HERKESİN EFENDİSİ

Av Medusahikayeleri

557K 23.7K 11.7K

Mafya patronu olan Hera Ateş bütün şehri avucunun içinde tutuğunu düşünüyordu ama bir gün şehre yeni gelen bi... Mer

Prolog
1. DEVRE DIŞI KALAN EMNİYET
2. BATAKLIĞA ATILAN ADIM
3. YAŞAMIN PENÇESİNE TAKILAN ÖLÜM
bu bir iç döküştür
5. BEKLENMEYEN MİSAFİR
6. DÜŞMAN KALPLERİN SENFONİSİ
7. KAPIYA DAYANAN SAVAŞ
8. ÇOÇUKLUĞUNUN KÜLLERİNDEN DOĞAN KADIN
9.DUYGUSAL MAKİNA
10. İHANETİN ATEŞİ
11. PORSELEN FİNCAN
12. İHANETİN BEDELİ ÖLÜM
13. ÖLMEME İZİN VERME
14. KÜRKÇÜ DÜKKANINI ATEŞE VEREN TİLKİ
15. ANLAM KAZANAN RENK; KIRMIZI
16. HABERİN YOK ÖLÜYORUM
17. İBLİSİN İNİNE ÇOMAK SOKAN EFENDİ
18. KOYUN POSTUNA BÜRÜNEN KURT
19. AY IŞIĞINI EVLAT EDİNMİŞ GECE
20. CEHENNEMİN KAYALIĞINA TUTUNAN YOSUN
21. DUDAKLARIN RİTMİ
22. YUMUŞAK DOKUNUŞLAR VE PARÇALANAN KOZA
23. GÜNAHA BULANAN BEDENLER
ÖZEL BÖLÜM "GÜZEL GÖZLÜ ÇOCUK & ORMAN GÖZLÜ KIZ"
24. ÖLÜMÜN PENCESİNE TAKILAN PİŞMANLIK
25. BURUK BİR VEDA
26. TUTKUYA ADANMIŞ BEDENLER
27. ÇIPLAK BEDENLERİN DANSI
28. FAİLİ MEÇHUL CİNAYET
29. SATÜRNÜN UÇURUMUNA ZİNCİRLENEN RUHLAR
30. MUTLU SON?
31. GERÇEĞİN SURETİNE BÜRÜNEN YALANLAR
32. OKYANUSUN KOYNUNA HAPSOLAN KÜÇÜK KULAÇLAR
33. RUHUN PUSULASI; AŞK
ÖZEL BÖLÜM "PARS ALAZ"
34. GERİ DÖN
35. "ÖL DEDİĞİNDE ÖLECEĞİM"
36. TANRILARIN KISKANDIĞI GÜZELLİK
37. BEKLENMEYEN TEKLİF
38. TEKLİF VE ANLAŞMA
39. KAYBEDİLEN KAZANÇ
40. TOPRAĞIN ALTINA GÖMÜLEN ÇOCUKLUKLAR
41. GÜNAHKAR RUHLARIN YEMİNİ
42. RUHA DOLANAN BİR ÇİFT MAVİ
43. SENİ HATIRLIYORUM
44. SONSUZ HİSSETİRECEK KADAR
DUYURU

4.ÖLÜME ATFEDİLEN YEMİN

23.7K 1.1K 285
Av Medusahikayeleri

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum efendiler. Şimdiden keyifli okumalar.


ÖLÜME ATFEDİLEN YEMİN

Ruh koparılıp alınırken bedeninden bir çığlık peydâh olur yaşamın ıssız karanlığında. O çığlık giderek büyüdüğündeyse gelecek diz çöker geçmişin önünde. Geçmiş idam ederken geleceği kan saçılır umutların saf benliğine ve benlik yok olur kanın kızıllığının içerisinde.

Geçmişte aldığımız yaralar geleceğimizin korkularını oluşturur, bu korkular kendine duyulan güvenin üzerine bir enkaz gibi çökerdi.

Şu an içinde bulunduğum durum tam olarak bunun özetiydi.

Pars Alaz kimdi?

Bu ismi daha önce hiç duymamıştım. Eskodiya büyük bir şehirdi ama yinede bu şehirde bu kadar adam toplayıp bana saldırmaya cesaret eden biri olsaydı  daha önce ismini duymuş olmalıydım.

Peki bomba gibi şehrin ortasına düşen bu adam kimdi?

Bunca soruya rağmen Pars Alaz'ın kim olduğunu öğrenmek çok da zor olmasa gerekti. Bana yapılan saldırılar açık bir mesajdı ve eğer gizlenmek isteseydi beni yakalamak için alelade adamlar değil de ağzı sıkı sağlam adamlar gönderirdi.

Her şeyden önce ilk olarak önümde duran problemle ilgilenmeliydim. Bakışlarım bana gözleriyle yalvaran çocuğa kaydığında korkudan altına edecekmiş gibi duruyordu.

"Serbestsin, gidebilirsin," dediğimde gözleri bir anda aydınlandı. Ne yapacağını kestiremiyor gibi etrafına bakındı. Sonunda cesaret edip ayaklandığında bakışları bana kaydı.

"Teşekkür ederim," dedi ağlamaklı bir ses tonuyla.

Hiçbir şey söylemedim. Sadece kafamı olumlu anlamda sallamakla yetindim. Bu işlerde yeni olduğu yüzünden bile okunuyordu. Saf bir çocuktu ve bu işte kalmaya devam ederse sonunda kesinlikle ölürdü.

Çocuk hızlı adımlarla çıkışa yöneldiğinde kapıdan çıkıp gözden kayboldu.

"Peşine bir adam takın ve nereye gittiğini kontrol edin. Pek akıllı bir şeye benzemiyor, bu yüzden de bize yarar sağlayacak bir şeyler bulabiliriz," dediğimde Aslan başını olumlu anlamda sallayıp yanındaki adamlardan birine çocuğun arkasından gitmesi için bir hareket yaptı.

Adam başıyla onayladığında depoda ben, Aslan ve karşımda dik durmaya çalışan cüsseli kalmıştık.

"Artık yalnızsın," dedim kalem eteğimi biraz yukarı sıyırırken. Adamın gözleri bacağıma kaydığında gözbebeklerinin irileştiğini görebiliyordum. Bacağıma sabitlediğimin kılıfın içinden bıçağımı alıp bacağımı yere indirdim.

Manzara sevdiği her halinden belli oluyordu ve ona daha iyi bir manzara gösterebilirdim. Bıçağı elimde ustaca çevirip avucuma sabitledim ve ucunu dar kalem eteğimin kenarına dayadım. Gözleri her hareketimi kaçırmadan izliyordu.

Bıçağı yavaş yavaş eteğe bastırıp bacağıma dikkat ederek yukarıya doğru çekmeye başladığımda etek yırtılıyor ve kenarında bir yırtmaç oluşuyordu. Kalçamın bir iki parmak aşağısına geldiğimde duraksadım. Sağ bacağım komple açıktaydı ve sadece kalça kısmım kapalıydı.

Bu gösteri olsun diye yaptığım bir hareket değildi. Kalem etek hareket alanımı kısıtlıyordu ve bunu yaparak artık hareket etmek benim için daha kolay olacaktı.

İşime yarayacak bir şeyler bulmak için depoya göz gezdirdiğimde bomboştu ve işime yarayacak bir şey gözükmüyordu. Aslan'a dönüp baktığımda adamın başında ellerini önünde birleştirmiş bekliyordu.

"Aslan, binayı bir araştır ve masa benzeri bir şey bulacak mısın diye bir bak," dediğimde sorgulayıcı gözlerle beni izliyordu.

"Masa mı?" diye sorduğunda tek kaşımı kaldırarak bakmam bile hiçbir şey söylemeden işe koyulmasına yetmişti.

Aslan odadan ayrıldığında sadece ben ve cüsseli kalmıştık. Ayağa kalkıp cüsseliye doğru ilerlemeye başladım. Önüne geldiğimde bıçağımın tersini çenesine dayayıp yüzünü bana doğru kaldırdım. Koyu kahve küçük gözlerinin kenarlarındaki kaz ayakları yaşını günbegün ortaya çıkarmaya çalışıyor gibiydiler. Kalın kaşının kenarında bir yara izi vardı ve sert yüz hatlarına rağmen bakışları o kadar da sert değildi.

"Şimdi seninle bir oyun oynayacağız," dediğimde kaşlarını kaldırıp hiçbir şey söylemeden bana bakmaya devam etti. Tam gözlerimin içine bakıyor ve bakışlarını hiç kaçırmıyordu.

Tam ağzımı açacakken kapı büyük bir gürültüyle açıldı. Aslan ve yanında bir adam ellerinde bir masayı kapıdan geçirmeye çalışıyorlardı. Masa pek büyük olmasa da kapıdan geçirmek için birkaç saniye uğraşmak zorunda kaldılar ve sonunda masayı hafif çapraz yaparak kapıdan geçirmeyi başarmışlardı. Bıçağı cüsselinin çenesinden çekip hemen cüsselinin arkasında bir yeri işaret ederek konuştum.

"Şuraya koyun."

Aslan dediğimi yapıp masayı tam koymaları gerektiği yere koydular. "Sandalyeleri de getirin," dediğimde Aslan iki sandalyeyi alıp geldi ve sandalyeleri karşılıklı olarak masaya yerleştirdi.

"Şimdi ellerini çözün."

Aslan hemen belinden küçük bir bıçak çıkarıp önümde duran cüsselinin ellerindeki bandı kesip ellerini çözdü. Elleri çözülen cüsseli bileklerini ovup bana baktı. Aklı karışmışa benziyordu ve karışmalıydı.

"Ayağa kalk ve sandalyeye otur!" dediğimde lafımı ikiletmeden dediğimi yaparak yerden kalkıp hemen arkasından bulunan sandalyeye oturdu. Herkesin sorgulayıcı bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Gergin bir bekleyiş vardı ve herkes yapacağım hareketi pür dikkat bekliyordu.

Açıkta kalan bacağımı masanın üzerine koyup ellerimi birbirine kenetleyip bacağımın üzerine koydum. Cüsselinin bakışları hemen bacağıma kaymıştı. Bu beni rahatsız etmiyordu ama sinir bozucu olmadığını söyleyemezdim.

"Adın ne?" diye sordum hala bacağıma bakan cüsseliye.

Bakışları bacağımda gözlerim kaydığında "Yusuf," dedi.

Başımı olumlu anlamda sallayıp ellerimi dizime doğru kaydırıp ona doğru eğildim.

"Buraya geldiğimde sana söylediğim şeyi hatırlıyor musun?" diye sorduğumda gözlerime değil de göğüslerime bakıyordu.

Bu gitgide sinir bozucu bir hal almaya başlamıştı. Sanki beni ciddiye almıyor ve bedenimle ilgileniyordu. Artık sakinliğimi korumama gerek yoktu. Öfkemin beni kontrol etmesine izin verebilirdim.

Ellerimi dalgalı, kısa, koyu kahve saçlarına geçirip başını sertçe önünde duran masaya çarptığımda acı bir iniltiyle birlikte bir küfür savurdu.

"Bir kadın seninle konuşuyorsa göğüslerine değil, gözlerine bak."

Kafasını masanın üzerinden kaldırıp iki parmağıyla burnunu tutuyordu. Kafasını kaldırır kaldırmaz kan akmaya başladığında kanı durdurmak için başını geriye doğru attı.

Daha yeni başlıyorduk. Şu an yaptığım birazdan yapacaklarımın sadece fragmanıydı.

Elimdeki bıçağı ve kılıfın içinde çıkardığım silahı masanın üzerine bıraktım. Bütün gözler masanın üzerindeydi.

"Oyunun kuralları çok basit. 10 turluk bir oyun olacak. Ben aklımdan 1 ile 10 arasında bir sayı tutacağım ve bunu telefona yazacağım. Düşünmen için on saniyen olacak ve bir tahminde bulunacaksın. Eğer doğru cevabı bilirsen sana dokunmayacağım ama eğer bilemezsen bana dokunduğun o pis ellerin bir parmağa veda edecek."

Ortamdaki sessizlik insanın sinirini bozacak düzeydeydi. Yusuf ise bana bakmıyor, başını öne eğmiş burnunu tutarken bir karar vermeye çalışıyor gibiydi.

Böyle anlar bu işteki en sevdiğim anlardı. Kimse yaptığım şeyi sorgulamıyor, bunun işimin parçasını olduğunu düşünüyorlardı ama bilmedikleri bir şey vardı. O da bunu yapmaktan haz aldığımdı. Karşımdaki kişi fiziksel veya psikolojik olarak acı çekiyor olması beni tahrik ediyordu.

"Aslan telefonunu ver," dediğimde Aslan pantolonunun cebinden çıkardığı telefonunu bana uzattığında uzanıp telefonunu aldım.

Eski model bir telefondu ve ekran kırıklardan gözükmüyordu. Bu çocuğa acilen yeni bir telefon lazımdı. Ekranı yukarı kaydırdığımda ekran hemen açılmıştı. Telefonunda şifresi bile yoktu. Bu çocuk gerçekten beni şaşırtıyordu.

Telefonu biraz karıştırıp hesap makinesini tıkladığımda açıldı. Telefona rastgele bir sayı yazıp masanın üzerine ters şekilde bıraktım.

Yusuf iki parmağıyla burnunu tutuyor, fazla kan akmamasına rağmen bunu yapmaktan vazgeçmiyordu. Gözleri masanın üzerine bıraktığım telefona kaydı.

"On saniyen başladı," dediğimde bütün nefesler tutulmuş gibiydi.

"5 saniyen kaldı."

"5," dedi burnunu tuttuğu için sesi normalden daha boğuk çıkmıştı.

Kafamı sallayıp onu onaylayıp masanın üzerinde duran telefonu tuttum. Hemen açmak heyecanı bozacağı için biraz oyalandım. Yusuf nefesini tutmuş pür dikkat telefona bakıyordu.

Sonunda telefonu çevirdiğimde ekranda yazan sayıyla tuttuğu nefesi bıraktı.

5.

"Bugün şanslı günündesin," dedim telefonu alıp yeni bir sayı yazarken. Telefonu tekrar masanın üstüne ters bir şekilde bıraktığımda artık kendinden daha emin bir tavrı vardı.

Burnunu tutan elini bırakıp masanın üzerine koydu. Eli ve yüzü kan içerisindeydi. Bunu umursamadan cevabını beklemeye başladım.

"8," dedi bu sefer daha kendinden emin bir tavırla.

Bu sefer hiç heyecan yaratmadan telefonu ters çevirdim. Telefonun ekranında yazan sayı 2'ydi. Demek o kadar da şanslı değildi. Bakışları hemen beni bulduğunda sahte olduğu belli olan bir tebessüm attım.

"Hangi parmağını feda etmek istersin?" diye sorduğumda bakışları masanın üzerindeki eline kaydı.

Bu soru bana sorulsaydı kesinlikle cevabım sol elimin serçe parmağı olurdu. Diğer parmaklara nazaran en az kullanılan parmak oydu. İnsanlığın temelinde gelen kurallarından biri de bu değil midir? En az ihtiyaç duyulan en kolay gözden çıkarılmaz mıydı?

Bu insan yaşamında da böyledir. Sizin çok fazla değerli olarak gördüğünüz kişi eğer hayatında size ihtiyaç duymadığını hissederse ilk gözden çıkaracağı kişi haline gelirisiniz. Bana göre bütün ilişkiler ihtiyaç ilişkisi üzerine kurulurdu ve ihtiyaç bittiğinde ise o ilişki son bulurdu.

Yusuf düşünmeye devam ettikçe benim az olan sabrım daha da tükenmeye başlamıştı. Bakışlarım Yusuf'un arkasında duran adama kaydı. Kırklı yaşlarının başında, saçlarına hafif beyazlar düşmüş, orta boy ve kiloda bir adamdı. Onu farklı kılan bir özelliği yoktu, bu yüzden de hiç gözüme çarpmamıştı. Adını ya da bize ne zaman katıldığını bilmiyordum. Çok sayıda adamım olduğu için bu normaldi. Sadece en yakınımda bulunan adamların isimlerini biliyordum ve sadece onlara güveniyordum. Bu adamlarda bir elin parmağını geçmezdi.

Bekledim.

Bekledim.

Artık bu bekleyiş çok sıkıcı bir hal almaya başladığında karşımda duran adama dönerek "Elini tut," dedim.

Adam emirlerimi ikiletmeden hemen önünde duran Yusuf'un elini tutup masaya sabitledi. Yusuf artık eskisi kadar sakin değildi. Oturduğu yerden kalkmaya ve adamın elinden kurtulmaya çalıştığında küçük çaplı bir kargaşa çıkmıştı. Yusuf bana doğru hamle yapmaya yeltendiğinde Aslan arkamdan hemen atılarak önüme geçmeye çalıştığında elimi kaldırarak onu durdurdum.

Adam bütün ağırlığını Yusuf'un üzerine bıraktığı için bana ulaşması imkansızdı. Buna rağmen bu yaptığı cezasız kalmayacaktı. Masanın üzerinde duran bıçağı alıp avucumun içine sabitledim ve bıçağımı masanın üzerinde duran eline sertçe geçirdim. Bıçak elini ve masayı delmişti.

Bu hareketim ortamın durulmasını sağlasa da saniyeler sonra Yusuf'un kulakları tırmalayacak şekildeki acı feryadı bütün depoda yankılandı. Bıçak eline tampon görevi gördüğü için kanama olmasa da büyük bir hasar olabilirdi çünkü pek dikkat etmediğim için bıçak tam sinirlerin olduğu noktaya denk gelmişti.

Bakışları ilk olarak eline sonra da bana kaydığında kan çanağına dönmüş gözleriyle beni parçalayacakmış gibi bakıyordu.

"O adamlarına yaptığın şeyler için seni affetmeyecek," dedi salyaları etrafa saçılırken.

Gözünden akan yaşlar sakallarına karışıp kayboluyor, yüzü acı yüzünden renkten renge giriyordu. Bedenini ise hiç hareket ettirmiyor, en ufak bir harekette bile acıyla inliyordu.

Bu boş tehditlere karnım toktu. Patron dedikleri kişiye bu kadar güvenmelerine rağmen onu hemen satmışlardı.

Pars Alaz'ı tanımasam da bu ağzı gevşekler için parmağını bile kıpırdatmayacağına emindim. Çünkü bizim işte gevşek ağızlı olmak demek çoktan öldün demektir.

Masanın üzerinde olan ayağımı yere koyup ayağa kalktığımda ellerimi sabitleyip öne doğru eğildim. Boşta kalan eliyle tam bana doğru hamle yapacağı an geriye doğru çekildim. Ani hareketi yüzünden bıçak elinde daha derin bir kesik oluşturmuştu. Acıyla hemen gerilediğinde elimi masanın üzerinde duran bıçağa sabitleyip bıçağı daha da derine bastırdım.

Yusuf'un kıvranmaları artmasına rağmen acıdan dolayı hareket edemiyordu. Bu elin bir daha kullanılması imkansızdı ama işimi riske atmayı sevmezdim.

"Aslan," dedim otoriter bir ses tonuyla. "Şunu tutun ve hareket etmesini engelleyin."

Aslan sağ tarafını, diğer adam da sol tarafını tuttuğunda Yusuf kurtulmak için çabalasa da hareket etmesi pek de kolay değildi.

Eline saplı olan bıçağı çıkarmak için bir ileri bir geriye doğru hareket ettirip yavaş yavaş çıkartmaya başladığımda her hareketimde derisinde daha derin kesikler oluşuyor ve kan hiç durmadan akmaya devam ediyordu.

Yusuf'un bağırışları kulağımı artık tırmalamıyor aksine hoş bir melodiymiş gibi geliyordu. Bıçağı elinden çıkardığımda eli darmadağın haldeydi. Sanki biri elinin ortasını kıyma makinesinde çekmiş gibiydi. Üstü ve bütün masa kan holüne dönmüştü.

Aslan ve diğer adam artık onu tutmakta zorlanmıyordu. Acıdan kendinden geçmiş ve bayılmak üzeriydi. Bugünlük benim için bu kadar yeterliydi. Bu beni yeteri kadar tatmin etmese de yine de zevk almıştım.

Yusuf kendinden geçip sandalyeye yığıldığında Aslan ve diğer adam onu bıraktı.

Aslana dönerek "Kalem ve kağıt var mı?" diye sorduğumda hemen ceketinin iç cebinden bir not defteri ve kalem çıkarmıştı.

Kalem ve not defterin elinden alıp masanın üzerine koydum. Bıçağı tutan elim kan içerisindeydi, bu yüzden sol elimi kullanarak not defterinde bir yaprak kopartıp masanın üzerine sabitledim.

Sol elimle kalem alıp kağıdın üzerine "Umarım hediyemi beğenirsin." yazıp sol alt köşeye de adımı yazdım. Kağıda baktığımda gözüme çok boş görünmüştü.

Sağ elime baktım. Kan henüz tam olarak kurumamıştı, bu yüzden işaret parmağımdaki kanı dikkatlice bir ruj gibi dudaklarım sürüp kağıda bir öpücük kondurdum.

Şimdi daha iyi olmuştu.

Kağıdı ikiye katlayıp baygın olan Yusuf'un alnına zımbalamak isterdim ama yanımda maalesef bir zımba yoktu. Kağıdı Aslan'a uzatım.

"Diğer elinin de kullanılmayacak hale geldiğinden emin olduğunda bu leşi sahibine gönder ve notumun kesinlikle Pars Alaz'ın kendisine iletildiğinden emin ol."

Aslan başını olumlu anlamda salladığında burada artık işim bitmişti. Bakışlarım son kez kana boyanan adama kaydığında bu portre beni yeterince tatmin etmişti.

Bu portreyi gören herkes bir efendiyle uğraşılmaması gerektiğini öğrenecekti.

Efendi artık kırmızı rujunu sürmüş, savaşa hazırlanıyordu.

Bir savaş başlatıyordu ve yenilmeye hiç niyeti de yoktu.

***

Üzerimdeki kanda ve yırtık etekten kurtulmak için eve uğrayıp temizledikten sonra dinlenmeye bile fırsat bulamadan tekrar şirkete dönüyordum. Normalde de pek sık dinlemesem de 2-3 gündür uykusuzdum ve artık bunun beni kötü etkilemeye başladığının farkındaydım.

Uyumaya çalışsam da pek başarılı olamayacağımın da bilincindeyim. Hem şirkete gitmemi gerektiren acil şey neydi?

Normalde Aylin ayrıntıları benimle paylaşırdı ama biraz önce yaşanan telefon konuşmasında sanki zorla konuşuyormuş gibi bir hali vardı.

Şirketten önce Savaş'ın yanına uğrayacağımı söylesem de acilen şirkete gelmemi istemişti. Garip bir şeyler oluyordu ve ben bunu şirkete gidene kadar çözemeyecektim.

Araba durduğunda gözlerimi açıp başımı kaldırdım. Mustafa hemen arabadan çıkıp benim bulunduğum tarafa gelerek kapımı açtı.

"Geldik efendim," dediğinde kafamı olumlu anlamda salladım. Kapıyı bırakıp geriye doğru çekildiğinde bir ayağımı dışarıya atarak arabadan çıktım. Şirketin girişine doğru birkaç adım atarak arabadan uzaklaştığımda Mustafa arabanın kapısını sertçe kapattı.

Olduğum yerde biraz duraksayıp başımı kaldırarak şirket binasına baktığımda camla kaplı koca bir gökdelenin altında kendimi küçücük hissettim.

Buraya ne zaman gelsem kendimi hep ait olmadığım bir yere giriyormuşum gibi hissediyordum.

Bakışlarım gökdelenden giriş kapısının üzerinde bulunan tabelaya kaydığında tiksintiyle yüzümü ekşittim.

Sancak Holding.

Bana ait olan başarının üzerine yapıştırılan sahte bir etiket.

Şu an bunu düşünüp sinir bozmaya gerek yoktu. Zamanı geldiğinde o etiketi kendi ellerimle kazıp çıkartacaktım.

Şirketin girişine doğru ilerlediğimde kapının önündeki iki koruma başını eğerek beni selamladı. Aynı şekilde başımı eğerek onlara karşılık verdiğimde otomatik kapı açıldı.

Kapıdan içeriye adım atar atmaz Aylin koşar adımlarla bana doğru geldi ve yanıma gelerek benimle ilerlemeye başladı.

"Hoş geldiniz efendim," dedi nefes nefese kalmış bir halde.

Böyle konuşmak oldukça güçtü, bu yüzden duraksayıp ne olup bittiğini anlamak için Aylin de tam karşımda duraksayıp bana baktı. Nefes alışverişleri düzensizdi, bu yüzden ona fırsat tanımak için bekledim.

Üzerinde mavi, kısa bir elbise vardı ve her zamanki gibi sarı saçlarını sıkı bir at kuyruğu yapmıştı. Ela gözleri beni bulduğunda gözlerindeki tedirginlik okunuyordu.

"Acil olan durum ne?" diye sorduğumda nasıl söyleyeceğini kestiremiyor gibi bir hali vardı. Dolgun dudaklarını açıp kapadı ve derin bir nefes aldı.

"Babanız," dedi, biraz duraksadıktan sonra devam etti. "Deha Bey şu an burada ve acilen sizinle görüşmek istiyor."

Şimdi neden tedirgin olduğunu daha iyi anlamıştım. Deha Sancak sonunda bir şirketi olduğunu hatırlayıp teşrif etmişti ve her zaman olduğu gibi insanları korkutmayı başarmıştı.

Pek neden bugün gelmişti? Bir tahminim vardı ve eğer tahminim doğruysa buradan eli boş dönecek demekti.

"Şu an nerede?" diye sorduğumda eliyle koridorun sonunda bulunan toplantı odasını gösterdi.

"Kardeşlerinizle birlikte şu an toplantı odasındalar."

"Gerisiyle ben ilgilenirim, sen işine dönebilirsin," dediğimde rahatlamış gibiydi. Başını sallayıp arkasını dönerek ilerlemeye başladığında bende koridorun sonunda bulunan odaya doğru ilerlemeye başladım. Kapının önüne geldiğimde içeriden bağırış sesleri geliyordu. Gerçekten hiç değişmiyorlardı.

Kapının kolunu tutup aşağıya indirdiğimde bütün sesler kesilmişti. Derin bir nefes alıp içeriye girdim. Bugün kötü bir gündü ve öyle olmaya devam ediyordu.

İçeriye girdiğimde büyük, koyu ahşap rengi bir masa beni karşıladı. Masanın başında Deha Sancak, yanında ise Sinan ve Yalçın oturuyordu. Kapıyı kapadığımda bütün bakışlar beni buldu.

"Bakın bakın, sonunda kimler teşrif edebilmiş," dedi Sinan kelimelerin üzerine tek tek basarak. Ne dediğini umursamadan hemen önümde duran sandalyeyi çekip oturdum. Onlara ne kadar uzak olursam benim için o kadar iyiydi.

"Günüm daha kötü geçemez dediğimde sevgili ailemin beni ziyarete gelesi tutmuş," dedim sevgili ve ailem kelimelerinin üzerinde bilerek biraz duraksayarak.

Ayak ayak üstüne atıp geriye doğru yaslandım. Bir elimi bacağımın üzerine diğerini de masanın üzerine koydum. Bu hareketim giydiğim siyah mini eteği biraz daha kısalmasına sebep olmuştu. Gözlerimi karşımda bulunun adama diktiğimde yeşil gözlerini üzerime dikmiş bana bakıyordu.

Deha Sancak.

Herkesin önünde tir tir titrediği o adam karşımdaydı ama ben ondan korkmuyordum. Benim burada olma sebebim bir anlaşmaydı ve o anlaşma en ufak bir şekilde bile bozulsa onu kendi ellerimle öldürecektim.

"Hoş geldin," dedi Yalçın bana gülümseyerek.

"Hoş buldum," dedim aynı gülümsemeyle karşılık vererek.

Yalçın'ı severdim. Bu ailede sevdiğim nadir insanlardan biriydi.

"Eee, neden buradasınız?" dedim sadede gelmek için. "Beni özlediğiniz için gelmediğinizi hepimiz biliyoruz."

"Saldırıya uğramışsın," dedi Sinan hemen ortaya atlayarak.

Bakışlarım Sinan'a döndüğünde alttan altta gülümsüyordu. Saldırıya uğramış olmam hoşuna gitmişti. O hep böyleydi, benim başıma kötü herhangi bir şey gelse bundan mutlu oluyordu. Küçükken de hep böyleydi ve değişmeye niyeti yoktu.

"İlk defa başıma gelen bir şey değil, sonuçta bu işteysen sürekli saldırıya uğrarsın değil mi?" dedim gözlerimi gözlerine dikerek. "Hem sen bunu benden daha iyi bilirsin, sonuçta en zayıf halka sen olduğun için en çok saldırıya uğrayan sensin."

Ellerini masaya çarpıp ayaklandığında hiç istifimi bozmadan oturmaya devam ettim. Onun en zayıf halka olduğunu bilmeyen yoktu ama bunu yüzüne söylemeye cesaret edecek tek kişi bendim.

Hemen eli beline gitti ve silahını çıkartıp bana doğrulttu. En büyük problemi buydu işte. Kolaya atılan mentol gibi hemen köpürüyordu.

"Silahını indir ve yerine otur Sinan," dedi Deha Sancak. Sonunda konuşmaya karar vermişti anlaşılan. "Buraya bunun için gelmedik."

Sinan hemen babacığının dediğini yaparak silahını beline sokup geri oturdu. Sayın Deha Bey'in ağzından çıkan her şey onun için bir emir niteliğindeydi. Çünkü en zayıf halka olmak sürekli birilerinin gözüne girmeye çabalamak demekti.

Bakışlarım Deha Sancak'a kaydı. Ellili yaşlarının ortasında olmalıydı ama yaşını pek göstermiyordu. Saçları hala gençliğindeki gibi siyahtı. İlk başta boyadığını düşünmüştüm ama sadece iyi bir genetiğe sahip olduğu ortaya çıkmıştı. Yaşına göre fit bir vücudu vardı. Bunu sürekli yaptığı antrenmanlara borçluydu. Ne kadar yaşlanırsa yaşlansın değişmiyordu ve değişmeyen diğer bir yeri kibre boyanan yeşil gözleriydi.

"Gönderdiğim mesaj sana ulaşmadı sanırım," dedi ellerini birleştirip masanın üzerine sabitlerken.

Konuşurken karşısındaki kişinin gözlerine bakmak onun için bir güç gösterisiydi. Bu yüzden gözlerimi gözlerinden çekmeden bakmaya devam ettim.

"Mesajını aldım ama pek umursamadım."

Bir kaşı havalandı. Gözlerinin ardından bana üstünlük kurma isteğini görebiliyordum. "O bir istek değil emirdi," dediğinde kahkaha atmamak için kendimi zor tutuyordum.

Siyah ojeyle boyanmış uzun tırnaklarımı masanın üzerine vurmaya başladığımda bakışları parmağımda kısa bir süre oyalandı ve tekrar gözlerimle buluştu.

"Senin emirlerin sikimde bile değil. Bunu bu zamana kadar anlamış olduğunu düşünüyordum."

Sinirlenmeye başladığını seğiren çenesinden anlayabiliyordum. Bu adamın duygularını çözmeye çalışarak büyüyen bir kızdım ve bu yüzden artık insanların ne hissettiğini anlamak benim için kolaydı.

"Senin dilin fazla uzadı. Kime güveniyorsun?" dedi sorgulayıcı bir tonda.

Bende tıpkı onun gibi masaya yaklaşıp ayağımı yere koyarak ellerimi masanın üzerinde birbirine kenetledim. "Kendimden başka kimseye güvenmem ben," dedim gözlerinin içine bakarak.

"Sana neler yapabileceğimden haberin yok."

Belki on yaşında olsaydım bu cümlesi beni korkutabilirdi ama artık o küçük kız değildim. Artık hiçbir şey beni korkutmuyordu.

"Ah, ne yaparsın? Yoksa beni öldürür müsün?" dedim ve biraz düşünüyor gibi yapıp devam ettim. "Evet belki beni öldürebilirsin ama yapmayacaksın. Neden biliyor musun? Çünkü bana ihtiyacın var. Ben yoksam sen de bir hiçsin Deha Sancak."

"Sen kim olduğunu sanıyorsun?" diye bağırarak araya girdi Sinan.

"Ben Hera Ateş'im tatlım ve bu şirketin yöneticisiyim. Hani şu senin hayalini bile kuramayacağın yerin sahibiyim."

Sinan bir şeyler söylemek için hareketlendiğinde Deha Sancak elini kaldırarak onu durdurdu. "Seni o tepeye çıkartanın kim olduğunu unutma Hera Ateş," dedi tehditkâr bir tonda.

"Buraya kendi emeklerimle çıktığımı hepimiz iyi biliyoruz. Birbirimizi kandırmaya gerek yok. Sen ise..." dedim işaret parmağımı ona uzatarak. "Benim başarımın üzerine kendine aitmiş gibi etiket yapıştırmayı meziyet sanıyorsun. Zamanı geldiğinde o etiketleri alıp memnuniyetle sana geri teslim edeceğim ama o zamana kadar anlaşmaya sadık kalmam için dua et."

Hiçbir şey söylemesine izin vermeden yerimden kalkarak çıkışa doğru ilerlemeye başladığımda Deha Sancak arkamdan bağırdı.

"Bir gün bu dik başlılığın ölümüne sebep olacak!"

Kapıdan çıkmadan önce son kez ona dönerek öfkeyle kan çanağına dönmüş gözlerine baktım.

"Yemin ederim ki seni öldürmeden ölmeyeceğim!"

Bir bölümün sonunda daha geldik. Burada bana bölüm hakkında görüşlerinizi paylaşırsanız çok sevinirim.

İnstegram: kayipmedusaa

Fortsätt läs

Du kommer också att gilla

1.6M 52.4K 24
"Zorla evlendik farkındasın değil mi?" dedim dehşetle. Umursamadı ve gözlerimin en derine bakıp, belimde olan eli belimi okşamaya başladı. "Evet kar...
237K 15.6K 21
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
1.5M 56.8K 55
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
143K 9.6K 90
Öğretmen ama AŞKA ÖĞRENCİ (Texting) • Anaokulu öğretmeni olan Beyza yoğun bir sene geçirdiği için yeni dönemde dinlenmek için görev değişikliği yapmı...