HERKESİN EFENDİSİ

By Medusahikayeleri

563K 23.7K 11.7K

Mafya patronu olan Hera Ateş bütün şehri avucunun içinde tutuğunu düşünüyordu ama bir gün şehre yeni gelen bi... More

Prolog
1. DEVRE DIŞI KALAN EMNİYET
2. BATAKLIĞA ATILAN ADIM
3. YAŞAMIN PENÇESİNE TAKILAN ÖLÜM
4.ÖLÜME ATFEDİLEN YEMİN
bu bir iç döküştür
5. BEKLENMEYEN MİSAFİR
6. DÜŞMAN KALPLERİN SENFONİSİ
7. KAPIYA DAYANAN SAVAŞ
8. ÇOÇUKLUĞUNUN KÜLLERİNDEN DOĞAN KADIN
9.DUYGUSAL MAKİNA
10. İHANETİN ATEŞİ
11. PORSELEN FİNCAN
13. ÖLMEME İZİN VERME
14. KÜRKÇÜ DÜKKANINI ATEŞE VEREN TİLKİ
15. ANLAM KAZANAN RENK; KIRMIZI
16. HABERİN YOK ÖLÜYORUM
17. İBLİSİN İNİNE ÇOMAK SOKAN EFENDİ
18. KOYUN POSTUNA BÜRÜNEN KURT
19. AY IŞIĞINI EVLAT EDİNMİŞ GECE
20. CEHENNEMİN KAYALIĞINA TUTUNAN YOSUN
21. DUDAKLARIN RİTMİ
22. YUMUŞAK DOKUNUŞLAR VE PARÇALANAN KOZA
23. GÜNAHA BULANAN BEDENLER
ÖZEL BÖLÜM "GÜZEL GÖZLÜ ÇOCUK & ORMAN GÖZLÜ KIZ"
24. ÖLÜMÜN PENCESİNE TAKILAN PİŞMANLIK
25. BURUK BİR VEDA
26. TUTKUYA ADANMIŞ BEDENLER
27. ÇIPLAK BEDENLERİN DANSI
28. FAİLİ MEÇHUL CİNAYET
29. SATÜRNÜN UÇURUMUNA ZİNCİRLENEN RUHLAR
30. MUTLU SON?
31. GERÇEĞİN SURETİNE BÜRÜNEN YALANLAR
32. OKYANUSUN KOYNUNA HAPSOLAN KÜÇÜK KULAÇLAR
33. RUHUN PUSULASI; AŞK
ÖZEL BÖLÜM "PARS ALAZ"
34. GERİ DÖN
35. "ÖL DEDİĞİNDE ÖLECEĞİM"
36. TANRILARIN KISKANDIĞI GÜZELLİK
37. BEKLENMEYEN TEKLİF
38. TEKLİF VE ANLAŞMA
39. KAYBEDİLEN KAZANÇ
40. TOPRAĞIN ALTINA GÖMÜLEN ÇOCUKLUKLAR
41. GÜNAHKAR RUHLARIN YEMİNİ
42. RUHA DOLANAN BİR ÇİFT MAVİ
43. SENİ HATIRLIYORUM
44. SONSUZ HİSSETİRECEK KADAR
DUYURU

12. İHANETİN BEDELİ ÖLÜM

13.3K 630 426
By Medusahikayeleri

İHANETİN BEDELİ ÖLÜM

Olayların nasıl bu noktaya geldiğini bilmiyordum. Hiç beklenmediğim bir anda ortaya çıkan bir adam ile yıllarca üzerinde çalıştığım planım sekteye uğramıştı. Deha Sancak'ın böyle bir hamle yapacağını biliyordum ve buna hazırlıklıydım ama karşımdaki adamın bir anda kırık çatımdan içeriye düşüp hayatıma girmesine hazırlıklı değildim.

En başından beri Pars Alaz ile ortak olmak gibi bir niyetim yoktu ama şu an olayların bizi sürüklediği nokta tamamen farklıydı. Pars Alaz'ı bu durumda karşıma almak aptalca olurdu ama bir ortak olarak da ona güvenebileceğimi düşünmüyordum. Bu yüzden kısa bir süreliğine ben planımı yola sokana kadar onu kullanacak ve beni kullanmasına izin vererek kısa sürede olayları yoluna sokacaktım ve asıl planım gerçekleştiği an da hayatıma bir ateş gibi giren Pars Alaz, yavaş yavaş sönüp hayatımdan çıkacaktı.

Her şey yolunda giderse hem o istediğini alacaktı hem de ben. Bu kazan kazan durumuydu ve işler beklediğim gibi giderse bir taşla iki kuş vuracaktım. Karşımdaki kuşlar her ne kadar büyük olsa da.

"Aklından neler geçiyor?" dedi Pars Alaz iki kolunu birbirine kenetlemiş, dikkatle bana bakıyordu. Bir an da ortak olmayı kabul ettiğim için aklı karışmışa benziyordu.

"Ortak olmamızı isteyen sen değil miydin? Şimdi kabul ediyorum işte," dediğimde bakışları bakışlarıma kenetlenmişti. Sanki bakışlarıyla aklımdakileri okumaya çalışıyormuş gibiydi.

"Üstüne basa basa benimle ortak olmayacağını söyleyip durdun ama şimdi bir anda ortak olabileceğimizi söylüyorsun. Sence bu biraz tuhaf değil mi?"

Bu adamın gözünden de bir şey kaçmıyordu. Bu da ortak olmamızın ikimiz için zor bir oyun olacağı anlamına geliyordu. Çünkü ne o benim planıma sorgusuz sualsiz uyardı ne de ben onun planlarına uyum sağlayabilirdim. Bu da bu oyunun en başından beri büyük bir hata olduğunun kanıtıydı.

"Ortak olmak istiyor musun istemiyor musun?" diye sordum sakin bir tonda. Kalçasını yanında mutfak barına yaslayıp beni baştan aşağıya süzdükten sonra konuşmaya başladı.

"Eğer bunu istemeseydim teklifi kabul etmen için bu kadar çabalamazdım ama şu an ortaklığı kabul etmenin arkasındaki sebebin beni başından savmak olduğunu düşünüyorum. Haksız mıyım?" Ses tonu sakindi ama gözleri tamamen başka bir şey söylüyor gibiydi.

"Neden böyle bir şeye gerek duyayım ki?" dediğimde bakışları bir anlığına karşıdaki duvara kaydı. Sanki bir şeyleri düşünüp tartıyordu ama bu çok kısa bir andı. Birbirine kenetlediği kollarını serbest bırakarak kalçasını yaslandığı tezgahtan uzaklaşıp bedenini bana doğru çevirdi. Ağır adımlarla bana doğru ilerleyip aramızda küçük bir mesafe kalacak şekilde duraksadı. Bakışları bedenimde kısa bir süre dolaştıktan sonra başını eğerek kulağıma doğru fısıldadı.

"Ben senin kullanabileceğin küçük bir piyon değilim Hera. Bu yüzden aklından beni kullanıp kenara atabileceğin bir senaryo geçiyorsa bunu şimdiden aklından çıkarsan iyi olur." Sıcak nefesini kulağımda hissediyordum. "Ben istemediğim sürece beni kullanamazsın ama eğer kullanmak istiyorsan bunu üzerinde benim tişörtüm varken yapmalısın. Çünkü üzerinde benim kıyafetim varken her istediğini yapabilecekmiş gibi hissediyorum, ortak."

Bir an kelimelerin boğazımda düğümlendiğini hissetim. Yutkunmaya çalıştım ama pek başarılı olamamıştım. Beni tehdit ettikten sonra böyle bir şey söylemesini beklemiyordum. Üzerimdeki tişörtün ona ait olduğunu düşünmemiştim. Şimdi bunu düşününce bir an kendimi huzursuz hissetsem de kendimi onu kışkırtmaktan alıkoyamıyordum.

"Ne o, yoksa senin tişörtünü giymem seni tahrik mi ediyor?"

Biraz gerilediğinde yüzü tam karşımdaydı. Bana çok yakındı ve bu yakınlık kötü hissettirmiyordu. Bakışlarım dudaklarına kaydı. Kıpırtısız dolgun dudakları çok yumuşak gözüküyordu.

"Evet dersem benim için bir şeyler yapar mısın ortak?" dedi, sesi bir şeytanın en büyük günahını fısıldarken takındığı masumiyeti barındırıyordu. Bu ses tonuna kanmak kolaydı ama karşısında tıpkı onun gibi bir şeytan olduğunun farkında değildi. Başımı biraz daha ona yaklaştırıp dudaklarımız arasında kısa bir mesafe kalmasını sağladım.

"Sen benim küçük piyonum değilsin Pars Alaz. Kendi hamlelerini kendin yap," dedim fısıltıyla.

İkimizde kısa bir süre olduğumuz yerde durduk ve sonunda bu anlamsız durumu bozan Pars Alaz olmuştu. "Hadi bir şeyler yiyelim," dedi benden uzaklaşıp sırtını bana dönerek, yemek masasının olduğu kısma ilerlerken.

"Yemek yemek için vaktim yok. Bir işi halletmem gerek. Eğer kıyafetlerimi vermezsen bu halde dışarı çıkmak zorunda kalacağım ve inan ki bunu yapmaktan çekinmem."

Yemek masasına ulaştığında kısa bir duraklamanın sonunda bana doğru döndü. Bir elini yanındaki sandalyenin başına atıp kafasını hafifçe eğip bana bakıyordu. Şu an an üzerindeki takımla bir moda dergisinde poz veren modelleri andırıyordu.

"Her ne kadar benim tişörtüm üzerindeyken dışarıya çıkmanı arzulasam da buna izin veremem. Doktor bayılmanın nedeninin dengesiz beslenme, yorgunluk ve stres kaynaklı olduğunu söyledi. Bu yüzden yemek yemeden bir adım bile atmana izin vermeyeceğim. Yeni ortak olduk, öyle hemen ölmen yazık olur değil mi?" dediğinde yüzünde bir mimik dahi kıpırdamamıştı.

Söylediklerinde ciddi olduğu anlaşılıyordu. Onunla inatlaşmaya devam edersem geç kalacaktım. Bu yüzden bir şey söyleme gereği duymadan yemek masasına doğru ilerleyip yanına gittiğimde önünde duran sandalyeyi çekerek oturmam için eliyle işaret yaptı. Vakit kaybetmeden sandalyeye oturduğumda mutfak barının üzerinde bulunan bir tavayı alıp masanın ortasına koydu.

"Bu benim spesiyalim, bu yüzden kendini şanslı saymalısın," dediğinde bakışlarım masada dolaştı. İki kişinin yiyebileceğinden çok daha fazlaydı. Zeytin, peynir, reçel ve daha birçok şey vardı. Hepsinin en az birkaç çeşidi vardı. Bir kuş sütü eksik dedikleri tam olarak bu olmalıydı. Masanın ortasında ise menemen duruyordu. Spesiyal dediği menemen miydi?

"Menemen mi? Bir menemen nasıl senin spesiyalin olabilir?" diye sorduğumda boş bir tabağı önüme bıraktı.

"El lezzetimi kattım," dediğinde bir kaşımı kaldırıp ona gerçekten mi der gibi baktım.

"El lezzetini kattıysan zehirlenmekten korkuyorum," dediğimde olduğu yerde duraksadı.

"Eğer zehirlenirsen hastane masraflarını karşılarım," dedi, büyük bir ciddiyetle. Böyle bir şeyi bu kadar ciddi söylemesi beni korkutuyordu. Bu adam ya çok kötü bir espri anlayışı vardı ya da gerçekten zehirlenme ihtimalimiz vardı.

"Çay, süt, meyve suyu, ne içmek istersin?" dedi mutfak tezgahında bir bardak çay doldururken.

Normalde su ve alkol dışında pek bir içecek tüketmiyordum. Sağlıklı bir yaşam kesinlikle benim için şu an tamamen hayalden falan ibaretti.

"Çay," dedim, elime çatal alıp boş tabağımı doldurmaya başlarken.

En son ne zaman düzgün bir kahvaltı yaptığımı hatırlamıyordum bile. O kadar yoğun çalışıyordum ki, Aslan bir şeyler yemem için ısrar etse bile ayakta bir şeyler yiyerek geçirmek zorunda kalıyordum. Şimdiyse Aslan'ın ihanetini öğrenmemin ardından kahvaltı yapıyordum. Sanırım Tanrı gerçekten benimle oynuyordu.

Pars Alaz elindeki çay bardaklarından birini benim önüme diğerini de kendi tarafına koydu. Takım elbiseyle çay taşıması komik duyuyordu.

"Menemen de alsana," dedi önümdeki tabağa bakarken.

"Henüz zehirlenmeye niyetim yok," dediğimde menemenin içindeki kaşığa uzanıp dikkatli bir şekilde alarak tabağımın yanına koydu.

"Eğer beğenmezsen yemek zorunda değilsin ama tadına baktıktan sonra parmaklarını yemek isteyeceğine eminim."

Bu adam kendine çok güvendiği belli oluyordu ve bu da sinir bozucu bir durumdu. Bir kaşık daha alarak kendi boş tabağına koyup karşı sandalyeyi çekerek oturdu. Masada birkaç şey daha alarak tabağına doldurdu. Fit vücuduna bakılırsa düzenli ve sağlıklı bir hayatı olduğu söyleyebilirdim. Çünkü güzel bir vücut için bunlar gerekliydi.

Şu an canım gerçekten bir şey yemek istemiyordu. Sanki midem tıka basa doluymuş gibi hissediyordum ama yemesem de Pars Alaz beni kolay kolay bırakmayacak gibi duruyordu. Elimdeki çatalın ucuna menemen alıp tadına bakmak için ağzıma götürdüm. Pars Alaz'ın beni izlediğini fark ettiğimde yutkundum.

"Ee, zehirlenecek kadar kötü müymüş?" dedi kinayeli bir tonda.

Aslında gerçekten lezzetliydi ama bunu ona itiraf etmek istiyordum. "İdare eder," dedim tabağımdan küçük bir parça peynir alıp ağzıma tıkarken. Pars Alaz'ın dudağının hafifçe yukarı doğru kıvrıldığını hissettim. Açıkçası beğendiğimin farkına vardığına emindim ama yine de o sözleri benden duyamayacaktı.

Bir süre ikimizde sessizce yemeğimizi yemeye devam ettik. Masanın üzerindeki sessizlik bir şeyleri düşünmem için bana fırsat vermişti. Aslan ile karşılaştığında öfkeme yenilip yapmamam gereken bir hata yapmak istemiyordum. Hem içimizdeki hainin o olduğunu tamamen kanıtlamadan onu suçlayamazdım. İlk önce onun hain olduğunu kanıtlamak gerekiyordu.

İçimde bir taraf bunu yapamayacağını söylese de mantığım bunu yapmış olabileceğini söylüyordu ama bunun yapmasının sebebi kendi çıkarı değil de ailesi olduğunu düşünüyordum. O ailesine bağlı bir insandı ve bu da onun zayıf bir noktasıydı. Deha Sancak bana yakın birini kontrol etmek istemişse bu kesinlikle Aslan olurdu.

Savaş ve Poyraz'ın ölseler bile bana ihanet etmeyeceğini bilecek kadar zeki bir adamdı ama Aslan en az benim kadar ailesinin de esiriydi. Ailesine gelebilecek en ufak bir tehditte beni satacağına inanmamıştım ama şimdi baktığımda bunun olabileceğinin farkındaydım.

İnsanlara kolay kolay güvenmezdim ama Aslan yıllarca benimle çalışıyordu ve bana hayatını borçluydu. Bu borç aramızdaki güven duygusunun gelişmesini sağlamıştı ama şu an o duygu yere düşüp paramparça olan porselen bir fincandan farksızdı.

"Aklını kurcalayan bir şeyler var gibi," dedi Pars Alaz, sakin bir tonda. "Yoksa ikimizin ortaklığının nasıl yürüyeceğini mi düşünüyorsun?"

Düşündüğüm şey bu değildi ama söylediklerinde haklılık payı vardı. Tek beyin olarak çalışmaya alışıktım. Çünkü böylelikle bir plan yaptığımda fazla çatışma olmadan ve kimseye bir şeyleri kanıtlamaya çalışmadan işi yürütebiliyordum ama bu adamla ortak olmak yapacağım her harekette önüme çıkan bir taş gibi olacaktı ve eğer onunla iş birliği yapmazsam sürekli tökezleyecektim.

Bu adamın zekası da başka bir problemdi. Aptalları yönetmek kolaydı. Onları istediğim gibi yönlendirebiliyordum ama bu adamı yönlendiremeyeceğimin farkındaydım. Bu da başka bir baş ağrısıydı.

"Ben hep tek beyin olarak çalıştım ve başkalarına ayak uydurmak kişiliğime ters bir olay. Hem ortak olsak bile birbirimize güvenmeyeceğiz zannetmiyorum ve bu da hep tetikte olacağımız anlamına geliyor. Böyle bir ortamda tam olarak Deha Sancak'ı devirmek bizim için zor olacaktır." Masanın üzerinde soğumak üzere olan çay bardağımdan bir yudum alarak devam ettim.

"Ama öte yandan birbirimizden ayrı hareket edersek de ortak bir düşmanımız olduğu için sürekli birbirimizin önüne çıkıp duracağız ve belki de planlarımızı baltalayıp duracağız. Bu da Deha Sancak'ın işine yarayacaktır. Hem Deha Sancak sadece ikimizin birlikte olduğumuzu düşündüğü için hiç düşünmeye fırsat bulamadan beni ortadan kaldırmaya çalıştı. Bu da demek oluyor ki ortak olmamız onu korkutuyor çünkü böyle bir durumda bizimle baş etmenin zor olacağının farkında. Bütün bunları göz önüne alıp eksileri ve artıları hesapladığımızda seninle ortak olmak artıları yüksek bir durum ve böyle bir durumda yapabileceğim en mantıklı hareket."

Şu ana kadar bunu sürekli düşünüp durmuştum ve Pars Alaz ile olacak ortaklığın eksileri olacağı gibi artıları daha fazlaydı ama sırf Savaş'a yapılanlar yüzünden bundan uzak duruyordum. Şimdiyse Savaş etkeni ortadan kalktığına göre kabul etmemem için bir sebep yoktu.

"Bunun için fazla kafa yormuşa benziyorsun," dediğinde etkilenmiş gibiydi.

"Biri sana ortaklık teklif ettiğinde artılarını ve eksilerini düşünmeden pat diye atlıyor musun?" diye sorduğumda elindeki çatalı masanın üzerine bırakıp geriye doğru yaslandı.

"Genellikle kimseye ortaklık teklif etmem. Çünkü tek başıma yeteri kadar güçlüyüm," dedi kendinden emin bir tonda.

Kendini beğenmiş piç. Bu adam gerçekten sinirlerimi bozuyordu ve söylediği şeyle şu an yaptığı şey birbirine ters düşüyordu. Bunun farkında mıydı?

"Bana ortaklık teklif edenin sen olduğunun farkındasın değil mi?" diye sorduğumda kafasını hafif yana eğerek gözlerini gözlerime kenetledi.

"İstisnalar kaideyi bozmaz," dedi sakin bir tonda.

"Kaideler bozulunca istisna kalmaz." Dedim sakin bir tonda

"Eğer kaideyi bozan sen isen istisnalar umrumda olmaz."

Yüzünde bir gülümseme oluştu.

"Hem söz bir ağzından bir kere çıkar Hera Ateş. Artık ortak olmayı kabul ettin ve bundan kolayca sıyrılamazsın."

"Sıyrılmaya çalışmıyorum ve ağzımdan çıkan her cümlenin de arkasındayım ama eğer düzgün bir ortaklık istiyorsak benim de birkaç şartım var," dediğimde elimdeki çatalı tabağın yanına bırakarak onun gibi geriye yaslanıp bacak bacak üzerine attım ve ellerimi birbirine kenetleyerek bacağımın üzerine koydum.

"Kabul ediyorum," dediğinde ona şaşkınlıkla baktım. Bu adam gerçekten bir yönetici miydi? Daha şartlarımı bile dinlememişti ki?

"Daha şartlarımı söylemedim," dedim bitkin bir tonda.

"Ben de ne olurlarsa olsunlar kabul edeceğimi söyledim."

Bu adam gerçekten başlı başına bir baş ağrısıydı."İlk olarak şirketin yönetimiyle ilgilenmiyorum. Benden daha tecrübeli birilerini bulabileceğinizden eminim."

"Kabul."

"İkinci olarak hisselerini bana vermek istiyorsan bunu normal bir şekilde yapacağız. Hisselerin değerini bana söylersin ve bende parasını verip alırım. Sonuçta ortak olacağız değil mi? Ben senin bir çalışanın değilim, bu yüzden bana sadaka vermene ihtiyacım yok."

Kısa bir süreli sessizlikten sonra, "Kabul ediyorum ama o kadar parayı bulabileceğine emin misin?" dediğinde kahkaha atmamak için kendimi zor tutuyordum. Bu adam beni ne zannediyordu?

"Benim hakkımda tam olarak ne bildiğinden emin değilim ama beni biraz hafife alıyor gibisin. Hem ilk başta onları bana vermeye istekliyken şimdi paran için mi endişeleniyorsun?"

Masaya doğru hafifçe eğilip önündeki tabağı ileriye doğru ittirerek kollarını masaya dayadı. Bana o kadar dikkatli bakıyordu ki buz mavisi gözleri bedenimi delip geçecek gibiydi. "Umurumda olan para değil. Eğer bu bir ortaklıksa bana verdiğin bilgi karşılığında benden bir şey almalısın değil mi?"

"Vakti geldiğinde senden bir şey alacağım ama o zamana kadar bu şekilde ilerleyeceğiz. Her şeyi açıklığa kavuşturduğumuza göre benim artık gitmem gerek. Halletmem gereken bir iş var ve işim bittiğinde bütün ortaklarla ayrıntılı bir yol haritası oluşturmak için konuşmak isterim. O gün gelene kadar bana hisselerin fiyatında bildirirsin," dedim ellerimi masaya dayayıp ayaklanırken.

Pars Alaz da benimle birlikte ayaklandı ve bir elini masanın üzerinden bana doğru uzattı. Elini tutup tutmamak konusunda biraz kararsız kalsam da tutmamakta herhangi bir sakınca görmüyordum. Sonuçta biz artık ortaktık. Sağ elimi onun gibi boşluğa uzattığımda ellimi kibarca tuttu.

"Bu ortaklığın neden olacağı şeyleri sabırsızlıkla bekliyor olacağım," dedi soğuk bir tonda. Sanki sarf ettiği kelimelerin altında asıl anlamdan daha farklı bir ima yatıyordu ama ne olduğunu tam olarak bilmiyordum. Bu adam hakkında yaptığım bütün araştırmaları sonucu koca bir boşluktu. O da tıpkı benim gibi bir anda ortaya çıkmış gibiydi.

"Her şeyi hallettiğimize göre artık kıyafetlerimi alabilir miyim?" dediğimde elimi çekip avucunun içinden çıkardım.

"Kıyafetlerini ve bütün eşyalarını yattığın odaya bıraktım. Orada giyinebilirsin."

Aslında ilginç bir şekilde bana gereğinden fazla yardım ediyordu. Dün bayılmış ve başına iş açmıştım. Buna rağmen benimle ilgilenmiş ve üstüne üstelik kahvaltı bile hazırlamıştı. Normalde ona teşekkür etmem gerektiğinin farkındaydım ama bir yanımda bunu yapmak istemiyordum. Hiçbir şey söylemeden arkamı ona dönerek yattığım odaya doğru ilerledim.

Odaya geldiğimde dediği gibi bana ait her şey yatağın üzerinde duruyordu. Vakit kaybetmeden üzerimdeki beyaz tişörtü çıkartarak tek tek kendi kıyafetlerimi üzerime geçirdim. Üzerimde beyaz tişört ve sade bir kot pantolon vardı. Silahım hemen kıyafetlerin yanında duruyordu. Silahı alıp elimde birkaç tur döndürdükten sonra tişörtümü hafifçe kaldırıp belime yerleştirdim.

Son olarak da paltomu ve postallarımı giydiğimde hazırdım. Saçlarım şu an arap saçına falan dönmüş olmalıydı ama bu odada bir ayna gözükmüyordu. Bu yüzden elimi paltonun cebine atarak yedek saç lastiğimi aradım. Kaybolmuş olabileceğini düşünsem de oradaydı. Pek dikkat etmeden rastgele saçlarımı topuz yaptım ve yatağın üzerinde duran motosiklet anahtarını alarak odadan çıktım.

Alt kata indiğimde Pars Alaz kapının önündeki portmantodan aldığı siyah bir paltoyu üzerine geçiriyordu. Bir süre durup hareketlerini izledim. Bu adamın gerçekten aklından neler geçtiği hakkında bir fikrim yoktu. İçimde onu tanıdığım hissinden bir türlü kurtulamıyordum.

Bu adam kimdi? Onu daha önce tanıyorsam neden şu an hatırlamıyordum? Bu adam tamamen bilinmezlikle boyanmış gibiydi ve bu beni korkutuyordu.

"Orada dikilip beni izleyemeye devam m edeceksin? Senin tipim olmadığını söylememiş miydim?"

Hiçbir şey söylemeden kapıya doğru ilerleyip yanına vardım. "Kendini bulunmaz hint kumaşı falan mı zannediyorsun?" diye sordum bıkkın bir ifadeyle. Bu adamın yanında kaldıkça baş ağrım daha da şiddetleniyormuş gibi hissediyordum.

"Bir kumaş değilim ama olsaydım bulunmamın imkansız olacağını düşünüyorum," dedi kendinden emin bir tonda.

Elleri paltosunun cebinde bedeni dik bir şekilde bana bakıyordu. Bana yukarıdan bakmaktan zevk alıyor gibiydi. Onun kibirli bir adam olduğunu söylemek için onu tanımama gerek yoktu. Duruşu bile kendini ele veriyordu. Sanki bütün kötülüklere göğüs gerebilecekmiş gibi duruyordu. Omuzlar bir an çökse dünya tepetaklak olacakmış gibiydi.

"Çıkıyorum," dedim arkamı dönüp kapıya doğru ilerlerken. Ona daha fazla bakmak istemiyordum. Ona her baktığımda aklım daha da karışıyordu ve şu an aklımın karışması benim için dezavantajdı. Tam kapıyı açıp çıkmak üzereyken kolumu tutup beni durdurdu.

"Bekle biraz, bunları al ondan sonra istediğin yere gidersin," dediğinde omuzumun üzerinden ona doğru dönüp bana uzattığı eline baktım. Avucunun içinde bir telefon ve araba anahtarı duruyordu.

Kolumu çekerek elinin hapsinden kurtardım. İsteğim dışında dokunulmak rahatsız olsam da bedenim bu adamın dokunuşlarına tamamen farklı tepkiler veriyordu ve bu da sinirlerimin bozulmasına sebep oluyordu.

"Bunlar ne?" diye sordum soğuk bir tonda. "Sadaka kabul etmeyeceğimi belirttiğimi zannediyordum."

Elini kaldırıp avucunun içindekileri bana uzattı. "Bunlar sadaka değil, ortak olduğumuza göre sana ulaşmam için telefona ihtiyacın var, yoksa arkana adam takmamı mı tercih edersin?"

"Eğer arkama bir adam takarsan onu öldürürüm," dediğimde kesinlikle ciddi olduğumu anlaması için ölüm kelimesinin üstüne basa basa söylemiştim. Bu dönemde takip edilmek tehlikeli olurdu, bu yüzden böyle bir şeyi kabul edemezdim.

"Bu yüzden adamlarımı korumak için bu telefonu sana veriyorum ama eğer bana güvenmiyorsan yeni bir telefon alıp bana numaranı da verebilirsin."

"Sana güvenmiyorum ama bir telefon almakla da uğraşmak istemiyorum. O yüzden alacağım," dediğimde elindeki telefonu hızlıca alıp paltomun cebine soktum.

"İçine numaram kayıtlı, iletişime geçmek istediğin her an beni arayabilirsin. Şu an dışarıda da yağmur yağıyor, bu yüzden motosikletle gitmemelisin. Şimdilik benim arabamı al, beni şoför almaya gelecek. İşin bittiği an arabayı alması için birini gönderebilirim ya da gururu bir kenara atıp bunun bir sadaka değil de ortaklığımız için bir hediye olduğunu kabul edebilirsin."

Kesinlikle bugün karşımda tamamen farklı bir adam var gibiydi. Bu kimdi ve neden benimle bu kadar ilgileniyordu? Bir yabancıdan bu kadar ilgi görmek çok garip hissettiriyordu. Elindeki araba anahtarını alıp sırtımı ona döndüm. Şu anki yüz ifademi görmesini istemiyordum.

"O zaman bunu bir hediye olarak kabul edeceğim ama unutma ki benim ortaklığım bir arabadan daha pahalıdır," dedim kapıyı açık çıkışa yöneldiğimde.

"O zaman ortaklığını ödemek için daha fazla hediye almalıyım değil mi?" diye sorduğunda sorusuna cevap vermeden kapıyı arkamdan kapattım.

***

Poyraz'ın attığı konuma geldiğimde arabayı caddenin kenarına park edip hızlıca arabadan indim. İyi bir görsel hafızam vardı, bu yüzden bir kere gördüğüm bir şeyi kolay kolay unutmuyordum. Poyraz'ın attığı konum aklımdaydı. Konumu bir kez gördükten sonra mesajı hemen Pars Alaz'ın telefonundan silmiştim.

Bakışlarımı binaların numaraları üzerinde dolaştırdım. Şu an gece kondu yapılarının bulunduğu eski bir sokaktı. Burası birilerinden saklanmak için iyi bir yer gibi gözüküyordu. Çoğu bina yıkık dökük harap haldeydi ve sağlam olanlar ise her an yıkılabilecekmiş gibi duruyordu.

Arabadan uzaklaşıp sokakta yavaş adımlarla ilerlemeye başladım. Yıkık dökük binaların arasında dolaşırken harabe bir binanın içinde bir bağrış sesi duyduğumda olduğum yerde duraksadım.

Bu bir kadının çığlığıydı.

"Lütfen yapma," dedi kadın.

Sesin geldiği harabeye doğru ilerlediğimde sesler artık daha yüksek geliyordu.

"Lütfen!" diye bağırdı bir kez daha.

Bir anlığına olduğum yerde duraksadım. İçimde tuttuğum öfke tohumlarımın göğsümü yarıp geçmek için göğsüme baskı yaptıklarını hissediyordum. Hızla toprak patika yoldan inerek harabe binanın kırık duvarından içeriye girdim. İçerisi karanlıktı ve bir şey göremiyordum. Burası bir harabeydi ve her türlü sivri şey olabilirdi. Dikkatli adımlarla sesin geldiği yöne ilerlemeye çalışıyordum. Karanlık yüzünden sürekli bir şeylere takılıp tökezlediğim için ilerlemem biraz yavaştı ama sonunda kırık bir duvarı geçtiğimde duvardan hafif sızan bir ışık sayesinde daha rahat ilerliyordum.

Bina o kadar eskiydi ki yolumu bulmakta zorlanıyordum. Birkaç bina iç içe geçmiş gibiydi. Bazı duvarlar çökmüş ve yolu kapatıyorlardı. Sonunda bir duvarı döndüğümde genç kız görüş alanıma girdi.

Genç kız yerde iki büklüm olmuş yatıyorken artık yalvarmayı bırakmış sadece ağlıyordu. Bedeni cenin pozisyonunda, kollarını bedenini korumak için kendine sarmıştı. Bakışlarım karanlığın içinde ona sert tekmeler savuran adama doğru kaydığında öfkeyle köpüren bir boğaya benziyordu ve karşısındaki bir canlı değil de bir kum torbasıymış gibi davranıyordu.

Bu sahne içimde tuttuğum öfkemin kapağının üzerine yıkılmış ve ben yıllarca içimde tutmaya çalıştığım öfkemin serbest kalmasını sağlamıştı. Kendimi tutmayı bırakmıştım.

Hızlı adımlarla adama doğru ilerleyip beni görmemesi için karanlıktan faydalanarak arkasına doğru ilerledim. Tam arkasında geldiğimde boyut olarak benden daha büyüktü ama bunu umursamadım. Ayağımı kaldırarak ayağının arkasına sert bir darbe indirdiğimde adam ne olduğu bile anlamadan dengesini kaybedip diz kapaklarının üzerine düştü. Sersemliğini fırsat bilerek önüne geçip suratına sert bir tekme attığımda geriye doğru düştü. Adam ne olduğunu daha bile anlamadığına emindim.

Tıpkı kıza yaptığı gibi yerde yatarken sert tekmeler indirmeye devam ettim. Tekmemin nereye geldiğini umursamıyordum. Yerde kıvranan adam bir şeyler söylüyordu ama kendimi o kadar kaybetmiştim ki ne dediğini anlamıyordum bile.

Tam karnına sert bir darbe daha indireceğim an da eliyle bacağımı tutmaya çalıştığında bu daha çok öfkelenmeme sebep olmuştu. Ayağımı parmaklarından kurtarıp omuzunu sertçe iterek sırt üstü yatmasını sağladım. Bir ayağımı üzerinde yatarak üzerine doğru eğildim ve bütün öfkemi boşaltmak için yüzüne sertçe yumruklar indirmeye başladım. Kontrolü çoktan kaybetmiştim ve kendimi durduramayacağımın da bilincindeydim.

Bir an adamın bağırışlarının arasında "Neden?" dediğini duyar gibi oldum. Bir an duraksayıp adamın kan revan haldeki yüzüne baktım. "Çünkü sen seni güçlü kıldığını düşündüğün bir et parçasından ibaretsin!" diye bağırdım sert bir yumruk daha indirirken. Adam artık karşı koymuyordu. Kendinden geçmiş gibiydi ama bu durmamı sağlamıştı.

Bütün öfkemi bedenine akıtmaya devam ettiğimde yavaş yavaş sakinleştiğimi hissediyordum. Bir an sert bir elin omuzlarımı tutup beni sarstığını hissetmiştim ama kontrolü o kadar kaybetmiştim ki iç güdüleriyle hareket eden bir hayvandan farksız hissediyordum. Omuzumu tutan kişi her kimse ona doğru gelişigüzel bir yumruk salladığımda omuzumu tutan kollar bedenime sarılıp beni kıskacı altına aldı.

"Bırak!" diye bağırdım büyük bir hiddetle ve büyük bir kuvvet uygulamasına rağmen ellerinden kurtulmayı başarmıştım. Gözüm hiçbir şey görmüyor, hiçbir şey düşünmüyordum.

"Lütfen yapma diye bağırdığını duymuyor musun aşağılık domuz!" dedim yumruğumu sertçe göğsüne vururken.

"Lütfen, lütfen, lütfen, lüt.."

Her kelimede göğsünün üzerine yumruklar indirmeye devam ettiğimde biri tekrardan kollarıyla bedenimi sarıp beni adamın üzerinden kaldırmaya çalıştığında kafamı geriye doğru sertçe ittirip arkamdaki kişinin yüzüne sertçe çarptım. Kim olduğunu bilmiyordum ama beni durdurmasına izin vermek istemiyordum. Yediği sert darbeye rağmen beni bırakmayıp sıkıca tutmaya devam etti.

"Hera!" diye bağırdı bir ses.

Ses bana bir yerlerden tanıdık geliyordu ama kim olduğunu çözmek için aklım fazlasıyla bulanıktı.

"Dur artık adamı öldüreceksin!" diye bağırdı yine aynı ses.

Zaten amacımda buydu. Ölmesini istiyordum. Böyle aşağılık domuzlar yaşamayı hak etmiyordu. Daha fazla acı çekmeliydi. Kendini üstün görmenin cezasını çekmeliydi. Bu kadarla kurtulmasına izin veremezdim.

İki elimin beni tutan kollara dayayarak aşağıya doğru ittirip onlardan kurtulmaya çalıştım ama her kimse çok fazla güçlüydü ve elinden kurtulmak için harcadığım bütün çabalar boşuna gidiyordu. Ne kadar süre çabaladığımı bilmiyordum ama sonunda öfkeden mi yoksa savurduğum yumruklar yüzünden mi bilmiyorum bedenimin bir an boşluğa düştüğünü hissettim.

Zihnimin üzerine düşen sis ağır ağır dağılıyor gibiydi. Sisin ardından birinin bana bir şeyler söylemeye çalıştığını duyuyor gibiydim ama ne söylediğini anlayamıyordum. Çabalamayı bırakmıştım. Öfkem yavaş yavaş dinginleşirken beni tutan kolların beni dikkatle yere bıraktığını hissettim.

"Hera," dedi yine aynı ses ama bu sefer sesinde endişe tohumlarını hissediyordum. Soğuk, nasırlı bir çift sert elin başımı avucunun arasına aldığını hissediyordum.

"Hera bana bak! Kendine gel!"

Dediklerini duyabiliyordum ama ona tepki verecek gücü kendimde bulamıyordum. Sanki bütün bedenim bir buz kütlesinin içine hapsedilmiş gibiydim.

Bir an yanağımda hissettiğim keskin bir acıyla bütün duyularımın bir anda açıldığını hissettim. Bir elim yanağıma kayarken gözlerim fal taşı gibi açılmış karşımda duran siluete bakıyordum. Gözlerimin önündeki bulanıklık dağıldığında karşımdaki siluetin aslında Poyraz olduğunu fark etmiştim. Bilincim yavaş yavaş kendine gelirken elim ağrıyan yanağımdaydı.

"Poyraz," dedim sersem bir halde.

"Sonunda kendine gelebildin," dedi rahat bir nefes alıp rahatlamış bir ifadeyle.

O da benim gibi dizlerinin üzerine çökmüş tam karşımda oturuyordu. "Ne oldu burada ve sen az önce bana tokat mı attın?" dediğimde bir kaşını kaldırarak bana baktı. Gerçekten mi der gibi bir hali vardı.

"Sana sadece tokat attığıma şükretmelisin," dedi eliyle burnunu hafif ovarak. "O kadar sert bir kafa attın ki burnumun kırıldığını zannettim." Gerçekten de burnu kızarmış ve hafif morarmış gibiydi.

"Üzgünüm," diyebildim. Ne diyebileceğimi bilmiyordum. Sakinliğimi korumadığım zaman hep birileri zarar görüyordu ve bunu yapmamak için kendime söz versem de yine öfkeme yenik düşmüştüm. Bundan pişman değildim ama yine de daha soğukkanlı olmalıydım.

Başımı sağa doğru çevirip yerde kanlar içinde yatan ve yüzü tanınmaz halde olan adama baktım. Ona karşı acıma hissetmiyor, hatta ona baktığımda tekrar kontrolü kaybedecek gibi hissediyordum.

"Öldü mü?" dediğim soğuk, duygusuz bir tonda.

"Ölmedi ama durumu pek iyi sayılmaz. Bir hastaneye gitmese büyük bir ihtimalle ölecektir. Seni buradan çıkartalım, daha sonra onunla ilgilenirim," dedi yerden destek alıp ayağa kalkarken. Ayağa kalkınca bir elini bana doğru uzattı.

"Bırakalım gebersin o zaman," dedim bana uzattığı elini tutup destek alıp ayağa kalkarken.

"Neden böyle bir şey yaptığını bilmiyorum ama haklı bir sebebin olduğunu var sayıyorum. Senin ağzından çıkan her şey benim için bir emirdir ama şu an onun ölmesi bizim başımızı ağrıtabilir. Sen bunları düşünme de Aslan seni daire de bekliyor. Ben her şeyi halledeceğim."

Her şeyi halledeceğine emindim ve söylediklerinde haklıydı ama yine de bir domuzun gebermesi birçok açıdan dünya için büyük bir iyilik olurdu. Etrafa baktığımda kızın yerinde olmadığını fark ettim.

"Kız nerede?" dedim kendimi toparlamaya çalışırken.

Poyraz'da benim gibi etrafa bakındı. "Kız mı?" dedi bakışları benimle buluştuğunda. "Ben geldiğimde sen ve adam haricinde kimse yoktu."

Nereye gitmişti bu kız? O kadar dövüldükten sonra ayakta durması bile imkansızken neden gitmişti? Belki de beni öyle görünce korkmuştu. Siktir. Öfkeme yenik düşünce her şey boka sarıyordu. Kesinlikle bir daha ki sefer soğuk kanlılığımı korumam gerekiyordu.

"Yaralıydı, o halde fazla uzaklaşmış olması imkansız ama kaçmışsa ona yardım etmemize izin vermeyeceğini de sanmıyorum. Her neyse, sen beni nasıl buldun?" diye sorduğum da Poyraz pantolonuna bulaşan tozları eliyle temizliyordu.

"Geç kalınca apartmanı bulamadığını düşünerek seni almaya çıktım ve bu sırada bağırdığı duydum. Sesini takip edince de pek kendinde değil gibiydin. Hem önemli olan bu değil. Hemen buradan çıkalım hadi. Yürüyebilir misin?"

Hiçbir şey söylemeden sadece kafamı olumlu anlamda sallamakla yetindim. Bir an şok etkisi geçince kendimi boşlukta bulsam da ellerim hariç hiçbir yerim ağrımıyordu. Ellerim ise keskin bir acıyla sızlıyordu. Acıyı yok sayarak önümden giden Poyraz'ı takip ederek dışarıya çıktık. O bana binayı gösterdikten sonra adamla ilgilenmek için geriye dönmüştü.

Dairenin önüne gelince Poyraz'ın verdiği anahtarı kullanarak kapıyı açıp içeriye girdiğimde Aslan hemen kapının ilerisinde bulunan masaya kalçasını yaslamış bekliyordu. Beni gördüğünde hemen doğrulup bana doğru ilerledi.

"Efendim, iyi misiniz?" dedi endişeli bir tonda.

Şu an kontrolü bu kadar kolay kaybetmemdeki en büyük sebeplerinden biri şu an karşımda duruyordu. Aslan'ın bana ihanet ettiği düşüncesi bir beni sarsmaya yetiyordu. Aslan hemen önüme gelerek durdu ve ellerindeki yaralara bakmak için elini uzattığında istemsizce elinin tersiyle onu iteledim.

"Önemli bir şey yok, bu benim kanım değil," dedim soğuk bir tonda.

Aslan eli bir anlığına havada kalmasına rağmen hemen kendini toparlayıp elini indirdi. Bu hareketim onu sarsmışa benziyordu. Daha önce ne kadar kontrolü kaybedersem kaybedeyim sürekli yaralarımı tedavi eden oydu ama şu an ihanet düşüncesi bile onun bana dokunacak an istemsiz tepki vermeme neden oldu. Onu işkillendirmemem gerektiğinin farkındaydım. Bu yüzden elimi ona doğru uzatarak bakmasına izin verdim.

Elimi avucunun içine alıp baktı. Elim kanla kaplıydı ama bu benim kanım değildi. Bazıları kanla kurumuşken henüz kurumayan yerlerde de vardı. Sadece eklem kısımlarım biraz tahriş olmuştu ama onun haricinde iyiydim.

"İyiyim, bu yüzden endişelenme." dediğimde kafasını hafifçe sallayarak elimi bıraktı.

"Buraya gelirken peşine biri takılmadı değil mi?" dedim yanından geçerek arkadaki masaya doğru ilerlerken.

"Hayır efendim çok dikkatliydim," dedi peşimden gelirken. Şu an onun söylediği en ufak bir doğru söze bile inanabileceğimi sanmıyordum. İhanet böyle bir şeydi işte. En güçlü duvarı bile bir kuş tüyü ile yıkabilirdi.

"İyi öyleyse, hemen sadede gelelim. Ortadan kaybolduğunu fark etmelerini izin veremeyiz değil mi?" dedim sandalyeyi çekerek otururken.

"Siz nasıl isterseniz efendim," dedi yanıma gelip ellerini önünde birleştirirken. Üzerinde klasik bir takım elbise vardı. Siyah saçlarını her zamanki gibi özenle geriye taranmış, bütün kıyafetlerinin üzerinde tek bir leke bile yoktu. O disiplinli bir adamdı ve bu yönüyle de iyi bir yardımcıydı ama şu an gözüme pek de o kadar iyi gelmiyordu.

"Otur," dedim elimle karşımdaki sandalyeyi göstererek.

"Gerek yok efendim, böyle iyiyim," dedi, bana değil de yere bakıyordu. Sanki bilerek gözlerini benden kaçırıyordu. Belki de biraz da olsa suçluluk hissettiği için olmalıydı.

"Otur dedim, bu bir istek değil emirdir," dediğimde hemen dediğimi yaparak sandalyeyi çekerek oturdu.

"Lafı evirip çevirmeden sadede gelelim öyleyse. Ben ve Pars Alaz artık ortağız," dediğimde vereceği tepkiyi görmek için bakışlarımı üzerine sabitledim. Kafasını kaldırdığında bir an göz göze geldiğimizde hemen bakışlarını yere indirerek konuştu.

"Pars Alaz düşmanınız değil miydi? Savaş Bey'e yaptığı şeyden sonra onunla ortak olmayı gerçekten kabul ettiniz mi?"

Eğer gerçekten Savaş'a yapılanlar senin değil de onun başının altından çıksaydı kesinlikle onunla ortak olmazdım ama bu gerçeği bildiğimi bilmediğin için şu an rahatça konuşabiliyorsun tabi.

"Aslında Savaş'ı kaçıran o değilmiş. Bunu yapan her kimse sadece dikkatimizi dağıtmak ve Pars Alaz ile ortak olmamamız için tezgahlanan bir oyunmuş," dediğimde bir anda kafasını hızla kaldırıp bana baktı. Gerçekten duygularını saklamakta çok beceriksizdi. Şu an da korktuğu her halinden belli oluyordu. Gözleri irileşmiş, baş parmaklarını birbirlerinin etrafında çeviriyordu. Sanki her an bir şey olacakmış gibi tetikteydi.

"Yani anlayacağın içimizde bir hain var ama henüz kim olduğunu bilmiyoruz. Seni de bunun için çağırdım. Etrafındakilere dikkat et. Hain ortaya çıkana kadar birbirimizden başka kimseye güvenemeyiz anladın mı? Bundan sonra sen, ben, Poyraz ve Savaş haricinde atacağımız adımlardan kimsenin haberi olmamalı."

Aslan konuşup bir şey söylemek yerine sadece kafasını sallamakla yetindi. Şu an gerçekten davranışları kendini ele veriyordu ama yine de bir şey söylemedim.

"Ee planladığımız gibi Deha Sancak'ın teslimatının yeri ve zamanını öğrenebildin mi?" dediğimde kısa bir süre tereddüt ettikten sonra konuştu.

"Bana pek güvenmediklerini biliyorsunuz. Bu yüzden bana karşı çok dikkatliler ama yine de birkaç şey öğrenebildim. Bir hafta sonra Deha Sancak'ın doğum gününden iki gün önce büyük bir uyuşturucu sevkiyatı planlanıyor. Sevkiyat Ruslar arasında yapılacak ama şu an tam olarak sevkiyatın nerede yapılacağını bilmiyorum. O tarihe kadar öğrenmenin bir yolunu bulacağıma emin olabilirsiniz. Eğer yeri öğrenirsem elimize çok iyi bir kozun geçeceğinin farkındayım. Bu yüzden elimden geleni yapacağım."

Şu an da verdiği bilgilerin doğruluk payı olduğu gibi bu onu tutan kişinin önüme attığı bir yemde olabildi. İki durumda da bunu öylece rafa kaldıramazdım.

"Bu konuda sana güveniyorum. Yeri öğrendiğinde Pars Alaz ile birlikte bir plan yapmak için şansımız olacaktır. Eğer bir şey öğrenirsen benimle değil de Poyraz ile iletişime geçmen daha güvenli olur," dediğimde başını sallayarak beni onayladı.

"Peki öyleyse, daha fazla söyleyecek bir şeyin yoksa ortadan kaybolduğun fark edilmeden gitsen iyi olur. Kendine dikkat et ve boş yere risk alma, anladın mı?"

"Anladım efendim," dedi bir elini masaya yaslayıp ayaklanırken.

"Çıkışı biliyorsun," dediğimde ellerini önünde birleştirerek kafasını eğip beni selamlayarak çıkışa doğru yöneldi. Kapı arkasından kapanırken geriye doğru yaslandım. Eğer şüphelendiğim gibi Aslan, Deha Sancak'ın maşası olmuşsa Pars Alaz ile yaptığımız ortaklık kulağına gidecektir. Bu olduğunda yüzünün alacağı şekli merak etsem de hayal etmekten başka yapabileceğim bir şey yoktu.

Şu an Aslan'ın ağzında büyük bir yem vardı. Ya bu yemi kendi yiyecekti ya da tasmasını tutan sahibine getirecekti. İki durumda benim işime yarardı.

"Biz ne ara Pars Alaz ile ortak olduk ve ne ara onunla iş birliği yapabilecek kadar yakınlaştık?" diye sordu Poyraz içeri girip karşımda dururken. Ya bizi dinlemişti ya da Aslan'ın ağzından laf almıştı. Bunun önemi yoktu. Birilerine güvenmekte Poyraz'da en az benim kadar zorlanıyordu. Bu yüzden Pars Alaz ile olan ortaklığa soğuk yaklaşacağının bilincindeydim.

"Pars Alaz ile ortak olabileceğimiz doğru ama onunla iş birliği yapmayacağız. Yani şimdilik öyle bir planım yok," dediğimde aklı daha da karışmış gibiydi. "Çok uzun bir hikaye ama şu an bilmen gereken tek şey Pars Alaz'ın bizim yolumuzun önündeki bir taş olduğu ve onu kenara çekmenin en kolay yolu ise onunla ortak olmaktan geçiyor."

Sırtını bana doğru dönerek pencerenin önüne gidip perdeyi hafif aralayarak dışarıya baktı. "Aklından neler geçiyor hiç anlamıyorum," dedi fısıltıyla, benimle değil de daha çok kendi kendiyle konuşuyor gibi.

"Bazen ben bile anlamıyorum, bu yüzden bunun için kafa yormana gerek yok. Sadece dediklerimi yap. Böylece ikimizde üzerimize düşen görevi yapmış oluruz," dediğimde araladığı perdeyi kapatarak bana döndü.

"Zaten kafa yorsam bile beyninin içinde dolaşan tilkilerin birini bile anlayabileceğimi sanmıyorum. Ben yıllar önce ne düşündüğünü anlamaya çalışmayı bıraktım."

Keşke bende beynimin içine hapsolan tilkilerden kurtulabilmenin yolunu bulsaydım. O zaman belki de daha mutlu olabilirdim. Bazen cehalettin getirdiği mutluluğun nasıl olacağını merak ediyordum ama hiçbir zaman sahip olamayacağım bir şey olduğunun da farkındaydım.

"Gittiğine göre artık neler olduğunu anlatacak mısın?" diye sorduğunda birkaç adım bana doğru ilerleyip kalçasını masaya dayayarak devam etti. "Neden böyle bir şey yaptın? İçimizdeki köstebeğin o olduğunu mu düşünüyorsun?" Poyraz iyi bir gözlemciydi. Bu yüzden de bir şeyleri anlamasına şaşırmamıştım.

"Sadece bir şüphe. Henüz bir kanıt yok."

"O zaman onu buraya çağırmanın nedeni ne yapacağını izlemek öyle mi? Eğer şüphelerin doğruysa ne yapacaksın?"

Bu sorunun tek bir cevabı vardı ve Poyraz da bunu en az benim kadar iyi biliyordu ama yine de bunu yapıp yapamayacağımı anlamaya çalışıyordu.

"İhanetin bedeli ölümdür," dedim Poyraz'a bakarken. "Bu her kim olursa olsun."

Cümlemi bitirir bitirmez arkamda bulunan cam büyük bir gürültüyle parçalandı ve bir el silah sesi bütün dairenin içinde yankılandı.

🫀

Ve bölüm sonuna geldik. Bölüm sonu düşüncelerinizi bırakırsanız çok sevinirim.

Bir de kitap hakkında sorularınız varsa bana instagram'dan ulaşabilirsiniz. Sizinle konuşmayı çok sevdiğimi bilin. 🤍

İnstagram; kayipmedusaa 🖤

Continue Reading

You'll Also Like

135K 8.4K 24
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...
6.9M 398K 84
Sevdiği çocuk yerine yanlışlıkla okulun serserisine yazan Ece, başına çok büyük bir bela aldığını fark ettiği an onu engeller. Fakat her şey için ço...
900K 62.8K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
1.8M 67.7K 59
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...