Ev Arkadaşım | bxb

By starrystygian

420K 30.2K 21.7K

"Herif beni evden atacak. Yarına kadar nereden bir ev bulabilirim ki?" Kulak misafiri olduğum konuşmayla bera... More

0.0
0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3 - Geçmişten Kesitler
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
Karakterler Tanıtımı Gibi Bir Şeyler
2.2
2.3
2.4
2.5
2.6
2.7
2.8
2.9 - Geçmişten Kesitler
3.0
3.1
3.2
3.3.1- Geçmişten Kesitler
3.3.2 - Geçmişten Kesitler
3.4
3.5
3.6
3.7
3.8
3.9
4.0
4.2
4.3.1 - Geçmişten Kesitler
4.3.2 - Geçmişten Kesitler
4.4
4.5
4.6
4.7
4.8
4.9
5.0

4.1

2.9K 238 256
By starrystygian

Beş ay. Beş koca ay. Hala buralarda mısınız? Burada olanlara kocaman sarılabilir miyim? Hepinizi yerim valla.

Eh klasikleşen minik bir özet kısmı gelsin mi?

Geçen bölümde Gökalp dağıttığı odasında uyandığında odasını Çağlar gelmeden toparlayamayacağını fark etmişti. Sonra Çağlar geldi. Minik bir sarılma sohbet derken onun dizinde uyuyakaldı. Sonra akşam vakitlerinde uyandığında Çağlar onun odadına şarj aleti için girdi ve o da bu Gökalp'e geç dank ettiği için aniden kalkıp odaya koşmuştu. Burak ve Cem'de ise okul çıkışı beraber kalmışlardı çünkü Cem'in ailesi evde yoktu. Evde minik sohbetler şakalaşmalar yakınlaşmalar falan derken duş alıp uyumuşlardı.

Hatırladınız mı? Hayır, değil mi? Bende hatırlamadım. Boşverin gitsin.

O zaman iyi okumalar.

***

"Dur!"

Ayağa kalkıp odaya koştum. Çağlar içeride çekmeceden şarj aletini alıyordu. Ama odam... temizlenmişti. Bazı şeyler dışında. Çıkarılamayacak duvarlardaki boyalar gibi. Ama kırık dökük her şey toplanmıştı. Etraf düzenliydi.

Dengemi kaybeder gibi olduğumda kapıya dayandım ki büyük ihtimalle aniden kalktığım için olmuştu. Odanın haline bakarken aslında şaşırmamam gerektiğini biliyordum. Çoğu eşyamız birbirimizin odasında duruyordu ve ben uyurken odama girmiş olabilirdi.

"Neden bana söylemedin?" Endişeyle ona baktığımda o çekmecenin yanındaki tuvali alıp havaya kaldırmıştı. "Beni çizdiğini bana söyleyebilirdin," dedi yüzündeki gülümsemeyle.

Bu yine uykumun gelmediği bir gece Çağlar'ın resimlerinden birini yaptığım bir tabloydu. Renklerle biraz oynamıştım sadece. Üstünün çıplak olduğu, omzunun biraz altından yukarısını alan; mor, pembe ve mavi tonlarını kullandığım bir resimdi. Evet ona söylememiştim. Ve resmi de neredeyse unutmuştum.

"Çok güzel olmuş. Çok yakışıklı görünüyorum değil mi?"

Buna istemsizce gülmüştüm. O da tuvali yerine koyup bana ilerledi. "Sen hep yakışıklı görünüyorsun," dedim.

"Sana attığım gıdıklı fotoğraflarda değil ama."

Gülerken ona sarılıp başımı göğsüne gömdüm. "Ama ben o fotoğraflarını daha çok seviyorum."

Kolları beni sıkıca sararken titrek bir nefes vermiştim. Görmüştü. Odamın halini, neler yaptığımı... Ne düşünmüştü? Deli olduğumu, kafayı sıyırdığımı ya da doktora ihtiyacım olduğunu falan. Bunu ilk defa görüyordu. Beni tanımadığını düşünür müydü? Aklında oluşan yeni fikirler yüzünden benden soğur muydu? Ya benden iğrenirse. Ya iğrenç biri olduğumu düşünürse. Ya beni sevmediğine kanaat getirirse. Ya... Ya... tanrım ben... neden düşüncelerimi susturamıyorum?

"Gökalp." Başımı kaldırıp Çağlar'a baktım. "İyi misin?" Başımı salladım. Elbette ki iyiydim. Ben her zaman iyiydim.

"Evet, iyiyim. Üzgünüm, seni endişelendirmek istemedim."

"Sen iyiysen sorun değil." Sessiz kalıp bir kez daha odaya baktım. Hem toplanmış hem de dağıtılmış halinden kalan izlere. Çağlar tekrardan kollarıma girdiğinde yürümeye başladı. "Benimle gel bakalım."

*

Çağlar...
Saatler önce...

Gökalp'in derin uykuda olduğuna emin olduğumda başını kaldırıp yerimde kaydım ve başının altına yastık koydum. Hafifçe uyanır gibi olduğunda saçlarını öptüm. Eli beni aradığında elini tuttum. "Buradayım."

Nefesi tekrardan düzene girerken elimi tutan eli de gevşemişti. Yerimden kalkıp onun üstünü örtebilmek için örtü aramaya odama gitmiştim. Ama bulamayıp, çünkü Gökalp'in odasına koymuştum, odadan çıktım. Onun odasına girdiğimde yerimde kalmak zorunda kalmıştım. Odanın haline bakarken yutkundum.

Nedensizce bir an kendi odamı görür gibi oldum. Lisede dağıtılmadık yer bırakmadığım odamı. Derin bir nefes verip örtüyü aldım ve Gökap'in yanına döndüm. Mışıl mışıl uyuyordu. Onu bu şekilde sakin ve huzurlu görmeyi seviyordum.

Üstünü örterken dikkatim kollarına kaymıştı. Mutfakta canı yandığında aklımdan ihtimaller geçmişti. Kendine zarar vermiş olabilir miydi? Ama üstelememiştim. Bundan hoşlanmayacağını biliyordum.

Ama odasını gördükten sonra daha da korkmaya başlamıştım. Yeni olmuş izler görmekten, canının yanmış olma ihtimalinden.

Kollarına bakmak istiyordum ama o uyurken bunu yaparsam bana kızacağını da biliyordum. Bu yüzden sadece üstünü örtüp ayağa kalktım.

Odasına gidip etrafı topladım ki bunu yaparken tabloyu da bulmuştum. Köşeye fırlatılmış boya şişelerini alırken dolabın arkasında duran tablo dikkatimi çekmişti ve alıp bakmıştım. Çünkü Gökalp tablolarını oraya koymazdı.

Ama tabloda kendimi görmeyi beklememiştim. Resmi bir an hatırlar gibi olmuştum. Instagrama böyle bir şey atmıştım ama renkler farklı olmalıydı. Mavi ve yeşildi sanırım ama bunda mavi, pembe ve morun tonları kullanılmıştı.

Tablonun arkasındaki yazılmış tarihe baktığımda yüzümde istemsizce bir gülümseme oluşmuştu. Biz o zaman çıkmıyorduk bile. Yani bu benden çok daha önceden hoşlandığının bir kanıtı gibiydi. Benden hoşlanmasa bu resmi saklama ihtiyacı duymazdı.

Tabloyu görünür bir yere koyup etrafı toplamaya devam etmiştim. Sonra da odadan çıkıp yemek yapmaya gitmiştim. Akşama doğru da Gökalp uyanmıştı zaten.

*

Gökalp'ten devam...

Çağlar kollarını etrafıma sardığında yürümeye başlamıştı ki bu benim geri geri yürümek zorunda olduğum anlamına geliyordu. Beni odasına soktuğunda yatağa oturtmuştu.

"Gökalp," dedi dikkatini bana verirken. "Morluklarına bakabilir miyim?"

Yutkunurken istemsizce geri çekilmek istemiştim. Hayır, demek istedim. Hayır, görmeni istemiyorum.

Bakışlarım önüme düşerken o eliyle yüzümü kaldırıp tekrardan ona bakmamı sağlamıştı. "Eğer çoklarsa krem sürelim. Ağrısını azaltır olur mu?"

"Çok değiller," dedim. Yalandı. "O yüzden gerek yok."

"Buna ben karar versem olur mu?" Hareket etmediğimde, "Lütfen," dedi, "hadi çıkar üstünü."

Kollarımı etrafıma sardım. Göstermek istemiyordum.

İğrençsin.

Görmesini istemiyordum.

"Benim de hep morluklarım olurdu." İstemsizce ona baktım. "Özellikle sinir krizlerinden sonra nasıl yaptığımı anlamadığım morluklar çok olurdu. Genellikle kimse bilmezdi. Görmelerini istemezdim. Ama arada bir abimin yakaladığı oluyordu. Ve yaralarıma zorla kendisi bakıyordu. Yani nasıl hissettiğini anlıyorum. Görmemi istemiyorsun. Ama benden gizlemesen olmaz mı? Hiçbir şeyini gizleme benden. Saklama. Senin yargılamam, biliyorsun."

Derin bir nefes verdim. Biliyordum, Çağlar beni yargılamazdı. Ama içimdeki sesi susturmak kolay değildi. Ama yine de görmezden gelmeyi seçtim ve üstümü çıkardım. Kendimi çok kötü hissediyordum. Sanki Çağlar benden iğrenicekmiş gibi geliyordu. Ama o hiçbir şey demedi.

Masadan kremi aldı ve morluklarıma sürdü. "Bacaklarında da var mı?" Başımı iki yana salladım. Varsada hissetmiyordum zaten. Canımı yakan kollarımdakilerdi.

Eli kollarımda gezerken yüzüne bakamıyordum bile. Tek düşünebildiğim iğrenç olduğumdu. Kollarım izler ve morluklarla kaplıydı, zayıftım ve bu iskeletten farksız olmama sebep oluyordu. İğrenç hissediyordum. Çirkin hissediyordum. Çağlar benden nefret edicekmiş gibi hissediyordum. Böyle hissetmemeliydim. Bunların hiçbiri doğru değildi ama hissediyordum işte. Düşüncelerim tekrar ve tekrar bunları söylüyordu. Kabullenmek zorunda kalıyordum. İğrençtim. Mide bulandırıcıydım. Sevilmeyi hak etmiyordum.

"Gökalp." Çağlar ellerimi tutarken ona baktım. "Gerçekten iyi misin?" Yavaşça başımı salladım.

"İyiyim. Gerçekten iyiyim. Ve teşekkür ederim. Krem için yani." Odanın konusu açılmayacaktı sanırım. Ve açılmasını da istemiyordum. Anlatmak ya da neler olduğunu söylemekle uğraşmak istemiyordum. Hiçbir şey olmamış gibi davranmak iyi mi olurdu onu da bilmiyorum. Ama istediğim buydu.

Kıyafetimi geri giyerken, "Eminim açsındır," dedim. "Hem sabah o kadar yol geldin. Yorulmuşsundur da. İlk önce yemek daha sonra uyku ne dersin?"

Ayağa kalkıp ona döndüğümde bir süre bana baktı. Bir şey demek istediği belliydi ama onun yerine ayağa kalkıp, "Tamam," demişti. Ona bu konuyu açmadığı için de teşekkür etmeliydim.

********

Hafta sonundan devam...

Odayı kaplayan telefon sesiyle istemsizce açmıştı gözlerini. Elini masaya atıp telefonunu aradı ve bulduğunda arayana baktı.

"Sonunda açabildin." Annesinin sesi kulağına ulaşırken Cem kolunda uyuyan Burak'a baktı. "Günaydın, anne," dedi fısıltıyla.

"Niye sessiz konuşuyorsun?"

"Burak uyuyor."

"Eeee. İkinizde uyanın artık saat kaç oldu. Kalkın bir şeyler yiyin." Cem derin bir nefes verdi. "Aramana gerek yoktu aslında," dedi. "Hani ikimiz de çocuk değiliz ya."

"Laflara bak," dedi annesi. "Amacım aslında sizi uyandırmak değildi. Akşama kalacağımızı haber verecektim. Normalde öğlen evde olurduk ama birkaç şey daha çıktı."

"Sorun değil," dedi Cem. "Keyfinize bakın. Biz böyle iyiyiz."

"Peki," dedi annesi. "Görüşürüz o zaman. Yoksa iyi uykular mı demeliyim?"

"Ha ha. Çok komiksin anne. Görüşürüz." Telefonu kapatıp geri masaya koydu. Burak'a doğru dönüp elini onun saçlarından geçirdi. Yanağından aşağı indi ve izin üstünde durdu. Öldürecek beni, diye düşündü.

Burak biraz yerinde kıpırdanıp Cem'in göğsüne sokuldu. "Günaydın," dedi Cem Burak'ı saçlarından öperken. "Günaydın," dedi Burak uykulu bir şekilde. Yerine biraz daha yerleşir gibi olduğunda Cem ona baktı. "Uyumak yok," dedi Burak'ı dürterken. "Biraz daha," dedi Burak mızmızlanarak.

Bir süre daha sessizlik içinde dursalarda Cem bir yerden sonra sıkılıp Burak'ın huylandığı yerlerine dokunmaya başlamıştı. "Oynaşma," dedi Burak Cem'in eline vururken. "Uyan o zaman," dedi Cem.

Burak sessiz kalıp yatmaya devam ettiğinde Cem bu sefer onu gıdıklamaya başlamıştı. Burak dayanamayıp gülerken Cem'in elini uzaklaştırmaya çalıştı. "Oynama."

"Kalk o zaman."

"Tamam," dedi Burak gülüşleri arasından Cem'in elini tişörtünün altından çekmeye çalışırken. "Tamam, kalkacağım."

"İnanayım mı?" dedi Cem. Burak Cem'in elini tutup kendini yukarıya çekti. Bacağını diğer tarafa atıp Cem'in kucağına oturdu ve, "Kalktım işte," dedi. Cem'in ellerini tutup yanına sabitlemişti. "Oynama artık."

"Eğleniyordum," dedi Cem Burak'ın haline bakarken. Onun kucağında ve iç çamaşırıyla. Sınanmam bitmedi mi, diye düşündü.

"Ben de uyumak istiyordum," dedi Burak. Cem'in ellerini bıraktı ve kendi ellerini Cem'in göğsüne koydu. "Üstümden kalkacak mısın?" Burak kendi haline baktı ve sonra cıkladı. "Ben burayı sevdim. Hem sana tepeden bakmak güzel."

"Öyle mi?" dedi Cem gayet keyif aldığı belli bir şekilde. "Aslında bir şikayetim yok. Ama annen geç kaldığımız için bizi döverse ben karışmam."

"Doğru," dedi Burak. "Annem bekliyor." Cem'in kucağından kalktığında, "Tuvalete gidiyorum," dedi ve odadan çıktı.

Cem'de kalkıp dolabına ilerledi. Üstünü değiştirirken birden koridorda Burak'ın bağırışı duyuldu. "Cem!" Burak kapıda belirirken eliyle tişörtünü çekiştirmiş ve parmağıyla boynundaki izi işaret etmişti. "Bu ne?"

Cem ize baktı ve bakışlarını başka yöne çevirdi. "Bilmiyorum."

"Ne demek bilmiyorum?" dedi Burak sinirle. "En azından görünmeyen bir yere yapamaz mıydın? Ben bunu nasıl saklayacağım?"

Görünmeyen bir yer mi, diye düşündü Cem. "Tekrar yapabilir miyim?" dedi aniden. "Hayır!" dedi Burak sinirle. "Annem bunu görürse..." Bir süre öyle durduktan sonra sıkıntılı bir şekilde ofladı.

"Sakin ol," dedi Cem. "Bir yere çarptığını söylersin. Ya da şakalaşırken oldu dersin. Oyun oynarken seni az yaralamadım ya." Burak başını umutsuzca iki yana salladı. Yavaşça yürüyüp Cem'in yatağına oturdu. "Kaza dışında ne olabilir ki?" dedi Cem. "Annen boynunu ısırdığımı mı düşünecek? Bunun imkanı yok."

Burak ise hala sıkıntılı bir şekilde ellerine bakıyordu. "Tam da onu düşünecek," dedi Burak. Cem buna şaşırmıştı. "Annem ilişkimizi biliyor," dedi sonunda. "Ben söylemedim. Komşu yüzünden öğrendi ve..."

"Bunun yüzünden mi tartıştınız?"

"Sadece gördüğüne inandı. Ne düşündüğümü önemsemedi bile," dedi Burak. "Eve geldiğim an sanki bir oyun oynuyormuşum gibi bana saydırdı. Ve ben de ne hissettiğimi söyledim ama umurunda bile olmamıştır eminim." Burak'ın eli tekrardan boynundaki ize gitti. Derin bir nefes verdi. "Bizi neden kahvaltıya çağırdığını bile bilmiyorum. Ama hoş şeylerden bahsedeceğini de düşünmüyorum."

Burak, Cem yere diz çöküp elleriyle kucağındaki ellerini tuttuğunda ona bakmak zorunda kalmıştı. "Annen tam olarak nasıl bir tepki verdi?" Bu kesinlikle Burak'ın hatırlamak istemediği bir andı. Ama yine de aklı o akşama kaydı.

"Homofobik biri nasıl tepki verecekse o şekilde. İlişkimiz hakkında bir şeyler dedi. Bunun olamayacağını falan."

"Verdiği tepki gerçekten homofobik olduğu için miydi yoksa beni senden ayırmayıp kendi çocuğu gibi büyüttüğü için miydi?"

Burak anlayamayarak ona baktı. "Annen hiçbir zaman beni senden ayırmadı. Annemde seni benden. Kardeş gibi büyüdük, birbirimizi öyle görmesekte. Aynı yemekleri yedik. Aynı yatakta uyuduk. Yeri geldi beraber duş aldık. Annelerimiz hiçbir zaman bizi kardeşten öte düşünmediler. Bir ilişkide olmak onların kolayca kabul edebileceği bir şey değil."

Burak istemsizce annesinin dediklerini düşündü. Bu kişi Cem! Siz kardeş gibiydiniz.

"Yine de..."

"Onunla konuşmamı ister misin? Ki zaten kahvaltı bahane böyle bir konuşma yapacağız gibi. Hem annene hiçbir zaman seni doğurduğu için teşekkür etme şansı bulamamıştım." Burak bununla gülmüştü. Ama sonradan yüzü tekrardan asıldı. Babasının evi sinirle terk ettiği gün geldi aklına. Bir daha onu görmeyeceksiniz, demişti annesi yaşlı gözleriyle. O kadına gitti, diye düşünmüştü Burak o yaşta. Annem yerine başka bir kadına.

Ya anneside babası gibi giderse ya onu kabul etmezse ya da... "Korkuyorum," dedi fısıltıyla Burak. "Ya kabul etmezse. Ya babam gibi o da giderse."

"Böyle bir şey olmayacak," dedi Cem. "Her şeyin olmasını beklerim ama annenin seni bırakacağını asla. Onun hayatında sen ve ablandan daha değerli kimse yok. Sadece ona birbirimizi bu şekilde sevdiğimize inandırmalıyız. Ki duygularından emin olduğunu görünce senin yanında olacağına eminim."

"Öyle mi dersin?" Cem emin bir şekilde başını salladı.

"İze gelince de..." Parmağını morluğun üstünde gezdirdi. Burak bununla utangaç bir şekilde bakışlarını kaçırmıştı. "Yara bandı gibi bir şey yapıştırsak çok göze batar gibi. Sorgular büyük ihtimalle. İz çokta yukarıda değil. Benim kapatıcak gibi olan üstlerimden giy. Boğazlı olmadığı için sorgulamazlar."

Burak bununla dudağını büzmüştü. "Annemin yanına boynumda izle mi gitmek yoksa senin giysilerinden biriyle mi gitmek daha kışkırtıcı." Cem bununla gülmüştü. "Tişörtünü burada bırak. Üstüne bir şeyler döktüğünü söylersek benimkini giymeni garipsemez."

"Mantıklı ama yine de bir şeyleri anlayacak."

"Anlasa bile anlamamazlıktan gelicek. Bu insani bir davranış. Ayrıca ilişkimizi bildiğini söyledin. İlişki içerisinde olan insanların böyle şeyler yapması garip bir durum değil."

"Başka biri olsa umursamam. Ama bu kişinin annem olması çok utanç verici. Öyle şeyler yaptığımızı söylemese bile bilmesi falan."

"Öyle şeyler?" dedi Cem yüzünde bir sırıtmayla Burak'a yaklaşırken. "Öyle şeyler işte," dedi Burak omzunu silkerek.

"Biraz daha açıklayıcı olur musun?" Burak Cem'i kendinden uzaklaştırmak için itip ofladı.

"Uğraşma benimle." Cem buna gülmüştü. "Peki," dedi. "Hadi çıkar üstünü." Ayağa kalkıp dolaba ilerlediğinde Burak üstündekini çıkarıp yatağa bıraktı. Cem ona giysiyi verdiğinde Burak giyip izi kapatıp kapatmadığına baktı. Eh, kapatıyordu. Ama tam sınırdaydı ve yine de dikkat etmesi gerekiyordu.

"Gayet iyi," dedi Cem. "Hazırlanma sırası bende o zaman." Sonra da arkasını dönüp tuvalete gitmek için odadan çıktı.

O gittiğinde Burak başını eğdi ve tişörtü kendine doğru çekti. Burnuna gelen parfüm kokusuyla gözlerini kapamıştı. Bu her zaman Cem'den aldığı bir kokuydu. Ona sarıldığında, yanında durduğunda hafifte olsa alırdı. Şimdi yeni yıkandığı belli olan bu giyside buram buram bu kokuyu almak Cem'le iç içe olmak gibiydi. Açelya Sultan'ın aldığı yumuşatıcılara kurban, diye düşündü.

Tişörtü bırakıp kırışıklığını düzelttiğinde içeri Cem girmişti. Dolaba ilerleyip üstündeki tişörtü çıkardı ve bir yenisini giydi. O sırada Burak yataktan kalkıp sessizce arkasından sarılmıştı ona.

"Bana doyamıyorsun değil mi?" Cem arkasına döndüğünde Burak tekrardan kollarını onun beline dolamıştı. Başını Cem'in göğsüne gömüp o tanıdık kokuyu içine çekti. "Doyamıyorum," dedi Burak.

"Gitmemiz gerekiyor."

"Biraz daha." Burak kollarını sıkılaştırdığında Cem derin bir nefes vermişti. Burak aşağıdan ona baktığında, o kocaman parlak gözlerinde kendi yansımasını gördüğünde, içinde tarif edilemez bir duygu oluşuyordu. Ve şu an göğsüne yapışmış o şirin yuvarlak suratı mıncıklamamak için zor duruyordu.

Kendini de tuttu. O an Burak'la uğraşırsa bırakamazdı ve onların şu an Burcu Teyze'nin yanına gitmeleri gerekiyordu. Eğer her şey iyi geçerse Burak'ın yüzünü sonra mıncıracağına dair kendine söz verdi.

Eninde sonunda, biraz zorla, evden çıktılar ve karşı dairenin kapısını Burak açtığında ikiside içeri girdi. Haber vermek maksatlı, "Biz geldik," dedi Burak koridora girmeden önce.

Ablasının kafası kapı girişinde belirdiğinde ikisini de süzdü. "Tam zamanında. Selam Cem."

"Merhaba Esma Abla."

"Durmayın orada. Masaya gelin." Esma içeri girdiğinde Burak ve Cem kısa bir süre birbirlerine baktılar. İçeri Esma'nın arkasından girdiklerinde Burcu Teyze'de dikkatini onlara vermişti. İlk önce kendi oğlunun ifadesini süzdü. Sonra da Cem'e baktı.

"Hoş geldiniz. Oturun, hadi." İkisi sessizce yan yana oturduklarında Cem'in karşısına Burcu Teyze, Burak'ın karşısına Esma geçmişti.

Aralarında sözleşmişçesine olan sessizlik içinde sadece çatal ve bıçağın çıkardığı ses duyuluyordu.

"Bu arada," dedi Esma gittikçe garipleşen atmosferi yararak, "kabul mesajını aldım. Sonunda patron olacak şerefsizden kurtuluyorum."

"Şu hep girmek istediğin şirket mi?" dedi Burak. Esma hızla başını aşağı yukarı salladı. "Hayırlı olsun," dedi Cem. "Ne zaman başlayacaksın?"

"Pazartesi. Geçen cuma öyle tanışmak, ortamı görmek için falan gittim. Yeni patronum o kadar tatlış bir kadın ki. Herkes de bir uyum içerisinde. O kadar güzel bir yer ki. Sadece tek bir şeyi inanmamıştım ama doğruymuş, kendi gözlerimle gördüm. Yönetici on sekiz yaşında."

Cem ve Burak aynı anda kafalarını yemekten kaldırıp bir Esma'ya bir de birbirlerine baktılar. "Ya," dedi Burak. "İsmi neymiş?"

"Gökalp Miraç diye biri. Akmanlardan."

"Nasıl gözüküyor?" dedi Cem.

"Kızıl, kıvırcık. Biraz zayıf ama şöyle bir baktığında tatlı birine benziyor. Gerçi çok görünmüyor. Zorunda kalmadıkça odasından çıkan biri değil. İnsanlar aşırı sert ve kinci biri olduğundan bahsediyorlar. Ama bence bu sadece dedikodu. Öyle birine benzemiyor."

"Ya," dediler aynı anda. Sonra tekrardan birbirlerine baktılar. "Umarım her şey yolunda gider," dedi Cem. "Eski yerden kurtulduğun için tebrikler," dedi Burak.

"Sağ olun. Peki siz çocuklar? Hayat nasıl?"

"Güzel," dediler aynı anda. Sonra kısa bir süre daha sessizlik oldu.

"Şunlara baksana," dedi Esma annesine dönerken. "Çok yakışmıyorlar mı?"

Cem dudaklarını birbirine bastırırken Burak içinden bildiği her dilden küfürleri sıralamaya başlamıştı.

Annesi ona döndüğünde kızıyla bakıştılar. Esma yüzündeki gülümsemeyi silmedi. Burcu Teyze de sonunda, "Evet," demişti.

İkisi aniden rahatlarken Burcu Teyze'nin, "Tabi duygularında ciddilerse," demesiyle endişe geri gelmişti.

Burak konuşmaya başlayacakken Cem ondan önce davranmıştı. "Ben ciddiyim." Burak şaşkınlıkla Cem'e dönerken annesi ve Cem arasında sessiz bir iletişim vardı.

Burcu Teyze bunu özellikle Cem için söylemişti. Burak ile son konuşmalarından beri oğlunun kendi ilişkisi hakkında ciddi olduğunun farkındaydı. Aslında Cem'e güveniyordu. Cem'de kendi oğlu gibiydi. Ama yine de içindeki sesi susturamıyordu. Kendini hep çocuklarını korumaya adamıştı. Şimdi ise Cem'in Burak'ı kullanıp onu üzmesi gerçeğinden korkuyordu. Ama tabikide böyle bir şey mümkün olamazdı.

Cem dönüp Burak'a baktı. Masanın altından Burak'ın elini tuttu. "Duygularımda ciddiyim." Burcu Teyze'ye değilde daha çok Burak'a inandırmak ister gibiydi. Burak Cem'in elini daha sıkı tuttu.

Cem, Burcu Teyze'ye döndüğünde, "Burak'ı gerçekten seviyorum," dedi.

Burcu Teyze bir süre sessiz kaldıktan sonra derin bir nefes verdi. "Anlıyorum," dedi. "Beraber mutluysanız sorun yok. Sonuçta ikinizde yetişkinsiniz. İlişkinize karışmak bana düşmez. Ama peki ailen? Açelya'ya yalan söyleyemem."

"Bana biraz zaman verin. Anneme her şeyi söyleyeceğim. Ondan bir şey saklamak zorunda değilsiniz."

Burak aniden dediğiyle Cem'e döndü. "Söyleyecek misin? Söylemek zorunda değilsin. Eğer aranız bozulacaksa..."

"Sorun yok," dedi Cem araya girerek. "Aramızın bozulacağını düşünmüyorum. Hem annemden ilişkimizi gizlemek istemiyorum. Neden ondan sevdiğim kişiyi gizlemek zorundayım ki?"

Burak gözlerini istesede Cem'den ayıramıyordu. Tutuşunu sıkılaştırdı. Sanki içindeki duyguları bu şekilde ifade edebilirmiş gibi. Ama bir şey yapmasına gerek yoktu. Cem onu ne olursa olsun anlardı. Aynı o an anladığı gibi.

Ama sonradan bu dizilerden çıkma duygulu bakışmanın arasına Esma'nın hıçkırığı girdi. Hepsinin dikkati ona dönerken o 'bir şey yok' dermiş gibi elini sallıyordu. "Afedersiniz, bir an ne kadar sap olduğum yüzüme çarptı da. Lütfen, devam edin. Bölmek istemem."

Hepsinin yüzünde bir gülüş belirirken ortamdaki gergin havada yok olmuş gibiydi. "Hadi yemeğe devam. Aç kalmayın," dedi Burcu Teyze ve yemeklerine geri döndüler.

Hepsinin üzerinde hala bir gerginlik vardı. Burak ve Cem her zamanki yedikleri kadar yiyemediler ama yine de arada bir açılan sohbetler ve sanki hiçbir şey değişmemiş gibi olan şakaşmalar rahatlatıcıydı. Bir de yemek sırasında arada bir birbirleriyle uğraşmaları vardı. En çok olan Esma'nın biricik kardeşi Burak'ı yer buldukça gömüp laf sokmasıydı. Her zamanki yaptıkları gibi. Bir de yemeğin sonuna doğru kimse yemesede sohbet masada devam ederken Cem Burak'la uğraşmaya başlamasıydı.

Cem bir dirseği masada yüzünü eline dayamış bir şekilde sanki bütün ilgisi onlardaymış gibi Esma ve Burcu Teyze'yi dinliyordu. Burak'ta iki kolunu masaya koyup öne eğilmişti ama onun ilgisi gerçekten onlardaydı. Cem ilk önce elini Burak'ın bacağına koydu. Burak daha demin ki el tutuşmalarından sonra bunu çokta garipsemedi. Onlar sevgiliydi ve Cem'in kendisi hakkında temas bağımlılığı olduğunu kabul etmeye başlamıştı. Ve aslında onun dokunuşlarından rahatsız da olmuyordu. Ama Cem'in eli bir yerden sonra yukarı doğru hareket etmeye başladı. İlk önce belli aralıklarla santimlik ilerledi ve Burak tekrardan umursamamayı seçti. Ama bir seviyeden sonra yerinde kıpırdamaya başlamıştı ki bu Cem'e inanılmaz bir zevk veriyordu. Burak'la uğraşmak mükemmel bir şeydi. Ama hakkını vermek lazım Burak harika rol yapmıştı. Cem zaten tepkisizdi ve Burak'ta kendini buna zorlayıp başarmıştı. Cem küçük hareketlerinden anlasada annesi ve ablası hiçbir şeyi çakmamıştı.

Ki asıl sorun Burak'ın Cem'in elini itmemesiydi. Aralarındaki şey çok saçmaydı. Ailesinin karşısında risk alıyordu ve yerinde duramıyordu ama Cem'in ne kadar ileri gidebileceğini de görmek istiyordu. Ve ileri gitmesini de içten içe istiyordu ama tabiki ailesinin karşısında değil. Cem ise Burak'ın bu hareketleri yüzünden ileri gidip onun sınırını görmek istiyordu. Ama ileri gitmedi, sınırı geçmedi. Eli Burak'ın bacağının üst kısımlarında durdu ve sadece baş parmağıyla okşamakla yetindi. Bu yüzden ikiside sakin bir şekilde Burcu Teyze ve Esma'yı dinleyip arada bir sohbete katılmaya devam ettiler.

Bir ara Burcu Teyze masadan kalkıp tezgaha ilerlemişti ve Esma'da ona yardım etmek için arkasından gitti. Onlar arkalarını döndüklerinde Burak Cem'in eline vurup itmişti ve ikiside kalkıp masayı toplamaya yardım etmişlerdi.

Yemekten sonra Cem eve döneceğinde, "Burak'ı alabilir miyim?" demişti. "Yetiştirmem gereken ödevler var ve Burak'ın yardımına ihtiyacım var."

Burcu Teyze istemsizce gülüp, "Her zaman yaptınız şey izin almaya gerek yok ya," demişti. Esma ise arkadan hınzır hınzır sırıtıp baş parmağını kaldırıyordu.

Burak ise Cem'in arkasından sessiz sessiz ilerlemişti. Cem'in ailesi daha gelmemişti ve büyük ihtimalle daha gelmelerine vardı. Onlar eve girdiklerinde Burak direkt Cem'e vurmaya başlamıştı. "Ne oldu?" demişti Cem geri çekilirken.

"Sen annemin yanında ne yapıyorsun ya? Öyle dokunmak falan. Kafayı mı yedirteceksin sen bana?"

"Bir şey yapmadım ki?" dedi Cem masummuş gibi. "Sadece elimi koydum."

Burak bununla daha çok sinirlenip Cem'e vurmaya devam etmişti. Cem en sonunda Burak'ın ellerini tutup, "Ama hoşuna gitti," demişti.

"Hoşuma falan gitmedi," dedi Burak Cem'in bacağına bir tekme atarken. "Önce ısırırsın, sonra ellersin. Gebertirim oğlum seni!"

"Üzgünüm," dedi Cem Burak'a yaklaşmaya çalışarak. "Gerçekten üzgünüm. Kendimi affettirmek için ne yapabilirim?"

Burak birkaç saniye sessizce ona baktı. Aklında bir düşünceyi tartar gibiydi. En sonunda, "Ben de yapacağım," dedi. Cem ilkten ona anlayamaz bir şekilde baktı. "Ben de sana bir iz bırakacağım." Parmağıyla boynundaki izi işaret etti.

Cem bir anda kapıya yönelince Burak anlayamayarak ona baktı. Cem duvarda asılı olan anahtarı aldı ve kapıyı kilitledi. "Ailemin geldiğini duymam lazım," dedi ve aklında kısa bir hesaplamadan sonra ailesinin gelmesine saatler olduğunu buldu. Ve erken gelmemeleri için dua etti.

Burak kapıyı kilitlemesiyle yutkunurken Cem ona ilerleyip dudaklarına yapışmıştı. Çok aniydi bu yüzden bu Burak'ın sendelemesine sebep olmuştu. Ama Cem'e ayak uydurup kollarını onun boynuna sardı. Kısa süreli bir ayrılmadan sonra Cem, "Yap," demişti. "Senden olduğunu bildiğim bir iz bırak bana."

Burak bununla kalbinin teklediğini hissetti. Cem sonradan tekrardan öpmüştü onu. Aralarındaki boy farkı yüzünden Burak'ın bacaklarından tutup kucağına almıştı onu. Bu kısa süreli bir ayrılık ve Burak'ın şaşırmasına sebep olmuştu. "Ağırım," demişti Burak. "Hayır, değilsin," demişti Cem ve onu odasına götürmüştü. Burak'ı yatağına bıraktı ve kendi odasının kapısını da kapayıp kilitledi. Ana kapının anahtarı ailesinde olsada kendi odasının ki yoktu. Her ihtimale karşı...

Cem tekrardan Burak'a ilerledi ki bu Burak'ın yutkunmasına sebep olmuştu. Garip bir şekilde heyecanlı hissediyordu.

Cem üstündeki tişörtü çıkarıp sandalyeye attığında Burak'ta gözlerini istemsizce kaçırmıştı.

Cem yanına oturdu ve, "İstediğin yere yapabilirsin," dedi. Burak derin bir nefes aldı ve kendini gazladı. Hep Cem mi böyle şeyler yapacaktı? Biraz da kendisi istediğini yapabilirdi değil mi?

Burak Cem'e baktığında ayağa kalkıp onu yatağa uzanması için omuzlarından bastırdı. Cem'in sırtı yatakla buluşurken karşı koymamıştı. Burak'ta Cem'in kucağına oturmuştu. Eli Cem'in göğsünde gezdi. Görünmeyecek bir yer... Gözüne omzuna doğru köprücük kemiğinin üst tarafını kestirmişti. Ama eğilmeden önce eşit olmak için o da kendi tişörtünü çıkarmıştı. Sonra Cem'in omzuna eğilmişti.

Cem karşı koymuyordu ama... Bu ifadesiz çocuğun içinde ne fırtınalar dönüyor tahmin edebilirdiniz. Burak'ın dudakları omzunda gezinirken onu deli gibi öpmek istiyordu. Kucağında otururken ona kendini sürtmemek için büyük bir çaba harcıyordu. Ve çıplak göğüsleri birbirine değerken üstüne çıkıp kendini ona bastırmamak için bir nedeni yoktu. İstiyordu. Deli gibi istiyordu. Ama yine de bir şey yapmadı. Şimdilik...

Burak ayrıldığında Cem onu yana itip üstüne çıkmış ve kollarından güç alıp ona yukarıdan bakmıştı. Burak bu ani yer değiştirmeyle biraz şaşırmıştı.

Eh artık Cem'in omzunda bir iz vardı. Ama bu şu an pek umurunda değilmiş gibiydi. Bakışları direkt Burak'taydı ve çekmeye de niyeti yokmuş gibiydi.

"Ne oldu?" dedi Burak biraz çekingen bir şekilde. "Canını mı yaktım?"

"Burak," dedi Cem alnını Burak'ınkine yaslarken. "Sen beni çok zorluyorsun."

Burak anlayamayarak ona baktı. "Neyden bahsediyorsun?" Cem bununla derin bir nefes vermişti. "Ben hiçbir zaman arzularına yenik düşen bir insan olmadım." Cem'in parmakları Burak'ın saçlarının arasında gezindi. "Ama sen benim sınırlarımı aşmama sebep oluyorsun."

Burak Cem'in yanaklarından tutup dudaklarına uzanmıştı. İstekliydi. Fazla istekliydi. Aynı Cem'in de olduğu gibi.

Öpüşmeyi seviyor, diye düşündü Cem. Burak kollarını Cem'in boynuna dolayıp onu biraz daha kendine çekti. Evet, öpüşmeyi seviyordu. Daha önce, lisede Cem'le olan yakınlaşmaları dışında, hiç kimseyle böyle bir şey yaşamamıştı. Ve Cem'i ilk kez öptüğünden beri deli gibi tekrar denemek istediğini biliyordu. Ve şimdi bu şansa sahipti. Ama Cem'in dudaklarına bu kadar deli olacağını kendisi bile düşünmezdi.

Daha fazla, diye düşündü Burak. Tanrım, daha fazla.

Birbirlerine ne kadar yakın olsalarda Cem hala aralarındaki mesafeyi koruyordu. Göğüsleri birbirlerine değsede Cem bedenini tamamen Burak'ın üstüne bırakmamıştı. Ama Burak'ın istediği bu değildi. Cem'in ağırlığını ve sıcaklığını tamamen hissetmek istiyordu. Bu yüzden bacaklarını onun beline doladı ve kendine çekti. Birbirlerine sürtündüler ve bu Cem için yeterli olmuştu. Kendini Burak'a bastırdığında ikisininde inlemeleri dudaklarının arasına karışmıştı.

Ayrıldıklarında Cem dudaklarını Burak'ın boynuna indirdi. Burak ise nefes nefese tavanla bakıştı. Aklı hem bomboştu hem de binlerce düşünceyle doluydu sanki. Ve vücudunun alt taraflarında gereğinden fazla hissettiği şeylerle pek de düzgün düşünemiyordu. Özellikle de Cem konusunda hissettiği gereğinden fazla şeyler hakkında. Mesela öpüşleri ya da göğsünün ona sürtmesi ya da bacaklarının arasında hissettiği o sert baskı.

Baskı artarken Cem onun boynunu ısırdığında başını geri yatırıp titrek bir nefes vermişti. Gerçekten delireceğini düşünüyordu. Ve biraz ileri mi gidiyorlardı?

Cem onun boynuna küçük öpücükler bırakırken elide Burak'ın beline doğru indi. Eşofmanın kenarını hissettiğinde eli bir süre orada durmuştu. Bakışlarını kaldırıp Burak'a baktığında onun aldığı titrek nefesleri gördü. Utancından Cem'in yüzüne bile bakamıyordu. Cem bununla yutkunmuştu. Burak'ın eşofmanını çıkarmak istiyordu ama bu fazla mı olurdu? Onu iç çamaşırıyla görmüştü ama böyle bir anda yapması onu rahatsız eder miydi?

"Burak," dedi yanağına küçük bir öpücük kondururken. Burak gözlerini kırpıştırıp beklentiyle ona baktı. Cem tam ona sormayı düşünüyordu ki konuşamadan Burak onun ağzını kapatmıştı. Bir an anlayamasada dışardan gelen seslerle ikiside hareket edememişti.

"Çok yoruldum ya." Açelya Teyze'nin sesi evde yankılanırken Burak korkuyla Cem'e bakmıştı. Evet kapı kilitliydi ama Cem asla kapısını kilitlemezdi. Eğer odaya gelirlerse...

"Her yanım ağrıyor," dedi Cem'in babası. Sesleri çok uzaktan geliyordu ama anlaşılıyordu. "Bu kapı niye kilitli?" dedi Açelya Teyze ana kapıdan bahsederek.

"Çocuklar gece korkmuştur," dedi gülerek Cem'in babası.

"Onlar yirmi yaşında," dedi Açelya Teyze. "Ben yirmiyken korkuyordum," dedi Cem'in babası. "Çünkü her gece korku filmi izliyordun," diye diretti Açelya Teyze.

"Her neyse, seninle kavga etmeyeceğim. Cem nerede?"

"Şu ana kadar sesi çıkmadıysa evde değildir," dedi Cem'in babası. Koridora doğru adım sesleri gelirken Cem sessizce yataktan kalktı. Burak ise zorla yutkunmuştu. Bu şekilde yakalanmak istemiyordu.

Cem tişörtleri alıp birini Burak'a verdi.

"Belki odasında uyuyordur," dedi Açelya Teyze.

Yaklaşan adım sesleriyle Cem gelenin annesi olduğunu anlamıştı. İçinden bir küfür savururken babası, "Bekle," demişti. Bu Açelya'nın durup ona dönmesine sebep olmuştu.

"Şu babamın verdiği tapu belgelerini aldın mı sen?"

"Evet," dedi Açelya, "yatak odasına koymuştum."

"Onları getirir misin? Bakmam lazım da. Cem'i de ben kontrol ederim."

İkisi de çoktan tişörtlerini giymiştiler ama durum hala iç açıçı değildi. Darmadağın saçlar, kıpkırmızı yüzler, boyunlarındaki kızarıklıklar. Ve kilitli kapıyı fark ederlerse ve Cem'de kapıyı açmazsa ne bahane üretebilirdi ki?

"Olur," dedi Açelya Teyze ve adım sesleri kapıyı geçip koridorun sonuna ilerledi. O başka bir odaya girerken bu seferde Cem'in babası kapıya gelmişti. Kolu indirirken Burak korkuyla kapıya baktı. Kilitli olduğu için tabiki açılmadı ama kimse kapıyı zorlamadı. Cem'in babası kolu bıraktığında Açelya Teyze'de koridora çıkmıştı.

"Bunlardı. Cem içeride mi?"

"Hayır," dedi Cem'in babası. "Evde değil." Burak derin bir nefes verirken Cem'in kaşları çatılmıştı.

"Ama ayakkabıları kapının önünde. Burak'ınkide."

"O zaman Burcu'dadırlar. Boşversene, kocaman oğlanı arayacak değiliz ya. Hem senin Cemile'ye götürmen gereken örtüler yok muydu?"

"Ay çok iyi hatırlattın. Tamamen çıkmış aklımdan. Onları versem iyi olacak."

Açelya tekrardan odaya girerken Cem'in babası kapının önünden ayrılmamıştı. Açelya odadan çıktığı zaman kağıtları eşine verdi. "On dakikaya gelirim," dedi ve evden ayrıldı. O sırada da Cem'in babası salona ilerlemişti. Çocuklarda bu sürede hem sakinleşmişlerdi hem de rahatlamışlardı.

Ama Burak'ın içinde hala bir gerginlik vardı. Şu ana kadar annesiyle olan sorunları yüzünden Açelya Teyze aklına hiç gelmemişti. Ama şimdi bir anda Cem onun üzerindeyken ona yakalanma düşüncesi onu çok korkutmuştu. Açelya Teyze onu kendi oğlundan ayırmamıştı. Onu çok sevmişti ama o ise onun oğluyla böyle şeyler yapıyordu. Eğer öğrenirse hayal kırıklığına uğrar mıydı? Ya da ondan nefret eder miydi? Annesinin ona dediklerini Cem kendi annesinden duyar mıydı?

Burak Cem'e doğru el işareti yaptığında Cem ona yaklaştı. "Ailene söylemek konusunda emin misin?" dedi fısıldayarak. "Yapmak zorunda değilsin."

"Bunu dert etmemeni söylemiştim," dedi Cem Burak'ın önüne çökerken. "Sorun olmayacak."

"O zaman yanında ben de olayım. Yalnız olma."

"Sorun değil," dedi Cem. "Bunu onlara tek başıma açıklamam daha iyi olur. Sonra çekinmeden yanyana olabiliriz."

Burak bir süre sessiz kaldı. "Annen gelmeden gitsem iyi olur ama baban hala içeride."

"Merak etme bir şey demez."

"Ama evde olmadığımızı sanıyor."

"Güven bana bir şey demeyecek."

Cem ayağa kalkıp kilidi açtı. Burak'ta ayaklanırken kapıyı açmadan önce baktı. "Endişelenme," dedi Cem. "Her şey iyi olacak. Kötü karşılamayacaklar. Gece sana yazarım tamam mı?"

Burak istemesede başını salladı. Cem'in ailesiyle özeline burnunu sokamazdı sonuçta. Eğer konuşmayı duymasını istemiyorsa anlardı. Ama Cem'in kötü bir tepki de almasını istemiyordu. Ya da yalnız kalmasını.

Burak kapıya bakarak tereddütlü bir şekilde, "Baban?" dedi. "Sorun yok," dedi Cem ve kapıyı açtı.

Burak anlayamasada Cem'e güvenip koridora çıktı. Kapıya ilerlerken babasıyla göz göze gelmişlerdi. Babası oturduğu yerden dik dik onlara baktı.

"Eve mi gidiyorsun?"

Burak yavaşça başını salladı.

"Annene selam söyle."

Burak buna da başını sallamıştı ama üstünde sorgulanmamanın verdiği bir şaşkınlıkta vardı. "Söylerim. Görüşürüz."

"Görüşürüz," dedi Cem'in babası minik bir tebessümle. Burak'ta gülümsedi ve kapıya ilerledi. Cem de arkasından gelmişti.

Kapıyı açıp koridora çıktığında, "Bir sorun yok değil mi?" dedi. Cem başını iki yana salladı. "Elbette yok. Rahatla."

"Baban biliyor mu?"

"Sanırım evet."

"Nasıl?" dedi Burak. "Tahmin etmiştir," dedi Cem. "Hem buna kafa yormana gerek yok ki. Bak hiçbir şey demedi."

Burak derin bir nefes verirken Cem merdivenleri kontrol etti ve Burak yaklaşıp onu öptü. "Düşünüp durma artık," dedi Burak'ın yanağını okşarken. "Akşam direkt yazacağım tamam mı?" Burak bununla başını sallamıştı.

"Yarın görüşürüz olur mu?"

"Olur. Görüşürüz." Kısa bir vedadan sonra Burak arkasını döndü ve kendi kapısına ilerledi.

Cem içeri girip kapıyı kapattığında yüzündeki gülümseme de solmuştu. "Buraya gel," demişti babası direkt. Cem içeri adımladı. Babası ve onun sert ifadesiyle karşılaştığında derin bir nefes verdi.

"Otur," dedi babası. "Seninle konuşacaklarım var."

*****

Minik konuşma kısmıma hoş geldiniz. Bölüm evet geç geldi. Çok geç geldi. Bir bahanem yok. Diyebileceğim tek şey ben artık bir sınav öğrencisiyim ve konuları yetiştirmek için köpek gibi çalışmak zorundayım. Zamanım kalmıyor. Kaldığında da ders çalışmazsam vicdan azabı çekiyorum. Yani demem o ki düzenli bölüm gelmeyecek. Bu süreçte yazabildikçe bölüm atacağım. Ama bir düzeni olmayacak. Haftalar olabilir aylar olabilir. Ama elimden geleni yapacağım. Umarım beni anlayışla karşılarsınız.

Bölümdeki zamanlar hakkında eğer ki aklı karışan olursa diye, çünkü bölüm atmayalı aylar oldu, şunu söylemek istiyorum kısaca. Ben hem Gökalp'in hem de Burak'ın hafta sonlarını anlattım. Çağlar cumartesi sabahı eve gitti, pazar sabahı geri döndü. Birlikte oldukları gün pazardı. Burak ve Cem ise cuma okul çıkışı beraber kaldılar ve cumartesi sabahına uyandılar. O gün cumartesiydi ve onların diğer bölümde anlatılacak bir pazarları var. Lütfen ne bitmez hafta sonuymuş demeyin, kırılırım.

Ve eğer hatırlıyorsanız tabi Mete ve Batu'ya Batu itiraf ettikten sonra ne oldu, onların ilişkileri nasıl gidiyor dersenizde ileriki bölümlerde şu an Cem ve Burak'ta durduğum gibi onlarında üzerinde duracağım. Ah Batu'm. Bakalım senin için neler yazacağım. Tabi yazabilirsem djdkdkdk.

Eee bu kadardı. Saat şu an neredeyse bir olacak. İyi geceler. Ve sabah görecek herkese günaydınlar.

Continue Reading

You'll Also Like

974K 60.7K 39
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, cinsel istismar, psikolojik ve fizik...
690K 46.3K 44
Çilek Alança Yıldırım mı yoksa Çilek Alança Saruhan mı demeliyiz? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek, ailesinin gerçek olmadığını ve küçük...
2.1M 133K 60
pabucumun bayboyu Ayşen: Ama senin gibi tiplerden hoşlanmam. Ayşen: Senin gibi tipler dediğim. Ayşen: Kötü çocuk gibi takılan. Ayşen: Zeki ve çalışk...
1.6M 96.1K 60
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.