Ç.T. Adaletkoridoru.com

By busbckr

139K 23.7K 16.1K

Her şey bir çark oyunuyla başladı. O çark beni gözlerimi açmaya, duyduklarımı dinlemeye zorladı. O çark, o k... More

Giriş
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
Göz Göze/Özel Bölüm(Tolunay'dan)
1. Bölüm//2
2. Bölüm//2
3. Bölüm//2
4. Bölüm//2
5. Bölüm//2
6. Bölüm//2
7. Bölüm//2
8. Bölüm//2
9. Bölüm//2
10. Bölüm//2
11. Bölüm//2
12. Bölüm//2
13.Bölüm//2
14. Bölüm//2
15. Bölüm//2

31. Bölüm

2.2K 553 467
By busbckr

İyi günler. Açıklama en sonda mutlaka okuyun.

Sınır: 250 Oy 350 Yorum.

İyi okumalar.

⚖⚖⚖⚖⚖⚖⚖

31. Bölüm: Yeter

Bölüm Şarkıları:


Barış Akarsu- Rüzgâr
Üç Hürel- Bir Sevmek Bin Defa Ölmek Demekmiş
Pilli Bebek- Haram Geceler


Zaman...

Zaman aslında matematik dersinde gördüğümüz o sonsuz kümeydi. Her şeyi ve hiçbir şeyi içinde barındıran evrensel küme, tam olarak zamandı. Doğduğumuz andan değil, çok daha öncemizi ve öldükten bile çok daha sonramızı kapsardı. Aslında nefes aldığımız süre boyunca elde ettiğimiz ve kaybettiğimiz tek şey zamanın kendisiydi.

Her şey ama her şey zamanla ilgiliydi.

Şimdi zihnimin arka bahçesinde dönen görüntüler de zamanla ilgiliydi. İnsanlar genelde ölüme en yakın oldukları an için 'yaşadıklarım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti' derler ve benim de tam olarak hissettiğim buydu ama ölüme en yakın olduğum an mıydı yoksa aslında çoktan ölmüşüm de cesedim kokunca mı bulunmuşum ondan pek emin değilim.

Art arda görüntüler flaş ışığı gibi zihnimde patlarken ben ne denli büyük bir aptal olduğumu fark ediyordum.

Atakan'ı okul bahçesinde uzaktan izlediğim bir an geliyor aklıma mesela. Basketbol maçının ardından yine kızlı erkekli arkadaş grubuyla gülüp eğleniyor. Yakın arkadaş grubundan Özüm'ün de ona âşık olduğunu biliyorum ve Özüm Atakan'ın değer verdiği biri. Hisleri karşılıklı olmasa da benim kadar görünmez de değil. O da o anlarda yanında ve bu benim moralimi çok bozuyor. Yine de ne Atakan'ın hayatına müdahale edebiliyorum ne de hissettiğim acıya gem vurabiliyorum. Öylece uzaktan izliyorum onu. Bir anda Atakan ile göz göze geliyoruz. Yüzümdeki mutsuzluk öylesine aşikâr ki... Açıklayamayacağımdan gözlerimi kaçırıyorum. Lise ikinci sınıf benim için İstanbul'a dair hayallerimin yavaştan yıpranmaya başladığı yıldı.

Tekrar o tarafa döndüğümde Atakan'ı bana doğru yürürken görüyorum ve kalbim atış hızını arttırmaya başlıyor. Yine de sakin kalmayı beceriyorum. Mimiklerimden ise kesinlikle umudum yok...

Atakan gözlerini kısarak "Elif Naber?" diyor ve bir anda mevsim değişiyor benim için. Sonbahar değil, ilkbahar, ekim değil nisan oluyor zamanım.

"İyi... İyiyim. Senden?"

Aslında nasıl olduğumu sormuyor ama ben bu soruyu nasılsın olarak algıladığım için öyle bir cevap veriyorum. Oysa biri ona 'Naber?' dese hep gülerek 'Yok bir haber' diyor. Utançla bu cümleyi kurmasını beklerken yanıma oturuyor ve "İyi." Diyor öylece. "Kazandık yine gördün mü?"

Başımla onaylıyorum. "Tebrik ederim." O da başını sallayarak bir nevi teşekkür ediyor.

"Bizimkilerle hep beraber kutlamaya gideceğiz." Dediğinde heyecandan içimde bir balon patlıyor sanki. Beni de davet edeceğini sanıp heyecanla gülümsüyorum ama Atakan "Çantamı ve formamı sana versem. Eve götürür müsün? Ben akşam uğrarım size." Diyerek ne kadar yanıldığımı yüzüme vuruyor. Engel olamıyorum, yüzüm de asılıyor, kalbim de kırılıyor ama yine de "Tabi." Diyorum. "Götürürüm ben eve."

Genişçe gülümseyip elini omzuma koyuyor ve "Çok sağ ol. Bir tanesin! Unutmam, sözüm olsun. Bir kahve içeriz." Diyor. Ben onunla bile hevesleniyorum ama unutuyor. O kahve de yalan oluyor. Ta ki Atalay Abi ve ablamla birlikte bir kafeye gidene kadar kahve falan içmiyoruz. Zaten o zaman da ısmarlayan o olmuyor.

O gün çantasıyla eve geliyorum. Sinirden saatlerce ağlıyorum ve gece yarısına yakın bir saatte telefonuma Atakan'dan mesaj geliyor. Çantasını aşağı indirmemi rica ediyor. Yine bozuluyorum ama reddetmiyorum bu isteğini. Çantasını ve formasının olduğu poşeti hırsla yerden kaldırdığımda poşetin kulpu kopuyor ve içindeki pantolonu ve gömleğinin yarısı yere dökülüyor. Poşeti değiştirmek için formalarını çıkarıp yeni poşete koyarken pantolonunun cebinden düşen beyaz şeyle olduğum yerde kalıyorum.

Minik kilitli bir poşet ve içinde 6 tane beyaz hap...

Çocuk değilim, tamam 15 yaş resmen çocuk sayıldığım bir yaş ama çocuk değilim işte aptala yatmadım. Bunun ne olduğunu biliyordum. Birileri öğrenirse ne olacağını da. Tekrar telefonuma mesaj gelince Atakan'dan olduğunu anlayıp hızla hareket ettim ve uyuşturucuyu da cebime koyup formalarını katlayarak değil poşete tıkıştırarak hızla odamdan çıktım. İçeri doğru nereye gittiğimi bağırıp hızla merdivenleri arşınladım. Sadece annemin arkamdan "Yavaş ol kızım, merdivenden yuvarlanacaksın!" deyip kıkırdadığını duydum. Ela ve Ebru'nun da ona katıldığını duydum ama umursamadım. Korkudan ve sinirden yüzüm şişmiş gibi hissediyordum.

Apartmanın kapısını açtığımda nefes nefese kalmıştım. Atakan bana bakıp bıkkın bir tavırla "Sonunda ya! İki saattir bekliyorum." Dedi homurdanarak. Bana işi düştüğünde takındığı nezaketten uzaktı ifadesi. Umursamıyorum her zamanki gibi ama bu sefer hislerim yüzünden değil, gördüğüm şey yüzünden oluyor bu. Elimdeki çantasını ve forma poşetini alırken elimi cebime atıp küçük poşeti çıkarıp ona uzattığımda sonunda onun da gözlerindeki o korkuyu görebiliyorum.

"Bu ne?" diye soruyorum sakince ama o bana bağırıyor.

"Eşyalarımı mı karıştırdın? Bu ne hadsizlik! Sen kimsin!"

Gözlerimi yumup sakinleşmeye çalışıyorum ve bu haksız ithamını hazmediyorum.

"Poşet yırtıldı. Poşet değiştirirken bu cebinden düştü Atakan. Eşyalarını karıştırmıyorum. Beni tanımak için bir çaba harcamamış olabilirsin ama son kattaki, sadece her sabah işe giderken karşılaştığımız Muammer Amca bile bunu bilir. Şimdi sıra sende, ne bu?"

"Seni ilgilendirmez." Diyerek elimden almaya çalıştığında elimi yumruk yapıp arkama saklıyorum.

"Beni ilgilendirir çünkü bulaştım Atakan."

"Versene kızım!"

Beni duymuyormuş gibi...

"Dinliyorum." Diyorum sakince. Şu an ona olan hislerimle değil, tamamen insani bir gayeyle hareket ediyorum ama anlamıyor.

"Sana ne? Sana hiçbir açıklama yapmak zorunda değilim. Ver şunu."

Başımla onaylıyorum. "Haklısın. Benim hiçbir vasfım yok, neden açıklama yapasın. O zaman babamı çağırayım, gerekli açıklamayı ona yaparsın. Malum, kendisi narkotik polisi ya da senin babana mı söylesem?"

Atakan "Beni tehdit mi ediyorsun?" diye sordu şaşkınlıkla. Çünkü her dediğini sadık bir köpek gibi takip etmeme alışık. Gülümseyip başımı iki yana sallıyorum ve "Hayır." Diyorum kendimden emin bir şekilde. "Sana seçenek sunuyorum. Çünkü yardıma ihtiyacın var."

"Yardıma ihtiyacım falan yok." Diyor tabi ki... Tam da babamın anlattıkları gibi. Kendilerine ne yaptıklarının farkında değiller, daimi bir savunma ve inkâr içindeler demişti bir kere bağımlılar için. Atakan da öyle. Asla ne yaptığının farkında değil.

"Tamam." Diyor sonunda uzlaşmaya varmaktan başka çaresi olmadığını anlayınca. "Sadece denedim. Merak ettim."

Ve aynı babamın dediği gibi bahane ve yalanlarına herkes inanır sanıyorlar...

"6 tane ve muhtemelen kullandıklarınla daha fazlası, deneme için fazla Atakan. Ne zamandır kullanıyorsun? Lütfen dürüst ol."

Atakan sakinleşmek ister gibi başını kaldırıp derin bir nefes alıyor.

"İlk kez geçen hafta Perşembe kullandım. Tek bir tane. Onları da geri iade edecektim." Dediğinde ona inanmadığımı belirtircesine başımı iki yana sallayıp uyuşturucuları cebine koyuyorum.

"Git Atakan. Ben bunları imha edeceğim. Ve eğer bir kez daha görürsem gerçekten babana söylerim."

Bu kararlı tavrı ben de kendimden beklemiyordum ama gerçekten yapmıştım. Tam arkamı dönüp apartman kapısını aralarken kolumdan tutup beni kapının yanındaki duvara yasladı ve yüzünü yüzüme yakınlaştırdı. İlk ve son kez onunla o kadar yakınlaşmıştık. Duygularımı açıkça kullandığı anlardan biri ama en belirginiydi. Dudaklarıma doğru nefesini vererek konuştu. Leş gibi kokuyordu. Yani içmişti. Sarhoş gibi değildi, az içmişti. Kaldı ki eve sarhoş gitse babası onu öldürürdü zaten.

"Küçük çocuklar yetişkin işlerine karışmaz. Küçük beynini de al pembe hayaller kurmaya devam et." Dedikten sonra elini bacağımda hissettim. Avucunu üst bacağım boyunca okşayıp cebimden paketi aldı ve bir anda üstümden geri çekildi. Yüzündeki alaylı gülümseme ile uzaklaştığında benim beynim durmuş gibiydi.

Atakan o günden sonra daha kötü oldu. İki ya da üç kez onu kafası iyiyken bile gördüm. Arkadaşlarının tipleri bile değişmişti. Çok karanlık ve kirli tiplerle geziyordu. Beni yanına yaklaştırdığı anlarda benden bir şeyler rica ediyordu.

Bu poşet sende kalsın sonra alacağım.

Bunu okulun köşesindeki eczaneye bırak oradan alırım.

Elif okula gelirken eczaneden bana ilaçlarımı getirir misin? Ben sipariş verdim.

Sen eczaneye bırak onu, ben hallederim sonra.

Ben paramı eczaneye bırakmıştım da benim için alır mısın?

Tüm bu düşüncelerin arasına başka bir konu girdi zihnime...

Seni bir eczanede gördüm.

Lisenin yanındaki...

İhbar üzerine oradaydım

Beni mi ihbar etmişler?

Hayır tabi ki. Seni neden ihbar etsinler

Eczacıyı ihbar etmişlerdi. Gelen giden herkesi inceliyordum.

Tolunay da biliyordu. Ç.T'de biliyordu.

Donuk bakışlarım Tolunay'ın gözlerine değdiğinde sanırım yaşlarla dolmuştu çünkü Tolunay'ı göremiyordum. Bulanıktı. Ağzımı açamadım. Ne söylemem gerektiğini bilemedim. Kilitlendim kaldım.

"Beni affet. Böyle olsun istemedim."

Daldığım düşüncelerden beni çekip alan şey Atakan'ın boğuk sesi oldu. Hâlâ tam anlamıyla kendinde değildi. Uyuşturucuyu bırakmıştı. Babası onu dövdükten sonra, seni AMATEM'e yatırırım dedikten sonra bırakmıştı ve şimdi yine karşıma, öncekilerden de beter bir halde çıkmıştı.

Tolunay'dan çektiğim bakışlarımı Atakan'a çevirdim. Sonra da önüne çömeldim.

"Ne demek istiyorsun?" diye sordum ama aslında ne dediğini çok net anlamıştım.

"Ben masumdum ama?" diyerek teşvik ettiğimde Tolunay "Levla!" diye araya girdi. Ben elimi kaldırıp onu sustururken Atakan'ın bakışları hışımla Tolunay'a döndü.

"Onun adı Elif. Hepimiz Elif diyoruz. Kendini özel mi sanıyorsun?" diye sordu ama dili defalarca kez dolandı. Bir kelimeyi üç dört kez tekrarladı. Neyse ki Tolunay onu kaile almadı.

Atakan'ın bakışları bana döndü. "Sana Levla diyor diye mi ondan etkilendin Elif? Elif sana daha çok yakışıyor bence." Dedikten sonra elini yüzüme doğru kaldırdı. Ben yüzümü geri çekerken Tolunay Atakan'ın elini aniden tutup itti.

İçinden söylendi ama ben sadece 'Sarhoş marhoş' dediğini duydum.

"Atakan bana doğru dürüst açıklayacak mısın yoksa babamı arayayım mı?" diye sordum. Atakan'ın gözleri irice açıldı. "Arama! Arama Elif n'olur kimseyi arama. Baban öldürür beni." Dediğinde kaşlarım çatıldı. Ne demekti bu? Babam değil de baban mı demişti? Yoksa dil sürçmesi miydi?

"Sen bana ne yaptırdın?" diye sordum ama asla cevap verebilecek gibi değildi. Sinirle ayağı kalkıp saçlarımı dağıttım.

"Bunun ayılması lazım!" diyerek Tolunay'a Atakan'ı gösterdiğimde bana çaresiz bir bakış attı.

"Ya da sen biliyor gibisin. Sen anlatmaya ne dersin?" diye sorduğumda başını iki yana salladı. "Bunu anlatmak bana düşmez Levla." Dedi gözlerini kaçırarak. Sanki sorun 'Ona düşmemesinden' başka bir şeydi.

Derin bir nefes verip "Hâlâ sakladığın bir şeyler var." Dedim ve bakışlarımı onun üstünden çekip Atakan'a döndüm tekrar. Zaten anlatacak olsa şimdiye anlatmıştı.

Atakan'ın boş bakışlarına gözlerimi diktim ve baskın bir sesle "Burada bekle. Yine kahve yapacağım. Eğer onu da heba edersen yemin ederim başından aşağı buzlu su dökerim." Diye tehdit ettikten sonra aslında bunun bir faydası olmadığını idrak ettim ama sonunda "Tamam mı?" diye doğrulamadan edemedim. Atakan başını belli belirsiz sallasa da ne dediğimi anlamadığına emindim. Önünden kalkıp mutfağa geçtiğimde Tolunay peşimden geldi.

"Kahve ile uğraşma." Dedikten sonra dolabı açtı ve içinden şurup şişesine benzer bir şey çıkardı. "Bunu ver. Daha çabuk ayılır."

"Bu ne?" diye sorduğumda "Alkolün etkisini azaltıp bilincini uyandıracak bir ilaç diyelim. Zararı yok merak etme. En azından alkol kadar."

O bana açıklama yaparken yanından geçip "Ne zarar göreceği umurumda değil, ayılsın yeter." Dedim. Bu halimle bir süre olduğu yerde kalırken peşimden gelmesi biraz zamanını almıştı. Ne sanıyordu? Hâlâ ona karşı hislerimin olduğunu mu?

Benim yaptığım tek şey insanlıktı ama insanlıkta bir yere kadardı. Şimdiki önceliğim ayılması ve bana olanları anlatmasıydı.

Tekrar Atakan'ın önüne çöküp kahverengi şurup şişesinin kapağını açarken Tolunay içeri geldi. Atakan uyumuştu. Ya da sızmıştı diyelim biz ona...

"Atakan gözlerini aç." Dedim yüksek sesle. Neyse ki gözleri hemen aralandı. "İç şunu!" deyip düşünmesine, idrak etmesine fırsat vermeden şişeyi ağzına dayadığımda Tolunay'a baktım. "Ne kadar içmesi lazım?"

"Birkaç yudum yeterli." Dedi. Bir kaç yudum oldukça muğlak bir cevaptı. O yüzden beş yudum içirmemin bir zararı olmaz diye düşünüp içirdim. Tolunay "Yeterli bu kadar." Diye uyarınca da ona da ters ters bakıp şişeyi Atakan'ın ağzından çektim. Atakan kusacak gibi gözüktüğünden merak edip kokladım şişeyi ama çok kötü bir koku gelmiyordu. Daha çok aspirin kokusu ya da gazoz kokusu gibi şekerli bir koku vardı.

Şişenin kapağını kapatıp kenara aldığımda "Ne zamana etki eder?" diye sordum Tolunay'a bakmadan. Tereddütlü bir hali vardı. "On dakikaya ayılır, hatta zıpkın gibi olur." Dedi. Sanırım fazla fazla içirmeme ima yapıyordu. Ciddiye almadım ve geçip koltukta oturdum. Kollarımı da göğsümde bağlayıp bacak bacak üstüne atıp on dakikanın geçmesini beklemeye başladım. Atakan ise her an kusacak gibi duruyordu.

"Kusarsan polis çağırırım Atakan. Ve bu polis tanıdık bir polis olur." Dediğimde bilinci çok uyanık olmasa da tehdidimi algılayıp elini ağzına kapattı.

Tolunay'ın gülmemek için zor duran haline bakıp " Gül gül çekinme. Hiç benden bu kadar önemli bir şey saklamamışsın gibi rahat bir vicdanla gül." Dedim. Gergindim, meraklıydım ve bu da beni öfkelendiriyordu. Şu an Atakan saf dışı olduğu için öfkemi kusacağım tek insan yine Tolunay'dı ama bu kez bence hak ediyordu. Cevap vermedi bakışlarını önüne eğip yüzünü astı.

O böyle yapınca benim içim ona biraz burkuldu ama bunu da kendime sakladım.

Dakikalar geçtikçe Atakan gerçekten kendine gelmeye başlamıştı. En azından artık alık alık bakmıyor yüzünü buruşturup sızılarının olduğunu açıkça gösteriyordu. İnlemeye başladığında bakışları beni buldu. Tolunay koltuğun kenarına oturduğu yerden kalkıp odadan çıkınca bir süre arkasından baktım. Sanırım mutfağa gitmişti.

Atakan'a baktığımda bakışları beni buldu. Bir an şaşırsa da duruldu ve sanırım yaşananları anımsayınca başını hızla koltuğun arkasına vurdu.

"Sana mı geldim?" diye sordu. Sonra kıyafetimi fark etmiş olacak ki "Nereye geldim ki?" diye sordu. O sırada Tolunay odaya girdi. Elinde bir bardak ve bir sürahi su vardı. Bardağa su doldurup Atakan'a uzatınca Atakan bir an ne yapacağını bilemese de sonra ihtiyacı olduğunu kabullenip suyu aldı ve kana kana içti.

"Bana gelmedin." Dedim sakince. "Seni biz bulduk. İpsiz sapsız adamların yanında."

Gözleri beni buldu, bir süre yüzümü inceledi ve sonra bir şey diyemeden bakışlarını kaçırdı.

"Hoş sen de ipsiz sapsız duruyordun." Dedim. "Belki de onların da senin gibi onları merak eden ve onlar için endişelenen bir aileleri vardır."

Cevap vermiyordu.

"Baban sana yeterince açık olmadı mı Atakan? Hani söz vermiştin, bir daha içmeyecektin?"

Sadece ben konuşuyordum Atakan başı yerde sessizce onu azarlamamı dinliyordu. Eskiden olsa o üste çıkıp beni söylediklerime pişman eder, bana kim olduğumu, beni neden ilgilendirdiğini sorgulatırdı.

"Dayanamadım." Dedi sessizce. Sanırım ben de susunca oluşan sessizlik onu rahatsız etmişti. "Neye?" diye sordum ruhsuz bir sesle. Gözleri bana çevrildi. Sonra Tolunay'a baktı ve tekrar bakışlarını önüne eğdi. "Sesindeki renklerin bile bana karşı solmasına." Diye fısıltıya yakın bir ses tonuyla sorumu cevapladı.

Bakışlarım Tolunay'a çevrildiğinde sinirden çenesini sıktığını ve gözlerini yumduğunu gördüm. Gözlerini açtığında ise göz göze geldik. Herhangi bir reaksiyon barındırmayan bakışlarım tekrar Atakan'ı buldu.

"Atakan..." dedim sakinleşmeye çalışarak. Çünkü sinirden benim de vücudum titriyordu. "Senin hayatında ben soluk bir çizgiden fazlası olmadım ki hiçbir zaman. Ne renginden bahsediyorsun? Senin hayatında şeffaf bir nesneydim sanki Bana baksan da görmüyordun beni... Ne rengi Allah aşkına?"

Sonunda sesimi daha fazla sakin tutamamış bir tık yükseltmiştim. Atakan iç çekti. "Öyle olsa bile içinde renklerin var olduğunu bilirdim. Onları göstermek için sadece bir güneş ışığına ihtiyacın olduğunu, gökkuşağı gibi serpildiğini çok gördüm." Dedi. Ve ardında tırnağının kenarındaki soyulmuş etlerle oynamaya başladı.

"Şimdi değil güneş, evren olsam renklerini göstermiyorsun bana." Dedi. "Şimdi güneşin başka."

Bahsettiği güneş Tolunay olsa da ona bakmadı bile.

"Aramızda hiçbir zaman imalardan öteye gitmeyen bir konuyu mu konuşalım şimdi? Senin bir sevgilin vardı. Bana karşı ölümüne savunduğun, yanında defalarca beni ezdiğin-"

Sözümü kesti. "Hiçbir zaman seni ezmedim." Dedi itiraz edercesine gülümsedim. Donuk, ruhsuz, alaylı bir gülümsemeydi bu.

"Doğru ezmedin." Dedim başımı sallayarak. "Sen beni tarumar ettin. Bir kere değil, her daim. O yüzden bunu daha fazla konuşmayalım ve yaptığın bu saçmalıkları benim boynuma atma" dedim. "Atmıyorum. Senin suçun yoktu zaten." Diye açıklamaya çalışsa da onu umursamadığımı "Sen masumdun. O çantalarda uyuşturucu olduğunu bile bilmiyordun ne demek Atakan?" diye sorarak gösterdim.

Bir an dondu. Bakışları hışımla gözlerime tırmandığında donuk bir ifade ile karşılaştı. Sıfır his, sıfır ima...

Bakışları bu kez Tolunay'a döndüğünde Tolunay'ın öfkeli bakışları onda değildi ama onaydı.

"Bilmiyorum." Dedi sesi titreyerek. "Ben mi söyledim? Eğer öyleyse saçmalamışımdır. Ciddiye alma beni." Dedi. Sesi titriyor bakışları panikle dört dönüyordu. Yalan söylediğini belli ettiğinin aslında kendisi de farkındaydı ama buna rağmen inkâr edemesin diye onun da çok iyi bildiği yeteneğimi öne sürdüm.

"Karşında herhangi biri yok Atakan. Ben varım. Sen yalan söylemeden söylediğin yalanı anlayabileceğimi biliyorsun. Şimdiye kadar söylediğin yalanlara göz yumdum diye anlamadım sanma."

Atakan'ın panikleyen ifadesi yerini sessizliğe bıraktı bir süre sonra.

"Dinliyorum." Dedim beklemede olduğumu belirtircesine.

"Söyleyecek bir şeyim yok." Dediğinde başımla onayladım. Tolunay'a çevirdiğim bakışlarımda ciddiyet vardı. "Bizi bu eve aldığın için teşekkürler. Artık gidelim." Dedim. Tolunay bunun bir veda olduğunu sanmış olacak ki "Saçmalama Levla." Dedi panikle. "Ne teşekkürü? Hem nereye gidiyorsun?"

Bizim de onunla konuşmamız, halletmemiz gereken çok şey vardı ancak ben çok kızgın, kızgın olduğumdan çok kırgındım. Bugün yaşadıklarım bana hiç iyi gelmemişti ve her an kusacak ve ardından kusmuğumun üstüne bayılacakmışım gibi hissediyordum.

"Sanırım sorunlarımızı daha fazla erteleyemeyeceğiz. Ailemle yüzleşmem gerekiyor. Seni ararım." Dedim ve bana korkuyla bakan Atakan'a döndüm. "Kalk hadi!"

Atakan panikle "Nereye?" diye sordu. Ona gözlerimi korkutucu bir şekilde belerterek baktım. "Hesabı sen vermiyorsun ama ben hesabımı alacağım Atakan. O yüzden kalk ve önüme düş."

Tavrım hem Atakan'ı hem de Tolunay'ı şaşırtmıştı ama ben ne duruşumu ne de kararlılığımı bozdum. "Hadi!"

"Ben gelemem Elif. Senin için her şeyi yaparım ama lütfen babam bilmesin." Dedi beni ikna etmeye çalışır gibi. Ancak bir tık ötesi yalvarmaktı.

Derin bir nefes verdim ve koltuğun üstündeki ceketimi ve çantamı aldım. Çantamdan telefonu çıkarıp Salih Amca'yı aradım. Telefon kulağımdayken Atakan'ın telaşlı ve korku dolu bakışları benim üstümdeydi ama ne yaptığımdan çok emin olmadığı için bir hamlede bulunmuyordu.

Salih Amca "Alo, Elif kızım?" diyerek telefonu açınca duyanı donduracak kadar soğuk bir sesle "Atakan'ı buldum Salih Amca, bize geçiyoruz. Siz de gelin." Deyip duraksadım. "Ama hepiniz gelin..."

Atakan babasının adını duyar duymaz telefona atılmaya çalışmışsa da Tolunay ona engel olmuştu.

"Nerede buldun? İyi mi?" diye soran telaşlı sesine yine buz gibi bir yanıt verdim. "Biz beş dakikaya evde olacağız siz de acele edin. Kendi gözünüzle görürsünüz iyi mi değil mi?"

Telefonu kapattıktan sonra Atakan'a döndüm. Parmağımı kaldırıp yüzüne doğru sallarken "Atakan sana yemin ederim seni döverim." Dedim kararlı ve ürkütücü bir tınıyla ancak bunu bilinçli yapmıyordum. Öfkem öyle kaynıyordu ki taşmasına engel olamıyordum. Bir şeyler belliydi evet ama resim tamamlanmıyordu. Atakan da ısrarla resmi tamamlamıyordu. Ben de resmin diğer parçalarına sorardım o zaman!

"E-Elif?" Atakan'ın şaşkın nidasına gözlerimi baydım. "Adım Elif Atakan evet! Ve senin benim hakkımda bildiğin tek şey adım olabilir. Ve seni döverim derken mübalağa yapmıyordum. Bize gideceğiz, ağlasan da sızlasan da gideceğiz. Ben aramızdaki hukukun selameti için kendi iradenle gel diyorum. Daha fazla rezil olmayalım."

Seviyordum ben onu... Onun uğruna bedenimi ve ruhumu paspas edecek kadar çok seviyordum hem de. Şimdi ona karşı seçtiğim kelimeler bu yüzden fazlaca ironikti.

Atakan sözlerimi ciddiye almış olacak ki dizlerine vurup ayaklandı.

Yanımdan geçip giderken arkasından ilerlemek için attığım adım Tolunay'ın kolumu tutmasıyla geri döndü. Ona gözlerimi diktiğimde konuşmayacağımı anlayınca "Bize bunu yapma. Beni görmezden gelme." Dedi. Ancak ben bakışlarımı onun ricasına rağmen üstünden çektim.

"Bu gece yaşadığım her şey bana ağır geliyor Tolunay görmüyor musun? Bu gece senin ailenin yaptıkları o kadar ağırdı ki gerçekten son noktaya kadar dayandığımı düşünüyorum. Buna rağmen kendi ailemin yaptıklarının yanında lafı bile olmaz. Ve bu gece sen beni anlamıyorsun." Dediğimde kolumu bıraktı.

"Bu gece..." dedi sesini düşürerek. "Birbirimizi anlamıyoruz, evet." Dedi ama başka bir şey demeden yanımdan geçip salondan çıktı.

Onu anlardım. Eminim haklı olduğu noktalar da vardı ama benim şu an onunla aramızdakileri çözmeye ne vaktim ne de takatim vardı. Yıllardır içinde debelendiğim karadeliğin ne olduğunu öğrenmek şu an alacağım son nefesten bile daha önemliydi benim için.

Bu yüzden peşinden gitmek yerine Atakan'ın arkasından evden çıktım.

Eve varana kadar Atakan beni ikna etmek istedi ve durmadan konuştu ama bu kez ağzımı açmadım. Sanki hiç yoktu ve ben onu duymuyordum. Öyle ki üstümdeki açık elbiseye rağmen soğuğu hissetmiyordum.

Bizim apartmana geldiğimizde içim garip oldu. Günler sonra evimdeydim ama hiç de huzurlu hissetmiyordum. İçerideki insanlar bana huzur vermemek için yemin etmiş gibiydi senelerdir. Boşuna böyle hiçmiş gibi hissetmemiş olmayı diliyordum.

Anahtarı çıkarıp elimle Atakan'a içeri girmesini işret ettiğimde duraksadı ve son bir kez gözlerime yalvarırcasına bakmaya başladı ama kararlı duruşumu görünce gözlerini yumup içeri geçti.

Atakan kendi içinde söylenirken anladığım kadarıyla kendine sövüyordu. Ben ise sövmek için günün sonunu bekliyordum ki gün aslında sonlanmak üzereydi.

Gecenin bir yarısı bir mahkeme kuracaktım ve ben orada senelerdir bana ceza kesen herkesi yargılayacaktım.

Bizim dairenin önüne geldiğimizde anahtarım olmasına rağmen kapıyı çaldım. Ela hâlâ bizde olduğu için ve Gökçe bu saatte uyuduğu için hafifçe tıklatmıştım.

Kapı Ebru tarafından açıldı ama saat geç olduğu için hemen arkasında babam da vardı ve pijamalarıyla duruyorlardı.

Babam ve Ebru aynı anda "Elif?" dediklerinde ikisi de bir üstünde tuhaf gece kıyafeti olan bana bir de arkamda derbeder halde duran Atakan'a bakıp duruyorlardı. Annem ve Ela da odalarından çıkıp gelince ayakkabımı çıkardım ve içeri girdim.

Atakan'a da bakıp "Hadi, sen de gir." Diyerek bana şaşkınlıkla bakan ailemin her bir üyesine bakıp alayla güldüm.

"Gidip üstünüzü değiştirseniz iyi olur çünkü misafirlerimiz var."

Alayla söylediklerim ailem tarafından büyük bir garipsemeyle karşılandı. Hepsinin gözlerindeki endişeyi gördüm. Benim akıl sağlığımdan endişe ediyorlardı.

"Ne misafiri?" diye soran annem Atakan'a bakıp duruyordu ama onun halinin perişanlığı onun hakkında konuşmasını engelliyor olmalıydı.

"Dünürleriniz." Dedim bastırarak. "Dünürleriniz yolda geliyor ve hep beraber bana açıklama yapacaksınız. Senelerdir bana kendimi bok gibi hissettirmenizin sebebini konuşacağız. Ve tabi diğer şeyleri de."

Kafamdaki noktalar çizgilerle birleşiyordu ama bazı noktalara hiçbir çizgi gitmiyordu. Ben de büyük resmi göremiyordum şimdi ben o çizgileri almadan bu gece sabah olmayacaktı.

O anda babamın telefonu çaldı. Babam telefonu Atakan'a bakarken cevapladı ama konuşmadan tekrar kapattı. Sonra Ebru'ya dönüp "Kapıyı aç, Salih Amcanlar gelmiş, aşağıdaymış." Dedi.

Atakan telaşla yüzünü sıvazlarken hepimizin bakışları ona döndü.

"Düş önüme." Dedim kolundan tutup salona doğru iterek. Açıkçası bu biraz gövde gösterisiydi. Bunu babama yapamazdım ama en azından artık zıvanadan çıktığımı görmesini istemiştim.

Atakan ise sözümü ikiletmedi. O salona geçerken tüm aile bireylerimin şaşkın bakışlarını sırtımda hissedebiliyordum.

Ebru kapıyı açtı. Hülya Teyze'nin panikle "Oğlum nerede? Oğlum iyi mi?" feryadını duyduk. Bu duruma gözlerimi devirirken Atakan'la göz göze geldik. Bu kez alayla gülümseyip, bana tuhaf bakışlar atan Atakan'a bir soru yönelttim.

"Yeni Elif'i beğendin mi? Sizin eseriniz. Ben bayıldım. Teşekkürler." Diyerek ayağa kalktım ve Hülya teyze ile göz göze geldim.

"İşte oğlun." Diyerek elimle Atakan'ı gösterdiğimde ona doğru koştu ve sarıldı. Ne olursa olsun o bir anneydi ve oğlundan haber alamayan bir anneydi. Ben evde olmasam da annemle her gün konuşuyordum. O benim iyi olduğumu biliyordu. Pek tabi bu ona yeterli gelmiyordu ama en azından sağ olduğumu bildiği için Hülya Teyzeye göre durumu daha iyiydi.

Salih Amca ve Atalay Abi de Atakan'la sarılırken benim günlerdir beni görmeyen anne ve babam bana çekingen bakışlar atıp duruyorlardı. Onları istemeyeceğimi düşünüyor olmalılardı ki beni kaybettikleri nokta tam olarak buydu. Anne ve baba olan onlardı.

Yine de Ela gelip bana sarıldı ve başımı öptü. Sonra kaşlarını çatıp "Elif artık n'olur aklını başına al. Annem de babam da perişan oldu." Dedi. İşte o zaman bakışlarımı Hülya Teyze ve Salih Amca'ya çevirip ablama da onları işaret ettim.

"Perişan anne baba böyle görünür abla." Annemin çenesinin titrediğini babamın da gözlerini yumduğunu görünce daha fazla dayanamadım.

"Oğlunuz iyi işte! Sonra hasret giderirsiniz. Oturun bi. Konuşacağımız konular var. Ben artık bıktım, bu muallakta kalmaktan, bunaldım. Artık nefes alamıyorum." Dedim. Bağırmaktan bir ton düşüktü sesim.

Herkes bana dönerken "Atakan bana bir şey söyledi." Dedim ve Salih Amca ve babama dikkatle baktım. "Eminim sizin de bilginiz olan bir konu bu."

Babamla Salih Amca göz göze geldiler ve aralarındaki tedirgin enerji ortama ağırlık gibi çöktü.

"Uyuşturucu!" dediğimde ise korktukları başlarına gelmiş olacak ki ikisinin de gözleri sıkıca yumuldu. Hülya Teyze ve annemin de anlaşmışlar gibi avuçları ağızlarına gitti. Atalay Abi Atakan'a bakarken Atakan'ın bakışları ayaklarındaydı. Ela da kolumu tuttu destek olmak ister gibi. Elbette haberleri vardı.

"Dinliyorum. Atakan kafası güzelken konuştu. Anlatsın diye ayılttım kökten sesi kesildi. Şimdi siz söyleyeceksiniz."

Salih Amca "Kafası mı güzeldi?" diye sorunca Atakan gerildi ama ben bir drama daha kaldıracak durumda değildim. Artık öncelik bendim ve sıramı katiyen kimseye vermeye niyetim yoktu.

"Uyuşturucuya başlamış yine, yolda gördüm aldım erkek arkadaşımın evinde ayılttım getirdim. Bu konuyu daha sonra kendi aranızda konuşun lütfen. Şimdi soruma cevap istiyorum." Dedim ama babam ilk kez ağzını açıp üstümü yeniden inceledi.

"Nerede gördün ki? Bu kılıkla neredeydin?" Şüpheli ses tonuna kısık gözleri de eşlik ediyordu. Ben konuya onları odaklamaya çalıştıkça onlar kaçacak bir şey buluyorlardı.

"Tolunay'ın ailesinin verdiği bir davette." Dediğimde babamın gözleri döndü. Yüzü aniden öfkeden kızarıp şişerken "Senin o aileyle ne alakan var Elif?" diye yükseldi. "Sana tehlikeli insanlar onlar demiyor muyum?" dediğinde gözlerimi yumdum.

"Konu bu değil. Ben kendi ailemin içindeki sorunu çözmek istiyorum. Eğer bunu çözersem diğerlerine de sıra gelecek. Konuyu saptırıp durmayın! Atakan'ın kurduğu cümle ne anlama geliyor, bana bunu açıklayın. Sen o çantanın içinde uyuşturucu olduğunu bile bilmiyordun ne demek?" diye yükseldim en son. Daha fazla dayanamadım.

"Ben ne yaptım?"

Babam öfkesini yatıştıramadı ve yansıtamadığı için de içinde patladı muhtemelen. Nefesleri sıkılaştı.

En sonunda dayanamamış olacak ki parmağıyla Atakan'ı gösterip "Bu piç seni kullanarak torbacılık yapmış. Sen de taşıyıcı olmuşsun. Bu demek!" dediğinde Salih Amca ve Atalay Abi babama yükseldiler ama ben ne dediklerini duyuyordum ne de yerimden hareket edebiliyordum. Zaten anladığım gerçekler yüzüme çarpılınca kulaklarım uğuldamaya kalbim nefes borumda atıp nefesimi tıkamaya başladı.

Ela araya girdi. "Yeter artık! Senin kardeşin yüzünden biz perişan olduk!" Sesindeki titreme ağladığını gösteriyordu kendime gelip Atalay Abi'ye baktım. Önümdeydi ve bana bağırıyordu.

"Gözünü açsaydın. Yapmasaydın!" dediğini duyduğumda asla ama asla planlamadığım, hayatım boyunca yapmayacağıma emin olduğum bir şey yaptım. Yumruğumu burnunun üstüne öyle bir çaktım ki geriye savrulup annesinin kucağına düştü.

"Siktir git lan!" dediğimde bile kendimde değildim. "Yeter artık sana!" dedim ve onu şaşkınlığı ve acısıyla bırakıp Atakan'a döndüm.

"Neden?" diye sordum. "Ben sana ne yaptım ki bana sürekli kötülük yaptın sen?" Atakan gözlerinden sessiz yaşlar boşalırken cevap vermedi.

"Sen?" dedim babama dönüp "Sen gerçeği biliyordun. Neden bana söylemedin? Hadi söylemedin. Suçsuz olduğumu da biliyordun madem bana neden böyle davrandın?"

Babam gidip tekli koltuğa otururken daha fazla ayakta duramayacağını hissetmiş olmalıydı. Son anda koltuğa oturmamış adeta düşmüştü. Onun da gözleri kan çanağıydı.

"Hepiniz." Dedim. "Hepiniz bana iğrenç davrandınız. Yokmuşum, hiçmişim ve istenmiyormuşum gibi..."

Bu kez benim gözlerim dolmuştu. "Niye?"

"Üç çocuk öldü." Dedi Atakan sessizliğini bozup.

"Benim sattığım mallar yüzünden üç tane ortaokul öğrencisi öldü."

Bakışlarımı ona doğru donuk bir şekilde çevirdiğimde kanım buzlanmıştı ve kan akışımı hissedebiliyordum çünkü kanım aktıkça canım yanıyordu.

Titrek bir nefes bıraktım. "Olaya sen de karıştığın için..." dedi ve sustu. Burnunu çekip gözyaşlarını ceketinin kollarıyla sildi.

Salih Amca "Sus." Dese de Atakan susmadı. "Baban beni tutuklatacaktı ama babam Muhsin Amca'yı seninle tehdit etti. Ben de o an korkup senin bildiğini söylerim dedim."

Yere düştüm. Öylece salonun ortasında ayaklarım beni taşıyamadığı için yere yığıldım.

"Baban da beni dövdü." Dedi. "Sen, babam uyuşturucuyu öğrenip beni dövdü sanıyordun ama aslında bu olaylar olmuştu ve baban beni bir depoda dövdü Elif... Hakkı vardı. Kızımdan uzak dur dedi ama sen benden uzak durmadın. Sen benden uzak durmayınca baban daha çok sinirlendi."

Artık ağlaması şiddetlenmiş iç çekerek ağlıyordu ama anlatıyordu da. Atalay Abi kanayan burnunu tutup boğuk bir şekilde "Sen durmadın ki Elif! Sen bize yapıştıkça, Atakan'a yapıştıkça babanın Atakan'a olan öfkesi ortaya çıktı. Senin yüzünden kardeşim sürekli tehdit edildi, dayak yedi. Ama uzak durmayan sendin! Senin yüzünden kardeşim hapse girecekti neredeyse!"

Yerde öylece gözlerimden yaşlar boşalırken Atalay Abi'nin son cümlesiyle öfkeli bakışlarım ona döndü. O bakışımla duraksasa da ben durmadım.

"Benim yüzümden?" ellerim titrerken yerden destek alıp kalkmaya çalıştım ama her bir zerrem hâlâ titriyordu. Ebru gelip koluma girince anca ayağı kalkabildim.

"Ben senin kardeşin yüzünden üç çocuğun katili olmuşum! Ne diyorsunuz siz?"

Artık sadece gözlerimden yaş akmıyor ona hıçkırıklarım ve feryatlarım da eşlik ediyordu.

Anneme döndüm. "Siz?" diye sordum isyan eder gibi "Onun ailesi onun için bana tavır aldı ama siz niye-" devamını getiremedim çünkü boğazımdaki yumru buna izin vermedi.

Annem "Kızım sen gidiyordun peşinden..." dedi ama sonra o da devam edemeyip ağlamaya devam etti.

Anlamıyordum. Tüm sorular zihnime akın ediyordu hepsi oradaydı ama hiçbiri yoktu da aynı zamanda... Yakalayabildiğimi dile döküyordum.

"Ama siz ben... Yani bana çok kötü davrandınız. Sürekli odama tıktınız, üniversiteme karıştınız. Tıp okumadım diye... Bilmiyorum, anlamıyorum. Polissiniz siz. Nasıl yaptınız?"

O kadar karmaşık, o kadar sıkışmıştım ki... Her şey etrafımda dönüyordu sanki.

Babam ayaklandı ve bağırarak bana kendini anlatmaya başladı.

"Bu itten uzak dur diye!" diyerek tekrar Atakan'ı parmağıyla işaret etti. "Seni odana kapattım. Sen yine gittin onun dershanesine yazıldın. Bilsem parasını vermezdim kızım. Tıp okumaman değildi sorun, Edebiyat okusan istediğin gibi gıkım çıkmazdı ama sen gittin bu onursuz it için hiç alakan olmayan bir bölüm okuyorsun. Biz seni ondan koparmaya çalıştıkça sen ona yapıştın. Gönlün düşe düşe bu hayırsız keşe düştü."

Yıllardır aramızda iması dönen konu ilk kez babamın ağzından net olarak çıktı. Benim gönlüm bu hayırsız keşe düşmüştü... Evet...

"Söyleseydiniz!" diye isyan ettiğimde babam başını iki yana salladı. "Hayatın biterdi. Sırf birini sevdin diye sırf, safsın diye ceza almana gönlüm razı olmadı kızım. Ben polisim evet ama Salih de polis, ben onun oğlunu yakardım ama senin de o ateşe girmene gönlüm razı olmadı ve sen bu saflığı sürdürdüğün için, gözünü açmadığın için daha da kızdım sana... Şimdi de gitmiş aynı yarayı başkasından alıyorsun. Ben sana ne diyeyim ki? Neyi anlatayım? Hep yanlış kişiyi seviyorsun mu diyeyim sana?"

Sessiz kaldım. Son söylediklerine kadar haklıydı babam ama Tolunay asla Atakan ile kıyaslanamazdı. Yine de konuyu uzatmadım ve başka bir şey söyledim.

"Yine de bana böyle hissettirmeyebilirdiniz... Atakan bile isteye yaptığı büyük yanlışa rağmen anne ve babası tarafından korundu da kollandı da sevildi de... Ben hiçbir şey bilmiyorken neden bundan mahrum kaldım?"

Annem Ela'nın omzuna başını koymuş ağlıyordu. Babamın gözleri kan çanağıydı. Ebru da beni tutuyordu hâlâ.

"Şimdi buradan çıkıyorum. Karakola gidip her şeyi anlatıyorum. Madem gözüm kördü, ben de bu körlüğün bedelini öderim ama o üç çocuğun katillerinin böyle yırtmasına izin vermem." Dedikten sonra üstüme başıma bakmadan salonun çıkışına yöneldiğimde babam bana yetişip beni tuttu ama bu tutuş normal bir tutuş değildi babam bana uzun zaman sonra ilk kez böyle sarılıyordu.

"Yapma güzel kızım. Sakin ol." Dedikten sonra beni kendine çevirip sarıldı ve yine çok uzun zaman sonra ilk kez dudaklarını saçlarıma bastırıp öptü ve kokladı. Hiçbir tepki vermedim.

"Yapacağım." Dedim net bir tonla. "Milletin ocağına ateş düşürmüşüz ve onlar evlat, kardeş hasretiyle yanarken biz ne kadar rahat yaşıyoruz? Yok öyle bir dünya!"

Yine gidecekken Atalay Abi "Baban da yanar bu kez!" dediğinde olduğum yerde durdum. Babama baktığımda yüzünde endişe vardı ama eminim, bu günden sonra artık eminim ki o endişesi kendisi için değil, benim içindi.

"Kim ne yaptıysa bedelini ödesin." Dedim kendimden emin bir ses tonuyla. Ela çıktı ortaya "Kesinlikle ama bu gece değil Elif. Yarın beraber gideriz, söz! Sen şikâyetini etmeden önce bir avukat tutarız." Dedi.

Başımı iki yana salladım. "Avukat istemiyorum. Savunulacak bir tarafımız mı var?" Ela da gülümsedi. "Senin için değil. Kendim için. Boşanma davası açacağım." Dediğinde Atalay Abi öylece yerinde kaldı. Artık Ela'ya hiçbir yapıcı cümle kurmayacaktım. Boşanmaları en iyisi olurdu. En hayırlısı!

"Tamam." Dedim kendimden emin bir ses tonuyla. "Şimdi herkes evine. Yarın Karakolda görüşürüz!"

Sonra herkesi arkamda bırakıp odama geçtim. Işığı açtığımda yatağımda uyuyan Gökçe'yi görünce ışığı kapattım ve sessizce masama yanaşıp masa lambasını yaktım. Aslında ben evi terk etmeden önce Ela ve Atalay Abi arasını düzeltmeye çalışıyorlardı ama sanırım benim evi terk etmemle, bu konular tekrar gündeme gelmişti ve Ela evine dönmemişti. Şimdi patlak verince de yani ben her şeyi öğrenince, bir de üstüne Atalay Abi bana saldırınca Ela bu kez kararlı bir şekilde boşanmayı dile getirmişti.

İçerideki kavga gürültü aslında Gökçe'yi uyandıracak kadar büyüktü ama Gökçe gürültüye alışkın bir çocuk olduğundan uyanmamıştı hâlâ...

Onun için üzülüyordum. Amcası ve teyzesi yüzünden anne ve babasının yuvası da dağılmıştı. Aslında kendime karşı dürüst olursam suçlu bendim. Ben Atakan'a karşı bu kadar iradesiz ve fedakâr olmasaydım o beni kullanamaz, böyle bir işe alet edemezdi. Kendi yaptığının cezasını kendisi öderdi ki iş ailelere sıçramazdı. Tüm bu olanlar aslında benden saklanmasaydı da bu iş bu kadar büyümezdi. Yaptıkları şeyi iyi bir şey olarak görmeleri ise büyük yanılgıydı.

Kapı açıldığında bakışlarım kapı arasından bana bakan Ebru'ya döndü.

Tereddütle bana bakıp "Mirza diye biri arıyor." Dediğinde panikle kalkıp hızla telefonumu elinden aldım. Allah kahretsin! Aklım öylesine dağılmıştı ki telefonumun nerede olduğu hiç aklıma bile gelmemişti. Ve ikinci hatam da paniğimi belli etmek oldu çünkü Ebru artık Mirza isminin peşini bırakmayacaktı.

Ebru'ya uzun süre gözlerimi diktiğimde odadan çıkması gerektiğini anlayıp kapıyı kapattı ve ben onun kapının önünden uzaklaştığına emin olduktan sonra aramayı cevaplandırdım.

"Efendim." Dedim her ihtimale karşı sessizce. Mirza telefonu açmayacağıma ikna olmuş olmalı ki bir an duraksadı. Sonra derin bir nefes verip "İyi misin?" diye sordu. Bir kelime ve bir edattan oluşan soru cümlesine tonlarca soru işareti bırakmıştı. Aslında merak ettiği neler olduğuydu.

"Siz de biliyordunuz ve benden bunu sakladınız. Güvenin karşılıklı olması gerektiğini düşünüyorum."

Ses tonum sakin ve tekdüzeydi ama Dümen elbette içindeki depremleri hissetti.

"Bunu yarın konuşuruz Elif. Kızmakta haklısın ama kötü bir niyetimiz yoktu."

Bu kez derin bir nefes veren taraf bendim.

"Neyse, niyetlerle iletişim kurmuyoruz sonuçta. Bu benim sorunum ve her şeye rağmen ben adalet için yemin etmiş biri olarak yarın adaleti sağlayacağım merak etmeyin." Dedim ve ardından "İyi geceler." Diye ekledim ama Dümen panik bir sesle beni durdurup "Hayır Elif. Lütfen! Biz konuşana kadar hiçbir şey yapma. Gerçekten konuşmamız gerekiyor. Yarın, okuldan sonra Barış ile Koridor'a gel. Her şeyi anlatacağız." Dediğinde kaşlarım çatıldı. Dahası da mı vardı?

"Neden?" diye sordum. "Madem her şeyi anlatabiliyorsunuz, neden önce anlatmadınız?"

"Yarın..." dedi Dümen. "Söz veriyorum her şeyi anlatacağız."

Bir şey demedim. Sessiz geçen saniyelerin ardından da telefonu ilk ben kapattım. Ç.T'ye olan hislerimi bilmiyordum. Yani evet, kızgındım ama bu kızgınlık benim genel ruh halimdi. Her şeye, herkese ama en çok da kendime kızgındım. O yüzden spesifik olarak başkalarına karşı olan hislerimden emin değilim.

Tolunay'dan ise hâlâ ses seda yoktu. İçerideki bağrışma sesleri arasından babamın çıldırdığını ve onları evden kovduğunu duyabiliyordum. Atalay Abi 'kızımı alacağım' diye feryat figan ederken Hülya Teyze de içeriden hâlâ bana beddua ediyordu.

"Her şey o çıyan yüzünden oldu! Bırakmadı oğlumun yakasını! Mahvetti, dağıttı ailemizi." Gözlerimi yumdum. Sakin kalmalıydım. Babam ısrarla evden kovmaya çalışıyor, Salih Amca ve annemin onları sakinleştirmeye çalışan sesi kısık bir şekilde arkadan geliyordu.

"Torunumu yetim-öksüz bıraktı! Bizi mahvetti!"

Dayanamadım. Bir damla bile kendimi sakinleştirecek motivasyonum kalmamıştı. Hızla odadan çıkıp kapıyı çarptığımda Gökçe'yi bile unutmuştum ve sonradan anımsayınca çok geç olmuştu. Hızlı adımların salona ilerlerken ne etik, ne saygı ne gelenek görenek hiçbir şey görmüyordu gözüm. Bu yüzden Hülya Teyze'nin kolunu tutup sertçe çekiştirdiğimde de hiç düşünmedim.

"Asıl siz benim hayatımı mahvettiniz! Ne yaptım ben size? Ben sadece sevdim. Ben hayatımı oğlunuza, her iki oğlunuza da adadım. Senin oğlun okulu benim sayemde bitirdi. O torunun var ya o torunun benim sayemde oldu! Şimdi nasıl aralarını ben yaptıysam ben bozuyorum Hülya Teyze! Tamam mı? Rahatladın mı? Defolun evimizden! Yeter artık! Senin oğlun yüzünden katil olmuşum ben bu kadar çıkmadı sesim! Defol!"

Öyle bir bağırıyordum ki tüm sesler kesilmişti. Sadece Gökçe'nin ağlayan sesini duydum ve Ebru'nun odama doğru koşan ayak seslerini başka da kimseden çıt çıkmıyordu. Babam ve Ela elime yapışmış Hülya Teyze'yi elimden almaya çalışırken parmaklarım sanki kollarına zımbalanmış gibi ayrılmıyordu. Ben onu kapıya çekiştirene kadar herkes kapıya gelmişti.

En son kapıyı açıp dışarı doğru ittirdim ve kolunu bıraktım. Parmağımı yüzüne doğru sallarken içimde hiçbir şey bırakmamaya ant içmişim gibi tüm birikimimi kustum.

"Beş yıldır ben diye bir şey yok! Ben bu hayatı bile Atakan için yaşıyordum ama Atakan beni hep parmağında oynattı. Yeri geldi yok saydı, yeri geldi nispet yaptı. Arkamdan kim bilir ne geyikler döndürdü. Ne zaman ki ben gönlümden sildim attım ve yerine başkasını koydum Atakan bana yapışmaya başladı. İki aydır ben değil, Atakan bana yapışıyor. Ve bugün oğlun bana yalvardı yine beni sev diye. Kim çıyan? Kim kimin hayatını mahvedip yuvasını dağıtmış? Senin oğlun babamı doldurduğu için biz kavga ettik. Ben on gündür evde değilim, ailemle aram açık! Kimin yüzünden! Ben sana ne yaptım Hülya Teyze? Sen beni seviyordun, hiç haberim olmayan, senin oğlunun yaptığı bir şey yüzünden benden neden nefret ettin? Senin benim ayaklarıma kapanman lazım! Af dilemen lazım! Ama bitti, Senin kocanın da oğullarının da kendimin de babamın da hayatını kaydıracağım. Madem aracı olduğum bir şey yüzünden üç çocuk öldü ben de bizi öldüreceğim. Ne pahasına olursa olsun! 3 yıldır bana kustuğunuz kin var ya... Artık sadece ben değil, hepimiz boğulacağız o kinde."

Atalay Abi'ye döndüm. "Sana hakkımı asla helal etmiyorum." Dedim parmağımı yüzüne sallayarak. "Beni evinden kovdun boş ver dedim, tüm afrana tafrana eyvallah dedim, yeter ki ablam ve yeğenimin huzuru bozulmasın. Kendi evimde beni suçladın bana hakaret ettin, yine de ablama seviyorsun, yapma etme diyen benim. Dönmesi için onu ikna etmeye çalışan benim yine sineye çektim ama sana da yeter. Dua et yasadışı bir şey yapmamış ol. Sana yemin ediyorum eğer varsa bulacağım. Senin de hayatını kaydıracağım. Benim yeğenimin senin gibi babaya ihtiyacı yok. Gerekirse ben baba olurum ona ve emin ol senden bin kat iyi bir baba olurum."

Bakışlarım Salih Amca'ya döndü. Ne diyeceğimi bilemedim. Babamı tehdit eden, melek gibi sandığım, Hülya Teyzenin baskısıyla benden yüz çevirdiğini düşündüğüm Salih Amca...

"Yazık." Dedim sadece. "Keşke İstanbul'a geldiğimiz ilk gün bir otelde, hatta sokakta kalsaydık Salih Amca. Babam, kardeşimin yanına gideceğiz demeseydi."

Son olarak sessizce gözyaşı döken Atakan'a çevirdim bakışlarımı ama ona hiçbir şey demedim. Ona diyebileceğim her şeyi demiştim.

Babam beni çekip sanki yüklerinden kurtulmuş gibi sıkıca sarıldı. Bu sarılma sınırları zorlayan yaşlarımın boşalmasına sebep olduğunda "Artık gidin evimizden." Dedim ama sesim öyle güçsüz ve kısık çıkmıştı ki zayıflığımdan utandım. Salih Amca ve Atakan da kapıdan çıkınca babam kapıyı yüzlerine çarptı. Herkes bir anda bana döndüğünde Ebru da kucağında Gökçe ile odadan çıkmıştı

"Özür dilerim." Dedi babam gözyaşlarına hâkim olamazken. Annem de gelip sarıldı ve "Kızım sen zarar görme diye..." dedi ama ben sarılmadım. Sarılamadım. Şu an kendimi o kadar kötü hissediyordum ki elim kolum kalkmıyormuş gibiydi. Sanki dünyadaki tüm adaletsizlik bana yapılmış gibi.

"Ben zarar görmeyeyim diye..." dedim hayal kırıklığıyla. "Siz bana zarar verdiniz. Kendi ailem." Gözlerimden ardı ardına yaş hâlâ dökülüyordu ama bu ağlama krizi değildi. Yaşlarım olmasa aslında gayet ifadesizdim.

"Biz sen Atakan'a gittikçe ne yapacağımızı bilemedik." Dedi annem daha çok ağlayarak. Annemden kendimi geri çekip "Ben size yalvardım söyleyin diye. Siz söyleyin diye evi terk ettim ben. Alabileceğim maksimum zararı zaten aldım." Dedikten sonra babama döndüm.

"Sonuç değişmeyecek. Yine ben gidip itiraf edeceğim ama baba, sen de Salih Amca da kendinizi yaktınız. O yüzden yapacaklarım için sakın bana kızma. O ölen çocuklardan biri benmişim gibi düşün ve onların ailelerinin yerine kendini koy."

Babam başını iki yana salladı hızla. O başını sallarken bir gözyaşı elime sıçramıştı. "Kızmam. Ne yaparsan yap ama kızım sen hapiste dayanamazsın. Ben kendini yakma derim. Git, bizi şikâyet et. Kendi adını verme. Atakan'ı koruduğumuzu söyle."

Gülümsedim. Alaylı, hoyrat ve boş bir gülümsemeydi bu. "Hapis... Ben üç yıldır, yok hayır beş yıldır İstanbul'da hapisim baba. Ne gördüğüm güneşten ne soluduğum havadan bir şey anladım ben. Yarın okula gideceğim. Oradan evime giderim. Ya yarın akşam ya da diğer gün bilmiyorum. Zaten size haber verirler." Dedikten sonra hiçbirinin yüzüne bakmadan odama yürüdüm. Ebru'nun elinden Gökçe'yi de alıp odama girdim.

"Aouf" dedi Gökçe kendi dilinde bağırmalarımızdan korkmasını ifade etmek için. Yanağını öptüm. "Aouf yok teyzeciğim. Gitti. Dövdüm ben onları."

Dövmekten beter etmiştim doğrusu...

Yanağında kalmış ıslaklığı sildiğimde Gökçe birden beni öpünce daha fazla dayanamadım ve yatağıma çöküp ağlamaya başladım. "Gökçe niye herkes böyle acımasız?" Ben ağlayınca tabi Gökçe bir şaşırdı önce ve ciddiyetimi sorgularcasına yüzümü inceledi.

"Bakma öyle annen ve baban da suçlu. Hele baban! Hiç adam olmaz kızım." Dedim ve hıçkırdım. "Gökçe hayat hiç adil değil. İyi niyetimin, saf duygularımın bedeli sebep olduğum üç cinayet oldu. Tamam, direkt sebep ben değilim ama ben de taşıdım onlara zehir. Bilip bilmemem mühim değil."

Gökçe baktı ki ağlamalarımın ardından bir 'Ce e!' gelmiyor o da bastı çığlığı ve ağlamaya başladı. Bu kez hem kendimi hem de onu susturmaya çalıştım. Gülmeye çalışırken eminim daha korkunç görünüyordum ama yine de denedim.

"Yok yok şaka yaptım teyzem. Ce e."

İyi gidiyordum aslında ama Ce e dedikten sonra hıçkırmasam daha iyi olurdu. Sonunda yüzümü kollarımla silip kendimi toparladım. Neyse ki Gökçe ağladıkça susturulamayan çocuklardan değildi. Gülmeye meyilliydi de çok geçmeden sustu. Ve yine neyse ki annesi bu süreçte odaya gelmedi. Eminim Gökçe'yi duyuyordu ama benim onu susturacağımı da biliyordu. Üstümü değiştirirken Gökçe'ye tüylü tokamı verdim, oyalanması için. Sonra telefonumu şarja takıp onunla birlikte yatağa girdim. Anası nerede yatmak istiyorsa yatabilirdi. Evi terk etsem de bu yatak benimdi. Gökçe'yi uyutmaya çalışırken onunla beraber uyuduğumu sabah alarmın sesiyle uyanınca anladım.

Şarjdan telefonumu çekip alarmı Gökçe uyanmadan kapattım ve lavaboya gittim. Kendime yeni birkaç parça kıyafet almıştım ama onlar da bir yere kadardı. Kendime bir çanta hazırladım. Belki hapiste falan lazım olurdu.

Bilinçaltımda hapis fikri ne durumdaydı bilmesem de bilinç üstümde gayet kabullenmiştim. Çantamı hazırlayıp oyalanmadan evden çıktım. Bu kez çıkmadan biriktirdiğim tüm parayı almıştım. Banka hesabımdaki kredimden kalan para suyunu çekmişti artık. Gerçi birikimim de pek bir şey değildi ama yine de ne olur ne olmaz, dünya hali işte.

Evden çıkmak üzereyken annem odasından çıktı ve endişeyle beni baştan aşağı süzdü. Gözleri elimdeki çantaya takılınca "Bizi gerçekten terk mi ediyorsun Elif?" diye sordu titreyen sesiyle. Sadece alayla gülümsedim. "Cezaevi için hazırlık."

Annem bana 'Yapma!' der gibi bir bakış attı ve yanıma doğru adımladı. "Tamam, seni çok üzdük haklısın ama bu kadarını hak etmiyoruz Elif. Tamam, haklı olduğun noktalar var. Seni Atakan'dan uzak tutmak için çok sıktık, çok azarladık. Kalbini kırdık ama hiçbir zaman evlat ayrımcılığı yapmadık. Bazı şeyler bizim gözümüzden kaçmış olabiliyor. Biz de insanız kızım. Sen söyleyince fark ettim ve çok içime oturdu. Sana hiç yeni elbiseler almıyormuşuz ya... Doğru söylüyorsun ama inan kasti olarak yaptığımız bir şey değildi. Baban da kahroldu kızım. Biz hiç düşünemedik senin böyle anlayacağını ama haklısın. Sen söyleyince enine boyuna düşündüm, düşündük babanla. Yatağını bile kendi biriktirdiğin parayla almıştın."

Çaktırmadığını düşünerek gözyaşını parmağının ucuyla sildi, sanki çapağını temizliyormuş gibi. Ben sessiz kaldım yine.

"Ama seni daha az sevdiğimiz için değil. Öyle kıyafetlere falan çok düşkün değilsin sen. Uysal da bir çocuktun hep. Biz de farkında olmadan seni suistimal etmişiz." Daha fazla saklayamadı gözyaşlarını da ağlamasını da. Çenesi titredi ama yine de konuşmaya devam etti. "Sen duygularını yansıtmayınca biz senin hislerini görmemişiz. Görmek için çabalamamışız. Kızacaksan bize bunun için kız ama seni daha az sevdiğimizi düşünme, bunu düşünerek kendini, kalbini incitme. Ela hep daha nazlı, Ebru hep daha şımarık oldu. İstemeyi bildiler. Yoktan anlamadılar ama sen öyle değilsin. Biliyorum. Sen hep razı olandın. Bu da hem bizim sana hem de senin kendine yaptığın haksızlık. Anne baba olarak seni anlayamamak bizim suçumuz ama biz seni de Ela ve Ebru kadar sevdik yavrum. Üçünüze de canımı düşünmem veririm, baban da öyle. Seni de anlıyorum. Bizim sana davranışlarımız da üstüne gelince sen seni sevmediğimizi sanmışsın." Annem durdu ve bu noktada elini ağzına koyup hıçkırığının duyulmasını engellemeye çalıştı. Yanağımda serin bir çizgi hissedince benim de ağladığımı fark ettim.

Annem elini ağzından çekip "Elif." Dedi duraksadı ve zorlukla boğazındaki yumruyu yutkunup "kızım bir kere sarılabilir miyim?" diye sordu. Sinirlerim boşladığı için mi bilmem aynı şiddetle ağlamaya başladım ama sorusunu da başımla onaylayarak cevapladım. Sanırım bu sarılmaya benim de ihtiyacım vardı.

Annem yanağımı, saçlarımı, boynumu öptü öptü öptü durdu.

"Özür dilerim anneciğim. Seni içine düşürdüğümüz şüpheden. Kalbinin içine ektiğimiz karamsarlıktan, kimsesiz hissettiğin için özür dilerim annecim. Sen bizim için, kardeşlerin için çok değerlisin. Seni, içine düştüğün karanlıktan alamadığımız için bizi affet."

Sessizce değil ama sessiz olmaya çalışarak ağladım. Bir cevap vermeden öylece sarılıp ağladım ama en sonunda geri çekildiğimde "Anne canım çok yanıyor." Dedim sanki beş yaşındaymışım da lojmanda oynarken düşmüşüm de dizim kanamış, anneme göstererek çare arıyormuşum gibi. Annem avuçlarını yüzüme bastırıp başparmaklarıyla yaşlarımı silerken başını onaylarcasına salladı. "Biliyorum annem." Dedi. "Biliyorum."

"Ama bu sefer öpücüklerin işe yaramıyor." Dediğimde dudakları tekrar titrerdi. Omuzları da çöktü. "Bana biraz zaman tanıyın. Halledeceğim. İçimdeki yıkımı, geçmişimdeki lekeyi, geleceğimdeki bulanıklığı çözmem için biraz beni bana bırakın." Dedim.

"Ben bugün eve gelmem. Arkadaşımda kalacağım yine." Aslında koridora gidecektim. Onları da dinleyecek yoluma öyle karar verecektim. Gerçi kararım kesindi ama biraz gecikmeli uygulayacaktım. Annem bana rica dolu gözlerle baksa da kararlı duruşumu bozmayınca "Sana ulaşabileyim Elif. Sen çok fedakârsın kızım, seni kullanırlar. Gözünü aç. Gönül mönül deme annem gördün olanları. Sen kendine bak, seni seven böyle de sever. Sevmeyecekse de kendi bilir. Bırak gitsinler. Baban dedi o çocuğun ailesi çok kötüymüş. Büyük adamlar bunlar kızım kurban olurum boncuk gözlerine. O çocuktan uzak dur."

Annem tek nefeste tüm endişelerini dökerken gözlerimi kırpıştırdım ve susmasını bekledim. Nefes almak için susunca da araya girdim.

"Anne ben her şeyi biliyorum. Tolunay zaten ailesiyle yaşamıyor. O ailesi gibi değil, onlara karşı hatta. Atakan'ın sözlerine itimat etmeyin. Ben ne yaptığımı nerede durduğumu bu kez gerçekten biliyorum. Bu sefer öyle değil. Bu sefer daha çok sevilen taraf benim. İçin rahat olsun." Dedim ve tüm küskünlüğüme rağmen annemin yanağını öpüp evden çıktım.

⚖⚖⚖⚖⚖⚖⚖

Herkese selamlar. Görüşmeyeli nasılsınız?

Sınır elbette dolmadı ve zaten dolacağını düşünerek o sınırı koymamıştım. Sadece finali yazana kadar kaç bölüm olacağını bilmediğim için kendime zaman ayırmak istedim. Ben iki bölüm olur sanıyorum ama çok uzun olduğu için üçe böleceğim. Sınır dolar dolmaz aynı gün  içinde diğer bölüm gelecek. Zaten sınır oldukça cüzi bir sayı. Ham kitlem beğenip yorum yapsa yeter. Diğer bölüm için de aynı şeyler geçerli olacak ama finalden sonraki açıklamayı mutlaka okuyun lütfen.

Önemli olayların çoğu diğer bölüme kaldı çünkü buradan başka bölebileceğim bir kısım yoktu. Bu bölüm geçmişi öğrendik ve Levla'nın iç döküşünü gördük. Önümüzdeki bölüm benim kitap boyunca beklediğim bir bölüm. Yakın zamanda inşallah görüşmek üzere😍

İnstagram: busbckr/busras.typwriter

Twitter: busrastypwriter

Tiktok:busras.typwriter

Continue Reading

You'll Also Like

7.5K 1.3K 27
Dünya'nın son savaşını vermesinin üzerinden yıllar geçmiş, köklü ve yıkılmaz medeniyetler tarihin tozlu sayfalarına karışmıştı. Artık yeni bir dünya...
660K 22.9K 63
"Anlıyorum çok iyi anlıyorum ben sizi, orda ne duygular içinde olduğunuzu anlıyorum." "Anlayamazsın öğretmen yaşamadan anlayamazsın en yakınını kaybe...
251K 8.9K 199
Selena her zaman benim diğer bir yarım oldu . Her zaman onu örnek aldım çünkü o benim İDOL'üm..Bazılarınızın gözünde selenator olmak odasının duvarla...
1.7M 92.7K 46
-Tamamlandı- Elimdeki bereyi yavaşça çekti parmaklarımın arasından, suratımın etrafına dağılmış saçlarımı düzeltip kendi beresini kafama geçirdi. Düz...