını hissedebiliyorum
Kim olduğumun ve tüm bildiklerimin
Seni sevmek panzehir-

Telefonundan hızlıca Zayn'i aradı, hoparlöre verip telefonu de yere bıraktı. Poşetten kolyeyi çıkardı. Şeffaf bir kürenin içinde karahindiba yarpakları gözüküyordu. Harry'nin anlam vermeye çalışan yüzüne gülümseyip arkasına geçti. Kolyeyi boynuna geçirdi, parmakları tenine değdikçe ikisi de ürperiyordu. Taktıktan sonra elleri omuzlarından başlayıp kollarından sürtünerek aşağı indi, karnının üzerine dolandı. Harry'nin ellerini bırakmadan kendi elleriyle Harry'nin karnına koydu. Onu göğsüne yaslayıp ensesine dudaklarını bastırdı.

O kadar yavaş yapıyordu ki bunları, telefonun ucundan seslenen Zayn, Niall ve Liam adlarını bağırmaya başlamışlardı. Orada bulunan insanlar susmuş ikisini izliyordu. Louis, Harry'nin omuzlarının titrediğini hissetti. Biliyordu. İkisi de biliyordu, izleyenlerin, dinleyenlerin aksine ikisi de olanı biliyordu. Louis, gözlerini yukarı çevirdi. Harry'nin yeşillerini yumup titrek bir nefes vermesini sağlayacak cümleyi söyledi. "Onunla evleniyorum Melek!"

Alnını, Harry'nin ensesine yasladı. Gökyüzü onların sırlarını, konuştuklarını, bağırışlarını saklıyordu. Yaşadıkları her şeye gökler şahitlik ediyordu. Louis, ellerini biraz daha Harry'nin tenine gömdü. "Parmak uçlarımdan karışayım istiyorum sana. Kaybolayım sende, yolum çizilsin gözlerinde. Öyle bir sarayım ki seni, kaderin cesareti olmasın yeni belalar yazmaya. Parmak uçlarımdan aksın sevgim kırgın yüreğine."

Alnını sürttü, ensesini öptü. Ürperen Meleği mutluluktan ağlattığını biliyordu. "Meleğim." Dedi önce, yutkundu ikisi de. "Harry..." diye fısıldadı sakince. Sonra çıktı Harry'nin tüm vücudunda yankılanan sesi. "Evlen benimle."

Şarkının devam eden sözlerinde duyduğu kısmı söyledi. "I know that you're scared because I'm so open...
-Dürüst olduğum için korktuğunu biliyorum-"

"Ben seninle yaşıyorum, seninle ölmeyi diliyorum. Evlen benimle."

Harry'den kopan hıçkırıktan sonra bekledi. Telefondakiler büyük ihtimalle son söylediğinde 'evlen benimle' dediğini duymuşlardı. Harry, arkasını döndü, kollarını Louis'nin boynuna doladı. Başı omzunda yerini aldı, gözyaşları yine her zamanki yeri ıslattı. Çoktan teslim olmuştu, çoktan onundu. Louis'nin beline sarılıp onu havaya kaldırarak kahkaha atmasına ve tepkisi yüzünden izleyen insanların gelip onlarla beraber gülerek bağrışmasına sebep olacak fısıltısı sadece Louis'nin kulaklarında duyuldu.

"Evet..."

-You're so golden
I don't wanna be alone
You're so golden
You're so golden
You're so golden
I'm out of my head
And I know that you're scared
Because hearts get broken- 

Continue Reading

You'll Also Like

1.5K 108 6
Barbaros, en yakın arkadaşının staja girdiği restorant sahibini uzun zamandır takip ediyordu. Barbaros Yoloğlu & Serhat Doğramacı -@dirilermezarligi...
28.1K 2.1K 10
"Dikkatli ol, böyle bir yemini düşünmeden etme. Arzular teslimiyete dönüşür, teslimiyet de güce..." Joker ve Harley uyarlamasıdır.
31.6K 3.2K 35
Belki sadece bir şansa ihtiyacın vardır.
12.1M 588K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...