l o t u s

By castkiddin

2K 234 924

Lián Krallığı'nda, kehanetin başlangıcından bu yana geçen beş yüz yıldan sonra ilk kez, ejderha halktan birin... More

Tanıtım
|1|
|2|
|3|
|4|
|5|
|7|
|8|

|6|

84 10 37
By castkiddin

"Güç ve Bedel"

"Hakkında konuşamayacağın bazı şeyler var."

taylor swift // epiphany

Yıpranmış meyhanenin küçük sahnesine vuran günün son kızıl ışıkları, genç kızın ince uzun parmaklarının arpa her dokunuşunda ahenkle dans ediyordu. Kalın erkek seslerinin geride bıraktığı kaba uğultu, melodinin büyüsüne kapılmış gibi dinginleşmişti şimdi. Başkentin içmekten başka bir şey bilmeyen o nezaketten yoksun adamlarını sessizliğe sürükleyebilecek çok az şey vardı bu krallıkta. Kim Jisoo'nun müziği ve güzelliği de bu nadir şeylerden biri, hatta belki de en kutsal olanıydı.

Genç kızın çıplak ayakları eskimiş tahtaların üzerinde zarifçe uzanıyor, iki kolu arpını bacakları arasında tutarken çalgı aletini sanki onun bir uzvuymuş gibi gösteriyordu. Kıvrımlı kirpikleri, dikkatle telleri takip eden güzel gözlerinin üzerine ince gölgeler düşürüyordu. Üzerindeki krem rengi salaş elbisenin kollarını daha rahat çalabilmek için geri kıvırmıştı. Böylesine güzel ve huzurlu hissettiren bir akşamüstünü bile hüzne boğabilecek bir melodiydi arpın tellerinden dökülen. Sarhoş zihinler bunun sebebini idrak edemese de bir köşede genç kızı seyreden Ka Yee biliyordu bu ağlamaklı duygunun nereden geldiğini. Yorgun bir iç çekişle sırtını arkasındaki tezgaha doğru yasladı.

"Aigoo, ne kasvetli bir hava böyle.."

Meyhanecinin karısı aksi bir suratla tezgahın arkasına geçti ve iki elini beline koyarak Jisoo'ya baktı. İnce kıyafetinin koltuk altları terden ıslanmış, beline bağladığı para kesesi göbeğini gün yüzüne çıkarmıştı. Bakımsız olmasına karşın güzel bir yüzü ve sözkonusu para olduğunda bitmek bilmeyen bir hırsı vardı. Meyhaneciyi mest edenin de bu iki özellik olduğunu düşünürdü Ka Yee. Zira tencere kapak misali birbirleriyle çok uyumlu ve bir o kadar aşıklardı.

"Yine neye dertlendi de ağıt yakıyor?" diye mırıldandı Ka Yee'ye bakıp dirseğiyle onu dürterek. Genç adam hareketlerine karşı umarsızdı lakin kadının ne kadar meraklı ve ısrarcı olduğunu biliyordu, gereksiz münakaşalardan kaçınmak adına konuşmaya başladı.

"Bir şey olduğu yok, yorgun sadece."

"Hadi oradan," diye homurdandı kadın. "En son böylesine mahzun çaldığında Yixing'le arası bozulmu- Aah, şimdi anladım. Sevdiceği kral olunca bunu unuttu." Alayla gülümsedi. "Belli ki seni de geride bırakmış."

Ka Yee gözlerini bir an olsun ayırmadı Jisoo'dan ve aynı umarsız ses tonuyla mırıldandı. "Majesteleri onun adını söylediğini duyarsa, böyle sözler sarf edebilecek bir dilin kalır mı sanırsın?" Alayla gülümsedi az önce kadının yaptığı gibi. "Dilersen bizzat huzuruna çıkıp bildireyim. Hem beni de geride bırakmış mı anlamış oluruz."

Kadın ne söylediğinin farkına vararak dudaklarını birbirine bastırdı. "Aman be," diye homurdandı ardından. "Sana da latife edilmiyor."

Küçük adımlarla uzaklaştı genç adamın yanından. Ka Yee umursamazca Jisoo'yu seyretmeye devam ediyordu. Genç kızın kıvırcık tutamları başını öne eğmesiyle omuzlarına doğru dökülürken ağır ağır sessizleşen notalar artık sona geldiğinin habercisiydi. Genç adam rahatsız bir nefes verdi kendi kendine. Yixing tahta çıktığından beri onlara ulaşmak için en ufak bir hamlede bulunmamış, askerlere eğitim vermek için her gün sarayın yolunu tutan babasıyla bile haber göndermemişti. Jisoo, Yixing'in tüm bunları onların güvenliği için yaptığını anlıyor ve hiçbir şikayette bulunmuyordu ancak onu özlediği her halinden belliydi.

Uzun parmaklarını arptan ayırıp ayyaş takımından ibaret olan seyircisini başıyla selamladı Jisoo. Kalabalık savsak tezahüratlar ve bazı ağza alınmayacak sözlerle onu alkışladılar. Genç kız umarsızca ayağa kalktı, tüm bunlar ilk kez karşılaştığı şeyler değildi. Ka Yee yaslandığı tezgahtan doğrulup sahneye yürüdü ve iki elle arpı kaldırıp onun peşinden üst kata çıktı.

"İyi misin?" diye mırıldandı arpı yerine koyarken. Jisoo bir köşedeki divana yorgunlukla çökmüştü. Başını salladı ve gülümsedi hafifçe.

"İyiyim. Sen nasılsın?"

Genç adam ağır adımlarla ona doğru yürüdü ve oturduğu divanın tam önünde durdu. Bir parmağıyla hafifçe vurdu genç kızın alnına. Jisoo şaşkınlıkla ona baktı.

"Benim yanımda rol yapmak zorunda değilsin, Jisoo.. Zorunda olmadığını biliyorsun."

Genç kız daha çok gülümsedi. Ka Yee onun böylesine kapalı kutu olmasından nefret etmişti her zaman. Jisoo çaresiz yanını sadece Yixing'e gösterirdi.

"Onun için endişeliyim sadece." dedi birden. Tebessümü sekteye uğradı. "Uzun zamandır haber alamadık."

Gözlerini ayaklarına çevirip kaldı bir süre. Dağınık saçları yüzüne döküldü. Genç adam usulca divanın yan tarafına oturdu onun gibi ve iç çekti ağır ağır. Ne zaman canı sıkkın olsa hep böyle derin derin iç çekerdi.

"Babam iyi olduğunu söyledi." diye mırıldandı boşluğa bakarak. "Sen de biliyorsun, Yixing insanların onu ezmesine göz yumacak biri değil. Özellikle de hanedanın.."

Jisoo başını salladı. Hafifçe ama bu kez gerçekten gülümsedi. "Biliyorum."

"Sadece biraz daha dayan." diye fısıldadı genç adam yüzünü ona çevirerek. O söylemese de Jisoo'nun sabırlı biri olduğunu biliyordu gerçi. "Yakında her şey eski haline dönecek."

Jisoo yorgun başını genç adamın omzuna yasladı yüzündeki ifadeyi silmeden. Buna nazaran gözleri hala endişeyle parıldıyordu. Kirpiklerini tahta döşemelere doğru eğerken hafifçe fısıldadı.

"Umarım."

Aynı saatlerde başkentin diğer ucundaki saray bahçesinde, tıpkı Jisoo'nunkine benzer bir arp sesi bir başka amaç uğruna geceyi taçlandırmaktaydı. Bahçenin ortasındaki tahta yapının üzerinde genişçe bir sofra kurulmuştu. Prens Baekhyun'un narin parmakları tellerde usul usul dolaşırken konuklar birer birer merdivenleri çıkıp sofraya oturuyor, Prenses hizmetindeki genç kızlara yemek servisiyle ilgili emirler yağdırıyordu. Çoktan sofradaki yerlerini almış olan hanedan anneleri gözleriyle etrafı süzmekteydiler. Zira o gece merhum kralın anma yemeğinden eski Ana Kraliçe sorumluydu.

"Belli ki bu gece için her şeyin en iyisini hazırlatmışsınız, Kraliçe Park." diye mırıldandı aralarından yaşça en büyük olanı, eski Ana Kraliçe'ye yapmacık bir biçimde gülümseyerek. Prens Junmyeon, Baekhyun ve Jongin'in annesiydi. Kim soyundan geldiği için herkes ona Kraliçe Kim diye hitap ederdi. "Merhum kralımızı anmaktan çok bayram havası veriyor burası."

Kraliçe Park aynı ifadeyle gülümsedi. "Ben yalnızca misafirperverliğimi göstermek niyetindeyim. Sizin de bildiğiniz gibi Majesteleri benim yemeklerimi pek severdi, bu gece onun anısına başkent meydanında yemek dağıtacağım." Yan tarafında oturan Kraliçe Jung'a döndü. "Sizce bunda yanlış bir şey var mı?"

"Pek de mütevazısınız bakıyorum." diye mırıldandı Kraliçe Jung, sürmeli gözlerini umarsızca etrafta dolaştırarak. Prens Jongdae ve Kyungsoo'nun annesiydi. Açıksözlülüğü ve dobralığıyla bilinen Jung soyundan geliyordu. Dikkatle eteklerini toplayıp oturuşunu düzeltirken devam etti sözlerine. Her zaman derli toplu görünmek isterdi. "Niyetinizin samimiyetinden emin olamasam da davranışınızda bir mahsur görülemez elbet."

"Yine aksiliğiniz üzerinizde.." diye mırıldandı Kraliçe Park gülümsemeyi sürdürürken. Kraliçe Jung ona göz devirerek etrafı seyre daldı yeniden. Eski Ana Kraliçe onunla uğraşmayı kesip gözlerini masanın diğer ucunda sessizce nakışını işleyen kadına, hanedan annelerinin sonuncusuna çevirdi.

"Siz beğendiniz mi, Kraliçe Oh."

Genç kadın bakışlarını elindekinden kaldırıp kısa bir an etrafta gezdirdi ve gülümseyerek kraliçeye baktı. Hafifçe başını sallayıp ilgisizce işine döndü yeniden. Esasında aralarında en genç ve güzel olan oydu lakin sarayda yaşadıklarının ağırlığı omuzlarını çökertmiş, yüzünde kırışıklıklar peyda olmuştu. Saray onu Dilsiz Kraliçe olarak bilirdi, tek evladı olan Prens Sehun dışında kimseyle konuşmazdı.

"Ne güzel.." diye mırıldandı Kraliçe Park, onun bu kayıtsız beğenisine karşılık. Esasında genç kral dışında hiçbir misafirinin fikrine ihtiyacı yahut arzusu yoktu. Bu sebeple işlerini bahane ederek hanedan annelerinin yanından kalktı ve her şeyin mükemmel olması için Prenses'i sıkıştırmaya gitti.

"Şuna bak," diye homurdandı Kraliçe Kim. "Hanedanda tek kız onun diye nasıl da böbürleniyor. Kralımızın varlığında utana sıkıla yanında gezdirdiği çocuk şimdi gözdesi haline geldi."

"Bunu konuşmak bize düşmez." dedi Kraliçe Jung gözlerini ona dikerek. "Kraliçenin makbulü gıybet ve iftiradan uzak olup edeple anılandır."

Kraliçe Kim alayla gülümsedi.

"Prenses'i Majesteleri'yle başgöz ederse de aynısını söyleyebilecek misin? O vakit kızı Ana Kraliçe olacak. Nihayetinde bu durum hepimizin istikbalini tehdit ediyor." İki kadına doğru eğildi ve fısıldadı gözlerini kocaman açarak. "Sarayın yönetimi Kraliçe Park'ın eline geçerse hepimizin kellesi gider."

Kraliçe Oh gözlerini nakışından çekip sert bir ifadeyle ona baktı, kimsenin oğluna dokunmasına asla izin vermeyeceğini söylemek ister gibi. "Saçma sapan konuşup yaygara koparma." diye homurdandı Kraliçe Jung. "Ortada bir tehdit varsa evvela ülkemizin akıbetini düşünmek gerekir. Dediğin gibi olsa dahi Prenses'i tanırım, cesur yürekli bir kızdır. Böyle bir şeye müsamaha göstermez."

Kraliçe Kim tek kaşını kaldırdı, onun sözlerine inanmakta güçlük çektiğini göstermek niyetiyle. "Peki ya Majesteleri?" diye fısıldadı gözlerini kraliçeden ayımadan. "Onu da tanır mısın?"

Kraliçe Jung zamanın çizgiler bıraktığı gözlerini kısarak onu süzdü sessizce. Esasında sorusunun cevabını düşünüyordu. Ejderhanın sokaktan birini alıp kral diye başlarına dikmesi olacak iş değildi gerçekten de. O ise yeni kralın soyundan çok beceriksizliğinden endişe etmişti. Lakin bu mevzuyu oğullarıyla konuşma fırsatı bulunca görüşü değişmiş, Yixing'in iyi bir kral olabileceğine dair inancı artmıştı. Jongdae iyi niyete tez düşse de Kyungsoo öyle değildi, birini destekliyorsa -özellikle böyle bir mevzuda- bir bildiği olmalıydı.

"Majesteleri geliyor!"

En önde Yixing'le birlikte prensler birer birer içeri girdiğinde kraliçeler ayağa kalkıp genç kralı selamladılar. Bir köşede arpını çalan Baekhyun elindekini bırakmaya yeltendi ancak onu gören Yixing elini sallayarak oturmasını işaret etti. Böylesine gereksiz bir şey için bu muazzam melodiyi sekteye uğratmak istemiyordu. Gözlerini kadınlarda dolaştırdı birer birer.

"İyi akşamlar."

"İyi akşamlar, Majestleri."

Masanın baş köşesindeki altın iplikle işlenmiş mindere doğru yürüdü ve oturdu ağır hareketlerle. Onun ardından kraliçeler ve prensler de yerlerini almaya başladılar. Rahip masa düzenin kast sistemine göre planlandığını söylemişti. Ona en yakın minderlerden itibaren karşılıklı olarak Junmyeon, Chanyeol, Kyungsoo, Jongin, Jongdae ve Sehun oturuyordu. Jongdae'nin yanında eşi de vardı. Yixing onu ilk kez görüyor olmasına rağmen anlamıştı bunu zira Prens Jongdae genç kadına tıpkı onun Jisoo'ya baktığı gibi bakıyordu, dünyada başka kimse yokmuş gibi. İstemsizce gülümsedi genç kral.

Sehun'un diğer yanındaki minder boştu, onun ötesindekilere de kraliçeler yerleştiler birer birer. Birkaç genç kız yemekleri taşımaya başladığı sıra Prenses ve annesi teşrif ettiler.

"Geciktiğimiz için bağışlayın, Majesteleri." diye mırıldandı Kraliçe Park bayağı bir hüzünle.

"Sorun değil, biz de yeni geldik." Genç kral bir eliyle masayı işaret etti. Kendinden yaşlı kadınların onun önünde eğilmesi hala çok garip hissettiriyordu. "Buyrun lütfen."

Jennie sessizce eğilerek selam verdi ve Jongdae'nin eşinin tam karşısına, Sehun'un yanına geçti. Eski Ana Kraliçe de masanın diğer ucuna oturdu. Yixing'in kaşığını eline alıp işaret vermesiyle herkes yemeğe başlarken genç adam bir an duraksadı ve hemen yanında ayakta dikilen rahibe döndü. Rahip onun bir bakışına karşılık aceleyle eğilmiş ve rahat duyabilmek adına kulağını genç krala uzatmıştı.

"Prens Baekhyun çalmaya devam mı edecek?"

Genç rahip bir an için çattı kaşlarını ve prense baktı. "Beğenmediyseniz durmasını yahut başka bir şeyler çalmasını rica edeyim, efendim."

"Öyle değil." dedi Yixing. "Yemek yemeyecek mi onu soruyorum."

"Ah," diye mırıldandı muhatabı başını sallayarak. Ses tonunu biraz daha düşürdü. "Merhum kralımız yemek sırasında prensin müziğini dinlemekten zevk aldığı için her akşam çalardı, efendim. Yemeklerini daha sonra yiyor."

Genç kral bıkkın bir iç çekti ancak hislerini yüzüne yansıtmadı. Zira herkese yemeğe başlamalarını söylese de bazı gözlerin hala üzerinde olduğunu biliyordu. "Yanına gidip dilerse çalmayı bırakabileceğini söyle." diye fısıldadı.

Rahip denileni yaparak onu gözetleyen bakışlar eşliğinde prensin yanına kadar yürüdü. Baekhyun birinin onunla konuşmaya çalıştığını anladığında gözlerini aralamış lakin elini çalgıdan hiç ayırmamıştı. Söylenenleri dikkatle dinleyip hafifçe gülümsedi ve bir şeyler mırıldandı karşılık olarak. Genç rahip koşar adımlarla geri döndü.

"Sorun olmadığını söyledi efendim. Dikkatiniz için müteşekkir olduğunu da iletmemi istedi."

Yixing sözlerinde samimi olduğunu ifade etmek ister gibi Baekhyun'a bakıyordu ancak genç prens çoktan gözlerini yummuş, kendini yeniden melodinin akışına bırakmıştı. "Pekala o halde." diye mırıldandı.

Genç kralın yemeğe başlamasının üzerinden çok geçmemişti ki Kraliçe Park çubuklarını yavaşça masaya bırakıp "Umarım yemekleri beğenmişsinizdir, Majesteleri." diye mırıldandı bayağı tebessümünü sürdürerek. Gülüşü hiçbir zaman gözlerine ulaşmıyordu.

"Evet," diye mırıldandı Yixing. "Hepsi çok güzel, ellerinize sağlık Kraliçe Park." Gerçekten de çok lezzetlilerdi, öyle ki genç kral sözünü bitirir bitirmez büyük bir lokmayı daha ağzına atmadan edememişti. Son zamanlarda başkentin ara sokaklarında bulunması imkansız olan beyaz pirincin üzerindeki haşlanmış sebzeler, çeşitli baharatlarla fermante edilmiş dana etiyle de birleşince damakta inanılmaz bir tat bırakıyordu. Üstelik bu masasını donatan tabaklardan yalnızca bir tanesiydi.

"Prenses Jennie bilhassa sizin için hazırladı." dedi Kraliçe Park gözlerini gururla kızına dikerek. Kraliçe Kim yemekten önce aralarında geçen konuşmayı hatırlatır gibi Kraliçe Jung'a baktı. Kraliçenin niyetini herkesin anladığını gösteren bir sessizlik oldu masada. Prens Chanyeol korkunç bakışlarını annesine dikti.

"Öyle mi," diye mırıldandı Yixing havada kalan kaşığını tabağına indirerek. "Ellerinize sağlık, Prenses." Tebessümü hala yüzündeydi ancak kraliçenin niyetini anlamanın verdiği can sıkıntısı ona da bulaşmıştı.

"Ben sadece validemin istediklerini yerine getirdim." dedi Jennie, diğerlerinin aksine yemeğe devam ederek. Gözlerini genç krala çevirmedi. "Teşekküre lüzum yok."

Kraliçe Jung yarım ağız gülümsedi. Jennie'nin annesine benzemediğini bilmek onu her zaman mutlu ederdi. Kraliçe Park'ın tebessümü hafifçe seğirdi lakin çabuk toparladı. Kızının bu sivri dilliliğine ilk kez şahit olmadığı barizdi. "Keşke kız kardeşiniz ve babaanneniz de gelebilseydi." diye mırıldandı konuyu değiştirmek adına. "Dilerseniz onlara yemek gönderelim."

Yixing başını iki yana salladı hızla ve "Onlar yedi." diye mırıldandı. Shinwa Yixing'in sert çıkışından beri onunla konuşmuyor, yüzüne bile bakmıyordu. Nene de bütün gün yaptırdığı bakımın ardından pek yorgundu. Shinwa'yla odada kalmayı kabul etmişti. Yixing her ne kadar haklı olduğunu bilse de kız kardeşine öyle bağırdığı için kötü hissediyordu.

"Efendim,"

Rahibin ona yaklaşıp fısıldaması dalgın bakışlarını tabağından çekmişti. "Yemeğiniz soğuyacak." diye mırıldandı rahip. Tüm gözler onun üzerindeydi, böylesine dikkatsizce dalıp gitmesi çok kısa zamanda kralın bir rahatsızlığı olduğuna dair dedikodular çıkarabilirdi. Rahip bu krallıkta en ufak bir pürüzün bile zamanla ne büyük musibetlere yol açabildiğini gözleriyle görmüştü. Yixing de onun bu tavrındaki endişeyi sezmiş, kısa zamanda yemeğine dönmüştü.

"Sahi Aeri nerede?"

Genç kral başını önündeki kalabalığa çevirdiğinde onlardan uzakta bekleyen hizmetliler arasında ufak mırıldanmalar başladı. Prens Jongdae bu sorunun bizzat ona yöneltilmiş olduğunun bilinciyle "Odada dadısıyla birlikte efendim." dedi hafifçe gülümseyerek. Bir an için eşine 'sana söylemiştim' der gibi kısa ama imalı bir bakış attı ve yeniden krala döndü. "Bu vakitlerde çok huysuzlandığı için rahatsızlık vermek istemedik."

"Olur mu öyle şey..." diye mırıldandı Yixing yumuşak bir sesle. İki yaşında dünya tatlısı bir kız bu masadakilerden daha huysuz ve can sıkıcı olamazdı. "Bu onun dedesinin yas yemeği. Üstelik bebekler annesinden uzaklaştıkça huysuzlanır."

"Haklısınız, efendim."

"Bir sonrakine onu da getirirseniz çok güzel olur." dedi tebessümünü sürdürerek. O sırada aklına bu gece konuşmayı planladığı konu geldi. Bir sonraki yemek... Yarın akşam krallıktan çekileceği düşünülürse onun için bu sarayda bir başka yemek olmayacaktı. Oldukça aleladele söylediği sözler onu olduğu kadar masadaki diğer zihinleri de düşünceli bir ifadeye bürünmüştü.

"Bu sofra daha çok yemek yemeyi planlıyorsunuz gibi görünüyor."

Yixing yüzündeki tebessümün seğirmesine izin vermeden gözlerini sakince Chanyeol'e çevirdi. Sahte nezaketlerdense sahici nefreti yeğlerdi lakin bu kuyruğunu kıstırıp oturacağı anlamına gelmiyordu.

"Bir şey mi söylediniz komutan?" diye mırıldandı tebessümüne nazaran sertleşen sesiyle. Bu ses tonu Prens Chanyeol dışında saraydaki herkesi susturabilirdi.

"Sizi ilk gördüğüm zamanda bu yana ne çok değiştiğinizi söylüyordum, Majesteleri." dedi Chanyeol inatla. İşlerin tatsızlaştığını gören hanedan üyeleri sessizleşmiş, Baekhyun çalgıdaki parmaklarını usulca çekmişti. "Buraya ilk adımınızı attığınızda sürekli gitmekten söz ediyordunuz. İddialı sözlerinize nazaran güç ve servete pek kolay uyum sağladınız."

Kyungsoo kardeşine bakarak uyarıcı bir tonla genzini temizledi. Genç kral alev almaya başlayan gözlerini ondan bir an olsun çekmezken bir elini yumruk yaptı istemsizce. Daha bu sabah rahip, bunun bir yas yemeği olduğunu söylemiş ve tahttan çekildiğini duyurmak için en azından gecenin sonuna dek beklemesi için saatlerce yalvarmıştı. Ölüye ve onun anısına saygısızlık etmenin büyük lanet taşıdığına inanıyordu. Genç kralın böyle inançları olmasa da saygısızlık olabileceği konusunda onunla hemfikirdi. Gerçi hazırlanan masaya ve aile fertlerinin hareketlerine bakılırsa kimse yas tutuyor gibi görünmüyordu.

"Belli ki siz de pek değişmişsiniz komutan." diye mırıldandı genç kral aynı sert sesle. "Sizi ilk gördüğüm gün Kral Zitao'nun eşyalarını yangından kurtarabilmek için bana kafa tutuyordunuz. Şimdiyse onun yas yemeğini sabote etmekten çekinmiyorsunuz."

"Benim babam gerçek bir kraldı!" diye gürledi Chanyeol kızaran gözlerle. "Onun adını almaya nasıl cürret edersin!"

"ASIL SEN BENİMLE BÖYLE KONUŞMAYA NASIL CÜRRET EDERSİN!"

Genç kralın gürler gibi sarf ettiği sözler uzakta bekleyen muhafızların koşarak gelmesine ve Yixing'in etrafını sarmasına neden oldu. Kenarda duran hizmetçi kızlar korkuyla birbirlerine sokuldular. Muhafızlar mızraklarını her yönden genç krala karşı gelen tehlikeleri savuşturmak ister gibi etrafını sarmışlardı. Yixing o denli öfkeliydi ki boynundaki damarlar patlayacak gibi belirginleşmiş, dişlerini sıkmıştı.

Chanyeol ona çevrilen mızraklara çileden çıkmış gibi bakarak "Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz.." diye fısıldadı askelere. Gözleri kıpkırmızıydı. Hayal kırıklığı öfkeyle birleşip öyle karmaşık duygular doğurmuştu ki içinde, bağırmaya bile güç bulamıyordu artık. Yixing denen o çulsuzdan zerre korkusu yoktu. Ancak babasının bizzat görevlendirdiği askerlerin ona böylesine itaatsizlik etmesi müthiş kanına dokunuyordu.

Masadan kalkıp tüm heybetiyle ona uzatılan mızrakların karşısına dikildiğinde kardeşler de ayaklandılar birer birer. Mızrağı sımsıkı tutan ve siyah peçeden dolayı sadece gözleri görünen muhafızlara baktı teker teker. Bir eli kılıcının kınındaydı. "Hadi," dedi aynı kısık ama korkunç sesle. "Beni öldürmeyi deneyin. Deneyin de size gazabımı göstereyim."

Öne doğru attığı adımı engellemek isteyen Kraliçe Park ve Prens Jongin'i savuşturdu ancak bu kez onu yakalayan Prens Junmyeon oldu. Yixing etrafını saran muhafızların ortasında, olayların nasıl bu hale geldiğini sorgulayarak ancak öfkeyle sıktığı yumruklarını hiç çözmeden oturuyordu.

"Bu kadar yeter Chanyeol." dedi Junmyeon yumuşak bir sesle. Komutan kızarık gözleriyle ona baktı bir an için.

"Ailemizi tehdit ediyorlar." diye fısıldadı. "Beni tehdit ediyorlar, görmüyor musun?!"

Junmyeon onun ne hissettiğini anladığını gösteren bir biçimde gözlerini yavaşça kapatıp açtı ve "Biraz sakinleşmen gerek." diye mırıldandı onu iki omzundan tutup geri çekilmeye zorlayarak. "Hadi, gidelim."

Kyungsoo, Jongdae ve Sehun hala yerlerinde oturuyordu. Sehun korkuyla ona doğru sinen annesinin elini sıkmıştı. Jongdae ise eşini tutuyordu korumak ister gibi. Prens Chanyeol kardeşlerinin kimi kimden korumak istediğini çözemedi lakin hala o masada oturmalarını Yixing'e hak verdiklerine yorumladı. Öfkeden delirecekmiş gibi acı bir haykırış kopardı ve neden baş komutan olduğunu insanların gözüne sokacak kadar sert adımlarla masanın etrafından dolaşıp dışarı yürüdü. Prens Junmyeon, Jongin ve Prenses onu takip ettiler.

"Majesteleri," diye fısıldadı Kraliçe Park abartılı bir ses ve gösterişle Yixing'in önünde yerlere kadar eğilerek. "Oğlumun saygısızlığını bağışlayın. Babasına olan derin sevgisinden dolayı çok üzgün. Yalvarırım bağışlayın onu Majestleri!"

Muhafızlar tehlikenin ortadan kalktığına kanaat getirdiklerinde birer ikişer adım geri çekildiler ve Yixing'e eğilerek selam verip ortadan kayboldular. Genç kral yerlere kadar eğilmiş olan kadını ancak o zaman tam olarak görebildi. Sadece o da değil, etraftaki hizmetçi kızlar ve bu saygı gösterisinin bir parçası olmaya pek hevesli olmasalar da kralı daha fazla kızdırmanın iyiye alamet olmayacağını bilen diğer kraliçeler de eğilmişlerdi. Lakin kimse Kraliçe Park kadar kendini yerlere atmıyordu.

"Bağışlayın efendim!" dedi kadın defalarca kez. "Ne dilerseniz yaparım, lütfen oğlumu bağışlayın."

Yixing hiçbir şey söylemeden öylece dikiliyordu. Biraz olsun kendine gelebildiğini hissettiğinde uyuşmuş bacaklarını kalkmaya zorladı. Rahip hemen başucunda endişeyle ona bakıyordu. Genç kral gözlerini önünde eğilen kadından çekip merdivenlere doğru yürümeye başladı hızlı adımlarla. Zihni öfkeyle bulanıklaşmış, gerçek düşüncelerine is düşürmüştü. Kandiller dizili yolda neredeyse koşarcasına yürürken nereye gittiğinden kendi de emin değildi. Birden kendini saray bahçesinin kapısının önünde dikilirken buldu. Uzun zaman önce ürkek adımlarla yürüdüğü yoldu burası. İnsanlar arkalarından fısıldaşıyordu. Kimi bundan memnun olurken bir çoğunluğu sadece ejderhadan korkusuna itiraz edememişti. "Soylu bile değil," demişlerdi arkasından. "Bu cılız çocuk mu yönetecek ülkeyi? O kim oluyor ki? Çulsuzun biri olduğu suratından bile anlaşılıyor."

Kapıda dikilen iki asker Yixing'i görür görmez eğilmişlerdi. Genç adamsa onları hiç görmüyordu. Gözleri tahta kapının aralığından sızan turuncu ışıktaydı. Başını biraz daha kaldırdı yukarı. Zitao'nun anısına yakılmış olan fenerler gökyüzünü kaplıyordu. Tütsü kokuları sarmıştı etrafı.

"Majesteleri görse mezarında ters dönerdi." dedi kapının diğer tarafından acıklı bir ses. "Şu düştüğümüz hale bak. Okuma yazma bile bilmeyen soysuz bir oğlanı başımıza kral diktiler."

Rahip öne doğru atılıp kapıya gitmeye yeltendiğinde Yixing elini havaya kaldırarak onu durdurdu.

"Sus," dedi kapının ardında başka bir ses. "Sarayın dibinde başımıza iş açacak kelamlar etme."

"Ne olacak sanki," dedi az önceki adam. "Kıymetlimiz şimdiye karnını doyurup sıcak yatağına kurulmuştur bile. Bizim gibi bu vakitlere kadar çalışıp eve aç dönmek zorunda değil ya."

Sesler gitgide uzaklaştı ve tamamen kesildi. Yixing bir eliyle yüzünü sıvazlayıp arkasına döndü ve rahiple birlikte arkasında dizilen bir dizi hizmetliye baktı. Onun bakışıyla herkes öne eğilmişti.

"Odama çekileceğim." dedi yakınındaki rahibe bakarak. "Hepsine dağılmasını söyle. Sen de gidip yat, bugün çok yoğundu."

Rahip itiraz etmek ister gibi dudaklarını araladığında Yixing arkasını dönüp hızlı hızlı yürümeye başladı. Boğuluyormuş gibi hissediyordu. Yarı yolda durup derin bir soluk çekti ciğerlerine. Jisoo'nun yanında olmayı her zamankinden daha çok özlüyordu şimdi. Genç kızın güler yüzü aklına canlandı. Gülümsemeye zorladı kendini. Jisoo tüm bunlara katlanabiliyorsa o da yapmalıydı.

Derin bir iç çekti ve "Sana gitmeni söylemiştim rahip." dedi yeniden yürümeye devam ederken. "Yoksa artık sen de mi kralın emirlerine karşı geliyorsun.."

"Olur mu efendim," dedi genç rahip telaşla onun yanına adımlarken. "Bağışlayın, sadece güvenle odanıza gittiğinizden emin olmak istedim."

"Demin de gördüğün üzere beni koruyan yeterince adam var. Ne diye endişeleniyorsun hala?"

Rahip buna cevap vermekten kaçınır gibi bir an duraksadı. Ardından Yixing'e bir adım daha yaklaşarak "Kimseye güvenemezsiniz efendim." dedi fısıltıyla. Yixing güler gibi oldu. Kimseye güvendiği yoktu zaten ama bütün bu entrikalardan ve ölüm korkusunun ardına saklanmış sahtekarlıklardan çok sıkılmıştı.

"Yarın sabah ben uyanır uyanmaz herkese haber edeceğiz." dedi birden. Ellerini sırtında birleştirmiş ve rahibe sesini duyurabilmek için daha yavaş yürümeye başlamıştı. "Hazırlıkları ona göre yap. Tellaları da tam saatinde saraya topla."

"Herkese aynı anda mı söyleyeceğiz?" dedi rahip telaşla. "Evvela hanedan üyelerine vermemiz gere-"

Yixing başını iki yana sallayıp "Onlara önceliği vermek için yeterince zaman kaybettik." dedi düz bir sesle. Buna kendini ikna etmeye çalışır gibi aceleci ve kesin bir hali vardı. Zihni tüm o karmaşaların arasında muhafızların onun etrafını sardığı ve Prens Chanyeol'ün hiçbir şey yapamadığı o ana gidiyordu. Kabul etmek istemese de tam o an içinde garip bir haz duymuş, bencil bir soyluya hiçbir şey yapmasına gerek olmadan dersini verebildiği için mutlu hissetmişti. Sahip olduğum güç bu işte, demişti kendi kendine. Ve bir anda böylesine keyif almak onu korkutmuştu.

"Efendim," dedi rahip kral odasına neredeyse varmışlarken. "Bunu defalarca kez söylediğim için bağışlayın beni lakin yalvarırım kararınızı herkese açmadan önce bir kez daha gözden geçirin." Neredeyse yere kadar eğmişti başını. "Bu ayini yaparsak şayet, başımıza nasıl felaketler gelir hiç bilmiyoruz." Derin bir nefes çekti. "Başınıza nasıl felaketler gelir hiç bilmiyoruz. Ejderha sizi seçtiyse, bunun muhakkak geçerli bir sebebi olmalı."

Gördüğü kabuslar zihnin arkasında beliriverdi yine. Başını iki yana sallayıp "Düşünecek bir şey yok." diye kestirip attı. "Ejderhanın seçimi onun sorunu, ben kendi seçimi yapacağım."

Genç adam artık söyleyeceği her şeyin yersiz olduğunu biliyordu. "İyi geceler rahip." dedi Yixing ona kısa bir bakış atarak. "Belki yarın fırsatım olmaz diye söylüyorum, hizmetlerin için teşekkür ederim."

Rahip kızaran gözlerini gizlemek ister gibi daha çok eğildi ve "Benim için bir onurdu efendim." dedi. Yixing onun bu kadar duygusallaşmasına şaşırmıştı. Hafifçe gülümseyip odasının kapısını açtı ve ona son bir bakış atıp kapıyı kapattı.

Kaşlarını çattı bir an için. İçerisi karanlıktı. Ancak kaşlarını çatmasının esas sebebi bu değildi. Bir an için öylece kalarak geriledi ve az evvel kapattığı kapıyı geri açtı. Gözleri neler olduğuna anlam verememiş gibi bulanıklaştı. Koridorun meşalelerinden vuran ışık içeriyi aydınlattı. Soluğu kesildi.

"Bir şey mi isteyecektiniz efendim?" dedi rahip odasına gitmek için gittiği yolu kapının açılmasıyla geri adımlayarak. Yixing dehşet dolu bakışlarla odayı süzüyordu. Genç rahip aceleyle yanına gelip göz ucuyla içeri baktı ve tıpkı Yixing gibi bir adım geriledi.

Açık camdan içeri esen rüzgar kan kokusunu da beraberinde getiriyordu. Perdenin sallanışıyla birlikte dışarıdan yansıyan ışık yatağın üzerinde kanlar içinde yatan bedeni aydınlattı. Kırmızı damlalar yorganın ucundan süzülüp ahşap zemine ve Türk halısına vurarak tok sesler çıkarıyordu.

"Askerler!" diye gürledi rahip koridorun sonuna doğru hızla koşturarak. "Hekim çağırın çabuk!"

Yixing hala olduğu yerde dikiliyordu. Kıpkırmızı gözlerinin arasından yaşlar hızla akıp gitti. Bir elini onları tutabilmek ister gibi uzattı yatağa doğru ama adımlayamadı. Kesik bir hıçkırık koptu boğazından. Kan kokusu midesini çalkalandırıyor, dizleri titriyordu.

"Askerler!" diye gürledi yeniden rahip. Kısa zamanda yüzlerce hizmetli ve asker koridora doluştu. Hepsinin yüzünde aynı korku ve acı dolu ifade vardı. Göz ucuyla kapının ardına bakabilenler gördüklerini fısıltıyla birbirlerine aktarıyor, kralın gözüne çarpma düşüncesinden bile deli gibi kaçınıyorlardı.

Yixing en sonunda büyük bir haykırış kopararak kendini yere attı. Biri göğsüne elini atıp kalbini canlı canlı sökmeye çalışıyormuş gibi somut ve korkunç bir acıydı hissettiği. Boğazından beliriyor, bileklerini ağrıtıyor ve ardı ardına sıralamak istediği korkunç çığlıklarına gereken gücü tüketiyordu. Buğulanan gözlerinin elverdiği görüş alanında zihnine takılan son şey Nene'nin Shinwa'ya siper etmek ister gibi etrafına sardığı kanlar içindeki bedeni olmuştu. Sonra biri kapıyı çekti ve bir başkası dudakları arasından zorla bir sıvı vererek ona yutturdu. Gerisi uyuşukluktu. Artık acı hissetmiyordu. Kan kokusu duyumsamıyordu hiç. Berbat bir kabusun sonuna gelmiş gibi derin bir nefes çekti ciğerlerine ve sanki hiçbir şey yaşanmamış, eski evlerinde sert zemine serdikleri ince battaniyede Nene ve Shinwa'yla uzanıyormuş gibi derin bir uykuya daldı.

Selamm!!

Bu kadar uzun sürdüğü için üzgünüm :') Asla istediğim gibi gitmediği için yeniden yeniden yazdım. Sonu hakkında hala endişelerim var vee nasıl ilerlemek istediğimi bilsem ve ona göre davransam da tepkileriniz konusunda pek emin olamıyorum. Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi duymayı çok isterim.

Yeterince ağlayamadıysanız bölüm şarkısını dinleyip tekrar denemenizi öneririm bxdcnbdnx Dinlemişken kanal sahibinin diğer videolarına da bi göz atmalısınız tüm çevirileri çok güzel :)

Sınavlarım olduğu için yb sözü veremiyorum ama umarım çok uzun sürmez. O zamana dek kendinize çok iyi bakınn💜

Heilly

ig: castkiddin

Continue Reading

You'll Also Like

880K 70.4K 14
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...
31.5K 2.8K 12
Kim Taehyung öğrencisine fazla mı ayrıcalık tanıyordu? Daha ona sınav cevaplarını verdiği kısma gelmedik. Yaş farkı !
222K 22K 32
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.
28.9K 1.2K 43
Bu kitap Yabani dizisinin 28. bölümünden sonra ASLAZ cephesinde yaşanan olayları konu aldığım bir kitaptır. Görmek istediğimiz fakat tüm beklentileri...