MÜNFERİT

By RArsenDemir

3.9M 256K 107K

Bedenini öne doğru büktü ve koyu kahvelerini kısarak dudaklarını büyük bir yavaşlıkla alnıma dokundurdu. Tam... More

• 0.1 •
• 0.2 •
• 0.3 •
• 0.4 •
• 0.5 •
• 0.6 •
• 0.8 •
• 0.9 •
• 1.0 •
• 1.1 •
• 1.2 •
• 1.3 •
• 1.4 •
• 1.5 •
• 1.6 •
• 1.7 •
• 1.8 •
• 1.9 •
• 2.0 •
• 2.1 •
• 2.2 •
• 2.3 •
• 2.4 •
• 2.5 •
• 2.6 •
• 2.7 •
• 2.8 •
• 2.9 •
• 3.0 •
• 3.1 •
• 3.2 •
• 3.3 •
• 3.4 •
• 3.5 •
• 3.6 •
• 3.7 •
• 3.8 •
• 3.9 •
• 4.0 •
• 4.1 •
• 4.2 •
• 4.3 •
• 4.4 •
• 4.5 •
• 4.6 •
• 4.7 •
• 4.8 •
• 4.9 •
• 5.0 •
• 5.1 •
• 5.2 •
• 5.3 •
• 5.4 • Final •

• 0.7 •

62.7K 4.4K 709
By RArsenDemir

•••

(Yayımlanma Tarihi: 23.09.2022)
•••

|Vera Atlas|

Yaklaşık iki saat önce yanımdan ayrılan Ömer Bey'in hemen ardından odada yükselen adım sesleri refleksle perdenin arkasına sinmeme sebep olurken bir yada birkaç askerin revirdeki yataklara kendisini boylu boyunca atarak, "Bittik amına koyayım." homurtuları ile bir süredir süren sessizlik bozulmuştu.

"Sana dedim değil mi? Şu tanımadığın, kimin bacısı, karısı olduğunu bilmediğin kadınlardan uzak dur dedim! Biraz beni dinlesen de seninle beraber benim de iflahım sikilmese nasıl olur acaba?" Sert bir soluk sesinin hemen ardından odaya girer girmez konuşan adamın sesi tekrar duyuldu. "Oğlum taş gibi hatun. Ekrem Astsubayın kardeşi olduğunu nereden bileyim. Nefesimi kesti. Felaket güzel bir hatundu."

"Gördüm lan. Kalçaları, göğüslerinin dolgunluğu falan felaket iyiydi. Kesin 90 takıyordur. Off, siktir ya. Aklıma düşürdün gece gece amına koyayım!"

Midem büyük bir hızda çalkalandı. Gözlerimin karardığını hissettim. Kulaklarımda hafif bir uğultu yükseldi ve bu sırada yumuşak bir şeyin fırlatma sesi kulaklarıma doldu fakat her ne ise bir yere çarpmadan tutulmuş olmalıydı. "Oğlum yengen olacak o senin. Keserim bak soluğunu."

"Siktir lan oradan! O kız sana bakar mı?"

Gülümsediğine dair sert bir nefesin ardından bir kıkırtı sesi dağıldı odaya. Gözlerimi sımsıkı yumdum. "Bana bakmayan sana mı bakar lan?"

"Yok. İkimize de bakmaz oğlum. Ben 1.72 boyumla aynada kendime zor bakıyorum. Kızda bir boy var 1.85 anasını satayım. Kazayla düğününe gitsem elimden tutup pistten atar beni."

Çok kısa bir an sessizlik oluştu ancak bir anda kahkahalarla gülmeye başladıklarında tedirginliğim arttı. Şu anda perdenin arkasında kalan iki erkeğin şen şakrak hallerinin aksine zihnimde dönüp duran kirli düşüncelerini hazmetmeye çalışarak aniden bulanmaya başlayan midemi kontrol etmeye çalışıyordum.

Hepsi mi aynıydı?!

Kirli düşünceleri, mide bulandırıcı kelimeleri, zihniyetleri hep bir noktaya bağlanıyordu. Önlerindeki o pis organlarına. Ellerimi kollarımı nereye koyacağımı şaşırarak etrafta gözlerimi gezdirdim. Buradan bir an önce toparlanıp çıkmalıydım. Burada onlardan bir sürü vardı. Yakın arkadaşlarının, tanıdıklarının kız kardeşlerine karşı böyle düşünen insanlar bana neler yapmazlardı. Ben bana dokunulmasını istemiyordum. Bedenim hakkında yorumlar yapılsın ya da beni hayallerinde kıyafetsiz bıraksınlar istemiyordum. Ben sadece herkesten, her şeyden uzakta yaşamak istiyordum.

Ama... Yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştum.

"Azgın kediler gibi hayaller de kurmaya başladığımıza göre durumumuz vahim. Çarşı iznine çıkıp kendimize birilerini bulmazsak rahatlayamayacağız aga."

Birkaç saat önce yediğim dürümler aniden boğazımı yakarak yükselirken bir an için öğürme isteğimi bastıramadım. Midemin çalkalanması daha da arttığı sırada ellerim sımsıkı ağzıma kapanırken kısık da olsa bir öğürme sesi çıkarmış ve bu sesim sayesinde onların kahkahaların aniden kesilmesine yol açmıştım.

Artık burada kalamazdım.
Buradan hemen gitmeliydim.

Birkaç yatak gıcırtısının ardından içeriye girdiği anda konuşmaya başlayan adamın sesi tekrar yükseldi. "Lan! Biri mi varmış revirde?"

Hızlı bir soluk sesinin ardından diğer adamın sesi duyuldu. "Kimseyi görmüyorum."

Gözlerimi sımsıkı yumarak sessizliğimi korudum ancak saniyeler içinde sinirli, homurtu dolu ses tekrar kulaklarıma doldu. "O ses neydi lan o zaman?"

Çok kısa bir an sessizlik oluştu. "Bak, şu köşedeki perdesi çekili olan bir yatak harici hepsi boş. Kalk bak kimmiş. Konuştuk o kadar amına koyayım! Yakmasın askerliğimizi."

Nefes seslerinin hemen ardından tahminimce uzandıkları yataklardan birinin gıcırtısı arttı ve ben o adamın yataktan kalktığına emin oldum. Gözlerim yanarak görüşümü bulanıklaştırırken, "Sus lan! Bakıyorum bekle." diyen boğuk sesi ile attığı ilk adım sesi kulaklarıma doldu.

Titreyen ellerimle üzerimdeki pikeyi bir çırpıda yere atarken doğrulmak için yatağın köşesindeki demirlerden destek aldım. Adım sesleri aniden yaklaşmaya başladı. Kolumdaki şeffaf serum kablosunu canımı yakmasını umursamadan hızla kolumdan çıkarırken bir anda kollarımdan süzülen kan ile elbisemin bir kolunu indirip kanayan yere baskı uyguladım. Canım çok yanmıştı. Beyaz perdenin diğer tarafındaki gölge git gide yaklaşırken bir anlık cesaretle ters tarafını açarak canımın acımasını umursamadan kapıya doğru koşmaya başladım.

"Lan bir kız varmış burada! Hey! Dur! Bekle!"

Ani hareketlerimden dolayı ağzımdan çıkan küçük bir inleme sesi dışında nefesimi tutmuş, nereye gittiğimi bile bilmeden koridorda koşarken birkaç askerin durup bana baktığına şahit olmuş ve mümkünmüş gibi daha da hızlı koşmaya başlamıştım.

Beni durdurmak, ne olduğunu sormak isteyen kim varsa yanıma yaklaştığı an ağlamam şiddetlendiği için geri çekiliyor, koşarak uzaklaştığım için arkamdan söylediklerini duymuyordum. Kimsenin bana dokunmasını istemiyordum. Kimsenin bana yaklaşmasını, beni izlemesini, beni öyle pis düşüncelerle hayal etmesini istemiyordum.

Yüzüme vuran serin hava sayesinde üzerimdeki dikkatli bakışlar eşliğinde dışarıya çıkabildiğimi anlamıştım. Ağlamamı durduramıyor, göğüsüme batan kavurgalarımın ağrısını göz ardı ederek buradan çıkmanın en kolay yolunu arıyordum.

Burada o kadar çok erkek vardı ki...

Kuruyan boğazımı ıslatmak adına yutkunmaya çalışırken gelen öksürük silsilesi boğazımı dehşet bir şekilde acıtırken gözlerimi etrafta dolaştırarak bir kapı aramaya başladım. Titreyen dizlerim eşliğinde katettiğim birkaç adım sonrasında iki tarafında da asker bulunan, arabalar için olduğunu düşündüğüm bir geçit çubuğu ve ardında bir nöbetçi asker beni karşılamıştı.

Hiçbir şey söylemeden hızlı adımlarla yanlarından geçmeye çalıştım. İlk başta çatık kaşları ile beni inceleseler de dışardan içeriye girmek yerine içeriden dışarıya çıktığım için gitme sebebimin üzerinde pek durmamış ve geçmem için bana yer bile açmışlardı. Dudaklarımın arasından bıraktığım titrek nefesim aynı hızda havaya dağılırken içimi kasıp kavuran çaresizlik elimi kolumu bağlayarak bana hiçbir çıkar yol sunmadı.

Gözlerimi yumarak ara ara nükseden öksürüklerimin arasından derin bir nefes almaya çalıştım. Şimdi ne yapacaktım? Nereye gidecektim? Yardım isteyebileceğim kim vardı hayatımda?

Ya da... Bir hayatım var mıydı?

Bir süre ne yapacağımı bilmez bir halde yol kenarında sessiz sedasız ilerlemeye devam ettiğim sırada gürültülü bir lastik sesi ve aniden yanımda duran siyah filmli araç ile gözlerim kocaman aralanırken son bir gayret ile kaçma girişiminde bulunarak arabanın giremeyeceğini düşündüğüm dar patika alana doğru hızla ilerlemeye, hatta acıma rağmen canımı dişime takarak koşmaya başladım.

Beni almaya gelmişlerdi.

Beni tekrar o odaya, o pis duruma mı sokacaklardı?

"Dur! Kaçsan da nereye gideceksin! Senin yerin bizim yanımız Figan'ım."

Figan... Bana taktığı isim. Beni karısı yapmaya çalışan 45 yaşındaki baba dediğim adamın can dostu, alkol arkadaşı.

Beni bir eşyaymışım gibi değersiz görüp sattığı adam...

Kulaklarıma ilişen sesin sahibini gayet yakından tanıyordum. Keşke hiçbirini tanımıyor olsaydım. Damla damla çiseleyen yağmur aniden bardaktan boşalırcasına bastırırken su damlaları görüşümü bulanıklaştırarak bastığım yerin ayağımın altından kaymasını ve düşmemi sağladı. Çamura bulanan ıslak elbisemi, takılıp düşmemi ya da bedenime düşmenin etkisiyle açtığım yeni yaraları umursamadan ayaklanıp önümdeki patika yola devam ettim.

Geliyorlardı.

Adım seslerinden ve arkamdan seslenişlerinden aslında birkaç metre gerimde kaldıklarını anlamam hiçte zor değildi. Korkuyordum. Yetmemiş miydi benden çaldıkları şeyler? Bana yaşattıkları, hayatımdan çaldıkları 13 yıl, çocukluğum, bedenim, gençliğim, ruhum...

Tüm bu yaptıkları yetmemiş miydi?

Ölmek istiyordum. Bir kaza kurşununun bedenimi parçalara ayırırcasına delip geçmesini, geri dönüşü olmayan hayati tehlike taşıyan bir yola girmeyi istiyordum. Ruhumu layıkıyla teslim etmek ve var olan günahlarımın hesabını bir an önce vermek istiyordum. Bazen... intihar etmek istiyordum. Bu sadece bir düşünceydi ancak Allah'ın bana vermiş olduğu canı ondan başkasının alamayacağını bildiğim için, intihar etmenin günah olduğunu bildiğim, bu yasak düşünceyi aklımdan geçirdiğim ve bana bunu düşündürdükleri için kendimden de onlardan da nefret ediyordum.

Çok utanıyordum.

Ben... bedenimden, düşüncelerimden, olmayan ailemden utanıyordum.

Her genç kızın hayali olan gelinlikle baba evinden çıkıp sevdiği adam ile hayatını birleştirme düşüncesi benim için içinden çıkmak istediğim, çığlık çığlığa, terler içinde uyandığım bir kabustan farksızdı. Evlenmek, bir adama dokunmak ya da onun bedenime herhangi bir şekilde teması kanımı fokurdatmaya, canımı yakmaya, ruhumu daraltmaya yetiyordu.

Ben bu hayatta annemden başka birini sevebileceğimi düşünmüyordum.

Çok yorulmuştum. Bütün bu yaşananlardan, acınası ve perişan halimden, hissettiğim acizlik duygusundan, sevgisiz ve saygısız yaşamaktan çok yorulmuştum.

Bazı zamanlar bütün bunların işlediğim büyük bir günahın bedeli olduğunu, bunun benim sınavım haline geldiğini ve Allah'ın dağına göre kar vereceğini düşünüyordum. Allah, kimseyi taşıyamayacağı bir yükün altına sokmazdı öyle değil mi? Derdi veren, dermanını unutur muydu hiç? Unutmazdı.

Bu da benim sınavımdı. Ağır ama kaldırabileceğim bir sınav. Kaldırmak zorunda olduğum ve sonunda kapılarımın hayra açılması için dua ettiğim bir sınav. Zor, çok zor bir sınav.

🐺

|Gökmen Kurt|

"Esas duruşa, geç!"
Kıstığı gözlerini etrafta gezdirip Burcu Teğmeni ararken bir yandan da timin dönüşte yaptığı standart rutinlerin yapılmasını ve bitmesini bekliyordu. Bakışları etrafta dolaşmayı bırakıp kendisini izleyen kardeşlerine çevrildiğinde kaşlarını çatarak, "Eliniz ilk defa mı silah tutuyor! Her şey ben mi açıklayacağım aslanlar!" diye bağırdı.

"Hayır Komutanım!"

Yanında duran Meriç'e kısa bir baş işareti yaparak yanına gelmesi için ona zaman verirken ağır adımlarla ilerlediğini fark ederek çattığı kaşlarını derinleştirdi. "Uzman Çavuş!" Sesinin desibelinin yüksek olmasından kaynaklı yüksek sesinin rahatsız edici bir şekilde diğer kulağında da yankılandığını duydu ancak bunu önemsemedi.

"Emredin Komutanım!"
Meriç sert bir baş selamı ile karşısındaki yerini aldığında gözleri ile arkasında kalan tim üyelerini işaret etti. "Gerisi sende aslanım."

Başını sallayarak selam veren Meriç'e sırtını dönerek ilerlerken arkasından gelen sesler eşliğinde derin bir nefes aldı. "Rahat! Şarjör... çıkar! Kurma kolunu... çek! Atım yatağını kontrol et! Kurma kolunu... bırak! Tetik düşür. Emniyete... al! Hazır ol!"

Karargahın bahçesini dolaşarak üzerindeki teçhizatları depoya bırakırken malzemelerin kontrolünü sağladıktan hemen sonra odasına doğru seri adımlarla ilerledi. Yorgun hissediyordu. Kolundaki ağrı bir türlü geçmek bilmiyordu ve en önemlisi kanaması saatler önce durmuşken şu anda sızma şeklinde tekrar kanamaya başlamıştı.

Tahminlerinden daha erken dönmüş olmaları Ömer'i daha çabuk görebileceğini ve yanında olabileceğinin göstergesiydi. Odasının kapısını araladı ve yarası el verdiğince hızlı bir şekilde üzerini değiştirerek Ömer'e ve Yasir'e ait olan odanın önünde durakladı. Kapıyı bir iki kez çalarak bir süre bekledi ancak hiçbir şekilde kapının açılmaması kaşlarının çatılmasına sebep oldu. Odasında değil miydi? Nerede dinleniyordu?

Elini cebine atıp uzun süredir kapalı olan telefonunun kilit düğmesine bir süre basılı tuttu. Bu sırada adımları bir alt kata inen merdivenlerden revire doğru ilerlemeye başlamış sabırsızlıkla gözlerini telefonuna dikmişti. Kendisine selam veren birkaç askere başı ile selam verirken telefonun açıldığına dair ekranda beliren ışık ve istenilen sim şifresini hızlıca tuşladı. Attığı adımlarla birlikte aydınlana lambalar eşliğinde revire vardığı sırada içeriden gelen sesler adımlarının aniden yavaşlamasına ve bir süre sonra ise durmasına sebep oldu.

"Sikeyim çenemi! Oğlum kız ya gider de söylerse Ekrem Asteğmene!"

"Caner! Kız çıktı gitti karargahtan diyorum, peşindeydim oğlum! Birine bir şey söylemiş olsaydı çoktan çağırılmış olmaz mıydık?"

"Yapacağın işe sokarım pezevenk! Ne diye içeride biri var mı diye kontrol etmeden lafa giriyorsun!"

"Ben mi dedim lan kızın hakkındaki düşüncelerini söyle diye. Yok taş gibi hatun, göğüsleriydi kalçasıydı sen açtın bu konuyu bu kadar amına koyayım!"

Kulaklarına ilişen kelimeler eşliğinde gözlerini kapattı ve gerilen çenesini gevşetmeye çalışarak açık kapıdan bedeninin görülmesi için öne doğru bir adım attı. Damarlarında dolaşan kanının öfkeden fokurdadığını hissediyordu. Gözlerinin içinde bir volkan patlamış ve ortaya saçılan lavlar her birinin canını fazlasıyla yakacak kadar etrafa sıçramıştı. Bir kadın hakkında, bir kız hakkında başka bir kadının yanında nasıl böyle pis düşünceler kurarlardı. Bunu öyle basit bir şeymiş gibi nasıl dile getirirlerdi? Hiç mi şerefleri, haysiyetleri, görgüleri yoktu?

En önemlisi... Hiç mi ahlakları yoktu?

Öfkeyle kararan gözlerini sımsıkı yumarak ağırca araladı. Sakinleşmesi ve kontrolünü bir an önce ele alması gerekiyordu. Zihnini sakinleştirmesi ve içerideki iki yavşağın kafasını koparma düşüncesini kafasından bir an önce atması gerekiyordu. Sakinleşmeliydi.

Elleri zihni ile bağlantılı olarak ağırca taş gibi bir yumruğa dönüştü. Yapacağı şey basitti. Olmalıydı. Derin birkaç nefes almalı ve aşırı tepkiden kaçınmalıydı. Birbirine sımsıkı bastırdığı dişlerinin rahatsız edici bir tonla gıcırdadığını hissetti. "Siktir! Bana bak, bu kız-" Sözlerinin aniden keskin bir bıçak değmiş gibi kesilmesini sağlayan şey açık kapıda beliren vücudunun iki asker tarafından da fark edilmesiydi. Yüzlerinde gördüğü saf şaşkınlık ile gözlerinin bir kat daha karardığını hissetti.

Ağır, yeri dövercesine attığı adımları usulca iki askerin önünde yavaşladığında gözlerini uzun bir süre yüzlerini unutmayacak şekilde üzerlerinde dolaştırdı. Sakin kalmalıydı. Sakin kalmalı ve onlara can yakan, uçkurlarının derdini unutturacak kadar ağır bir ceza vermeliydi. Aklına dolan düşünceleri bir an önce def etmeliydi yoksa burada hiç iyi şeyler olmayacaktı.

Elleri iki yana ayrılarak kendisinden tamamen bağımsız bir şekilde ikisinin de yakasını kavrarken bir anlık hırsla ikisini de geriye savururcasına ittirdi. "İkiniz de! Odamın önüne gidip ben gelene kadar kapının önünde bekliyorsunuz!" Gür çıkan sesinin açık kapıdan dağılarak boş koridorda yankılanması üzerine birkaç adım sesinin revirin önüne doğru geldiğini hissetti ve gecenin bu saatinde herkesi ayağa dikmek üzere olduğunu fark ederek gözlerini sıkıca yumdu.

Sakinleşmesi gerekiyordu. Bir an önce gevşemeliydi.

Yapamıyordu!

Hiçbir hareketlilik sezmediği için gözleri hızla aralanırken yüzlerine doğru bütün nefretini kusarcasına kükreyerek bağırdı. "Ne bekliyorsunuz hâlâ lan! Çıkın, gözüm görmesin sizi!"

Karşısında sanki az önceki pis düşüncelerini bir kadının yanında açık seçik sarf etmemiş gibi arsızca duran iki yavşağın üzerine doğru kontrolünü sağlamakta zorlanarak bir adım daha attığı esnada, "Üsteğmenim!" diye kendisine seslenen kişi ile başını hafifçe geriye, nefes nefese kalmış, kıpkırmızı yüzü ile kendisine bakan Engin'e çevirdi.

Bedeninin biraz önündeki iki beden hızla, koşar adımlarla revirin çıkışına doğru hareketlenirken Engin'in kendisine büyük bir telaş içinde, "Vera yok!" diye seslenmesi gözlerinin aniden kısılmasına sebep oldu. "Gitmiş!"

Başını hafifçe yana eğerek dişlerini az öncekinden daha yavaş bir şekilde birbirine bastırdı ve çene kaslarının kendisini belli edercesine hareketlenmesine sebep oldu. "Yani? Eksik dosya ya da herhangi bir bilgi sızdırıldığından mı şüpheleniyorsun?"

Elini kaldırıp yüzünü sertçe sıvazladığı esnada Engin kendisine doru atılarak, "Yaralısın!" diye seslendiği esnada kolundaki sargıyı çözmeye çalışmasını geriye çekilerek sakin bir ifadeyle reddetti. "Daha sonra baktıracağım. Soruma cevap ver."

"Ne? Hayır, demek istediğim... gitmiş!" Engin'in, endişeli tavırları karşısında derin bir nefes alırken cebine attığı eli ile telefonunu tekrar avuçlarının içine aldı. "Kendisi gitmeseydi, bunu ben yapacaktım Engin. Yani..." Rehberden 'Çakı' ismini bulup arama kısmına dokunurken, "Kendi isteği ile buradan gitmesi ikimiz için de en iyisi olmuş." diyerek telefonunu usulca kulağına dayadı.

En azından başındaki işlerin birinden kurtulmuş olmuştu.

Şimdi ilk olarak Ömer'i bulmalı ardından da koluna baktırıp kapısının önünde bekleyen kirli zihniyetli yavşaklara iyi bir ders vermesi gerekiyordu. Adımları normal bir hızda revirin çıkışına ilerlerken Engin'in, "Burcu bir şey buldu!" sesi ile atmak üzere olduğum adımları yeniden durakladı. "Kamera kayıtları hakkında."

Arkasını döndü ve elindeki telefonu kulağından çekerek, "Ne?" diye sordu. "Ne buldu?"

"O gece, kayıtlar ile epey oynanmış. Detayları bana anlatmayacağını zaten biliyorsun ama şunu söyleyebilirim ki, odandaki o dosyada her ne varsa onu Vera almamış."

Çenesi ile hafifçe karşısındaki bedenini işaret ederek, "Ne biliyorsun da bu kadar emin konuşuyorsun Engin?" diye sordu. Bir kendisi mi karşıydı o kızın burada kalmasına? Neydi bu karargahdaki herkesin Vera aşkı?

Sol elini çenesine götürüp hafifçe kaşıdığı sırada kıstığı bakışlarını dikkatle üzerinde dolaştırmayı ihmal etmiyordu. "Dediğim gibi. Bana detay veremez ancak Vera'ya o gün hakkında birkaç soru sorduğu sırada revirde olduğu için ben de yanındaydım. Odanın kapısının kilidi-"

Elini hafifçe kaldırarak tam da o anda durmasını sağladı. "Bir dakika. Bir şüphelinin, burada askeriye revirinde ne işi vardı?"

Karşısındaki omuzlarını düşürerek kendisine bakan adam aynı bezmişlikle baktı. "Gökmen. Dinlemiyorsun. Takılman gereken şeyler bunlar değil." Yanaklarını hava ile dolduran Engin'e sabırsız bir ifade ile bakmaya devam ettiği esnada koridordan geçen birkaç askerin kendilerine baktığını hissederek kaşlarını çattı. "O halde direkt sadede gelmeye ne dersin damat!"

"Bak ben asker ya da polis değilim ama benim gibi işin içinde olmayan bir adam bile dışarıdan baktığında bu işte bir şey olduğunu anlar."

Elini asice saçlarının arasına daldırarak sağa sola savurdu. Tahammülü kalmamış gibi hissediyordu. Ağrısı artan kolu ve yorgun bedeni daha fazla ayakta kalmak istemiyordu. "Engin. Sabrım tükeniyor."

"Kamera kayıtlarının küçük bir bölümü silinmiş. 2 saat kadarlık bir kısım. Bu süre zarfında Burcu ile Vera beraberlermiş. Bunu ona da sorabilirsin. Her ne olduysa bu zaman diliminde olmuş olmalı. Kamera kayıtlarında sadece Vera'nın senin odanın kapısını araladığı ve içeriye girdiği sahneler bırakılmış. Bu sence de anormal değil mi?"

Aklını aniden karıştırmayı başaran detay ile gözleri hafifçe aralanırken bunu dışa vurmayarak, "Görüntüleri izlemeden bir şey söyleyemem." diyerek konuşmayı kesti.

Engin, içine çektiği nefesi hızlı bir şekilde bıraktı ve başını hızlı hareketlerle sağa sola salladı. "Yapma, Gökmen. Tamam, ona inanmıyorsun anlıyorum ama Burcu'nun yanıldığını hiç gördün mü? Ona inanıyor. O inanıyorsa, ben de inanıyorum."

Alt dudağını ıslatarak dudağını dişlerinin arasına kıstırırken Engin'e doğru bir adım atarak hafifçe eğildi. "Bir şey buldu dediğin bu muydu yoksa başka bir şey var mı?"

Başını iki yana sallaması ile konuşmanın bittiğine kanaat getirerek kapıya doğru hareketlendi. "Burcu ile görüşmen daha iyi olur."

Üstelemedi, dediği gibi muhatabı Burcu'ydu. Başını hafifçe sallayarak dili ile dişi arasında kısık bir sesle, "EyvAllah." diye mırıldandı. Elinde tuttuğu telefonun çalmaya başlaması üzerine bakışları hızlıca ekrana yönelirken Ömer'in ismini görmesi ile vakit kaybetmeden aramayı yanıtladı. "Nerdesin aslanım?"

Heyecanlı ve mutlu bir bağırışla, "Gelmişsiniz!" diye bağıran Ömer'i yüzündeki minik tebessümle karşıladı o her ne kadar görmese de. "Geldik abim. Neredesin? Seni göreceğim."

Arabada olduğunu belli eden bir sinyal sesi kulaklarına dolduğunda, "Kaan çulsuzuna sigara sözüm vardı. Dilinden kurtulmak için büfeye kadar çıkmıştım ama geldiğinize göre hemen geliyorum abi. Kolunu gösterdin değil mi?" diye sordu. O omuzla bir de araba mı kullanıyordu? Kantinde sigara mı bitmişti?

İşaret ve orta parmağıyla çenesini kaşırken konuyu değiştirmek adına, "Omzunun durumu nasıl? Araba mı kullanıyorsun sen o omuzla?" diye başka bir konu attı ortaya. Pek başarılı olduğu söylenemezdi çünkü cümlesinin bitiminden birkaç saniye sonra Ömer'in, "Abi..." diyen sinirli homurtusu kulaklarına doldu. "Koluna baktırmadın değil mi? Sana inanamıyorum! Canının hiçbir değeri yok mu senin! Neden böyle yapıyorsun? Ben yaralanınca 'Görevden önce sen.' diyerek beni hastaneye yollamayı biliyorsun ama sen içinde kurşun taşıdığın koluna yarım saati vakit ayırıp baktırmıyorsun değil mi? Şimdi gidip kendimi yerden yere vuracağım amına koyayım! Patlatacağım bütün dikişlerimi. Bekle de gör."

Tahammülsüz ve son derece sinirli homurtularına karşılık aynı şekilde homurdanırken, "Ömer! Saçma sapan konuşma aslanım. Onur kolumdaki kurşunu çıkardı. Sadece dikiş attıracağım o kadar. Neredeysen söyle yanına geleyim." diyerek seri adımlarla bahçeye doğru ilerlemeye başladı.

"Söylemiyorum anasını satayım. Attığım konuma gelirsen görüşürüz." Aniden suratına kapatılan telefon ile gözlerini sımsıkı yumarken, "Ulan Çakı!" diye homurdanarak göndereceğini söylediği konumun kendisine iletilmesini bekledi. Gelişigüzel cebine sıkıştırdığı aracanın anahtarını yoklarken adımları bahçenin dışına çıkarak yan tarafta kalan otoparka doğru ilerlemeye başlamıştı.

"Gökmen Üsteğmenim!"
Arkasından ismini seslenen kişi ile durakladı. Bu ses geldiğinden beri gözlerinin her yerde aradığı Burcu'ya aitti ve ses tonundan da anlaşılacağı üzere telaşlı görünüyordu. "Burcu?"

"Gökmen, Vera yok, gitmiş. Kamera kayıtlarını hemen izlemen gerekiyor." Dudakları hafifçe kıvrılacak gibi oldu. Bütün bunlar gerçekten komik olmayan bir şaka mıydı? "Şu an terör örgütü üyelerinden biri olduğunu düşündüğüm bir kız için endişelenmemi mi istiyorsun?" Başını iki yana salladı. "Herkes ne çok sevmiş şu kızı!"

"Gökmen! Ağlayarak gitmiş, koşa koşa çıkmış karargahdan. Bir şey olmuş olmalı, neden ilgilenmiyorsun? Sen bu değilsin!"

Kelimeler tek tek kulaklarında yankılandı. 'Ağlayarak gitmiş.' Kaşları hafifçe kavislendi. 'Koşa koşa çıkmış karargahdan.' Dişlerini alt dudağına saplayarak gözlerini kıstı. Kapısının önünde beklemekte olan iki yavşakla ilişkisi olabilir miydi? "Devam et."

"İlgini çekebildiysem ne mutlu bana!" Gözlerini yumarak dudaklarını ıslatan kız kardeşinin gözleri kısa bir an için kolundan sızmış ve kurumuş kan lekesine kaydığında gözleri kocaman aralandı. "Sen... yaralanmışsın. Aman Allah'ım, ne zamandır kanıyor!?"

Yanaklarını sıkılmışlıkla hava ile şişirerek geri boşalttı. "Evet abim, yaralandım. Ama şimdi iyiyim, sen anlatmaya devam et." Endişelenmemesi için sağlam kolu ile omuzunu hafifçe okşarken, "Baktırmadın değil mi?" diye sorması ile bıkkın bir nefes verdi. "Baktırdım Burcu..."

Kendisine inanmadığını belli edercesine kafasını iki yana sallayarak, "Gökmen! Lütfen bana yalan söyleme. Kanaman neden devam ediyor o zaman! Mikrotek çentikli bıçakla mı yaralandın da dikiş tutmuyor!" diye bağırdı. Yüzü hafifçe buruşurken, "Onur, kurşunu çıkarttı ve sardı. Sakin ol." diye mırıldandı onu sakinleştirmek istercesine şefkat dolu bir sesle. "Sadece birkaç dikiş atılacak, abartılacak bir şey yok. Sen anlatmaya devam et."

Başını iki yana salladı. "Önce koluna baktıracağız! Vera için babamla konuştum. Arama emri çıktı, kameralar kontrol ediliyor." Elindeki telefona gelen konum bilgisini açıp kısaca incelediğinde düşüncelerinde yanılmadığını anladı. Konum tam teşekküllü bir hastanenin konumuydu. Telefonu Burcu'ya doğru çevirip konumu gösterirken, "Ömer ile birlikte hastaneye geçeceğiz." diyerek koyu kahverengi saçlarının üzerinden hafifçe okşadı. "Endişelenme, ben gayet iyiyim."

Omzunu silkerek kendisinden önce araca ilerleyen kadına kısa bir süre ne yaptığını anlamaya çalışır gibi baktıktan sonra kendisine elini uzattığında ne yapmak istediğini anladı. "Bu halde araba kullanamazsın! Ben kullanacağım."

Başını net bir şekilde iki yana salladı. "Sen geri dönüyorsun."

Kaşlarını çatarak önüne geçen kadına aynı şekilde kaşlarını çatarak karşılık verdi. "Hayır! Geleceğim. Anlatacaklarımı merak etmiyor musun? Gitmiyorum."

Gözlerini bir süreliğine sımsıkı kapatarak birkaç saniye aynı şekilde bekledi. İstediği olmadan peşini bırakmayacaktı. Arabanın anahtarını küçük bir sitemle avucunun içine bırakırken, "Bin, başımın belası." diye homurdandı. "Bin de hemen gidelim şu Çakı'nın yanına."

Küçük bir sevinç nidasıyla arabanın kilidini açan kadına kısa bir bakış atarak bedenini yavaşça ön yolcu koltuğuna bıraktı. Saniyeler içinde omda yerini aldığında araba hareketlenmiş ve Burcu yavaş yavaş bildiklerini kendisine aktarmaya başlamıştı. "3 Gün önce. Göreve gittiğin gün Vera'nın bedenindeki yaralar için hastaneye rapor çıkarttırmaya gitmiştik." Başını bildiğini belli etmek istercesine salladı. "Biliyorum. Ustura ve Bosnalı'dan bilgi aldım."

Derin bir nefes alarak ışıklarda durduğunda başını çevirerek göz teması kurmalarını sağladı. "Odandaki dosyanın çalındığı akşam. Ben Vera'nın yanındaydım. Saat 21.15 civarıydı. Ona temiz kıyafetler götürmüştüm. Uyuyamıyordu."

Kaşları hafifçe alnının ortasında birleşti. "Neden?"

Vites değiştirerek yanan yeşil ışık eşliğinde gaza yüklenirken, "Onu alacaklarını düşünüyordu." diye mırıldandı. "O gece de diğer geceler gibi uyuyamamış. Bizim yanımda bir sorun çıkmayacağının güvencesini vermek adına bir süre onunla birlikte oturdum. Gözleri uykusuzluktan artık kaymaya başlamıştı ama o inatla direniyordu." Sağ sinyal vererek kavşağı dönerken, "O geceye ait bütün bildiklerini bana anlattı. Doğru söylüyor. O hiçbir şey almamış." diye ekledi.

Tek kaşı hafifçe havalandı. Burcu hiçte boş bir kadın değildi. Bu sözleri kendisine sarf edecek kadar kararlı ise bildiği, emin olduğu bir şeyler var demekti. Bakışları merakla yüzüne çevrildi. "Sağlam bir kanıtın var gibi."

Dudaklarını büzdüğünü fark ettiğinde gülümser gibi oldu. Bir şeyler kesinlikle vardı ve o şey her ne ise kendisini dinlemesini sağladıktan sonra en son söyleyecekti. "Aslında yok. Ama biliyorum. O yapmadı."

Siyah gömleğinin kollarını biraz daha yukarı sıyırarak kanaması durmak üzere olan kolunu torpidodan aldığı ıslak mendille gelişigüzel temizledi. "Bütün herkes birleşmiş ve bana hiç de komik olmayan bir şaka yapıyor gibi hissediyorum. Abim, bak ben seni anlıyorum. Merhametin gerçekleri görmeni engelliyor ama her şey bu kadar basit olabilir mi?"

Her ne kanıtı var ise işte şimdi avucunun içine bırakacaktı. Burcu'yu azıcık tanıyor ise bu sözlerinin altında kalmamak için olayın sonunu beklemeden o kanıtı şimdi ona verecekti. "Odandaki camın önünde bir ayak izi vardı. 43 Numara bir postal izi. Bildiğim kadarıyla Vera'nın ayakları 37 numara ve postal giymiyor."

Dudakları hafifçe kıvrılır gibi oldu. Güzel ilerliyorlardı. En azından kısa yoldan büyük bir bilgi öğrenebilmişti. "Devam et."

"Vera, benim yanından ayrılmamın ardından uykusuzluk nöbetine devam etmiş ancak dakikalar sonra camının önünde bir gölge belirmiş. Uzun bir süre camının önünden ayrılmayınca haliyle korkarak kendini odadan kurtarıp koridora atmış. Sana gelene kadar birkaç odanın kapısını daha çalmış ve evet bunu doğruladım. Cevdet Turan'ın ve Serdar Çamlı'nın kapısına gittiğini kanıtlayan bir parmak izi raporu var."

Derin bir nefes alarak sözlerine devam etti.
"Senin odanı da tamamen tesadüfen bulmuş. Sırasıyla kapıları çalarken açık olan kapının senin kapın olduğunu görmüş ve sevinmiş. Senin ona yardım edeceğini düşünmüş ve senden her ne kadar korksa da yardım istemek için odanın karanlık olmasını umursamadan içeriye girmiş. Bütün bunlar 10 dakika içinde gerçekleşiyor ancak kamera kayıtlarında bu 10 dakikanın öncesi yok. Kayıtlar ile oynandığı bariz belli. Üstelik koridordaki kameralar gibi nöbetçiler de bir şey bilmediklerini söylüyorlar."

Daralan içini umursamamaya çalışarak yüzünü sertçe sıvazladı. Kıza biraz fazla yüklenmişti. Gerçekten suçsuz ise bu yaptığı büyük bir hayvanlık olurdu. "Bütün bunlar ya planlı yapıldı ya da biri hesaplamadığı halde dört ayak üstüne düştü."

Elini ensesine atarak bir süre boyunca hafifçe ovdu. Ne işler dönüyordu bilmiyordu ama burnuna hiçte güzel kokular gelmiyordu. "Nöbetçi askerlerin isimlerini ve rütbelerini hatırlıyor musun?"

Başını hızlıca sallayarak cebinden bir kâğıt çıkaran kadına dönerek kendisine uzattığı kağıdı elinden aldı. "İki Asteğmen. Ersin Naimoğlu ve Batuhan Sınırcı."

Gözlerini kağıttaki isimlere odaklarken, "Döner dönmez ilk iş ifadelerini inceleyeceğim." diye mırıldandı.

Direksiyonu kavrayan ellerinden birini çekerek cebinden telefonunu çıkaran kıza kısa bir bakış atarak tekrar önüne döndü ancak saniyeler içinde burnunun ucuna doğru uzatılan telefon ile bakışları tekrar Burcu'ya çevrildi. "Galerime gir. Vera'nın adı ile açtığım dosyada her şey var. İkisinin yazılı ifadelerinin resimleri de var."

Kaşları hafifçe havalandı. "Fotoğrafını mı çektin?"

Şirince sırıtarak suçunu bildiğini belli eden bakışlarla kendisine bakan kadına gözlerini iyice kısarak bakarken kıvranışlarını izlemek bir an için hoşuna gitti. Bunu birkaç dosyada daha yapmıştı. Tuttuğunu koparan bir kadın olduğu zaten her halinden belliydi ancak onu bu konularda desteklemesi demek bu işleri her dosyada bu şekilde yapması demekti. Bu yüzden kendisine bu şekilde geldiği her seferinde şimdi çıkacağı gibi sert çıkıyor ardından da onu içten içe azminden dolayı tebrik ediyordu. "Tamamen iyi niyetimle yaptım. Sana göstermek için."

Başını ağırca salladı ve yüzüne oturttuğu memnuniyetsiz bir tavırla, "Bir daha olmasın." diye uyardı. Yan tarafına bakmasa da kendisine omuz silktiğini görebiliyordu. Bu da demekti ki boşa konuşuyordu. O yine bildiğini yapacak ve kendisine söylemeyecekti. "Aman, Emredersiniz komutanım."

Tıslar bir tonda, "Burcu..." diye mırıldandı.

"Tamam tamam. Biliyorum yasak ama Vera'nın masumiyetini tescillemek için her şeyi en ince ayrıntısına kadar inceliyorum."

Huysuz bir ifadeyle, "Aman ne hoş." diye homurdandı ve hemen ardından elindeki resimleri yakınlaştırarak ifadelerinin altı çizili olan kısımlarını tek tek inceledi.

Ersin Naimoğlu: 'Saat 22.45 civarı gibi birkaç dakikalık bir elektrik kesintisi yaşandı. Olayın olduğu saatler de bu saatlerdi. Jeneratörün devreye girmesi biraz zaman aldı ve bu esnada koridorda kimseyi görmedim. Yaklaşık 5 dakika içinde de Gökmen Üsteğmenin odasına gittiğini ve bir bağırış sesi yükseldiğini duydum. Bildiğim ve duyduğum şeylerin hepsi bu kadar.

Batuhan Sınırcı: 'Lavaboya uğramak için nöbet yerimden birkaç dakikalığına uzaklaşmıştım. Döndüğümde elektrikler kesilmiş, koridor zifiri karanlığa bürünmüştü. Nadir de olsa böyle şeyler yaşayabiliyoruz. Bir sorun olduğunu düşünmedim. Birkaç dakika sonrasında elektrikler geldi ve sonrasında da Gökmen Üsteğmenin aniden yükselen sesini duydum. Bir sorunu ya da bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sormak için odasının önüne kadar da gittim. Birkaç saniye sonrasında da bir sorun olmadığını anlayıp tekrar görev yerime döndüm. Bütün bildiklerim bunlar.

Başını hafifçe telefondan kaldırıp yan tarafa çevirirken, "Elektrik kesintisine dair elimizde herhangi bir belge var mı?" diye sordu. "Hayır."

Sol eli ile burun kemerini birkaç kez sıkıp bırakırken aklıma takılan şeyi dile getirerek, "Onu odamda bulduğum anda ışığı açtım. Elektrikler kesik olsaydı bu mümkün olmazdı." diye bir tespitte bulundu.

Burcu'num da kaşlarının çatıldığını fark etti. "Sadece koridorun elektriğini mi kestiklerini söylüyorsun?"

Başını eğerek onu onayladı. "Şarteli attırmış olsalar odama girdiğim anda ışığı da açamazdım. Koridor ve odaların elektriği birbirine bağlı. Bu iş gittikçe karmaşıklaşıyor ve yapan her kimse hiç de çömez birinin işine benzemiyor."

Kısa bir anlığına telefondaki ifadeyi tekrar okuyup başını kaldırdığında Burcu'nun konumdaki hastanenin önünde el frenini çektiğini ve Ömer'in kendilerini fark edip arabaya doğru ilerlediğini gördü. "Yani?"

Ekranı hızlıca kilitledi ve Burcu'ya doğru dönerek telefonunu vitesin seviyesindeki alçaklıktan sahibine uzattı. "Yani, içeriden bir yada birkaç askerin yardımı olmadan sen bile o dosyayı, o odadan çıkaramazsın Burcu."

Sıkıntılı bir nefes verdiğinde bakışları arabanın önüne varmak üzere olan Ömer'e çevrildi. "Özetleyecek olursak... İçimizde, bize ihanet eden biri mi var?"

Kapı açılmadan hemen önce sessiz ve huzursuz bir ifadeyle mırıldandı. "Hayır. İçimizde bir ya da birden fazla vatan haini var."

•••

•••
~Bölüm Sonu~
•••

🔗 Bölüm Yorumları 🌼

•••

Continue Reading

You'll Also Like

MÂHPARE By M.Sevda 🕊

General Fiction

2.5M 123K 37
"Çok mu seviyorsun?" diye sordu Arslan dayanamayarak. Ahsen ise usulca salladı kafasını. "Tamam, gel o zaman." Elini bırakıp Ahsenin korkuyla yere bı...
1.3M 75.9K 48
Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.
ÖLÜM RABITASI By min

General Fiction

27.9K 2.1K 18
"Adın Gurur mu?" dedim birdenbire. İlaç kutusu üzerinde yazan kullanım talimatlarını okumayı bitirip yüzüne döndüm. İfadesiz gözleri üzerimdeydi. "A...
163K 12.6K 47
Adaletin terazisi dengelidir. Adaletin kılıcı caydırıcıdır. Adalet tarafsızdır. On yedi yaşında şüpheli bir aracın kendisine kasıtlı olarak çarpmas...