GECENİN KIYISINDA

De gullervedikenleri

496 46 38

Ve bir baba için çocukları edecek bedduasını. Ninni yükselecek bir annenin dudağından. Ölü doğan bir bebeğe y... Mais

Gri Bulutlar
1. Karşılaşma
2. Mahkum
3.İdam Sehpası
4. Özgürlüğün Kırmızı Çizgisi
5. SERÇELER AĞLADIĞINDA
6. Bencil Merhamet
8. Mahzenin Kara Kutusu
9. Yakılan Işıklar
Çalınan Renkler

7. Geçmişin Yankısı

24 3 5
De gullervedikenleri


Sena Şener - Porselen Kalbim

Ahmet Kaya - Beni vur


Birileri vardı. Beni önemseyen, beni duyabilen, beni merak edebilen birileri vardı. Bu kafayı yediğim yerde, umudumu keseceğim yerde biri bana umut olmuştu. Biri beni o bataklıktan çıkarmak için el uzatmıştı.

Kaldığım o bataklıkta gözlerimin içine bakarak bana elini uzattı. Gözümden akan yaşla gülümsüyordum.

Elim hala Kerem’in elleri arasındayken gülümsüyordum.

Birileri vardı ve bana elini uzatmıştı. Beni gerçekten merak eden biri vardı. Berfu, bunun bana hissettirdiklerini bilse inanmazdı. Çünkü onu hep merak eden bir ailesi, onu soran yurt arkadaşları vardı. Onu gerçekten seven birileri vardı.

Benimde çevremde kalabalıklarım vardı. Ama sadece kalabalıklardı. Onlar benim anımı değerlendirdiğim, onların zaman geçsin diye konuştuğu insandım ben.

O yüzden Berfu bunun bendeki anlamını bilse güler geçerdi. Güler geçerdi. Onun için geçerdi. Benim için sahici duygular vardı. Eğer ben birine güvenirsem kendimden biriymiş gibi görürdüm. Kendime yapmadığım fedakarlıkları insanlar sırf beni sevsin diye yaptığım aptallıkları hatırladıkça kalbim yerinden sökülüyormuş gibi hissediyorum.

Ama her şey geride kalmalıydı benim için. Ama geçmiş geçmiyordu. İnsanların bana bıraktıkları yakıcı duygular şimdiki beni yarattı.

Şimdiki ben olmamın sebebi etrafımda sahici sandığım duyguların samimiyetsiz oluşuydu. Berfu’nun şimdi bana yaptığı bu iyiliğin anlamını bilse bunun benim için büyüklüğünü bilseydi şaşırır kalırdı. Birilerinin bana iyilik yaptığını gördüğümde ağlama isteği kasıp kavururdu beni. O kadar minettar olurdum ki defalarca teşekkür eder dururdum.

Ama önceki Gökçe öyleydi.

Ah Gökçe, ah kendini değmeyen insanlara feda eden Gökçe. Şimdi biri el uzatıyor nasıl da seviniyorsun bayram şekeri görmüş çocuklar gibi.

Kerem’in ellerinin sıktığını hissetim. Elim onun eli arasında olduğu için inledim acıdan. Kerem dönüp bana baktı ve ellerini serbest bıraktı.

Gözümden akan yaşları sildim.

“Taksiciyi sorguya çekmişler” dedi Tugay gözleri Kerem’in üzerindeyken. Kerem saçlarını geriye atsa da birkaç tel alnına yeniden düştü.  “Adam seni tarif etmiş” dediğinde şok olmuş gözlerle baktım Tugay’a doğru.

Kerem gözlerini kapadı sakince. Bu sakinliğinin ardında çok başka savaşlar gizleniyordu. “Adını bilse söyleyecekti yani” dedi. Tugay bana kaşlarını çatarak bakıyordu.
“Etrafta bu kızı arıyorlarmış” dediğinde Tugay’a sinirle baktım.

“Böyle olacağını hesaba katmadınız mı gerçekten!” dedim. Bir adım yaklaştım kapının ağzında duran Tugay’a doğru. “Birilerinin beni merak edeceğini düşünmediniz mi?” dedim onu küçümseyerek bakarken.

Birde doktor olacaktı güya. Gizem’in zekasıyla yarışamazdı bile. Ne zannediyorlardı kendilerini acaba?
Bunları söylerken dahi birilerinin beni merak edecek ihtimaline tutunuyordum halbuki.

Tugay bana öyle bir baktı ki ateş püskürdü o gözleri. Bana bir adım yaklaştığında Kerem beni kolumdan tutup arkasına aldığında kaşlarımı çatarak bakmıştım Kerem’in sırtına. Tugay birleşmiş ellerimize sonra bana ve en son Kerem’e baktı anlam veremeyerek. “O taksicinin benim adımı bilmediğinden emin misin Tugay?” dedi Kerem.

Beni tutan elleri sıkıydı ve uyarır gibiydi. Gerisinde kalmam için bir tehditti belki de.

“Sence o şerefsize ulaşmamış mıdır Gürsoyların büyük vârisi?” dedi. Her bir kelimenin altını çizerek. Her bir sözcüğün önemini vurgular tonda. “Benden sonra Gökçe’nin kardeşinin yetimhanesine de uğramış zaten” dediğinde vücudumda ilerleyen kan kalbimde takılı kaldı sanki. Ellerim buz kesti. Yutkunamadım bile.

Beni hangi çukura gömdüler de bulamadılar? Hangi ormanda yutuldu feryat edişim? O benim kardeşim. Onu neye karıştırıyorlar? Neye alet etmek istiyorlar bu çirkin savaşlarında?

“Ne saçmalıyorsunuz siz?” dedim içimde büyüyen yangınla. Ne diyordu onlar? Ne işleri var benim küçük kardeşimle? “O taksiciyi haşat ettim tam iki gün önce!” dedi Kerem ellerini yumruk yaparak. Tugay dişlerini birbirine sertçe kenetlerken yüzünün her bir kıvrımı sinirden emareler taşıyordu. Ben ne yapacağımı bilemez bir meczup gibi elimi alnıma dayayıp aklıma bir sürü olasılık getirdim. Olasılıkların doğuracağı sonuçları düşündüm.

“Bende onu diyeceğim sana” dedi Tugay dişlerinin arasından sinirli bir şekilde konuşarak. “Madem bir şey yapacaksın niye bana haber vermiyorsun oğlum?” dediğinde Kerem bir adım attı Tugay’a doğru.
Kerem bir nefesi içine çektiğinde içindeki yangını söndürmekti belki amacı. Ama her rüzgar söndürmezdi yangını. Rüzgarın dozu yangını körüklerdi belki de.

“Sadece bir delil aradım şu kızı haklı çıkarabilmek için!” dedi elimi bir mengene gibi saran kolunu havaya kaldırırken. “Sadece bir ipucu!” dedi Kerem bir umut için çırpınıyordu sanki sesi. İnanmak gelmiyordu içimden ona. “Gürsoy çıktı karşıma hastanedeki yöneticilik karşısında ver bana kızı diye söyleyince” dediğinde ne diyeceğimi kestiremedim.

İçimde büyüttüğüm korkular yılların birikmişliğiyle kontrol edemedi kendini. Elim ayağım titriyor ve ne diyeceğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Tanımadığım bu adamlar ne istedi benim sıradan hayatımdan?

Kerem saçlarını geriye doğru yatırdı sertçe. Tugay şaşıp kalmıştı yerinde. Arkada Gizem belirdi karnında tuttuğu elleriyle. Son söylenilen karşısında bana dikti gözlerini inanmak istemiyor gibi.

“Lan bu kız her ne kadar inkar etsek de Yağız’ın hayatını kurtardı!” dedi. İçimden bağıra bağıra senin hayatını da kurtardım ben! Seni de çektim aldım o yangından. Kendi ellerimi yaktım sizin uğrunuza. Hala izi var kolumda! Diyebilmek istedim.

Kelimeler dilime yetişmedi. İçimin sıkıntısı ruhuma tesir etti. Her cümlede inanamıyorum her yaşanılana. “O şerefsiz geçti karşıma” dedi Kerem işaret parmağıyla göğsüne bastırdı. “Ver Gökçe’yi bana dedi gözümün içine baka baka”

Kimdi bunlar? Ben kimdim mesela? Benim konuşma hakkım yok muydu? Beni insan yerine koyup bir sıfata dahil etmediler bile. Tugay bana her baktığında içinde yeşeren şüphe tohumlarını görüyordum. Yağız bana her baktığında inanmak istemiyor ve güvenmiyordu bana. Gizem’e çevirdim gözlerimi. Ona baktım tereddütle. Buraya geldiğim günden beri yalandan da olsa beni dinleyen sakinleştiren biriydi. Kerem’e diyecek kelimem zihnime yerleştirebileceğim hiçbir düşünce yoktu.

“Binlerce kez yöneticiliği elinden almaya çalıştım o sikik herifin! Ama karşıma geçip Gökçe’yi istedi yöneticilik karşısında” dediğinde elimi tutan ellerimi serbest bıraktı savurur gibi. Aklıma vermem seni kimseye dediği hali ve tavrı geldi. Tanımadığım adamların benim için birbirine girmesini izliyorum teker teker. “Bu herif bir boklar yiyor anladın mı?” dedi Tugay’a bir adım daha atarak.

Gözlerimi yumdum mantığıma oturtmak için her şeyi beynimde. Tugay onun bu halini izliyordu sadece. İzlerken ellerini yumruk yapmış vereceği her cevabı beyninde tartmaya çalışıyordu demek ki.

“Müdire gecenin bir yarısı geldiğini söyledi” Gizem’in ardından Yağız belirdi. Gizem’in omzuna dokundu hafifçe. Gizem dönüp baktı Yağız’a ve ağzını okuyamasam da Yağız’ın kaşlarını her cümlede çattığını gördüm. Yağız yeşil gözlerini bize çevirdi anlam vermeye çalışır gibi.

“Gökçe’nin çalıştığı yere gittim iki gün önce oradaki çalışanlarda aynı Gökçe’nin dediği şeyleri söyleyip durdular” dedi elinin tersiyle kapının pervazına vurdu birkaç kez.
“Burada konuşmayalım bence!” dedi Tugay bana ters bir şekilde bakarken.

Bu açıkça benim yanımda konuşulmaması gereken bir mesele diyor gibiydi.

Bu mesele asıl benim yanımda konuşulmalıydı.

“Oradaki çalışanların söylediği şeylerden biri de kardeşi için daha önce de apar topar ayrılışı!” dedi Tugay’a sesini yükselterek. Yani benim yanımda konuşulacaktı bu mesele. Burada ve benim duyabileceğim şekilde konuşulacaktı.

Mesaj açıktı.

“O it bana daha önce kendisinin yapmadığını söyledi!” dedi. Az önce bu adam beni görmeye tahammül edemeyen adam değil miydi? Az önce ne işi var bu kızın burada dediği kişiyi savunuyor olamazdı, olmamalıydı.
“Niye Gökçe’yi istiyor benden şimdi?” dedi ellerimi sıkarak. Canımı acıtıyordu ama farkında değildi.

Tugay yüzünü kaşıdı ve iki eliyle saçlarını geriye doğru yatırdı. “Bir bok var bu işin içinde! Ama bu kızın da o gece orada elinde iki bıçakla dışarıya çıkmasını aklım almıyor anladınız mı?” dediğinde o kadar konuşmasına rağmen bana inanmayışları sinirlerimi bozdu. Elimi çekiştirdim elinden ama bırakmadı.

“Bırak kolumu!” dedim sinirle. Ne diyorlardı onlar? Kafayı sıyırayım istiyorlar herhalde. Gizem bana baktı ne yapacağını bilemez gibi. Tugay çenesini kaşıyordu sıkıntı içinde. “Yeter artık! Yere batsın bana inanmayışınız. Yere batsın sizin şu saçma düşmanlığınız! Ne diyorsun sen Atalay? Benimle alay mı ediyorsun?” dedim kolumu onun kelepçe gibi tutan ellerinin arasından.

Kimsenin bana inanmayışları bir yana artık rahat bırakmıyor oluşları başka bir meseleydi. “Çağırın gelsin sizin düşmanınız olan Gürsoylar! Çağırın gelsin de bitsin artık bu çile” dedim işaret parmağımla Tugay’a hitaben söylemiştim. “Kim bu adam? Ne ilgisi var benimle?” dedim. Kerem bana doğru dönüp dudaklarını birbirine bastırdı. Onun adından bile nefret ediyordu. Benden de nefret ediyordu. Duygularımız zaten karşılıklıydı.

“Bu saatten sonra bir ilgisi bile kalamaz seninle! Eğer hiçbir suçun yoksa bile o piç yaklaşamaz sana!” dedi kolumu tutup beni sarstı. Ona neydi? İster konuşur ister konuşmazdım. Ona neydi? Kimdi o?
“Uzak dur benden! Çek ellerini de üstümden!” dediğinde kafasını geriye doğru yatırdı, derin bir nefes aldı ve gözlerini kapadı. Üzerimden çekti ellerini.

“Kimsin sen? İstersem bu dağ evinden kurtulduğum an soluğu onun yanında alırım. Hiçbiriniz de tek kelime edemezsiniz!” Kerem’e bir adım yaklaşıp gözlerinin içine bakarak konuştum. Gözlerinin açık kahve olduğunu bilmeseydim şimdi koyu bir renk olduğuna inanırdım. “O herif kim bilmesem bile sen bana karışamaz ya da hayatıma karar vermeye çalışan insanlar için kendini siper edemezsin!” dedim hiddetle. Bir adım daha atıp başımı kaldırdım gözlerinin içine bakmak için. “Umarım bulurlar beni. Umarım bulurlar hepimizi ve bu işkence de bir an önce biter!”

“Bizi bulmaları için bizim kaçmamız gerek ama biz buradayız” dedi Yağız yanımıza kadar gelip Tugay’ın tam ardında dururken. “Bizim böyle bir yerde olabileceğimizi tahmin etmezler mi sence?” dedi göz kırparak.

Tugay bizi izliyordu. Benim hareketlerimi tartıyordu biliyordum. Ellerinin ikisini açarak kapının kenarlarına yaslayıp başını bize doğru yaklaştırdı. “Yücel” dedi sinsi bir şekilde gülümserken. Tek gözünü kısarak bana baktı. Başını eğmiş bir şekilde benimle iletişim kurmaya çalışıyordu.

İletişim tek tarafın verim aldığı bir işlem değildi. Bu bir iletişim miydi?

“Baban ne yaptı da girdi hapse?” dediğinde onun üzerine doğru atlayıp öldürmek istedim. Cebime gitti ellerim. Bıçağım neredeydi  benim? Almışlardı, yoktu. Beni bununla vuracak kadar alçak olamazlardı değil mi?

Bir babam vardı dört yıl önce öldü diyeceğim. Bir adam vardı dört yıl önce gitti diyeceğim. Bir babam vardı ama dört yıl önce adamlığını yitirdi diyeceğim.

Baba.

İsmin gölgem gibi dolanıyor peşimizde. Hala senin ismin var kimliğinde. Varlığın da yokluğunda ağır geliyor artık bana. Bırak yakamı. İsmin dolanmasın peşimde. Çünkü senin isminin geçtiği yerde bizim ismimiz fısıltıyla söyleniyor. Fısıltılarla söylenen her cümle duyulmaktan korkulanlardır.

Baba.

Bıraktığın korkularla cebelleşiyorum şimdi. Bana senin kızın olduğumu söylüyorlar ama bilmiyorlar senin adının geçtiği yerlerde kapıyorum kulaklarımı. Duymak istemiyorum senin kızın olduğumu.

Cevap dahi vermek istemiyorum onlara. Öyle alçak sıfatları hak ediyorlar ki gözümde. Tugay’dan çekmek istemiyorum gözlerimi onu öldürmek ister gibi.

Mavi bir lakos gömlek giyen kollarına baktım boş gözlerle. Esmer teni altında kapıya yasladığı kolu üzerinde beliren yeşil damarlar kabarıktı ve kendini belli ediyordu.

Yeşil yollar.
Baba! Nereye gidiyorsun yine? Çok uzaklara gidiyorsun yine değil mi?
Anana söyle tırı temizleyeceğim yardım etsin bana!
Tamam söylerim. Nereye gidiyorsun baba?
Çok uzaklara. Yeşil olmayan yollara. Ankara’ya.
Ne yükleyeceksin peki?
Ben sana ne dedim? Git ananı çağır bana, acelem var!
Tamam çağırıyorum!
Tavır yapma kızım bana. Acelem var sadece!

Yeşil olmayan yollar. Ankara. Gri kent. Kasvetli hava ve gürültülü şehir. Nereden bilebilirdim ki yeşil olmayan yolların cehennem olacağını. Baba sen ne yaptın? Yine ne kastın var hayatıma. Neyi bela ettin başıma?

Beynimde şimşekler çaktı. Benim babam onların yanında çalışmıştı.

“Her şey bir kenara babanın yaptığı başka bir kenara. Suçsuz dahi olsan babanın attığı kazığın bedelini ödüyorsun şimdi. İlahi adalet Yüceller!” dediğinde hiçbir şey oluşmadı beynimde. Benim babam olan adamın onlara ne gibi bir zararı dokunmuştur ki? Bir babanın işlediği günahı kız çocukları mı öder?
Kerem önüme geçti. Onun sırtına baktım.

Benim babam onlara ne yapmıştı?

“Düzgün konuş! Kimin biletini kime kesiyorsun sen?” dedi.
Benim ne suçum vardı? Birine yardım etmek istemiştim sadece.

“Konuşurken seç kelimelerini” dediğinde Kerem başımı biraz yukarıya kaldırıp saçlarına baktım. Babam bir şey yapmış olsa bile bana bunu yapmayı kendilerine hak mı görmüşlerdi?

“Asıl sen düzgün konuş Kerem! Buraya bu kızı ilk getirdiğimizde en çok sen bilenmiştin kinle” dediğinde gözlerimi onun yumuşak görünen saçlarından çekmedim.

“Şimdi ne oldu da değişiyor kararın abi” dedi ardından Yağız. Beni dört gün azapla baş başa bırakırken bunu hak ettiğimi söylüyorlardı. Baba bunu reva görmüşler bana. Bari giderken unutturmaya çalışsaydın kendini bizlere.

“Bir şeyin değiştiği yok! Ne o? Hesaba mı çekiyorsunuz siz beni?” dedi sesini yükselterek. Gözlerim giydiği kazağın yakasına kaydı. Birinin bana olan yalancı merhametini sorguluyorlardı. Bana yalancı bir merhamet bile hak görülmez miydi?

“Bir daha konuşurken binlerce kez düşünün ne söylediğinizi! Bu kızı buraya getirmek de benim fikrimdi. Ona nasıl yaklaşmanız gerektiğini de ben söylerim size!”  Görüyor musun baba, benim hakkımda bir sürü şey söylüyorlar. Bana bunları hak etmişim gibi davranıyorlar. Tek kelime etmeyeceğim senin yüzünden bir müddet. Senin yaptığın günahı düşüneceğim beynimde. En kötüsü de babam yapmaz diyemiyorum. Çünkü sen yaparsın baba.

“Buraya onu ben getirdim. Onun hakkında konuşmak da size düşmez!” dediğinde gülümsedim hafifçe. Kime düşerdi Atalay? Yoksa senin hakkın mı bana iftiralar atmak? Yoksa senin hakkın mı bana kötü davranmak? Duyuyor musun baba, kızınım ya ben senin ettiğin günahın bedelini ödeteceklermiş bana. Yalancı bir gülümseme var dudağımda. Baba, böyle gülümsemek annemden yadigar bana.

“Ne diyorsun sen abi? Bu kızı Ferit Gürsoy istediği gün biz anlamıştık zaten ona çalıştığını. Babası bile zamanında bize kazık atmış bir kızdan bahsediyoruz. Cebinde bıçakla gezen o kızdan! Şimdi diyorsun ki ne olursa olsun sadece ben düşüneceğim ne olacağını!” dedi Yağız. Cebinde bıçakla gezen o kızdan.

Beni anlamıyorlardı, benim kimin kızı olduğumu biliyor ancak beni tanımıyorlardı. Gizem’e baktım belki de beni anlar diye. Ela gözlerine korku yerleşmişti. Bazı şeyleri öğrenmek istemeyişini anlamıştım şimdi. Karnında bir can taşıyordu o. Başına bir belayı alıp kendini strese sokmak onun için en büyük zararlardan olabilirdi. Ama yine de belki anlardı beni. Belki de o da bu saatten sonra bana yapılacak her şeyi hak görmüştü. Bir şey anlatmıyorlar bana diyordu yukarıdaki kaldığım odada. Şimdi bazı şeyleri öğrendi her ne kadar uzak kalmasa da. Tugay’a bakıyordu karnına yerleştirdiği elleriyle.

“Ben ne diyorsam o” dedi Kerem. Her kelimenin üzerine basa basa. İtiraz istemez ve otoriter bir ses tonu kullanmıştı.

“Sen ne diyorsan o öyle mi?” dedi Tugay onun söylediklerine inanamıyordu. Dudaklarını birbirine sertçe bastırdığını görebildim Tugay’ın. “Ne diyorsun oğlum sen? Ne yaptı bu kız sana? Büyüledi falan mı?” dediğinde Kerem sert bir şekilde iki adım attı. Ellerini yumruk yapmıştı. Tugay ile karşı karşıya geldi. Aynı boydalardı.

“Aynen öyle. Ben ne diyorsam öyle!” dedi Kerem dişlerinin arasından konuşarak. Sağ elinin işaret parmağını Tugay’a yönelterek konuştu. “Ve bir daha sakın saçma sapan imalarda bulunma!” dedi sinirle.

Daha neyle itham edeceklerdi beni. Acıyla alt dudağımı ısırdım. Yutkundum sessizce. Kendimi ne kadar savunacaklardım ki onlara karşı. Daha birkaç gün önce Kerem daha ağırını yakıştırmıştı. Beni ne zannediyorlardı?

“Ne anlayalım lan o zaman? Bu kızın babasının verdiği zararı unuttun mu lan?” dedi Tugay yanındaki kapının pervazına vurdu. Derin bir nefesi içine çektiğinde Kerem’e yaklaşıp “Bana adam akıllı bir şey söyle. Bu kızın Ferit’e çalışmadığını, babasının bizi o gün kazık atmadığını söyle!” dedi sessizce. Her ne kadar sessiz konuşsa bile Kerem’in üzerinde olan etkisi büyüktü.

Hayatımın ne kadar alt üst olduğunu birkaç kez gördüm. Kendi hikayemin kaosu bitmiyordu. Ne kadar temize çıkarmaya çalışsam da kendimi insanlar daha çok çamur atıyorlardı acımadan. Kimin ne yaşadığını kim nereden bilecekti?

“Siz bana neler diyorsunuz öyle?” dedim kısık sesimle. Ama onlar o kadar duymuyorlardı ki beni. Kimse duymadı ne dediğimi. Anlamadı. Gizem baktı sadece. Bana bakarken gözlerinin buğulu perdesini gördüm. Bana baktı hayal kırıklığı içinde. İnsan kazanamadığı birini kaybedebilir miydi? Tam şu anda Gizem’in bana olan inancını kaybetmiştim.

“Ben hiçbir şeyi itiraz etmiyorum anladınız mı? Sadece ortada dönen oyunu anlamaya çalışın diyorum size! Ama siz olaya çok düz bakıyorsunuz” dedi Kerem. Yağız Tugay’ın koluna dokunup durdurdu. Tugay geri çekildi ve Yağız geçti abisinin karşısına. Abisine bakmadan önce bana baktı iğreniyor gibi. “Düz ya da ters her neyse. Ne değişecek? En başından beri Ferit soysuzunun yaptığını biliyorduk. Onun inkar edip etmemesi bizim için ne değiştirdi? Geldi istedi biz kızı bırakmayacağımızı anlayınca” dediğinde neden burada kaldığım açıklandığı gibi içimde yıkılan her enkazın izleri kalbime batıyor ve canımı acıtıyordu. İçimde büyüyen her felaket ağır darbeler bırakarak kulaklarımda uğultulara sebebiyet veriyordu. O kadar gürültülü bir yıkım gerçekleşiyordu ki sağır olacağım sandım. Beni bir yem gibi kullanmışlardı.

“Olaya ne taraftan bakıyorsunuz lan siz? Ben ne diyorum sen ne diyorsun!” dedi Kerem sertçe. Kerem bana dönmeden bana hitap ederek konuştu. “Şu kız madem elimize ulaştı. O adam belki de bilerek gönderdi bu kızı bize. Bilerek. Onun haberi dahi olmadan” dedi benden bir eşyaymış gibi bahsederek. “Ama her ne olursa olsun bu kızın babasının yaptığı hiçbir şeyi unutmadık. Unutturmayacağım” dedi demir gibi sert sesiyle.

Gizem bana baktı arkadan kaşlarını çatarak. Yaklaştı birkaç adım bize doğru, bana doğru. “Neler oluyor şimdi burada?” dedi. Anlamlandırmaya çalışıyordu her şeyi.

Bense hazmedilmeyen içimde bir ur gibi büyüyen korkuların esiri olmuştum. Kimin ne dediğiyle hiç ilgilenmiyordum şu an. Zira içimde beni öldürmek isteyen bir tümör vardı. Bu hastalık beni öldürmek için kanımda sinsice ilerliyor kalbime giden kan ise kalbime endişenin izlerini bırakıyordu. İzler kalbimde kaldıkça kalbime girmeye çalışan kan orada birikip kalıyordu sanki. İçten içe ölüyordum ve bunu kimse fark etmiyordu. Ya da fark etmek istemiyordu. Bu ikisi arasında çok fark vardı.

Tugay arkasını dönüp sevgilisini zapt etmeye çalıştı. “Bu kız gerçekten sizi öldürmeye falan mı çalıştı? Babası kim Kerem bu kızın?” dedi bağırarak. Cevap vermedim. Babam kimdi benim? Yeri neydi kalbimde şimdi? Her ne kadar inkar etsemde babam değil mi o benim?

Karşımda dönen sahneyi izlediğimde Gizem’in manipüle edilmiş gerçekleri duyarken değiştiğini anbean izledim. Duydukları ne kadar gerçekti peki? Beni kim bu olaylara itti? Gizem ile kardeş olduklarını düşündüm Kerem’in. Bu kadar endişe duyması aklıma kendi kardeşimi getirmişti. “Ben sonuç olarak sizi kurtardı diye kaç kez savunmaya kalktım bu kızı size?” dediğinde başımı dik tuttum. Eğmeyecektim başımı. Bu cümleleri hak etmiyordum ben. Tugay kollarından tutmaya çalışırken canı acımasın diye sıkmıyordu kollarını.

Sonra düşündüm kendi değerimi. Kimse susturmuyordu Gizem’i. Aklıma dank etti onlar için değeri. Yağız gitti sarıldı ona, saçından öptü Tugay’ın ellerinin arasından alınırken.

“Tehdit edildi diye düşündüm kaç zamandır. Aklım almıyordu çünkü bunları size yapmış olmasını” sanırım ağlayacaktı.

Hormonal dengesizlikler Gökçe. Sıkma sen canını çünkü sıkılacak can bırakmadılar sende. Gizem de nefret etse bile hormonlara yor sen şimdilik. Kendine yalan söyle sadece. Kimseninde seni kandırmasına izin verme. Kendine sen yalan söyle ama kimsenin seni kandırmasına izin verme.

Kerem Gizem’in bu hale gelmesinden etkilendiğini hissettim. Dudaklarını birbirine bastırdı ve elmacık kemikleri belirgin bir hal aldı. Bir adım atacaktı ki kendini telkin etti. Orada anladım gerçekten Gizem’in onlar için değerlerini. Yanına bıraktığı elini yumruk yaparken gözlerini yumdu. Başını arkaya doğru yasladı olan olaylar başına ağır geldiğinden.

Unutmayacağım dediği olay neydi bilmesemde bu saatten sonra yakamı bırakmayacağını hissettirdi. Benden ben burada yokmuşum gibi davranmaları, henüz babam dediğim adamın onlara attığı kazığı bilmiyor olmam beni çıkmaza sürüklüyordu. Girdiğim çıkmaz beynimde dolandığım kendi labirentimdi. Kaybolmuştum. Anahtarımı kaybettim kilitlediğim kapıların. Labirentin çıkış kapıları bile kilitliydi. Her şeyi böyle üst üste duymam ne olduğunu sindirmem için bana zaman tanımıyordu. Her şey zamanını bekliyordu.

“Babam ne yaptı size?” dedim kısılmış sesimle. Sesim çatallı ve zorla çıkıyormuş gibi. Boğazım yanıyor, konuşmakta güçlük çekiyorum. “Ne yaptı da hak gördünüz bana yaptıklarınızı?” dedim önce Tugay’ın sonra Yağız’ın gözlerine bakarak. Gizem’e bakamadım.

Az önce salonda fırtınalar koparan Gökçe’den eser yoktu. Daha hangi yıkımın başında bekleyip bakın bu benim depremin diyecektim. Daha ne kadar her enkazı sahiplenecektim?

Dışarıdan arabanın tekerlek sesleri geliyordu. Arabanın fren yapan sesi buraya kadar geliyordu. Kerem bir hışımla bileğimden tuttu. Tugay’ın belinde silahı olduğunu yeni fark etmiştim. Gizem onu görünce Tugay’ın gözlerine bakarak sakın yapma dedi gözleriyle yalvarıyor gibiydi. Tugay ellerinin arasına aldı yüzünü Gizem’in ve alnından öptü. Gizem gözlerini kapadı o alnından öperken. “Çıkma sen dışarıya tamam mı?” dedi gözleriyle aynı hizaya gelerek. Kafasını salladı Gizem itiraz etmeyerek. Kerem Gizem’in yanına bıraktı beni.

“Gizem’in yanından ayrılma sakın!” dediğinde Gizem kolumdan tuttu. Gizem kolumdan tutunca onun dolu dolu bakan parlak ela gözlerine baktım. Sırf onu korkutmamak için Kerem çıkana kadar ses etmedim.
Kerem çıkmadan önce gözlerimin içine baktı. Kontrol eder gibi. Kapıyı kilitledi üstümüze. O kapıyı kilitleyince peşinden koşup kapıya vurdum ve açmaya çalıştım hınç içinde. Kapıyı açamayacağımı anlayınca sakin olup çözüm bulmaya çalıştım saçlarımı karıştırırken. Yan tarafta bulunan pencereye doğru ilerledim dışarıda dönen olayı anlamak için. Perdeyi çekip dışarıya baktığımda iki polis arabasını ve bir siyah son model Mercedes araba vardı. Önde Kerem arkada ellerini ardında birleştirmiş bir şekilde bekleyen Tugay ve Yağız’dı.

Kerem başını kaldırıp en önde duran polis üniforması olan adamın dediklerini dinlerken aynı Tugay ve Yağız’ın yaptığı gibi ellerini arkasında bağladı ve bir adım kadar bacaklarını açmış bir şekilde karşısındaki polisi dinliyordu. Başını yana yatırıp soğuk kanlı bir şekilde gülümsedi.

Bu gülüşü tanıyordum. Bu gülüş tehlike kokuyordu. Bu gülüş tenha bir yerde gecenin bir kıyısında kaçırılmış bir kıza çok tanıdık geliyordu.

Mercedes’ten biri indi siyah paltosu ve güneş gözlüğü ile. Adamın yüzü tanıdık geliyordu. Gözlüğü Kerem’in önüne geldiğinde indirdi. Kerem’in güldüğünü görünce ona bakıp gülümsedi ve ardından bulunduğum pencereye doğru çevirdi bakışlarını.

Bu adamı tanımıştım. Bu adamı daha önce iki kez görmüştüm. Bu adam bana o bataklıkta el uzattığını söyleyen Ferit Gürsoy’dan başkası değildi.

Beni görmüş olmalıydı. Bana borcunu ödeyeceğini söylemişti. Benimle ne işleri olduklarını beni hangi bataklığa itmeye çalıştıklarını öğrenmek zorundaydım. Kafamı çevirip Gizem’e doğru yönelecektim ki o da benim yanımda bulunan pencerede olan biteni izliyordu. Ona doğru hızlıca ilerleyip “başka yedek bir anahtar var değil mi?” dedim. Bana bakarken cevap vermek istemeyerek başını yeniden pencereye doğru çevirdi. Onu omuzlarından tutup kendime doğru çektim ve bana bakmasını sağladım.

Bana nefretle bakıyordu. Orada olan her şeyi duymuştu ve bu evde benden nefret edenler sürüsüne onda katılıyordu.

“Çabuk söyle! Nerede anahtarlar?” dedim onu sarsarken. Artık tek amacım buradan kurtulmak. Artık tek amacım onların yüzlerini sonsuza dek görmemek. “Söylemeyecek misin?” dedim ona sinirle.

“Söylemeyeceğim!” dedi bana sesini yükselterek. Gözlerinin içinde yıkılan inancı görmüştüm. Sanki kırk yıllık bir arkadaşmışız gibi onu sırtından bir hançerle vurmuşum gibi davranıyordu. Onu kandırmış, onun yüzüne baka baka yalan söylüyormuşum gibi bakıyordu.

“Peki” dedim salona koşarken. Bunu benden onlar istemişti. Kimsenin bana olan yalancı inancına bel bağlayamazdım. Salonda aradığımı bulamayınca kapının ardında bulunan askılıklara baktım. Gizem de ne aradığımı anlamış gibi peşimden koştu.

Gizem’in çantasını bulunca fermuarını açana kadar o yetişmiş ve çantayı elimden çekiştirirken içine bakmaya çalışıyordum. “Ne yaptığını sanıyorsun sen?” dedi bana bağırarak. Bana yolumu onlar şaşırtmıştı. Elimden bu geliyordu. Yapacakların bunlardı. Elimden geldiğince buradan kurtulacaktım. Onlardan kurtulup polise her şeyi anlatacaktım. Ne babamın onlara yaptığı yanlış umurundaydı ne de bir başkasının bana inanması. “Yaptıkların yetmedi birde hırsızlık mı yapıyorsun sen yoksa?” dediğinde onu ittim. Duvara değdiğini görünce hamile olduğunu hatırladım ama çok geçti. Çantada yere düşünce anahtarlarda açığa çıkmıştı. Karnını tutsa da bir şey olmadığını görmüştüm. İçimdeki iyi yanıma ihanet etmemek ve vicdanımla iyi geçinmek adına ona “iyi misin?” dedim eğilerek. Anahtarları elime aldım ve anahtarları vermeyeceğimin bilincinde olduğum için elimde sıktım. Eğer elimde olan anahtar sağlam bir metal olmasaydı kırılmıştı. Gizem bana nefretle baktığında iyi olduğuna kanaat getirince dönüp kapıyı açtım hızlıca.

Gizem ardımdan yetişmedi bana. Kapıyı hızlıca açtığımda herkes dönüp bana baktı. Ben önümdeki merdivenleri görmedim ve ayağımı burktum.

Ayağımın acısı umurumda olmadan ağır aksak adımlarla ilerledim karşımda bulunan polislerin karşısına. Tugay ve Yağız bana sinirle bakarken Kerem’e dönüp bakamadım. Bakmaya cesaretinin olmadığından değildi eğer içimdeki cesaretle ona bakarsam yüzüne tükürmek istemediğimden bakmadım.

Ferit Gürsoy’ a baktım ayağımdaki burkulmanın verdiği sancıyla. Bana yaklaşmaya çalışırken Kerem’in onun kolundan tuttuğunu gördüğümde hem acıdan hem de bana yapılan haksızlıklara birkaç saniye göz yummak için kapadım gözlerimi sertçe.

Sanki ayağımdaki ağrının sancısı gözlerimden çıkacak ve ben gözlerimi kapadığımda önümde dönen ve benim kabusum olan bu cehennem son bulacaktı.

Ben insan değil miyim diye haykırmak istedim onlara doğru. Dört gün sonra ilk defa toprak kokusu aldım ve ilk defa havanın kasvetli soğuğunu içime çekerken ettim tüm bedduaları.

Dişlerimi kenetledim birbirine ve dudaklarımı birbirine bastırdığımda dolu gözlerle baktım karşımda duran polis memuruna. Beni kardeşime götürsünlerdi. Dört gün içinde yaşadığım kabus bana yetmişti.

Onların karşısında canımın acısına rağmen dimdik durdum onların karşısında. Beni yeterki kardeşime götürsünlerdi. Topallayarak koştum onlara doğru. Yağmur hafiften yağmaya başladı.

Arkada bulunan bir polis elindeki telsizle konuşurken Kerem’in önünde duran memura doğru ilerliyordu.
Polis telsizi dinlerken ilk önce kaşlarını çattı ve daha sonra yanında duran Ferit Gürsoy’a birkaç bir şey söylediğinde Ferit Gürsoy bana doğru baktı yutkunarak. O an içime doğmuş gibi kardeşimin adını haykırdım yüreğimden. Boğazımdan yükselen kısık sesle Şule’nin ismini zikrettim dilimde. Dudaklarım onun adını haykırırken çamura, dizimin üzerine çöktüm ne yapacağımı bilemez bir vaziyette. Telsizden gelen kişi kardeşimin ismini söylemişti, duymuştum.

Bomboş bakıyor gözlerim etrafa. İçimden haykırmak istiyorum. Bağırmak istiyorum. Çığlıklar koparmak geliyor yüreğimden. Bir insanın kimsesizliğini gideren kız çocuğu benim kardeşim. Emanetim o benim. Umut ışığım o kız çocuğu benim. Sessizliğimin gözyaşı o.

Annemin sahici gülümsemesi mesela. Yıllar sonra gelen mutluluk sebebi.
Geçmiş geçmemişti. Geçmiş bir türlü geçmek bilmedi. Geçmiş geçmemişti belki ama geleceğim kardeşimleydi. O benimleydi değil mi? Hem niye olmasındı ki. Hastanelerden korksam bile o duvarlarda hiç iyi anılarım olmasa bile. Ve bunu bile bile olmaz kardeşime bir şey. Olursa çok yazık olurdu bana. Bencilim değil mi ben? Beni bıraksınlar diye yalvarmalıydım kardeşim için. Her şey onun için. Onun için susarım yine. Bağlasınlar yine ağzımı. Sus desinler bana, konuşma!

O benim kardeşim. Duymuştum o telsizden kardeşimin ismini. Şule demişti o gıcırtılı ses. Şule Yücel demişti. Hastane demişti. Hastane.

Şule.

Şule?

Şule! O benim kardeşim.

Kardeşim. Kanlı ellerim. Bakma kardeşim kanlıdır benim ellerim.

Anne?

Serum setleri. Serum yavaş akıyor. Neden yavaş akıyor? Daha hızlı aksın bırakmayacağım kardeşimi kimselere.

Doktor nerede?

Belimde bir acı var. Niye var? Şule. Anne? Abla diye seslendi bana en son yukardan bakarken, balkondan. Belim kırıldı benim ama. Kaburgam kaynamadı daha. Ellerimde kan. Doktor nerede? Kardeşim. O benim kardeşim.

Şule. Annem emanet etti seni bana. Dedi ki kardeşin sana emanet.

Emanet. Kardeşim.

Kardeşim nerede benim?

Dizlerimin üzerinde çöktüm. Önüme gelmiş saçlarım, buğulu görüyorum herkesi. Biri diz çöktü önümde. İsmimi seslendi.

İnsanlar niye bu kadar acımasızdı? Belimdeki kamburun yükü ağır geldiğinden diz çökmüş gibiyim. Kalbimde, sırtımda ve omuzlarımda büyük yükler taşıyorum. Ben bu yükle yaşayamıyorum. Ellerim gerçek bilinen yalanların sancısına dayanamıyor. Tüm sinirimi ellerimden çıkarıyorum çamuru sıkmaya çalışarak.

Ellerimde kendi kanım var Şule, bak yemin ederim. Ben babam değilim. Ben babam değilim! Yemin ederim.

Ne kadar yaralarsam ellerimi o kadar günah çıkartmaya çalışıyorum sanki. Ellerimi parçalamak istiyorum. Kardeşime göstereceğim ben ellerimi. Ellerimde duran kan benim.

“Gökçe!” diye bağırdı kabuslarımın başrol adamı. Ellerim titriyor. Yerdeki çamuru sıkıyordum. Yerdeki çamurdan kurtarmaya çalışıyorlar ellerimi. Gözlerimin önünü göremiyorum. Kardeşim. O benim kardeşim. Kardeşim nerede benim?

Annem seni bana emanet etmişti Şule. Bak ben korkarım hastanelerden ve kan kokan her yerden. Mesela ellerim kan kokarsa eğer defalarca yıkarım ellerimi Şule. Sen orada olma kardeşim. Ben gider çalışırım her ne kadar korksamda. Korkuların üzerine gitmek gerek demişti annem bana. Biz annemi hep dinleriz kardeşim. Söylediği ninniyi de dinleriz attığı her çığlığı da. Ama bir tek sen bağırma Şule. Bağırırsan sen eğer korkudan ölüm her gece girsin kabuslarıma.

Ama bir tek sen korkma.

“Gökçe!” dedi elleri yanağımdayken. Önümde diz çöktü tamamen. Ellerime baktım kan var mıydı? Başımı yukarıya doğru kaldırdı. Yüzüm ıslanıyordu. Yağmur mu yağıyordu?  Yoksa gözümdeki yaşlar mı yıkıyordu yüzümü. Kardeşim. O benim kardeşim. Kardeşim nerede benim?

Az önce sevgilisinin yanında durmamı istemeyen adamın “Atak geçiriyor” dediğini duydum. Herkes başıma toplandı. Ayağım acıyor ama kardeşim nerede benim? Canım yanıyor ama kardeşim nerede benim?

Saat var tam önümde. Tik tak tik tak. Beynimin içinde tik tak sesleri. Belim ağrıyor. Ellerimde kan var. Kardeşim en son yukardan bağırıyordu bana haykırarak. Ellerimde kimlerin kanı var? Serum daha hızlı ilerlesin! Doktor nerede?

Az önce bana hırsız olduğumu söyleyen kadın ardımdan sesleniyor bana. Belimden tutup dik tutmaya çalışıyor beni. Nefes alamıyorum. Ben nefes alamıyorum. Ellerim titriyor. Başım dönüyor. Herkes başıma toplanıyor.

Yağız’ın bana baktığını gördüm endişeyle. Halbuki az önce içeride bakıyordu tiksintiyle.

Sedyede gıcırtılı bir ses var. Hiç rahat değil. Her yerde tik tak sesleri. Ellerimi yıkamak gerek. Bu sedye hiç rahat değil! Kaburgam kırık, ellerimde kan. Ellerimde hangi şerefsizin kanı var?

Gözlerim kararmaya başlıyor sanki. Herkesin sesi uğultuyla geliyor sanki. Baba ben kimim? Sağır mıyım ben? Herkesin sesi çorba gibi. Sakin ol diyor ince bir ses. O ince sesi tanıyorum. O ince ses anneler her şeyi hisseder demişti bana. Anneler her şeyi hissetmesindi. O da bir anneydi gelip ilk bana söylemişti.

Şule doğuyor. O beşikte. Annem bana bakıp gülümsüyor elimde kan yok. Ellerimde kan yok. Kardeşimi bana veriyor. Bu senin kızkardeşin diyor.

Bende gülümsüyordum.

Herkesi bir sis bulutu gibi görüyorum. Biri yanağıma dokunuyordu. Gözlerimden yanağıma doğru bir yaş var, hissediyorum. O yaş dudaklarımın sus çizgisinde duruyor. Kerem gözlerimin içine bakarak bir şeyler söylüyor. Hiçbir şeyi anlamıyorum. Polisler ambulans çağıralım diyor uzaktan.

Ambulans çağırın. Kız balkondan düştü! Başımın arkası acıyor. Kalbime bıçaklar batıyor gibi hissediyorum. Hayır bunu hissetmek istemiyorum.
Anne! Kardeşim nerede benim? Anne!
Gözlerimi kapadım her yer karanlık. Karanlık sevmem ben. Kan kokusunu da. Baba ben kimim?

“Seni hastaneye götüreceğim. İyi ol başka bir şey istemiyorum” diyor Kerem. Belimden ve bacaklarımın altından kollarını geçirip kucağına kaldırıyor. “Seninle hesabım bitmedi Gürsoy” diyor. Ne hesabından bahsediyor? Kimin borcu vardı bana? “Çevirdiğin tüm dümenleri bir bir anlattıracağım sana” diyor Kerem. Yürüyor. Kucağında duruyorum ben. İtmek istiyorum. Bacağım daha çok acıyor yüzüm buruşuyor.

“Bekliyorum” diye bağırıyor ardımızdan. “Ama kızın iyi olması her şeyden mühim” diyor biri.
“Onu bu saatten sonra sen düşünme” diyor Kerem. Her şeyi duyuyorum, gözlerim kapalı. Her yer karanlık.

Karanlık sevmem ben.

Kucağında duruyorum Kerem’in.  Ardımdan arabanın kapısını sertçe kapandığını duydum. Başımda sızı var canımı yakan. Önüme gelen saçları itiyor biri arkaya doğru, kaşlarım çatılıyor. Ellerimi bile kaldıramıyorum. Bana artık her şey çok ağır geliyor. Çatılan kaşlarımın ortasına biri parmağını dokunduruyor gibi. “Çatma kaşlarını başın daha fazla ağıracak” diyor bana. Gözlerimden yaş süzülüyor, hissediyorum. Yaşlarımı siliyor biri. O biri Kerem mi? Bana el uzatmasın hiçkimse. Ben alışığım kendi yaşımı kendim silmeye. Eğer biri el uzatırsa bana kendimi sadece savunurum ben.

“Psikolojik bir atak Kerem. Bu kız daha önce bir şeyler yaşamış” diyor biri duyuyorum.
“Ya da bir şeyler yaşatmış olmalılar” diyor daha sonra aynı kişi. Göğsüne yatıyorum birinin uykuya dalar gibi. O kişinin yaşadığını gösteren kalp atışlarını da duyuyordum. Kulağım tam kalp atışlarının üzerinde. Bu bana huzur veriyor ama neden bilmiyorum. Ben neyi biliyorum? Eliyle saçlarımı okşuyor sonra. Nefesini saçlarımda hissediyorum. Kazağını sıkıyorum ellerimin arasından acımı onun kazağından çıkarır gibi. “Mutfakta da ona yaklaşırken korktu benden” diyor tam başımın üstünde. Başımın arkasında derin bir yara izinin tam üstünden geçiyor sanki sızı.

Ellerimden toprak kokusu geliyor. Artık ellerim kan kokmuyor. Ellerim artık kan kokmuyor. “Ferit Gürsoy yaptı sandım bir an. Onu bu kadar korkutan o sandım. Bilmiyorum belki de o yaptı” dedi dişlerinin arasından konuşarak. Çenesini başımın üzerinde hissediyorum. Elleri saçlarımda duraksıyor ve göğsüne daha sert bastırıyor başımı. Sanki kalbi acı içindeydi onunda. Eğer başımı onun kalbine koyup yaşadığını kanıtlarsam yaşadığına inanacak gibi.

“Eğer verseydi birinin adını hiç düşünmeden öldürürüm dedim içimden. Niye dedim bilmiyorum ama ona bunu yapanı öldürmek istedim” dedi elleri yanağımı okşamayı bıraktığında.

Ölüm çok onun öyküsünde

Kimse için basit değildir ölüm

Kes sesini!

Prensesimizi uyuduğu rüyadan uyandırıyoruz.

Uyandırmışsındır sen onu.

Bu kız gerçekten sizi öldürmeye falan mı çalıştı? Babası kim Kerem bu kızın?

Cebinde bıçakla gezen o kızdan!

Beynimde fısıltılarla söylenen sözler bunlardı. Kimin ne dediğini duyamıyorum. Beynimde hep cümleler söyleniyor. Ellerimde çamur var. Ellerimde kan yok. Kulaklarımı kapamak istiyorum. Gözlerimi sımsıkı kapadım. Ellerimi kaldıramıyorum. Her yerim uyuşmuş gibiydi.

“Girme oğlum o yangına. Tutulur kalırsın sonra” diyor uzaktan biri. Belki de yakındı o biri. Araba çalışmaya başlıyor. Titriyorum. Arabanın çalıştığını kanıtlar gibi boğuk bir motor sesi geliyor. Her nefes alışımda beynime iğneler batmış gibi hissediyorum. “Isıtıcıyı aç Tugay. Kız titriyor” dediğinde üzerime bir şey örtülüyor. Ama örtü çok güzel kokuyor. Titriyorum, hala üşüyorum.

“Dediğimiz bir şeylerde tetiklemiş olabilir bu krizi” dediğinde başıma balyoz yemiş gibi acı içinde yüzümü buruşturuyorum. Canım çok yanıyor. Burnunu saçlarımda hissediyorum. Sıcak nefesiyle ısıtıyor sanki beni. Saçlarımı okşarken “sakin ol, sadece sakin ol” diyor bana.

“Babası konusunda ne düşünüyorsun?” diyor biri. Babamın adını duymak istemiyorum. O birinin sesini tanıyorum gibi. Tugay konuşuyordu sanki. O da baba olacak. Herkes baba olamaz ama. Ama o iyi bir baba olacak sanki. Seviyor çünkü Gizem’ i. Gördüm onu alnından öperken. Alından öpmek büyük anlam taşır. Büyük yükler taşır. Kaderin üzerinden öpmek gibidir alından öpmek.

Düşün Gökçe! Kaybol kendi zihninde. Duyma, dinleme! Sadece kendine yalan söyle.

Zihnim bulanık. Başımda derin bir sızı. Bacağım acıyor. Boğazımda bir şişkinlik var gibi, yutkunamıyorum. Ne dediklerini dinlemek istemiyorum. Kendimi kasıyorum.

“Bunu onun yanında konuşmak istemiyorum” dedi. Araba gidiyor. Arabadayız biz. Kendime sığamıyorum. Kendi kendime bir beden küçük geliyorum. Ruhum başımın ardındaki sızıdan çıkacak gibi. Kendi yerimde küçülüyorum. Ellerimi kulaklarıma kapıyorum.

Kimseyi duymak istemiyorum. Kimseyi dinlemek istemiyorum. Kendime tahammül edemiyorum. Babamın adını duymak istemiyorum. Kardeşimi görmek istiyorum.

Kardeşim. O benim kardeşim. Kardeşim nerede benim?

Alnımı çok sıcak bir yere bastırıyorum. Bu beni sakinleştiriyor. “Bunu sana yapanı bulacağım” diyor kulağıma. Fısıltıyla konuşuyor sadece ben duyayım istiyor belki. Kollarımı boynuna doluyorum ellerimi kulaklarımdan çekip. Beynimdeki sesleri duymak istemiyorum. Bana kimin ne yaşattığını unutmak istiyorum. Ben çok şey mi istiyorum?

Sıcak nefesini saçlarımda hissediyorum. Ellerini saçımın arkasında hissediyorum. Ondan ayrılmamı istemiyor gibi başımın üstünde duruyor eli.

Mesela çekmiyor saçlarımı o elleri. Ya da küfretmiyor bana o dili. Alkol koksa da bazen nefesi yine de kirli değil o elleri.

Kollarımı daha çok sardım boynuna. “Kardeşime götürün beni” diyorum. Defalarca aynı şeyi söylüyorum ama onlar duyuyor mu bilmiyorum.
“Sakinleşmesini sağla” diyor Tugay. Ben niye sakin olayım ki? Kardeşim nerede benim? “Sakinleştirmemiz gerek” diyor yine Tugay.
Kerem bana sarıldı. Sakalını yanağımda nefesini saçlarımda hissediyorum. Onu yanımda hissediyorum. “Her şey geçecek” diyor kulağıma doğru. Geçecek, her şeyin geçtiği gibi.

“Sahi mi?” diyorum bende. Bir yalana inanmam ve kendimi kandırmam gerek. Başkası kandırmasın beni ama ben kendimin yalan söylediğini bile bile inanmak istiyorum.

“Sahi ya” diyor. Başını aşağı yukarı doğru hareket ettiriyor inanayım diye. İnanıyorum bende yalan olduğunu bile bile. Gözlerimden yeniden yaşlar boşalıyor. Ellerimde çamurlar... Saçlarımı itiyor arkaya doğru. Alnımı alnına yaslıyor sonra. Hıçkırıklarla ağlamaya başlıyorum. Nefesim kesiliyor o öyle yapınca. Yüzümü ellerinin arasına alırken “Özür dilerim” diyor sessizce.

Niye?

Daha çok nefesim kesiliyor. Yanağımı okşuyor elleri. Gözyaşlarımı siliyor başparmakları. Nasıl güveniyorlar sana? Nelerini feda ettin? Ellerim ateşe değmiş gibi çekiyorum ondan. Kulaklarımı kapadım acıyla. Gözlerimi sımsıkı kapadım. Duymak istemiyorum. Çığlık atmak istiyorum ama bağıramıyorum. “Ben fahişe değilim!” diyorum. Başımı olumsuz anlamda hareket ettiriyorum. Gözlerimden sicim gibi yaşlar süzülüyor. “Ben fahişe değilim!” diyorum inansınlardı bana. Ne olur bana inansınlardı.

Kimse iftira atmasın artık bana. Yaşatmasınlar beni bu azaplarla. Acılar yoğurmasın bizi artık. Bırakıp geldim her şeyi ardımda. Bir tek annemi unutmayacaktım ben. Kimse kalmasın hafızamda.

Fahişesin kızım sen! Söyle bana ederini gerisi bende!

Uzak dur benden!

Naz yapma bana, para bile vermem sonra.

Ben öyle biri değilim!

“Ben öyle biri değilim!” dedim gözümü açtığımda. Gözlerimi onun gözlerine kenetledim. Açık kahveydi gözleri. Şimdi bal rengine çalıyor gibiydi. Saçlarından birkaç tel alnına değiyordu. Bana hüzünle bakıyor gibiydi. Bana inanıyor gibi bakıyordu ama inanmıyorlardı. Herkes gibi bana inanmıyordu. O da herkes değil miydi?

Sapkınlık” dedi rehber hocam. “ Etrafta en akıllı görünen, kimse tarafından kabul görmeyen insanlarda görülür genelde. Onlar ilkel dürtülerinden başka bir şeyi düşünmeyen sadece bedenen kendilerini tatmin etmenin peşindeler” dedi.

Gözleri bana döndü, gülümsedi.
O an bana neden gülümsediğini bilemedim.

“Kendinizi korumayı öğrenin. Öyle insanlar kendilerini gizlemeyi bilirler” dedi ama gözleri hala üzerimde duruyordu.

“Ve bu insanlar her yerde olabilir” dedi. Saçlarını savurdu ve yutkundu. Topuklu ayakkabısının sesi geldi kulağıma. Derin bir nefes aldı ve bana bakmaya devam ederken “dünya genelde onların tarafındadır. Her ne kadar tersi gibi görünse de her şey bir yanılsama. Kendinizi korumayı öğrenin” dedi.

Gözümden akan yaşın sıcaklığını hissederken ölmeyi diledim. Bir an önce nefes alıp ölmeyi diledim. Ölmek nefes almak mı? Koşmak özgürlük mü? Niye koşarken bacaklarımda sancı var peki? Özgürlük sonsuz bir gökyüzü değil miydi? Benim niye bacaklarım acıyordu anne?

Bana bakan simsiyah gözleri üzerime doğru geldi. Geri adımlar atıyordum.

Elinde bir sigara duruyordu.

Dudaklarına götürdü ve sinsice gülümserken “ nereye kaçacaksın” dedi. Sigara dudaklarından süzülürken iğrenç sarı dişlerini gösterdi “yoksa kardeşini uyandırmamı ister misin” dedi.

Birkaç adım attığında mutfakta bulunduğum için elimde bir bıçak vardı. “Hadi ama neyin nazı bu, annenin kızsın sen!” dedi. “ Paran mı az geldi?”

“Ben öyle biri değilim, yemin ederim!” dediğimde gözümden bir yaş süzülüyor boynuma doğru. Bana bakıyordu, bana inanıyor muydu?
Telefon çalıyordu. Bir melodi sesi geliyor yakından. Telefona cevap verdi Tugay. “Çok uzağız Yağız. En az yarım saatte yetiştiririz Gökçe’yi” dedi. Nerede olacaktık? Kardeşim nerede? Hemen oraya gitmem gerekti benim. Ona ablası fahişe demeyeceklerdi. Ona iftira atmayacaklardı. İzin vermeyecektim. Ellerim hala kulaklarımda. Çekemiyorum hala ellerimi.

Annemle beraber oturuyorduk ceviz ağacının gölgesinde. Kucağında Şule var. Şule daha okula bile gitmiyor.

“Bak kızım” diyor Şule’ye doğru. “Korktuğunda, sana dokunmaya çalıştıklarında hemen bağır onlara. Kendinizi korumayı öğrenin “ diyor daha sonra bana bakarken.

Kendini korumayı öğren.

“Ya o çok güçlüyse anne?” Diyor Şule. Annem gülümseyerek saçını okşuyor. “Sende çok güçlüsün güzel kızım diyor. Kimsenin sizin istemediğiniz bir şeyi yapmasına izin vermeyin”

Sende çok güçlüsün.

Sıkıntılı bir nefes alıp verdi Tugay. Duydum. Tanırım ben sıkıntıyı da derdi de. “İyi değil, gelince konuşalım bence” dedi ve telefonu kapadı.
Bana yaklaşıyordu, sigara kokusu geliyordu. İğrençti ve ağzı kokuyordu.

Şule nerede” diye bağırıyorum sonra. Elinde duran sigarayı buzdolabının üzerinde duran fotoğrafın üzerine bastırıyor. Fotoğrafın içindeki gülümseyen kıza bakıyordum. O kız bendim.

Gözlerim hala Kerem’in üzerinde. Bana bakıyordu hala beni çözmek ister gibi. Ellerim hala kulaklarımda iken ellerimin üzerine kapadı avuçlarını. Sıcaktı elleri. Benim ellerim çamurluydu, kirliydi. Çekti kirli ellerimi kulaklarımdan. Ona baktım bomboş gözlerle. Kalbimde bir acı var. Anne seninde canını bu kadar yaktılar. Hissetme sen her şeyi. “Sen öyle biri değilsin” dedi. Hala anlamsız geliyor bu sözler. Çamurlar ellerimde hala. “Ben inanıyorum sana” diyor. Başka bir yüz duruyor sanki karşımda. Tanıyamadım onu. Ben onu tanımıyorum ki zaten.

Kimse bu saatten sonra inanmasın bana. Eğer bu saatten sonra inanırsanız bana affetmeyeceğim sizleri. İki elim yakanızda, hem mahşerde hem bu dünyada.
Nefes al ver Gökçe. Eğer korkarsak geceleri türkü söyleriz biz ya da annemin ninnilerini mırıldanır dudaklarımız.

Anne!” Tezgahta bulunan bulaşıkları yıkayan annemin yanına doğru ilerledim. Yanımda Şule vardı.

“Efendim kızım?” Başını çevirip bana bakmadı.

“Bize şarkı söylesene!”

“Ben ne bileyim kızım şarkı söylemeyi?”

“Ben bilirim senin sesin çok güzel.”

Annem gülümsedi.

“E iyi madem” dedi elindeki beze elini silip bezı tezgaha bıraktığında.

Gözlerim karardı. Gözümün en son gördüğü şey ise gözleriydi. Gözleri... Açık kahve ama bala çalan gözleri...
Sayı saymaya başla. Parmaklarını say. Bir iki üç. Serçe parmaktan başla saymaya.

Serçe kuş

Canavar.

Gökçe, mırıldan yine o şarkıyı dudaklarında. Sakın yine ağlama. Her an biri kapını pat diye açacak diye korkma. Dua et mesela. Saçma sapan cümleler kur içinde. Unut her şeyi.

“Kendini kaybetme! Bana yine öyle bak Gökçe, kapama şu deniz gözlerini” diyor beynimde dolanan sözleri.

Benim gözlerim mavi değil. Gözlerimi de babamdan almadım. Annemin gözü kara kızıyım ben. Annemin kızıyım.

“Tugay bir şey yap! Kapadı gözlerini. Allah aşkına açsın gözlerini. Sana bu yakıştırmayı yapan dilimi siksinler” dedi bağırarak. Son duyduğum uğultulu cümleleri bunlardı. Dudaklarını alnımda, şakağımda hissediyorum. “Sana bunu yapanları bulacağım” dedi sert sesiyle. “Bu işe kendimden başlayacağım” dediğinde her şeyin silikleşmeye başladığını bir kargaşa içinde olduğumu seziyorum.

Ellerimde kan var baba. Gözlerim senin gözlerin gibi. Kaderime gülüyorum ben ama. Koşuyorum ayağım bir taşa takılsa da. Dizlerim kan içinde baba. İnadım senin inadın gibi. Halime ağlıyorum ben ama. İlerliyorum canım her ne kadar acısa da. Bu kadar değersiz miyim ben? İnsan eti bu kadar mı ağır? Yaktınız beni büyük bir cehennem ateşinde. Bu kadar ağır mı geldim sizlere?

Göğüs kafesimde duruyor bir mezar
Et ve kemikten yapılmış et yığınıyım
Kafatasımın içinde yaşıyor bir canavar
Şimdi soruyorum sana baba
Ellerimde hangi şerefsizin kanı var?
Mahzende tutulan küf tutmuş korkular
Demir parmaklıklarıydı göğüs kafesinin
Korkusuz korkak diyorlar bana
Şimdi soruyorum sana baba
Mezarımda kimin cesaretsizliği yatar?

Continue lendo

Você também vai gostar

KAÇIŞ YOK De yazarbenmerhaba

Literatura Feminina

105K 2.9K 46
Arkadaşı tarafından para için ihanete uğrayan bir kızzın adama mahküm edilmesi ön izleme : 3.bölüm Helin ben çok özür dilerim pişman oldum gerçektenn...
Çikolata?/Texting De 😋

Literatura Feminina

1.3M 57.5K 29
Sait abi: Yanında ki o eli bir daha sana değdirirse Sait abi: O eli kırarım haberin olsun
110K 9.6K 17
Uyku ile uyanıklık arasında gezindiğim o ince çizgide yatağın bana ait olmayan kısmı çöktü yavaşça. Ardımdaki beden sanki üşümemi istemez gibi yorgan...
726K 45.3K 50
GERÇEK AİLE KURGUSU İlk kitabım olduğu için yazım yanlışları ve mantık hataları olabilir. *13.11.2023*