Kaçış

Od MaysaBerran

181K 15.2K 3.9K

Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar iç... Viac

1.Giriş
2.İlk Kaçış
3.İkinci Kaçış
4.Son Kaçış
5.Eşim
6.Son Çırpınış
7.Asla
8.Dengesiz
10.Mera Asamana
11.Rubies Gezegeni
12.Kalbe Temas
13.Ev
14.Sarı Çiçekler
15.Ajayu
16.Kitap
17.Kördüğüm
18.Rheyold Değil
19.Sızı
20.Kalp Çarpıntısı
21.Gwrach
22.Anlaşma
23.Sır
24.Mühür
25.Mağara
26.Korku
27.Kabulleniş
28.Omirler
29.Savaş Çağrısı
30.Argent
31.Dünya
32.Çiçek-1
33.Çiçek-2
34.Karar
35.Kırmızı
36.Yıldızlar
37.Çaresizlik
38.Gerçek
39.Geçmiş-1
40.Geçmiş-2

9.Tehdit

5K 456 102
Od MaysaBerran

Merhabaaaa, sözünde durmayan yazar geldi 🤭😂

Hepinizi öpüyorum, keyifli okumalar ❤️

***

Bazı şeyler artık anlamsız geliyordu. Mesela kapı kilitleri gibi!

Lavabo da kaldığım süre boyunca bunu düşündüm. Bir kapı her türlü açılacaksa neden ona kilit koyuyorlardı ki! Benimle resmen dalga geçiyordu. Kilitli kapılar ardına saklanamayacağımı çok net bir şekilde anlamış bulundum. Ama en azından az da olsa rahattım. Sonuçta mahremiyetime saygısı vardı da kapının nasıl kilitleneceğini göstermişti.

Islak kirpik uçlarımdan kızarmış yanaklarıma inen su damlalarını havlu ile sertçe sildim. Homurdanarak havluyu lavabo tezgahına atsam da, temiz ve tertipli bu alana haksızlık yapmak istemedim. O yüzden havluyu aynı şekilde homurdanarak astım. Saçlarımı düzelterek son kez aynada ki yansımama baktım. Durgun gözlerim de eski canlılık yoktu ama hepten de çökmüş diyemezdim. Sadece sürekli ağlamaktan oldukça yorgun görünüyordum. Onun dışında ise ruh sağlığım gayet yerinde diyebilirdim. Hal bu ki çoktan delirmiş olmam gerekiyordu. Fakat bu şeyin içinde büyüyünce, ister istemez psikolojimiz kendini geliştiriyordu. Kolay bir şekilde yıkılmamamızın sebebi belki de buydu.

Alışmak ve kabullenmek!

Daha fazla düşünmeden kilitli (!) kapıyı açarak odaya girdim. Yorgunluktan ölüyordum ve yediğim yemekte üzerimde derin bir uykuya neden oluyordu. Her şeyi bir kenara bırakarak uyumak istiyordum. Direkt yatağa doğru yönelmişken şaşkınlıkla ne yapacağımı düşündüm. İlk defa rahat kıyafetler içinde onu görmeme mi daha çok şaşırmalıydım, yoksa gayet rahat bir şekilde yatakta uzanmasına mı?

Üzerinde görmeye alışık olduğum gömlek ve pelerin dışında, lacivert, düz bir tişört vardı. Altında ise koyu gri uzun paçalı eşofman vardı. Elinde ise siyah bir tablet duruyordu ve civa rengi gözleri dikkatle onun üstünde geziniyordu. Saat kaçtı? Kaç gündür bu gemideydik? Hiçbir fikrim yoktu. Fakat anladığım kadarıyla yatma vakti gelmişti. Çünkü gemide garip bir sessizlik vardı. Ara sıra gelen motor sesleri, sinyallerin rahatsız edici tınısı yoktu.

''Daha ne kadar orada bekleyeceksin?'' Gözlerini ekrandan çekmeden konuşması ile dikkatimi ona verdim. Kalın kolları, geniş omuzları, uzun boyu ile tüm yatağı resmen kaplamıştı. Çıplak ayakları neredeyse yataktan sarkacaktı. Gümüş bedeni loş ışıkların altında dikkat çekici bir şekilde parlıyordu. Sanki yatakta bir mücevher yatıyormuş gibiydi. Görünüş olarak insanlardan daha iri ve güçlü dursalar da genel olarak benziyorduk. Ten renkleri ve göz bebekleri olmamasını saymazsak tabi.

''Beni daha yakından inceleyebilirsin.'' Eğlenen sesi ile irkilerek kendime geldim.

''Ne?'' Boğazımı temizleyerek üstümde ona ait tişörtü düzelterek yatağa doğru küçük adımlarla yaklaştım.

''Aynı yatakta mı yatacağız?'' Şansımı ne kadar zorlayabilirdim?

''Bir itirazın mı var?'' Tabletten ağır ağır bana dönen bakışları, tehditkarca parladı. Civa rengi gözlerinden karanlık gelip geçti.

Dudaklarımı birbirine bastırarak başımı iki yana salladım.

Sanırım, şansımı hiç zorlayamazdım! Aptallık bendeydi. Elbette aynı odada kalacaktık. Bana bu kadar da nezaket göstereceğini düşünmüyordum. Sıkıntılı bir nefes alarak yavaşça yatağa oturdum. Örtüyü kaldırmıştı ama üstüne almamıştı. Tıpkı onun gibi yarı dik bir şekilde oturup, ayaklarımı uzattım. Uzun paçaların içinde kalan ayaklarım gözükmüyordu. Tişört ise sürekli omuzlarımdan aşağı kayıyordu. Tabletin ekranı ile ışıldayan gözleri görünmeyen ayaklarıma bakarak güldü.

''Çok küçüksün.'' Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı.

''Ben küçük falan değilim. Sen fazla büyüksün.'' Gülmeye devam ederken, eğlenen bakışlarla beni süzdü.

''Sadece gördüklerime güvenerek söylemiyorum. Dokunarak da test ettim.'' Şaşkınlık nidası ile aralanan dudaklarımı öfkeyle birbirine kilitledim. Boynumdan yanaklarıma doğru tırmanan bir ateş vardı.

Bir şeyler söylemek söylemek istedim ama kelimeler can bulmadı dilimde. Sinirle örtüyü üstüme çekerek sırtımı ona döndüm ve yatağın en ucuna uzandım.

Gözlerimi sıkıca kapatarak uyumayı ve bu utanç dolu anı bitirmeye çalıştım. Fakat o asla bana yardımcı olmuyordu. Şimdi de sırtıma kadar sokulmuş ve o da yatmıştı. Beni belimden tutarak yatağın ortasına kadar kendisi ile birlikte sürükledi.

Belimde ki yangını göz ardı ederek,

"Ne yapıyorsun ya?" diye öfkeyle söylendim.

"Eşimin yataktan düşmesini engelliyorum."

Ben senin eşin değilim!

Çığlık çığlığa bağırma istediğimi zar zor kontrol altına aldım. Belime sıkıca sarılan kollarını, yanında fazlası ile küçük kalan ellerimle çözmeye çalıştım. Demir gibiydi! Milim dahi oynatamadım.

Boş çabam hoşuna gidiyormuş gibi kıkırdadı. Göğsünün titreşimi ayarlarımı bozuyordu. Nefesi saçlarıma karışıyor, benim ile bir bütün oluyordu.

"Bu küçük bedene bu kadar siniri nasıl sığdırdın?" Sözlerinde bir şey yoktu ama ses tonu beni sinirlendiriyordu. Bunu bilerek yaptığını düşünmeye başlıyordum. Alaylı sesi ile kollarına vurdum.

"Madem küçüğüm geri gönder beni! Sırnaşıp durmasana bana ya!" Kollarında çıkmak için verdiğim çaba nefes nefese bitti. O beni isteğiyle bırakmadan kurtulamayacaktım.

"Seni almak için iki yıl bekledim. Kurallar bozdum, kurallar kurdum. Sence seni bırakır mıyım?" Keskin ses tonu zafer ile doluydu. Sözlerini mühürler gibi nemli dudaklarını ense köküme bastırdı. Uzun bir öpücük ile süsledi ensemi.

Diken diken olan tüylerim ile yutkundum. Ruh değişimine adapte olamıyordum. Az önce pervasızca davranabiliyordum. Ama şimdi suspustum. Ne derse kabul edecektim. Bu ses tonu ile konuştuğunda üzerimde hakimiyet kuruyordu ve bu beni çok hırslandırıyordu.

Nefret ediyordum!

"Uyu şimdi benim küçük eşim." Bu seferde boynumu öptüğünde kalbim vuruşları ile çoktan benden bağımsız hareket etmeye başlamıştı. Burnunu saçlarıma dayayarak rahat bir konum aldığında beni de iyice kafeslemişti.

Bir kuş gibi çırpınan kalbim ile kolları arasında ufaldıkça ufaldım. Karanlığa dikili gözlerim onun ritmik kalp atışları ve düzenli nefesleri ile ağırlaşmaya başladı.

Uykuya yenilmek üzere iken uğultulu bir şekilde sesini duydum.

"Senin için ödediğim bedelleri bilsen yine de bana sırt çevirir miydin?"

***

Gözlerimi elbette parlak güneş ışıkları ile açmadım. Ama evrenin sonsuzluğunu görecek kadar şanslıydım (!)

Yatakta gerinerek kalktığımda oldukça dinç olduğumu hissettim. Ayrıca tek başımaydım. Ne kadar uyuduğum ile ilgili bir fikrim yoktu. Aslında zaman ile ilgili hiçbir fikrim yoktu. Sıkıntıyla oflayarak dinlenmiş bedenimi yataktan kaldırdım. Bir süre önümde ki eşsiz manzarayı seyrettim ve fark ettiğim ayrıntıyla heyecanla hareketlendim.

Biz hareket ediyorduk!

Sürünen paçalarımı katlayarak kontrol odasına girdim. Rheyold tüm asaleti ile panellerin önünde duruyordu. Yanında da bir kaç kişi vardı. Ellerinde tuttukları büyük tabletlerde ona bir şeyler gösteriyorlardı. Koyu lacivert bir omuzundan astığı pelerinin sağ omuzunda altın işlemeli bir arma vardı. Aslan kafasına benziyordu ama tam olarak da ol olduğunu söyleyemezdim. İçinde ki beyaz gömleği kusursuzdu ve siyah kot pantolonu bacaklarını sarmıştı.

Çok, nefes güzel duruyordu. Benim aksime.

Ekranda ki gözleri direkt bana kilitlendi. Civa rengi gözlerinde kendi yansımamı görebiliyordum. Bakışları sıcak ve davetkardı. Benden çok şey istiyordu. Belki de hiçbir zaman ona istediğini veremeyecektim. Bazen ona kapılıyormuş gibi oluyordum. Bunu fark ettiğimde ise içime bir soğukluk düşüyordu, aniden buz kesiyordum. Ona kapılmamalıydım. Yine de bana bu şekilde bakarken çok zordu.

Diğerleri de bana bakınca gerginlikle ensemi kaşıdım. Tekrar içeri gitmek istemiyordum. Onlardan korktuğumu düşünmelerini istemezdim. Ama Rheyold öyle düşünmüyor ki başıyla odayı işaret etti. Tepki vermeden öylece durmaya devam ettiğimde,

"Odaya geç." dedi sert bir şekilde.

Emir vermesine sinir olurken omuz silkerek koltuklardan birine oturdum.

"Acıktım ben." dedim gevşek bir şekilde. Davranışım hoşuna gitmemişti. Bunu da sıktığı çenesinden anlıyordum.

"Odaya geç, yemeğin gelecek." Dişlerinin arasından çıkan sesi tıslıyormuş gibiydi. Onu sinirlendirmek mantıklı değildi ama ben asla akıllanmıyordum.

Tekrar omuz silktiğimde tepkisini görmemek için cama döndüm. Derin solukları kulağıma dolduğunda korkmadım değil. Bir an kalkıp gitmeyi düşünsemde kalmanın yararıma olacağına emindim. En azından bir kaç bilgi alırım diye düşünüyordum.

"Efendim, dediğimiz gibi tekrar geçit açtırmak çok uzun sürecek, en kısa yol Rubies gezegeni yörüngesine açılan geçitten geçmek." Gözlerim camdayken kulaklarım onlardaydı.

"Bunu kabul ettiler ama karşılığında gezegenlerine inmemizi istiyorlar. Müttefik olabiliriz ama güvenmeyiz."

"Komutan Asha doğru söylüyor, Hiyam. Güvenemeyiz."

"Fakat efendim, diğer türlü aylarca uzayda mahsur kalacağız. Üstelik o kadar uzun süre dayanacak kadar enerji ve erzağımız yok."

Göz ucuyla Rheyold'a baktım. Ne yapacağını bilmeyen hali ile sıkıntılı görünüyordu. Çok kısa benimle göz göze geldi. O kısacık anda bile öfkesini görebildim. Hem sözünü dinlemediğim için hem de başına bu kadar bela açtığım için öfkeliydi. Bakışlarımı kaçırarak tekrar cama döndüm.

"Başka açılacak geçit yok mu? Tek bir tane mi?"

"Bizim yörüngemize açılan başka bir geçit yok. İki seçeneğimiz var. Beklemek ya da Rubies gezegeninden yardım istemek."

"Öylece yardım etmeyeceklerdir. Karşılığı olacak."

Rheyold sessizliğini korurken Hiyam karatlı bir ifade ile ona baktı.

"Efendim, benim fikrim Rubies gezegeni üzerinden gitmek. Anlaşmayı gezegene inmeyecek şekilde yapabiliriz. Dilerseniz hem Rubies gezegenine hem de kendi gezegenimize sözcü gönderelim."

"Şu an da sadece bir kişi ışınlanma yapabilir."

'Işınlanma' bu kelime beynimde renkli ışıklarla yanmaya başladı. Işınlanabiliyor muyduk? Peki ama nasıl? Daha doğrusu her yere ışınlanabiliyor muyduk?

"Kordinatları bildirelim ve ilk Rubies gezegenine gönderelim. Bizim gezegenimize de mesaj iletiriz."

Rheyold dışında ikisi kendi arasında konuşurken heyecanla onlara bakmamak için kendimi zor tutuyordum.

"Işınlanmak için-'' Hevesle sonunu beklediğim cümleyi Rheyold'un sert sesi böldü.

''Sus! Bu konuşmayı As Odasın'da yapacağız.'' Büyük bir hayal kırıklığı ile onlara döndüğümde, Rheyold'un kısılı gözleriyle karşılaştım. Şüpheli bakışları ile beni süzüyordu. Sanırım kendimi ele vermiştim.

Gözlerimi kaçırmak yerine meydan okurcasına ona baktım. Başını iki yana sallayarak,

''Beni orada bekleyin ve yönetimi toplayın.'' dedi. Emrine boyun eğip dışarı çıktıklarında sadece ikimiz kalmıştık.

''Hala bir umudun var değil mi?'' Sesi sinirli ve hayal kırıklığına uğramış gibiydi.

Evet, vardı. Fakat bunu onun yüzüne direkt söyleyemezdim. Bu sadece benden daha fazla şüphelenmesine sebep olurdu.

''Ben sadece merak ettim.'' Bana inanmayan bakışlarla panele döndü. Ben bile kendime inanmıyorken onun inanmasını zaten bekleyemezdim.

''Yemek saati! Lütfen herkes yemekhaneye toplansın!" Yavaşça ayağa kalktım. Bu sefer yalnız yemek istemiyordum.

''Ben de yemekhaneye gidebilir miyim?''

''Hayır!''

Bir düşünseydin en azından!

''Lütfen, çok sıkıldım.'' Cevap dahi vermedi. Ekranda ki gözleri bana dönerken,

''Odaya geç, yemeğin oraya gelecek.'' dedi.

''Neden burada yemiyorum?''

''Seni burada tüm kontrol paneliyle baş başa bırakacağımı düşünmedin herhalde.''

Düşünmüştüm. Kolumu dirseğimden tutarak beni odaya doğru ilerletmeye başladığında ayaklarımı resmen yere yapıştırdım.

''Ne yapabilirim ki? Bırak da en azından burada yiyeyim.'' Boşta ki elimle koluna sarılarak beni çekmesine engel olmaya çalıştım. Fakat benim gücüm neydi ki?

''Ben gelene kadar odada kalacaksın.'' Net çıkan sesi ile omuzlarım düştü. Beni bu kadar zorlamasının sebebi büyük ihtimalle en başında onun dediğini yapmadığım içindi.

Odaya girdiğimizde son kez şansımı denemek istedim. Farklı bir yolla.

''Çok bunaldım, arkadaş edinmek istiyorum.'' Tepeden tepeden bakan gözlerinde duygu değişimi olmadığında yavaşça ona yaklaştım. Soğuk parmaklarını, kendi parmaklarım ile sardım.

Gözlerinde ki koyuluk yavaşça açılmaya başladığın da doğru yolda olduğuma emindim. Keskin yüz hatları yumuşamıştı.

''Lütfen, sadece tek başıma kalmak istemiyorum.''

Sağa çevirdiği başı ile gözlerini kapattı ve açtı. Parmaklarını daha sıkı kavradığımda, bedenime yayılan titreşimleri göz ardı etmeye çalıştım.

''Hem kolumda bileklik var. Beni takip edebilirsin.''

''Lanet olsun!'' Başını sertçe sallayarak arkasını döndü. Zafer gülümsememi yerleştirdiğim yüzüm ile heyecanla onu takip etmeye başladım. Tam kapıdan çıkmak üzereyken aniden durduğunda son anda ona çarpmaktan kurtulmuştum.

''Ne oldu? Neden durdun?'' diye endişeyle sordum. Vazgeçmesinden korkuyordum.

Baştan aşağı beni inceleyen gözleri çıplak ayaklarımda durdu. Bir şey demeden tekrar odaya girdi ve benim sessizce beklediğim yaklaşık bir dakikanın ardından elinde bir çift ayakkabı ile geldi. Benim ayakkabılarım değildi. Beyaz bez bir ayakkabıydı. Ayakkabıları önüme koydu ve benim şaşkınlıkla açılan gözlerimin eşliğinde önümde eğildi. Sağ ayağımın bileğini tuttuğunda refleksle omuzuna tutundum.

''Ben giyinebilirdim.'' Sözlerimi umursamadan ayakkabıları özenle giydirdi.

Utanmış ve heyecanlanmıştım.

Kendini bana bu şekilde adaması gerçekten beni korkutuyordu. Bunun patlamasını düşünmek kanımı donduruyordu. Hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalktı ve pelerinini düzeltti. Ben ise hala üzerimde ki şaşkınlığı atmaya çalışıyordum. Öyle ki tuttuğu elime dahi tepki verememiştim. Elleri arasında kaybolan elim ile koridora çıktığında ve yolu neredeyse yarıladığımızda ancak kendime gelebildim. Ellimi çekmeye çalıştığımda kaşlarını çatarak bana baktı.

"Geri dönmek ister misin?" Tehditkar sesi ile dudaklarımı büzdüm. Pislik herif! Fırsatçı!

Başımı iki yana sallayarak elimi tutmasına izin verdim. Geminin alt kısımlarına doğru ilerlerken koridorda karşılaştığım hemcinslerime merak ve heyecanla bakıyordum. Onlarda tıpkı benim gibi sudan çıkmış balık gibiydiler. Bazılarını saymıyorum tabi ki!

Geçtiğimiz koridorların çoğunda camlar vardı ve ben büyülenmişçesine bakmaktan kendimi alamıyordum. O an aslında ne kadar boşuna yaşamış olduğumu fark ettim. Kitap okumayı çok severdim ama hiçbir zaman merak edipde evreni araştırmamıştım. Çünkü oradan ve oradan gelenlerden nefret ediyordum. Başımıza gelen bu felaket tepemizde ki gökyüzünü merak etmemizden dolayı gelmişti. Ama şimdi hak veriyordum. Bu harikulade güzellik kesinlikle keşfetmeye değerdi.

"Yıldızlar bize çarpmaz mı?" Düşüncelerimden farklı olarak sorduğum saçma sorumla gülerek bana baktı.

"Göktaşları. Onlar göktaşı." Gözlerinde ki merhamet parıltıları ile baktı bana. Kızaran yanaklarımı saklamak için başımı çevirdim.

"Yakın gözükseler de bizden fazlasıyla uzaklar. Onlara yaklaşmadan yörünge değiştiriyoruz. Ayrıca geminin çevresinde manyetik alan var, göktaşlarını uzaklaştırıyor."

Başımı sallayarak önüme bakmaya devam ettim. Daha ne kadar salak olabilirdim. Sürekli saçma sorular soruyordum. Hayır yani mantıklı yüzlerce soru zihnimde geçerken dilimden bu kadar salak sorular geçmesi neyin kafasıydı? Sanırım oksijensizlik beni fena yapmıştı. Neyse ki Rheyold bu duruma benim kadar takılmıyordu. Sadece benim aksime eğleniyordu.

''Rubies gezegeni ne peki? Sizden başka da yaşayan varlıklar var mı?''

Rheyold yüzünü buruşturarak üstten bakışlarla bana baktı.

''Siz insanlar, neden evrende tek varlık odluğunuzu düşünüyorsunuz? Ne küstahlık!'' Sesinde ki 'Zavallı insanlar' tonlaması hoşuma gitmezken bir şeyler söylememek için kendimi zor tutmuştum.

''Sonsuzlukla dahi açıklanamayan evrenin sadece size armağan edilmesini düşünmeniz acınası.'' Kibirli sesine daha fazla dayanamadım ve öfkeyle elimi elinden çekip karşısına dikildim.

Ellerim belimde, çattığım kaşlarımla ona bakıyordum. O da elimi çekmeme sinirlenmiş olmalı ki o da aynı şekilde bana bakıyordu. Aydınlık ve nispeten dar koridorda iki keçi gibiydik.

"Böyle düşünseydik sizi bularak başımıza bela etmezdik. Asıl sizin gücünüzü kullanarak biz kadınları alıkoyması acınası! Siz kadınlarınızı koruyamadınız diye bunun bedelini neden biz ödüyoruz. Biz çok mu meraklıyız sizin soğuk ve karanlık gezegeninize! Çok mu meraklıyız sizin gibi canavarlara!" İçimde kalanları bir bir dökerken hafiflediğimi hissediyordum. O kadar hızlı ve yüksek konuşmuştum ki nefes nefese kalmıştım.

Her kelimem de gözleri koyulaşarak bana bakmaya devam etti. Fakat daha sonradan ifadesiz bir hale büründü. Kafasını hafif sağa eğip camdan dışarıya baktı. Söylediklerimi düşünüyor olmalıydı. Bir şey söylemeyeceğini anladığımda öfkeyle arkamı döndüm. Resmen yeri döverek yürüyordum. Tüm öfkemi ayaklarıma yöneltmiştim. Hızlı hızlı yürürken onu arkamda bıraktığımın farkındaydım. Benim aksime daha sakin bir şekilde yürüyordu ve bu beni daha çok sinirlendiriyordu. Bu konu ile ilgili tek kelime etmemesi, onların aslında bu durumu bile isteye yaptıklarını gösteriyordu. Bizim hakkımızı aramamız umurlarında dahi değildi.

İçimde volkanlar patlasa da dışarıdan tüyleri dikelmiş bir kedi gibi göründüğümün farkındaydım. Ki bu da bir yol ayrımına gelene kadar sürdü. Dümdüz ilerleyen koridor şimdi sağ ve sola ayrılmıştı. Yüzümü buruşturarak bir sağa bir sola baktım. Fakat nereden gidileceğini bilmediğim için el mahkum aheste aheste yürüyen adamı beklemeye başladım. Kollarımı göğsümde birleştirmiş, bir ayağımla yerde seri ritimler tutuyordum. Umarım bu şekilde öfkeli olduğum belli oluyordur. Bir kez daha aptal durumuna düşmem saçlarımı yolma isteğimi tetikliyordu. Ne vardı yani bu koridor sonsuza kadar uzasaydı!

En sonunda yanıma geldiğinde dudağının bir ucu alayla kıvrılmıştı. Başıyla sağ koridoru işaret ettiğinde onun geçmesi için bekledim. Şimdi yan yana yürüyorduk.

Göz ucuyla ona baktığımda sırıtıyordu. Somurtarak tekrar önüme döndüm. Gerçekten harikaydı!

"Rubies gezegeni kırmızı bir gezegendir. Toprağı değerli bir taş olan yakut içerir. Orada yaşayanlarda nispeten bize benzer. Görünüş olarak farklılıklar vardır. Belki bir gün görürsün." Nerdeyse unutmak üzere olduğum soruyu cevaplarken umursamaz davranmaya çalıştım.

"Ayrıca sadece bu kadar da değil, bir çok gezegen ve halk var. Sadece sizin gezegeniniz bizden fazlasıyla uzakta kalmış. Bu yüzden asırlarca birbirimizin farkında değildik. Tabi bunda sizin az gelişmiş olmanız da kaynaklanıyor."

En son yine ırkımı küçümserken kötü kötü baktım. Tepkime gözlerini kısılacak kadar gülerek karşılık verdi.

"Gıcık!"

Bir koridora daha girdiğimizde başkalarıyla karşılaştık. Herkes büyükçe bir kapıdan giriyordu. Hevesle etrafıma baktığımda birileri ile hemen konuşmamak için kendimi zor tuttum.

Beyaz aydınlık bir odada sıra sıra dizilmiş masalar vardı. En köşe de ise üstü yemeklerle dolu bir tezgah. İlk hedefim orası olurken omuzlarımdan tutularak durduruldum.

"Ne oldu ya?" Huysuz sesimle ve çatılan kaşlarım ile etrafı dikkatle süzen Rheyold'a baktım.

Tehditkar bakışları çevresinden bana döndü. Bir kaç ton koyulaşan gözleri ile beni gözlerine hapsetti.

"Benim işim var. Bu yüzden gitmek zorundayım. Sakın kaçmak gibi bir aptallığa kalkışma ya da bir şeyler karıştırmak gibi aptalca durumlara." Sesinde ki tehlikeli ton ile yutkunarak başımı salladım. Bir an da ne olmuştu böyle de değişmişti. Gerçekten artık anlam veremiyordum.

Geri çekilmeme fırsat vermeden üstüme eğildi ve kulağım ile boynumun arasına dudaklarını bastırdı. Hemen sonra da tenimin üstüne fısıldadı.

"Yoksa güzel eşim, sadece bu gemide değil evimizde de hapis hayatı yaşarsın."

Buz gibi olan bedenimle ona bakarken o son kez beni öperek uzaklaşmaya başladı. Bir süre uzaklaşan sırtını izledim.

Bu adam düşündüğümden daha tehlikeliydi!

***

Wattpad bazen çok kısa yazılmış bölümlü hikayelerle karşılaşıyorum ve çok özeniyorum 🤣🤣

Bende o şekilde kısa yazsam olur mu 🙈

Çünkü yetişmiyor, yetişmiyor! Normalde bu yazdığım bölüm bu kadar değildi daha fazlaydı ama yetişmediğini söyleniş miydim?

Sırf sizi bekletmemek için yayınlıyorum.

Alırım bir öpücük 😘










Pokračovať v čítaní

You'll Also Like

1.7K 89 21
Bu kitap tamamen öneri diziler ve filmlerden oluşmaktadır. İçinde ne ararsanız bulunmaktadır. Kdrama Cdrama Türk dramaları Filmler Animasyonlar...
1.6K 217 4
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde. Bir zamanlar güzel mi güzel bir kız yaşarmış, bu kız yedi cüce arkadaşı ile mutlu mesu...
23.6M 1.4M 78
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
755K 17.4K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...