OYUNBAZ 7 TUTSAK 1 ÖLÜ (+18)

By Limaei

4.5M 383K 529K

1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İ... More

▂ ▄TANITIM▄ ▂
▂ ▄TANITIM FİLMİ▄ ▂
TUTSAKLAR& OYUNBAZLAR
BÖLÜM 1 • GÜN 1
BÖLÜM 2• GÜN 1'
BÖLÜM 3 • GÜN 1''
BÖLÜM 4• GÜN 2
BÖLÜM 5• GÜN 7
BÖLÜM 6 • GÜN 7'
BÖLÜM 7• GÜN 8
BÖLÜM 8• GÜN 8'
BÖLÜM 9• GÜN 8''
BÖLÜM 10• GÜN 8'''
BÖLÜM 11• GÜN 9
▂ ▄TANITIM FİLMİ 2▄ ▂
BÖLÜM 12• GÜN 9'
BÖLÜM 13• GÜN 9''
BÖLÜM 14• GÜN 11
BÖLÜM 15• GÜN 11'
BÖLÜM 16• GÜN 11''
BÖLÜM 17• GÜN 15
BÖLÜM 18• GÜN 15'
BÖLÜM 19• GÜN 17
BÖLÜM 20• GÜN 17'
BÖLÜM 21• GÜN 18
BÖLÜM 22• GÜN 25
BÖLÜM 23• GÜN 27
BÖLÜM 24• GÜN 28
BÖLÜM 25• GÜN 29
BÖLÜM 26• GÜN 30
BÖLÜM 27• GÜN 30'
BÖLÜM 28• GÜN 30''
BÖLÜM 29• GÜN 30'''
BÖLÜM 30• GÜN 31
BÖLÜM 31• GÜN 31'
BÖLÜM 32• GÜN 32
BÖLÜM 33• GÜN 34
BÖLÜM 34• GÜN 34'
BÖLÜM 35• GÜN 34''
BÖLÜM 36• GÜN 34'''
BÖLÜM 37• GÜN 34''''
BÖLÜM 38• GÜN 35
BÖLÜM 39• GÜN 35'
BÖLÜM 40• GÜN 35''
BÖLÜM 41• GÜN 36
BÖLÜM 42• GÜN 39
BÖLÜM 43• GÜN 39'
BÖLÜM 44• GÜN 40
BÖLÜM 45• GÜN 40'
BÖLÜM 46• GÜN 42
▂ ▄TANITIM FİLMİ 3: FİNALE DOĞRU▄ ▂
BÖLÜM 47• GÜN 43
BÖLÜM 48• GÜN 43'
BÖLÜM 49• GÜN 43''
BÖLÜM 50• GÜN 44
KALBİMİN İÇİNDEN BİR TEŞEKKÜR
INSTAGRAM CANLI YAYIN
▂ ▄2. KISIM: OYUNBOZAN TANITIM▄ ▂
▂ ▄OYUNBOZAN TANITIM FİLMİ 1▄ ▂
BÖLÜM 51• KAZANAMAYAN
BÖLÜM 52• KAYBEDEMEYEN
BÖLÜM 53• GÜN 70
BÖLÜM 54• GÜN 73
BÖLÜM 55• GÜN 82
BÖLÜM 56• GÜN 89
BÖLÜM 57• GÜN 90
BÖLÜM 58• GÜN 90'
BÖLÜM 59• GÜN 90''
BÖLÜM 60• GÜN 90'''
BÖLÜM 61• GÜN 90''''
BÖLÜM 62• GÜN 90'''''
BÖLÜM 64• GÜN 92
BÖLÜM 65• GÜN 93
BÖLÜM 66• GÜN 93'
BÖLÜM 67• GÜN 93''
BÖLÜM 68• GÜN 93'''
BÖLÜM 69• GÜN 94
BÖLÜM 70• GÜN 95
BÖLÜM 71• GÜN 95'
BÖLÜM 72• GÜN 96
BÖLÜM 73• GÜN 96'
BÖLÜM 74• GÜN 96''
BÖLÜM 75• GÜN 97
BÖLÜM 76• GÜN 98
BÖLÜM 77• GÜN 98'
BÖLÜM 78• GÜN 98''
BÖLÜM 79• GÜN 99
BÖLÜM 80• GÜN 100
BÖLÜM 81• GÜN 102
BÖLÜM 82• GÜN 102'
BÖLÜM 83• GÜN 102''
BÖLÜM 84• GÜN 103
BÖLÜM 85• GÜN 103'

BÖLÜM 63• GÜN 91

75.2K 4.6K 10.3K
By Limaei

Selamlar çiçeklerim!

🎵 Lethal- Point North 

[Başkalarına acımak yok
Çünkü bildiğim her şey, her zaman bırakıp gidecek gibi gözüküyor
Hayatımı asla geri kazanamamak için hızlı yoldayım
Biliyorsun, ölümcül, iliklerime kadar zehirliyim

O yüzden git, hayatını geri al

Şimdi tanımadığım biri olabilirsin
Ve belki bir gün beni görürsün
Ve eğer bana bağırmak ve beni vazgeçirmek istersen
Yap şunu

Sadece seni kurtarmak istiyorum
Bunu asla anlamayacaksın

Sonucu biliyorum
Ve sana bunu yaşatmayacağım

En kötüsünün ne zaman gerçekleşeceğini hayal bile edemezsin.
(Çünkü saatli bomba gibi tıklıyorum)

Kalk, git 
Benim için artık çok geç
Seni aşağı sürükleyeceğim, yerin altına benimle birlikte
Bu yüzden sadece kendini kurtar, biliyorsun ben ölümcülüm

Belki bana hatırlatacak birine ihtiyacım var
İçimde iyilik olduğunu
Ve bunun savaşmaya değer olduğunu

Belki bana hatırlatacak birine ihtiyacım var
Geçmişi arkamda bırakmak için
Hepsinin beni tanımladığını

Beni tanımlayacak bir şey istiyorsun, evet
Kimse beni tanımlamak istemiyor]

İyi okumalar aşklar ♥

(Tatlıs tatlıs konustum ama kaos var he)

• • •

"Yedi tutsak."

• • •

Afra Ahsen Çakmak / Tutsak 7

30 Temmuz 2021

Çığlığa benzer sesler ve düzenli gümbürtüler kalp atışlarıma meydan okurcasına içimde yankılanırken bilincimi kendi ellerimde hissettim.

Kalbimin atıp atmadığından emin değildim. Tenime baskı yapıp damarlarımdaki kanı titreten ses, kalp atışlarımdan daha güçlüydü. Ve sanki içimde atan tek şey oydu. Bana kalbim varmış gibi hissettirerek bir insan olduğuma dair beni kandırmaya çalışıyordu.

Gözlerimi zar zor aralamayı başardığımda ilk gördüğüm şey bulanıklıktı. Gözlerimi kırpıştırmaya başladığımda ise bulanık dünyam yavaşça netleşmeye başladı. Bedenimi ve kullanabileceğim uzuvlarımı hissetmeye başladığımda ilk önce yüzümde gözlük olduğunu fark ettim. Dudaklarımı aralayıp rahatlamayla kısa bir nefes verdiğimde açlığın ve hastalığın kokusu burnuma doldu. Kurumuş ağzıma rağmen yutkunmaya çalıştım.

Sesin çığlık sesi değil, zil sesi olduğun fark ettim. Bu, Daire 13'de bizi uyandıran o zilin sesiydi ve her ne kadar haftalardır bu sesi duymamış olsam da şimdi, uyanık zihnimle her şeyi anlamlandırabiliyordum.

Dün akşam. Kutay. Maskeli iki adam.

Kutay gitmişti.

Zihnim tam uyanıklığına kavuşurken gözlerim hızla etrafı taradı. Etrafımda bir maskeliyi görecek olma korkusu gözlerimin direkt irileşmesine neden olmuştu. Ama kimse yoktu. Salondaydım ve tek başımaydım.

Patlamış balonların cesetlerinin mermilerle birlikte yattığı zemine gözlerim değip geçti. Mermileri görür görmez sırtımı rahatsız eden bir şeyler olduğunu fark ettim. Gözlerimi koltukların üzerine kaydırdığımda koltukların da mermilerle delik deşik olduğunu gördüm. Masanın üzerinde dağılmış pasta kalıntıları vardı.

Dün akşam.

Sigara, pasta, alkol.

"Siktir," diye mırıldandım kuru bir sesle. Kendi sesimi duyamamıştım bile.

Üçlü koltukta bir bacağım ve bir kolum koltuğun dışına sarkmış bir şekilde uyuyakalmıştım. Kolumdaki karıncalanmayı durdurmak için diğer elimle koluma sarılırken hala Zeliha'nın beyaz önlüğüyle ve kıyafetleriyle olduğumu fark etmek boğazımın düğümlenmesine neden oldu. 

Tepsiyle bayılttığın kadın.

Gözlerimi yumup derin bir nefes aldım ve bunu zihnimin derinliklerine gömdüm.

Sadece bayılttın mı?

Tüm vücudum, özellikle tek bir kolum sızlarken zar zor doğruldum. Dişlerimi birbirine bastırıp ağrıyı kendi kendime azaltmaya çalışırken ilaçlara ihtiyacım olduğunu fark ettim. Bedenimdeki bu ağrıyı ve acıyı durduracak bir şeye ihtiyacım vardı.

Ya da ölmeye.

Bir elimi alnıma bastırıp dişlerimin arasından kesik bir nefes verdim.

Ölüm'ün maskelileri Kutay'ı alıp götürmüştü.

Kutay'ın tüm o korkunç gerçeklerini yüzüme vurarak üzerime yürümesinden hemen sonra.

Peki ya gece ne olmuştu?

Zamanın bağları ve hızı zihnimde bir şeyleri benimle birlikte alıp götürürken her şey silikleşmiş gibiydi.

Dış kapıya öylece bakakaldığımı anımsıyordum. Sonra... Ağlamıştım. Evet, evet. Banyoya gitmiş ve yüzümü defalarca yıkamıştım. Saçlarımı geriye yatırıp gözlerimi aynadaki yansımama dikmiştim. Kendi kendime konuşmuştum.

Ellerimin titrerken sakinleşmek için sayıları saymaya başlamıştım. Sayıları sayarken on üçü atlayıp durmuştum.

Sonra... Üzerime bir ağırlık çökmüştü. Ve sanırım uyuyakalacağımı anladığımda kendimi gelip bu koltuğa bırakmıştım.

Ama... Nasıl uyuyakalmış olabilirdim ki? Kendimi biraz olsun tanıyorsam... Gece uyuyamamış olmam gerekirdi.

Parmaklarımı alnıma bastırırken bunları düşünmenin bile başımı ağrıttığını fark ettim. Bunun iki yudumluk alkolden olduğunu sanmıyordum. İlaçlara ihtiyacım vardı ve... Zorlanıyordum.

Kendi zihnimle zorlanıyordum.

Dün olanları düşünürken zorlanıyordum.

Göğsüme bir ağrı çökerken buna bir duygunun ismini vermemeyi seçtim. Dudaklarımın titrememesi için onları birbirine bastırıp koltuğun kenarına tutunarak zar zor ayağa kalktım. Kalkmamla birlikte iki mermi koltuktan yere düştüğünde boş gözlerle yuvarlanıp giden mermileri izledim. Adım atmadan önce ayak tabanlarımdaki ağrının ve bacaklarımdaki sızlamanın biraz olsun azalmasını bekledim fakat tabii ki böyle bir şey olmadı.

Ölüm'ün bana verdiği maskenin etrafta görünmediğini fark ettim. Gözlerimi dış kapıya doğru kaydırdığımda bile ne bir kutu, ne de maske görebilmiştim. Kitaplıkta da yoktu ve... Maskeyi nereye koymuştum?

Şu an maskenin bir önemi var mıydı?

Ağrılı bedenimle, ayaklarımla mermileri sürüyerek solumda kalan kameralı silahlardan birine yaklaştım. Elimi cebime atıp telefonu cebimden çıkardıktan sonra gözlerimi kameraya sabitledim. "Ona ne yaptın?" derken sesim titremedi bile. Fakat zilin sesinin altında sesim yine boğulmuştu.

Telefonu göğsüme doğru kaldırdım. Ekran bir mesajla aydınlanana kadar gözlerimi silahın kamerasından ayırmadım.

Ölüm: Seni duyamıyorum.

"Ona ne yaptın?" derken bu sefer sesimi yükselttim. Parmaklarımın telefonu kavrayışı sıklaşmıştı. "Söyle!"

Ölüm: SENİ

Ölüm: DUYAMIYORUM

Dudaklarım sızlarken acıklı bir şekilde gülerken buldum kendimi. Duyamıyor muydu? İşine gelseydi duyabileceğini biliyordum. Yine benimle oynuyordu. Çünkü oyun oynamaya hasret kalmış küçük orospu çocuğunun tekiydi.

Dişlerimi birbirine bastırıp telefonu indirdim. Telefonu cebime koyacakken gözlerim ekranda beliren yeni yazıya takıldı.

Ölüm: Tek istediğim seni kurtarmaktı.

Dudaklarımın arasından histerik bir gülüş kaçıp gitti. "Beni kendinden kurtar." 

Telefonu pantolonumun cebine soktum. Parmaklarım cebin içine girdiğinde ise elime bir şeyin değdiğini fark ettim. Bir tür... Kağıt mıydı?

Kaşlarım çatılırken telefonu cebimden çıkardım ve parmaklarımı içeriye daldırıp cebi ters düz ettim. Yerdeki mermilerin üzerine bembeyaz bir kağıt düştü. Ağrılarıma aldırmadan dizlerimin üzerine çöktüğümde birkaç mermi dizlerimin altında kıpırdandı. Parmaklarım kağıdı kavradı.

Bu bir kağıt değildi.

Bir fotoğraftı.

Fotoğraf bir parkta çekilmişti. Arkada bomboş iki salıncak, kaydırak sırasında başka çocuklar vardı. Güneşli bir gün değildi fakat sabah olduğu belliydi. Fotoğrafın odağında ise iki kişi vardı. Kocaman gülümseyen, beş- altı yaşlarında gözüken oğlan çocuğunun yanında bir dizinin üzerine çökmüş bir kadın vardı. Orantılı ve sıradan bir güzelliğe sahip yüz, biraz uzun saçlar... Bu, üzerimdeki kıyafetlerin sahibiydi. Zeliha'nın ta kendisiydi. Sadece... Biraz daha genç gözüküyordu.

Kardeşi miydi?

Ya da çocuğu muydu?

Bu çocuğun onun için önemi neydi?

Zeliha'nın yüzündeki gülümsemeye bakakaldım. Gözlerim onunla çocuk arasında gidip gelirken boğazım yanıyordu.

Burnundan kan gelene, gözleri kapanana kadar ona vurmuştum. Kıyafetlerini aceleyle üzerinden çekip alırken tırnaklarım tenine sürtünmüştü. Onu öylece bağlayıp bırakmıştım.

Ölüm kaçmama bilerek izin verdiğine göre bunun için Zeliha'yı cezalandırmazdı, değil mi?

Bu küçük çocuğu cezalandırmazdı, değil mi?

İlk doktorumun, Senem'in, ölümü gözümün önüne gelirken çorbaya atlayan kanı, onun domuza benzeyen bedeninin sürükleyerek kapıdan çıkarılmasını anımsadım. Ölüm, kızını da öldürdüğünü söylemişti. Kızının kaç yaşında olduğunu o da, Senem de hiçbir zaman söylememişti.

Onun ölümü bir kere bile kabuslarıma konu olmamıştı.

Fotoğraftaki çocuğun yüzüne bir damla düştüğünde ağladığımı fark ettim. Kısa bir hareketle burnumu sertçe çektim ve alelacele ayağa kalktım. Fotoğrafı katlayıp cebime sıkıştırırken telefonu sol cebime koydum. Elimi cebimden çıkardığımda parmaklarım titriyordu. Hızla gözlerimdeki ıslaklığı silip gözlük camımın altında takılı kalmış damlaları leke yapmasını umursamadan temizledim.

Herkesin kaybedecek bir şeyi vardı.

Senin gibi ruhsuzun teki dışında.

Odaların olduğu koridora doğru yürümeye başladım. Zil sesi yüzünden kalp atışlarım hâlâ kulağıma ulaşmıyordu ve yaşamadığıma dair tuhaf bir şüpheye düşmüştüm. 

Güneş ışığı bir adım atarken yüzümü yalayıp geçti. Salona vuran güneş ışığı bile bana sabah hissiyatı vermiyordu. Zihnim de bedenim de önceki akşamda kalmıştı.

Sesin bu kadar tiz ve yüksek olmasının sebebi kimsenin odasından çıkmamış olması olmalıydı. Ben kapıyı vurup çıkmadığımda Gökhan da bu sesi duyamadığı için çıkmamıştı belki de... Her şeyin bir sırası olması gerekiyordu. Ölüm'ün istediği düzenin bir parçasıydı bu.

Yine de...

Kimsenin çıkmaması normal miydi?

Belki de bu evde olan tek kişi sensindir.

Göğsümdeki ağrı artarken bir şeylerin ters gittiğini düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Koridora açılan kırmızı çizginin bir tarafında durup kapalı kapılara bakarken bu his daha da şiddetlenmişti.

"Gökhan!" dedim zar zor. Zil sesi yüzünden kendi sesimi bir fısıltı gibi duymuştum. Bağırmam gerekiyordu fakat boğazım kaşınıyordu. Bir yudum su içmem gerekiyordu yoksa öksürüklere boğulacaktım.

"Gökhan!" diye bağırdım.

Sesim biraz olsun zil sesinin seviyesine ulaşsa da onların beni duyabileceğini sanmıyordum. Beklediğim gibi kuru bir öksürük krizi sırtımı sarsarken sol omzumu duvara yaslayıp bir elimi ağzıma kapatarak öksürük krizinden susuz bir şekilde kurtulmaya çalıştım. Gözlerim yaşarmıştı ama yine de su içmek için mutfağa gidip geri dönecek gücü kendimde bulamıyordum.

Öksürüklerim biraz olsun azalmaya başladığında yaşlı gözlerimin arasından Gökhan'ın kapısının açıldığını fark ettim. Kafamı kaldırdığımda Gökhan bol, gri tişörtü içinde eşofmanının paçalarını biraz yukarı çekip odadan dışarı çıktı. Geniş tişörtünde kaybolmuş bir görüntüyle, uyku sersemi bir şekilde gözlerini kırpıştırarak bana baktı. Yüzünde şaşkınlığa benzer bir ifade geçtikten sonra hafifçe yüzünü ekşiterek bir elini kulağına getirdi ve bana doğru yürümeye başladı.

Evet, işte! Evde yalnız falan değildim. Tutsaklar buradaydı!

En azından Kutay hariç.

Gökhan yanımdan geçip gidecekken uzanıp gevşek bir şekilde bileğini tuttum. Sert bir hareketle bana dönerken kaşlarının çatıldığını alnını kaplayan saçlarına rağmen fark etmiştim. Yine de hiçbir şey demeden yüzüme bakarak sabırla öksürüklerimin dinmesini bekledi. "Dinle!" diye bağırdım sesimi duyabilmesi için. "Kutay gitti!"

"Ne?" diye bağırdı Gökhan duyamamış gibi bana yaklaşırken.

"Kutay'ı götürdüler!" diye bağırdım boğazım daha da sızlarken. Yeni bir öksürük dalgası bedenimi sarstığında gözlerimden yaşlar döküldü. Tuhaf bir şekilde bu üzüntüden değil, öksürüktendi. Gözlerimi kırpıştırıp gözlerimi aralayabildiğimde Gökhan'ın bana bakakaldığını gördüm.

"Demek istediğin-" diye bağırırken sözünü kestim.

"Evde yok!" Derin bir nefes aldım ve boğazımdaki gıdıklanmayı bastırmak için sertçe yutkundum. "Nereye gittiğini, Ölüm'ün ona ne yapacağını bilmiyorum! Konuşmamız lazım ama... Sanki..." Öksürürken bileğimin tersini ağzıma bastırdım. "Kimse uyanmıyor!"

Gökhan'ın kaşları daha da çatıldı. Dudakları hareket etti fakat ne dediğini duyamadım. "Ne?" diye bağırdım.

Kafasını sağa sola sallamakla yetindi. Siyah saçları hareketiyle birlikte oynaştı. Elimi bileğinden nazikçe çekip yanımda durmaya devam ederken yüzünde düşünceli bir ifadeyle koridora baktı. Sessiz yapısının altında saklı gürültülü zihninin çoktan çalışmaya başladığını biliyordum.

Çağrı'nın kapısı aniden açıldı. "Sikeyim ya!" diye bağırarak çıkarken çatılmış kaşları, ıslak saçları ve kıyafetleriyle Çağrı dışarı çıktı. Yumruk yaptığı elinde kuru kıyafetler vardı. "Sizde de yangın alarmı haltı çalıştı mı? Lan tam yatağın üzerine yangın bıdı bıdısı varmış, ıslatarak uyandırdı orospu çocuğu beni!"

Çağrı ıslanmış köpek gibi kafasını sağa sola sallayıp saçlarının ıslaklığını duvara yedirdikten sonra huysuz bir yüz ifadesiyle yanımıza gelmeye başladı. Gözleri yüzümüze çevrildiğinde yüzündeki ifade değişmeye başlamıştı. "Yeni güne yeni kaos demeyin!" diye bağırdı.

"Kutay evden götürülmüş!" diye bağırdı Gökhan.

Çağrı onun yüzüne bakakaldı. "Ha?"

"Kutay gitti!" diye bağırdım Gökhan'a destek çıkarak. "Dün gece..."

"Tamam, tamam!" diye bağırdı Çağrı şaşkın bir yüz ifadesiyle. "Burada sıradan bir gün de... Bir dakika, cidden buradan mı gitti?"

Kafamı sallayarak onu onayladım. İnanması zordu... "Anlatacağım!" diye bağırdım kalbim boğazımda atarken. Her şeyi anlatmanın yükü yine benim üzerimdeydi. Ölüm hayatım boyunca susup anlatamadığım her şeye ceza olarak beni konuşturuyordu sanki.

Üstelik isterlerse bana inanmamayı bile seçebilirlerdi. Ki bundan korkuyordum. Çünkü tanıdıkları Kutay'ı, benim tanıdığım Kutay'ı, duymayacaklardı. Onlara bambaşka birini anlatacaktım ve anlatacağım kişi kolay kolay kabullenebilecekleri biri değildi. Aylardır tanıdıkları sakin, yardımsever ve kibar Kutay'la ilgili söylediklerimi nasıl hazmedebilirlerdi ki?

Sana yalancı diyecekler.

Sertçe yutkunup gözlerimi koridora çevirdim. Çağrı'dan sonra açılması gereken kapı Kutay'ın kapısıydı. 

"Cidden o kapıdan çıkmayacak mı?" diye bağırdı Çağrı. Sesini yükseltmesine rağmen sesinde tuhaf bir durgunluk vardı. Gözleri koridora dalmış gibiydi.

Kafamı sağa sola sallamakla yetindim. Boynum sızlarken kafamı sallamak baş ağrımın da kafamın içinde bir topmuş gibi sağa sola oynamasına neden oldu. İstemsizce yüzümü ekşittim. 

O kapı açılmayacaktı.

O kapı açılmadı.

Gözlerimi zar zor Kutay'ın kapısından ayırıp Egemen'in kapısına çevirdim. Egemen uyanabilecek miydi? Uyku sorunları olduğunu hepimiz biliyorduk ve ortada tuhaf bir durum varken ona ne olacağını kestiremiyordum. Ölüm hepsini ıslatıp mı uyandırmayı düşünüyordu?

Bu Egemen'e işler miydi?

Uyansa bile iyi olacak mıydı? Sonuçta dün üç kere kusmuştu ve birinde kustuğu şey, kandı.

Göğsümdeki ağrı mümkünmüş gibi daha da çok arttı. Neyse ki endişe üzerime tamamen çökmeden önce onun kapısı açıldı ve kuru kıyafetli, ıpıslak saçlı, her zamankinden daha huysuz bir yüz ifadesine sahip Egemen kapıdan çıktı. Zil sesiyle ya da ıslaklıkla ilgili hiçbir yorum yapmadı fakat Çağrı'yı süzüşünden onun da aynı senaryoyu yaşamış olabileceğini çıkarmıştım.

Muhtemelen Kutay'ın çoktan odadan çıktığını ve içeriye geçtiğini sanıyordu.

Tam önümde durduğunda gözlerini yüzüme sabitledi. Ölüm'ün onunla yakın olmamam gerektiğine dair uyarısı kulağıma fısıldanırken geriye doğru bir adım atıp onunla arama mesafe koyamadım. Bana baktığı gibi dümdüz ona baktım.

Yüzümü süzdü.

"Bir şey olmuş," dedi sesini yükselterek. Islak olduğu için açık kahverengiye çalan saçlarından birkaç damla yüzüne doğru damladı. Aklıma gelen ilk şey, ıslak saçlarıyla karanlıkta karşımda dikilen Kutay'dı. Omuzlarım gerilirken gözlerimi kaçırdım.

Çağrı yüzünü ikimize yaklaştırırken bize sokuldu. "Kutay gitmiş!" diye bağırdı.

Egemen sakince gözlerini ona çevirdi. Ardından alnından tutarak Çağrı'nın yüzünü ittirerek aramızdan çekti.

"Kaçırılmakla gitmek farklı şeyler!" diye bağırdı Gökhan.

"Kaçırıldığı evden tekrar kaçırıldı!" diye düzeltti Çağrı bağırarak. Bunun mizahını yapıp yapmadığını anlayamıyordum çünkü yüzündeki ifade bomboştu. Ben daha detayları anlatmadan şoka girmiş gibiydi. İnanamıyordu.

Gözlerimi onun yan profiline çevirdim. Düşündüğüm gibi, Kutay'ın burada olmadığını kabullenmeye çalışırken hiçbir şey olmamış gibi kendi kendine eğlenmeye, bir şeyleri mizaha vurmaya çalışıyordu.

Bu onun her şeyle yüzleşme şekliydi.

Onun gerçek yüzünü anlattığında kimse sana inanmayacak.

"Afra." Egemen hâlâ tam karşımdaydı. Bakışlarını yüzümde hissedebiliyordum fakat gözlerimi onun yüzüne çeviremedim. Sadece koridora bakmakla yetindim. "Sana bir şey oldu mu?" diye ekledi sesini yükselterek.

Uzun zaman sonra fark etmeden bir insana güvendiğimi fark etmiştim. Sadece bir insana değil, bu evdeki herkese güvendiğimi fark etmiştim. Ve uzun zaman sonra ilk defa... Bazı insanları ne yaparsam yapayım tanıyamayacağımı, bazı insanların bana yalan söyleyebileceğini tekrar kanıtlamıştım kendime. Güvenmek, Kutay'ı kendime yakın görmek benim hatamdı fakat hata olmasının tek sebebi insan olmamdı. Her şeyin sorumluluğunu kendime yüklerken bile ben...

İhanete uğramış gibi hissediyordum.

Tüm bunları Egemen'e anlatabilirdim fakat bunun düşüncesi bile dilimin ağzımda ağırlaşmasına neden olmuştu. Ne zaman bir insana gerçekten 'kötüyüm' diyebilmiştim ki? Ben her zaman iyiydim. Bana hiçbir zaman bir şey olmazdı. İnsanlara verdiğim cevap her zaman buydu.

İyiyim.

Kafamı sağa sola salladım. Bu hareketimi ben kontrol etmiyordum bile. İçimdeki bir şey ellerindeki kuklacı iplerini kafama bağlamış ve beni öylece oynatmıştı.

Egemen'in bakışları hâlâ yüzümdeydi.

Bana inanmadığını biliyordum.

Beni biraz olsun tanımasına izin vermiştim. Kendimi ona açmıştım.

Ve bu da bir hataydı.

Sanırım Kutay'ın hissettiklerini anlayabiliyordum. Birinin beni tanımasından korkuyordum çünkü tanıdıklarında sevilmemekten korkuyordum. Sevilmeyi hak etmeyen biri olduğumun yüzüme vurulmasından... Bununla karşı karşıya kalmaktan.

Sarp'ın koridora çıkmasıyla kafamı yana eğerek Egemen'i görüş alanımdan biraz daha çıkardım. 

Sarp saçlarını ensesinde toplamıştı ve onun saçlarının da ıslak olduğu belli oluyordu. Sarı saçları ıslanınca Egemen'inki kadar koyu gözükmese de biraz olsun koyulaşmıştı. Kaşları yüzünde nadir gördüğümüz bir şekilde çatılmıştı. 

"Islanarak uyandırıldım!" diye bağırdı.

"Yanlış anlaşılmaya çok müsait!" diye karşılık verdi Çağrı.

"Ya, yani-" Sarp duraksadı. "Yangın alarm şeyi yüzüme su püskürttü!" 

Omzumdan arkaya doğru baktığımda Gökhan'ın dikkatle diğerlerini izlediğini fark ettim. Aslında... Her şeye karşı çok dikkatli gözüküyordu. Gözleri ya tüm detayları yakalamak ister gibi tamamen odaklanmış bir şekilde bakıyordu ya da bir şeyleri düşünür gibi gözleri kısılıyordu.

Egemen sessizce yanıma geçti.

Mete de odasından çıktığında onun yüzü de diğerleri gibiydi. Kaşları o kadar çatılmıştı ki göz bebeklerinin içine girecekti. Onun yanımıza gelmesiyle birlikte beynimin tüm hücrelerine işleyen zil sesi aniden kesildiğinde derin bir nefes verdim. 

"Neden burada dikiliyorsunuz?" dedi Mete bir bana, bir diğerlerine bakarken. 

Neyse ki Çağrı bendeki yükün birazını üstüne alınıp beni bir şeyler söylemekten kurtardı. "Sana da günaydın," dedi yapmacık bir şekilde gülümseyerek. "Kutay evde yok."

Mete, "Odadan mı çıkmadı?" dedi dönüp koridora bakarken. Kaşları hâlâ çatıktı.

"Hayır, direkt evde yok adam."

Mete, Çağrı'ya döndü. "Oğlum ne demek 'yok' lan?" dedi vurgulayarak. "Çıkış vardı da bizim mi haberimiz yok?" Siniri bozulmuş gibi güldü. Gamzesi yanağında belirginleşirken yüzlerimizi taradı. "Taşak geçiyorsunuz benimle."

"He aynen," dedi Çağrı göz devirirken. "Afra'nın gelişine ve dün akşamın boktanlığına özel senle taşak geçelim dedik, aklımıza da bu geldi."

Mete ile Çağrı bakıştı.

"Ciddiyim," dedi Çağrı durgun bir sesle.

Yine de Mete'nin ona inanıp inanmayacağından emin olamadım. Derin bir nefes aldım. "Dün gece bir şeyler yaşandı," dedim düz bir sesle. O kadar çok yüksek sese maruz kalmıştım ki kendi sesim kulağıma kısık geliyordu. "Kutay odama geldi. Ve sonrasında... Maskeli iki adam onu alıp götürdü. Odasına değil. Dış kapıdan dışarıya. Yani... Bu evden dışarıya." Kurumuş dudaklarımı hızla dilimle ıslattım. "Ben... Salonda uyuyakaldım. Kutay yok. Konuşmamız lazım."

Tuhaf bir sessizlik çöktüğünde gözlerimi Mete'den ayırıp bakışlarımı yere çevirdim. Dudaklarımı birbirine bastırıp onların gözleriyle birbirlerine bir şeyler anlatmasına izin verdim ve kendimi bu sessiz iletişimin dışında tuttum.

Kapı zili çalmasaydı belki de dakikalarca, sessizce böyle dikilebilirdik. Fakat sessizlik çökeli çok olmamışken zil sesi evde yankılandı. Kalbim sıkıştı, "Kutay," dedim hızla. Vücudumun ağrısını bir anlığına unuturken hızla onlarından yanından geçip gittim. Salonu geçip koridora çıktığımda otomatik dış kapının yavaşça açıldığını gördüm. Gözlerim kapının diğer tarafında belirecek kıvırcık saçları ararken alt dudağımı ısırdım.

Üç maskeli kadın kapının ağzında duruyordu. Biri kırmızı bölgeye elindeki tepsiyi bıraktığında, "Kutay değil," dedi Mete'nin sesi solumdan. Onların da geldiğini ancak böylece idrak edebilmiştim. 

Kutay'ın kıvırcık saçlarından ve kendisinden eser yoktu.

"Kahvaltı gelmiş." Kelimeler öylesine zihnime uğradıktan sonra geçip gitti.

Mete, yanımdan geçip kırmızıyı bölgeye ilerledi. Tepsiyi kırmızı bölgeden çektiğinde üzerinde 'AFRA' yazan kağıdı gördüm. Kağıdı ve tepsinin üzerindeki her şeyi alıp yere bıraktı. Mete biraz geri çekildiğinde iki maskeli, tekerlekli masadan aldığı üst üste tepsileri teker teker kırmızı bölgeye koydu. Mete yine hepsini çekti ve üzerindekileri aldı. Tepsileri tek tek kırmızı bölgeye bıraktı.

Maskeliler tepsileri aldı. Kırmızı bölgeden geri çıktıklarında dalgın bir şekilde onlara baktım. Dış kapı yavaşça onlarla bizi ayrı dünyalara sürüklerken aklımda canlanan maskelilerle dolu koridorlardı.

Bakışlarımı kapalı kapıdan ayırıp zar zor yerdeki plastik tabaklara çevirdim. Çeşitlilik artmıştı. Dört farklı peynir türünü ve de üç farklı zeytin türünü görmek bunu anlamam için yeterliydi.

"Ben yemek yiyebilecekmiş gibi hissetmiyorum." Sarp'ın sesiyle gözlerimi kırpıştırıp transtan çıktım ve ona döndüm. Uzun saçlarını ıslak bir bezi sıkar gibi döndürüyordu. Gergin olduğu her halinden belliydi. "Kutay'a ne oldu? Belirsizlik midemi bulandırıyor. Ne olduğunu öğrenmek istiyorum." Gözleri yüzüme çevrildiğinde sertçe yutkundum.

"Sonra." Egemen'in sesinin sertliği kaşlarımın hafifçe çatılmasına neden olurken bakışlarımı ona çevirdim. Elinde birkaç tabakla Mete'nin yanında ayağa kalkarken bakışlarını bana sabitledi. "Sana özel ilaçlar var. Ve burada bazılarını tok karna içmen gerektiği yazıyor. Ağzına bir şey sokmadan ve bu ilaçları içmeden tek kelime etmeyeceksin."

"Senden emir aldığımı hatırlamıyorum," dedim düz bir sesle.

"Ölüm'den almayı mı tercih edersin?" dedi Egemen. Yüzünde mimik oynamamıştı. Sanki bir duvar taklidi yapma yarışmasındaydık. "Çünkü bana O da bunları söyleyecekmiş gibi geliyor."

İşin aslı o ilaçları istiyordum. Vücudumun ağrısı, adrenalin biraz geriye çekildiği an beni ele geçirecekti, bunu biliyordum. Fakat stres mideme bir kördüğüm atmış gibiydi. Nasıl bir şeyler yiyebileceğimi bilmiyordum.

Mete üst üste koyduğu tabaklarla mükemmel bir iş çıkarmış bir şekilde ayağa kalktığında bıkkınlıkla derin bir nefes verdi. "Egemen haklı," dedi ona yandan bir bakış atarak. "Önce bir şeyler yemen, bir şeyler yememiz iyi olur." Bana bakarak hafifçe gülümsedi. "Sana dikkat etmeliyiz, değil mi? Seni yine kaybetmek istemeyiz."

"Meraktan çatlayacağım," dedi Çağrı eğilip yerden bir tabak alırken. Gökhan yerdeki üç tabağa bakıp Çağrı'nın elindeki bir tabağa baktı. Sabır dilenir gibi kısa bir an gözlerini yumduktan sonra iki tabak aldı. 

"Ben de," diye destekledi onu Sarp. "Ama sonuçta ölmemiştir." Duraksayıp bana baktı. "Değil mi?"

Birkaç saniyeliğine öylece dikildik.

En son Senem bana kaba davrandığı için Ölüm, onu öldürmüştü.

Öte yandan ben ilk geldiğimde Çağrı bana karşı oldukça rahatsız edici davranmış olsa da o hâlâ yaşıyordu.

Tecavüze uğramış bir şekilde yaşıyordu.

Hayır, yaşamıyordu. Hayatta kalmıştı.

Ölüm'ün, Kutay'a ne yapacağını kestiremiyordum.

"Bilmiyorum Sarp," diye fısıldadım. "Ona ne yapacağını bilmiyorum."

Sarp afallamış bir yüz ifadesiyle bana bakakaldı. 

Mete yanıma gelip dirseğiyle beni hafifçe dürttü. "Hadi," dedi mutfağa doğru ilerlerken. "Sonra konuşacağız."

Mete birkaç adım atmıştı ki, "Durun," dedi Gökhan aniden. "Televizyonu fark ettiniz mi?"

Sarp kafasını dikleştirdi. "Ne?"

"Televizyon," dedi Gökhan tekrar. "Televizyon gelmiş. Tekrar." 

Hepimiz aynı anda oynatılan kuklalar gibi kafamızı salona çevirdik.

"Oyun konsolu?" dedi Sarp hevesle. 

"Yoktu," dedi Gökhan.

 Kaşlarım çatılırken sabah uyandığımda televizyon görüp görmediğimi hatırlamaya çalıştım. Görmüştüm fakat yeterince dikkatimi çekmemiş miydi? Yoksa ben koridorda dikilirken biri öylece eve girip televizyonu mu kurmuştu? Bunu düşünmek tüm hayatımı ekstra zorlaştırıyormuş gibi başım daha da şiddetli bir şekilde ağrırken kaşlarım istemsizce çatıldı. Sanki kaşlarımı çatmak ağrının geçmesine yardımcı olacaktı.

"Tekrar bir şeyler başlıyor," dedi Gökhan. Kafasını eğdiğinde siyah saçları gözlerinin üzerini örttü. "Tek değişim sadece bu da değil. Kitaplıktan bazı kitapların alındığını fark ettiniz mi?"

"Hayır çünkü sabah ilk iş okumamayı tercih ettiğim kitaplar orada nasıl duruyor diye bakmıyorum," dedi Çağrı sesli bir nefes verirken. "Böyle şeyleri nasıl fark ediyorsun? Manyak mısın oğlum sen?"

Gökhan ne bir cevap, ne bir tepki verdi. Mutfağa doğru ilerlemeye başladı.

Mete sessizce onu takip ettiğinde ben de onlara uymayı seçtim.

Sarp ve ben bomboş ellerle mutfağa geçerken diğerleri tabakları taşıdı. Mutfağa girdiğimizde Mete mermileri tekmeleyerek yolundan çekerken üst üste dizdiği tabakları ustalıkla delik deşik olmuş ve mermilerin saplanmasıyla farklı bir desene bürünmüş masanın üzerine koydu. Gökhan da çoktan ellerindekileri masaya bırakmıştı fakat kıpırdamadan duruyordu.

Gözlerim kısılırken, "Bir şey daha mı fark ettin?" diye sordum gözlerimi ondan ayırmadan.

"Altı," dedi sadece. Dudaklarını birbirine bastırdı.

Egemen elindekileri yavaşça masaya bıraktı. "Altı," diye tekrarladı. "Sandalyelerden biri yok."

Mete sandalyelerden birini geriye doğru çekerken yerde birkaç mermi kendi kendine yuvarlandı. Sandalyeye yavaşça çöktüğünde, "İşte bu tuhaf," dedi düşünceli bir sesle. "Burada tek başıma olduğumda bile yedi sandalye vardı."

"Her zaman yedi sandalye vardı," diye ekledi Sarp. "İstediği oyuncu sayısı buydu."

Ve bu da artık bir oyuncuyu istemediği anlamına mı geliyordu?

Kimse bu gerçeği dile getirmedi. Ayakta duramayacakmış gibi hissederken masanın başındaki sandalyeye, alıştığım yere çöktüm. Çağrı boğazını temizleyip Mete'nin yanına oturdu. Sarp da Çağrı'nın yanına, sol çaprazıma oturmayı tercih etti. Sağıma Egemen, onun yanına da Gökhan oturdu. Masanın karşısı, tam benim karşım boş kalmıştı.

Elimi bile kaldırabilecekmiş gibi hissetmiyordum ve Egemen bunu görmüş gibiydi. Bana özel gönderilen tabakları önüme koydu. Bir litrelik su şişesi, bir kase çorba, birkaç kahvaltılığın olduğu tabak ve sadece haplarımın küçük poşetlere koyulup üzerine ne zaman içeceğimin yazılı olduğu başka bir tabak vardı. İçlerinden biri ağrı kesici miydi, onu bile bilmiyordum. Altı farklı küçük poşet bana tabağın üstüne sırıtıyordu ve bazı küçük poşetlerde birden fazla hap vardı. Gün içinde içmem gerekiyordu.

Peş peşe içtiğim hapları kustuğumu anımsarken masanın üzerinde duran elim kasıldı.

Her şeyi derinlere gömmeyi başarabildiğim gibi, bunu da içimde bir yerlere, derinlere gömdüm.

Aç karına içilmesi gereken hapları peş peşe, bol suyla içtim. Ardından yemeye başladım ve kafamı kaldırıp diğerleri neler yapıyor diye bakmadım bile. Yediğim hiçbir şeyden doğru düzgün tat almamam, zevk almamama neden oluyordu. Haftalardır böyleydim ve bu eve gelmek bu konuda bir şeyi değiştirmemişti. Belki de bu yüzden tüm o strese ve midemdeki düğümlenmeye rağmen her şeyi kolayca yutabiliyordum.

Yuttuklarım vücudumda bir boşluğa gidiyormuş gibi hissediyordum.

Annemin bana öğrettiği gibi yaptım. Yemek yerken aralarda bazı hapları da içtim. Yemek bittiğinde hepsini peş peşe içmemek için. Bunun doğru olup olmadığını bilmiyordum. Yine de bunu yapmak bana annem buralarda bir yerlerdeymiş gibi hissettirmişti. Bir anlığına da olsa huzurlu hissetmiştim. Uslu bir kızmışım gibi.

İstanbul'da bir yerlerdeydi. Buralarda bir yerde.

"Dün yediklerimizde ya da içtiklerimizde bir şey vardı," dedi Gökhan. Sesi kafamı masadan kaldırmamı sağladı. Yemeğimi bitirdiğimde boş tabaklarımı izlemeye başladığımı anca onun sesiyle kendime gelince fark ettim. "Alarm sesi çok yüksekti. Bu bir süre uyanamadığımız anlamına geliyor. Ölüm, Afra uyandığında bizi uyandırmaya çalışmak istemiş gibi. Bunun için de yatakla birlikte bizi ıslatmayı tercih etti."

"Uyku hapı olabilir," dedi Mete.

Gökhan kafasını sallayarak onu onayladı.

"Belki de Ölüm'ün son söylediği de yalandı," dedi Sarp. "Belki de şeker değillerdi."

"Ama sen ve Egemen kustunuz," dedi Çağrı çenesini bir avucuna yaslarken. "Bu ilacı ya da uyku hapını da kustuğunuz anlamına gelmiyor mu? Sizi niye ıslatarak uyandırsın ki?"

Egemen gözlerini masaya dikti. "Kusmama rağmen normalden derin uyudum. Zil sesini duymadım bile."

"Çünkü Afra'nın yaşadığını öğrendiğin ilk geceydi," dedi Gökhan dik dik Egemen'in yüzüne bakarken. "Rahat uyuyabilme nedenin bu olabilir mi?"

Egemen çekinmeden bakışlarına karşılık verdi. "Evet."

Dudağımın içini hafifçe ısırırken bir an kendimi onlara bakmaya zorlarken buldum kendimi. Gözlerimi kaçırmamak için kendimi zor tutuyordum.

"Sanırım herkes bitirdi," dedi Mete gözleriyle masayı tararken. Bu tarz cümleleri hep Kutay'ın kurduğunu fark ettim. Onun yokluğunda... Biri yine her şeyi düzene sokmaya, adımlarımızı belirlemeye çalışıyordu. Fakat bu hiç kimseye Kutay'a uyduğu kadar uymuyor gibiydi. Ve Kutay tek yaptığının rol olduğunu söylüyordu.

"Televizyon da geldiğine göre," diye mırıldandım. "Sanırım bunu salonda konuşsak iyi olur."

Belki bazı yerlerde Ölüm anlatma yükünün birazını istemsizce üzerimden alır ve bizimle televizyon üzerinden konuşurdu. Aslında... İçimden bir ses, tam olarak bunu yapacağını söylüyordu. Bir şeyler izlemeyecek olsak bize tekrar televizyon göndereceğini sanmıyordum. Çünkü her şeyi bana söyletmek daha çok hoşuna gidiyordu. Kıvranmam, acı çekmem ve kendi dilimle boğuşmam... Denizde boğulan birini izler gibi beni izliyordu.

Ya da belki de... Kanadı kırık kelebeğin uçmaya çalışmasını izlemeye benziyordu bu. Kelebek asla uçamayacaktı, bunu biliyordu. Fakat ona uç demişlerdi ve o da sadece deniyordu.

Tüm plastikleri kahvaltı masasında öylece bırakıp kalktık. Belki herkes olanları merak ettiğinden, belki de Kutay'ın yokluğundan, kimse masaya elini sürmemişti. 

Mutfaktan çıkmadan önce dönüp altı sandalyeye son kez baktım. Egemen de benimle birlikte kapının ağzında durup bakışlarımı takip etti. Hiçbir şey demeden gözlerini yüzüme çevirdiğinde bu masanın niye delik deşik edildiğini hatırladım.

Ondan uzak dur.

Egemen'in yüzüne kısa bir bakış attıktan sonra içeriye geçtim.

Koltuklarda her zamanki yerimize oturmadık. Mete, ikili koltukta benim yanıma otururken Gökhan da üçlü koltukta oturmaya karar vermişti. Diğer herkes ise eski yerindeydi. Tam karşımızda tekli koltuğunda Egemen ve ikili koltukta oturan Çağrı vardı. Sarp da Gökhan'la üçlü koltukta oturuyordu.

Cebimden telefonu çıkarıp elime aldım ve sertçe yutkundum. Kafamı kaldırıp gözlerimi kameralardan birine sabitledim. "Kutay'a ne yaptın?" diye sordum sakince.

Telefonun ekranı aydınlandı ve siyah arka plan üzerinde beyaz yazılar ortaya çıktı.

Ölüm: Önce senin anlatman gerekiyor.

Ölüm: Bak, arkadaşların neler olup bittiğini merak ediyor.

"Yaşıyor mu?" diye direttim. "Ona bir şey yaptın mı?"

Ölüm: Keşke üzerine yürüyen bir insan için bu kadar endişelenmeseydin.

Ölüm: Neredeyse iyi bir insan olduğunu düşüneceğim.

Ölüm: Anlat.

Ölüm: Benden bir cevap alamayacaksın.

"Cevap vermiyor," dedim telefonu sıkarken. "Önce size anlatmamı istiyor. Kutay'a bir şey yapıp yapmadığıyla ilgili tek kelime etmedi."

"Bir akşamda her şeyi bu kadar değiştirecek ne yaşanmış olabilir?" dedi Mete koltukta öne doğru eğilirken. Dirseklerini dizlerine yaslayıp ellerini kovuşturdu. "Hazır olduğunda, biliyorsun... İstediğinde konuşmaya başlayabilirsin."

Kafamı sallayarak onu onayladım. İşin aslı, ben anlatmaya hiçbir zaman hazır olmamıştım. Asla da olmayacaktım. Bir şeyleri anlattığımda, sadece kelimelerin ağırlığından kurtulmak için anlatıyordum. Yapılacaklar listesinden bir madde silmek gibiydi bu his.

"Anlatacaklarıma inanmanın sizin için zor olacağını biliyorum çünkü ben bile inanamıyorum," diye başladım. Sesimin çatlamasından nefret ettim. Sesimi çatlatacak kadar birinin beni üzmesinden nefret ettim. Neden ona güvenmiştim ki? Ben kendi gölgesine bile güvenmemesi gereken bir kızdım. "Dün akşam bana söylediklerine ve de davranışlarına inanamıyorum. Bu yüzden... Bana inanmazsanız sizi suçlayamam fakat yemin ederim ki gerçekleri söylüyorum."

"Asla yalan söylediğini düşünmem," dedi Mete direkt. "Endişelenecek bir şey yok."

Rahatlatmasına rağmen bakışlarımı yerden ayırıp onun yüzüne çeviremedim. Endişe bir pençeymiş ve kalbimi sıkıştırmış gibiydi. O iğne batması hissini göğüs kafesimde net bir şekilde hissedebiliyordum. "Zil çaldığında ve odalara dağıldığımızda... Odama ilk girdiğimde..." 

İtiraf et. İtiraf et. Güçsüz olduğunu zaten biliyorlar. 

"Bir tür kriz geçirdim." Cümle tek nefeste dudaklarımdan döküldü. "Odadan son çıktığımda bilincim yerinde değildi ve şimdi kendime ne yaptığımı bilerek o odaya dönmüştüm. Bu yüzden... Kendimi tutamadım."

"Nasıl bir krizdi?" diye sordu Egemen koltukta dikleşirken.

"Ben..." Boğazımı temizledim. "Nefes alamıyordum ve... Dizlerim tutmuyordu. Ağlamadan da duramıyordum. Ve düşünemiyordum da." 

"Sinir krizi mi geçirdin?" diye sordu Çağrı.

Yanağımın içini ısırdım. "Panik ataktı." Bir sessizlik olduğunda parmak ucumla mermilerden birini iterek, "Daha önce de olmuştu," diye mırıldandım. Bu eve ilk geldiğimde de, bundan önceki 'hayatımda' da.

"İşte," dedim konuyu dağıtmaya çalışarak. Kutay. Odaklanmam gereken buydu. "Ne kadar zaman geçtiğinden emin değilim fakat sonra Kutay geldi."

"Odana geldi," diye tekrarladı Mete.

Kafamı öne arkaya salladım.

"Kapıyı açıp öylece içeriye girdi ve Ölüm bunun için hiçbir şey yapmadı."

"Uyarı atışı?" diye sordu Çağrı.

"Tam anlamıyla hiçbir şey yapmadı," dedim bastırarak. Derin bir nefes aldım. "Saçları ıslaktı. Kendinde değil gibi gözüküyordu ve bir şeyler geveleyip durdu. Dedi ki... Sarhoşken her zaman kötü şeyler yaparmış. Ve onu rahatsız eden kötü şeyler yapması değil, yaptığı kötü şeylerden pişmanlık duymamasıymış." 

Ben nasıl devam edeceğimi düşünürken bir sessizlik oluştu fakat uzun sürmedi. "Bu aklımda dün oyunda söylediklerini getirdi," dedi Mete. "Birini o istemeden öpmesiyle ilgili dediği."

"Oğlum onda abartılacak bir şey yok," dedi Çağrı göz devirirken. "Bazen sen tam sırası, ortamı geldi sanırsın. Senden hoşlanıyor diye düşünürsün. Öpmeden anlayamazsın ki."

"Bu yüzden insanlar birini öpmeden önce hisleriyle ilgili konuşuyor," dedi Egemen sakince.

Boynumdan yukarıya doğru bir sıcaklık yükselirken yüzümü ifadesiz tutmak için çabaladım.

"Seni öpmek istemeyen birini öpmek açık bir tacize giriyor," dedi Mete kaşları çatık bir şekilde Çağrı'ya bakarken. Bu konu ne zaman kapanacaktı? "Senin genişliğin bizim sikimizde bile değil. Eğer herifin yapıp pişman olmadığı şey buysa döndüğünde onu sakat bırakacak kadar dövelim."

"Sen hapse girsen orada intikam meleği olurdun," dedi Çağrı ona ters ters bakarken. "Korkutucusun."

"Yanlış anlamadıysam Kutay yaptığı kötü şeyleri ima ederken... Dün akşam söylediğinden bahsetmiyordu bile." Yüzümü Mete'ye çevirdim. "Sanki çok daha kötüsünü yapmış ama karşımda, bana söylememek için kendisiyle savaşıyor gibiydi."

"Aklına bir şey geliyor mu?" dedi Mete.

Kutay'ın üzerime yürüyüşü gözümü önünde canlandı. 

"Düşünmek istemiyorum," dedim sertçe yutkunurken. Yüzümü öne çevirip bakışlarımı dizlerime indirdim. "Onu odadan çıkmak için ikna etmeye çalıştım fakat hiçbir şekilde beni dinlemedi. Sonra..." Boğazımı temizledim. "Bana çok kötü bir şey yapacağını söyledi."

Göz ucuyla Egemen'in koltukta öne doğru eğildiğini gördüm. Dikkat kesilmişti. 

"Ve ben..." İtiraf et. "Korktum." Ses tonumdan tiksiniyordum. Zavallı ve güçsüz olmamdan tiksiniyordum. Bakışlarım Mete'yi buldu. "Mete, yemin ederim yanına gelmek istedim fakat kapının oradaydı ve beni yakalamadan çıkamazmışım gibi hissediyordum."

"Çığlık atsaydın," dedi Mete yüzümü süzerken. "Biz gelirdik."

"Zaten bağırıp çağrıştık!" dedim sesim yükselirken. "Kutay kendini kaybetmişti! Ama hiçbir şey duymadınız bile!" Aralık dudaklarımdan kesik nefesler döküldü. Derin bir nefes aldım. "Çünkü... Çünkü Gökhan'ın da dediği gibi. Uyumanızı sağlayacak bir şeyler vardı. Kutay'ı götürdüklerinde salonda kendimden geçmeme neden olan bir şeyler. Yani, duymadığınız için sizi suçlamıyorum. Ama yemin ederim, elimden geleni yaptım. Ben... Ben son raddeye gelene kadar pes etmiyorum." 

Tecavüz gibi bir raddeye gelene dek...

Birkaç saniyelik bir sessizlik oluştu. "Biliyorum," dedi Mete alçak bir sesle. "Sorun değil abicim. Açıklama yapmana gerek yok."

Ama yapmak istiyordum. Ona güvenmediğimi düşünmesini istemiyordum. "Ve yanına gelirsem olacaklardan korktum," diye devam ettim. "Zarfa yazdığım o kişiye bir şey olmasından korktum. Çünkü Ölüm, Kutay'ın kuralı çiğnemesine izin vermişti fakat benim aynı şeyi yapmama izin vermeyebilirdi. Ya da yaptıklarımı zarfa ismini yazdığım kişiye zarar vermek için bahane olarak kullanabilirdi." 

O ismin sahibine bakmamak için kendimi zor tuttum. Gözlerim dizlerimdeydi. "Böylece... Konuşarak onu oyalamaya çalıştım fakat korkuyordum çünkü bir deli gibi konuşuyordu. Hiçbirimizin onu anlamadığını söyledi. Onu anlayan tek kişinin Ölüm olduğunu..."

"Ne?" diyerek şaşkınlığını ortaya koyan kişi Sarp'tı. Gözlerimi hızla yüzüne çevirdiğimde gözlerinin irileştiğini gördüm.

Derin bir nefes aldım. "Hiçbirimiz onu tanımıyormuşuz. Ölüm'ün ise bir Tanrı gibi olduğunu söyledi. Ölüm'ün hepimizi tanıdığını düşünüyordu."

"Allah'a şirk koşuyo' bi' de," dedi Sarp kaşları havaya kalkarken.

"Kanka en büyük derdimiz bu olsun," dedi Çağrı ona dönerken. "Lan Kutay kafayı yemiş. Yanımızda delirmiş ama fark etmemişiz bildiğin."

"Söylediğine göre her zaman böyleymiş," dedim araya girerek. "Hayatı boyunca. Hep rol yapmış ve insanlara kendini sevdirmeye, onların sempatisini kazanmaya çalışmış."

"Ortada tam olarak korkulacak bir durum olduğunu sanmıyorum," dedi Gökhan omuz silkerek. "Bu binanın ve evin tanrısı Ölüm, burası doğru. Bizi o yaratmadı ama o yönetiyor. Ve yeniden yaratır gibi bizi değiştiriyor. Bizi bazı noktalarda herkesten çok tanıyor çünkü geçmişlerimizi biliyor." Saçlarını gözlerinin önünden çekerken bakışlarını bana kaydırdı. "Ayrıca, toplumda hepimiz biraz olsun rol yapıyoruz. Sorun, onun birileri tarafından kabullenme ihtiyacıyla her zaman rol yapması ve kendi benliğini kaybetmesi."

"Ona acımamızı mı bekliyorsun?" dedi Egemen alayla.

"Senden hiçbir şey beklemiyorum," dedi Gökhan ona bakmadan. "Sonuçta nedensizce Kutay'dan nefret ediyor gibiydin." Hafifçe gülümseyerek Egemen'e baktı. "Belki de bizim bilmediğimiz bir şeyi biliyorsundur."

Egemen da ona soğuk bir gülümsemeyle cevap verdi. "Senden farkım, çocuk-" dedi vurgulayarak. "Yüzüme gülen insanlara güvenmemem gerektiğini uzun zaman önce öğrenmiş olmam. Sahte olduğunu en başından anlamıştım. Ve onu bu sahtelik seviyesine neyin getirdiği beni ilgilendirmiyor."

"Sezgilerin çok güçlüymüş," derken Gökhan'ın sesinde alay yoktu. Ciddi bir şekilde söylemişti fakat bir şekilde alay ediyor gibi duruyordu.

Egemen sadece bakmakla yetindi.

"Tartışmayı kesin!" Mete'nin yüksek sesi salonda yankılanırken Egemen, Gökhan bakışlarını önüne çevirene kadar bakışlarını ondan ayırmadı. Gökhan önüne döndüğünde hiç rahatsız olmuş gibi gözükmüyordu.

"Kutay'ın psikolojik analizini en sonunda yaparsın," dedi Mete, Gökhan'a. Sinirli gözüküyordu. "Önce dünün tamamını dinleyelim."

Gökhan cevap olarak tek omzunu kaldırıp indirdi.

Söyleyeceklerimi zihnimde sıraya dizerken gözlerimi kısa bir an telefona çevirdim. Ölüm hâlâ hiçbir şey yazmamıştı. Bu yüzden devam ettim. "Bazen konuşurken saldırganlaştı," derken istemsizce çekinmiştim. "Onunla değil de... Sizden biriyle konuşsaydım daha farklı davranacağımı söyledi. Onunla samimi olmadığımı ima eder gibiydi ama... Öyle bir şey yok."

"Kıskanmış," dedi Çağrı anında.

"İyi ama neden?" dedim kafa karışıklığıyla.

"Çünkü kendini sevdirmek için rol yapan birisi ve mükemmel rolüne karşı senden istediği sevgiyi, ilgiyi ya da değeri alamadığını düşünmüştür," dedi Egemen düz bir sesle. "Ona karşı gerçekten belli belirsiz bir mesafen vardı. Sen fark etmemiş olabilirsin ama mesafeliydin."

"Bilmiyorum," dedim omuz silkerek. "Öyleyse farkında değildim." Boğazımı temizledim. "Ee.. Kutay kendine ait bir kişiliği olmadığını söyledi. Ya da... Birden fazla kişiliği varmış gibi konuştu. Hangisi doğru, emin değilim. Her zaman rol yaptığını, sadece insanların güvenini kazanmak için uğraştığını ve yaptığı rolde insanlar onu sevince zevk aldığını söyledi." Kafamı sağa sola salladım. "Kendini tanımıyor gibiydi. İlk geldiğimizde bize karşı davranışlarının bile rol olduğunu söyledi. Bize yol göstermesi, evi tanıtması, kibar davranması... Sadece bu eve ilk geldiğimizde bizim güvenimizi kazanan kişi olmak istemiş. Amacı buymuş. Başka bir şey değil..." Gözlerimi kaldırıp yüzlerine baktım. "Ölüm'e benzemekten korktuğunu söyledi."

"Kişilik bozukluğu," diye mırıldandı Gökhan düşünceli bir şekilde. "Acaba ağır psikolojik rahatsızlıklardan birine mi sahip?"

"Bilmiyorum ama..." Gözlerimi Egemen'e çevirdim. "O gece onu seçmem gerektiğini söyledi." 

Egemen bakışlarını yüzüme sabitledi.

"Seçmem gereken kişi oymuş. Bana hep iyi davranmış, yardımcı olmuş. En mantıklı seçenek kendisiymiş fakat ben gidip seni seçmişim ve-" Kesik bir nefes verdim. "Bu dengesini bozmuş."

Egemen'in çenesi kasılırken dudaklarını aralayıp tek kelime etmedi. 

Bakışlarımı yüzünden zar zor ayırdım ve Mete'ye döndüm. "O duvarın önünde dönüp dururken, hararetle anlatırken ben de kapıya yaklaşmaya çalışıyordum. Kapıya yaklaştığımı fark edince bağırmaya başladı ve üzerime yürüdü. Beni sarsmaya başladığında ise odaya iki maskeli adam girdi. Kutay'ın boynuna bir iğne sapladılar ve yüzüne bembeyaz bir maske geçirdiler, onun emrindekilerin taktığı maskeden. Sonra da onu evden çıkardılar. Dış kapıdan çıkarılışını gördüm." Ölüm'ün bana gönderdiği maske ortalıkta yokken maskeden bahsetmek istemedim. Ellerimi iki yana açtım. "Ve burada uyuyakaldım."

"Üzerine yürüdü," diye tekrarladı Egemen sonrasını duymamış gibi.

"Evet," dedim düz bir sesle. "Üzerime yürüdü ve maskeliler gelmeseydi ne yapabileceğiyle ilgili hiçbir fikrim yok. Belki sadece bağıracaktı. Belki..." İrkildim. "Bilmiyorum. Ama Kutay yok ve Ölüm ona ne yaptığıyla ilgili bir şeyler söylemiyor."

"Umarım ölmüştür," dedi Egemen sakince.

Tüylerim diken diken oldu. "Ne?"

"Geçmişinde anlatmadığı şey her neyse anlatamayacak kadar korkunç bir şey yaptığına eminim," dedi Egemen gözlerini benden ayırmadan. "Hatta geçmişi siktir et. Ölmesini dilemem için dün akşam sana yaptıkları bile yeter."

"Siktir," dedi Gökhan kısa bir kahkahayla. "Ondan cidden nefret ediyorsun."

"Ben insanlardan ilk izlenim olarak hep nefret ederim," dedi Egemen, sabırla Gökhan'a dönerken. "Onları tanıdığımda, iyi insanlar oldukları sürece en azından onlara karşı olumsuz bir hissim olmayacak seviyeye yükselirler. Fakat bunun gibi çöpler bende her zaman dipte kalır."

"Bir insanın ölmesini diledin," dedi Gökhan.

Ben de diledim, Gökhan. Defalarca.

Egemen duraksadı. "Sen hiç dilemedin mi?"

"Kutay'ın ölmesini istemiyorum," dedim araya girerek. "Bence... Hâlâ konuşulmamış çok şey var ve sırf duyduğumuz kadarıyla ölmeyi hak etmiyor." 

Egemen yüzüme bir bakış atıp koltukta geriye yaslanmakla yetindi.

"Ben hâlâ inanamıyorum," dedi Sarp. "Kutay ya... Bizim Kutay. Çok saçma geliyor. Hiç rol yapıyor gibi değildi ki. Ben gayet samimi hissediyordum."

"Ya sen neyse," dedi Çağrı. "Sen zaten safsın. Ama ben sinir olsam da rol yaptığını düşünmemiştim. Hiç çaktıracak bir hareketi olmadı."

"Ya sen neyse, sen de salaksın," dedi Mete sözü üstüne alarak. "Ben çok hazzetmiyorum kendisinden fakat ben de onun içinden böyle bir zihnin çıkacağını tahmin etmemiştim." 

"Bazı insanları tanımak mümkün değildir," dedim alçak sesle. "Sadece tanıdığını sanırsın." 

Gözlerimi silahlardan birine çevirdim. "Şimdi Kutay'a ne olduğunu söyleyecek misin?" diye sordum sabırsız görünmemeye çalışırken. Ölüm ne zaman canı isterse o zaman söyleyecekti, bunu biliyordum.

Televizyon bir cızırtı sesiyle aniden açıldı. Karıncalanmış ekran gidip gelirken bir süre sonra arka plan beyaz noktalı, titreşen bir gri ekrana dönüştü. Ardından ise tamamen siyah oldu. Beyaz harfler televizyon ekranında belirmeye başladığında telefonu koltuğa bıraktım.

Ölüm: Madem tüm hikayeyi öğrendiniz...

Ölüm: Ve de içinizden birisi, onun ölmüş olmasını diledi...

Ölüm: Bir oylama yapalım mı?

Ölüm: Soru çok basit.

Ölüm: Tutsak 4 ölsün mü?

Ölüm: Yoksa ölmesin mi?

Ölüm: Elbette birbirinizin cevaplarını görmek ya da duymak sizi kötü etkileyebilir.

Ölüm: Bu yüzden şöyle yapalım:

Ölüm: Ekranın bir tarafında 'Öldür' diğer tarafta 'Hayatta Tut' yazacak. 

Ölüm: Herkes gözlerini kapayacak ve sırası gelen kalkıp televizyonda bir tarafı işaret edecek.

Ölüm: Ve yaşayıp yaşamayacağına siz karar vereceksiniz.

"Bu ciddi mi?" dedi Çağrı televizyona tuhaf bir bakış atarken. "Onu öldüreceğimizi falan düşünmüyor herhalde?"

"Bunu cidden yapacak mıyız?" diye sordu Sarp.

"Sonuç belli," dedi Mete iç geçirerek. "Ama evet. Kalkıp amele gibi taraf seçeceğiz."

Gözlerimi Egemen'e çevirdiğimde bana değil, ekrana baktığını gördüm. Gözlerini bana çevirmedi. Oysa ona baktığımı fark etmiş olmalıydı.

Yanağımın içini ısırdım.

Ölüm: Önce Tutsak 1. Herkes gözlerini kapatsın ve sadece Tutsak 1 ayağa kalksın.

Mete ile göz göze geldik. Kalbim boğazımda kafamı çok hafifçe sağa sola sallayarak gözlerimi sımsıkı birbirine bastırdım. Mete'nin ağırlığı koltuktan kalktığında kendimi boşlukta hissettim. İki adım attığını tahmin ettim. Mermiler yine yerde yuvarlanmıştı.

"Sarp," dedi Mete. "Sıra sende."

Ve sonra Sarp'ın kalktığını duydum. İşi bittiğinde keyifsiz bir şekilde, "Egemen," diye mırıldandı.

Egemen ayağa kalktığında kalbim boğazımda atıyordu. Kutay'ın ölmesi için mi oy verecekti? Biraz kötülük yapmış insanlardan bu kadar çok mu nefret ediyordu?

Aniden aklıma düştü.

Egemen yalan söyleyen insanlardan nefret ettiğini söylemişti.

Ve Kutay baştan aşağıya yalandı.

Ama bu onun ölmesini seçebileceği anlamına mı geliyordu?

Ne seçerse seçsin sorun olmazdı çünkü oy çoğunluğu ile onun ölmemesini seçeceğimiz kesindi. 

"Çağrı," dedi Egemen umursamaz bir sesle. Onun koltuğuna çöktüğünü koltuğun sesinden anladım.

Birkaç saniye sonra, "Gökhan," dedi Çağrı.

Ve en sonunda benim ismim söylendi. "Afra."

Gözlerimi araladım ve ayağa kalktım. Mermiler yuvarlanarak bana yol açarken televizyonun karşısına geçtim. Televizyon iki kısma ayrılmıştı ve büyük harflerle iki seçenek yazılmıştı.

⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻

★·.·'   ÖLDÜR       |       HAYATTA TUT   '·.·★

⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻⸻

Ölüm: Birini seç.

Düşünmeye gerek duymadan elimi kaldırdım. Sağ elim havada dururken Ölüm kafasında kurmasın diye 'Hayatta Tut'a bile dokundum. Birkaç saniye öylece durduktan sonra kolumu indirdim. Ardından geçip yerime oturdum.

Gözlerimi televizyonun ekranına sabitledim. 

Ölüm: Herkes gözlerini açabilir.

"Gözlerinizi açabilirsiniz," dedim mesajı seslendirerek. Herkes gözlerini açarken gözlerimizi birbirimiz arasında gezdirdik. Sanki iyi olup olmadığımızı kontrol ediyorduk.

Ölüm: Öncelikle iyi insanlar olduğunuzu sevinçle duyuruyorum.

Ölüm: Biriniz hariç.

Ölüm: Beş kişi 'Hayatta Tut'u seçerken bir kişi 'Öldür'ü seçti.

Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Ardından gözlerimi Egemen'e çevirdim. Üstelik bunu tek yapan ben değildim. Hepimiz ona dönmüştük. 

Egemen tek tek hepimizin yüzüne baktı. Ardından alayla güldü. "O bir kişi kimse gerçekten iyi taşak geçiyor," derken sesinde belli belirsiz bir şaşkınlık vardı. "Ben değildim. 'Öldür'ü ben seçmedim."

"Az önce ölmesini diliyordun," dedi Gökhan kafasını omzuna doğru hafifçe yatırırken.

Egemen'in yüz hatlarında öfkenin gölgeleri oynaştı. "Birinin ölmesi için oy vermekle 'umarım çoktan ölmüştür' kafasına girmek tamamen farklı şeyler, çocuk," dedi sert bir sesle. Gözlerini Gökhan'dan ayırıp tekrar bizim üzerimizde dolaştırdı. "Size o oyu ben vermedim diyorum."

"Kim verdi o zaman?" diye sordu Çağrı. Kaşlarını çatmıştı.

"Belki sen," dedi Egemen cevap olarak. "Belki de o." Gözlerini Gökhan'a çevirdi.

"Ben değildim," dedi Gökhan.

"Vampir- köylü mü oynuyoruz?" dedi Sarp sesli bir nefes verirken. "Birinin gerçekten öldür dediğini nereden bileceksiniz ki? Ölüm'ün sonuç konusunda dürüst olacağını düşünmeniz bile saçma. Kimsenin 'Öldür'ü seçtiğini sanmıyorum ben. Ölüm bizi istediği gibi yönlendiriyor."

Egemen yalandan nefret ediyor, diye hatırlattım kendime. Ve onun birini öldürmek için oy verecek biri olmadığına inanıyordum. Ona güveniyordum. Diğerlerinden daha da fazla. Çünkü bu güveni hak etmişti.

"Sarp haklı," dedim kafamı sallarken. "Ölüm'e güvenemeyiz. Ve eğer yapmadım diyorsa, yapmamıştır."

"Benim pek inanasım gelmedi," dedi Mete.

"Her türlü oy çoğunluğu 'Hayatta Tut'ta." Omuz silktim. "Yani yaşayacak. Kesin bile değilken kimin oy vermiş olabileceğini düşünmemize gerek yok. Bizi birbirimize düşürmeye çalışıyor."

Gökhan zekice bir yorum yapmak yerine koltuktaki delik yastıklardan birini kolunun altına çekmeyi tercih etti. Düşünceli bir şekilde televizyon ekranına bakıyordu. Çağrı, Egemen'e kararsız bir bakış atıp önüne döndü. Aramızda tuhaf bir sessizlik oluşurken Egemen'le göz göze geldik.

Teşekkür edercesine kafasını hafifçe eğdi. Dudağının kenarında anlık bir gülümseme yakalar gibi olmuştum.

Televizyonda yeni yazılar belirdi.

Ölüm: Oylamanızdaki titizliğiniz için teşekkürler.

Aramızda dönen tartışmaya, ona güvenmememize karşı bir yorum yapmamıştı. Göz ucuyla telefona baktığımda telefona da bir şeyler yazmadığını gördüm.

Ölüm: Ama seçiminizin bir anlamı olmayacak.

"Ne?" dedim anında. "Ne demeye çalışıyorsun?"

"Bir kişi seçti diye onu öldürecek misin?" dedi Gökhan. Gözleri kısılmıştı.

Ölüm: Hayır, onu öldürmeyeceğim.

Ölüm: Çünkü çoktan öldürdüm.

Salona sessizlik çöktü.

Tam, derin bir sessizlik.

İdrak dolu bir sessizlik.

"Mecazi..." Sesim titredi. "Mecazi olarak mı?"

Ölüm: Kutay Alp Kaptan, Tutsak 4. 

Ölüm: Artık tutsak değil. 

Ölüm: Artık hayatta da değil.

Ölüm: Mecazi değil, kelebeğim. 

Ölüm: Onu çoktan öldürdüm.

Ölüm: Çünkü seni incitmeye kalktı.

Ölüm: Onun hikayesini benden dinleyeceksiniz. 

Ölüm: Ve  de arkadaşlarından.

"Yok lan," dedi Mete aniden koltuktan kalkarken. "Ciddi değildir."

Hayatta değil.

Çağrı kafasını salladı. "Biz haftalarca Afra'yı da ölü sandık. Bence de değildir. Özellikle Afra döneli bir dediği diğerini tutmuyor zaten. Sırf bu yüzden öldürecek değil."

Çoktan öldürdüm.

"Yedi kişiyle oynamaya hevesliydi hem," diye ekledi Sarp. Yüzünün rengi atmıştı. "Niye oyundan oyuncu çıkarsın ki?"

Ölüm: En sevdiğim piyonumu korumak için tüm piyonları feda ederim.

Ölüm: İyi günler dilerim, sevgili tutsaklarım.

"Dur!" diye bağırdım ayağa kalkarken. Televizyona doğru adım attığım anda ekran tamamen karardı. Koltuğa dönüp koltuktan telefonu aldım. "Yalan söylüyorsun!" diye bağırdım telefona doğru. "Yalan söylüyorsun!"

"Nasıl hissediyorsun?" Gökhan'ın sesiyle gözlerim ona çevrildi. Egemen'e bakıyordu. "Az önce onun ölmüş olmasını dilememiş miydin?" Ona doğru kaykıldı. "Nasıl hissediyorsun Egemen?"

Dudaklarımdan kesik nefesler dökülürken afalladım.

Birinin ölmesini dilemiştim. Senem'in kızının. Böylece Ölüm'ün onu tehdit ettiği bir şey kalmamış olacaktı ve bana yardım edecekti. En sonunda, Senem de kızı da ölmüştü. Ve ben hiçbir şey hissetmemiştim.

Ama Egemen hissediyordu.

Benim kadar insanlığından kopmamıştı. 

Egemen'in yüzü bembeyazdı. Bir eli karnının üzerine kıvrılmıştı. "Ölmemiştir," dedi düz bir sesle.

Elimdeki telefon titrediğinde bakışlarımı telefona çevirdim.

Ölüm: Öldü.

Belki ölmüştü, belki de ölmemişti. Birinin öldüğüne herkesi inandırmak, onu öldürmekle aynı şeydi. Ben burada değilken, öldüğüme inanmışlardı. Fakat ben binanın içinde bir yerde, başka parmaklıkların ardına hapsolmuştum.

Kutay'ın ölüp ölmediğini sadece Ölüm gerçekten bilebilirdi.

Peki biz hangisine inanacaktık?

• • •

"Altı tutsak."

• • •

Uzun zaman sonra herkese selamlar!

Bölümü nasıl buldunuz?

Sizce biri gerçekten 'Öldür' dedi mi?

Kutay haberine şaşırdınız mı?

Sizce Ölüm doğruyu mu söylüyor?

Tutsakların tepkisi beklediğiniz gibi miydi?

Bölümde en hoşunuza giden sahne hangisiydi?

En hoşunuza giden alıntıyı da buraya alayım ben... Bu arada şey, ben twittera geldim de. İsterseniz oyunbaz etiketinde oyunbaz kritikleri yapabiliriz ehehe

Bir de şey... Bu fotoğrafın ssini alıp yıldızlar çizer misiniz alta? Sonra da  instagram hesabıma (merisiej) mesaj atar mısınız? O yıldızlardan bir gökyüzü yapacağım bize.

Birkaç güne görüşürüz kelebeklerim ♥ Seviliyorsunuz.

İnstagram hesaplarım:

Kişisel: ilimaei
Instagram Blog Hesabım: Limaeibooks
Kitaplarımla ilgili paylaşımlar için: limaeiwattpad

Tiktok: i.limae

Twitter: ilimaei

Spotify: Limaei


Continue Reading

You'll Also Like

145K 17.9K 58
Bütün dengeler değişti, Yeniden Doğuş'un dünyasında hayat sona erdi... Savaştan sağ çıkmayı başaranlar, Eski Dünya'ya yolculuk edip yaşamlarına kaldı...
KOĞUŞ-7 By SA

Mystery / Thriller

67.4K 3.3K 7
"Tanıştırayım beyler. Terre Haute Hapishanesi'nin ilk kadın mahkumu."
156K 10K 53
~Fantastik~ "Öfkenin ve dansın zarafeti, olacak her şeyin sebebi... ~ Yaratıkların kol gezdiği, tehlikenin hüküm sürdüğü dünyada; onları avlamak için...