TESLİMİYET

By sihirlisonbahar

1.8M 96.4K 97.4K

İşaret ve orta parmağını kızın göğüs oluğundan hafif sürterek aşağı indi. O tozu bu mükemmel iki göğsünün ara... More

-ˋˏ ༻ GİRİŞ ༺ ˎˊ-
Bölüm 1 ❝ KORKU ❞
Bölüm 2 ❝ TUTSAK ❞
Bölüm 3 ❝ HÜSRAN ❞
Bölüm 4 ❝ CEZA ❞
Bölüm 5 ❝ TESLİMİYET ❞
Bölüm 6 ❝ MAĞLUBİYET ❞
Bölüm 7 ❝ KUMARHANE ❞
Bölüm 8 ❝ JİLET ❞
Bölüm 9 ❝ GİTMEYECEKSİN ❞
Bölüm 10 ❝ TEHDİT ❞
Bölüm 11 ❝ DEHŞET ❞
Bölüm 12 ❝ TAKINTI ❞
Bölüm 13 ❝ UMUTSUZLUK ❞
Bölüm 14 ❝ İFLAH OLMAM ❞
Bölüm 15 ❝ YANGIN ❞
Bölüm 16 ❝ PİŞMANLIK ❞
Bölüm 17 ❝ KABUL ❞
Bölüm 18 ❝ DEĞİŞİM ❞
Bölüm 19 ❝ BENDEN UZAKLAŞMA ❞
Bölüm 20 ❝ KALIN DUVARLAR ❞
Bölüm 21 ❝ YABANCI HİSLER ❞
Bölüm 22 ❝ ARAF ❞
Bölüm 23 ❝ DÖNÜM NOKTASI ❞
Bölüm 24 ❝ AŞIK OLDUM ❞
Bölüm 25 ❝ ZAAF ❞
Bölüm 26 ❝ VUSLAT ❞
Bölüm 27 ❝ GÖZLERİNDE KAYBOLURUM ❞
Bölüm 28 ❝ AŞK YANMAKTIR ❞
Bölüm 29 ❝ ALEV ALEV ❞
Bölüm 30 ❝ ENDİŞE TOHUMLARI ❞
Bölüm 31 ❝ RUHUMDAKİ KATLİAM ❞
Bölüm 32 ❝ AYNI YERDEN ACIYORUZ ❞
Bölüm 33 ❝ UMUDUN EN KARANLIK HÂLİ ❞
Bölüm 34 ❝ YEŞEREN UMUTLAR ❞
Bölüm 35 ❝BENİ SEVDİĞİNİ SÖYLE ❞
Bölüm 36 ❝SOĞUMUŞ KÜLLER❞
Bölüm 38 ❝ KISKANÇLIK ❞
Bölüm 39 ❝ İTİRAFLAR ❞
Bölüm 40 ❝ KALBİM AYAKLARININ DİBİNDE ❞
Bölüm 41 ❝ "SADECE SENİN RÜYALARINA GİRMİYOR" ❞
Bölüm 42 ❝ DOKUN BANA ❞
Bölüm 43 ❝ SENİ BIRAKIP ÖLMEYE NİYETİM YOK ❞
Bölüm 44 ❝ SARHOŞ OLMAK ❞
Bölüm 45 ❝ ALDIĞIM NEFESTEN FARKIN YOK ❞
Bölüm 46 ❝KEŞKE İLE BAŞLAYAN CÜMLELER❞
Bölüm 47 ❝ İHANET❞
Bölüm 48 ❝ UMUDA DOĞRU ❞
Bölüm 49 ❝KAYBOLMANDAN KORKUYORUM❞

Bölüm 37 ❝ KURŞUN ❞

29.5K 1.9K 1.6K
By sihirlisonbahar

37 Kurşun
━━━━━━━━━━━━━━━

Bol köpüklü kahvelerimizi tepsiye koyup terasa çıktığımda nefis havayı içime soluyarak Yaman'ın yanına doğru ilerledim. Sedir desenli koltuklarımızı bırakıp tıpkı benim gibi yerde oturmayı seven bir sevgilim olduğu için sanırım çok şanslıydım. Teras oldukça büyüktü ve yatak odamızın kesiştiği duvarın önünü krem renkli minderlerle döşeyip altına yine aynı renkte bir kilim sererek oturma alanı yapmıştık. Mobilya dükkanında gördüğüm ikili salıncağı da terasın en sonuna yerleştirdiğimiz hâlde ortalık hiç daralmamış, ferahlığını koruyordu.

Yaman, uzattığım kahveyi aldığında bakışları minik şortumun açıkta bıraktığı çıplak bacaklarımda kısa bir tur attı ve bin bir anlam taşıyan gözlerinin ifadesini sabit tutmaya çalışarak yeniden fincana yöneltti. "Otur hadi kaç gündür yoruldun." dedi. Sesinde belli belirsiz bir kızgınlık vardı. "Kadın tuttuk yardım etsin diye ama sen ondan daha çok iş yaptın."

Yanına oturup sırtımı tıpkı onun gibi duvara yasladığımda kahvemi aldım ve tepsiyi yanıma bıraktım. "Kadına bir şey demediğin hâlde sadece bakışlarından ürküp bir saniye bile durmadı zavallı." diye konuştum. "Hatta çıkarken bana acıyarak baktı. İnsanları resmen gözünle dövüyorsun."

Onaylamayan bir bakış attı. "Tanımadığım bir kadına gülücük dağıtacak hâlim yok."

"Doğru." dedim imalı bir sesle. "Sen bilirsin kimlere gülümseyeceğini..."

Başımı hafif bir açıyla çevirip baktığımda aynı anda onun gözlerinin bana yöneldiğini gördüm. Bakışlarım siyah renkli sporcu atletinin açıkta bıraktığı kolunun üst kısmındaki akrep dövmesine kaydı fakat beni etkisi altına almadan tekrar gözlerine çevirdim. Sert yüz hatlarıyla aynı keskinliği taşıyan kara gözleri kısılırken nefesini bıkkınca dışarı bıraktı. "Her aklına geldiğinde bu konuyu ısıtıp ısıtıp önüme süreceksin değil mi?"

Ona verdiğim huzursuzluk garip bir şekilde keyif almama neden olmuştu. Başımı tekrar önümdeki manzaraya çevirip kahvemi yudumladım. "Hiç şüphen olmasın."

Bakışlarının hâlâ üzerimde olduğunu göz ucuyla görebiliyordum fakat onu kıvrandırmak hoşuma gittiği için özellikle bakmadım.

"Vay arkadaş." dedi kendi kendine konuşur gibi. Sesi isyana yatkın çıkmıştı. "Affedilmek için ne yapmam gerekiyor peki tam olarak?"

Omuzumun birini usulca silktim. "O senin problemin, sen bulacaksın cevabı. Ben söyledikten sonra ne anlamı kalacak?"

Kahve fincanını yanına bıraktığını fark ettim. Dudaklarından sessizce dökülen nefesi sıkıntıyla harmanlanmıştı. "Bir daha olmayacak demem yeterli değil sanırım. Zaten olmayacak, onu direkt eliyoruz."

Esen rüzgâr beraberinde birkaç damla yağmuru çıplak kollarıma hediye etti ve tenim ürperdi. Dikkatimi dağıtan damlaları parmağımın ucuyla silerken Yaman'ın hâlâ bana baktığını görebiliyordum.

"Aferin iyi gidiyorsun." dedim onu alaya alarak. "Biraz daha çabalarsan iyi bir şeyler bulacaksın."

Odak noktası bendim ve gözlerini bir saniye üzerimden çekmemesi en az üzerime düşen yağmur damlaları kadar tenimi ürpertiyordu.

"Ama sen bana hâlâ bakmıyorsun." dedi fısıltıyla. "Gözlerin gözlerime değsin, çevir hadi başını."

Biraz da sert esen rüzgârla saçlarım gözümün önüne geldiğinde onları kulağımın arkasına attım ve kahvemi yudumladım. "Manzarayı izleyeceğim." dedim. O bana böyle derin bakarken gözlerimiz ne zaman buluşsa içim bir garip oluyordu.

"Kahvenin içine böcek düşmüş."

Gözlerimi derhâl elimdeki fincanın içine çevirdiğimde "Hani?" dedim telaşla. "Neresinde?"

"Ver göstereyim."

Şaşkın bakışlarımın arasında elimdeki fincanı alıp yanına koyduğunda beni kavrayıp kendine çekmesi bir oldu. Ufak bir çığlıkla kendimi onun kucağında bulurken, "Manyak!" dedim, omzuna vurarak. "Ne yapıyorsun?"

Gözlerinde haylaz parıltılar geziniyordu. Oyunbaz bir gülüş dudaklarında yer aldığında ise bakışları askılı tişörtümün açıkta bıraktığı tenimde dolanmaya başladı. "Sevgilimi özledim." diye fısıldadı. "Ama sevgilim gözlerini benden esirgiyor. Öpmek istiyorum, öpemiyorum."

Yakınlığımızın getirdiği heyecanla kalbim açık ara fark atıp ritmini yine bozarken, "Yorgunluk kahvesi içecektik ama." dedim. Belimde gezinen elleri rahat durmayıp tişörtüm içinden tenime ulaştığında ise yavaşça nefes alıp gözlerimi kapadım. Yüzünün yüzüme yaklaştığını tenime çarpan ılık nefesinden anlayabiliyordum.

"Ama benim yorgunluğum sadece sana yakın olunca geçiyor."

Dudaklarımı aralayıp ona cevap vermek istedim fakat ağzı ağzıma örtüldüğünde tek yaptığım nefesimi dudaklarının arasına bırakmak oldu. Yukarıya doğru sıyrılan tişörtüm altında gezinen yakıcı dokunuşları ve dudaklarımı talan eden dudakları sayesinde kelimelerim ağzımın içinde yok olup gitmişti. Omuzuna yerleştirdiğim ellerim ise istemsizce ensesini kavramış kendimi tamamen onun inisiyatifine bırakmıştım.

"Ellerim sana dokunmak için sızlıyor." dedi, boğukça aldığı bir nefes aralığında. "Gözlerim senden başka herkese kör, Cemre. Benim gülen yüzüm sensin." diye devam etti dudaklarını dudaklarıma sürtüp yeniden öpmeye başlarken.

Öpüşmenin verdiği sarhoşlukla duygularım galeyana gelmiş, beynimin algı kısmı etkisini yitirmiş gibiydi. Fakat zor da olsa sözleri kısa bir zaman sonra idrak ettiğimde bana kendini açıklamaya çalıştığını fark ettim. Kendini, yine kendi yöntemleriyle anlatmak istiyordu.

Bir eli çıplak bacağıma temas ettiğinde avuç içini tenimin üzerinde kaydırarak dolandırmaya başladı. Etraftan görülmeyeceğini bildiğim hâlde hafifçe kıpırdanıp dudaklarımız arasında kısa bir mesafe bıraktığımda ise, "Tedirgin oluyorum." diye fısıldadım nefes nefese. "Dışarıdayız." Konuştukça dudaklarımız birbirine çarpıyor, Yaman'ın hırıltılı soluğu tenimi yakıp geçiyordu.

"Civarda ki en yakın evin uzaklığını kendin biliyorsun." Sırtıma doğru tırmanan parmaklarını tenime bastırdığında, "Üstelik açık havada neler yaptığımızı hatırlatmama gerek yok." diye konuştu boğuk bir sesle. "Sahil kenarında nasıl kendinden geçtiği-"

Dudaklarına uzanıp alt dudağını sertçe ısırdığımda amacım onu susturmaktı fakat bu hareketim fitili ateşlemiş gibi daha tutkulu bir öpüşmenin önünü açtı ve kanım çıldırmış gibi damarlarında hızla dolanırken vücudum artık beklentiyle kasılmaya başlamıştı.

Olumsuz tüm düşünceleri zihnimin gerisine atıp kendimi onun büyüsüne bıraktım. Sihirli dokunuşları tüm mantığımı silip süpürmüş, sadece hislerimin sesini dinlememi fısıldıyordu.

Dışarıdan gelen korna sesi ile aynı anda çalan telefonun melodisi ise içinde bulunduğum sis bulutunun bir anda dağılmasına neden olduğunda dudaklarımızı derhâl ayırdım ve gözlerimi hafifçe aralayarak Yaman'ın harelerinde büyüyen karanlığa şahit oldum. Öpüşmenin etkisiyle ikimizin de göğsü hızla inip kalkıyor, aldığımız sert nefesler birbirine çarpıyordu.

"Kim lan bu?" dedi, Yaman. Sinirli bir sesle. "Sıraya mı girdi bu yavşaklar!"

Bedenimi kucağından sıyırıp kendimi yan tarafa attığımda Yaman'ın yoğun bakışları altında askılı tişörtümün etek kısmını indirdim ve bakışlarımı kaçırarak, "Telefonu bari aç." diye mırıldandım soluğumu düzene sokmaya çalışarak. "Arayan her kimse kapıda kalmış, belli ki."

"Kapısını si-" aldığı nefesi hırsla bıraktı. "Bana küfür ettiriyorlar!"

Ona ters bir bakış attığımda beni umursamadan öfkeyle telefonunu kavradı ve bahçenin kapısına baktı. "Biri mi öldü, oğlum?" dedi telefondaki kişiye hitaben, gözleri ise hâlâ bahçe kapısındaydı. "Ne basıp duruyorsun kornaya?"

Tahminimde yanılmamıştım. Yaman ayağa kalkıp masanın üzerindeki bahçe kapısının kumandasına bastı ve karşıdan gelen konuşma devam ederken telefonu arayan kişinin yüzüne kapatıp yine masanın üzerine attı.

"Sezgin geliyor." dedi gözlerini bana çevirip. "Bu adam yeni evli değil mi arkadaş? Otur evinde karınla, akşam mekâna geçince söyle ne söyleyeceksen." Sıkıntıyla soluyup elini ensesine attığında diğer elinin parmaklarını gevşekçe beline koydu.

Tavrı karşısında istemsizce güldüm. Ona cevap vermeden içemediğimiz kahve fincanlarını alıp tepsiye koyduğumda ise ayağa kalktım ve tam içeri gireceğim sırada kolumdan tutup beni kendine çevirdi. Gözlerinde haylaz parıltılar oynaşıyordu. "Neye gülüyorsun?"

"Gülmüyorum." dedim hâlâ gülerken. "Niye güleyim ki?"

Aracın motor sesi sustuğunda kapı açılıp kapandı ve biz birbirimize bakmaya devam ederken bu seferde dış kapının zili çaldı.

"Hâlime gülüyorsun." Ağır ağır salladığı başıyla kendini onaylayarak. O da gülümsemişti fakat soluk ve tehlikeli bir tebessümdü. "Sana olan zaafım hoşuna gidiyor değil mi?" Gözleri bedenimi ürpertecek şekilde üzerimde dolandığında içini çekti. "Karşısında sudan çıkmış balığa dönmem hoşuna gidiyor."

Ona karşılık vermek yerine, "Git kapıyı aç." dedim. Gülüşümü yok etmek için dudaklarımı birbirine bastırmıştım. "Ben de üzerime bir şey giyeyim. Üşüdüm."

Zil ikinci kez çaldığında Yaman, sanki onu duymamış gibi bir adım daha yaklaştı ve aramızdaki mesafe sıfıra indiğinde avucunu yanağımın üzerine yasladı. Uzanıp dudağımın kenarını öptüğünde ise gülümsemem tamamen durulmuş, gözlerim istemsizce kapanmış ve titrek bir nefes vermiştim. Elimdeki tepsi ise her an yeri boylayacak gibi görünüyordu.

"Bir gün bunun acısını çok fena çıkartacağım." diye konuştu kısık bir tonlamayla. "Bakalım o zaman da böyle gülebilecek misin?"

Kirpiklerimi usulca araladığımda Yaman'ın keskinleşen bakışlarıyla karşılaştım. Arzuyla koyulaşan gözlerine bin bir anlam yüklenmiş, baş parmağı elmacık kemiğimin üzerinde nazikçe dolanıyordu.

Zil üçüncü kez çaldığında Yaman gözlerini yumdu ve yanımdan geçip giderken bir şey unutmuş gibi arkasını dönüp elimdeki tepsiyi aldı. "İşin bitince yenisini yaparsın artık." Göz kırpıp yanımdan uzaklaşırken dudaklarım açıldı fakat daha sonra balık misali tekrar kapadı.

Etkisinden sıyrılıp peşinden ilerlediğim sırada Yaman'ın merdivenleri ağır bir şekilde indiğini gördüm. "Kendin yaparsın artık." dedim peşinden bağırarak ve ona cevap hakkı tanımadan yatak odasına yöneldim.

Duygularımın sürekli yer değiştirmesini sağlıyor, aklımı bulandırmaktan zevk alıyordu. Pislik!

Mürdüm rengi gardıroba ilerleyip sürgülü kapıyı yana doğru kaydırdığımda içinden kısa kollu bir penye ve altına bir eşofman çıkarıp yatağın üzerine bıraktım. Yatak odası takımını ve yatak örtüsünü bilerek koyu renk seçmiştim. Çünkü içerisi fazlasıyla aydınlık olduğu için ağır renkleri kolayca kaldırıyordu.

Üzerimdeki tişörtü ve şortu çıkarıp diğerlerini giyinirken Sezgin ve Yaman'ın konuşarak merdivenlerden çıktığını duydum. Ne konuşuyorlar net bir şekilde duyulmasa da Yaman'ın az önceki keyifli hâli dağılmış gibiydi.

Açık saçlarımı tepeden toplayıp dağınık bir topuz yaptığımda odadan ayrılıp terasa geçtim. İkisi de hasır desenli koltuklara oturmuşlar, Sezgin her ne anlatıyorsa Yaman tüm dikkatini ona vermiş, parmakları çenesinin üzerinde dalgın bir şekilde sağa sola gidip geliyordu.

Sezgin beni gördüğünde hafifçe başını eğerek selamı verirken aynı şekilde karşılık verdiğimde ise Yaman'ın yanındaki koltuğa oturdum. Konuşma bitmiş gibi durmuyordu fakat ben geldiğim için Sezgin susmuştu.

"Aslında çok bile oyalandık." dedi Sezgin, rahatsız edici sessizliği bozarak. "Kafasına tek kurşun yeter de artar bile."

Sezgin'in konuşması üzerine aklımda ne varsa bir anda silindi ve bakışlarımı Yaman'a çevirdim.

Yaman, masanın üzerindeki paketi sallayıp dışarı uzanan birkaç daldan bir tanesini dişiyle çektiğinde ucunu ateşledi ve derin bir nefesi içine çekerek, "Elbette vakti geldiğinde ölecek." diye konuştu. "Ama o kadar kolayını hak etmiyor."

Yaman'ın renksiz bir tonla söylediği soğuk birkaç kelime vücudumu ürpertti. Bahsettiği kişinin Ekrem olduğunu tahmin ediyordum fakat o bile olsa ölümden bu kadar kolay bahsetmesi kanımı dondurmuştu.

"Ne yapacağız?" Sezgin'in gözleri kısa bir an tereddütle bana kaydığında tekrar Yaman'a yöneldi. "Herifin mallarına el konulduktan sonra tır şoförü de dahil ulaşımda, taşımada kim varsa canını okumuş."

Yaman gözlerini yaktığı sigaradan çekmeden keyifsiz bir şekilde gülümsedi. "Öldürmemiş yani?"

Sezgin arkasına yaslanıp kollarını göğsünün üzerinde bağladığında sıkıntılı bir nefes verdi. "Adamda silah kaçakçılığı var, naylon fatura var, kaçak inşaat var ama cinayetle ilgili tek bir vukuat yok. Olsaydı ilk bunların kafasına sıkardı zaten."

İçim iyiden iyiye daralmaya başladığında yerimde huzursuzca kıpırdanıp çatılan kaşlarımın altından Yaman'a baktım. Yaman ise sanki varlığımı yeni fark ediyormuş gibi gözlerime baktığında sigarasından derin bir nefes aldı ve gri dumanlar dudaklarının arasından dağılırken, "Onun eline bulaşan ilk kan benim ki olacak galiba." dedi düz bir sesle. Kalbim endişeyle gümbürdemeye başladığındaysa gözlerimiz adeta birbirine kilitlenmişti. "Herif kafayı bozmuş bizimle." diye devam etti. Neşeden uzak gülüşü hâlâ yerli yerinde, öylece bakıyordu. "Kardeşinin intikamını almadan rahat etmeyecek."

Dilinden dökülenlerle dizlerimin bağını çözüldüğünde gözlerimin önüne Yaman'ın kanlar içinde yerde yatan bedeni düştü. Yanmaya başlayan gözlerim onun kısılı gözlerine takılı kalmıştı fakat gördüğüm tek görüntü kanlar içindeki cansız bir bedendi.

"Ne yani, gelip bizi bitirmesine göz mü yumacaksın? Kafan mı güzel senin?"

Sezgin'in sorduğu soru havada asılı kaldığında Yaman, bakışlarını gözlerimden çekip külünü çırptığı sigaraya çevirerek onu yanıtsız bıraktı.

O temiz havanın içinde bile nefes almak zor geldiğinde güçlükle yutkundum ve odağını kaybeden bakışlarımı önüme çevirip, "K-kahve yapacaktım size." diye geveledim ağzımın içinde. Terastan ayrılıp merdivenlerden inerken bile kulağımda Yaman'ın sözleri yankılanıyor, zemin ayaklarımın altından kayıyormuşçasına her adımın sanki boşluğa düşüyormuş gibi hissediyordum. Gözlerimin önünü görememem ise tamamen kirpiklerimi zorlayan yaşlardan kaynaklanıyordu.

Onu kaybetmenin düşüncesi bile beni bu kadar dağıtmışken gerçeği ile karşılaşmak... Allah'ım!

Nasıl yapacağım konusunda bir fikrim yoktu fakat kalbimi sıkıştıran bu düşünceyle birlikte zihnimi acilen boşaltmam gerekiyordu. Yanaklarıma süzülen iri yaşları elimin tersiyle silip mutfağa geçtiğimde sanki dakikalar önce kahve yapmamış gibi kahve kavanozunu aramaya başladım ama yoktu. Ne kahveyi ne de cezveyi bulamıyordum!

Dolapların kapaklarını açıp içlerine tek tek bakarken dişlerimi sıktım ve son kapağı sertçe kapatıp ellerimi saçlarımın içine geçirdim. Bu kadar hassas değildim fakat söz konusu Yaman olduğunda bu denli kendimi kaybetmek elimde değildi.

Belimden karnımın üzerine doğru sarılan kollarla sıçrayıp, sadece saliseler sonra arkamda ki bedeni tanıdığımda derince içimi çektim ve sırtımı onun göğsüne yaslayıp gözlerimi kapadım. Yaman'ın yanağını yanağımda hissettiğimde ise, "Ağladın mı sen?" diye fısıldadı, yüzüme yanağını sürtüp dudaklarını boynuma bastırarak. "Yanağın nemlenmiş."

Ellerimi belimin üzerindeki kolunun üzerine koyup, "Kahve yapacağım ama malzemeler ortalıkta yok." dedim, pürüzlü sesimi temizleme gereği duymadan. "Kahve kavanozunu ve cezveyi bulamıyorum."

Yaman'ın boynumun üzerinde beklettiği dudakları gerildiğinde, "Cezve evyenin içinde, kahve kavanozu da ocağın yanında." dedi ve boynuma burnunu sürtüp beni ani titremeye saldı. "Bakan kör, bunun için mi ağladın cidden?"

Benimle dalga geçmesini umursamadan hipnoz olmuş gibi kapanan gözlerimi araladığımda ocağın yanında 'ben buradayım' diye bağıran kahve kavanozunu gördüm. Gözlerimi çevirerek evyenin içine baktığımda ise kahve yaptıktan sonra içine su doldurduğum cezve bıraktığım yerde duruyordu.

"O adamla uğraşmasanız olmaz mı?" diye fısıldadım. "Sana zarar gelmesini istemiyorum."

Sözlerim bittiğinde arkamdaki bedenin gerildiğini hissettim. Burnundan verdiği sıcak nefes tenimi yakarken dudaklarını yeniden boynuma bastırıp sanki mümkünmüş gibi bana daha çok sarıldı. "Ok yaydan fırladı bir kere, açılışı yaptığım gibi kapanışı da yapacağım."

Yüreğime saplanan kelimelerin ucundaki küflerin buruk tadı damağıma kadar yayılıp, midemin burkulmasına sebep olurken nefesimi usulca verdim. Söz konusu ölümken nasıl olup da bu kadar sakin kalabildiğini aklım almıyordu. "Ama ben senin ölmeni istemiyorum." dedim güçsüz bir sesle. "O adam çok tehlikeli biri ve her an sana bir şey olacak korkusuyla yaşamak beni tüketir. Anlıyor musun?"

Belimdeki kollar çözülüp beni kendine çevirdiğinde, ellerini boynum ve omzumun arasına yerleştirerek bir süre çatık kaşlarının altından yüzümü izledi. Bakışları gölgelenmiş kara gözleri çevreleyen keskin hatları keskinleşmişti. "Birincisi seni arkamda bırakıp ölmeye niyetim yok." dedi, kendinden emin bir şekilde. "İkincisi benim bulunduğum yerde tehlikeli bir şey varsa o zaten karşında duruyor. Ve üçüncüsü..." Elleri boynumdan yukarıya doğru tırmanıp yüzümü avuçlarının arasına aldığında yüzüme doğru eğildi ve sert nefesleri dudaklarıma çarparken kara gözlerini gözlerime dikti. "Şu şerefsizi yakından tanıyormuş gibi biraz daha konuşmaya devam edersen gidip ciğerini sökeceğim, az kaldı."

Eşsiz kokusu ve soluğu genzimden içeri sızıp düşünme yetimi kısıtlarken, "Tek sorunumuz bu mu gerçekten?" diyebildim. "Adam seni öldürmekten bahsediyor."

"Benim tek derdim sensin, onun ne yapmak istediği umurumda bile değil! Sıkıyorsa gelip alsın canımı."

"Peki o zaman neden öyle söyledin yukarıda?" diye sordum pes etmiş gibi güçsüz bir sesle. "Neden seni öldürmesine göz yumacakmış gibi konuşup beni üzüyorsun?"

Bakışları az önceki yırtıcılığını yitirip, yerini tehlikeli parıltılara bırakırken, "Ölürsem ağlar mısın arkamdan?" dedi, kendini belli eden keyifli bir tonlamayla. "Beni bu kadar çok mu seviyorsun?"

Baktım. Birkaç saniye sadece dediklerini idrak etmeye çalışarak öylece baktım. Yüzüm nasıl bir şekle girmişti bilmiyorum fakat kaşlarımın çatılma nedeniyse daha çok şaşkınlıktan kaynaklıydı.

"Sen geri zekalı mısın?"

"Hayda." dedi son harfleri uzatarak. "Niye hakaret ediyorsun şimdi, yavrum?"

"Evet, evet. Sen hem geri zekalı hem de öküzsün." dedim, bilinmeyen bir hastalığına yeni teşhis koyar gibi. "Bilerek yaptın değil mi? Bilerek yanımda öyle konuştun?" Yanaklarımın üzerindeki ellerini tutup itmeye çalıştığımda inatla çekmedi. "Dalga geçecek başka konu bulamadın mı, pislik! Hafife aldığın o adamın seni öldürme planlarını kendi kulaklarımla duy-"

Dudaklarıma kapanan dudakları geriye kalan tüm kelimeleri yutmama neden olurken ellerinin üzerine yapışan ellerimi kaldırıp, güç almak adına kalın kollarına tutundum. Kısa fakat baş döndürücü öpücüğünü kesip başını geriye çektiğinde, "O şerefsizin beni öldürmesi için bir fırın ekmek yemesi lazım." diye fısıldadı, sert bir tonla. Bunları söylerken bakışları dudaklarım ve gözlerim arasında gidip geliyordu. "Üstelik o şerefsizin ne istediğini söylemiş olmam ona izin vereceğim anlamına gelmiyor. İntikam almayı istemek ayrı, bunu başarmak ayrıdır."

Yumak gibi birbirine giren hislerimin arasından ona bakmaya devam ederken uzanıp burnumun ucunu öptü. "Seni üzmek için söylememiştim, inan aklımın ucundan bile geçmedi ama benim için bu kadar endişelenmen varya..." Dişlerinin arasından içine çektiği nefes ıslık gibi bir ses çıkardığında, "Beni diri diri yakıyorsun." diye devam etti kısık bir sesle. "Korkarım bu ateş ikimizin de sonu olacak."

"Söylemesene şöyle şeyler ya." dedim isyan eder gibi. "Ölüm, son, ayrılık gibi kelimeler duymak istemiyorum. Psikolojimi bozdun valla."

"Psikolojini tatlı niyetine yerim senin." Avuçlarının arasındaki yüzümü hafifçe yukarı kaldırıp çenemden öptüğünde, "Sezgin kahveleri benim yaptığımı düşünecek şimdi." dedi gülümseyerek. "Hadi şu minik kıçını kıpırdatıp kahveleri hazırla. Ağız tadıyla oturup içemedik."

Yaşadığım duygu karmaşasının içinden çıkmaya çabalamak yerine, başımı olumlu anlamda salladım ve "Güya kahveleri sana yaptıracaktım." diye konuştum hafifçe gülümseyip kalbime çöreklenen sıkıntıyı görmezden gelmeye çalışarak. "Kandırdın beni, üç kağıtçı."

"Aman hiçbir şeyi unutma." diye konuştu dalga geçerek. Ardından dudaklarını alnıma bastırdığında, avuçlarını yanaklarımdan çekti ve arkasını dönerek mutfaktan ayrıldı. Merdivenleri çıkana kadar peşinden öylece baktım. Ekrem denen o adamın rahat durmayacağını ikimiz de biliyorduk ve Yaman'ın gücünü iliklerime kadar hissettiğim hâlde yine de içimdeki tedirginliği söküp atamıyordum.

Derince içimi çekip evyenin başına geçtiğimde cezveyi yıkayıp yeniden kahve yapmaya koyuldum. İpe sapa gelmez düşüncelerimin arasında kahveleri hazırlayıp fincanlara koyduğumda terasa çıktım ve ikisinin bakışları arasında kahveleri masanın üzerine bıraktım.

"Eline sağlık, Cemre." dedi Sezgin kahvesini eline alarak. "Yeni eviniz hayırlısı olsun bu arada. İyi günlerde oturursunuz inşallah."

Zorlukla gülümsemeye çalışıp yerime oturduğumda, "İnşallah." diye mırıldandım. Yaman'ın bakışları ise üzerimdeydi. "İnci'yle gelin bir gün, yemek yeriz hep beraber."

"O da çok istiyor gelmeyi, ayarlarız."

Fincanı elime alıp yudumlamaya başladığımda, Yaman'da kahvesini eline almıştı. Kahvelerimizi içerken sessizlik etrafımızı sarmış kimseden ses çıkmıyordu. Sezgin sessizliği bozup sesini temizledikten sonra, "Sen dediğim gibi mekânın etrafında ki korumaları arttır." diye konuştu çekinik gözlerle bana bakıp, gözlerini yeniden Yaman'a çevirerek. "Çocuklar detayları bilmiyor ama mekân için ciddi planları varmış o şerefsizin."

"Orası kolay, sen içerideki adamlarla irtibat hâlinde kal." dedi Yaman, rahat bir tavırla. "Usulsüz işlerine giydirdiği kılıfları bir bir yırtıp onu avucumuza alacağız. Bakalım elinde bir şeyi kalmayınca böyle havlamaya devam edebilecek mi?"

Sezgin başını hafifçe eğerek, "Gerisi ben de." diye konuştu ve ardından ayağa kalktı. "Bana müsaade, akşam gelecek misin mekâna?"

Sezgin ile birlikte Yaman'da ayağa kalktığında, "Geleceğiz." dedi bakarak. "Cemre'de sıkılıyor evde. İnci'yle biraz vakit geçirirler."

Yaman'ı onayladığımı belli edercesine gülümseyip kalktım ve onlar terastan ayrılırken ben de boşalan fincanları tepsiye koydum. Mekândan pek haz ettiğim söylenemezdi fakat İnci'yi gerçekten özlemiştim.

Tepsiyle birlikte içeri girdiğimde Yaman ve Sezgin'in dışarı çıktığını gördüm. İçimi kemiren kurtlar hâlâ yerli yerinde olmasına rağmen bir şekilde Yaman'a inanmayı istiyordum. Yıkılmaz bir kişiliğe sahipti ancak düşmanını bu kadar hafife alması gözümü korkutuyordu.

Fincanları ve cezveyi makinaya atıp yukarı çıktım. Vakit ikindiyi henüz geçmişti ve mekâna geç gideceğimizi bildiğim için şu an yapılacak en iyi şey birazcık uyumaktı. Bir haftadır evin işleriyle uğraşmak beni ciddi anlamda yormuştu. Ne kadar etkili olurdu bilmiyorum ama biraz uyku hem zihnime hem de bedenime iyi gelecek gibi görünüyordu.

Buz gibi vişne suyundan bir yudum aldığımda bardağı sehpanın üzerine koyup, sessizliğin ruhumda bıraktığı huzura kulak verdim. Saat sabahın beşi olmuştu ve mekânı inleten müziğin sesi daha dakikalar önce kesilmişti. Yüksek ses her ne kadar ofise aynı tempoyla düşmese de bar kısmında bulunduğumuz süre zarfında beynimi yeterince kemirmiş, bazılarının zevk aldığı gürültü beni resmen boğmuştu.

"İyi gördüm seni." dedim. İnci'yle büroda karşılıklı oturuyorduk o ise kahvesini yudumluyordu. "Evlilik yaramış valla, kilo mu aldın sen?"

İnci gözlerini irileştirip fincanı sehpanın üzerine bırakırken ellerini belinin iki yanına koyduğunda hafiften dolgunlaşan etlerini sıktı ve "Çok mu belli oluyor?" diye sordu. Sonra kızgınlıkla kaşlarını çattığında, "Hep Sezgin'in yüzünden, sürekli hamur işi istiyor benden ya!" diye devam etti sistemle. Bir yandan da üzerine giydiği uzun, ince hırkasının önünü kapatıyordu. "Ee ona yapınca benim de canım istiyor, kilo alıyorum işte."

Yüzünün düşmesi üzerine gülümseyip, "Ama yüzüne renk gelmiş." dedim. "O kadarcık kilodan ne olacak ki?"

Yanaklarını havayla doldurup bıkkınlıkla verdi. "Öyle söyleme bir de hamile kaldığımı düşünsene." Gözleri irice açılıp önümüzdeki sehpaya vurduğunda, "Allah korusun fil gibi olurum herhâlde." diye davam etti. "Düşünemiyorum bile!"

Kapı çalınmadan açıldığında Sezgin içeri girdi ve bana göz kırpıp İnci'nin yanağından makas alıp kalçasını İnci'nin oturduğu koltuğun kenarına koydu. "Ne yapıyorsunuz bakalım?"

"Sıkma yanağımı ya!"

"Hayda." dedi Sezgin şaşırarak. "Ne oldu şimdi?"

"Benim yanaklarım tombul değil, sıkma bir daha!"

Sezgin bana garip bir bakış attığımda masumca gülümsedim. Nereden bilebilirdim ki ufacık bir mevzunun böyle büyüyeceğini.

"Ben sana tombulsun demedim ki." diye savundu kendini Sezgin. Neye uğradığını şaşırmış gibi görünüyordu.

İnci bacağını diğerinin üstüne attığında kaşlarını çattı. "Öyleyim. Kilo alıyorum ve hepsi senin yüzünden! Yok bir daha hamur işi falan!"

Sezgin kolunu İnci'nin omuzuna atacak gibi oldu ve vazgeçip ayağa kalktı. "Tamam arada bir yaparsın o zaman."

"Arada bir falan da yok! Hamur işi yasak artık!"

Gülmemek için yanağımı kemirip dudaklarımı birbirine bastırırken Sezgin, İnci'yi sanki ilk defa görmüş gibi bakıyordu.

"Hem sen niye geldin ağzında bardak kıracağınız adam kalmadı mı mekânda?"

İnci'nin son sözlerine anlam vermeye çalışırken, "Nasıl yani?" diye sordum hayretimi gizleme gereği duymadan ve gözlerimi Sezgin'e çevirdim. "Siz buraya gelen adamların ağzında bardak mı kırıyorsunuz?"

Sezgin ellerini havaya kaldırdığında, "Konu buraya nasıl geldi hiç anlamadım ama onu Yaman'a sor." diye konuştu. "Beni karıştırmayın aranızdaki mevzuya."

Kaşlarım olayı kavrayamadığım için istemsizce çatıldı. "Konunun benimle ne ilgisi var da aramızdaki mevzu olsun?"

Sezgin 'ben bilmem' dercesine yüzünü garip bir şekle soktuğunda İnci, tırnaklarını kendine çevirmiş incelerken konuşmaya dahil olmuyor, sanırım az önce ki kilo olayına takılıp kalmıştı.

Kapı yeniden açıldığında Yaman içeri girdi. İnci Yaman'ı görünce toparlanmış zayıf bir gülümsemeyle yerinden kalkmıştı.

"Mekânda kimse kalmadı." dedi Sezgin, Yaman'a hitaben. "Buradan bize geçelim bir şeyler yeriz olmaz mı?"

Yaman bana baktığında göz kırptı. "Ne dersin gidelim mi?"

Bakışlarım inciyi bulduğunda ise, "Hâlâ yemek sayıklıyor." diye homurdandı ağzının içinde ama bunu onların duyduğunu sanmıyordum. Daha sonra yüzüne yalandan bir gülümseme kondurup, "İstersen çayın yanına hamur işi yapayım." dedi Sezgin'e laf sokarak.

"Gece gece hamur işi ne alaka, kızım." Yaman, başını olumsuz anlamda sallayıp masanın etrafından dolanarak koltuğuna geçti. "Giderken dışarıdan atıştırmalık bir şeyler alırız. Uğraşma bu saatte."

"Ne zahmeti Yaman Bey-"

Yaman, "Abi." diye düzeltip sözünü kesti İnci'nin. "Kaldır at şu kelimeyi artık lügatından. Aramızda bey mi kaldı?"

İnci dudaklarını yalayıp utangaç bir şekilde gülümsediğinde, "Alışmaya çalışıyorum." diye mırıldandı güçsüz bir sesle. "Onca zamandan sonra biraz zor oluyor."

"Alışırsın alışırsın." Yaman sıkılmış gibi nefes aldı. "Anlat hadi sözünü kestim."

İnci sesini temizleyip, "Buzlukta yaptığım gözlemeler vardı, onları çıkarırım." dedi bana bakıp tekrar Yaman'a dönerek. "Dün yaprak sarması pişirmiştim onlarda var." Sözleri bittiğinde, benim yüzümden güme giden zavallı Sezgin'e imalı bir bakış attı. "Yeterli mi senin için?"

"Hayatım neden bana camış muamelesi yapıyorsun bu gece anlamıyorum ki. Sofraya ne koyarsan onu yeriz, Allah aşkına sıyrıl şu ruh hâlinden."

İnci'nin dudakları bir şeyler söylemek ister gibi açılıp kapandığında yüzü saçlarının rengine doğru yavaş yavaş ton değiştirmeye başlamıştı. "Ruh hâlimi de beğenmiyor." dedi garip bir gülüşle nefesini verip bize bakarak. "Yaranamadım bir türlü."

Gözlerim Yaman'a kaydığında dirseğini koltuğun kenarına yaslamış çenesini sıvazlayarak bir Sezgin'e bir İnci'ye baktığını gördüm. Olaya Fransız kaldığı için hâliyle bu konuşmamın nereye gideceğini merak ediyor olmalıydı. "Siz kavga mı ettiniz?" diye sordu temkinli bir sesle. "Ne bu otuz yıllık evliler gibi laf sokuşturmalar?"

"Valla abi kavga etmeden de bu duruma gelinebiliyormuş, bunu da bu gece anladım." dedi Sezgin, İnci'nin tavırları karşısında.

Kesinlikle art niyetle söylemediğim kelimeler karı kocanın arasını bozmuştu. Hay bu dilimi!

İnci, Sezgin'i duymamış gibi Yaman'a hitaben, "Her neyse." dedi lafı geçiştirmeye çalışarak. "Eve geçince biz Cemre'yle on dakikada hallederiz." Gülümseyip kapının hemen yanındaki ayaklı ahşap askılıktan çantasını aldığında, "Birkaç dakikalık işim var." diye ekledi. "Siz çıkana kadar dışarıda olurum."

İnci, Sezgin'i bırakıp önden çıktığında, Sezgin'in Yaman'a bakarak sabır dilediğini gördüm. O da çıkıp kapıyı kapattığında, "Şu bardak olayı ne?" diye sordum, olaya pat diye girerek. "Sezgin bir şeyler saçmaladı. Siz müşterilerin ağzında bardak mı kırıyorsunuz?"

Sorgulayan bakışlarım Yaman'ın gözlerinde gezinirken söylediğim sanki basit bir şeymiş gibi arkasına yaslandı ve bacağını diğer bacağının üzerine çaprazlama bir şekilde koyarken ifadesizce baktı. "Eğer ki benim sevgilimin dudaklarının değdiği kadehten içmekte ısrar ediyorsa neden olmasın?"

Kaşlarım çatılmış sözlerini aklımda tartarken, "Aman Allah'ım." diye inledim. O adamın kim olduğunu anlamam sadece saniyeler sürmüştü. Şok olmuş bir vaziyette gözlerine kilitlenip, "Manyaksın sen." dedim inanmazcasına bakmaya devam ederken. "Her şeyi çok abartmıyor musun, alt tarafı bir yudum aldım."

"Tamamını içtin." diye düzeltti beni. "Ayrıca o kadar da yabani değilim. Önce uyarırım, eğer beni sallamıyorsa ben onu sallandırırım." Cebinden çıkardığı sigara paketini sallayıp içinden uzanan bir dalı dişleriyle çektiğinde masanın üzerine attı ve ucunu tutuşturup şoka giren bakışlarımın arasında derin bir nefes çekti.

"Hangi ara oldu bunlar?" dedim tutuk bir sesle. "Kaşla göz arasında ne zaman yaptın?"

Rahatlamak ister gibi boynunu sağa sola yatırıp kütürdettikten sonra çelik bir ifadeyle gözlerime baktı. "Ufak bir işlem için saatlere ihtiyacım yok. Sen lavaboya gittiğinde bana o süreyi verdin zaten."

Belimden aşağı ufak bir ürperti yollayan görüntü ve pervasızca sarf ettiği sözcükler karşısında istemsizce yutkundum. "Sen de ilkel çağdan kalma biri gibi adamı darp ettin."

Silik ve tehlikeli bir tebessüm yüzünde can bulmadan söndüğünde, "Ve sen bu ilkel adamın neler yapacağının farkına varamadın hâlâ, değil mi?" diye sordu, kısık ama keskin bir tonla. "Söz konusu varlığın olduğunda karşımda kimin durduğunun bir önemi yok. Dua etsin ağzında kırdım başka bir yerine de sokabilirdim o kadehi."

Yüzümü buruşturup, "Hâlâ abartıyorsun." derken başımı inanamazcasına iki yana salladım. "Kıskançlığın bir sınırı olmalı bence ama senin sınırların yok."

Dilini üst dişlerinin üzerinde gezdirip parmaklarının arasındaki sigaradan bir nefes aldığında kısılan gözlerini bir an bile gözlerimden ayırmadı. "En azından sınırlarımın olmadığını biliyorsun, bu da iyi bir şey."

Garip duygularla bezenen bakışlarım bir süre onun yüzünü inceledi. Çehresine yerleştirdiği umursamaz ifade karşısında nefesimi sesli bir şekilde ciğerlerime toplayıp ayağa kalktığımda ise, "Anlaşıldı, bu konu böyle uzayıp gidecek." dedim ve bakışlarını sırtımda hissederken askılığa doğru ilerleyip çantamı çapraz bir şekilde boynumdan geçirdim. "Hadi çabuk iç sigaranı, çıkalım bir an evvel."

Adama ne olduğunu merak etsem de konunun kapanmasını istiyordum çünkü konuştukça kelimeler birbirine karışıp bulamaç haline geliyor, genzimde tuhaf bir his bırakıp midemin kasılmasına sebep oluyordu. Aslında olaya hangi tarafından bakarsam bakayım o güne dair hiçbir şey hatırlamak istemiyordum.

Yaman, ifadesinde hiçbir değişiklik olmadan sigarasını içine çekti ve kısık bakışlarının ardından büyük bir dikkatle gözlerime bakarken başını hafif bir açıyla eğip beni onayladı. Burnundan verdiği gri dumanlar eşliğinde baş ve işaret parmağının arasına sıkıştırdığı sigarasından büyük bir nefes daha aldığında ise dudaklarının arasından firar eden dumanlar çoğalarak artmış, henüz yarım olmayan sigarasını söndürüp ayağa kalkarken masanın üzerindeki sigara paketini ve çakmağını cebine atmıştı.

Bana doğru adımlarken ellerim boşta kalmasın diye çantamın kulpundan güç almak istercesine tutundum ve gözlerimi onun sert bakışlarından kaçırıp elimi kapının kulpuna uzattım. Aramıza yayılan enerji garip bir boyuta geçmişim gibi hissettiriyor, olmaması gerektiği hâlde ondan çekinmeme neden oluyordu.

Kapının kulpunu kavrayıp açacağım sırada belime dolanan kalın kollar ile olduğum yerde kalıp sırtımı onun geniş göğsüne yaslanmış bir vaziyette buldum. Akabinde boynuma değen ılık nefeslerle nabzım hızlanmış, yanağıma sürtünen kirli sakallarıyla tenim karıncalanmaya başlamıştı.

"Seni deliler gibi kıskanıyorum, çünkü sana çok aşığım." diye fısıldadı, gözlerimin kapanmasına neden olan yoğun bir sesle. "Uğrunda yapamayacağım hiçbir şey yok, Cemre."

Burnunu yanağım boyunca kaydırıp derin bir nefes aldığında dudakları boynuma kadar ilerledi ve nefesim gittikçe düzensizleşirken dudaklarını boynuma bastırıp usulca öptü. Omurgamdan aşağı inen titreşimler vücuduma verilen düşük voltajlı elektrik gibi parmak uçlarıma dek uzanıp sızlatıyordu. Belimdeki kollar çözülüp içine girdiğim sis bulutu yavaş yavaş dağıldığında ise elimin üzerinde onun elini hissettim. Kapıyı açıp biraz geriye çekilmiş benim çıkmamı bekliyordu fakat o an beni öpeceğini zannetmiştim. Daha beteri, hayal kırıklığına uğramış hissediyordum.

Farkında olmadan yutkunup silkelendiğimde karmaşık duygular eşliğinde araladığı kapıdan dışarı çıktım ve beraber metal merdivenleri çıkmaya başladık. Bu adamın her hareketi her sözü beni alaşağı ediyordu.

Yukarı çıktığımızda temizlikle uğraşan elemanlar dışında kimsenin kalmadığını gördüm. Kapıya doğru ilerlediğimiz sırada ise Sezgin, İnci'yi göğsüne çekmiş başının tepesine öpücükler konduruyor, fısıltıyla bir şeyler söylüyordu.

Yaman elimi avucunun içine aldığında parmaklarını parmaklarımın arasına geçirdi ve "Bizim ki gönlünü almış." dedi gülerek. "Ne yaptığını bilmiyorum ama İnci'yi fena kızdırmış gibi görünüyordu."

Ah, istemeden de olsa aralarını bozan kişinin ben olduğumu nereden bilecekti ki?

Sessiz kaldım ve onunla birlikte çıkışa doğru adımlamaya devam ettim. Yanlarına vardığımızda Yaman, kapıdaki görevli iki adama selam vermiş, bizim geldiğimizi fark eden Sezgin ve İnci'yle beraber ilerlemeye başlamıştık. Dışarıyı aydınlatan spot lambalar kapanmış, hava hafiften ağarmaya başladığı için etraf fersiz bir ışıkla aydınlanmaya yüz tutmuştu. Yaz mevsiminde olmamıza rağmen sabahın serinliği ise incecik tişörtümün içine sızıyor hafiften esen rüzgâr bile tenimi ısırıp geçiyordu. Vücudumun derinden ürperdiğini hissettiğimde Yaman'a biraz daha sokuldum ve ona yaklaşmamla birlikte elimi bırakıp beni kolunun altına çekti. İçerinin bunaltan sıcağından sonra böylesine bir serinlik neredeyse dişlerimin birbirine çarpmasına neden olacaktı.

Az ileride park hâlinde duran araçların yanına vardığımızda hızlı adımlarla kapıya yanaştım. Biraz daha dışarıda kalırsak bu mevsimde hasta olacağım garanti gibi görünüyordu. Tam araca bineceğim sırada ise hemen yanımızda park hâlinde duran Sezgin'in arabasının önüne konulmuş siyah renkli bir zarf aynı anda hepimizin dikkatini çekmiş birbirimize bakmamıza neden olmuştu.

Uzandığım kapının kulpunu bırakıp dudaklarımı yaladığımda gözlerim Sezgin'in eline aldığı siyah zarftaydı. Bakışlarımı Yaman'a çevirdiğimde onun da gözlerinin zarfa takıldığını gördüm. Kısaca etrafa bakınmış, ardından Sezgin'in yanına gelmişti.

Sezgin'le aralarında geçen anlık bakışmadan sonra, "Aç bakalım." dedi Yaman, ifadesiz bir sesle. "Pek hayırlı bir şeye benzemiyor ama ne çıkacak içinden, görelim."

"Hayırlısı olsun diyeceğim ama hayrın bizimle ne işi olur, abi?"

Sezgin'in yaptığı kara mizah karşısında kimse gülmezken, İnci'nin de tedirginlikle Sezgin'e doğru yaklaştığını gördüm. Kimse zarfın içinde ne olduğunu bilmese de güzel şeylerin olmadığını herkes kestirebiliyordu.

Sezgin, zarfı açtığında önce içinden çıkan fotoğrafları gördüm. Fakat siyah beyaz fotoğraflar biraz silikti ve bu aydınlıkta görüntüyü seçmek zordu. O sırada Yaman, telefonunun ışığını açtığında biraz daha yaklaşıp Sezgin'in yavaş yavaş diğer eline aldığı fotoğraflara şok olmuş gözlerle baktım.

Tanık olduğum cinayetin görüntü kayıtlarından elde edilen fotoğraflar hangi kameraya aitti bilmiyorum ama öyle bir açıdan alınmıştı ki, o parkı ve şahit olduğum o anları hatırlamamam işten bile değildi.

Sezgin'in sopayla adama vurduğu anlar ve en sonunda silahını adama doğrultup onu vurduğu görüntüye varana kadar tüm fotoğraflara soluksuz bakarken sanki o anları yeniden yaşıyor gibi hissettim.

Kalbimin orta yerine çöken huzursuzlukla gözlerimi Yaman'a çevirdiğimde keskin yüz hatları gerilmiş, kaşlarının ortasında derin bir vadi oluşmuştu. "Allah kahretsin!" dedi Yaman dişlerin arasından. Ardından arkasını döndüğünde kapının ağzında bekleyen korumalara güçlü bir ıslık çalıp buraya gelmeleri için işaret etti. "Herifin adamları elini kolunu sallayıp buraya kadar geliyor, bizimkiler ayakta uyuyor."

Yaman, ağzının içinden küfürleri bir bir sıralarken İnci'de en az benim kadar tedirgin olmuş, fakat sessizce olanı biteni hazmetmeye çalışıyor gibi görünüyordu.

Sezgin, "Şerefsiz!" diye tısladı. Bir yandan da hâlâ fotoğraflara bakıyordu. "O kadar baktım etrafa nasıl olur da bunlara ulaşır?" Elinin birini sinirle sakalında gezdirdi. "Daha dikkatli olmalıydım, hepsi benim hatam."

"Sırası değil, Sezgin. Şimdi muhasebe yapmanın anlamı yok."

Yaman, öfkeyle solurken kapıdaki adamlar yanımıza ulaşmıştı. "Ne bok yemeye varsınız siz, oğlum?!" diye hırladı, yanımıza gelen korumalara hitaben, "Adamın biri dibimize kadar girip zarf bırakıyor, ruhunuz duymuyor!"

Korumalar tedirginlikle birbirine bakarken, "Dışarıdaki çocuklara bir soralım, Yaman Bey." dedi, bir tanesi. "İçeriye girenlerin hepsinin üstü aranıyor, biliyorsunuz."

"İçerisi değil zaten buradan bahsediyorum!" diye konuştu Yaman sert bir dille. Ardından, öfkeli bir nefes aldığında "Sizi buraya adam diye koyanın aklına sokayım." diye hırladı. "Herifler mekâna bomba döşese haberiniz olamayacak, lan!"

Adamlar mahcup bir ifadeyle başlarını öne eğdiğinde, "Burayı çeken kamera kayıtlarına bakıp bunu kimin koyduğunu derhâl bulun." diye emretti, Yaman. "Eğer içeride buna göz yuman varsa onun ipini kendim çekeceğim."

Aslında zarfı kimin koyduğunun hiçbir bir önemi yoktu. Mühim olan bu cinayeti kimin işlediğini Ekrem'in öğrenmiş ve intikamını almak için her yolu deneyecek olmasıydı. Sadece bunu düşünmek bile tüm hücrelerimi titrettiğinde kalbimin gürültüsü dışarıdan duyulacak kadar şiddetini arttırmıştı artık.

Adamlar aldığı komutla yanımızdan ayrılıp hızlı adımlarla çıkışa ilerlerken, "Allah kahretsin." diye inledi Sezgin. "Yaman, zarfın içinde başka bir daha var."

Yaman'ın sert bakışları Sezgin'in elindeki iki adet kurşuna düştüğünde, İnci'nin endişeyle parlayan gözleri fal taşı gibi açılan gözlerimle karşılaştı. Zorlukla yutkunup, bakışlarımı tekrar Sezgin'in eline düşürdüğümde ise az önce soğuktan ürperen vücuduma nazaran kanımın kızgın bir volkan gibi damarlarımı zorladığını hissettim. Kalbim dehşetle çarpıyordu, çünkü asıl can alıcı nokta bir notun üzerine büyük harflerle yazılan yazıydı.

'Bu kurşunlar yeni gelinimiz ve görme şerefine nail olduğum Cemre Hanım için. Sizinkiler zaten namlunun ucunda hedefini bekliyor.'

Uzun lafa hacet yok aşklarım 1200 vote 1200 yorumdan sonra yeni bölüm sizindir ♥️

sihirlisonbahar

Continue Reading

You'll Also Like

1M 14.1K 36
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...
2.3M 74.6K 58
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...
849K 55.3K 47
Çilek Alança Yıldırım mı yoksa Çilek Alança Saruhan mı demeliyiz? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek, ailesinin gerçek olmadığını ve küçük...
330K 28.5K 17
Sertçe yutkundum ve kısık çıkan sesimle "Çok acıyor mu?" diye sordum. "Evet ama senin ölmüş olman daha çok acıtıyordu." dedi. Gözlerimin dolmasına en...