RHOSİN

De maddoctorbet

9.6K 1.2K 14.7K

Rhosin diyarı sonsuz baharın eşlik ettiği büyünün canlılara miras kaldığı gerçek üstü bir dünyadır. On büyük... Mais

TANITIM
GİRİŞ: Sonsuz Baharın Hükmü
1. Yadigar: Harikalar Diyarı
3. Yadigar: Kandaki Hüküm
4. Yadigar: Aile Yemeği
5. Yadigar: Gezgin'in Kızı
6. Yadigar: Yalnızlık
7. Yadigar: Hatırası Olan Yadigarlar
8. Yadigar: Pazarlık
9. Yadigar: Masalların Gerçek Yüzü
10. Yadigar: Kehanetler ve Şarkılar
11. Yadigar: Liva Nehri
12. Yadigar: Ölümün Kızıl Gözleri
13. Yadigar: Aile Sırları
14. Yadigar: Açılan Kartlar
15. Yadigar: İblis Kardeşler
16. Yadigar: Albion'da Karşılama
17. Yadigar: Skandalsız Bir Tören, Korkusuz Bir Yetim
18. Yadigar: Şaraplar ve Kuzenler
19. Yadigar: Beira'nın Başkaldırısı
20. Yadigar: Birleşme ve Takdim
21. Yadigar: Yer ile Gök'ün Tanıştığı Gün
22. Yadigar: Kan Mahkemesi
23. Yadigar: Sadakat
24. Yadigar: Altın Dolunay
25. Yadigar: Lanetli Prens
26. Yadigar: Beklenmedik Misafir
27. Yadigar: Aşılmaz Mesafeler
28. Yadigar: Kırılmaz Kılıç

2. Yadigar: Kabul Edilme

346 53 530
De maddoctorbet

Selam :)

İyi okumalar!

------

------

Nesin sen?

Son duyduğum cümle epey bir zihnimde yankılanmıştı, sesi unutulmayacak şekilde aklımın derinliklerine kazınmış bu adam kim cidden merak etmiştim. Nihayet stabil bir yerde durduğumu hissettiğim an gözlerimi açmaya çalışmıştım ancak bu cidden çok büyük bir hata olmuştu. Beynime iğneler saplanıyormuşçasına batan ışıkla beraber başım dönmüştü. Ayakta durduğumu bile anlamamış olacağım ki birinin beni devrilecekken son anda tuttuğunu hissetmiştim.

"Miwa! Yardım çağır." diye bağıran annemin sesini duydum. Beni tutan annem miydi?

"Anne..." diye fısıldadım. Sağ elimle gözlerimi açamasam da beni tutan kişiyi bulmak için havayı taradım. Annemin yumuşacık avcu elimi kavradığında vücudumu basan sıcak yüzünden sağlıklı düşünemeyecek haldeydim. Yine de az çok durum ortada olduğu için söylemeliydim.

"Özür dilerim." diye fısıldadım. Beni terk etmeye hazırlandığı gerçeği hala can sıkıcıydı fakat aylarca onu delilikle suçlamamın da aşağı kalır yanı yoktu. Bilmesi gerekiyordu, şu an bana ne oluyor bilmiyordum, sağ çıkacak gibi hissetmiyordum. "İnanmadığım için..." Cümlemi tamamlayamayacak kadar başım ağrıyınca acıyla inledim. Çektiğim acı dünyamızdaki fiziksel ağrılarım gibi değildi, bana eziyet eden şey bedenim değildi.

Ruhum kanıyordu, sanki keskin iplerle keskin bir şekilde haritalanıyordu.

Annemin bağırışı olduğumuz yerde birkaç kez yankılanınca çok büyük bir yerde olduğumuzu varsaydım.

"Biri yardım etsin artık!"

Sonra az önce tanışmış bulunduğum Watchman'in sesini duydum.

"Endişelenecek bir şey yok Alisa, Rhosin onun kaderini bağlıyor."

Kaderimi mi bağlıyordu? Ağrı başlamadan hemen önce tutunduğum kırmızı halatı düşündüm, yanlış bir şey mi yapmıştım? Bir de dilleri neden kulağa yabancı gelmiyordu? Yani İngilizce mi konuşuyorlardı?

"Ateşinin olması normal mi?" diye soran annemin sesindeki endişeyi hissettim.

"Burada doğsaydı ufak bir bebeklik ateşi olarak bu bağlanma sürecini atlatacaktı." Yabancı bir kadının sesini duyduğumda ruhumda yükselen alevler yüzünden acı dolu bir çığlık daha koparmıştım. "Ancak zalim kızım torunumu benden kaçırdığı için zavallı şu an ömür boyu hatırlayacağı bir acı çekmek zorunda."

Rhiannon... Zihnim büyükannemin ismini fısıldadı. Bunu söylerken sesi o kadar sakin ve şefkat doluydu ki sanki çiçek tarlasında yürüyecekmişim gibi bahsetmişti. Acıdan kendime odaklanabiliyor olsaydım bu rahatlığın nereden geldiğini sorardım.

"Şu an zamanı değil anne, kızım can çekişirken değil." diyen annem son derece haklıydı. Bunu söylemek için ağzımı açmıştım ama dudaklarımdan sadece anlamsız mırıltılar dökülmüştü.

"Rahatlatmak için yollar var ama." dedi Watchman kurtarıcı olarak. Sonra Rhiannon'a ait olmayan bir kadının sesi geldi.

"Küvet hazır."

Olduğum yerden kaldırıldığımı hissetmemle annemin haykırışını duydum.

"Nereye götürüyorsunuz!" Annemin sesinin ekosu oldukça geriden geliyordu, ondan uzakta güvende olamayacağım düşüncesi ile çırpındım ama etrafımdaki kollar buna izin vermedi.

"Yadigarı onu kabul edene kadar burada kalacak." dediğini duydum bir başkasının. Yadigarım mı?

"Sakin ol Gezgin'in kızı, bu acını biraz olsun dindirecek." Başka bir şefkat dolu kadın sesinin ardından birinin saçlarımı okşadığını hissettim. Annemi istediğimi söylemeye çalıştım ama bedenim izin vermedi. Tek kelime dahi dudaklarımdan dökülmedi. Etrafımdaki gürültü anlamsızlaşmaya başladı, annemle Rhiannon'un sesleri birbirine karıştı. Kavga mı ediyorlardı? Bana mı seslenmeye ulaşmaya çalışıyorlardı? Bilmiyordum. Çünkü hissettiğim tek şey soğuk bir suyun içine bırakıldığım olmuştu. Soğuk tüm uzuvlarımı diken diken işgal ederken bilincim acıdan muaf kalmanın huzuru ile kapanmıştı.



˚*・༓☾  ☽༓・*˚



"Tekrar gelmene şaşırdım."

Bilincim bir çiçek gibi duyduğum boğuk sesin etrafında açıldı, tomurcuklandı. Yine o karanlık boşluktaydım ve yine o ses benimle konuşmuştu. O zamanki sorumu yineledim.

"Kimsin sen?"

Ses duraksadı, ne yapacağını bilemiyor olduğunu hissettim. Evet, hissetmiştim. Sanki kendi duygularımmış gibi net ve dürüst... Sesin duygularını hissedebildiğimi anladığımda içimi bir korku kapladı. Akıl Oyunları benzeri bir halüsinasyon yaşıyor olamazdım değil mi?

"Bilmiyor musun gerçekten?" diye sorduğunda başımı iki yana salladım. Göremese bile onun da benim duygularımı hissedebileceğini biliyordum. İçgüdüsel olarak bir bağın iki ucunda olduğumuzu kavramıştım ve bu çok... Doğal hissettiriyordu? Gerçekten kafayı yemiş olmalıydım.

"Bu cahil ayakları bir taktik mi? Seni görüp kabul etmeye gelmem için? Teşekkür ederim ama almayayım tatlım." dediğini duyduğumda söylediği hiçbir cümleye anlam veremedim. Cahil mi? İkimiz de sorularla doluyduk, onun da en az benim kadar karışmış düşünceleri olduğunu görebiliyordum. Ben cahilsem o da benim kadar mevcut durumumuz hakkında bilgisizdi. Sadece o benden daha iyi maskeliyordu, daha profesyoneldi. Bu adam kim bilmiyordum ama boşlukta süzülürken benimle tek iletişim kurabilen oysa buradan kurtulmak için onunla iş birliği yapmam gerektiği açıktı. Aklımı yitiriyor olabilirdim belki ama bu sesle bağım bir amaca hizmet ediyor olmalıydı.

"Ne diyorsun sen? Hiçbir şey anlamıyorum. Hem ne kabul etmesi? Tekrar soruyorum nesin ve kimsin?" diye karşıt sorularımı yönelttim. Karşımdaki her ne ise kendi içinde büyük bir ikileme düştü. Bağımızdaki dürüstlük ikimiz için de yeterli bir kanıttı, bunu o da biliyordu. Aklıma ruhum parçalanıyormuş gibi hissettiğim an geldiğinde onun kim olduğunu bir kenara bırakıp yardım istemeye odaklandım.

"Bak nerede olduğumu bilmiyorum, annemin bahsettiği diyarın böyle karanlık bir boşluk olmadığından eminim." dedim kendi durumumu özetleyerek. Belki anlatırsam yardımcı olmak isterdi. "Benim dünyamda sihir yok, büyülü aynalar veya konuşan ışık hüzmeleri yok." Aklıma Clio'nun büyüleyici silueti düştüğünde Rhosin'e ilk yolculuğun zor olacağını söylediğini anımsadım. "Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Rhosin'e nasıl gideceğimi de... Bana yardım edebilir misin?"

Bir iç çekiş duydum ondan, ikileminin büyüdüğünü hissettim. Bir ucu kasıp kavuran şiddetli bir öfkeydi ki neye öfkeli olduğunu çözememiştim. Diğer uçta ise saf bir merak vardı, alışık olmadığı bu duruma karşı olan ilgisi karşı koyamayacağı kadar büyüktü.

"Sen az önce benden rica mı ettin?" diye sorduğunda anlamayarak duraksadım. Belli değil miydi?

"Evet, lütfen şu boşluktan çıkmama yardım eder misin?"

"Lütfen mi?" Merakı daha da büyüyen ses "İlginç." diye mırıldandı kendi kendine ama bir boşlukta asılı olduğumuz için duymuştum.

Arkamda kızıl bir duman belirdiğinde irkildim. Varlığımın etrafında duman turlarken beni incelediğini hissettim. Yüzümün önünden geçtiğinde refleks olarak hapşırmıştım. Çıkan kaba sesle onun kahkahası boşlukta yankılanırken ben kızıl bir dumana rezil olmanın utancını taşıyordum.

"Utanacak bir şey yok tuhaf kız, sihirsiz bir dünya demiştin değil mi?"

Başımı salladım. Duygularını yokladığımda merak ve ilginin katlandığını öfkenin diğer uçta biraz olsun söndüğünü hissetmiştim. Biraz halden anlamasını bekliyordum, böyle bir şey başına ilk kez geliyor olamazdı değil mi?

"İlk kez geliyor, diyarlar arası yolculuk yaptığın için bu kadar geç kalmış olman muhtemel. Normalde zırlayıp duran sesine katlanamadığım bir bebek olmalıydın." Yani tüm bu çile bu diyara sonradan geldiğim içindi. İyi de bu hala karşımdakinin kim olduğunu açıklamıyordu. Duman karşımda durdu, uzun boylu bir insan şekli aldı ama hala dumandan bir tabakaydı. İçindeki kızıl ışıltılar çok ilgi çekiciydi, bakışlarımı silüeti boyu hayran kalarak izlemeden edememiştim. Elini çeneme yaklaştırdığında bileğini havada yakaladım, oradaki duman dağılırken duygularındaki öfkenin yükselmesini bekledim ama hayır, yükselmemişti.

Bunu eğlenceli bulmuştu.

"Yardım etmemi istiyor musun istemiyor musun?"

Gözlerimi devirip çenemi kaldırmasına izin verdim. Dokunuşu kuş tüyü kadar hafifti, hatta o kadar hafifti ki şeffaf diyebilirdim. Kirpiklerimin altından baktığımda kızıl dumanın içinden bana bakan bir çift göze şahit oldum, göz göze geldiğimiz anda şaşkınlıkla dudaklarım aralanırken ondan bir küfür boşluğa süzülmüştü.

"Siktir... Şimdi de bir hükümdarla mı lanetlendim?"

Bağın ucunda yükselen öfkesini hissedebiliyordum ama benim aklım biri yağmur bulutları kadar gri diğeri ufuk kadar mavi olan gözlerinde kalmıştı. Hayatımda ilk kez heterokromisi olan biriyle karşılaşmış biri olarak büyüleyici bulmuştum. Beni bu hülyasadan çıkaran ciddi anlamda kabarmış olan negatif duyguları olmuştu, kendimi savunma ihtiyacı hissettim.

"Ben bir hükümdar değilim. Sadece kaybolmuş biriyim."

"Kanında hüküm akıyor." dedi kızıl duman dağılarak. Tekrar etrafımda dönmeye başladığında bu kez daha agresifti. "Şu an olmasa bile kanın durmayacak. Hiçbir hükümdar durmaz."

"Bak seni anlamıyorum." dedim daha açık olmaya çalışarak. Kandaki hüküm mevzusunu annem de dile getirmiş ama konuyu açmamıştı. Gerilmeye başlamıştım, sonsuza kadar bu karanlıkta hapsolmak istemiyordum. Tüm bunları nasıl sakin karşılıyordum onu da anlamıyordum, vücudum hissizdi. Ruhum az önceki çektiğim acı yüzünden fazlasıyla hırpalanmıştı ve beynim etrafımda olan hiçbir şeye yetişemiyordu. Ama yine de... İçgüdülerim onunlayken tehlikedeymişimcesine atakta değildi aksine güvendeymiş gibi uykudaydı. "Sadece anneme dönmek istiyorum. Bana yardım edebileceğin ortada, lütfen artık bana yardım eder misin?"

Beni hiç duymamış gibi davrandı.

"Hala emir vermemiş bir Ras, üstelik hükümdar gözleri de varken ha? İlginç."

Tepem atmak üzereydi. Öfkesi yine o eğlenen havası ile yer değiştirmişti, bundan keyif alıyordu. Tam küfretmek için ağzımı açmıştım ki dumanın uzanıp arkadan ağzımı kapattığını hissettim. Eli somutlaşıp beyaz bir ten içinde toplandı, bunu fark ettiğim an elinin altında korkuyla debelendim ama kurtulamamıştım duman beni çoktan sarmıştı. Kızıl dumanın arkamda bir bedene dönüştüğünü hissettiğimde tüm vücudum kaskatı kesildi ve bir an gerçekten ne yapacağımı bilemedim.

"Çok ayıp tatlı hükümdar, tam da sana yardım etmeye ikna olmuştum."

Elini ısırdığımda bunu beklemediği için küfrederek tekrar duman formuna döndü, yüzünü göremedim. Bu kez bağ üzerinde yükselen benim öfkemdi, korku öfkemi beslese de makul davranmaya çalıştım. Benim yıkıcı duygularımın bağa yüklenmesi onu sadece daha fazla eğlendirdi ki tekrar bir kahkaha kopardı.

"Benimle daha fazla dalga geçme, sonsuza kadar senin ilginç bulduğun bu boşlukta kalmaya niyetim yok."

"Elbette yok, olmamalı da. Seni kabul edeceğim tuhaf kız ancak ufak bir isteğim var."

Gerildim. Annemin yanına dönmek için kabul edilmem gerekiyordu ama ne için? Bunun cevabı için daha fazla oyalanamazdım, çözüme bu kadar yakınken anlaşma fırsatını kaçırmak istemedim.

"Ne istiyorsun?"

"Önemli bir şey değil, sadece ismini istiyorum. Kiminle bağlandığımı bilmek istiyorum."

Yutkundum. Bağımızın buradan çıktıktan sonra da süreceğini düşünmemiş olduğumdan afallamıştım. Şaşkınlığımı ve gerginliğimi hazmetmemi bekledi, benim duygularımı aynı onunkini gördüğüm gibi saydam bir şekilde izleyebilmesi iki kat tedirgin edici olsa da daha fazla burada kalamazdım.

"Ophelia." diye fısıldadım. Aklıma onun ismini bilmediğim geldiğinde daha cesaretli bir şekilde tekrarladım. "Ophelia Farewell, senin ismin ne?"

Tüm konuşmamız boyunca yaptığı gibi sorumu tamamen duymazdan gelmişti.

"Ophelia..." Tınısı hoşuna gitmiş gibi ismimi birkaç kere tekrarladığında aklımda klişe Shakespeare diyalogları dönmesine engel olamadım. O da kendisine son derece yabancı düşüncelere tahammül edememiş olacak ki nihayet sözünü tutmaya karar verdi.

"Bir Ras ile tanışacağıma bu kadar memnun olacağımı asla tahmin etmezdim. Yine de sakın beni bulayım deme Ophelia, çünkü bulursan..." Söylemeden önce duraksadığında yükselen ölümcüllüğü damarlarımı yakarak ruhumu tavaf etti. Tehlikeli aurası vücudumda iz bırakmak istercesine bedenimi yalayarak geçtiğinde içgüdülerimin onu nasıl güvenli diye tanımladığına asla anlam verememiştim. "Sonraki sefere bu kadar nazik ve uslu olmayacağım."

Tehdidi beni ses tonu kadar korkutmadı, aksine rahatlattı.

"Kim olduğunu bile bilmiyorken seni nasıl bulabilirim ki?"

Kırmızı duman tamamen bedenimi sardığında sorum karşısındaki şeytani sırıtışını kemiklerimde hissetmiştim.


˚*・༓☾  ☽༓・*˚



Nefes nefese içinde bulunduğum soğuk sudan doğruldum. Hava açlığım yüzünden göğsüm o kadar yanıyordu ki bir süre nasıl soluk alacağımı hatırlayamamıştım. Ellerimle dayanak arayarak sağa sola çırpındığımda bir küvette olduğumu fark ettim. Sakinleşmek için derin derin nefes alıp verdiğimde görüşüm netleşti. İçinde bulunduğum suya odaklanabildiğimde donakaldım, gümüşi ışıltısı adeta bir inciyi andıran berrak suyun içinde bacaklarımı oynattım. Parmağımı büyülenmişçesine suda gezdirirken kıkırdamadan edemedim. Su sanki kıkırdamama yanıt verircesine daha da ışıldadığında küçük bir çocuk gibi suyun içinde elimi çırpıp çıkan rengarenk köpükleri izledim.

Tam o anda tepemde biri boğazını temizledi.

Başımı şaşkınlıkla kaldırdığımda beni izleyen ikisi erkek olmak üzere altı tane en az benim kadar kızıl kafayı fark ettim. Adeta Aşk ve Gurur setinden fırlamış gibi giyinmişlerdi, üzerlerindeki harika duran dönem giysileri o kadar şıktı ki hangisininkini inceleyeceğimi şaşırmıştım. Karşılarında bisikletçi taytı ve tişörtle küvette oturduğum düşünülünce... Aklıma gelen bu gerçekle hemen dizlerimi kendime çekip kollarımı etrafıma sardım. Islaklıktan dolayı üzerime yapışmış olan eflatun tişörtüm hayal gücüne çok alan tanımıyordu çünkü. Işıl ışıl suyun büyüsü kaçmıştı, karşımdaki beni merakla izleyen hiç kimseyi tanımıyordum. Yine de bazı şeyleri tahmin etmek kolaydı. Hepsinin birbirine daha da önemlisi bana benziyor oluşu her birinin akrabam olduğu anlamına geliyordu.

İlk konuşan soldan ikinci kafa olan oğlan olmuştu.

"Deard bağı içinde doğmuş, sorun yok."

Gözlerimi onlardan ayırıp bulunduğum odayı inceledim, artık insanların anlamadığım şeyler hakkında lak lak edişine takılıp koz vermeyecektim. Çok geniş ve yüksek tavanlı bir banyodaydım, altın işlemelerle süslenmiş duvarlar ve en az iki buçuk metre uzunluğundaki geniş el oyması kapılar bana Viktoryen dönem esintileri taşıyan sarayları çağrıştırmıştı. Ben çok inceleyemeden bu sefer de az önce tek kelimesini anlamadığım çocuğun bir yanındaki kız konuşmuştu.

"Uğursuz değil yani?"

Onun yanındaki kız uğursuzluğumu sorgulayana bir tane geçirdiğinde hala şok içinde onları izliyordum. Lacivert gözler, bakır kızılı dalgalı gür saçlar ve burundaki hafif çillerle anneme o kadar çok benziyorlardı ki... Bir de tabii ki bana... Bu çok... Tuhaf hissettirdi?

"Gözlerini görmüyor musun sersem! Kanında hüküm akıyor." Bunu dedikten sonra bana genişçe gülümsedi kız, diğerlerinden daha minyondu. "Sen Beira'nın kusuruna bakma, Gezgin'in ani dönüşü hepimiz için büyük bir sürpriz oldu."

"Hüküm mü!"

Bunu şaşkınlıkla soran bana bakan altı kafadan biri değildi, hayır. Beira'nın kafasının üstünden beni daha net görmek için havada ağırlığı yokmuşçasına yükselen patisi hemen çenesinin altında duran oldukça da tombul olan sarman kediydi.

"Gözleri gerçekten mor." dedi haykırırcasına. Buraya kadardı. Algılarımın ucunda hissederken beni uçurumdan iten, daha fazla taşıyamadığım şey uçan sarman kedi olmuştu. Beynim ve vücudum daha fazlasını kaldıramadı.

Kahkahayı bastım.

O kadar çok güldüm ki krize girmiştim, bunlar gerçek olamazdı. Bu kadar gerçekçi olamazdı. Gözlerim tekrar uçan kediye takıldığında göğüslerimin deşifre olması zerre umurumda olmadan tutunma ihtiyacı ile küvetin kenarlarına sarıldım. Kahkahalarla vücudum o kadar çok sarsılıyordu ki beni sabit tutacak bir şeye ihtiyacım vardı. Benimle boşlukta hapsolup sonra tehdit eden kızıl dumanın hemen ardından havada süzülen Garfield ile sınanmak beklentilerimin çok ilerisindeydi. Ayna ve gölgelerle ilgili fanteziler ile uğraşmanın çok daha kolay olacağını hayal bile edemezken buradaydım işte. O kadar çok gülmüştüm ki gözümden yaş gelmişti.

"Deli değil bu kız değil mi?" diye benim için endişelenerek sordu sağ başımdaki kadın. Diğerlerinden yaş olarak daha büyük durduğunu söyleyebilirdim. Kahkahalarımın arasından ona hak vererek cevap verdim.

"Ben de aynı şeyi merak ediyorum inanır mısın!"

Sanırım cidden tımarhanedeki o yatakta yatıyordum ve birazdan çay içmeye çılgın şapkacı ile beyaz tavşan gelecekti.

Arkadan gelen bir kapı açılma sesi bunu doğruladığında bu kez o kadar şiddetlenmişti ki kahkahalarım yanaklarım yırtılacak gibi ağrımaya başlamıştı. Ruhumun gelir gelmez iplerle lime lime edilişi ve onun verdiği acılar zihnimde dolaşırken gözümden birkaç damla daha yaş aktı. Akli dengemi fazlasıyla yitirmiştim ama gelen Şapkacı ve tavşan değildi.

Annem ve tıpa tıp kopyası olduğum mor gözlü fazlasıyla görkemli kadındı. Annemi görmek beni rahatlatırken yanındaki onun kadar genç görünmesine rağmen içgüdüsel bir şekilde büyükannem olduğunu düşündüğüm kadın ister istemez tüm odağımı kendisinde topladı. Onun Rhiannon olduğunu biliyordum, damarlarımdaki kan tıpkı annemi hissettiği gibi onu da tanıdıklıkla karşılamıştı. Asilliği Jane Austen romanlarından birindeymiş hissi uyandırıyordu, gözlerimi ondan alamıyordum. Üzerindeki mor elbisenin göğüs ve bel kısmı tam oturuyor, fiziğinin kusursuzluğunu vurguluyordu. Kabarık eteğindeki fazlasıyla özenilmiş bir hikaye anlatırcasına şiirsel lila ve gümüş desenleri omuzlarında ve kollarında da görebiliyordunuz. Salaş bir örgüyle sağ omzunun üzerine uzanan kızıl saçlarına, güçlü bir o kadar da bilge ametist bakışlarına hayran kalmıştım.

Kahkahalarım yavaşlarken belki de ilk dikkat etmem gereken şeyi en son fark etmenin verdiği salaklık hissiyle büyükannem Rhiannon'un başındaki taca baktım. Elmaslarla ve mor kristallerle örülmüş zarif taçtaki mavi pembe ışıltılar göz alıcıydı. Gözlerim anneme kaydı, yüzü baya baya sirke satıyordu. Bakışlarımız buluşunca zoraki gülümsedi, lacivert bakışlarındaki yılmışlığı tanıyordum. Onu yıpratan sonuçsuz bir tartışma yaşadıktan sonra yanıma hep aynı yorgunlukla gelirdi.

Başımdaki altı kişi bir anda küvetin önünden uçarcasına kenara çekildiler, sarman kedi bile yere inmiş ismini yeni öğrendiğim Beira'nın bacaklarının arkasına saklanmıştı. Pozisyonlarına yerleşen ciddiyet beni de germişti. Kenarlardan tutunarak küvette ayağa kalktığımda az önce uğursuzluğum sorgulandığında milleti susturan kız hemen üzerime bir havlu sardı. Ona minnetle gülümsediğimde fazlasıyla şirin diyebileceğim muzip bir tebessüm almıştım. Küvetten çıkmama o az önce anlaşılmaz konuşan oğlan yardım ettiğinde çıplak ayak muhtemelen oldukça önemli bir soylunun karşısında dikiliyordum. Yerdeki hala beni izleyen sarmana kaydı gözüm.

Uçan kedinin yanında kesinlikle sönük kalmıştı.

"Helia?" diye sesle seslerek dikkatimi çekti büyükannem. bulunduğum bana doğru birkaç adım atarak. Kontrol etmek ister gibi temkinli yaklaşıyordu. Ben de gerginliğimin sesime yansımasına engel olmaya çalışarak sorguladım.

"Büyükanne?"

Rhiannon'un gözleri dolduğunda etrafımdan alelade seslenişim hakkında şaşkın mırıltılar duydum. Bu kadar geleneklerine cahil olduğum bir evrende ne yapsam insanlara batacaktı bu yüzden takılmadım. Büyükannem de takılmamış olacak ki hızlı adımlarla aramızı kapatıp bana beklemediğim şekilde sımsıkı sarıldı. Güz yağmurunun ortasında kalmış gibi sırılsıklam olmama aldırmamıştı bile. Sanki ömrü boyunca bu anı beklemiş gibi...

Ellerim iki yanımda öylece kalırken yardım istercesine kadıncağızın omzunun üzerinden anneme yardım isteyen bakışlar attım. Annem resmen sarıl bir şey olmaz dercesine eliyle geçiştiren hareketler yaptığında ürkekçe ellerimi sırtına koydum.

Büyükannem bir adım geri çekilip yüzümü avcunun içlerine aldığında göz göze geldik, annemden tekrar yardım isteyemeyeceğim gerçeği tedirgin ederken sevimli bir şekilde gülümsemeye çalıştım. Onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Ona karşı olumlu ya da olumsuz bir his besleyemiyordum. Bunların hepsini biliyormuş gibi anlayışla gülümsedi ve yanaklarımı uzun parmaklarıyla okşadı.

"Evine hoş geldin."


- Bölüm Sonu -

Yorum ve oylarınızı bekliyorum.

Sevgiler...

-B

Continue lendo

Você também vai gostar

1.7M 14.3K 5
İki sene boyunca, insancıl yanını uzaktan keşfettiği Tarık'a umutsuzca aşık olan Ela, bir gün kendisini ona fark ettirmeye kararlıdır. Ancak bu farkı...
7.4K 1.6K 28
"HİÇBİR ŞEY BİR ARADA OLMASI GEREKEN İKİ RUHU AYIRAMAZ." Vanessa ve Damien'ın ilişkileri giderek derinleşmeye başlarken saldırganlaşan sınır hayvanla...
82.1K 581 24
Bu kitapları ben öneriyorum. Gerçekten başarılı yazarlar var. Bunlar Benim size tavsiyem. eski ad:ezgizem_funclub
6M 272K 62
Hayatım boyunca öldürmek için yetiştirildim... Bunun normal olduğu öğretildi bana.... Ama şimdi bir ölü yerine, bir canlıya sokulmamı istiyorlar...