Ev Arkadaşım | bxb

By starrystygian

420K 30.2K 21.7K

"Herif beni evden atacak. Yarına kadar nereden bir ev bulabilirim ki?" Kulak misafiri olduğum konuşmayla bera... More

0.0
0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3 - Geçmişten Kesitler
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
Karakterler Tanıtımı Gibi Bir Şeyler
2.2
2.3
2.4
2.5
2.6
2.7
2.8
2.9 - Geçmişten Kesitler
3.0
3.1
3.2
3.3.1- Geçmişten Kesitler
3.3.2 - Geçmişten Kesitler
3.4
3.5
3.6
3.7
3.8
4.0
4.1
4.2
4.3.1 - Geçmişten Kesitler
4.3.2 - Geçmişten Kesitler
4.4
4.5
4.6
4.7
4.8
4.9
5.0

3.9

4.4K 319 519
By starrystygian

Bölüme geçmeden önce şurada kısacık bir tahmin yapmanızı istiyorum. Diğer bölümün sonuyla ilgili olarak sizce Gökalp kimle tartıştı ya da başına ne geldi? Aklınızdan küçük bir tahmin yapın, bölüm sonunda tutup tutmadığına bakarsınız.

Ve asıl önemli olan bölüm konusunda uyarı koyup koymamak arasında kalmam. Yani biliyorsunuz; Gökalp'in iç savaşını, düşüncelerini, hissettiklerini. Etkileyecek derecede olduğunu sanmıyorum ama yine de emin olamadım. Sadece söylemek istedim. Ona göre okursunuz.

O zaman hikayeye geçelim. İyi okumalar

*

Gökalp

"Gelmemem konusunda emin misin?"

"Evet," dedi Çağlar ayakkabılarını giyerken.

"Geleyim işte."

"Olmaz," dedi ve yerinde doğruldu. Tam karşısında kollarımı göğsümde bağlamış bir şekilde dikiliyordum. Ben gecelikler içindeydim, o ise spor kıyafetler içinde.

"Gideceğim ve geleceğim. Sen ise burada kalacaksın. Hem senin şu an uyanık bile olmaman gerekiyor."

"Ben de gelmek istiyorum ama. Yanında olmak istiyorum." Elleriyle yanaklarımı tutup, "Başka bir zamana sözüm olsun," dedi. "Başka bir zaman beraber gideriz ve her yeri gezeriz. Ama bugün, bu konu için olmaz. Tamam mı?"

Emin olamayarak ona baktım. Burada kalmak istemiyordum. Onunla gitmek istiyordum. İçimde kötü bir his vardı ve yalnız kalmak istemiyordum. Ama kendince sebepleri varsa da onu zorlayamazdım. Belli ki ailesini görmemi istemiyordu. Eğer ona kötü hissettiğimi söylersem onunla gelmem yerine eve gitmez ve benimle burada kalırdı. Bunu da istemiyordum.

"Peki," dedim. "Ama bana haber vermezsen seni gebertirim." Bununla beraber gülmüştü. "Biliyorum," dedi. Parmağıyla yanağımı okşadı ve eğilip beni öptü. "Seni kesinlikle özleyeceğim," dedi.

"Daha çok dudaklarımı özleyecekmişsin gibi," dedim. Yüzündeki sırıtmayla, "Doğru söze ne denir ki?" dedi. Yumruğumla omzuna vurdum. "Acıdı," dedi yüzünü buruştururken.

"Acısın diye yaptım zaten." Kollarımı iki yana kaldırdığımda bana sarıldı. Kollarını belime doladı. Nefesini boynumda hissediyordum. Bende ona sarıldım. Olabildiğince sıkı bir şekilde. Hiç bırakmak istemiyordum onu.

"Kendine dikkat et," dedim. "Sen de," dedi. Ayrıldığımızda kapıdan çıktı. Ona el salladım. Bana karşılık verdikten sonra ise kapıyı kapatmıştım.

O an, Çağlar'ın varlığı ve sesi ortadan kalktığında, evdeki sessizliğin üzerime bir yük gibi bindiğini hissettim. Evde tektim. Yalnızdım ve tek bir ses bile yoktu.

Neden böyle hissettiğimi bilmiyordum ama kapıyı açıp Çağlar'ın yanına koşmak istedim. Ona sarılmak ve beni evde yalnız bırakmamasını istedim.

Ama onun yerine geriye doğru yalpalayarak bir adım attım. "Biraz uykuya ihtiyacım var." Evet, biraz uykuya ihtiyacım vardı. Saat daha çok erkendi ve ben erken kalktığımda böyle kötü hissettiğim günlerde oluyordu.

Geri odama döndüğümde yatağa yatıp yerimde olabildiğince kıvrıldım. İçimdeki anlamsız huzursuzluk ve düşüncelerim beni boğuyormuş gibi geliyordu. Buna tepki olarak birkaç gözyaşı yastığımı ıslattı. Gerçekten, o kadar gün arasından kötü hissetmek için bugünü mü bulmuştum?

*

Gözlerimi telefon sesiyle açtığımda kendimi zorlayarak doğrulmuştum. Saate baktığımda neredeyse bir saat bile uyumadığımı fark ettim.

Telefonumu kulağıma götürdüm. "Alo."

"Efendim." Mehmet'in sesini duyduğumda bakışlarım dışarıya kaymıştı. "Geliyorum," dedim.

"Efe- bir dakika. Ne?"

"Şirkete diyorum, geliyorum. İşler için." Bir süre karşı taraftan ses gelmeyince kaşlarım çatılmıştı. "Bu... Harika! O zaman sizin için listeyi tekrardan yenileyeyim. Ek olarak birkaç şey daha eklerim. Hem bazı toplantıları da öne çekerim."

"Hayır," dedim yavaşça. "Hayır, böyle bir şey yapmayacaksın. Eski stilde devam. Olabildiğince az iş ve az yorgunluk."

"Ama ya," dedi üzgün bir şekilde. "Tamam mı?" dedim.

"Peki, efendim." Gelen sesle elimdeki telefona baktım. Adiye bak. Telefonu yüzüme kapatmıştı.

Derin bir nefes verip mesajlara baktım. Çağlar'dan herhangi bir arama ya da mesaj. Ama yoktu. Gerçi daha eve varmamıştır bile.

Telefonu masaya koyup zorla yataktan çıktım. Tuvalete gittikten sonra geri dönüp üstümü değiştirdim. Eşyalarımı da alıp evden çıktım.

Şirkete vardığımda bu sefer sergi tarafından değilde ana bina kapısından girmiştim. Buradan girmeyi çok sevmiyordum çünkü bir sürü şık giyimli insanların bakışları bana dönüyordu. Ama arka tarafa yürümeye de çok üşenmiştim.

Asansöre binene kadar birkaç kişi bana başıyla selam vermişti. Ben de onlara karşılık verdim. En üst katta indiğimde odama yürürken anlamadığım bir hızda birkaç dosya tutuşturulmuştu elime. Onları veren kişilerde aniden yok olmuştu ortalardan.

Odama girdiğimde bir süre sonra Mehmet de gelmişti. "Yüzüme kapattın," dedim sandalyeye otururken. Dosyaları masama bıraktı. "Yanlışlıkla elim çarptı." Ona dik dik baktığımda bana sinir bozucu gülümsemesini gönderdi. "Seni kovacağım," dedim. "Şu işleri bitirdikten sonra kovsanız," dedi. "En azından içim rahat eder." Bununla gözlerimi devirmiştim.

Öğlenlere doğru işler hafiflediğinde elime telefonu alıp geriye yaslandım. Belli aralıklarlarla Çağlar'ı kontrol ediyordum ama hiçbir şey yazmamıştı. Bu saate artık varmış olması gerekiyordu. Bu yüzden onu aradım.

Telefon açıldığında, "Ne yapıyorsun?" dedim. "Mal mal dolaşıyorum," dedi o da. Aramızda geçen kısa bir konuşmaydı. Bana abisini beklediğini ve ondan sonra ailesinin yanına gideceğini söylemişti. Bana her şeyi anlatacağı ve haber vereceğiyle ilgili sözümü aldıktan sonra telefonu kapatmıştım.

Bir süre sonra daha işlerle uğraştıktan sonra babam aramıştı. Ve bana yapılacak olan parti tarzı bir şeye gelip gelmeyeceğimi sormuştu. İşte bir grup zenginin bir araya gelip eğlenip birkaç kadeh kaldırdığı buluşmalardan biriydi. Alaycı davrandığıma bakmayın. Sevdiğiniz insanlar olduğunda gayet eğlenceli ve hep gitmek istediğiniz ortamlara dönüşüyordu. Ama benim orada ne işim vardı? "Orada ne yapacağım ki?"

"Yani... eline bir kadeh alıp ya manken gibi dikileceksin ya da en son aldığın pahalı şeyler hakkında sohbet edeceksin," dedi babam alaycı bir şekilde.

"Zorla mı götürülüyorsun?"

"Cansu tarafından." Derin bir nefes verdi. Sesindeki bıkkınlığı hissedebiliyordum. "Neymiş, konumum yüzünden orada olmak zorundaymışım. Reddedemezmişim. Ayrıca en kötüsü bizimkilerde orada olucak. Şirkette denk gelmemek için bin takla atarken şimdi saatlerce yüz yüze olacağız. Yani gelmek istemezsen en doğru kararı vermiş olursun. Sadece sende artık bir şirket sahibi olarak özel davet edildiğin için haber veriyim demiştim."

Yerimde biraz kaydım. Evet, böyle partilere biz çocukları olarak ailemizle katılabiliyorduk. Ve babam benim buralardan nefret ettiğimi bildiği için beni çağırmazdı. Ama artık babamdan ayrı, özel olarak çağırılmak başka bir konumdu. Gerçi babam hala benim yerime öyle yerlerde bulunabilirdi. Ve dedemlerin suratını da hiç çekesim yoktu. Bu yüzden reddetmeyi düşünmüştüm. Bu en doğru şey olurdu. Ama sonradan aklıma eve gideceğim geldi. Yalnız olacağım. Tek başıma, düşüncelerimle. Karnıma bir ağrının girdiğini hissettim. "Geliyorum," dedim.

"Gerçekten mi?"

"Evet. Sonuçta özel olarak davet edilmişim. Cansu Abla'nın dediği gibi. Gitmemek olmaz. Hem dedemleri çekmek zorundaysan bile beraber çekelim. Seni bu konu da yalnız bırakmayacağım." Güldüğünde ben de gülümsedim.

"Sen var ya. Şu an neredesin?"

"Şirketteyim."

"O zaman işlerin bittiğinde eve geç. Beraber gideriz."

"Tamam," dedim.

"Kendine dikkat et."

"Sende." Telefonu kapattıktan sonra yerimde esnedim. O sırada da Mehmet girmişti içeri. "Birazdan gideceğim," dedim.

"Yarın gelicek misiniz?"

"Hayır."

"Pazartesi?"

"Onu o gün düşünürüm."

"Gelmeyeceksiniz değil mi?" dedi. Sessiz kaldım ama aramızdaki soğuk bakışmadan ikimizde gelmeyeceğimi biliyorduk.

"Şu işleri de toparlasak," dedim bana karşı korkutucu bakışlarını bölmeye çalışarak. "Elbette," dedi ama her an boynuma atlayabilecekmiş gibiydi.

Bütün işleri de bitirdiğimde binadan ayrılıp evin yolunu tutmuştum. Taksiden indiğimde bahçeye girip anahtarlarımı çıkardım. Kapıyı açıp içeri girdiğimde Zeus da beni koridorda karşılamıştı.

Odama çıkmayı düşünürken mutfaktan gelen seslerle yerimde kalmıştım. "Tamer Bey?" Mutfak kapısından genç bir çocuk koridora çıktığında istemsizce kaşlarım çatılmıştı. Benim boylarımda çokta yapılı olmayan biriydi. Yuvarlak bir suratı ve dağınık saçları vardı.

"Sen de kimsin?"

"Sen de kimsin?"

İkimizin de gözleri kısıldı.

"İlk ben sordum."

"İlk ben sordum."

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu sonu gelmeyen bir paradoks muydu?

"İsmim Berkay," dedi en sonunda. "Evin aşçısıyım. Ve siz de Tamer Bey'in oğlusunuz değil mi?" Başımı salladım. "Vay be. Babanıza ne kadar benziyorsunuz."

"Bunu çok duyuyorum," dedim. "Ama sen aşçı olmak için fazla küçük değil misin?" Bununla beraber yüzü acı dolu bir hal almıştı. Bunu sormamalıydım galiba.

"Yirmi beş yaşındayım," dediğinde gözlerim şaşkınlıkla açılmıştı. "Çok genç gösteriyorsun," dedim.

"Teşekkürler. Sanırım bende bunu çok duyuyorum," dedi hüzünlü bir şekilde. "Üzgünüm," dedim. "Seni kırmak için söylememiştim."

"Biliyorum. Sorun değil. Genç göstermek güzel bir şey olmalı değil mi? Hem akşama kadar mı burada olucaksınız? Yemeği iki kişilik mi yapayım?"

Bir an da midemin iğrenç bir şekilde bulandığını hissettim. "Hayır," dedim. "Bugün erken ayrılabilirsin. Planlarda bazı değişiklikler oldu da. Gerçekten üzgünüm. Seni de uğraştırıyorum ama."

Omuzlarını silkti. "Sorun değil. Alışığım zaten." Bununla beraber kaşlarımı çatmıştım. Bunu bir soru olarak almıştı. "Yani Tamer Bey meşgul bir insan. Saatleri pek tutmuyor. Bazen hiç eve gelmiyor, bazen gereğinden erken geliyor ve işler yetişmemiş oluyor. Saatlerimde ani değişimler olabiliyor. Alışığım yani." Anlamış gibi başımı salladım. Eh, babamın saati saatine tutmadığını anlayabiliyordum.

"O zaman yapmam gereken bir şey yoksa ayrılıyorum?" dedi soru sorar bir şekilde. Başımı salladım. Ceketini giyerken ona baktım. Zeus onun bacaklarına dolanırken ne kadar iyi anlaştıkları gayet ortadaydı.

"Görüşürüz, oğlum." O köpekle konuşurken odaya girmek için yanından geçtim. Koridora girerken, "İyi günler," dedi. Ben de karşılık verdim.

*

Akşam yemeğini kendim hazırlamıştım. Sonra da koltuklara oturup babamı beklemeye başlamıştım.

Televizyon izlerken Zeus'ta bacaklarımın dibine kıvrılmıştı. Ekrandaki filmin konusu gerçekten etkileyiciydi. Bir sanatçının yükselişini, verdiği eserlerin onu tatmin etmemesini hem de hayatının zorluklarıyla beraber yaşadığı bunalımı anlatıyordu. Yaşadıkları ve hislerinin yoğunluğuyla beraber değişen tarzı ve dakikalar geçtikçe yeni yaptığı eserlerindeki karanlık tarzı açık bir şekilde göze çarpıyordu. Etkileyiciydi. En azından benim için. Ayrıca da tetikleyici.

Gözlerim istemsizce merdivenlere kayarken aylardır kullanmadığım çalışma odasındaki eserleri düşündüm. Acaba babam onları ne yapmıştı. Anneminkilerin korunduğunu biliyordum ama benimkiler... hepsi yakılmayı hakediyordu. Annemin tarzına geçmeden önce yaptığım her eser sadece insana huzursuzluk veriyordu. Annemin insana hissettirdiği o güven ve sakinlikten çok zıttı. Ve sadece kötüyü hatırlatan o eserlerin hepsi çöpü boylamalıydı. Eğer babam onları attıysa ona kızmazdım. Ama bana söylemeden de böyle bir şey yapmayacağını biliyordum. Yani hala o karanlık odada örtüler altında tekrardan hatırlanmayı bekliyorlardı. Ama o gün bugün değildi.

O yüzden yerimde biraz daha kayıp filmi izlemeye devam ettim. O sırada da odayı dolduran bildirim sesiyle telefona koşmuştum. Çağlar yazmıştı. Ailesiyle konuşacağına dair bir mesajdı. Nefesimi verirken ona karşılık verdim. Umarım iyi geçer. Bana olan her şeyi anlatacaksın.

O sırada da kapı açılmıştı. Zeus yattığı yerden kalkıp kapıya koştu. Babam içeri girerken "Nasılsın?" dedi.

"İyiyim. Sen nasılsın?"

"İyiyim," dedi. Zeus'a eğilip başını okşadı. "Nasılsın oğlum?" Mutfağa doğru kısa bir bakış attı. "Berkay gitti mi?"

"Ona erken ayrılabileceğini söyledim," dedim. Yavaşça başını salladı. "Yemeği ben yaptım. Onun ki kadar güzel değildir gerçi ama." Kaşlarını çatmıştı ama yüzünde 'ne saçmalıyorsun' dermiş gibi komik bir ifade vardı. "Senin ilk defa çalışan birini sorduğunu görüyorum. İyi anlaşıyorsunuz sanırım." Sonuçta bu evde çalışan bir sürü kişi olmuştu. Ama babamın biriyle minnacıkta olsa bir yakınlık kurduğunu görmek... imkansızdı.

Yavaşça omuzlarını silkti. Bakışları Zeus'taydı ve onun başını okşuyordu. "Sanırım iyi anlaşıyoruz. Komik bir çocuk. Çevremdeki insanlara göre ise fazla doğal. Böyle kendi olan insanları bulmak pek kolay değil."

"Dikkatini çekti yani," dedim. "Olamaz mı?" dedi. Ellerimi iki yana kaldırdım. "Elbette olabilir. Sadece bir arkadaş bulabildiğin için duygulandım." Aslında doğru söylüyordum. Babamın kendini insanlardan sert bir şekilde soyutlama gibi durumu vardı. Ve hayatına kendini açabileceği insanları almazdı. Onun biriyle dost olmasını isterdim.

"Arkadaşa ihtiyacım yok." Bununla dudaklarımı büzmüştüm. Babamın yakın olduğu tek kişiler Cansu Abla ve öz ablasıydı. Ama halam dünyanın öbür ucunda yaşıyordu. Belki de yakın olmalarının tek sebebi kendi ailesiyle olduğu gibi kavga edicek ortamın oluşmamasıydı. Ama zaten anca yılda bir kez zor görüşüyorlardı. O durumlarda da birbirlerine can sıkıcı durumları anlatmazlardı. Cansu Abla'yla da çok atışıyorlardı. Ama birbirlerini alttan almaları bu ilişkiyi devam ettiriyordu. Gerçi babama sorarsanız onun arkadaşı yoktu. Kimseye arkadaşı diyebilecek kadar güvenmiyordu. İnsanlar ona sahte geliyordu ve bu direkt bir güvensizlik oluşturuyordu. Bana böyle demişti. Kendi başına olmayı seviyormuş. Yalan olduğunu biliyordum. Babam hiçbir zaman yalnız değildi. Anneme kadar hep arkadaşları vardı. Bu zamana kadar ise hep annemle beraberdi. Ama annem öldükten sonra sessizleşmiş ve yalnızlaşmıştı. Bana karşı duygularını açsada bir yere kadardı. Gereğinden fazlaları bana anlatmaz ve içine atardı. Onca yıl her şeyi annemle paylaşabilirken şimdi bir anda yalnız kalmak canını yakıyor olmalıydı. Ama bunca yapmacık insanın içinde doğal kişilerin dikkatini çekmesi garip değildi. Ve bunlarla yakınlaşmak istemesi gayet normaldi.

"Herkesin arkadaşa ihtiyacı vardır."

Bana yandan bir bakış attı. "Belki vardır. Ama şu ana kadar olmayan şeye bundan sonra da pek ihtiyacım olacağını sanmıyorum."

"Orasını tanrı bilir," dedim.

Bana gözlerini devirdi. "Çok inançlıymışım gibi. Hem sen varsın. Cansu var. Başka birine ihtiyacım yok."

Sessiz kalmayı seçtim. Ne kadar laf edersem edeyim fikri değişmeyecekti. Ama belki de söyledikleri doğrudur. Sonuçta babam benden daha olgundu ve daha çok şey yaşamıştı. Belki de gerçekten kimsenin arkadaşa ihtiyacı yoktu. Lisede olsam bende arkadaşa ihtiyacım olmadığını söylerdim. Ama babamınkisi ihtiyacı olmadığından mıydı yoksa yalnızlığa alıştığından mı?

"Peki. Sen öyle diyorsan. Hem sen açsındır. Hadi bir şeyler ye."

"Bu arada gerçekten açım." Mutfağa ilerlerken gelmememle dönüp bana baktı. "Sen yemeyecek misin?"

"Aç değilim," dedim. Bununla beraber kaşlarını çatmıştı. "Erken mi geldin?" dedi. Başımı salladım. "Evde yemiştim zaten. Buraya gelincede yedim bir şeyler."

Başını sallayıp mutfağa girdi. Bende koltuklara ilerlemiştim. "Çağlar ne yapıyor? Geldiğinden haberi var mı?"

"Yok. Sabah ailesinin yanına gitti."

"Neden?" Zeus koltuğa çıkıp kendini kucağıma bıraktı. "Onlarla konuşmak için."

"Ne hakkında?" Bana döndüğünde derin bir nefes verdim. Elim Zeus'un başındaydı. Yumuşacık tüyleri dikkatimi dağıtıyordu. "Aralarındaki ilişki hakkında."

Bu sorgular bir şekilde bana bakmasına sebep olmuştu. "Ailesiyle arasının iyi olmadığını tahmin edebiliyorum," dedi. "Olayı ya da durumlarını bilmiyorum ama suç biraz onlarda gibi. Peki neden Çağlar onlara gidiyor?"

"Çünkü onlara değer veriyor ve aralarının iyi olması için çabalıyor."

"Çağlar hiç kendi isteğiyle birilerine gidecek birine benzemiyor. Bu bana sanki sen onu teşvik etmişsin gibi geldi," dedi. Bakışlarımı ondan kaçırdım. Haksız değildi.

"Onlara değer verdiği konusunda haklıyım ama. Sadece pişman olmasını istemiyorum," dedim.

"Elbetteki onlara değer vericek," dedi. "Onlar onun ailesi. Ama yine de araları şu ana kadar iyi değilse zorlaması sadece ona zarar vermez mi?"

"Her şey iyi de olabilir," dedim. "Her şey iyi de olabilir," diye tekrarladı beni. "Ama diğer ihtimali unutma. Umarım konuşma iyi geçer. Hem iyi geçse bile Çağlar'a baktığımda onun ailesinden uzak durması gerektiğini düşünüyorum. Anladığım kadarıyla ailesi ona iyi gelmiyor. Ne yapmak istediğini anlayabiliyorum ama yine de onları çok yakınlaştırma. Bir şeyler olması gerekiyorsa bunu Çağlar kendi yapmalı. Senin teşviğinle değil."

Bakışlarımı Zeus'a çevirdim. "Haklısın," dedim. "Sadece aralarının kötü olmasını istemiyorum. Sonuçta onlar onun ailesi."

"Aile olmaları iyi birileri olduklarını göstermez. Anne babalar çocukları dahi olsa zalim olabilirler. Herkes senin benim gibi değil ki. Bu dünya için fazla merhametli düşünüyorsun."

Haklıydı. Benimkisi safça bir istekti. Çağlar'a bunu söyleyerek hata mı yapmıştım? Onu hiç buna teşvik etmemem mi gerekirdi? Akrabalarından ölesiye nefret ediyordu. Ailesi onu evlatlıktan reddetmişti. Babasının onu sevmediğine tamamen inanmıştı. Bu kadar şeyin arasından onların iyi olduğunu mu düşünmüştüm? Bana hala mesaj yazmamıştı. İyi miydi?

"Ona hiç bunu söylememeliydim. Haklısın, bu bir hataydı."

"Hata olduğunu söylemedim," dedi babam yanıma gelirken. "Hayır," dedim. "Hayır hataydı. Ailesiyle arası iyi değil. Kavgalılar ve ben sanki her şey düzelebilirmiş gibi onu gönderdim. Hem de tek başına. Yanında gitmeliydim. Onu hiç göndermemeliydim." Yüzümü ellerime gömdüm. Tekrar reddedilmek onu daha kötü etkileyecekti. Sadece yarasını deşecekti. Babasının onu sevmediğini söylerkenki ifadesini hatırladım. Ben ne yapmıştım?

"Alp," dedi babam ona bakmamı sağlarken. "Hata değildi. Ben sadece gelecekte nasıl davranman gerektiğini söyledim. Elbetteki Çağlar ailesiyle kavgalı olabilir. Çoğu cocuk ailesiyle kavga eder ve bazen iki tarafta barışamayacak kadar gururludur. Hem Çağlar'ın gitmesi doğru olan olabilir. Sonuçta bazen insanların bir şeyleri kabul edebilmesi için düzgünce anlatılması ve onlara alıştırılması gerekir. Belki de Çağlar'ın ailesinin tek ihtiyacı olan kavga ve ayrılık yerine düzgünge oturup konuşmaktır. Hem Çağlar gitmeyi kabul ettiğine göre bu ailesinin onu iyi karşılama ihtimali olduğunu gösterir. Zaten imkansız olsa Çağlar uğraşmazdı bile. Yani bu her şeyin iyi geçeceği anlamına gelir. Ben sadece tekrar barışsalar bile onların uzak durması gerektiğini düşünüyorum. Çağlar kavgaya meyilli, ailesi ise alttan alan birileri değil. Barışabilirler ama bu kişiliklerle hemen kavga etme olasılıkları yüksek. Uzak kalmaları onların ilişkileri için daha sağlıklı gibi."

Anladığımı belli eder bir şekilde başımı salladım. "Haklısın," dedim. "Merak etme. Konuşma iyi geçicek ve Çağlar da iyi olucak. Onun için endişelendiğini biliyorum ama yine de kendi üstüne çok yüklenme. Tamam mı?" Tekrar başımı sallayıp gülümsedim. "Tamam." O da bana gülümsedi.

"Aç olmadığına emin misin?" Midemin ağrıdığını hissettim. "Eminim," dedim. "Sen ye. Geldikten sonra ben yine bir şeyler yerim zaten."

"Peki," dedi. "Kendine dikkat et olur mu? Bu dünya da senden önemli kimse yok."

"Sağ ol baba," dedim. Sonra da, "Sanırım akşama kadar gidip biraz uzanacağım," diye ekledim. O beni onaylar bir şekilde başını salladığında ayağa kalkıp merdivenlere ilerledim.

Gül. Her şey iyi gibi davran. Davranki her şeyin iyi olduğuna inan. Ne büyük yalan ama.

Babam dediklerinde haklıydı. Ve bende hatalıydım. Sabahtan beri korktuğum şey buydu zaten. Hata yapmış olmak. Çağlar'ı oraya göndermek. Neden beni reddetmesine izin vermiştim ki? Neden onunla gitmemiştim? Eğer onunla gitseydim en azından yanında olurdum. Kötü bir şeyler olsa da düzeltebilirdim. Şu an ise tek yaptığım telefonun çalmasını bekleyip iyi bir şeyler olması için dua etmekti.

Odama girdiğimde kendimi yatağa bıraktım. Düşünceler ve ihtimaller kafamda dönerken midemdeki ağrıyla daha da büzüldüm. Neden her şeyi mahvediyor gibi hissediyordum?

*

Arabadan indiğimde babam da yanıma gelmişti. Binanın içine girdiğimizde koridorlardan geçerken babamı takip ettim. Etrafta bir sürü insan vardı ve çoğunluğunun babamı tanıdığını verdikleri selamla anlaşılıyordu.

Büyük bir salona çıktığımızda çoğunlukla beyaz ve altın renkleriyle süslenmiş yere baktım. Ve tabi rengarenk giyinmiş insanlara. Belki de gelmekte hata etmiştim. Böyle çok insanın içinde benim ne işim vardı ki?

"Cansu bu tarafta." Babam sağ tarafa döndüğünde ben de arkasından ilerledim. "Kimleri görüyorum," dedi Cansu Abla. Sarı saçlarını omzunun arkasına atıp gülümsedi. Üstünde diz üstü koyu kırmızı bir elbise vardı ve nefes kesici gözüküyordu. "Geleceğini bana söylemedi," dedi babama yandan bir bakış atarken. "Ani bir karardı," dedim.

"Bizimkileri gördün mü?" dedi babam Cansu Abla'ya doğru. Cansu Abla ise omuzlarını silkti. "Buralarda görmedim. Hala odadalardır sanırım."

Etraftaki insanlara baktım. Hiçbirini tanımıyordum gerçi ama gördüğüm kişiyle bir küfür savurdum. Tuna'nın burada ne işi vardı? Hayır, elbette ki burada olucaktı. Hepimiz ailemizin yerine geçicek kişiler olarak buradaydık. Ve o buradaysa başka kişilerde burada olabilirdi.

Kendisi başka kişilerle konuştuğundan beni fark etmemişti. Başımı bizimkilere çevirdim. Buradan nasıl kaçabilirdim?

"Lavabo nerede?" İkiside dönüp bana baktı. "Kapıdan çıkınca sağ koridorun sonunda diye biliyorum," dedi Cansu Abla.

"Sağ ol. Birazdan dönerim." Yanlarından ayrıldığımda kapıya doğru ilerledim. Bazı insanların bakışları bana dönerken onları görmezden gelmeye çalıştım. Kapıdan çıkmadan önceyse son kez bizimkilere bakmıştım. Yanlarına tanımadığım birkaç kişi daha gelmişti.

Koridora ilerlediğimde lavabo yerine başka bir yola saptım. Sakin adımlarla ilerliyordum. Geri dönmek için acelem yoktu. Tuna'yla uğraşmak ise hiç içimden gelmiyordu.

Biraz daha yürüdükten sonra koridorun sonu daha geniş bir salona açılmıştı. Onun sonunda ise teras vardı. Oraya ilerlerken içeri geçen birkaç kişinin daha bakışları bana dönmüştü. Ben kenara ilerleyip rüzgarı yüzümde hissederken onlar salondan çıkmıştı. İnsanların bakışları... Kızıl saçlardan nefret ediyordum.

Sessizce bir süre daha orada bekledim. Eve geri mi dönseydim? Bunu söylesem babam bana hiçbir şey demezdi. Hatta benimle beraber dönerdi. Bu doğru bir hareket olurdu. Gerçi Tuna'nın rahat durmayacağını da biliyordum. Kesin başıma bela olurdu. Evet, eve dönmeliydim.

Telefonumu çıkarıp saati kontrol ettim. Ve tabi Çağlar'ı. Mesaj da yoktu, arama da. Saat gittikçe geç oluyordu ve ben endişelenmeye başlıyordum. Bir konuşma bu kadar uzun sürmemeliydi.

"Bak bak. Kimleri görüyorum."

Sesle beraber arkamı döndüğümde karşımdaki kişiye baktım. Kollarını göğsünde bağlamış, bir bacağına ağırlığını vermiş şekilde duruyordu. Saçları salık, uzun yeşil bir elbise giymişti. Defne her zamanki gibi göz alıcıydı.

"Kimseyi görmüyorsun," dedim.

"Kesinlikle görüyorum," dedi inatla.

"Hayır, görmüyorsun."

"Evet, görüyorum."

"Hayır, görmüyorsun. Tam da gidiyordum zaten."

"Hiçbir yere gitmiyorsun." Yanıma gelip kenara yaslandı. "Burada olduğunu bilmiyordum."

"Bende senin burada olduğunu bilmiyordum," dedim. Başını yan çevirip bana baktı. "Seni ilk defa böyle yerlerde görüyorum." Gözlerini kısıp beni inceledi. "Tamer Akman'ın oğlusun değil mi?" Derin bir nefes verip önüme döndüm. "Kızıl saçlar," dedi fısıldar bir şekilde. "Aramızdaki tek doğal kızıllar sizlersiniz. Okulda seni gördüğümde hiç aklıma gelmemişti gerçi. Şimdi Tamer Akman'dan sonra seni görünce ne kadar benzediğiniz ortada. Demek o hiç görünmeyen meşhur varis sendin."

"Bundan hoşlanmıyorum."

"Belli oluyor. Burada da olmaktan mutlu değil gibisin."

"Gelmek hataydı. Herkesin gözü üstümde gibi hissediyorum."

"Öyle zaten." Bakışları gökyüzüne döndü. "Bu ilk kez katıldığın bir parti değil mi? Seni ilk kez görüyorlar ve saçların her şeyi ele veriyor zaten. Seni tanıyorlar ve bu yüzden seni inceliyorlar."

"Eve gideceğim. Kimseyle sohbete girmeden direkt ayrılmak istiyorum."

"O kadar gelmişsin," dedi kırılmış bir şekilde. "Keyfini çıkarmaya neden bakmıyorsun?" Ona yüzümü buruşturdum. "Keyif çıkarmak yaşı benim iki katım insanlarla sohbet etmek mi? Onların dillerini anlamıyorum." Bu onu güldürmüştü. "Ama çoktan şirketin başına geçtin değil mi? Bu kaçamayacağın bir şey. Hem ben onlarla konuş demiyorum. Baban kendi yaşıtlarıyla sohbet ediyor. Sen de kendi yaşıtlarınla et. Bak arkadaşın olarak ben buradayım. Mert de burada. Ve emin değilim ama geldiyse Merve de buradadır. Bizimle dolaş. Hem o kadar istersen ben seni o yaşlı iş adamlarından uzak tutarım."

Yüzündeki bakış bu sefer de benim gülmeme sebep olmuştu. "Hiç istemiyorum," dedim. Koluma girip beni çekiştirdi. "Hadi ama. O kadar güzel tatlılar hazırlamışlar. Bunlardan mahrum kalamazsın." Beni kapıya çekiştirdikten sonra inat etmekten vazgeçip onu takip ettim. Koridorlarda ilerlerken, "Çağlar ne yapıyor?" dedi. "En son okulda yüzüme kusacakmış gibi bakıyordu gerçi." Bununla kahkaha atmıştım. "Benden nefret ediyor," dedi.

"Hayır," dedim. "Sadece sizle iyi geçinemiyor." Bana yandan bir bakış attı. "Umarım öyledir. Sonuçta kızlarla iyi anlaşıyorum. Ortamı bozanlar hep erkekler oluyor." Eh, biraz haklıydı. Birbirinden nefret eden iki ayrı grup gibi görünsekte pek öyle değildi. Aslında kızlar birbiriyle yeri geldiğinde gayet iyi anlaşıp konuşuyorlardı. Ama erkekler nedense bir araya geldiğinde hemen bir kavga etme sebebi arıyorlardı. Ama genel olarak iyiydik. Birbirimizi partilere falan davet ediyorduk. Aramızdaki buzlarda erise gayet iyi arkadaş grubu olabilirdik.

"Çağlar ailesinin yanına gitti."

"Demek o yüzden buradasın." Koridorda yürürken birkaç kişinin bakışları daha bize döndü. Defne dosdoğru önüne bakıyordu. İnsanların bakışlarının onu rahatsız etmediği belliydi. "Yakışıyorsunuz."

Aniden bakışlarım ona döndü. İçimi bir gerginlik kaplarken o da bana baktı. "Nasıl?"

"Hadi ama. Okulda birbirinize olan bakışları anlamamak için aptal olmak gerekir." Düşünür gibi oldu. "Okuldaki herkesin aptal olduğuna eminim. Siz konusunda ilkten emin değildim gerçi. Ama Çağlar'ın ilk defa birine bu kadar anlayışlı olduğunu görüyorum. Her an saçları alev alabilecek olan Çağlar. Kendi arkadaşlarıyla bile gergin görünen Çağlar." Yüzünde anlayışlı bir gülümseme belirdi. "Sonunda onu anlayan birini bulmuş gibi. Umarım hep mutlu olursunuz."

Derin bir nefes verirken rahatladığımı hissettim. "Sağ ol." Bana gülümsedi. Sonra da kapılardan herkesin olduğu ana salona girdik. Nereye gideceğimi bilmediğim için Defne'nin beni götürdüğü yöne gidiyordum. Gerçi hala koluma girmiş bir şekilde durduğumuzu belirtmek isterim. "Senin yüzünden herkes bana bakıyor," dedim artan bakışlarla. "Hayır, asıl senin yüzünden herkes bana bakıyor," dedi fısıldar bir şekilde. "Ben koluna Akman takmış bir genç kızım."

"Evet, ben de daha ilk katıldığı parti de salonun en güzelini koluna takmış bir Akman genciyim," dedim.

"Hangisi daha konuşulası?"

"Ne bileyim ben? Sen olsan hangisini konuşursun," dedim. Dudaklarını büzdü.

"Her ikisini de."

"Dedikoducu," dedim. "Asosyal," dedi. Tam dil çıkaracaktım ki nerede olduğumuz aklıma geldi. Gerçi bakışlarla ilgili olan bütün gerginliğim de uçmuş gibi hissediyordum. Defne'nin rahatlığı bana da bulaşıyordu galiba.

Etrafa bakınırken kenarda babam ve amcamın birkaç adamla konuştuğunu gördüm. Onlardan biraz uzakta ise Cansu Abla birkaç kadınla konuşuyordu. Onlarda dönen bakışları takip ettiklerinde benimle gözgöze gelmişlerdi. Gözleri açılırken bakışları kolumdaki Defne'deydi.

"Mert orada." Birbirimizden uzaktık bu yüzden sadece gülümsemekle yetindim ve önüme döndüm. Mert'e yaklaştığımızda yüzünde gayette burada olmaktan hoşlanmadığı belli bir ifade vardı. Ona yaklaştığımızda bakışları bana döndü. "Kimleri görüyorum," dedi. "Sen de mi burada zorla tutulanlardansın?"

"Normalde gidecektim. Onun yüzünden buradayım," dedim Defne'yi gösterirken. "Çocuğu rahat bıraksana," dedi Defne'ye doğru. "Sana ne?" dedi Defne bir kaşı havaya kalkarken. "Hem bu üstündeki gerginlik ne?"

"Tuna piçi," dedi. "Egosu sinirlerimi hoplatıyor. Elimden bir kaza çıkacak görecek gününü." Bunları duymamdan hiç çekinmiyormuş gibiydi. Belki de sadece kavga çıksın diye birilerinin duymasını sağlamaya çalışıyordu. Sonuçta kavgayı kendi başlatırsa suçlu olurdu. Ah, insanlardaki bu umursamazlığa ben neden sahip değildim ki?

"Şu an nerede?" dedim. Amacımı anlamaya çalışır gibi bana baktı. Sonra da başıyla sol tarafı işaret etti. O tarafa döndüğümde bir grubun içinde olan Tuna'yla direkt gözgöze gelmiştim. Bana gülümsedi. Sonra da önüne döndü.

"Neden sana bakıyordu?" dedi Defne.

"Bilmiyorum."

"Arkadaş mısınız?" dedi Mert. Bununla yüzümü buruşturdum. "Ölürüm daha iyi." Bu Mert'in yüzünde bir sırıtmaya sebep olmuştu. "İşte aradığım performans."

O sırada omzuma bir elin konduğunu hissettim. "Hiç haber vermiyorsun." Yüzündeki kocaman gülümsemeyle Merve'ye baktım. "Gelen gelene," dedi Mert. Merve yüzünü buruşturarak ona baktı. "Bu niye burada?"

"Benim bir ismim var," dedi Mert. "Sence umurumda mı?" dedi Merve. "Sakinleşin," dedi Defne. "Kavgaya lüzum yok," dedim.

"Bunu ona söyle," dedi Mert Merve'yi gösterirken. "Bana diyene bak," dedi Merve. "Alev almak için yer arıyorsun."

"Bunların kavgaları bitmez," dedim. "Aradan çekilsek mi?" dedi Defne. "Sakın," dedi aynı anda Mert ve Merve.

İkimizde ellerimizi suçsuzmuşuz gibi havaya kaldırdık. "Bir yere gitmiyoruz," dedi Defne. "Bu yüzden sakinleşelim."

"Biz zaten sakiniz," dedi Mert. "Aynen, gereksiz kasılan sizsiniz," dedi Merve. Defne'yle birbirmize yandan bir bakış attık. "Sabrım sınanıyor," dedi Defne. "Benim de," dedim.

"Bu arada," dedi Merve. "Ece ve Semih nerede?"

"Ece yorgun olduğunu söyledi," dedi Defne. "Semih de hayvan gibi uyumak istiyormuş. O yüzden gelmedi," dedi Mert.

"Keşke bende gelmeseydim," dedi Merve. "Keşke bende," dedi Mert. "Anladık hiçbiriniz burada olmak istemiyorsunuz," dedi Defne.

"Ooo salonun altın grubu toplanmış." Hepimiz aynı anda dönüp Aslı'ya baktık. Bana bir bakış atıp diğerlerine döndü. "Merhaba," dedi.

"Çocuklar, bu Aslı. Liseden arkadaşım."

"Merhaba. Ben Defne."

"Ben de Merve."

"Mert."

Aslı gülümseyerek onlara baktı. "Umarım konuşmanızı bölmüyorumdur."

"Hayır," dedi Defne. "Önemli bir konuşma dönmüyordu zaten."

"Sadece ne kadar burada olmak istemediğimizden bahsediyorduk," dedi Merve.

"Sıkıcı değil mi?" dedi Aslı. "Müzik beni uyuttu uyutacak," dedi Mert. "Adamların tatlıları güzel ama. Onlara laf ettirmem."

"Ben denemedim," dedi Aslı. "Ben de," dedi Merve. İkiside hemen yakınımızdaki masaya ilerlediler. O sırada Mert'in bakışları da sol taraftaydı. Birilerine taktımı tam takıyor gibiydi. Belki sinirli olduğundan gözlerini Tuna'dan hiç ayırmıyordu.

"Kuzeninin Tuna'yla iyi anlaştığını bilmiyordum."

"Ne?" dedim dikkatimi ona verirken. Başıyla arka tarafımı işaret etti. "Ahmet'ti değil mi, kuzenin? Yakın gibiler." Defne'yle bakışlarımızı o tarafa çevirdik. Gerçekten de Tuna kuzenim Ahmet'le çok samimiymiş gibi gülerek konuşuyordu. Ama Ahmet'in güldüğü yoktu. Gerçi Ahmet'in öyle arkadaş çevresi olduğunu düşünmüyordum. Tuna'yla arkadaş olması ise... imkansızdı. Böyle kişiliklerdeki insanlar Ahmet'i sadece sinir ederdi. Bu işte bir sorun vardı. Ki bunu kanıtlar gibi Tuna yüzündeki bir gülümsemeyle bana baktı. Sonra da Ahmet'e birkaç şey söyleyip oradan ayrıldı. Ahmet ise bana baktığında... sorgularmış gibiydi. Bir şey duymuştu ve doğru olup olmadığını anlamaya çalışıyormuş gibiydi. Ama sonradan bana onaylamaz bakışlarını atıp oradan uzaklaşmıştı.

"Bu neydi?" dedi Defne. "Onlar ne planlıyor?" dedi Mert. "Bilmiyorum," dedim. Hiçbir şey bilmiyordum ve bu beni daha kötü hissettiriyordu.

"Ne konuşuyorsunuz?" dedi Merve. "Tuna yine bir şeyler peşinde," dedim. Bununla yüzünü buruşturmuştu. Eda'yı aldattığından beri Tuna'dan nefret ediyordu.

"Lisedeki Tuna mı?" dedi Aslı. Başımı sallamamla o da yüzünü buruşturdu. "Bir yerinde duramaz ki," dedi tiksintiyle. "Sen de mi nefret ediyorsun?" dedi Mert. "İyi anlaşmadığımız kesin," dedi Aslı. "Yine ne peşindeymiş?"

"Bilmiyoruz," dedi Defne. "Sadece bakışları çok rahatsız edici."

Onlar kendi aralarında konuşurken salona babamı görmek için bakmıştım. Ama onu göremedim. Sadece Cansu Abla vardı. Sadece Cansu Abla... Benim gereksiz akrabalarım neredeydi?

"Benim gitmem lazım," dedim. "Nereye?" dedi Merve.

"Babama bakacağım. Birazdan dönerim."

Onlardan ayrılıp Cansu Abla'ya ilerledim. Beni fark ettiğinde dikkatini bana verdi. "Babam nerede?" Sorumla etrafa göz gezdirdi. "Daha demin birileriyle konuşuyordu. Belki sesten sıkıldığı için odaya çıkmıştır."

"Oda nerede?" dedim. Bana katı ve numarasını söylediğinde salondan ayrıldım. Merdivenlerden çıkarken elime telefonu almıştım ki Çağlar'ın araması sona erdi. Bir süre telefona ve merdivenlere baktım. Geri terasa çıkarken Çağlar'ı aramaya yeltenecektim ki omzuma bir el kondu. "Gökalp Bey." Dönüp arkamdaki adama baktım. "Dedeniz sizi çağırıyor." Kalbimin sıkıştığını hissettim.

"Neden?"

"Bilmiyorum."

"Nerede?" Babamın odasının olduğu koridorda. Telefona kısa bir bakış atıp geri cebime koydum. Yalvarırım Çağlar'ın konuşması iyi geçmiş olsun.

Merdivenleri çıkarken aklımda ihtimalleri çeviriyordum. Tuna ne yapmış olabilirdi? Çağlar'la ilişkimi bilmesine imkan yoktu. Ve aileme iletebileceği kadar da önemli bir olay olmamıştı. Onlara söyleyebilecek hiçbir şeyi yoktu. Yani hepsi sadece sorun çıkarmak için yalan dolandı. Ama sonradan aklıma Merve'nin partisinde yaşanan bir şey geldi. Şişe çevirmece. Sarhoşken herkesin içinde Çağlar'ı öpmüştüm. Ve bu video kaydına alınmıştı. Hayır, kayıt onda olamazdı. Ama sonuçta görmüştü.

Hayır, bunlarda önemli değildi. Neden endişeleniyordum ki? Yanlış hiçbir şey yapmamıştım. İlişkimi de gizlemiyordum zaten. Babamsa her şeyi biliyordu. Hiçbir şey yapamazlardı. Tek diyecekleri kabul etmedikleri ve yanlış olduğuydu. Yani bir kulağımdan girip diğerinden çıkacak bomboş sözlerdi. Önemli değildi.

Koridora çıktığımda ailemin emrinde olan birkaç kişinin kapı önünde beklediğini fark ettim. Bu neydi? Kraliyet ailesi koruması falan mı?

Ben aralarından geçerken hiçbir şey demediler. Kapıyı açıp içeri girdiğimde dışarıdan duyulan sesler kesilmiş ve bakışlar bana dönmüştü. Babam beni gördüğünde gülerek dedeme döndü. "Hayır," dedi. "Alp'i kendi işlerine bulaştırmayacaksın." Sinirinin tepesinde olduğu belliydi.

İçeride babam dışında amcam, dedem, babannem ve Ahmet vardı.

"Sorun ne?" dedim. "Sorun bir gayimizin eksik olmasıydı," dedi amcam. "Ama o da var artık."

"Ağzından çıkanlara dikkat et," dedi babam. "Ama doğruları söylüyorum," dedi amcam kışkırtır bir şekilde.

Dedem bana doğru döndüğünde, "Gerçekten mi?" dedi. "Bir de başımıza bu derdi mi açacaksın?"

"Kes şunu," diye araya girdi babam. Öfkesini kontrol etmekte zorlanıyormuş gibiydi. Ben gelmeden önce de konuşmaları iyi gitmemiş gibiydi. "Karşında babam olduğunu unutuyorsun," dedi amcam.

"Gereksiz öfkelenmeyi bırak," dedi dedem babama doğru. "Oğlunda şu aptal heveslerinden kimse duymadan vazgeçse iyi olur."

"Öyle bir şey olmayacak," dedi babam. "Hepiniz de bu konuda çenenizi kapalı tutacaksınız."

"Tutmazsak ne olucak?" dedi amcam. "Hepimiz oğlunun ailenin ismini nasıl manşetlere çıkardığını mı izleyelim?"

"Bu onun hayatı," dedi babam. "Ne olucağı seni gram ilgilendirmez."

"Aynı soyadını paylaşıyoruz, Tamer. Onun yaptığı her şey bizi de etkiliyor. Bu kabul edilemez bir şey. Bu normal değil."

İstemsizce yumruklarımı sıkmıştım. Neden bunları dinlemek zorundaydım ki? Ahmet'e baktığımda sessiz bir şekilde olanları izliyordu. Bakışları beni bulduğunda bana gülümsedi. Bu daha da fazla sinirlenmeme sebep olmuştu.

"Bu gayet normal," dedi babam. "Hiçbirinizde bu konuda söz hakkına sahip değilsiniz. O yüzden yerini bileceksin."

"O hasta," dedi amcam babama doğru bir adım atarken.

Kes şunu.

"Her halt senin oğlundan çıkıyor."

Kes şunu.

"Zaten ikinizde ne zaman normal oldunuz ki?"

Kes şunu.

"Gökalp'in iyiliğini istiyorum ben."

Kes sesini.

"Bu durumun getirdiği baskıyla yine kendini gebertmeye çalışmasın diye."

Saniyeler saatler gibiydi. Her şey yavaş çekimde hareket ediyor gibiydi. Ne olduğunu anlamamıştım bile. Tek görebildiğim babamın amcamın yüzüne yumruğunu geçirmesiydi. Sonra ise herkes aralarındaki kavga yüzünden onlara doğru koşmuştu. "Kesin şunu," dedim fısıldıyarak.

Onların aralarına girdiler ama ikiside sakin değildi. Birbirlerine bağırıyorlardı ama dediklerini duyamıyordum. "Kesin şunu."

Ne yaptığını görüyor musun?

Sus.

Bu senin suçun.

Kes sesini.

Babanı sadece zor durumlara sokuyorsun.

Lütfen, sus.

Bu aileyi mahvediyorsun...

Yalvarırım...

Her şey senin suçun.

"KESİN ŞUNU!" İki tarafta susup şaşkınlıkla bana döndüler. "Ne yaptığınızın farkında mısınız?" dedim sinirle. Ama daha çok çaresizlik hissediyordum.

Babamla göz göze geldiğimde yaptığını fark etmiş gibi amcamdan birkaç adım uzaklaştı. Ona göre bu benim önümde yaşanmamalıydı. "Neden bunu yapıyorsunuz?" dedim ama sorum daha çok dedemeydi. Neden bu aileye bunu yapıyordu?

"Neden mi? Bunu soran sen misin?" dedi dedem. "Bunların hepsi senin yüzünden." Babam tam ağzını açmıştı ki gülüşümle sessiz kalıp bana dönmüştü. "Benim yüzümdenmiş." Sinirden gülüyordum. Odadakiler ise bana delirmişim gibi bakıyordu. Hoş, zaten onlara göre deliydim.

"Ben ne yapmış olabilirim ki?" dedim. "Yıllarca sizinle konuşmadım bile. Şu yaşıma kadar hiçbir işe bulaşmadım. Şimdi birkaç aydır buralardayım diye mi benim yüzümden oldu?" Dedeme doğru birkaç adım attım. "Hayır, senin için asıl sorun benim doğmamdı. Hiçbir suçu olmayan her şeyden habersiz ama kabul edilmeden doğan bir bebek. Benden nefret ediyorsun değil mi? Annem yüzünden benden ölesiye nefret ediyorsun." Herkes sessiz kalırken dedem hiçbir şey demedi. "Doğmayı ben seçmedim," dedim sinirle. "Senin torunun olmak istemedim. Senin soyadını istemedim. Senin hiçbir şeyin olmak istemedim. Ama sen en azından suçlayabilecek birini buldun değil mi? Kendi hatalarını benim üzerime yıkabilirsin sonuçta."

"Alp," dedi babam araya girmek ister bir şekilde. Bu konuşma beni mahvedecekti. Bunu biliyordu. Beni buradan götürmek istiyordu. Biliyordum. Gitmem doğru olurdu. Dinlemek, konuşmak. Hepsi beni öldürüyordu ama çok da sinirliydim. Bu yüzden babamı görmezden gelip bakışlarımı dedemden çevirmedim. "Bunların hepsi benim değil, senin yüzünden. Bu aileyi sen mahvettin. Aptal hırsın yüzünden çocuklarını kendinden nefret ettirdin. Birlikte olmaları gerekirken birbirlerinin yüzüne bile bakmıyorlar. Tek yaptıkları kavga etmek. Bunun sebebi sensin çünkü berbat bir babasın."

Bakışlarımı Ahmet'e çevirdim. "Kuzenlerimle aramın iyi olması gerekirken onlarda gördüğüm tek şey bana karşı nefret. Yarış atıymışız gibi saçma bir rekabet var aramızda. Neden? Ben yarışmak istemiyorum. Ben kazanmak istemiyorum." Dikkatimi tekrardan dedeme verdim. "Bizi bu hale sen getirdin. Bu aileye bunu sen yaptın. Ama evet, dede. Her şeyin suçlusu benim. Çünkü doğdum. Çünkü delinin tekiyim. Çünkü kendimi öldürmeye çalıştım. Çünkü erkeklerden hoşlanıyorum. Evet yaptığım hiçbir şey doğru değil bu yüzden her şeyin suçlusu benim."

Derin bir nefes alırken hala ailemin nasıl sessiz kaldığını düşünüyordum. Gerçi diyecekleri ne vardı ki? Haklıydım ve bana karşı hiçbir şey diyemezlerdi. Sadece bağırıp üste çıkabilirlerdi ki herkes de bunun acınası bir hareket olacağının farkındaydı.

"Sana ne dersem diyeyim gururun ve kibirin yüzünden asla kendinde bir hata bulmayacaksın," dedim. "İstersen beni suçla, umurumda değil. Bana ne demek istiyorsan onu de. Hasta, deli, ibne. Umurumda değil. Ama hayatıma karışırsan, ilişkimin arasına girip sevdiklerimi üzersen o zaman sessiz kalmam. Benimle uğraşma. Beni karşına almaya cüret bile etme."

Sonra da arkamı dönüp kapıya ilerledim. Hiçbirine bir şey diyecek fırsat bırakmadan odadan çıktım.

*

Gökalp odadan çıktığında bakışlar Tamer'e dönmüştü. Geçmişte de kalsa Ahmet dışında herkes olayları gayet net hatırlıyordu. Yıllar önce Gökalp doğduktan sonra Tamer yine babası çağırdığı için bu şekilde bir odaya girmişti. Gençti, dinçti ve yeni baba olmuş birisiydi.

Kendi babası ona döndüğünde, "Cidden mi?' dedi. "Bir bebek mi? Sen kafayı mı yedin? Ne yaptığının farkında mısın?"

Tamer umursamazca omuzlarını silkti. "Evet. Bir bebek yaptım." Gençliğinde daha umursamaz ve alaycıydı. "Ne olmuş yani?"

"Evlilik dışı bir bebek. Hemde o kadınla. Onu kabul edeceğimi mi sanıyorsun?"

"Sence bu umurumda mı sanıyorsun?" dedi Tamer. "Alış buna. Benim bir çocuğum var ve onu kabul edip etmemen umurumda değil. Ben onun babasıyım ve ona bakacağım. Ve sende ondan uzak durucaksın."

"Saçmalıyorsun. Onunla beraber olamazsın. O çocuğu kabul edemezsin."

"Dediğinin farkında mısın?" dedi Tamer sinirle. "O benim çocuğum ve onu terk etmemi mi söylüyorsun? Asıl sen saçmalıyorsun. Ben Rüya'yı seviyorum ve onunla beraber olucağım. Çocuğumu ise koruyacağım. Seni uyarıyorum, baba. Sakın onlara dokunmaya çalışma. Beni karşına almaya cüret bile etme." Sonra da odadan çıkmıştı.

Yıllar sonra aynı sözleri onun oğlundan duymak. Babasının oğluydu işte. İnatçı, dik başlı, tehditkar. En çok da sevdiklerine karşı fazla korumacı. Herkes bunun farkındaydı.

"Bunu unutmayacağım," dedi Tamer. Babasıyla göz göze geldi. "Sana oğluma dokunma demiştim. Seni uyarmıştım. Bütün her şey bana bağlıyken bu şekilde risk alman büyük aptallıktı."

*

Babamın odasına girdiğimde kapıyı arkamdan kapattığım gibi ağlamaya başlamıştım. Nefesim kesildiği için kravatımı gevşettim ama işe yaradığını söyleyemezdim.

Sadece zorlukla en yakındaki koltuğa ilerleyip sakinleşmeye çalıştım. Nefesimi düzene sokmaya, kontrolümü kaybetmemeye çalıştım.

Ama bir süre sonra babam odaya girdiğinde duşüncelerim tekrardan karman çorman olmuştu. Endişeyle yanıma geldiğinde, "İyi misin?" dedi. "Üzgünüm," dedim fısıldar bir şekilde. "Sana sadece sorun oluyorum. Özür dilerim. Gerçekten özü-"

"Alp," dedi araya girerek. Sert ses tonu yüzünden ona bakmıştım. "Ağzından çıkanı kulağın duysun. Sen bana sorun falan olmuyorsun. Tek bir sorun varsa onlarda ailem. Özür de dileme. Özür dilenicek hiçbir şey yapmadın. Asıl özür dilemesi gerekenler susarken sen neden kendini kötü hissedesin ki?" Ona baktığımda yüzünde hüzünlü bir ifade belirdi. "Asıl ben üzgünüm. Susarlar diye düşünmüştüm. Artık uğraşmazlar sanmıştım ama sanırım onları fazla rahat bırakmışım. Üzgünüm, seni koruyamadım."

Yüzümde buruk bir gülümseme belirdi. "Eğer beni korumasaydın şu an hayatta olmazdım." Yüzünde acı bir ifade belirirken, "Kendini yüklenme," dedim. "Sen beni koruduğun için hayattayım. Sen burada olduğun için iyiyim, baba. Sen olmasaydın ne yapardım bilmiyorum." Aniden bana sarıldığında şaşırmıştım. Ama bende ona karşılık verdim.

Ona sadece acı çektiriyorsun.

"Merak etme, iyiyim. Dedikleri umurumda bile değil. Peki sen iyi misin?"

"İyiyim," dedi. "Onlara alıştım artık. Tek istediğim senin iyi olman."

"İyiyim," dedim tekrardan. "Sadece yorgunum. Eve gitmek istiyorum." Anlayışla başını salladı. "Zaten buraya hiç gelmemeliydik," dedi.

O ayağa kalkarken bende arkasından ilerledim. Koridordaki çalışanlardan birine birkaç şey dedi sonra da binadan ayrıldık.

Arabaya bindiğimizde camdan dışarıya bakarken dalıp gitmiştim. Ama sonradan dikkatim etraftaki arabaları geçmeye başladığımızda babama kaymıştı. Elleri direksiyonda gittikçe hızlandığının farkında değilmiş gibiydi. Aklıma kaza görüntüleri gelirken içimdeki sinir bozucu hissi görmezden gelmeye çalıştım.

Senin suçun.

"Baba." Daldığı yerden çıkıp bana bakarken, "Çok hızlısın," dedim. Ne yaptığını fark etmiş gibi önüne dönerken, "Üzgünüm," dedi ve hızını düşürdü.

Eve geldiğimizde, "Çağlar'ın geldiğinden emin misin?" dedi. "Evet," dedim yalan söyleyerek.

Uzak dur. Ona zarar veriyorsun.

"Türkiye'nin öbür ucuna gitmedi ya. Bu saate çoktan gelmiştir."

"Peki," dedi. Arabadan indiğimde, "Kendine dikkat et," dedim. "Eve vardığında yaz." Bu onu güldürmüştü.

"Ben senin çocuğun değilim."

"Ama ben senin çocuğunum ve senden haber istiyorum."

"Peki," dedi. "İyi geceler."

"İyi geceler." O sokaktan ayrılırken bende binaya ilerledim. Düşüncelerim birbirine girerken günün bütün yükü üstüme binmiş gibi hissettim.

Eve geri döndüğüm zaman kapıyı kapatıp yalpalayarak odama ilerledim. Zorla üstümdeki ceketi çıkarıp gömleğimin birkaç düğmesini açtım. Yatağa uzanırken yerimde büzüldüm. Karnım ağrıyordu, başımda feci bir ağrı vardı. Nefes alamıyor gibiydim.

Belki dakikalarca belki saatlerce, bilmiyorum, bir süre orada uzandım. Daha iyi hissedene kadar, en azından zihnimin kontrol altında olduğuna inanana kadar.

Sonra aklıma Çağlar geldi. Ben onu aramamıştım. Tamamen unutmuştum. Nasıl böyle bir şeyi unutabilirdim. Bugün benim için önemli olan sadece Çağlar olmalıydı.

Yerimde doğrulmaya çalışırken başımın dönmesiyle bir küfür savurdum. Bir şeyler yememenin acısı şimdi çıkıyor gibiydi. Elime telefonumu alıp geri uzandım. Gözlerimi kapatıp nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Sonra da Çağlar'ı aradım. "Alo."

"Üzgünüm," dedim sesini duyduğumda. "Aramanı duymadım ve anca görüyorum." Yalandı. Ama ona olanları anlatmak istemiyordum. "Sorun değil," dedi anlayışlı bir şekilde.

"Ne yapıyorsun şu anda? Konuşma nasıl gitti?"

"Şu an yatıyorum ve gayet iyi gitti. Babam bir şey söylemesede kötü bir tepki vermedi, annem ise yanımda durdu." Bununla beraber derin bir nefes vermiştim. O kadar rahatlamıştım ki. En azından birimizin günü iyi geçmişti. "Bu harika bir şey gerçekten sevindim."

"Öyle," dedi fısıldar bir şekilde. "Peki ya sen? Bütün gün evde miydin?" Sesindeki sorgular tını yutkunmama sebep olmuştu. Ona yalan söylemekten nefret ediyordum. "Hayır," dedim. "Hayır, değildim. Birkaç işim vardı bu yüzden dışarıdaydım."

"İyi misin? Bir şey mi oldu?" Düşünmemeye çalıştım. Düşünmezsem aklıma gelmezdi. Ama bu kolay değildi. Benim için ise hiç kolay değildi. Bütün konuşma bozuk kaset gibi kafamda dönüp duruyordu. Tekrar tekrar. Susmuyordu. Susmasını istiyordum. Gözlerimin yandığını hissettim.

Senin suçun.

"Hayır," dedim. "Bir şey olmadı. Gayet iyiyim. Sadece yoruldum. Asıl sen şu an nasıl hissediyordun? Eminim ki yorucu olmuştur?"

"Yorucuydu," dedi yavaşça. "Ama öğleden sonra baya uyudum. O yüzden şu an gayet dincim. Hem sen gününü anlatsana. Nasıl geçti? Neden aniden gitmek zorunda kaldın?" Gözümden bir yaş aktığında dudaklarımı birbirine bastırdım. "Gökalp?"

Senin suçun.

"Çağlar, ben-" Ağlayacak gibi olduğumda elimle ağzımı kapattım. Derin nefesler alırken kendimi tutmakta zorlanıyordum. "İyi misin? Sorun ne?" Sesindeki endişeyle gözlerimi kapattım.

Nefret ediyordum. Böyle olmaktan. Zayıf olmaktan. Bir cümleyi kafaya takmaktan, etkilenmekten, yerle bir olmaktan. Her şeye sıfırdan başlıyormuş gibi hissetmekten. Yalnız olmak istemekten. Birine ihtiyacım varken kendimi odaya kapatmaktan. Düşüncelerimden, davranışlarımdan. Aldığım kararlardan ve gelecekte alacağım herbir karardan. En çok da... kendimden.

O an bağırmak istedim ya da hıçkırarak ağlamak. İyi olmadığımı söylemek istedim. Bir anda gelen bu duygu karmaşasından nefret ettiğimi, kendimi anlayamamaktan çok yorulduğumu. Birine çok ihtiyacım varken kendimi geri çekmekten başka bir yol yokmuş gibi hissettiğimi söylemek istedim. Yanımda olmasını istediğimi, beni anladığını söylemesini. Sadece... ona ihtiyacım vardı. Birine ihtiyacım vardı.

"İyiyim," dedim fisıldar bir şekilde. "Yemin ederim iyiyim. Şu an evdeyim zaten. Sadece... bugün birkaç tartışma yaşadım ve..." Yutkundum. Hayır, onu saçmasapan sorunlarımla darlamayacaktım. "Eve geldiğinde konuşsak. Şu an sesini duymaya ihtiyacım var. O yüzden sen gününü anlatsan, ben dinlesem olur mu? Lütfen."

"Tamam, anlatayım," dedi temkinli bir şekilde. Sesinden onunda kafasının karışık olduğu belliydi. Bir süre sonra gününü anlatmaya başladı. Bende gözlerimi kapatıp onu dinledim. Birkaç yerde araya girdim sadece. O anlattıkça zihnim boşalıyormuş gibi hissediyordum. Sanki bana neyin iyi geleceğini biliyormuş gibi her şeyi olabildiğince detaylı anlatıyordu. Hayal etmeye çalışıp zihnimi doldurabilmem içindi sanki.

O anlattıkça ağlama isteği yok oluyordu. Bir yerden sonra gülmek istiyordum. Özellikle annesinin benim İskoç olduğumla ilgili inat etmesi kısmında kahkaha atmıştım.

Sonlara doğru esnemeye başlamıştım. "Uyuma vaktin gelmiş," dedi sakin bir sesle. "Haklısın," dedim. Gerçekten de uyumak istiyordum. "Ne zaman evde olucaksın?"

"Öğlenlere doğru evde olurum."

"Tamam," dedim. "İyi geceler."

"İyi geceler," dedi o da ve telefonu kapattık. Hiç hareket etmeden telefonu yastığımın yanına bıraktım. Üstümü çıkarmaya da yeltenmedim. Uykumu kaçıracak hiçbir hamlede bulunmadım. Şu an yapayalnızdım ve uyuyamama ihtimalini göze alamazdım. Gözlerim yavaş yavaş kapanırken sabaha kadar deliksiz bir uyku istediğimi biliyordum.

Ama derin, sorunsuz bir uyku mu? Benim için imkansızdı. Resmen yataktan zıplayarak ter içinde sırılsıklam uyanmıştım. Gördüğüm kabuslarla beraber deli gibi titrediğimi biliyordum. Midemde feci bir ağrı ve boğazımda yanıklık hissettim. Yataktan kalkabildiğim gibi tuvalete koştum. Midemde zaten hiçbir şey yoktu. Kusmak sadece acı verici ve kıvrandırıcı bir eylem olmuştu. Acıya tepki olarak birkaç gözyaşı düştü yanağımdan. Sendeleyerek lavaboya ilerledim. Elimi yüzümü yıkamaya çalıştım. Titreyen ellerime baktım. Nefes almak, yutkunmak. Acı vericiydi. Sanki buz gibi odadaymışım gibi titremek. Acı vericiydi.

Senin suçundu.

Başımın döndüğünü hissettim. Bedenimin ihtiyacı olan hiçbir şeyi ona bugün vermemiştim. Biraz daha kendimi zorlarsam bayılacağımı biliyordum. Zorla yere, duvarın kenarına çöktüm. Dizlerimi kendime çekerken olabildiğince büzülmeye çalıştım. Fayanslar soğuktu ama en azından gerçeklikte kalmamı sağlıyordu. Kollarımı etrafıma sardım. Titriyordum. Nefes alamıyordum. Hareket edecek gücüm yoktu. Aklıma gördüğüm rüya geldi. Annem vardı. Kanlar içindeki annem. Yavaş yavaş ölürken sadece izlemekten başka bir şey yapamadığım annem. Zihnim o kadar bulanıktı ki sadece dakikalar sonra hıçkırarak ağladığımı fark etmiştim. Titrememi durduramıyordum, nefes alamıyordum, ağlamaktan başka bir şey yapamıyordum. Bütün bedenim acıyordu. Zayıftım, acınasıydım. "Neden bugün olmak zorundaydı?" dedim hıçkırıklarımın arasından. "Sikeyim! Neden bugün?" Sinirle yanımda duran dolapları tekmeledim. Acı vermişti. Yalpalayarak ayağa kalkmaya zorladım kendimi. Duvarlara tutunarak zorla odaya ilerledim.

Her şey senin suçun.

Odaya girdiğimde aynada kendimi görmüştüm.

Acınası.

Birkaç adım gerilerken göz yaşlarım tekrar akmaya başlamıştı. Aklıma geçmişte ki anılar gelirken sakin kalmam imkansızdı. Emre, diye düşündüm. Ölmem gerektiğini söylemişti. Ve amcam... Kendimi öldürecebileceğimi söylemişti.

Zavallı.

Masaya çarptığımda daha fazla dayanamayıp üstünden bir eşya alıp aynaya fırlattım. Kırılma sesi bütün odayı kaplarken camlar yere saçılmıştı. Ama yetmedi.

Arkamı dönüp bütün masayı yere devirdim. Elime gelen ne varsa etrafa fırlattım.

Senin suçun.

Sus.

Zavallısın.

Kes sesini.

Ne yaptığımı bilmiyordum. Neden yaptığımı bilmiyordum. İçimde zayıflığıma karşı derin bir öfke vardı ve ne yaparsam yapayım onu atamıyordum. Sakinleşemiyordum. Sadece acı veriyordu. O kadar kötü hissediyordum ki. Ne kadar böyle hissetmemem gereksede, ne kadar doğru olmadığını bilsemde, o an sadece kendimi ölmeyi hakeden iğrenç acınası bir varlık gibi hissediyordum. Ve ne kadar çabalarsam çabalayayım yıllarca, şu an olduğu gibi, bu duygudan kurtulamıyordum. Ve en kötüsü her 'iyiyim' dedikten sonra bu duygunun tekrardan tekrarlayacağını bilmemdi ve korkum yine pes edip her şeyi arkamda bırakmayı seçmemdi.

Her şey senin suçundu.

Her şey benim suçumdu.

*

Evet, tahminleriniz ne kadar tuttu? Ve şu an nasıl hissediyorsunuz?

Bölüm düşündüğümden de uzun sürdü. O yüzden geç kaldı biraz. Ama sonuçta buradayız.

Neyse, şu an öğlen. Hepinize iyi günler diliyorum.

Continue Reading

You'll Also Like

354K 26.5K 44
0536****: "Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek Giryemi kildi hûn eksimi füzûn etti felek Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân Beni bir gözl...
528K 23.5K 16
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
2.3M 72.7K 57
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...
1M 60.6K 41
Ayağa kalkıp göz yaşlarımı sildim. Gözlerim son kez baktı ardından. Son kez seslendim adını. Bana öyle bir yara bırakmıştı ki, asla affetmeyecektim o...