Secrets // sekai

By hunfornini

379K 31.8K 11.7K

"Ağzın da baya bozukmuş." dedim hiç istifimi bozmadan. "Bir de eğer beni şu anda öpmeye niyetlendiysen, hala... More

0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
Final

11

10.6K 970 217
By hunfornini

Pekala, işte size bir sır daha. Bence Jongin haklı, yani kesinlike ama kesinlikle abarttım. Büyük ihtimal adam halime falan acıdı, sonuçta çoğu kişiye anlatmadığım şeyleri biliyordu. Mesela babama olan borcum gibi, evet uçak yolculuğunda tonlarca şeyden bahsetmiştim, (ilk ereksiyon olduğum sabaha kadar, ki o zamanlar bu fizyolojik kavramdan haberim olmadığı için arkadaşlarıma kuşum kalktı demiştim, Jongin bunu dahi biliyordu) ve bahsettiklerimin arasında en çok üstünde durduğum konu babama olan borçlarımdı herhalde. Fazla konuyu dağıtmadan söylemeliyim ki adam bana acıyordu resmen, işten kovulduğum an resmen sefil olacak, dilenciliğe başlayacaktım.. Adam halime acıdığı için beni kovmamıştı. Ben de gidip, tam bir drama kraliçesi edasıyla (bu tabirin her zaman tam benlik olduğunu düşünmüşümdür) Jongin'e, "Hmm tek istediğin o harika sıkılıktaki deliğim değil mi? O yüzden kovulmamı istemiyorsun. Seni kötü çocuk..." (adeta bir bad boy.) demiştim.

Ama lütfen, bana da hak verin. 2015teyiz, her gün yeni bir dizi çıkıyor. Kim onları izledikten sonra patronunun karşısına geçip "Ben senin bildiğin erkekler/kadınlardan değilim." diye bağırmak istemezki? Benim şahsen en büyük ikinci hayalimdi. Jonginden (galiba artık ondan, yüce insan, ilah, mübarek Bay Kim Jongin diye bahsetmem gerekiyor, malumunuz saygı ifadeleri..) fırça yemiş olsam da en azından en büyük ikinci hayalimi gerçekleştirmiş oldum. (Tamamen kendimi kandırıyorum, bana bağırdığı için hala kalbim ağırıyor.)

Her neyse sonuç olarak, bok gibi hissediyordum. Ofistekilerin ima dolu bakışları ve sözleriyle moralim gitgide daha da bozuluyordu. Se Ra'nın yanıma gelip "Sen yakında terfi de alırsın Sehun." demesi keyfimi iyice kaçırmıştı. Sung, ben ofiste yokmuşum gibi davranıyordu. DakHo ise her zamankinden daha çok yoruyordu beni. Henüz günün başında olmamıza rağmen eski yeni tüm dosyaları düzenletmiş, mailindeki tüm mesajları tek tek ayıklamamı önemli olanları tek bir dosya haline getirmemi söylemişti. Ve tüm bunları yaparken on defa kahve istemiş ve hiçbirini içmemişti. Ama asıl suç bendeydi, sen niye sınıfta kalıyorsun ki? Hadi sınıfta kalıyorsun tamam, neden 2 sene kalıyorsun? Şimdi mis gibi jeoloji mühendisi olacaktım, dağlarda bayırlarda taş peşinde koşacaktım. Ama ben ne yapıyordum? İki kelimeyi bir araya getirmeye aciz pazarlamıcalar için asistanlık...

Her şey öğle yemeğine kadar böyle sürmüştü. Belirli bir düzene sokmuşlardı sanki bunu, kötü bakışlar, laf sokmalar, hadi Sehun'u ismini unutacak kadar yoralım planları, ve yorarken kötü bakışlar, laf sokmalar. Normalde laf sokan kişi ben oluyordum ofiste fakat herkese Bay/Bayan demeye başladığım için ciddiye alınmıyordum artık sanırım. Ve unutmadan söyleyeyim, birkaç kişi daha dilenci gibi giyindiğimi söylemişti. Ama yine takmamıştım (doğal olarak), pazarlamacıların modadan anlamasını beklemek babaannemin snapchat kullanmasını beklemek gibi bir şeydi işte. İmkansız, bir ihtimal gerçekleşti diyelim o zaman da anlamsız...

Her neyse sonuç olarak öğle yemeğine kadar küçük çaplı bir işkenceye maruz kaldım, açlıktan ve yorgunluktan ölmek üzereydim. Kafamın içinde kızarmış peynirler toplanmış düğün yapıyorlardı, onlara katılmak için can atıyordum. Herkes yavaş yavaş kalkıp yemeğe giderken son dosyayı da dolaba yerleştirip çıkmaya hazırlandım. Fakat DakHo'nun sesi (Öyle bir sesten bahsediyoruz ki burada, herhangi bir filmde zebani rolü için dublaja ihtiyaç duyarlarsa ilk arayacakları kişi DakHo.) beni yerime çaktı.

"Sehun." dedi gözüne kalem saplayıp dişlerini yerinden söksem de oradan ayrılmayacak bir gülümsemeyle. "Önce masamı ve rafları temizle, sonra yemeğe çıkarsın."

Ve ardından tek bir maganda kurşunu kafamın içindeki tüm kızarmış peynirleri katletmeye yetti. Düğün falan da bitti tabi.

Ama ben umutsuzluğa kapılmadım. En fazla 15 dakikalık bir iş deyip hemen başladım. Ne kadar çabuk biterse o kadar çabuk yemeğe gidebilirim diye düşünüp hızlı hareket ettim. Sonra yemeğe gidecek olan Sung odasından çıktı. Ofisin içine bir göz attı ve en sonunda gözleri benim üzerimde durdu. Neden yemeğe gitmediğimi sorduğunda DakHo'nun toz almamı istediğini söyledim. Ardından Sung'ın yüzünde sadist bir gülümseme belirdi ve kalan tüm masaları silmemi söyledi o da yemeğe giderken.

Bir kere daha söylüyorum ki suç bende, hiçbir zaman hiçbir şey için yeterince iyi olamadım bu da beraberinde kendini bir şey zanneden insanlardan emir aldığım bir hayatı getirdi. Hiçbir baltaya sap olamadığım ve olamayacağım gerçeğiyle bir hayatı bitirmek zorundaydım.

Tabii onlarda da suç yok değildi, Tanrı aşkına zaten tüm masaların değişeceğini Jongin söylememiş miydi? Neden bir de hepsini temizlemek zorundaydım ki? Neden bir anda tüm departman bana düşman kesilmişti böyle.. Hayır, sanki Jongin'den fırça yediğim yetmiyormuş gibi bir de bu aptalları çekiyordum.

Yemek saatinin bitmesine yarım saat kala ben daha masalarının yarısının bile tozunu almamışken telefonumun çalmasıyla ara verdim. Yorgunluktan ölmek üzereydim, eğer her gün beni bu kadar çalıştıracaklarsa maaşıma biraz daha zam yapmaları gerekiyordu.

"Seehuunn." telefonu açar açmaz bağırmaya başlayan Amber yüzünden yüzümü buruşturdum Bu ne enerjiydi böyle, ben nefes almaya dahi üşenirken üstelik?

"Ne var?" diye karşılık verdim. "Ne istiyorsun?"

"Çok sıkıldım." son kelimeyi uzatarak söylemişti, işte bu yüzden diye düşündüm yakın arkadaş edinmek başa bela..

"Banane?" Cidden bananeydi yani, banane Amber. Sıkıldıysan banane?

"Sehuuuun."

"Amber, neden ben Amber? Neden Tao değil? Chen değil? Neden ben? Sıkıldıysan onları ara. Neden beeen?"

"Çünkü Tao tüm gün sınav kağıtlarını okuyacakmış beni arama dedi, Chen'i aradım ama telesekrete düştü. Bu arada telesekreter mesajını duydun mu? 'geleceğin doktoru derste lütfen daha sonra arayın'. Sonra gidip Chen kolumu kaldırınca ağrıyor sence ne yapmalıyım diyorum kolunu kaldırma diyor. Geleceğin doktoruna bak.."

"Amber çocuk daha 2. sınıfta..." Tanrım, biri Amber'ı susturmalıydı. Daha sabah depresyonda değil miydi bu kız?

"Her neyse, Xiu hala uyuyor. Sonuç olarak geriye bir tek sen kaldın ve ben çok sıkıldım Sehun."

Amber çok konuşuyordu, hala temizlemem gereken bir ofis vardı ve yorgunluktan ölmek üzereydim. Hayat hiç olmadığı kadar güzeldi(!)..

"Git başımdan.."

"Onu unutmam lazım." Benim de 5.yıldızlı bir otelde tatil yapmam lazımdı ama kimse umursamıyordu.

"Kimi?" dedim sakin kalmaya çalışarak, bir yandan da kendime kahve doldurmakla uğraşıyordum. En azından biraz ara vermiş olurdum.

"Kim-olduğunu-bilirsin-sen.." (ilo el salla)

"Hayır bilmem.."

"Artık Anthemis'ten kim-olduğunu-bilirsin-sen diye bahsedeceğim. Yani onu unutmam lazım."

Pekala eve gidince Amber'ın kafasına sağlam bir darbe indirecektim. Böylelikle Anthemis de dahil her şeyi unuturdu. Mesela konuşmayı, ya da telefon kullanmayı.. Böylelikle kafamı şişirmezdi.

"Bir bara git." dedim masama doğru ilerlerken. "Kendine bir kız bul, şükürler olsun ki harika bir çağdayız. Mavi En Sıcak Renktir filmini izleyen her kız etrafta ben biseksüelim diye geziyor zaten. Üstüne atlayacaklardır."

Amber'ın kahkahaları kulağımda yankılanırken ben de gülümsemeye başlamıştım ki böyle bir günde bu şaşırtıcıydı.

"Ama daha etkili olmayı istiyorsan gitmeden önce saçlarını turkuaza boyat. Senden harika bir Emma olur."

"Ah sen de gelmelisin, alemlerin Brian Kinney'i olabilirsin Sehun."

Boş departmanda kahkahalarım yankılanmaya başlamıştı. Belki de günün başlangıcından itibaren ilk defa iyi hissediyordum. Kapıdan giren Lay'i görmemle ruh halim iyice düzeldi.

"Üzgünüm Amber, benim başım bağlı." dedim henüz yeni oturduğum sandalyemden kalkarken. "Ve şu an onunla ilgilenmem gerekiyor. Sonra konuşuruz."

Amber'ın cevap vermesini beklemeden telefonu kapattım. Departmanın boş olmasının verdiği rahatlıkla Lay'e hızlı bir öpücük verip kollarımı boynuna sardım. Aynı anda içimde beni kasıp kavuran bir pişmanlık baş gösterdi. Onu aldatmıştım ve şimdi de böyle rahatça ona sarılıp onu öpüyordum.

"Merhaba." dedi o da kollarını sırtıma dolayıp beni biraz daha yakınına çekerken. Öylece birbirimize sarılı halde duruyorduk. Bir şey söylemeye ihtiyacımız yoktu sanki. Öyle durmak yetiyordu.

"Dün için..." Lay sonunda sessizliği bozduğunda ondan ayrıldım. "üzgünüm. Seni bırakıp gittiğim için. Bir sorun çıkmadı değil mi?"

"Hayır." diyebildim sadece. Tabii ki de bir sorun çıkmadı, yani Jongin'le sevişip seni aldatmamı bir sorun olarak görüp görmediğine bağlı bir durum. Bence bir sorun yoktu..

"Neden yemeğe gitmedin?" dediğinde üzüntüyle iç çektim. Gerçekten açtım ve bir şeyler yememe engel olan herkesin üstüne lanetler kusmak istiyordum. Tanrı sizi ve şehirlerinizi lanetlesin diyerek üzerlerine şimşek fırlatmak istiyordum.

Ama yapabildiğim sadece masa silmekti.

Lay'e aç olmadığıma dair bir yalan söyledim ki bu kesinlikle doğru değildi. Ama kalkıp ona Jongin beni kovdurmadı bu yüzden de tüm herkes bana düşman kesildi falan da diyemezdim. Tanrım, hayatta en son istediğim şey onu üzmekti. Çünkü şimdi bile yüzüme şefkatle bakıyordu. O tatlı aksanı ve ağır konuşmasıyla bir şeyler anlatırken ben onun gözlerindeki aşkın farkındaydım. Beni kırmamak için her şeyi yapacağını biliyordum, bilerek beni üzmeyeceğini biliyordum. Baygın bakan gözleri, görünmesi için gülümsemesi gerekmeyen derin gamzesi. Lay her açıdan güzeldi, sadece dış görünüş değildi güzelliğinden kastım. Lay'in içi tertemizdi. Sadece bakışlarından bile bunu anlamanız mümkündü. Ona bir kere bakan bile onunla olmak isterdi, bense ona sahiptim. Ve onu aldatıyordum. Bu da önemli bir ayrıntı tabi. Sonuçta işin diğer tarafında Kim Jongin var.

Erkek arkadaşımla konuşurken bile aklımdan çıkmayan bir Jongin. Tanrım, ne yapacaktım?

Lay ile konuşmaya bir süre daha devam ettik. Ona evde olanları anlattığımda gerçekten üzgün görünüyordu. Son zamanlarda iyi görünmediğimi ve kendime iyi bakmamı defalarca söyledi. Bense vicdan azabından kıvranıp durdum. Hala beni düşünüyordu, hala iyi olmamı söylüyordu. Ah Tanrım, bayılacaktım.

Sonunda öğle arasının bitmesine bir süre kala Lay birilerine yakalanmamak için kendi ofisine döndü. Böylelikle ben de masaları temizlemeye kaldığım yerden devam ettim. Herkes yavaş yavaş yemekten dönmeye başladığında hala masa siliyordum, hatta gelenler işe başladıklarında dahi ben masa siliyordum. Öyle ki artık sağ kolum işlev yapamaz haldeydi, her an ovalıyorum ovalıyorum çıkmıyor diye bağırabilirdim.

"Sehun."

DakHo'nun sesiyle son masayı da silmeyi bitirip ona döndüm. Tanrım yine bir şey isteyecekti, bakışlarından anlayabiliyordum. Artık tek bir kasımı oynatacak halim bile kalmamıştı. Eklemlerimin tek tek sızladığını hissediyordum, her an uykum var diye ofisin ortasına kıvrılıp uyuyabilirdim fakat o yine bir şey isteyecekti anlaşılan.

"Şu dosyaları yukarı çıkarman gerekiyor. Halkla ilişkilerde toplantı olacakmış."

Bağırmak istedim, gerçekten. Banane halkla ilişkilerdeki toplantıdan yani demek istedim. Kendin götür diye avazım çıktığınca bağırmak ya da başlarım dosyana diyerek DakHo'nun yüzüne uçan tekme atmak istedim. Ama tek yaptığım, "Peki, götürürüm." demek oldu.

"Tek seferde götüreceğini sanmıyorum ama." dedi DakHo önündeki yığını gösterirken. Haksız sayılmazdı, bu kadar dosya taşınacaksa toplantıyı burada yapmaları daha mantıklıydı bence ama bunu söyleyecek halim yoktu. "Yarısını götürüp hemen geri gel ve kalan yarısını götür."

Ahh Tanrım bu ekstra yorgunluk fazladan iş demekti.

Dosyaların yarısını kucağıma alıp asansöre doğru yöneldim. Kollarım fazla güçsüz olduğu için dosyalar düşmek üzereydi. Kafamda hızlı bir hesaplama yaptım, birinci kattaydım onuncu kata çıkacaktım ve asansörün fazlasıyla yavaş olduğunu göz önünde bulundurursak içinde uyuybilecek zamana sahiptim. Asansöre girer girmez dosyaları bir kenara bırakıp kafamı bir köşeye dayayarak uyuklamaya başladım, ardından bunu dosyaları bırakıp inerken de yaptım. Departmandan kalan dosyaları da alıp asasönsere yöneldiğimde bu yolla dinleniyor olduğumu düşündüm. Tabi buna dinlenmek dersek..

Ben gelene kadar bir alt kata inen asansörü yukarıya çağırırken uyukluyordum. Eve gitmeme yaklaşık 4 saat vardı. Kalan süre zarfında dayanacak ve en sonunda eve gidecektim. Düşüncesi bile güzeldi.

Asansör sonunda bizim katta durduğunda kapı iki tarafa doğru açıldı ve bir anda gözlerimin parıldadığını izledim. Asansörün içinden etrafa ışıklar yayıldı, alttan rüzgar esip gözlerimi aldı. Küçük pembe kalpcikler etrafta uçuşmaya başladı.

İşte hayal dünyam böyleydi, olan şey sadece asansörün içinde Jongin'in de olmasıydı. Küçük kalpler, ilahi ışık falan yoktu. Sadece Jongin oradaydı. Yanlış, Jongin her yerdeydi. Benim bulunduğum her yerde!

Continue Reading

You'll Also Like

137K 12.1K 20
tamamlandı ✔️ Kızıl güneş doğdu dünyaya, dökülen kanların imgesi. Ve bir bebek düştü dünyaya, ihanetin son bekçisi. jjk+pjm
35.9K 3.4K 47
Jungkook her şeyden çok değer verdiği ikizi olarak bilinen Yoongi'yle yeni bir yere taşınırlar... Yoonseok// Taejin, Jikook, Namjoon [Ukegi]
153K 14.6K 26
010 ***: hamileyim jungkook: sen kimsin
55.1K 3.4K 11
Jimin'i terk eden küçük sevgilisi yıllar sonra geri döner. [Tamamlandı.]