GECENİN KIYISINDA

Door gullervedikenleri

496 46 38

Ve bir baba için çocukları edecek bedduasını. Ninni yükselecek bir annenin dudağından. Ölü doğan bir bebeğe y... Meer

Gri Bulutlar
1. Karşılaşma
2. Mahkum
3.İdam Sehpası
4. Özgürlüğün Kırmızı Çizgisi
6. Bencil Merhamet
7. Geçmişin Yankısı
8. Mahzenin Kara Kutusu
9. Yakılan Işıklar
Çalınan Renkler

5. SERÇELER AĞLADIĞINDA

16 4 0
Door gullervedikenleri

Melike Şahin -Geri Ver
Asena İrmikci - Bildiğin Gibi Değil


Çıplak ayaklarıma çamurun soğuk ve ürkütücü tarafı değmiş gibi hissediyorum. Her adımda içim ürperiyor ve üşüyorum. Ardımda ki adamın söylediklerini algılamaya çalışan beynim işlevini yerine getirmek için biraz daha zorluyor kendini. "Dün Melih denen adam izin gününe ayrılmış, akşam altı gibi işten ayrılmış" dedi hala konuşmaya devam eden adam. "Dün babasını da hastaneye kaldırmışlar beni de onun yakını zannettiler efendim."


  Başım şiddetli bir şekilde ağrıyordu , bir sızı beynime işlemiş gibi canım acıyordu. Kerem'in bana baktığını hissettim ve başımı ona doğru çevirmemle yanılmadığımı anlamış oldum. Gözlerinin karardığını, bana bakarken sinirlendiğini anlamıştım.

"Peki Melih denen adamın evini buldun mu?" dedi bana bakmayı sürdürürken. Terlemiş avuç içlerimi pantolonuma sürttüm ve yutkundum. O sırada Yağız sendeledi ve yere düştü bir anda. Her şeyi bırakıp ona doğru yöneldim, böyle olacağını tahmin etmiştim.


  Yağız'ın yere düştükten sonra ona yerde uygun bir pozisyon vermeye çalıştım. Biri beni kolumdan çekip kenara itti. Gizem ve Tugay'ın koşarak müdahale ettiklerini gördüğümde ikisininde birer doktor olduğunu anlamak uzun sürmemişti. Hala olayın seyri soğumadan "Bir anda ayağa kalktı, iç dengesi de bozulmuştur" dedim tüm bildiklerimi öne sürerek. Onlar benim dediklerimi bile dinlemediler. Neden dinlemediler?


  "Pupilla takibi yapıp kan değerlerine baktıralım" dedi Gizem Tugay'a doğru. Beni bir kenara sertçe iten Kerem bana bakıp "Sen hiçbir şeye karışmıyorsun!" bağırmıştı. Bana hitaben söylemişti.
"Gizem ve Tugay bugün kardeşimin yanında kalın biriniz?" sorar gibi söylemişti. Tugay cebindeki fenerle göz takibi yaptı ve Gizem de koşturarak merdivenlerden çıktı. Tugay Yağız'ı sarsarak bir şeyler söyledi bilinci hafif yerine gelmeye başladı. Gizem merdivenlerden elinde tansiyon aleti ve bir poşetle yanımıza vardı. Yağız yavaş yavaş kendine geliyordu. Kerem'in rahat bir nefes verdiğini hissettim.
Tugay kafasını kaldırıp “Gizem gelirken mutfaktan bir bardak su ve yarım dilim limon getir!” dedi. Kerem tam kalkıp mutfağa doğru yönelecekken Gizem mutfağa doğru ilerlemişti bile.


Yağız gözlerini açmış ve az da olsa kendine gelmişti. Tugay Kerem’e bakıp “gece vakti gelirim buraya” dedi. Tugay Yağız’ın başının altına ellerini koydu. Yağız etrafına tuhaf sayılacak bakışlar sunup "Ne oldu bana?" diye sordu. Yüzünü buruşturarak elini omzuna attı. Tugay Gizemin getirdiği suyu Yağız a uzatıp içirdi. Gizem o sırada Yağız'ın elini tutup tansiyonuna baktı. Kerem'e bakarak gözlerini sakince kapadı - bence bu onun iyi olduğu anlamına geliyordu- ardından bakışlarını Yağız'a çevirip " Şimdi düzenli nefesler alarak otur ve daha sonra seni koltuğa yeniden geçirelim" dedi.

Arkama baktığımda birkaç takım elbiseli adamın hayretle baktığını gördüm. Tugay ise hayretle bakan adamlara kapıyı gösterdi ve çıkmaları gerektiğini o an anladılar. Kerem kardeşinin koltuğa oturmasına yardımcı oldu. Yağız başını koltuğun başına yaslayarak derin ve düzenli nefesler almaya çalışıyordu. Tugay ise tabakta duran limonu koltuğun yanında duran sehpaya bırakmıştı.


"Neler oldu birden bire?"
"Bir anda hareket etmemelisin, daha dün kaza geçirdin" dedi Gizem ayağa kalkıp yerdekileri masaya geçirdiğinde. Daha sonra konuşulanlara Tugay da dahil oldu. "Kan kaybettin, vücudunun dengesi bozuldu ve doğru dürüst beslendiğinde  yok" Tugay Kerem'in yanında yer alıp "Sen biraz dinlen kendine gelmen için sana ilaç hazırlayacağım eczaneden. Gizem gidecek ona söylerim o ayarlar sana." Tugay derin bir nefes alıp başını pencereye çevirdi. "Sana hastaneden ayrılmaman gerektiğini söylemiştik, hastaneden ayrıldığında ilk soluğu burada alacağını bildiğimden ses etmedim ama buradan da ayrılayım deme sakın" diyebildi tek solukta.

“Birazdan adamlara söyleriz yemek hazırlatırız sana” Yerine uzanan Yağız haklı cümlelere tek cümle ekleyemedi. Sözün üzerine Gizem Kerem 'e bakıp beni işaret etti. Kerem yanımdan geçmeden önce "Beni takip et" diye fısıldadı.

Onu takip ettim.

Midemden yükselen asit tüm boğazımı yakıyordu. Sanki başımda ölçülemez bir ağrı vardı. Aynı katta bulunan mutfağa girdiğimde kapı sertçe kapandı. Ve Kerem boğuk ve gür gelen sesiyle "Ne demek oluyor bu?" diye sordu hemen iki karış mesafe öteden.


"Dediğim hiçbir şeyde bir eksik yok" dedim kahve gözlerine bakarak. Gözlerim sakince kapadım ve dişlerimi birbirine sıkıca kenetledim. "Son anda anlattığın bilgiler neydi peki?" dedi yeniden bana yaklaşarak. "Başta olanları anlatmamamın sebebi size yardım edip başımın belaya girmesini istemediğimdendi. Çünkü bilirsin böyle kavgalarda öne atılan yemlerin yaşamı son bulur" Gözlerinin ta içine bakıp "Benim hayatım ucuz değil ki sizin uğrunuza yem olsun" diyebildim.


"Sonradan niye anlattın peki?"
"İşin içinden çıkılamaz bir hal alınca en erken bu şekilde kurtulacaktım sizden. Bildiğim her şeyi eksiksiz anlattım." Ardımda yaslandığım duvara tutundum sıkıca. "Melih denen adamın olayı nasıl oldu da böyle değişti bilmiyorum ama ben her şeyi eksiksiz anlattım" dedim, yüzüm alev aldı. Yine canım yanıyordu. Tutunacak dalım kalmıyordu işte.

"Nedense şu Melih olayı masal gibi geliyor bana" diye bağırdı bir anda kulağımın dibinde. Kulağımda bulunan zar patlayacakmış gibi hissediyordum. Benden bir iki adım uzaklaşıp saçını karıştırdı. Sakinleşmek için gözünü kapadı sakince. Gözlerini açınca o gözlerinin alev alev yandığını görüyordum.

"Bana yine her şeyi eksikle ve yalanla anlattığını biliyorum anladın mı?" Sesi çok yüksekti, bağırıyordu. "Kardeşime bu şerefsizliği yapanları bulmadan seni bırakmayacağım!"
"Ben bildiğim her şeyi anlattım si-"

"Anlatmadın ve ben senin her şeyi sonuna kadar anlatmanı sabırla bekleyeceğim" Yürüdü, yürüdü ve kapının üzerine iki kolunu adeta bıçağı saplar gibi koydu. "Taksici hikayende yalan çıktı prenses" dedi. Her iki yanımda da kolları olduğu için köşeye sıkışmış hissediyordum.

"Yalan değildi"

"Evet, öyleydi."

Yüzümü buruşturarak ellerimle göğsünden ittirdim ve milim oynamadı yerinden. "Yemin ederim yalan değildi" dedim kendimi ispatlama çabasına girerek. Ellerimi üzerinden çektim ve onun oluşturduğu hapiste ona dokunmadan öylece kaldım. "Bak bana inan olur mu? Evet belki düşüncelerinle ve bulduğun delillerle de haklı olarak bana inanmayabilirsin."

Gözlerimi kapadım ve derince nefes alıp verdim. Cümlelerimi sarf etmeden önce sertçe yutkundum. "Ama anlatacağım her şeyi anlattım size." Artık sabrımın son demleriydi. Çektiğim sıkıntıdan dolayı kan akışım sanki duracak gibiydi. Söylenecek her şey susmuştu sanki. Kelimeler sessizliğe bıraktı kendini çoktan. Sadece bana inanmasını bekledim ondan. Gerçi ben kimdim ki? Sen kimsin ki Gökçe? Sıradan hayatını en normal şekilde yaşamaya çalışan biri değil misin? Sıradan kalmak bu kadar zor muydu?

Açık kahve gözleri bana değdi. Sanki bana diyecek çok şeyi vardı. Belki de diyecek hiçbir şeyi yoktu. Tam dudaklarını oynatacakken odadan Tugay ona seslendi. Yanımdaki duvara yumruğunu vurdu ve "Bu iş burada bitmedi Yücel" dedi fısıltıyla.

Duvara vurduğu için ürksemde bunu belli etmemeye çalıştım ama o kadar başarılı olduğumu söyleyemezdim. Kollarını yanımdan çekip beni etten kurduğu duvarların arasındaki esaretten kurtarmıştı. Son kez bana bakıp kapıdan dışarıya çıktı.

Bende sol elimi kalbime götürüp düzenli nefesler almaya çalışıyordum. Ellerimi yumruk yapmıştım. Bu işin sonunu kestiremiyordum. Ve bu belirsizlik benim kadersizliğimin kaderiydi. Allah'ım sadece sıradan bir hayat istemiştim. Sıradan ve tekdüze. Bende Kerem'in ardından dışarıya çıkmak için kapıdan dışarı çıktım. İçeriden sesler geliyordu. Ve söyleninenler yalın bir şekilde duyuluyordu.

"Kızı bir yere gönderme Kerem" dedi Tugay. Bu duyduğuma karşın kaşlarımı çatmadan edememiştim.
"En azından her şey açığa kavuşana kadar" diye devam etti.

"Ya kız gerçekten masumsa?" diye sordu Gizem. Ben gerçekten masumdum. Ama hayat hiç adil değildi. Ben dışında herkesin benim hakkımda bir fikri vardı.

"Ya değilse?" Bunu söyleyen de Yağız dı. Belki Kerem birkaç adım atsa beni görecekti. Ama onları dinlemekten ve bu işin sonunda yakalanmaktan korkmuyordum. "Bu konuyu masum olduğu kanıtlandığında düşünürüz" dedi. Tugay denen insanlık yoksunu. Yerdeki parkeleri izledim bir müddet.

"Kızın asıl derdi bana zarar vermek olsaydı beni niye o arabadan kurtarsın ki abi?" dedi Yağız. "Ama bir yandan da gecenin bir saati, izbe bir yerde, o saatte, orada olması da akıl karı değil" diye de devam etti. Sadece bu konuşmanın sonu nereye varacak diye çok merak ediyordum.
Ortam sessizliğe büründü. Sessizlik dışarıdaki esen rüzgarın sesini içeriye buyur etti. Esen rüzgarın sesine Gizemin sesi de eklendi. "Belki de Yağız'ın o halini gördükten sonra vazgeçmiştir."


"Bazen senin bu kadar saf olmana çok şaşırıyorum bu kız bu hayatta nasıl kalıyor diye?" diye homurdandı Tugay. "Kızım sen polyanna mısın? Bak biz dünyalıyız ve burası Türkiye" Sertçe konuşmuştu. Ve söylemleri Gizem'e karşı kırıcıydı. Gerçi ben kime diyorsam? Onlar hemen birkaç metre öteden benim hayatımın kaderiyle oynuyorlardı. Ben sanki bir kuklaydım ve onların elindeki eğlendikleri bir oyuncaktan öteydim.

“ Bak Tugay, ben birinin hayatını mahvetmenizi istemiyorum anladınız mı? Polyanna değilim ama suçsuz biriyse o kız, bu işten sonraki vicdan azabını size bırakırım!”


“Ne vicdanından bahsediyorsun kızım sen? Bu adamın canına kast ettiler. Ölecekti belki de!” Tugay’ın sesi çok yüksekti, bağırıyordu. Küçülmek istedim, kaybolmak ve yok olmak istedim. Ne yaşıyorum ben? Neler oluyor benim şu sıradan yaşamak istediğim basit dünyama?
"Belki tehdit ediliyordur?" dedi bu fikri öne süren Yağız idi. "Çünkü kızın kardeşinden başka kimsesi yok demedin mi abi?"

Bu duyduklarımdan sonra bakışlarımı kenardaki duvara doğru yönelttim ve gidip kenar dibine oturdum. Cenin pozisyonunda kollarımı bacaklarıma sarıp çenemi dizime yasladım. Belki de burada olduğumu biliyorlardı. İçimde kimsesizliğin verdiği sancı vardı.

"Haklı olabilirsin" dedi Gizem. "Murat' a yaptığını gözlerimle gördüm ve anladığım kadarıyla kardeşi hakkında birkaç cümle kurmuştu. Gerçi hepimiz için söz konusu kardeş olunca akan su duruyor. Bizim için Yağız neyse onun içinde kardeşi o"

"Neden böyle bir iş için küçük bir kızı kullansınlar ki?" Kerem'in sesini duyduğumda tüylerim diken diken olmuştu. Az öncesine kadar sadece o üçünün sesini duymuştum. Gizemin dediğini bir kenara bırakmıştı. İçimden gözlerimi kanatırcasına ağlayıp boğazım patlayana kadar kahkaha savurmak geliyordu. Gidip oraya öyle bir şey olmadığını haykırabilirdim ama sadece bu cümlelerin sonunun nereye varacağı düşüncesi daha ağır basıyordu.

"Belki de bizim küçük bir kızın böyle bir şeye cesaret edemeyeceğini düşünmemizi istiyorlardır. Ya da belki de bizimle eğleniyorlardır" Tugay bu cümleleri sarf ettikten sonra "Bu işi en ince detayına kadar araştıracağız ve bu işin bir sonuca varmasını istiyorsak bu kızı bir süre daha misafir edeceğiz" dedi.

Bu yaşadıklarım bir şaka mıydı gerçekten? Sırtımı duvara mümkünmüş gibi daha çok yasladım. Ellerimi bacaklarıma daha sıkı sarmaya başladım. Anladığım kadarıyla evin etrafında nöbet tutan adamlar vardı. Buradan kaçsam bile ağaçların arasında hayvanlar tarafından ölürdüm birkaç saat içinde. Ama tutulduğum evden daha güvenli geliyordu dışarıdaki kör karanlık.

"Kız nerede?" diye sordu Gizem. Beklediğim soru gelse de yerimden kıpırdamadım. Artık ne olacaksa olsundu. " Ya şu an bizi dinliyor ya da mutfakta tek başına duvarları izliyor." dedi Kerem. "Gizem'i hastaneye bırakıp bu işin peşine düşmeye gidiyorum" dedi Tugay.

Onları dinlememde bir sakınca görmemişlerdi. O kadar ciddiye almıyorlardı ki beni. Kendimi o kadar değersiz hissettim ki. Onları dinlemem bile umurlarında değildi. Hiçbir şey yapmayacağımın bilincindeydiler.

Ayaklandıklarını duyabilmiştim. Gizem'in "İlk yardım çantasında istediğim birkaç İlacı bulsam da senin için ilaç getireceğim. Yarın yine gelirim" dediğini işittim. Bunları Yağız'a söylediği aşikardı.

Yer buz gibiydi. Muhtemelen burnumun ucu kızarmıştı. çenemi dizime daha sert bastırmış ve sanki tüm acılarım içimde hapsolacakmış gibi yerimde küçülmüştüm. "Tamam" dediğini duydum Yağız'ın. Adım sesleri uzak gelmeye başladı bir müddet. Kapının açıldığını ve bir şey konuşulduğunu duyabiliyordum. Daha sonra kapının kapanma sesini dinledim yerimde. Tersine akan asi nehri gibi davranışlarımda tersine evriliyordu sanki. Benim şu an ortalığı birbirine katmam gerekiyordu. Şimdi kalkıp Kerem denen adamın yakasına yapışıp her şeyi haykırmam, burada gereksiz tutulduğuma onu inandırmam gerekiyordu. Gözlerimi sıkıca kapatıp alnımı dizime yasladım.

Cevabı verilmeyen sorular, sonu olmayan ve başka yollara açılan tüneller gibiydi. Cevapsız sorular, kör kuyuydu. Bilinmezlikti. Cevapsız sorular, birçok cevabın kelimesiz satırlarıydı.
Aslında cevapsız soru yoktu cevabı bilinmeyen sorular vardı.

Kafamı kaldırdığımda ayağımın ucunda siyah ayakkabıları gördüm. Gözlerim onun gözlerine yetişmeye çalışırken o eğildi ve önümde diz çöktü. Gözlerim gözleriyle aynı hizada olmasa bile kafamı kaldırdığımda onun gözlerine, derinlere, bakıyordum. Halbuki derinliğin sonu görülmezdi. Ben bu derinliğin ardında iyi şeyler yaşayacağımı görmüyordum, sonu göremiyordum.

Canım yanıyordu.

Kafasını hafif sağa eğip tek kolunu dizinin üzerine yasladı. “Kardeşinle mi tehdit ediyorlar seni yoksa?” dedi kaşlarını çatarak. Kafasını biraz daha yaklaştırdı yüzüme. Daha iyi bakmak içindi belki gözlerime. Çünkü gözler yalan söylemez derdi annem. Belki de yalan söyleyip söylemediğimi anlamaya çalışıyordu böylece. “Eğer varsa öyle bir durum” dediğinde bu sefer kaşlarını çatan ben oldum.

“Korkmanı gerektiren bir şey varsa bütün tehditleri yok ederim”
Güldüm hissizce. Gerçekten mi dedim sadece... Sadece bunun bir rüya olduğunu düşündüm içten içe. Benimle alay ediyor olmalılardı çünkü başka açıklaması olamazdı. Biraz daha yaklaştı bana. Ne görmek istiyordu gözlerimde. Zaten gözlerim tüm gerçekleri bas bas bağırmıyor muydu? Daha niye yakın duruyordu bana? Eğer biraz daha yaklaşırsa burnu burnuma değecekti. Bu yakınlığı normal bulmasamda gözlerim söylediğim cümlelerin sonuna dek ona bakmayı sürdürdü. Ona “Tehditleri yok etmek ha?” dedim. Dudağımdaki hissiz gülümseme hala orada yer alıyordu. “Ne oldu Kerem Atalay?” daha çok sardım kolumu bacaklarıma. Sırf ona değmemek için.  “Ne oldu da fahişe bellediğin kızın tehdit edildiğini söylüyorsunuz siz?” Sesim kısık ve sessiz gibiydi. Sanki o sözler benim dudaklarımdan çıkmamıştı. “Hani bana güvensinler diye yatıyormuşum senin düşmanlarınla diyordun!” dediğimde gözlerinin koyulaştığını görür gibi oldum.

Ne kadar sarsamda kollarımı bacaklarıma yinede daha sert sarıyordum bacaklarımı.
Ben o cümleleri söylediğimde çenesinin belirginleştiğini, dişlerini birbirine sertçe bastırdığını, görebildim. “Bulacağım kardeşime bunu yapan iti” adeta tıslar gibi konuşmuştu dişlerinin arasından. “ Ben onları bulacağım ve hadlerini bildireceğim onlara!” dediğinde daha da yaklaştı gözlerime. Burnumun ucu onun burnuna değmesine milimler kalmıştı sadece. Bu yakınlık beni sinirlendirdi, midem bulanıyor ve ondan uzaklaşmak istiyordum. Her şeye rağmen uzaklaşmadım ondan. “Ama o iti bulduğumda bana senin adını verirlerse” dediğinde kafasını biraz daha sağa yatırdı. Sertçe bir nefes verdi “O zaman kopacak kıyamet!” dedi gözlerini büyüterek.
“ Kopsun şimdi bu kıyamet” dedim yine dudaklarımdaki ruhsuz gülümsemeyle. “Bir şey bulacağınız yok sizin çünkü. Benim adımı vermeyecekler sana!” Bu cümlelerimde kaşlarını alayla kaldırdı.

“Senin adını vermeyeceklerini bilecek kadar güveniyor musun onlara?” dedi.

Damarımda ilerleyen kanın akışı durdu sanki o bana bu cümleleri söylediğinde. Korkulacak bir şey yok diyip duruyordum ama korkulacak çok şey vardı bu hayatta. Kendimi bir caddenin üzerinde can vermiş biri olarak düşündüm o an. Caddeden geçen herkes benim ölü olduğumu biliyor ve bunu bile bile üstüme basıp geçiyordu. Kimisi acıyarak bakıyor halime kimisi ise geçmişimde neler yaşadığımı birbirlerine fısıldıyordu. Hatta bir kadın uzaktan üzülerek bakıyordu bana caddenin başından. Güzel bir elbise giymiş ve hüzünlü bir tebessüm vardı yüzünde. Bana bakıyordu, sadece bana bakıyordu. Beni görüyordu. Biliyorum beni duyuyordu. Kimse inanmıyordu ama ben biliyorum, beni dinliyordu. O kadın benim annemdi. “Koparma kızım o kıyameti” diyordu bana. Herkes konuşsada bir onu duydum o çirkin gürültüde. “Yazık olacak yoksa size” dediğinde gülümsüyordu.

Annem bana gülümsüyor muydu? İçten bir şekilde hemde.

Anne bana hep yazık olmamış mıydı zaten? Şimdi de cesedimi çiğniyorlar benim. Kimse ses etmiyor yine de. O caddede biri daha beliriyor düşümde daha sonra annemin ardından sesleniyor bana. “Abla!” dediğinde beynimi susturmak istedim. İstediğim hiçbir şey olmuyordu belki bu hayatta ama kızkardeşim şükretme sebebimdi benim. “Yazık etme bize!” diye söylendiğinde beynimde beliren bir anlık düş beni kasvetli karanlıklara düşürdü. Karşımda duran Kerem hiçbir şey söylemeden izliyordu beni. Bir şey demesini bekledim bana. Bir söz söylesinde koparsın o kıyameti diye bekledim.

“Bu işin sonu nasıl olacak biliyor musun?” dedi bana sessizce. Ben sessizce onu dinlerken beynimdeki düşün bitişine şahit oldum. Ona bilmek istemiyorum desem nasıl tepki verirdi acaba? “Bu işin sonunda ikimizden biri cezalandırılacak!” Sağa eğdiği kafasını benimle aynı hizaya getirdi. “Ben bu işin sonunu görmek için her şeyi göze alacağım” dediğinde kaşlarını çattı ve bana yaklaştı. Burnu bu sefer burnuma değmişti. “Bu işin sonunda birileri ölecek olsa bile!” dedi fısıldayarak.

Ölüm o kadar basit miydi onun için ya da ağza gelinmiş basit bir sözcük müydü? Çünkü benim için hiç basit değildi. Kafama vura vura öğrendim çünkü gerçekleri. “Çok mu basit ölüm senin için? Kopart kıyameti, bağır çağır işkence edin bana! Ama rahat bırakın beni artık!” Gitmek, terk etmek geliyordu içimden şimdi bu şehri. Kardeşimi almak, bir daha kimsenin kardeşimi tanımasını istemiyordum. Kulağa çok vahşice gelse de onların dudaklarından duyduklarım, kardeşime dokunacak herhangi bir zarar beni çok korkutuyordu.

Tehdit edildiğimi söylesem ne olurdu ki? Kim tarafından tehdit edildiğimi bilmiyordum ben. “ Kimse için basit değildir ölüm” dedi Kerem. Benden azda olsa uzaklaştı, kafasını kaldırıp tavana baktı. Gözlerini kapadı. Başını yine bana çevirdiğinde “Kalk ayağa ve odana git!” dedi. Emir verdi ve şimdi benim ona itaat etmemi bekliyordu.

Başkasına itaat etmek... Benim için çok uzak bir cümleydi.

“Kimse beni tehdit etmiyor neden anlamıyorsunuz bunu? Kimseden emir falan almadım ben!” dediğinde kollarımı kendimi korumak için daha sıkı sardım bacaklarıma. Söylediğinin üstüne bunu söylemem onu şaşırtmıştı. Sessizce konuşmuştum ama bağırmışta olabilirim. Farkında değildim yaşadıklarımın. “Beni burada tutmak sizin ne işinize yarayacak ki?”

“Onu bize zaman gösterecek” dediğinde yüzündeki ifade o kadar tehditkârdı ki. Zaman bana ne gösterecekti? Ne yapacaktı zaman bana? Onlara dokunmayacaktı belki ama zaman bir bana dokunacaktı. Bir beni yakacaktı. “Elinize hiçbir şey geçmeyecek bunu yaparsanız” dedim zoraki bir tebessüm ettim. “Bırakın zaten bulursunuz beni” konuştuğumda sesim çatallaşmış, boğazım kurumuştu. Şu içmem gerekiyordu. “Beni bulabileceğinizi anladım zaten duyduklarımdan sonra” Gözlerim doldu.

Acı içinde olan ruhum gerçeğin kasvetiyle kıvrandı. Gerçekleri idrak etmek benim şimdiki en büyük yenilgimdi. Yenilgiler, insanı hırslandırırdı ve hayatına bir hedef koydurturdu. Bunu hayatın bizim elimize bağlı ipleri yönlendirerek yapardı. En azından çoğu insan için bu böyleydi. Ben bu yenilgide bir kayıp daha vermek istemiyordum. Önceki yenilgilerimde en büyük hayalimden vazgeçtim. Tek derdi normal bir hayat kurmak olan bir insanın kime ne gibi bir zararı vardı ki? Bırakmalıydı yakamı artık bu bilinmezlik kuytusu içinde yaşamak zorunda bırakılışım.

Burnumun ucu zaten kızarmıştı. Canım çok yanıyordu. “Yemin ederim bilmiyorum ben hiçbir şeyi” Bir hıçkırık koptu boğazımdan. Kendimi bastırmak için alt dudağımı ısırdım, gözümden yaşlar boşalmıştı. Daha da sardım kolumu bacaklarıma ve daha ne kadar saracaktım kendimi bilmiyorum. Ateşimin yükseldiğini hissettim.

Biliyorum bu ilk yenilgim değil, bilmek kalbe zararlı.  “Yemin ederim bilmiyorum ben bir şey, bak yemin ederim suçum yok benim” derin bir nefes aldım ona bakarken. Konuşurken nefesimi kesiliyordu hıçkırıklarımdan dolayı.

Yemin ederim ben bir şey yapmadım. Yemin ederim.

“İnanın bana, ben bir şey yapmadım ki size. Ne yapabilirim ki hem” başımı iki yana salladım hızlıca. Dudaklarımı ısırdım ve karıncalandığını hissettim vücudumun. “ Ne yapabilirim ki size? Niye karşıma alayım ben sizi? Niye yapayım?” dedim ve başımı yine hızlı hızlı salladım. Vücudum titriyordu.
Her şeyin farkına varıyordum. Belki öldüreceklerdi beni. Ölürsem kardeşime kim yetişecekti?
“Sadece okumak için geldim ben Ankara’ya vallahi başka bir niyetim yok benim. Neden inanmıyorsunuz ki bana? Yalancı değilim ki ben” ellerim uyuşmuştu gözlerimi sıkıca kapadım.

Ama gerçekten yalan söylemezdim ki ben kimseye. Niye inanmıyor ki kimse? Herkes bana yalancı muamelesi yapmamış mıydı zaten?

Şimdi bile söylemem. Bana bunu yakıştırsalar bile söylemem.

Çünkü bilirim, bir yalan koca bir geleceği mahvederdi.

Çünkü bunu en iyi ben bilirim.

Çünkü bunu kardeşim ve ben biliriz.

Keşke bilmeseydik.

Bir alt dudağımı bir üst dudağımı ısırıyor yerimde titriyordum. Artık gözüm Kerem’i de görmüyordu. Ne halde olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ardı ardına nefesler alıyordum. Gözümden yaşlar akıyordu hep. “Yine bulursunuz beni, çağırırsanız gelirim ben” dedim hıçkırık koptu boğazımdan aynı zamandan gözlerimden yaş. Benim sakin bir şekilde hayatıma devam etmem gerekiyordu. Okula gitmem, işe gidip çalışmam sonra kardeşimi ziyaret etmem lazımdı. Bu böyle olmazdı neden anlamıyorlardı? Ben anlaşılmaz değildim ki? Anlamak istemeyen onlardı. . Baş parmağımla serçe parmağımdan başlayarak tüm parmaklarımı saydım içimden.

Mesela orta parmağım üç, işaret parmağım dörttü. Yine başa dönüp serçe parmağıma gelip bir, yüzük parmağıma iki dedim. Böyle devam ediyordu. Sonu yoktu, bitmiyordu. Ta ki ben sakin kalana kadar. Nefesim kesilene kadar sayarım belki de.  “Telefon numaramı da veririm hem” dedim sımsıkı kapadım gözlerimi. “Aldınız da numaramı siz ararsanız hemen bir alo derim be-“
Biri beni sımsıkı sardı birden. Hadsizce hızlandı sadece amacı kan pompalamak olan o organım. Çarpmamalıydı bu kadar hızlı, en azından onun duyacağı kadar. Ama neden sardı ki şimdi beni? Bıraksın beni, dokunmasın bana. Yaklaşmasın eğer zarar verecekse. Zarar verecekti. Herkes zarar verirdi. Bu işin sonun da ölecek olan bendim. Olan bana olacaktı ve kardeşim daha çok küçüktü. “Tamam, tamam sakin ol” dedi. Bana sarılıyordu. Ağlıyordum, ben ağlıyor muydum? Gözümden akan yaşlara da yalancı demezlerdi değil mi?

“Melih denen adam orada taksici hem” gözlerimi sımsıkı kapadım ellerimi bacaklarıma doladım yine. Ama parmaklarımı saymayı unutmadım. “Bana sürekli Berfu da Berfu diyor”

“Kim bu Berfu?” dedi Kerem bana sarılmaya devam ederken. Saçımı okşuyordu hafiften. “O taksiciyi o yüzden tanıyorum zaten. Keşke tanımasaydım keşke binmeseydim arabasına”

Ben konuşmaya devam ederken Kerem bana hala sarılmaya devam ediyordu. Saçımı okşuyor beni göğsüne yatırıyordu. “Sonra girmezdik o ıssız sokağa”
Hafiften burnumu çektim “Dedim ben ona niye içki içtin araba sürerken diye, indir beni dedim arabadan”

“Sonra ne oldu peki?”

“İndim arabadan kaldım o ıssız sokakta, babasını hastaneye kaldırmışlardı zaten” Kerem saçımı okşamayı bıraksa da sarılmayı bırakmadı. “Hastaneye niye sürmüyorsun dedim ona, polis var arkada dedi” bacaklarımdaki kollarımı kaldırıp kazağını tuttum sıkıca. “Bu kadar hepsi!” dedim bana inansın istiyordum. “Valla bu kadar!” dedim kazağını çekiştirerek. Ellerini vücudumdan çekti ve bana sarılmayı bıraktı. O bırakınca omzumda biriktirdiğim her yükü yere bırakıp geri omzuma yüklemiş gibiydim. Biraz dinlenmiş ama yorgunca işimin başına dönmüş gibiydim. “Bu sefer eksik de yok her şey olduğu gibi!”

Kerem sarılmayı bırakıp kollarımı her iki yandan tuttu. Kafasını eğip gözlerimin içine bakarak “Neden bu hikayede başka şeyler dönüyor o zaman Yücel”dedi. Neden dönüyordu, neler dönüyordu? “Melih denen o adamı bulacağım, bu hikayede anlattığın herkesi bulacağım”

Bulsun herkesi. Sorsun hayatımdaki herkese ben yalancı mıyım diye.

Yok vazgeçtim sormasın herkese. Herkes inanmıyor çünkü bana.

Yalancı çıkarırlar yine beni. Sonra koşarım tüm yol boyunca. Nefesim kesilir yolun ortasında kusarım yine.

Boğazım yanana kadar kusarım hemde.

Ama bıraksınlar artık beni. Gideyim kardeşime sarılayım yine, bacaklarımı sardığım gibi saracağım.

Biz birbirimize kalanız diyeceğim ona. Yeterki annem üzülmesin.

Kopmasın şimdi bu kıyamet.

“Bul, sor herkese” dedim gözlerimden akan yaşla. Yok yok sorsun herkese yalan söyleyende ortaya çıkar elbette. “Çalıştığım yere de sorun, herkese sorun ama bırakın artık beni” kazağını yırtarcasına sıkıyordum.

Yeterki her şey normal akışıyla seyretsin. Tanımayacağım, unutacağım belki de onları. Zorda olsa onları unutacaktım. Herkes unutulurdu çünkü.

En çok babalar unutulurdu. “Orada çalışan abla da tanır beni, nasıl çıktığımı biliyorlar oradan. Bir davet vardı hatta” dediğimde kaşları çatılmıştı. Belki de bu detay hiç önemli değildi.

“Sadece birkaç gün belki de birkaç saat sonra gerçekler ortaya çıkar” dedi. Derin bir nefes aldı. Açık kahve gözleri bu sözleri söylerken bir umut için çırpınıyordu. Zaten gerçekler ortadaydı. “O zaman kendim gideceğim emniyete” dedi. Kollarımı sıkıca tutuyordu. “Sadece” dedi derin bir nefes aldı ilk önce daha sonra biraz daha yaklaştı. Sıcak nefesi yüzüme değdi. Uzun saçları anlıma değecek kadar yakındı bana. “Sadece bu işin sonunda kimse zarar görmesin” kaşlarını az önceki gibi çattı. Beyaz teninden ve açık kahve saçlarından dolayı gözleri bir elmas gibi parlıyordu. “Kimseden kastım kimse” dedi üzerine basa basa. “Şimdi çık yukarı zamanı gelince zaten çıkacaksın”

Etrafımda dönen oyunlar, benden bağımsız değişen bu acınası dünya. Şimdi değişen ruh halim. Ruhumun hali kalmış mıydı? Zamanı gelince çıkmak da ne demekti? Neden yaşıyordum ben bu tüm olanları? Boşuna mı çırpındım az önce? Boşuna mı kendimi inandırmaya çalıştım ona? Bu kadar kolaydı onlara göre. Bu kadar kolaydı ona göre.

Kazağını sıktığımı şimdi idrak etmiştim. “Zamanı gelince çıkmak da ne demek ya?” dedim. Şimdi bağırdığımın farkındaydım. Bilincim gayet yerindeydi. Sertçe vurdum göğsüne. “Benim yerimde olsaydınız ne yapardınız siz? Kurbanlık koyun gibi sonunuzu mu beklerdiniz?” gözlerimi sonuna dek açmıştım. Bu sefer onun dibine kadar giren ben oldum. Sıktığım kazağı buruşmuştu. “Neyi bekleyeceğim ben!” dedim fısıldayarak. Tek başınalık çok zordu. Beni arayan kimse yok muydu ya da yokluğumu fark edecek kimse? “Uzak durun artık benden, rahat bırakın beni!” dedim bağırarak. Onu itmiştim ama o sarsılmadan bakıyordu. “Beni elinizde tutarak ne elde edeceksiniz ki” defalarca vurdum ona. Bu saçma sapan olayın içinde ana karakter olmak istemiyordum. Belki de figüranlık etiketine alışmak işime geliyordu. En sonunda kollarıma dokunan elleri bileklerime inip beni durdurdu.

“Kes artık sesini!” dedi. Donup kaldım öylece. “Bundan böyle rahat bırakmam seni” dediğinde yutkunamadım. “Şu kafana sok yaşananları. Ne sanıyorsun sen bunu? Çocuk oyuncağı falan mı bu olanlar?” dediğinde bileğimi sıkmaya başladı.

Kesinlikle çocuk oyuncağı falan değildi. Eğer bir çocuk oyuncağı olsaydı can acıtmazdı, yakmazdı. Yakarken kül olmayı hayal etmezdim öyle olabilseydi. Halbuki çocuklar elini korkmadan ateşe uzatacak kadar bilinçsiz olabilirdi. Ama ben o ateşte yanacağımı bilecek kadar kendimdeydim. Neyi bekleyecektim, sonumu mu? “ Çocuk oyuncağı olmayan şeylerden biri de benim hayatım!” dedim. Dişlerimi birbirine kenetledim. Elimi yumruk yaptım ve çekiştirmeye çalıştım. “Sizde o oyuncakla ne yapalım diye tartışınız az önce”

“Rüyadan uyanıp gerçekleri gör artık” dedi. Sesi çok tehditkârdı. Gerçekleri görmeyen ben miydim gerçekten. Onlar gerçekleri görmek istemeyen taraftı. Bense olup biteni açıklamaya çalışan ancak ne yazık ki ciddiye alınmayan taraftım. “Bir şekilde kurtulacağım senden!” dediğimde kaşları çatıldı. “Bir şekilde bitecek bu olanlar, geriye sadece size olan nefretim kalacak!”

“Senin nefretin kalsa ne olacak? Bana kardeşime bunu yapanların kini lazım” dedi.

Senin nefretin kalsa ne olacak?

Ciğerimdeki yangını görmüyordu. Benim nefretimin onlara bir şekilde zarar vermeyeceğini söylüyordu. Çünkü ben tek başına kalmış, yolunu Ankara sokaklarında kaybetmiş öksüz kızdım. Benim nefretim onlara ne yapacaktı? Çünkü ben onların elinde tutulan, nefreti onlar için bir sinek vızıltısı kadar değersiz olandım. Kal dediklerinde kalacak sus dediklerinde susacaktım onlara göre. Bu devran dönecekti. Elbet sıra bana da gelecekti.

“Abi” diye seslendi Yağız. Aynı zamanda Kerem beni bileğimi bırakmış ve kardeşine yönelmişti. O beni bırakınca ayağa kalktım o ise çoktan ayağa kalkmış odaya girmişti. Bende girdim ardından odaya. Belki Yağız onun gibi biri değildi. Belki de ne bileyim işte bir umut bana inanırdı. Çünkü buna çok ihtiyacım vardı. Yağız ayaklanmış kapıya birkaç adım kala durmuştu. “Ne bu ses böyle?” dedi Yağız bana bakarak.

Yüzü solgundu. Canı acıyordu belli ki. Hiç o filmlerde gördüğümüz gibi hemen kendine gelmiyordu insan. Zaten biz hep yalanlara inanmamış mıydık? En güçlü duranları eli silah tutanlar olarak saymamış mıydık? Halbuki en kibar insanlar genelde hayatında çok zorbalığa maruz kalanlardı. Dürüstlüğü kendine ilke edinmiş biri yalana hep maruz kalanlardı çünkü onlar ihaneti elli metre öteden tanıyanlardı.

“Prensesimizi gördüğü rüyadan uyandırıyoruz” dedi Kerem tekli koltuğa ilerledi ve oturdu. Ardından benim gözlerime bakarak “Ama ne var ki uyanmak istemiyor” dedi. Yağız gülümsedi sadece. Hiç aldırmamış gibi az önce yatmış olduğu koltuğa oturdu. Kafasını koltuğa yaslarken tebessümü hala dudaklarındaydı.

“Ama sen onu uyandırmışsındır” dedi. Yağız’ın gözleri kapalıydı. Benimle resmen alay ediyorlardı. Ben artık kimseye laf anlatmak istemiyordum. Eğer burada kalırsam cinnet geçirecektim muhtemelen. Kerem’in dediğini yapıp sanki her şey çok normalmiş gibi esir olduğum o odaya yöneldim. Onlara laf yetiştirmeye çalışsaydım onlarda bana aynı şekilde karşılık verecek sonra yine kavga edecektim. Gerek yoktu, ben benim üstüme düşeni yaptım ve bildiğim her şeyi anlattım. Yönümü merdivenlere yönelttiğimde “Nereye böyle?” dese de aslında nereye gittiğimi zaten biliyordu. Zaten yapacak başka işim ve gidecek yerim yoktu. Şimdilik.

“Sen demedin mi bana odana çık gerektiğinde zaten çıkacaksın diyen” dedim. Adımlarımı atmaya başladığımda “şimdi gidip hiçbir şey olmamış sanki her şey yolunda gidiyormuş gibi gerçek bir rüya pardon kabus görmeye gidiyorum” dedim. 

Odaya çıktım ve tek kelime etmemişlerdi. Berfu en son beni aramıştı belki de evime gelip beni sormuştu. Eğer öyleyse polise giderdi beni bulamazsa değil mi? Kardeşime en son yanına bir daha geleceğime söz vermiştim. Benim şu an tek düşünmem gereken şey buradan bir an önce kurtulmaktı. Ben rahat rahat bu odada öylece uzanamazdım ki. Rahat olamazdım, tedirgin olurdum. Korkudan ödüm patlardı. Ne olacağını kestiremiyordum artık. Yatağa oturup pencerenin önündeki ceviz ve çam ağacının dallarını izlemeye başladım. İki elimle yatağa sıkıca tutunuyordum.

Şimdi uzaklardasın, biliyorum. Çektiğim her acıyı ve mutluluğu görüyorsun, biliyorum. Artık kimseye senin adınla  seslenmeyeceğim, biliyorum.

Anne...

Nasıl bir yol izleyeceğim, bilmiyorsun. Çünkü bende bilmiyorum. Asıl en çok ben bilmiyorum şimdi. Artık o kadar bilmiyorum ki yaşadıklarımı anlamayacak kadar bilmiyorum. Keşke bildiğim tek şeyin bu bilinmezlik kuyusu olduğunu bilecek kadar bu anda olmasaydım. Şimdi senin sıcacık kollarında uyuyup günün yorgunluğunu anlatsaydım sana. Anlatsam anlar mısın şimdi? Yine sarar sarmalar mısın ya da elli bin defa duyduğum öğütlerini yeniden dinler miyim?

Ben en çok sesini unutmaktan korkuyorum, yüzünü unutamıyorum çünkü her zaman bakıyorum beraber çekildiğimiz fotoğraflara. Keşke bir kutuya saklasaydım sesini. Her sabah dinlerdim beni uyuturken söylediğin ninniyi. Kırılmasaydı telefonum.

Kırmasalardı ya da.

Günün yorgunluğundan olsa gerek uyumuşum olduğum yatakta. Gecenin bir kıyısıydı çünkü her yer karanlıktı. Odanın içinde bulunan banyonun ışığı yanıyor ve oda azda olsa ışık görüyordu. Merdivenlerden çıkan bir ses duysamda yataktaki pozisyonumu bozmadım.

Odanın kapısı sessizce açıldı. Korkudan sımsıkı kapadım gözlerimi. Gelen kişinin adım seslerini net olarak duyuyordum ama sessiz olabilmek için ayrı bir çaba içindeydi. Adım sesleri yanımda durduğunda kesildi birden. Çok korkuyordum ve bu gelenin Kerem olmadığını nedense biliyordum. Gözlerimi sıkıca kapatıp gitmesini bekledim. Gelenin hırsız olmadığı zaten belliydi. Belli olmayan şey neden gecenin bu saatinde uyuduğum odaya gelmiş olmasıydı. “Şşt! Uyan” dedi fısıldayarak konuşmuştu. Omzumu dürtse de ses etmedim.

Benim tenime parmağının ucuyla dokunsa bile bütün vücudum baştan aşağı korkudan titremişti. Gözlerimi açmadım belki de Kerem’e dediğim gibi kabus görüyordum.
Korku tüm benliğimi ele geçirendi. Gecenin bir yarısında, bana istedikleri zaman çıkacağımı söyledikleri bu odada, beni buradan çıkaracak olan kişinin nedense Kerem ya da Gizem den başkası olmayacağını biliyordum. O bana yeniden dokunduğunda yine parmağının ucuyla baştan aşağı tenime iğneler batmış gibi hissettim. “Uyansana!” dedi hem fısıldıyor hem de sesi duyulsun istemiyordu.

Yeniden bana dokunmaya yeltendiğinde bana uzanan bileğinden hızlıca tutup onu yatağa yatırdım. Bir anda oldu her şey. Hemen yatağa yatırıp boğazına sarıldım. Dizimle göğsüne bastırdım.

Adamın yüzünü karanlıkta zar zor seçiyordum. Boğazını sıktığım için nefesi derince çekmeye çalışıyordu. İki eliyle boğazını tuttuğum elime uzanmaya çalışınca göğsüne bastırdığım dizimi biraz sert basınca acıdan inledi. “Ne istiyorsunuz benden ha?” Bağırmadım fısıltıyla konuşmuştum aynı onun gibi. Belki bağırsam herkes uyanırdı sesime. Kime güveneceğimi şaşırmıştım. Güvenmediğim gibi hareketlerimde tutarsızlık içindeydi.

“Niyetin ne senin!” diye bağırdım. Evet bağırdım. Ne oluyordu da gecenin bu kör vaktinde dibimde bitiyordu bu adam. Adam zar zor nefes alarak “Seni” dedi devamını getiremedi cümlenin. Nefes alsın diye elimi biraz gevşettim ama göğsüne bastırdığım dizimi hala sert bir şekilde üzerindeydi. “Ferit Bey size selamını iletti” dediğinde aşağıdan sesler geliyordu. “Sadece biraz sabret dedi” zar zor nefes alırken tırnaklarımı boğazına geçirdim. Adam acıdan inledi. “Borcunu ödeyecekmiş size” Merdivenlerden çıkarken oluşan kulak gıdıklayıcı ses yine belirdi. Gözlerini birden sonuna kadar açtı. Karanlıkta gözleri o kadar belirgindi ki gelen kişiden çok korktuğu belliydi.

“Kim bu, ne diyorsun sen?”
Söylediğim cümlelerin boğazıma durdu. Hayatımın ne denli bir bok çukuruna girdiğini çözemedim. Kimin bana borcu vardı ki? Ne boktandı yaşadığım şimdiki şeyler.

Adam gecenin bir saati zar zor uyuduğum odaya giriyor ve bana diyor ki sabret, ödeyecek borcum var sana. Kapı kuvvetle açıldı belki de menteşeleri yerinden oynadı. Karanlıkta Kerem’in saçları ve gözleri gece kadar karaydı. Işığı açınca endişeli bakışları odada dolandı beni gördü ve bana doğru koşup kucakladı. Adamın üzerinde olduğumu bile şimdi idrak etmiştim.

Sadece bir gündür buradayım ve bu bir günde nelerle itham edilmiştim. Bu bir günde mental ve fiziksel anlamda çok karmaşık duygulara girdim.

Kerem’in saçlarını boynumda, yeni çıkmış sakallarını ensemde hissettim.

Beni adamın üstünden öyle bir kaldırmıştı ki kollarımın uyuştuğunu, sargılı kolumda bir sızlama olduğunu idrak ediyordum. Elleri karnımın üstünde bana arkadan sarılıyordu.


Kafese hapsedilmiş bir kuştum ben, özgür bıraktıklarında gökyüzü esir alacaktı.  Kanadım kırılacak ne kafeste kalacak ne de özgür olacaktım. Can çekişmeden önce nefes almak için çırpınan kanadı kırılmış küçük bir serçe.

Halbuki ölüm ne çok yakışırdı o minik serçeye. Kanadı kırılınca ağlayacaktı ve en çok o zaman ölecekti.

Çünkü serçeler ağladığında herkes susardı, bir tek o yakarışı duymak istemezdi insanlar. Gerçekler bir tek o ağladığında insanlar için bir anlam kazanırdı. Şüphesiz ölüm en çok serçelere yakışırdı. Peki gerçekler kimlerin umurundaydı?

Kerem?

Gökçe?

Görüşmek üzere...

Ga verder met lezen

Dit interesseert je vast

359K 23.6K 26
Açelya hiç hatırlamasa da henüz 5 yaşındayken ailesinin düşmanları tarafından kaçırılmış ve gözlerini bir yetimhanenin revirinde açmıştı. Ailesi sen...
3.5M 77K 25
• Daddy issues • || Mardin'den Kaçış Serisi: I || * Kurgu ve isimler değiştirildi. "Bazen evler, dört duvar olmaz." Kadın küçücüktü fakat adamın k...
644K 18.9K 26
(Cinsel içerikli sahneler, yaş farkı ve daddy isuess içermektedir.) Ölü çocukluklar yaşamaya devam eden ölü insanlar doğurur... Kapak @-necirvan a ai...
726K 45.3K 50
GERÇEK AİLE KURGUSU İlk kitabım olduğu için yazım yanlışları ve mantık hataları olabilir. *13.11.2023*