GAYRİMEŞRU PRENSES

Od kayipyazar13

113K 9.3K 1.8K

Gayrimeşru bir prensesten kraliçeliğe gidilen meşakkatli bir yol... En büyük varisi ölen kral, kızını öldürme... Viac

1.BÖLÜM: Gayrimeşru Prenses
2.BÖLÜM: Saraya İlk Adım
3.BÖLÜM: Taht Odası
4.BÖLÜM: Kabul Töreni
5.BÖLÜM: Balo
6.BÖLÜM: Maskeli Yabancı
7.BÖLÜM: Saraydan Ayrılma
8.BÖLÜM: Düşmüş Yıldız
9.BÖLÜM: İsyan
10.BÖLÜM: Kurtuluş
11.BÖLÜM: Ceza
12.BÖLÜM: Saray Adabı
13.BÖLÜM: Gizlice
14.BÖLÜM: Tahtın Varisi
15.BÖLÜM: Kaçırılma
16.BÖLÜM: Kayıp Prenses
17.BÖLÜM: Kaba Adam
18.BÖLÜM: Son Görüş
19.BÖLÜM: Prens Richard
20.BÖLÜM: Tahtın Yasal Varisi
21.BÖLÜM: Boş Taht
22.BÖLÜM: Tutsak
23.BÖLÜM: Acı
24.BÖLÜM: Öfke
25.BÖLÜM: İntikam
26.BÖLÜM: Dost
27.BÖLÜM: Dost Görünümlü Düşman
28.BÖLÜM: Düşman
29.BÖLÜM: Yüzleşme
30.BÖLÜM: Avuçtaki Kan
31.BÖLÜM: Sevgi
32.BÖLÜM: Terkediş
33.BÖLÜM: Yas
34.BÖLÜM: Yenilgi
35.BÖLÜM: Zindan
36.BÖLÜM: Kan
37.BÖLÜM: Paramparça
38.Bölüm: Günahkar
39.BÖLÜM: Gizli Hazine
40.BÖLÜM: Kraliçe
41.BÖLÜM: Yargılanma
43.BÖLÜM: Evlilik
44.BÖLÜM: Sadakat
45.BÖLÜM: İtiraf
46.BÖLÜM: Uzaklara
47.BÖLÜM: Saadet
48.BÖLÜM: Krallığın Sonu
49.BÖLÜM: Sır
50.BÖLÜM: İntikam Yemini
51.BÖLÜM: Haber
52.BÖLÜM: Çığlık
53.BÖLÜM: Matem
54.BÖLÜM: Kayıplar
55.BÖLÜM: Uyanış (Final)

42.BÖLÜM: Kral John

927 91 21
Od kayipyazar13

"Kraliçe Beatrice."

Coşkulu sesiyle beni karşılaması üzerine gülerek ona yaklaşıp ellerimi yanaklarına koyduğumda belimi tuttu. "Kral John."

Yüzündeki gülümseme genişledi ve açık mavi gözleri parladı. "Beni kırmayıp geldiğiniz için minnettarım. Haftalardır yolunuzu gözlüyordum."

"Elbette geldim. Zaten seni ve ülkeni ziyaret etmeyi istiyordum. Kuruluş balosu bahanem oldu."

Ellerimi yüzünden çekip ona yan döndüm ve sarayını inceledim. Dış cephesi turkuazla beyaz renkteydi. Benim sarayımdan küçük gözükse de görkemliydi. Bahçesinde palmiye ağaçları ve onlarca renkli çiçek vardı. Ne kadar ülkelerimiz oldukça yakın olsa da bize uğrayan soğuklar yerine bu ülke hâlâ sıcaktı.

"Ülkem ve sarayım sizinkilerin yanında sönük kalırlar. Çünkü sizin büyülü varlığınızdan uzaktalar."

Percival kralın sözlerine gözlerini devirdiğinde dudaklarımdaki gülümseme keyifli bir hal aldı. John'un koluna girdim. "Sizin gibi harika bir kral neyse ki burayı yönetiyor."

Koluna girdiğim elimin üstüne elini koydu. "Umarım ki çok yakında siz de benimle birlikte bu toprakları yöneteceksiniz."

Gözlerimi kaçırarak hafifçe başımı salladım. Percival ise gözlerini kısmış bana bakıyordu. Kral John'un benimle evlenmek istediği kısa zamanda herkesçe duyulmuştu. Aldous bunu öfkeyle karşılamış, baloya gitmemem için benimle defalarca konuşup ikna etmeye çalışmıştı. Percival sessiz kalmıştı fakat içinde yanan ateşi görebiliyordum. Kıskançlık ruhunda kol geziyordu. Ve az da olsa beni anlaması beni keyiflendiriyordu. Aylardır onu ve Agnes'i uzaktan izlediğimde nasıl kırıldığımı anlamalıydı. Bu yüzden biraz rol yapmanın kimseye zararı olmayacağını düşünüyordum.

Papa'nın evlenmek istediğimi dünyaya duyurmasıyla onlarca mektup almıştım. Prensler, bekar veya dul krallar ve soylular bana benimle evlenmek istediklerini söylemişlerdi. Hatta Dük Aaron'da...

"Harp sırasındaki duruşunuz beni etkiledi kraliçem. O zamandan beri sizi düşünmediğim tek bir anım olmadı. Her daim size sadık olacağıma yemin ettim. Eğer evlenme isteğiniz olmasaydı hislerimi açamazdım. Size büyük bir hürmet ve sadakatle bağlıyım. Sizinle evlenmek istiyorum."

Elbette onu reddetmiştim. Onun bana karşı ilgisi olduğunun farkındaydım lakin söylediği gibi yoğun duygular içinde değildi. O benim cesaret ve gücümden etkilenmişti. Beni kraliçe olduğum için seviyordu. Gerçek beni tanımıyordu.

Din adamları ve danışmanlarım bana bir kral veya prensle evlenmem gerektiğini söylemişlerdi. Ülkemizin ancak böyle kalkınabileceğini, halkın rahat edeceğini, bekar bir kraliçe olmamın zor olacağını, güçlü bir evlilik yapmam gerektiğini... İdeal gördükleri ilk seçenek de Kral John'du. Buraya gelmemde onların ısrarlarının da büyük payı vardı. Herkesin gerçekleştireceğim evlilik konusunda benden çok söz hakkı olması beni delirtiyordu. Üstelik evlenme gibi bir isteğim henüz yoktu. Bir anda Papa'nın benim adıma ülkelere aday aradığım hakkında haberler göndermesi bütün bu kaosun içine beni sürüklemişti. Herkese duyurulduğu için bu karardan cayamamıştım da.

Bir süre evliliğim hakkında konuşanların dilinden ve açmaya tenezzül etmediğim mektuplardan uzaklaşmak adına, tabii Maira ve Anthony ile de aramız açıktı, Kral John'un balosuna teşrif etmeye karar vermiştim. Aldous'un öfkesinden kurtulmak adına Milo'yu yalnız bırakmamasını bahane ederek sarayda kalmasını istemiştim. Yokluğumda vekilim olarak benim yerimi o alacaktı. Savaşa gittiğimde bu görevi Dük Robert'e vermiştim ama bu ülkeye gelirken onu yanımda getirmiştim. Anthony ise Aldous ile kalmak istediğinde şaşırmıştım. Ona tokat attığım için bana olan kırgınlığı geçmemiş olacak ki benden biraz uzak kalma isteğini kabul ederek onu da ülkemde bıraktım.

Yanıma üç nedimemi alacağımda Maira da benimle gelmek istemedi. Normalde buna müsaade etmez, onları rızaları olmasa da yanımda getirirdim lakin bana olan kırgınlıklarından dolayı onları zorlamak istemedim. Maira ağabeyimi, biricik aşkını benim öldürdüğümü öğrendiğinde ağlayarak bana nefret kusmuştu. Ona kızamamıştım bile. Bütün o sözlerinde haklıydı. Tek yakın kadın dostum olmasına ve gözümün önünde acı çekmesine rağmen gerçeği ondan yıllarca saklamıştım. Bu gerçeği bilmeyen halk da hakkımda ileri geri konuşup tahtı hak eden prensi öldürdüğüm için bana nefret kusuyorlardı.

"Size ağabeyinize olan aşkımı anlatarak ağladım. Kollarınıza sığındım, aynı acıyı çektiğimizi düşündüm. Sizse onu kendi ellerinizle öldürmüşsünüz. Bundan sonra size nasıl güveneceğim? Benim kalbimi yerinden söktünüz!"

Bu yüzden ne kadar istemesem de kısa sürede saray adabını öğrenip, Maira zaten artık saray işleriyle alakadar olduğu için nedimelerim gibi benimle yakından ilgilenemiyordu, Agnes'i ve iki nedimemi yanımda getirmiştim. Percival'la onları burada Kral John ile vakit geçirmek durumunda olduğum için başbaşa bırakacak olmak beni gerse de Percival'ın ve Robert'in sürekli benimle olmasını sağlamaya çalışacaktım.

"Eğer isterseniz odalarınız hazır, dinlenin. Akşam yemeğinde görüşelim."

Başımı salladım. "Teşekkür ederim John."

Kral John ile kol kola iki dost gibi sarayına girdik. Benim taifem ve onun taifesi arkamızdan gelirlerken saraya girdiğimizi gören hizmetkârlar önümüzde eğildiler. Bir kadın bana ve nedimelerime odalarını gösterdiğinde kızlar sandıklarımı yerleştirmekle meşgullerdi. Bir hafta kadar burada kalacaktık. Ülkemin topraklarından ayrı olmak beni rahatsız etse de komşu krallıklar olmamız sebebiyle Aldous'un yolladığı herhangi bir haberle iki günde ülkeme dönebilirdim.

🏹🏹🏹

"Babam ve annem yakında gelecekler. Sizinle tanışacakları için çok heyecanlılar."

John'un babası ve annesi görevlerini ona devrederek tahttan inmişlerdi. Saraya ilk geldiğim zamanlarda babam onun kraliyet törenine katılmıştı. Çoğu zaman kral ve kraliçeler John'un ailesi gibi hayattalarken görevlerini çocuklarına bırakmıyor, ölmeyi bekliyorlardı. Fakat nadiren de olsa bu gerçekleşiyordu.

Kendimi düşündüm. Yakında adaylardan birini seçip evlenmem beklenirken, mucize eseri bir çocuğum olursa ve ben o büyüdüğünde hâlâ hayattaysam kraliçe olmaktan vazgeçebilir miydim? İçimdeki kötü taraf hayır diyordu. Kendine yalan söyleme, sen tahtından asla vazgeçmezsin. Maalesef öyleydi. Gücün ve hırsın tutsağı olduğumun farkındaydım. Percival'ın birkaç kere de söylediği gibi kalbim taşlaşmış, kibire kapılmıştım.

"Ben de onlarla tanışacağım için heyecanlıyım," dedim her ne kadar yalan olsa da. "Umarım dünyanın geri kalanı gibi benim dik başlı bir kraliçe olduğumu düşünmüyorlardır."

Elimin üstüne elini yasladı. "Elbette hayır. Senden yıllardır övgüyle söz ediyorum. Oğullarının aşık olduğu kadının ne kadar kudretli ve iyi yürekli olduğunu biliyorlar."

Bana hislerinden bahsettiğinde rahatsız oldum. Bana aşık olduğunu düşünüyordu. Birkaç ay bizim sarayımızda onu ağırladığımız süre zarfında onunla yakın olmuş ve birçok paylaşımda bulunmuştuk. Lakin bu yıllar önceydi. O zamandan sonra ağabeyimi öldürdüğüm savaşta bana destek vermesi dışında bir daha onunla yüz yüze görüşmemiştik. Düzenli olarak bana yazdığı mektuplara onu kırmayacak şekilde mesafeli cevaplar versem de sanırım cevap vermem ona yetmişti. Buradaki üçüncü günümdü ve iyice onunla evleneceğimi düşündüğü izlenimine kapılmıştım. Umarım kesin bir karar verdiğimi düşünmüyordu.

Koluna girmiş bir şekilde onunla sarayın büyük bahçesini dolaşırken gördüğüm çiçeklerle gülümsedim. Kesinlikle bunlardan kendi saray bahçeme de ektirmeliydim. Benim ülkemin ikliminde hayatta kalabilirler miydi acaba?

Duyduğum kahkaha sesiyle başımı kaldırdığımda ileride Percival ve Robert'in kılıç talimi yaptıklarını gördüm. Percival değişmiş olan yeni iri vücudunu sergiliyordu. İkisi de gömleksizlerdi lakin ben gözlerimi ondan çekip Robert'a çeviremiyordum. Percival'ın daha yapılı olduğunu kanıtlamak için ona bakmama gerek yoktu zaten.

"Yine mi? Nasıl her defasında beni yenebiliyorsun," diye yakındı Robert.

Bu hali Percival'ı daha çok güldürdü. "Beni düşmanın olarak görürsen eğer; hayatta kalmak için büyük bir güçle savaşabilirsin," dedi Percival öğüt verir gibi.

Robert göz devirdi. "Bir lordu düşmanım gibi görmek mi? Üstelik seni? Kraliçe beni assın istiyorsun herhalde. Ben canıma susamadım," diye söylendi.

Çimenlerde oturmuş gülüşen üç kıza baktım. Agnes ile birlikte diğer nedimelerim onları izliyorlardı ve Agnes yüzündeki gururlu gülümsemeyle Percival'a bakıyordu. Bu kaşlarımı çatmama sebep oldu.

"Sadece kılıç talimi yapıyoruz Robert. Kraliçe bana kılıç kaldırdığın için seni öldürecek değil."

Robert yine gözlerini devirdi geriden kılıcını Percival'a doğru sallarken. "Konu çok sevgili lordu olduğunda kimseye acıyacağını düşünmüyorum. Senin için Papa'yı bile karşısına aldı." Güldü. "Nasıl yapıyorsun bunu? Bir buçuk yıl ortada yoktun, yine de kraliçenin gözdesi olmaya devam ettin. Senin yerini kimse alamıyor."

Percival rahatsız olmuş gibi dudaklarındaki gülümsemeyi sildi. "Kraliçe kimseyi kayırmaz Robert. Bu dediklerini duymasın."

Robert gözlerini irileştirdi. "Yalan mı söylüyorum? Kulede tutsakken görememiş olabilirsin ama öfkesi bütün sarayı kasıp kavurdu. Sana bir şey olursa artık kiliseye de sığınamam. Kraliçe beni çiğ çiğ yer."

Percival başını yere eğerek gülümsedi kendi kendine. "Abartma Robert. Kraliçe sadece..."

Percival'ın sözünü tamamlamasına izin vermeyerek onlara doğru seslendim. "Beyler?" Robert korkudan kılıcını düşürdüğünde gözlerimi kısarak ona baktım. Kötü niyetli olmadığını biliyordum. Ama onu bu hale sokmak beni eğlendiriyordu. Kızlar beni gördüklerinde kalkmaya çalışıyorlardı ki onları elimle durdurup oturmalarına izin verdim. "Kılıç mı dövüştürüyorsunuz?"

"Evet. Öyle yapıyorduk," dedi Percival Robert'e kötü kötü bakarak.

Tek kaşımı kaldırdım. "Bu halde mi?"

Robert hemen yere atmış olduğu gömleğini yerden alırken Percival gömleğini almak için bir hamle yapmadı. "Saatlerdir talim yapıyorduk. Terledik."

Kral John'a baktığımda kaşlarını çatmış Percival'ı süzüyordu. Robert'in lorduma ne kadar önem verdiğimi söylemesi onu kıskandırmış gibiydi. John'un kolundan çıkarak Robert'e doğru ilerleyip elimi uzattım. "Bir de benimle yap bakalım," dedim Percival'a.

Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme oldu. Bunu gizlemek için dudaklarını dişlediğinde sırıttım. Hoşuna mı gitmişti?

"Ne gerek var? Karşındaki iri bir adam. Kendini yaralayacaksın," dedi John yanımıza gelerek.

Ona kaşlarımı çattığımda Percival Robert'in elinden kılıcı alarak sivri kısmından tutup kabzasını bana doğru uzatırken John'a sertçe karşılık verdi. "Kraliçenin gücüne daha önce tanık olmadınız sanırım." İkisi arasında gergin bir bakışma oldu. "Kraliçeyi kimse yenemez."

Abartıyordu. Sırf John'dan hoşlanmadığı ve onun beni bir kadın olarak erkekten güçsüz görmesine sinirlendiği için... Ama bu beni hırslandırdı. John'a kendimi kanıtlayacaktım.

"İyi, görelim bakalım hünerlerinizi," diyerek kollarını göğsünde kavuşturup geriye çekildi John.

Sanki aralarında gizli bir meydan okuma olmuş gibiydi. Nedimelerim heyecanla bizi izlemeye koyulduklarında ince kürkümü çıkararak Robert'e teslim ettim.

"Kraliçe Hazretleri," diyerek belini kırdı ve önümde eğildi Percival.

Bu hali beni güldürdü. "Lordum," dedim başımı eğerek.

Ayağa kalkarken bana göz kırptı. Ona bakıp iç çektim. Umarım gözlerimi bir ay parçası gibi parlayan üst bedeninden ayırabilirdim. Yıllar önce beni Richard'tan kurtarmak isterken aldığı ağır kılıç darbesinin izi hâlâ karnındaydı. Hile yapmayacağını, gerçekten benimle dövüşeceğini biliyordum. Percival asla yalan söylemezdi. Dürüstlüğe çok önem verirdi. Bu çetin bir mücadele olacaktı.

Kılıçlarımızı kaldırdığımızda arkamdaki Robert John'un yanına geçti ve kızlar heyecanla ayağa kalktılar. İkimiz de ifadesiz bir surata bürünerek ilk hamlemizi yaptık. Dakikalar boyu kılıçlarımız birbiriyle dövüştüğünde ben de terlemiştim. Boynum ve alnım su içinde kalmıştı.

Percival benden daha sakindi. Elbette gücüm onu pek fazla zorlamıyordu. Lakin ben strateji insanıydım. Bu sayede onu ve Aldous'u defalarca yenmiştim. Tabii yokluğunda ne kadar geliştiğimi de bilmiyordu.

Bacağına tekme atıp bedenimi yan çevirdim ve kılıcımı kılıcına vurdum. Kimse sadece kılıçlarımızın dövüşeceğini söylememişti ki. O da bedenini kullanmaya başladı. Beni omzuyla itip çelme taktığında yere doğru yüzüstü düşecekken kendimi toparladım ve kılıç darbesinden eğilerek kaçıp beline tekme attım. Lakin o da düşmedi, sadece sarsıldı.

Diğer elimi de kılıcı tuttuğum elimin üstüne getirip ona bütün gücümle karşılık verdiğimde geriye doğru sırtını yatırdı ve kılıcım onu zorlamasına rağmen mücadeleyi bırakmadı. Gerçekten mükemmeldi. Daha öncesinde Aldous'la ikisini kıyasladığım olurdu. Aldous ağabeyim gibi hünerliydi. Topraklarımda onu yeneceğini düşündüğüm biri yoktu. Konu savaş olunca vahşice karşı tarafa saldırıyor, öfkesinin onu yönlendirmesine izin veriyordu. Percival bana Aldous'un yanında eskiden daha güçsüz gelirdi. Lakin bedeni oldukça güçlenmiş ve Aldous'un öfkesini kullanmasından farklı olarak zihnini kullanmaya başlamıştı. Sanki ne hamle yapacağımı biliyor gibi bana rahat bir şekilde karşılık veriyordu.

Gözümün önünde yeni Percival'ın ve Aldous'un mücadelesi canlandı. Acaba kim diğerini yenerdi? Kuşkusuz ki izlemesi oldukça keyif verirdi.

Percival kılıcını geriye doğru çekerken şaşırıp kolumu kaldırdım ve kolum kesildi. Sadece bir çizikti fakat inlememi bastıramadım.

"Ne yapıyorsun sen? Kraliçeye zarar veriyorsun," dedi sesini yükselterek John. Yan gözle bize doğru bir adım attığını gördüm fakat kılıcımı bırakmadım.

"Bu bir savaş! Geride kal!" Öfkeli sesim adımını durdurdu. Ve biz kaldığımız yerden devam ettik.

Percival'la aynı anda birbirimize sırtımızı dönerken kısık sesi kulaklarıma doldu. "İyi misin?"

Önümüze döndüğümüzde kılıçlarımız havada vuruştu ve dudaklarımı kıvırıp keyifle gözlerine baktım. "Sakın merhamet etme düşmanına."

Kılıçlarımız havada birbirini zorlarken gözleri kolumdaki kana takıldı. "Sen benim düşmanım değilsin."

Kılıcımı geri çekerken güldüm. "Robert'e verdiğin öğüt bu değildi ama?"

Sırıttı. "Onu eğitmeliyim. Çok kötü."

Yeniden kılıcını kaldırdığı sırada Robert mızmız bir sesle söylendi. "Seni duyuyorum!"

Percival bir saniyeliğine ona bakıp sırıttı ve yeniden bana döndü. Bir an hiç bitmeyecek sandım. Sabaha kadar kılıç vuruşturacağız gibi geldi. Sırtım ve kollarım kılıcın ağırlığına daha fazla dayanamayacaktı. Ağrı çekmeye başlamıştım. Ama John'a kendimi kanıtlamam gerekirken kılıcımı bırakamazdım. Bu yüzden stratejik davranarak Percival'ın karnına tekme attım.

Acıyla kasılıp inlerken geriye doğru iki adım attığında bir eli karnına gitti. Yeniden ayağımı kaldırdığımda adeta havada dönerek, eğer bunu gerçekleştiremezsem rezil olacaktım, kırdığı dizlerinden birinin üstüne tekme attım. Yalpalayıp düşecek gibi oldu. Kılıcımı kılıcına vurarak güçsüzce tutması sayesinde elinden düşürmesini sağladım ve göğsüne son tekmemi atıp onu sırt üstü yere yığdım. Nefes nefese kalmıştım. Percival ise acıyla gözlerini kapatmıştı. Agnes küçük bir çığlık atarak bize doğru koştuğunda hırsımın yerini endişe aldı ve kılıcımı yere atarak Percival'ın yanına koştum.

"Percival!" Ellerim kirli sakallı yanaklarını buldu. Yüzüne doğru eğildim. "Percival," diyerek sarstım onu. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. "Özür dilerim."

Gözlerini hızla açıp gözlerime kenetledi. Agnes de yanıma eğilmiş ona bakıyordu fakat Percy'nin gözleri bendeydi. Yine parlıyordu yeşil gözleri yıldızlar gibi. Gülümseyerek yanağını tuttuğum elimin bileğini tutarak parmağıyla okşadı. "İyiyim Beatrice. Endişelenme."

Kirpiklerimi kırpıştırarak bir süre ona bakakaldım. Ardından derin bir nefes alarak başımı salladım. Gözleri dudaklarıma kaydığında bende gözlerimi dudaklarına indirdim. Kendimi kaybediyordum sanki. Bir dakika içinde hem endişeyi, hem korkuyu, hem de mutluluğu tatmıştım. Kalbim şimdi de onunla olan yakınlığımdan ve bana büyüleyici bakışlarından deli gibi atarken karnımdaki heyecan kasılmaları yine baş gösterdi. Bileğimi okşayan parmağı içimi öyle değişik bir güdüyle doldurdu ki, tarif edemezdim. Dudaklarına kapanmak istiyordum.

"Kraliçem," diyerek yanımıza eğildi Robert. Gözlerimi sonunda Percival'dan çekebildiğimde ona doğru kaldırdım. Kaşıyla arkamı gösterdi. Yani John'u.

Kendimi toparlamak için yutkunup son kez Percival'a baktım. "İyi olduğunu söylüyorsun?"

Gülümsemeye devam ederek gözlerini yumup açtı. "İyiyim."

Ellerimi yüzünden çektiğimde parmağı da bileğimi okşamasını kesti. Ayağa kalkıp üstümü düzeltirken John önüme geldi ve bir yerde yatan Percival'a bir bana bakıp kaşlarını çattı. Percival onu görünce sanki hiç yaralanmamış gibi tek hamleyle ayağa fırladı. "Size kraliçeyi kimsenin yenemeyeceğini söylemiştim."

John rahatsız olarak ondan gözlerini kaçırıp ağır ağır başını sallarken kanaması nerdeyse durmuş kolumu kaldırıp elimi tuttu. Adeta Percival'a göstererek. Elimin üstünü öptü ve gözlerini gözlerime kenetledi. "Gücünüze hayran olmamak elde değil kraliçem. Bir kez daha beni büyülediniz."

Percival John'un ensesine sinirle baktığında kendimi aralarında kalmış gibi hissettim. Koskoca kralı nasıl tersleyebilirdim ki?

🏹🏹🏹

John'un anne ve babasıyla tanıştığımda bana oldukça sıcak davranmışlardı. Hakkımda söylenenleri tiye aldıkları ve gerçek beni tanımaya çalıştıkları belliydi. Onlara ısınmıştım. John gibi ailesi de iyi insanlardı. Babam hakkında konuşup onu yad ettik uzun uzun. Güzel sohbetlerde bulunduk. Her zaman bana destek olacaklarını bilmemi istediler.

Nihayet balo günü gelip çatmıştı. Bu toprakları sevmiş olsam da bir an önce kendi topraklarıma dönmek istiyordum. İki gün içinde yola çıkmış olacaktım.

John'un tahtının yanına benim için de bir taht getirilmişti. Soylular ve halktaki yüksek kesim insanların katılımıyla balonun ilk dansını yapmaya başladık. Onların dansları bizim danslarımıza benzese de aynısı olmadığı için sürekli John'un ayağına basıyordum ve kralla kraliçe olmamızı önemsemeden bu halimize çocuklar gibi gülüyorduk.

Gözlerim etrafı taradı Percival'ı görmek için. Bunu artık istemsizce yapıyordum. Her yerde onu arıyor, göremediğimde merak ediyordum. Robert bir soylunun kızıyla dans ediyordu. Ah Maira... Ne kadar kalbini kırmış olsam da umarım ağabeyime duyduğu aşkı unutup başka birine şans verebilirdi. Maira'yı mutlu bir şekilde hayal ettiğimde aklımda sadece biri canlanıyordu. O ise gönül işleriyle hiç ilgili değildi. Belki de ikisine de zaman vermeliydim.

Gözüm balo salonunun kapısına takıldığında Agnes ve Percival'ı gülerek içeri girerlerken gördüm. El ele tutuşuyorlardı. Onları bu halde gördüğümde irkilerek dans etmeyi kestim. John bakışlarımı takip ederek onları gördü. Percival insanların içine girdiği gibi elini kızın elinden çekse de çoktan tanık olmuştum. Gözleri salonun içinde gezindi ve beni buldu. Ardından bakışlarını hızla kaçırdı.

"Ona oldukça değer veriyorsun, değil mi?"

Kendimi toparlayarak yeniden elimi omzuna koydum ve ağır ağır başımı salladım. "Saraya geldiğim ilk andan beri benimle. En yakın dostum."

Alçak bir sesle hafifçe güldüğünde ona baktım. "Onun için bütün kuralları çiğnediğine göre Dük Robert'in hakkı var. Uğruna bütün dünyayı karşına alabilirsin. Ki Papa'yı karşına alarak bunu da yapmış sayılırsın."

Yalancı bir kahkaha attım dansımıza devam ederken. "Robert mübalağa etti. Sadece adaletsizliğe tahammülüm yok. Adaletsizlik yüzünden yıllarca en kötü şekilde işkencelere maruz kaldım. Din adamları beni Tanrı'nın evinden kovdular. Lorduma da adaletsiz kılıçlarını çekmek istediler."

Gülümsedi. "Bir kraliçenin sahip olması gereken bütün meziyetlere sahipsin Beatrice. İnsanlar keşke sendeki bu ışığı daha önce görmüş olsaydılar. Zor bir hayat geçirmişsin. Bundan böyle mutlu olmayı hak ediyorsun."

Saadet benden çok uzakta gibi hissediyordum. Sanki ne kadar koşarsam koşayım, savaşırsam savaşayım onu elde edemezmişim gibi. Burukça gülümsedim. "Umarım."

Birkaç dakikanın ardından tahtlarımıza oturduk ve eğlenen insanları izledik. John bir şeyler anlatıyor, benim ilgimi kendisine çekmeye çalışıyordu. İlgim ondaymış gibi davranıyordum lakin değildi. Gözlerim sürekli Percival'ın üstündeydi. Arada o da dönüp bana bakıyordu. Birkaç saniye göz göze kalıyor, dans eden insanların aramıza girmesinden dolayı birbirimizden bakışlarımızı çekmek zorunda kalıyorduk.

"Kraliçe Beatrice," diyerek önümde eğildi bir adam. Sanırım soylulardan biriydi. "Kral John ile yapacağınız evlilik umarım iki ülkeye de uğur getirir."

Kaşlarımı çatarak John'a baktığımda adama gitmesi için eliyle işaret yaptı. Kendisine yakınımızdaki masadan şarap alan Percival da adamın söylediğini duyup bize doğru yaklaşmaya başlamıştı.

"Bu ne demek oluyor?"

John gözlerini benden kaçırıp tahtında rahatsızca kıpırdandı. Önümüzdeki masadan şarap kadehini eline aldı. "Sana talip olduğumu biliyorlar. Onlarla paylaştım." Robert ve Percival tahtımın yakınına geldiler. "Sana olan hislerimi biliyorsun. Seninle evlenmek istiyorum. Baban da böyle isterdi. Bana olan sevgisi ve güveni de yüksekti. Sana her zaman destek oldum."

Elimdeki kadehi masaya sertçe bıraktım. "Desteklerin için minnettarım lakin babamın böyle bir arzusu olacağını sanmam."

Şaşkınlıkla gözleri irileşti ve o da kadehini masaya bıraktı. "Benimle evlenmek istemiyor musun? Soylularım kararımı destekliyorlar. Eminim ki senin soyluların da öyle. İki ülke için de bizim için de en iyisi bu olacaktır."

Çenemi sıktım. "Eğer benimle evlenmek istiyorsanız bana gücünüzü kanıtlamalısınız."

Şaşırdı. "Bu da ne demek? Ben bu ülkenin kralıyım. Gücüm kimsenin gücüyle kıyaslanamayacak kadar büyük."

Alayla dudaklarımı kıvırdım. Benimkiyle değil John. "Hangi savaşı verdiniz, Kral John? Hangi düşmanınıza kılıç salladınız? Benim gücümün yanında sizin gücünüzün, benim topraklarımın büyüklüğünün yanında sizin topraklarınızın büyüklüğü ne ki?"

Gergince kaşlarını çattı. "Size gücümü kanıtlamamı mı istiyorsunuz? Eğer gücümü size kanıtlarsam benimle evlenecek misiniz?"

Ensemde bir nefes hissettim. "Beatrice," diye fısıldadı Percival. Sanki bu teklifi reddetmemi istiyordu.

"Evet, evleneceğim," dedim kararlı bir sesle. "Lakin en güçlü adamımı yenebilirseniz!"

John hızla ayağa kalktı. Çenesini ve yumruklarını sıkmış şekilde arkamdaki Percival'a kitlendi. "Lord Percival'a meydan okuyorum! Onu yendiğimde size kendimi kanıtlayacağım ve evleneceğiz!"

Müzik sesi kesilip herkes bize doğru hayretle döndü. Dudaklarımdaki keyifli gülümsemeyle arkama yaslandım ve başımı kaldırıp Percival'a baktım. "O halde düello başlasın. İyi şanslar."

Percival dudaklarındaki kendinden emin gülümsemeyle John'a gözlerini kısarak baktı. "Şansa ihtiyacım olmayacak kraliçem. Bu evlilik gerçekleşmeyecek," diye fısıldadı.

Kraliçem. Bana ilk kez kraliçem diyordu. Ve düelloya katılmayı kabul ediyordu. Öyle güzel duygular hissetim ki... Derin bir nefes aldım ve elimi kaldırıp muhafızlara işaret ettim. Salonun ortası boşaltılırken muhafızlar gerekli şeyleri getiriyorlardı.

On dakika sonra ikisi de zırhlarını giymiş, kılıçlarını kuşanmışlardı. John sözlerimi gereğinden fazla dikkate almış, büyük bir öfkeyle dolup taşmıştı. Birbirilerine öyle bir saldırdılar ki salondaki kadınlardan bazıları çığlık attılar. Hayatım boyunca izlediğim en çekişmeli rekabetlerden biriydi. Kral John'u fazla küçümsemiştim. Tek arzum kaybetmesiydi. Kazanması durumunda onunla söz verdiğim gibi evlenmem gerekecekti. Kaderimi Percival belirleyecekti. Belki de onun hâlâ bana karşı olan duyguları beni istemediğim bir evlilikten kurtaracaktı. Tabii sandığım gibi duyguları varsa.

Dakikalar geçerken ve ikisi de birbirini kanlar içinde bırakacak derecede yaralamışken her hamlelerinde yerimden fırlayacak gibi oluyordum. İçimi büyük bir endişe ve Percival'ın zarar görmesi korkusu kaplamıştı.

Robert mırıldandı. "Eğer Kral John kazanırsa onunla evlenecek misiniz?"

Sorusu üstüne gözlerim Percival'dayken sertçe yutkundum. Belki John'u onunla evlenmek istemediğimi söyleyerek ikna edebilirdim. Ne diye bu düelloyu başlatmıştım ki? Biri kraldı, diğeri lord. Percival'ın oldukça dikkatli davranması şarttı. Yaptığı yanlış bir kılıç darbesi John'u ciddi şekilde yaralarsa büyük bir ceza alır, hatta idam bile edilebilirdi. Bu sefer onu nasıl korurdum bilmiyordum.

"Hayır, kazansa dahi onunla evlenemem," dedim Robert'e.

"Neden?"

Percival'ın göğsündeki zırha çarpan kılıçla yerimden sıçradım. Neyse ki zırh onu korumuştu. Keskin bakışlarımla Robert'e döndüm. "Krallığın kuruluş efsanesindeki gibi iki ülkeyi birleştiremeyiz. Ne ben ülkemi bırakır buraya gelirim ne de Kral John ülkesini bırakıp benim ülkeme yerleşir. Sadece diğer ülkelere karşı güç kazanmak için bu evliliği gerçekleştirmek saçmalık olur."

Dudaklarını büzüp kaşıyla dövüşen adamları gösterdi. "Kral John bu evlilik uğruna kendini rezil etmeyi göze almışken bizim ülkemizde memnuniyetle yaşamayı kabul eder diye düşünüyorum."

Kaşlarımı hızla çattım. "Bir kral hakkında bir daha böyle sözler söyleme Robert. Saygısızlığın işitilirse bir de senin canın için herkesi karşıma almak istemiyorum."

Onun için de insanları karşıma alabileceğimi duyduğunda yüzünde mutlu bir ifade oluştu ve uysalca başını salladı. "Bağışlayın kraliçem." Ona gülümseyerek önüme döndüm.

Bir türlü bitmek bilmeyen bir dövüşe tutuşmuşlardı. Herkes büyük bir dikkat ve merakla onları izlemeye devam ederken bazılarının sıkıldığı gözümden kaçmamıştı.

"Pes edin, Kral John," diye bağırdı Percival hiddetle krala kılıcını indirirken.

Kral hızla karşılık verdi. "Asla!"

Gözlerimi devirerek Agnes'i yanıma çağırdım. "Anlaşılan daha buradayız. Bana bir sürahi şarap getir."

Birbirlerine aynı etkide saldırıyor olmalıydılar ki neredeyse bir buçuk saat boyunca kılıçlarını kullanmışlar, sonunda pes ederek kılıçlarını yere atmış ve dövüşmeye geçmişlerdi. Mücadelenin bu şekilde evrileceğini asla hayal etmezdim. Başkaları da etmemiş olmalı ki artık dövüşmeyi kesmeleri için onları uyarıyorlardı.

Percival'ın hem krala zarar vermesinden hem de kralın ona zarar vermesinden korkuyordum. Umarım kötü bir şey olmazdı. Çünkü sakinliği gitmiş, yerine inanılmaz bir öfke gelmişti. Adeta vahşice krala bir yumruk salladı. John'un çenesine gelen yumrukla dudaklarından kan sızarken içimi endişe doldurdu. Percival bu yıkıcı öfkesiyle kralı yenecekti lakin John herkesin önünde küçük düşmüş olacaktı. Öfkesini Percival'dan çıkarmak isteyebilirdi.

"Bu kadar yeter," diye bağırdım.

Percival krala bir yumruk daha vurdu. "Kral pes edene kadar durmayacağım!"

Korktuğum da buydu ya.

"Yeter!"

Başını bana çevirip birkaç saniye gözlerime baktığı sırada John onun boşluğundan yararlanıp benim hamlemi taklit ederek fakat daha büyük kuvvetle Percival'a tekme attığında yerimden fırladım.

"Percival!"

Robert müdahale etmemem için kolumu tutarak beni geri oturttu. "Lordumuz güçlüdür, bir şey olmaz."

Sanki tekmeyi ben yemişim gibi nefesim kesilmişti. Robert'e titreyen göz bebeklerimle bakıp başımı iki yana salladım. "Zarar görecek," diye fısıldadım.

Robert bu halime hayret etti. Bir şey diyecekti ki Percival'dan acılı inleme sesi geldiğinde yeniden onlara döndüm. Sırtüstü yere düşmüştü. Kral beline iki tekme attı.

"John, dur!"

John başını çevirip bana baktığında sinirle ona dik dik bakarak karşılık verdim. Percival'ın üstüne çıkıp birkaç yumruk salladı güzel yüzüne. "Benimle evlenecek misin?"

Boğazıma bir yumru yerleşti. Percival'ın gözleri kapanmak üzereydi. Neredeyse bayılacaktı. "John," dedim titreyen sesimle. Sanki bütün darbeleri ben almışım gibi kendimi bitkin hissediyordum.

"Son kez soruyorum. Benimle evlenecek misin?" Ağzındaki kanı yere tükürerek Percival'ın boğazına ellerini sardı. "Yoksa devam mı edelim?"

Gözlerim dolmaya başlamıştı. Kirpiklerimi kırpmamaya gayret ederek John'a öylece baktım. Yoksa ağlayacaktım. Onunla evlenmek istemiyordum. Onu sevmiyordum. Dudaklarım aralandı. Percival'ı boğan elleri beni boğmaya başladı. "E-ev..."

"Evlenmeyecek!" Percival hızla kafasını John'un yüzüne gömdüğünde korkuyla çığlık attı kadınlar.

Percival'ın nefessiz kaldığını ve hatta bayıldığını düşünmüştüm. Numara mı yapmıştı? Yoksa dinlenmeye mi ihtiyacı vardı da bir süre baygın gibi öylece uzanmıştı?

Robert dağıldığımı görüp bana kupayı uzattığında suyu içtim. Yeniden onları izlemeye dönerek kendimi toplamaya çalıştım. Percival John'un üstüne çıktı bu sefer. Fakat John gibi duraksamadı. Öyle bir haşat etmeye başladı ki yüzünü kapıdaki muhafızlar hareketlenecek gibi oldular.

"Pes edin, Kral John! Kraliçemle evlenmek istemediğinizi söyleyin!" John güçsüzce onu itmeye çalışırken Percival bir yumruk daha salladı krala. "Pes edin," diye haykırdı her yumruğunda kral pes etmediği için daha çok öfkelenirken.

John'un yediği yumruklarla bir gözü kapanmıştı. Başını iki yana salladı pes etmeyeceğini göstermek için. Bilerek pes etmiyordu. Percival'ın ona daha fazla zarar vermesini istiyordu.

Percival'a kısık sesle bir şey dedi John. Percival'ın yumruğu havada kaldığında üstünden bütün öfkenin çekildiğini hissettim. Başını çevirip bana değişik bir ifadeyle baktı ve Adem elması aşağı yukarı hareket ettiğinden sertçe yutkunduğunu anladım. Krala dönerek başını salladı ve dudaklarından evet döküldü. John acılı bir şekilde dudaklarını kıvırdı yukarıya doğru. Birkaç kelime daha mırıldandığında o değil dedi Percival. John'un söyledikleri öyle kısıktı ki ne dediğini inanılmaz merak ettim. John elini gözünün üstüne götürerek çektiği acıya rağmen güldü. Aptalsın diye homurdandı. Ve bir şeyler daha söyledi.

"Pes ediyorum!"

Percival'ın hareketsizce üstünde duran bedenini yana doğru devirdiğinde muhafızlar John'a yardım etmek için koşarak yanına gittiler. Neden pes etmişti? Ne olmuştu birden bire? Gururunu daha fazla ayaklar altına almak mı istememişti? Percival'a sorduğu sorular neydi?

Ayağa kalkıp hızlı adımlarla Percival'ın yanına gittim ve eğildim. "İyi misin?"

Yüzünün halini görünce acıyla yüzümü buruşturdum. Yüzü gözü kan içindeydi. John'un durumu daha kötüydü ama Percival'a verilmiş zarar beni çok üzmüştü. Gözlerinde merak kırıntıları vardı. Hafif de bir şaşkınlıkla öylece bakıyordu bana. Elini tutup onu kaldırmaya çalıştım.

"Percival, iyi misin?"

Çektiği acıya rağmen gülümsediğinde kaşlarımı çattım. Dilini mi yutmuştu? Başına çok mu darbe almıştı?

Yüzümü Kral John'a çevirdiğimde burukça gülümsedi bana. Muhafızlar onu kaldırırlarken bana ve Percival'a baktı. "Haklıymışsın Beatrice. İkiniz de benden güçlüsünüz. Ben sana layık bir adam değilim."

Ağzım şaşkınlıkla açıldığında Percival ile aralarında kısa bir bakışma yaşandı ve bize yüz çevirerek muhafızların yardımıyla salondan ayrıldı.

"Ne dedi o sana?"

Percival benden güç alarak yerden kalkmaya çalışırken yüzünü buruşturdu acıyla. "Hiçbir şey," diye mırıldandı sanki zihnindekileri yalanlar gibi. "Hiçbir şey."

🏹🏹🏹

Samimiyetten uzak gülümsediğinde kollarımı yine de dostane bir şekilde boynuna sardım. "Her şey için teşekkürler John. Ülkende çok güzel vakit geçirdim. Beni en iyi şekilde ağırladın."

Ondan ayrıldığımda ellerimi tuttu ve ona gülümsediğimi gördüğünde gözlerini benden kaçırıp boşluğa düşürdü. "Benim için de öyleydi."

"Teklifini reddettiğim için beni affet. Bu evlilik ikimiz için de iyi olmazdı."

Mavi gözleri yeniden gözlerimi bulduğunda yavaşça başını salladı. "Haklı olabilirsin. Yine de seni ülkemin kraliçesi olarak görmek isterdim."

Elini sıkıca tuttum. "Bir gün seni mutlu edecek bir kadınla evlenip onu ülkenin kraliçesi yapacaksın. Umarım dostluğumuz yara almamıştır."

Başını iki yana salladı. "Elbette hayır. Sana duyduğum saygı ve sevgi bitmeyecek. Benimle neden evlenmediğini de anlıyorum. Umarım mutlu olabilirsiniz."

Kaşlarımı merakla kaldırdım. "Kimden bahsediyorsun?"

Kaşıyla Agnes ile sohbet eden Percival'ı gösterdiğinde endişelendim. Neden ondan bahsediyordu ki? Duygularımı çok mu açık ediyordum?

Yalandan bir kahkaha attım. "O sadece benim dostum John."

Dudağının köşesini yukarı doğru kıvırarak fısıldadı. "Keşke ben de seninle o şekilde bir dostluğa sahip olabilseydim o halde," dediğinde ellerimi elinden çekecektim ki beni durdurdu. "Buraya gelerek beni kırmamak istediğini biliyorum. Onu yenebilseydim de benimle evlenmeyecektin." Yarım yamalak başımı salladım. "Dostun yahut daha fazlası... Bunu ben bilemem. Lakin umarım huzuru bulursun Beatrice. Bunu hak ediyorsun."

"Teşekkür ederim."

Elimi çekeceğim sırada buna yine izin vermedi. "Son bir şey daha." Kaşlarımı hafifçe çatarak onu dinlemeye koyuldum. "Sevmediğin biriyle evlenme. Ne olursa olsun aşkın için savaş Beatrice. Görüyorum ki saadetten kaçıyorsun. Yıllarca insanların sana olan nefretinden kendini sevilmeye layık bulmuyorsun fakat sevilmeyi hak ettiğini bilmeli ve kabul etmelisin. Sevdiklerine kendinden uzaklaştırmak için zarar verme. Sevmekten korkma. Aşktan kaçma."

Sertçe yutkunarak başımı eğdim. Kaçmaktan başka çarem mi vardı ki? Sevdiği kadın ben değildim.

"Saadet bana oldukça uzak. Hayatımın sonuna kadar ülkemle alakadar olmalıyım. Aşk..." Başımı iki yana salladım. "Benden kaçıyor. Onu yakalayacak gücüm yok."

Ellerimi sıktığında başımı kaldırarak ona baktım. Destek verici bir ifadeyle gözlerime kenetledi gözlerini. "Senin lügatında pes etmek yok Beatrice. Gerekirse göğsün kalkanın, duyguların kılıcın olacak ve yeneceksin üzerindeki kederi. Aşk sana sandığında da yakın. Koşup onu yakalamana gerek yok. Sadece ona duygularını açmalısın. İkiniz için bir şeyler yapmalısın."

Tek kaşımı kaldırdım. "Ne gibi?"

Ellerimi bırakarak bana yeniden sarıldı ve kulağıma doğru fısıldadı. "İçinden geçeni yap. Kararını ona göre ver. Kiminle evleneceğini duyguların sana söylesinler. Duygularını açmaktan artık korkma Beatrice.''

🏹🏹🏹

Terasta öylece karanlık geceyi seyre dalmış Anthony'i görünce duraksadım. Maira ile konuşmak istemiştim lakin ondan af dilenmeye yüzüm yoktu. Sevdiği adamı kendi ellerimle öldürmüş bir caniydim ben. Belki de aylarca hatta yıllarca affetmeyecekti beni. Hiç değilse Anthony ile aramı düzeltebilmeyi, onun gönlünü alabilmeyi umuyordum.

"Anthony," diyerek terasa çıktım. Sesimi duyduğunda bana döndü. Başını saygıyla eğdi. Gözlerime bakmıyordu. Bana kırgın olduğunu bildiğim için ona yaklaştım. "Sana attığım tokat..."

Cümlemi tamamlatmadı. "Siz haklıydınız kraliçem. Lord Percival'ın zarar göreceğini tahmin etmiştiniz. Öngörünüze inanmadım ve sizi boş yere kan dökmekle suçladım. Bu yaptığım saygısızlık kabul edilemezdi. Cezam neyse çekmeye hazırım."

Şaşkınlıkla kaşlarım havalandı ve burukça gülümsedim. Hâlâ bana olan saygısını yitirmiyor, ona tokat atmış olmama rağmen daha fazla cezayı hak ettiğini düşünüyordu.

"Özür dilerim Anthony. Sana tokat atmamalıydım. Beni affet."

Gözlerini kaldırıp gözlerime baktı. "Ama ben size saygısızlık yaptım," diye mırıldandı.

Başımı iki yana salladım. "Bana bu zamana kadar neler denildiğini bir bilsen... Sen sadece beni durdurmak istedin. Çünkü defalarca kez döktüğüm kanlarda boğulduğuma şahit oldun."

Yutkunarak başını salladı. "Yine vicdan azabı çekmenizi, Tanrı'nın size günahlarınızdan dolayı yüz çevirdiğini düşünmenizi istemedim."

Fakat doğru değil miydi? Tanrı, kötü kalpli bana çoktan yüz çevirmemiş miydi? Kendimi ne yaparsam yapayım affettiremeyecektim. Günahlarım çok fazlaydı. Ben cennete giremeyecektim, annemi bir daha göremeyecektim.

"Biliyorum, bu yüzden kızmıyorum sana. O an öfkeliydim. Öfkeden çok korku doluydum. Victor'un Percival'a zarar vereceğini hatta onu öldüreceğini düşündüm." Titrekçe bir nefes aldım. "Çok korktum Anthony. Hâlâ kabuslar görüyorum. Her seferinde Percival ölüyor. Kahroluyorum."

Bakışları yumuşadı. Sanki duygularımı hissedebiliyordu. "Lorda ne kadar değer verdiğinizi biliyorum fakat..."

Sertçe yutkundum. "Bu değerden de fazlası," diye fısıldadım başımı utançla eğerek. Duygularımı ilk kez birine, ona açıyordum. "Ben Percival'a aşık oldum." Sessizce nasıl dediğini işittim. "Belki de zaten öyleydim lakin durup düşünmeye fırsatım olmamıştı. Sürekli yanımda olduğu için yokluğunu tasavvur edememiştim. Benim yüzümden gitti. Hislerine karşılık vermeyeceğimi düşündüğü için... Ve yokluğu dayanılmazdı. Canım çok yandı. Kendimi bir başıma kalmışım gibi hissettim." Gözlerim yüzüme doğru esen rüzgarla dolmaya başladığında sesim daha çok kısıldı. "Geri geldiğinde yanında Agnes'i getirdi. Onu tamamen kaybettim."

"Kraliçem," diye mırıldandı. Gözlerimden yaşlar süzülürken elini sırtıma yasladığında bir süre ikimiz de duraksadık fakat sonunda yanağımı göğsüne yaslayarak kollarımı beline doladım ve ona sığındım. Percival'a artık sarılamıyordum. Aldous'a sarılmamı bana olan hisleri engelliyordu. Anthony ise bana dost kucağını açmıştı. "Beatrice..." Yıllardır bana ilk kez ismimle hitap ediyordu ama bu beni rahatsız etmedi. "İkiniz yan yanayken ne görüyorum biliyor musun?"

Burnumu çektim. "Ne?"

"Bir ışık hüzmesi. Öyle güçlü bir ışık ki bu; size bakan herkesin gözlerini alıyor. Birbirinize ne kadar bağlı ve uyum içinde olduğunuz davranışlarınıza yansıyor."

Omuzlarımı silktim. "Ama o bir başkasını seviyor."

Sırtımdaki eli beni yatıştırmak için hareket etmeye başladı. "Sevmek için illa beraber olmak şart mı?"

Başımı iki yana salladım. "Değil ama onları her birlikte gördüğümde acı çekiyorum. Acımı gülümsememe gizliyorum. Yakında evlenmem gerekiyor. Yanımda başka bir adam varken nasıl onu düşlemeye devam edeceğim? Ya da Agnes'i ve onu birlikte görmemek için onları nasıl gönderebilirim? Percival giderse güçlü duramam. Aylarımı geri dönmesini umut ederek geçirdim. Geri döneceği ümidi beni ayakta tuttu."

"Biliyorum, sizinle kasabaya onu bulmak için gittiğimizde halinizi gördüm. Evleneceğini duyduğunuzda yıkıldınız."

Başımı geriye çekerek ellerimi kollarına koyup yüzüne baktım. "Ama o görmüyor. Benim Aldous'a aşık olduğumu sanıyor."

Tek kaşını merakla kaldırdı. "Zaten onu da sevmiyor musunuz?"

Çenem titredi. Neydi yaşadığım bu karmaşa? Neden böyleydim ben? Herkes de farkındaydı.

"Bilmiyorum," diye mırıldandım bakışlarımı ondan kaçırıp karanlık geceye dikerken. "Tek bildiğim ikisini de kıyaslamaktan korktuğum. İkisini de kaybetmekten ölesiye korkuyorum. Birini seçsem bir diğeri bana sırt çevirecekmiş gibi."

"Size ne zaman sırt çevirdiler?"

Elimle gözyaşlarımı sildim. "Bu aynı şey değil. İkisinden birini seçmem demek diğerini tamamen kaybetmem demek. Belki yanlış bir karar vereceğim ve sonunda ben de üzüleceğim."

Elleriyle ellerimi tuttuğunda ona baktım. "Kendinize biraz daha zaman verin. Hem kendi duygularınızdan emin olun hem de onların size kendisini kanıtlamasına olanak sağlayın. Sizi gerçekten kimin mutlu edeceğini böyle anlayabilirsiniz."

Burukça gülümseyerek onu reddettim. "Ben asla mutlu olmayacağım Anthony. Yakında adaylardan birini seçmem ve evlenmem gerekiyor. Sanırım..." Gözlerimi kaçırdım. "Kral John ile evleneceğim. Ona karşı hislerim olmasa da beni mutlu edecektir."

🏹🏹🏹

Saray arşivinde babamın diğer ülkelerle yaptığı anlaşmalardan bazılarını arıyordum. Ülkeme döndüğüm günün sabahı danışmanlarımla toplantı yapmış ve Kral John'un teklifini reddettiğimi açıklamıştım. Bunun hata olduğunu, onunla evlenmemin beni daha çok güçlendireceğini ve bir kraliçe olarak daha fazla bekar kalamayacağımı, bir an önce evlenip varis doğurmam gerektiğini yoksa ülkemi müşkül duruma sokacağımı söylediklerinde öfkeden deliye dönmüştüm.

Evlenmek istemiyordum! Pekala bekar bir kraliçe olarak ülkemi yönetebilirdim. En azından bir süre daha...

Bu yüzden birkaç gündür saray arşivine girerek en azından danışmanlarımdan bir süre kaçmaya çalışıyordum. Uzunca saatlerimi burada harcayacağımı düşünmemiştim. Kraliyet tarihindeki bütün kral, kraliçe, prens ve prenseslerin hayatlarının yazılmış olduğu kalın ciltleri bile inceleme fırsatım olmuştu. Gaz lambamı masanın üstüne koymuş, karanlık arşivin içinde yazılmış büyülü satırları okuyordum. Öyle hayatları vardı ki; imrenmemek elde değildi.

Belki onlar da benim gibi acılar çekmişlerdir fakat tarih onların saadetini yazmıştır, diye geçirdim aklımdan. Kendimi yalnızca böyle teskin edebiliyordum.

Benim hakkımda yazılmaya başlanmış cildi bulduğumda merakla okumaya başlamıştım. Kraliyete kabul edildiğimde babam benim de hayatımın yazılmasını emretmişti. Lakin bu şekilde kaleme alındığımı bilmiyordum.

Gayrimeşru Prenses bugün törenle tacını giydi. Halkın dili tutulmuştu, herkes genç kıza gözlerini dikmişti. Prenses Beatrice, başpiskopos ile yalnız görüşerek kiliseyi ikna etti ve ünvanını kazandı. Hâlâ bu ünvanı rüşvetle mi aldığı muamma.

Bir başka sayfayı açtım.

Kraliçe Elenor, prensese isyan tertip etmek suçuyla sürgüne gönderildi. Bütün hakları elinden alındı. Bundan böyle Kral 2.Lui tek başına ülkeyi yönetecek. Kraliçenin yokluğu halkı kızdırdı. İnsanlar Gayrimeşru Prenses'e lanet okuyor.

Gözlerimi devirdim. Halk beni ne zaman sevmişti ki zaten? Sayfaları karıştırmaya devam ettim.

Gayrimeşru Prenses zafer kazanarak ülkeye geri döndü. Kraliçe Elenor'un kardeşinin kellesini aldığı söylendi. Savaştan dönünce yataklara düşen prenses, ağabeyinin ölüm yıl dönümü için halkın karşısına geçerek yaptığı konuşmayla herkesi kendine hayran bıraktı. Şimdilerde halk arasında tahta çıkması gereken varisin prenses olduğu konuşuluyor.

Şaşırdım. Bunları bilmiyordum mesela. O sıralar gerçekten benim tahta çıkmamı destekleyenler olmuş muydu?

Kraliçe Elenor'un ölümünün üçüncü yılında kimse onu anmadı. Kraliyet kayıtlarına halkının sevgisini kazanamamış tek kraliçe olarak geçti. Prenses ise güçlendi ve taç giymeye hazır. Kralın ölümünün ardından Cesur Prenses tahta geçecek.

Kraliçe Elenor hakkında yazılanlar beni endişelendirdi. Ben saraya kabul edilene kadar halk onu seviyor ve biat ediyordu. Öyle ki kralı bile karşılarına almaya korkmayarak bana isyana kalkışmışlardı. Kudretli diye anılan kraliçenin şimdi hatırlanmaması beni rahatsız etti. Halk beni benimsemişti lakin ya bir gün kraliçe gibi beni de unuturlarsa? Ya kraliçeden daha beter bir sonla ölürsem?

Başımı iki yana salladım. "Bu olmayacak. Kraliçenin düşmanı bendim. Benim ise dengim yok. Ben tek gerçek kraliyet üyesiyim. Bir başkası yok."

Kendime söylediklerim yine kendimi ikna etmeye yetmedi. Her kendimden şüphe ettiğimde büyücünün sözleri kulaklarıma doluyordu.

Kan sizin kanınız, soy sizin soyunuz. Henüz toy, henüz güçsüz lakin gün gelecek ve güçlenecek. Aynı sizin gibi. Sizinse güçlenmesinde payınız büyük olacak.

Ürpererek titredim. "Aklım benimle oyun oynuyor. Ağabeyim de kardeşim de öldüler. Babamın da başka bir çocuğu yoktu. Şayet bir evladım olursa soy benden devam edecek."

Bu hurafeleri düşünmeyi kesmek için birkaç sayfayı daha okumaya devam ettim.

Wichelson Arşidük'ü Aldous'un oğlu Milo bugün kilisede kutsandı. Kraliçe Beatrice çocuğu vaftiz oğlu ilan etti ve himayesi altına aldı. Milo, kraliçe tarafından bir varis gibi yetiştiriliyor.

Varis?

Milo'nun sözleri düştü aklıma. Aldous'u hakkında konuşurken duyduğunu iddia etmişti.

Bana sahip çıkmalıymış, ben ona kardeşinden emanetmişim. Bu yüzden bana babalık yapıyormuş.

"Hayır," diye mırıldandım. "Bu doğru değil."

Hızla ayağa fırlayıp masadaki gaz lambasını elime aldım ve raflara yürüdüm. Lambayı raflara doğru tutarak Milo'nun cildini bulmaya çalıştım. Vaftiz oğlum olduğu için onun da hayatı kayıtlara geçmeye başlamıştı.

Boynumdaki bir damarın şiştiğini hissedip elimi üstüne götürdüm. Sanki bunca zaman birçok işaretle karşılaşmış da hepsini göz ardı etmiştim. Büyücünün sözleri, Rosetta ve Aldous'un karşılaşması, Aldous'un en başta Milo'nun babası olmadığını iddia etmesi ve bu sırada Rosetta'nın endişeli hali...

Kalbim korkuyla atarken bulduğum cildi elime alacaktım ki yere düşürdüm. Titreyen ellerimle yerden alıp açılan sayfada gözlerimi gezdirerek masaya geri yürümeye başladım.

Kumral saç rengi, mavi gözler. Henüz beş yaşında. Ensesinde saç bitiminde beşgen bir doğum lekesi var. İlime yatkın, tahta kılıçla yaptığı talimlerde hünerli.

Sertçe yutkunarak sandalyeme çöktüm. Gözlerim dolmaya başlamıştı. Yalandı, bu yalandı. O doğum izini nasıl görmemiştim? Benim çenemin altında olan iz onda gerçekten var mıydı? Peki tanıdık bakışlı iri mavi gözleri?

"Ağabey," diye acıyla inledim bir elimin tırnaklarını göğsüme geçirip karnıma giren ağrıyla öne eğilirken. "Bana bunu yapmış olamazsın. Bu doğru olamaz."

Gözyaşlarım yanaklarıma doğru süzülürken öfkeden titriyordum. "Eğer bu doğruysa kemiklerini mezardan çıkarır ve köpeklere atarım seni adi!" Elimdeki kitabı masaya koyarken dişlerimi var gücümle sıkarak içime içime çığlık attım. "Tahtıma gölge düşürdüysen eğer, seni mezarında bile rahat bırakmam!"

Kabuslarımın başlangıcı gözlerimin önüne düştü.

"Koru beni Aldous. Beni öldürecekler," dedim titreyen sesimle.

Öyle katı bir ifadeyle yüzüme bakıyordu ki benden sanki nefret ediyor gibiydi. "Sen Edward'ı öldürdün. Daha fazlasına izin vermeyeceğiz."

Ona korkuyla baktım. "Sen ne diyorsun Aldous? Beni onlara teslim mi edeceksin?"

Adım sesleri duyduğumuzda hepimiz ağaçların içinden çıkan pelerinli gence baktık. Tanıdığım biri değildi fakat herkes onun önünde eğilmeye başladı. "Kraliçe artık önünüzde engel değil," dediler.

Benim yerime kendisine biat ettikleri açık kumral saçlı, mavi gözlü delikanlı karşıma dikilip bana küçümseyerek baktı. "Babamın intikamını senden alacağım," diyerek kılıcını kınından çekti genç çocuk.

"Hayır," diyerek çektiğim ruhsal acıyla inledim. Yüksek sesle ağlamaya başladım. "Milo olmaz! Olamaz!" Ellerimi başıma yaslayıp olduğum yerde deli gibi sallanmaya başladım. "Ne yapacağım ben? Onu öldürecek miyim?" Derin derin nefes alıyordum. Sanki kendimi kaybediyordum.

Öfkeyle ayaklarımı yere vurmaya başlayıp önümdeki ciltleri fırlattım. "Kahretsin!"

Soy benim soyumdu, kan benim kanım. Henüz toydu, henüz güçsüzdü ama benim verdiğim olanaklarla gün gelip güçlenecek ve öldürdüğüm ağabeyimin, babasının intikamını benden alacaktı. Aldous gerçeği benden gizlemişti.

İçimdeki şeytan kulağıma fısıldadı: Al onların canını.

Pokračovať v čítaní

You'll Also Like

539K 31.1K 66
"Bir şey soracağım?" Durup hafif arkamı döndüm. "ALEDA... Ne demek?" " dedi. Güldüm. " Kanatlı demek. " dedim. Kahkaha attı. " Senin kanatların yo...
Algon Orhol Od serro45

Historická beletria

19.1K 725 53
arkadaşlar hikaye tamamen benim kurgum ve benim fikrimi
245K 21.2K 88
(Tarihi ve Fantastik bir hikayedir) İye, nesnelerin içinde var olan, olağanüstü doğasını aktaran gizli güçtür. Onun koruyucusudur. Ayrıca iyiliksever...
VAZİFE Od ALGON

Historická beletria

10.3K 609 26
Osman bey Alaeddine vazife vermişdir. Ama bu vazife onların planladığı gibi olmaz ve başka kötü şeyler olur