𝙬𝙤𝙤𝙙𝙚𝙣 𝙝𝙤𝙪𝙨𝙚 🌲 |...

By dalgaadalga

18.2K 2.9K 13.5K

kim yaz tatili boyunca kendine ait bir ağaç evde yaşamak istemez ki? üniversite'nin ona sağladığı imkanıyla... More

𝐩𝐫𝐨𝐥𝐨𝐠𝐮𝐞
- 𝐜𝐡𝐚𝐩𝐭𝐞𝐫 𝐨𝐧𝐞 -
- 𝐜𝐡𝐚𝐩𝐭𝐞𝐫 𝐭𝐰𝐨 -
- 𝐜𝐡𝐚𝐩𝐭𝐞𝐫 𝐭𝐡𝐫𝐞𝐞 -
- 𝐜𝐡𝐚𝐩𝐭𝐞𝐫 𝐟𝐨𝐮𝐫 -
- 𝐜𝐡𝐚𝐩𝐭𝐞𝐫 𝐟𝐢𝐯𝐞 -
- 𝐜𝐡𝐚𝐩𝐭𝐞𝐫 𝐬𝐢𝐱 -
- 𝐜𝐡𝐚𝐩𝐭𝐞𝐫 𝐬𝐞𝐯𝐞𝐧 -
- 𝐜𝐡𝐚𝐩𝐭𝐞𝐫 𝐞𝐢𝐠𝐡𝐭 -
- 𝐜𝐡𝐚𝐩𝐭𝐞𝐫 𝐧𝐢𝐧𝐞 -
- 𝐜𝐡𝐚𝐩𝐭𝐞𝐫 𝐭𝐞𝐧 -
- 𝐜𝐡𝐚𝐩𝐭𝐞𝐫 𝐞𝐥𝐞𝐯𝐞𝐧 -
- 𝐜𝐡𝐚𝐩𝐭𝐞𝐫 𝐭𝐡𝐢𝐫𝐭𝐞𝐞𝐧 -
- 𝐜𝐡𝐚𝐩𝐭𝐞𝐫 𝐟𝐨𝐮𝐫𝐭𝐞𝐞𝐧 -
- 𝐜𝐡𝐚𝐩𝐭𝐞𝐫 𝐟𝐢𝐟𝐭𝐞𝐞𝐧 -
- 𝐜𝐡𝐚𝐩𝐭𝐞𝐫 𝐬𝐢𝐱𝐭𝐞𝐞𝐧 -
- 𝐜𝐡𝐚𝐩𝐭𝐞𝐫 𝐬𝐞𝐯𝐞𝐧𝐭𝐞𝐞𝐧 -
- 𝐜𝐡𝐚𝐩𝐭𝐞𝐫 𝐞𝐢𝐠𝐡𝐭𝐞𝐞𝐧 -
- 𝐜𝐡𝐚𝐩𝐭𝐞𝐫 𝐧𝐢𝐧𝐞𝐭𝐞𝐞𝐧 -
- 𝐜𝐡𝐚𝐩𝐭𝐞𝐫 𝐭𝐰𝐞𝐧𝐭𝐲 -
- 𝐜𝐡𝐚𝐩𝐭𝐞𝐫 𝐭𝐰𝐞𝐧𝐭𝐲 𝐨𝐧𝐞 -
final
reklammm

- 𝐜𝐡𝐚𝐩𝐭𝐞𝐫 𝐭𝐰𝐞𝐥𝐯𝐞 -

751 123 658
By dalgaadalga

temmuz'un son haftalarına giriş yapmışken, ağaç evimizde geçirdiğimiz sürenin azalmasını bilmek beni üzüyordu. louis'lye dünkü uyumamızdan sonra sabah erken kalkmış ve bize kahvaltı hazırlamaya çalışmıştı.

elinin miktarını ayarlayamayıp etrafı bir sürü pankekle doldurlan louis'yi görünce kaşlarımı kaldırarak mutfağı bir güzel süzmüş ve bana sırıtarak bakan bebeğime gülmeden edememiştim.

bir eline, sanki kullanacakmış gibi mutfak eldivenlerinden takması o kadar komiğime gitmişti ki bütün kahvaltı boyunca bununla dalga geçmiştim. en sonunda ikimizde mutfağı hızlıca toplayıp hafta sonu yapılan yarışmanın yolunu tutmuştuk.

bu sefer zorlu bir görev bizi bekliyordu. ikinci olarak çaldığın veya daha az çaldığın bir müzik aleti üzerinden bütün marifetlerini göstermen gerekiyordu. ben çoğunlukla elektrogitar çaldığım için ikinci olarak piyano çalacaktım. louis iste baterisi yerine gitar çalmayı tercih etmişti.

fakat başka bir enstrüman çalmayı bilmiyorsan, ki bilmeyen vardı, bölüm hocamıza en iyi vocalini sergilemesi gerekiyordu. kısacası ya şarkı söyleyecektik ya da başka bir enstrüman çalacaktık. küçüklükten beri ikisi üzerinden de yeteri kadar çalışan birisi olduğum için çalan tarafa geçmiştim.

ana meydana giden patika yoldan giderken yarışmanın akşama çekildiği daha yeni aklıma gelmiş ve yavaşça duraksamıştım.
yanımda yürüyen louis duraksadığımı görünce durup bana bakmaya başladı,

"noldu harold?" derken sesindeki meraklı tını onun da unuttuğunu gösteriyordu.

"yarışmayı akşama çekmişlerdi ya louis." diyerek elimi belime koyduğumda o da eliyle yavaşça kafasına vurarak konuşmaya başladı,

"doğru ya, bunu nasıl unutabiliriz? bir de 3 kere duyuru yapmalarına rağmen." diyerek kafasını iki yana sallamaya başladığında,

"ben neden unuttuğumuzu biliyorum sanırım." diyerek onu gözlerimle hapsetmeye başlamıştım. "hey!" diyerek kızarmaya başlayan yanaklarıyla koluma vurduğunda kıkırdayarak elimi omzuna attım.

"neyse artık biz de keşife çıkarız." diyerek patika yoldan sapmıştım. sesini çıkarmadan bana ayak uydurduğunda ilgimi çeken çiçeklerin olduğu yollardan geçmeye başladık. louis her çiçek gördüğünde bana gösteriyor, beğenirsem yere nerden bulduğunu bilmediğim tebeşirle işaret koyuyordu. bu sayede kaybolmazmışız.

gülerek patika yolların biraz daha aşağısına indiğimizde bazı sesler duyarak duraksamıştım. louis de kolumun altında olduğu için gülümsemesi yüzündeyken bana bakıyordu. kulaklarımı kabartarak daha çok dinlemeye başladığımda louis azını açacakken işaret parmağımı dudaklarına yasladım.

"şşş lou, su sesini duyuyor musun?" diyerek fısıldadığımda parmağıma öpücük koyarak kıkırdamaya başlamıştı. utanarak parmağımı çektiğimde lou'nun, sesin geldiği yere doğru yönelmesini izledim.

"gerçekten geliyor harold, dere falan mı var acaba?" diyerek ilerlemeye başladığında paytak adımlarla arkasından gidiyordum.

"louis, beni beklesene ya," diyerek koluna yapıştığımda gülerek konuşmaya devam etti,
"merak etme hazzy, ben varken sana kimse bir şey yapamaz." dediğinde sırıtarak koluna girdim.

patikanın hemen bitişinde artık yol bitiyordu ve geriye normal toprak alan kalıyordu. yemyeşil ağaçların üstündeki kuşlar cıvıl cıvıl ötüyordu ve toprak kokusu her yere hakimdi.

yerde ağaçlardan düşmüş kozalaklar doluydu ve yürüdüğümüzde hafif çatırdayarak ses çıkaran dallar vardı. hemen ileride bir dağ yamacı olduğu için patikayı neden bitirdiklerini şimdi anlıyorduk.

"aman tanrım! burası harika." diyerek lou'nun kolundan çıktığımda önümüzdeki dağ'a bakıyorduk. normalde hep uzaktan gördüğümüz küçük şey, şu anda devasa bir şekilde karşımızdaydı. henüz yanında olsakta yukarıda bulutların hakim olduğu yamaçları göze çarpıyordu. dağın yanına yaklaştıkça artan su sesinden dolayı heyecandan hızlı hızlı ilerlemeye başlamıştım.

ilerledikçe sağa doğru yönlendiren yolda tam olarak döndüğümde arkadan gelen lou'nun adımlarını sanki kulağımın dibimde hissediyordum. karşımızda bulunan ve sarmaşıklardan oluşan kapı gibi bir yer gördüğümüzde ikimizde birbirimize şaşkınca bakmaya devam etmiştik.

tam elimi atıp içeri doğru girecekken lou'nun, "ya içeride birisi varsa?" demesiyle duraksamıştım. biraz daha bakıştıktan sonra gözlerimi kapatıp sarmaşıkların arasına daldım.

louis'nin de hemen arkamdan geldiğini çıkan hışırtıdan anlamıştım. gözlerimi açtığımda küçük bir gölet ve gölete tertemiz suların geldiği dağ yamacını gördüğümde şokla kalakalmıştım.

çünkü bu louis'den sonra hayatımda gördüğüm en güzel şeydi. soğuk olduğunu düşündüğüm sular dağın tepesinden geldiğini belirtircesine göle dökülüyordu. ve yukarda bize göre büyük, dağa göre küçük olan oyuk sayesinde içeride loş bir aydınlık vardı.

ama en güzel şey ise çimenlerin üstünün mosmor çiçeklerle kaplı olmasıydı. suyun maviliğiyle karışınca büyüleyici olan bu görüntüye biraz ara verip lou'ya bakmak için ona doğru döndüm.

ağzı açık bir şekilde suya bakarken yüz ifadesinden dolayı kahkaha atmaya başlamıştım. "neye gülüyorsun, gören de sanacak ki hep şelale görüyor." diyerek kıvırta kıvırta yürümeye başladığında gülerek sırtına atlamıştım.

"aww louis, daha demin ilk tribimi yedim farkında mısın?!?!?"

gülerek beni sırtına alırken kafasını sallamaya başlamıştı. dayanamayıp yanağına sulu bir öpücük kondurduğumda yüzünü döndürerek bana bakmaya başladı.

"inanamıyorum." diye konuştuğunda kafam karışık bir şekilde öne eğildim ve,
"neye inanamıyorsun loueh," diyerek sordum.

kafasını iki yana sallayarak konuşmaya başladı, "şu an karşımızda devasa bir şelale var, içeri güneşin loş ışığı vuruyor, çimenlerim üstü renk renk çiçeklerle dolu, hafif soğuk olan büyüleyici bir yerdeyiz ve ben kafamı çevirdiğimde bütün bu her şeyden daha güzel olan birini karşımda görüyorum."

dedikleri karşısında yavaşça gözlerim dolarken sırtından indim ve kollarımı boynuna doladım. elleri belimdeki yerini alırken sudan dolayı yansıyan ışıktan dolayı daha çok mavileşen gözleriyle bana bakıyordu. elinden tutup yavaşça yere uzandığımızda parmaklarımı ağzına koyarak konuşmaya başladım,

"beni ağlatmaya hakkın yok şu an." söylediklerim karşısında minik bir tebessümle gözümdeki yaşı sildikten sonra derin bir nefes çekerek bana sarıldı.

kafasını boynuma gömerken, arkada gelen şelalenin sesini bastırarak konuşmaya başladı, "artık sana istediğim şekilde seslenebilmek istiyorum harry." mırıltılı sesi kulaklarıma dolduğunda gülümseyerek çenesinden tuttum ve kafasını yukarı kaldırdım,

"bana istediğin şekilde seslenmen için her şeyi yaparım louis." diyerek fısıldadığımda rahat bir nefes verdi. aramızdaki saçma belirsizliği bir kenara bırakmak, özellikle böyle bir ortamda çok hoşuma gitmişti.

"yani, artık sana istediğim şekilde sarılabileceğim, öpebileceğim ve sevgilim diye seslenebileceğim anlamına mı geliyor bu?" diye muzipçe konuştuğunda gülümseyerek devam ettim,

"aynı zamanda saçlarımı okşayarak beni uyutabilir, beraber uyuyabilir ve bana şarkılar söyleyebilirsin demek sevgilim." diyerek konuştuğumda gözleri dolarak dudağıma yaklaştı.

"daha önce, hiç birini böyle sevebileceğimi düşünmemiştim. bana bu hisleri yaşattığın için, ruhumun diğer yarısını tamamladığın için teşekkür ederim." diye fısıldayıp beni öpmeye başladı. o kadar nazik ve yavaştı ki sevildiğimi yeniden hissetmiştim.

ellerini saçlarımdan geçirerek daha derinlere inerken ıslak bir şekilde öpüşme seslerimiz mağarada yankılanıyordu. gülümseyerek dudaklarını bırakırken yüzünü sevmeye başladım. güldüğünde kısılan gözlerinin yanına bir öpücük bıraktığımda o da boynuma bir öpücük kondurmuştu.

"şimdi niall olsaydı buz gibi suya atlardı." diyerek güldüğümde o da bana eşlik etmişti.

"zayn de şuradaki çıkıntıyı görüyor musun? oraya çıkarım diye benle zorla iddiaya girip kendini sakatlardı."

dediği şeyle kahkaha attığımda nefes nefese ben devam etmiştim,
"peki liam? büyük ihtimalle bizi burada bırakıp boya yapmak için ot falan topluyor olurdu."

daha sonrasında mağarayı biraz gezmiştik. louis suyun hemen yanında zorla fotoğrafımı çekmiş ve duvar kağıdı olarak değiştirmişti. ben de onu çiçeklerin üstüne yatırıp üstten çekerken huysuz huysuz bana bakıyordu. gülümseyerek öpücük atıp mor çiçeklerin arasında poz verdirirken durumdan zevk almaya başlamıştı.

mağaradan çıkarken dramatik bir şekilde el sallayarak yarışma için yola koyulmuştuk. gelişimiz daha kolay olmuştu çünkü lou'nun işaretleri gerçekten de işe yaramıştı.

meydana girmeden hemen önce ellerini yakalayarak kendi ellerime hapsettim. çekinerek gözlerine baktığımda gülümseyerek kafasını sallamış ve yürümeye devam etmiştik.

aynı üniversiteden olduğum arkadaşlarımla karşılaşınca onları louis'yle tanıştırıyor ve sohbet etmeye başlıyorduk. 4 yıldır beni yalnız görenler şaşırarak önce ellerimize bakıyor sonra samimi bir gülüşle tebriklerini sunuyorlardı. louis'nin utandığını fark edince hemen içeri doğru ilerlemiştik.

louis ohlayarak yanımda yürürken gülerek yanağını sıktım, "eee harry edward styles'ın sevgilisi olmak kolay mı sandın?" diyerek ona sataştığımda göz devirerek koluma vurup daha sonra kıyamamış ve öpücük kondurmuştu.

böyle atışıp yürürken karşımızda ağzı 5 karış açık niall'ı görmemle duraksayarak louis'ye baktım. bugün çok fazla duraksıyordum.
gülerek niall'a el salladığını fark ettiğimde niall bağırarak üstümüze koşmaya başlamıştı.

"İŞTE BU BE! ASLAN PARÇASI BAŞARACAĞINI BİLİYORDUM. ULAN SEN VARYA SEN SEN VARYA SEN ASLANIM BENİM," diyerek lou'nun üstüne zıplarken korkuyla geri çekişmiştim. etraftakiler gülerek bizi izlerken louis kahkaha atarak niall'a sarılmaya başlamıştı.

bıraksam maç taraftarı gibi kutlama yapacaklarını anladığımda ikisinin de kolunu tutarak sınıfın yolunu tuttum. niall kafeteryaya uğrayacağını söyleyince onu serbest bırakmıştım. bu sefer zemin katta olan sınıfa girdiğimizde etrafı süzerek şöyle bir bakış attım.

"sakin ol bebeğim, eminim çok güzel çalacaksın." diyerek arkadan bana sarılan louis'ye tebessüm ederek önüme döndüm ve kafasına öpücük kondurdum.
"aynısı senin için de geçerli, bizim yapamayacağımız hiçbir şey yok."

kendi kendimi gaza getirirken yüzü kireç gibi olan niall sınıfa girdiğinde kaşlarımı çatarak ona bakmaya başladım.

"bu halin ne niall, bir şey mi oldu?" diyerek koluna dokunduğumda irkilerek bana bakmaya başladı. daha çok korkarken louis de kaşlarını çatmış, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

"yok bir şey hazz, biraz midem bulandı sanırım. öğlen çok yemiştim de." diyerek zorla gülmeye çalışan niall'a kuşkulu bakışlarımı yollayarak kafamı sallayıp tamam dercesine omzunu sıktım. elbet kokusu çıkardı.

bölüm hocamız geldiğinde klasik bir sohbet etmiş ve louis ile bizi gördüğünü, çok mutlu olduğunu söylemişti. şanımızın her yere yayılmasına şaşkınlıkla bakarken louis kızararak hocaya teşekkür edip duruyordu.

sonunda piyano başına geçtiğimde herkesin izlediğini bilerek yavaşça şarkıya giriş yapmıştım. ellerimi zarifçe tuşlarda gezdirirken akıcı bir şekilde çalmaya devam ediyordum. kafamı kaldırarak hafifçe geriye attığımda gülümseyerek kendimi ritme kaptırdım. en sonunda keskin bir şekilde bitirdiğimde hayranlıkla bana bakan sınıfa utangaç bir gülümseme bırakmıştım. louis dayanamamış, "İŞTE BENİM SEVGİLİM BE!" diyerek bağırarak bana havadan öpücük atmıştı. gülmeye başlayan sınıfla yerimden kalktığımda yavaşça lou'nun yanındaki yerimi almıştım.

louis de gitarından çok soft bir şarkı çalmaya başladığında içime dolan huzurla onu izlemeye başladım. minicik elleri tellerin üstünde dans ediyor, arada dudaklarını büzerek çalmaya devam ediyordu.

sok kısmı da çalıp bitirdiğinde ıslık çalıp alkışlamaya başlamıştım. niall bizi kameraya çekerken bölüm hocamız gülerek ikimizi süzüyordu.

herkes işini bitirdiğinde güzel bir günün veridiği tatlı yorgunlukla, "hadi kahve içmeye gidelim, burada vardı diye biliyorum." diyerek zemin katta bulunan kafeye yönelmiştim. fakat niall önüme geçerek beni durdurmuştu.

"hayır, bence gitmeyelim. hiç gerek yok boşver ben sana evde yaparım kahveni." beni çekiştirmeye başladığında louis araya girerek,

"aslında bir kahve çok iyi gider niall." diye  kolumu kurtardığında gülümseyerek kafeye doğru yol aldım.

niall'ın sıkıntıyla ellerini cebine sokmasını izlerken neden bu kadar fazla gerildiğini anlamamıştım. üçümüzde sipariş için beklerken niall yalvararak gitmemiz gerektiğini söylüyordu ama gelmişken gitmek istemediğimiz için hemen alıp çıkacağımız konusunda ona söz vererek telkin etmeye çalışıyorduk. sıra bize geldiğinde niall günah benden gitti anlamında kafasını salladığında sipariş vermek için kafamı kaldırdım.

bardağa isim karalayan çalışana bakarken bana bakmasını bekliyordum,
kafasını kaldırmadan önce, "evet isminiz lütfen," diyerek mırıldandığında etrafımdaki her şey durmuştu.

louis ne oldu dercesine koluma dokunurken yutkunarak kafasını kaldıran josh'a bakmaya başladım.

yavaşça bardağın üzerindeki elleri donakalırken, ağzından adımı duymamla gözlerimi sımsıkı kapamıştım.

"harold?"




-




🌲

bakın şimdi küfür edicem gittiniz bütün romantik ortamı bozdunuz alın size kaos kavga karmaşa bum!

şaka şaka ben diğer bölüm joshı kovarım merak etmeyin (sj)

bölüm nasıldı???!!!!!

oy vermezsen yb yok hadi bakim
(😫😫😭😭❤️‍🔥🥺😭🤏🏼🤏🏼😫🥺🥺)

Continue Reading

You'll Also Like

2.2K 365 7
Dondurma erimeden, kurtar onu kola askeri! -kola askeri, çilek prensesi, dondurma tanrısı!
67.7K 5.7K 51
Nct ailesinin hayatına hoş geldiniz. Neden bir sandalye çekip otur muyorsunuz?
Solasta By middie

Fanfiction

17.9K 2.8K 61
"Gülüşünüz, diyorum Ekselansları, bu dünyada görülmeye layık tek bir manzara var ise eğer, o sizin gülüşünüzdür." [wongkunhang+xiaodejun] Elysian adl...
4.9K 501 14
Charles: hâlâ unutamadığım ve yerini doldurmayı bir türlü beceremediğim tek kişi sensin. Charles: Özür dilerim, Erik. ya da, Charles Xavier'ın telâfi...