rideau

By hindistanfili

273K 25.2K 33.1K

birkaç saniye öylece buğra'yı izledi. mecnun, buğra'nın düşündüğü kadar basit biri değildi. belki de ikisi de... More

bir
iki
üç
dört
beş
altı
yedi
sekiz
dokuz
on
on bir
on iki
on üç
on dört
on beş
on altı
on yedi
on sekiz
on dokuz
yirmi
yirmi bir
yirmi iki
yirmi üç
yirmi dört
yirmi beş
yirmi altı
yirmi yedi
yirmi sekiz
yirmi dokuz
otuz
otuz bir
otuz üç
otuz dört
otuz beş
otuz altı
otuz yedi
otuz sekiz
otuz dokuz
kırk
kırk bir
kırk iki
kırk üç
kırk dört
kırk beş
kırk altı
kırk yedi
kırk sekiz
kırk dokuz
elli
elli bir
elli iki
elli üç
elli dört
elli beş
elli altı
elli yedi
elli sekiz
elli dokuz
altmış
altmış bir
altmış iki
altmış üç
altmış dört
altmış beş
altmış altı
altmış yedi

otuz iki

4.9K 479 892
By hindistanfili


*
perşembe
12.03
mecnun
buğra



o gün hava, öncekilere göre daha sıcaktı.

pencerenin arkasında birkaç kuş karşı kaldırımdaki ağacın üzerinden cıvıldıyor, sokağın üzerinden tek tük arabalar geçip yayvan bir gürültü bırakıyorlardı. üst komşularının kedisi arada sırada bir şeyleri yere dökerek kısık bir ses çıkarıyor, alt komşuları ise sürekli pencereyi açıp kapatıyordu. küçük, bir arada birikmiş bu seslerin arasında camı kapalı, öylece yüzünün yarısını yastığa saklamış uyuyordu.

onu uyandıran ses annesinin içeri girişiyle beraber bağırmaya başlamasıydı. "bu odanın hâli ne böyle?" annesi terliklerinin çıkardığı sinir bozucu bir sesle pencereye gitti ve camı açtı. "leş gibi olmuş burası, şu hâle bak," yüzünü buruşturarak yerdeki kıyafetleri aldı. "...temiz mi bunlar, kirli mi, belli değil."

herhangi bir sözlü tepki vermeden rahatsızca yüzünü yastığa bastırdı ve ayağını yorganın içine itti. "oğlum," dedi annesi ona yaklaşıp elini beline, azarlar gibi koyarak. "...okulun yok mu senin, saat kaç?" sesi gergindi.

yorganı beline kadar çekerken gözleri kapalı bir şekilde "çıkar mısın?" dediğinde sesi boğuk çıkmıştı.

"dersin yok mu senin buğra?" diye sordu kaşları çatık bir şekilde. "kalmadığın ders kaldıysa devamsızlıktan mı bırakmak istiyorsun?"

uykusunun arasında "çık hadi artık." diye yanıtladı annesini.

annesi üzerindeki yorganı alıp kenara itti. "kalk, saat on iki olmuş, on iki ya. kendinde misin sen?"

"anne çıkar mısın," sinirli bir şekilde yatağın üzerineki yastığı başının üzerine koyup pencereden içeriye giren ışıktan gizlendi. "...sana mı batıyor?"

"kalk," diye tekrar etti annesi. "...suna'yı okuldan almaya gideceksin."

derin bir nefes verdi sinirle. "sen alamıyor musun?"

"ne demek sen alamıyor musun ya?" annesinin sesi daha sinirliydi. "benim işim gücüm yok mu oğlum? bir gün işten izin aldım, onda da işlerim var."

"ya arabayla beş dakika bile değil." sesi hâlâ uykulu ve boğuk, gözleri hâlâ kapalıydı.

"kalk şu yataktan," dedi annesi yastığı onun yüzünden çekerken. "...it kopuk gibi öğleye kadar yatmaya başladın, kardeşini al gel de bir işe yara."

yutkunarak nefesini verdi. birkaç saniye uykudan uyanmanın verdiği sersemlikle nefesini ve nabzını düzene sokmaya çalışmış, vücudundaki gevşekliği sindirmeyi denemişti. "hadi artık."

yataktaki duruşunu az da olsa düzeltirken başını salladı. "tamam," gözleri hâlâ kapalıydı. "...alacağım."

"kalk o zaman."

"çık, tamam," dedi elini yüzüne kapatarak. "...giderim birazdan."

"buğra beni delirtmeye mi çalışıyorsun?"

"tamam dedim," gözlerini açıp annesine baktığında yüzü soluk gözüküyordu. "...gideceğim."

annesi birkaç saniye buğra'ya bakıp geriye bir adım attı. daha da bir şey demeden odanın çıkışına yöneldiğinde hâlâ yerdeki kirlileri toplamaya devam ediyordu. "alma onları," diye seslendi arkasından buğra kısık gözlerle. "...temiz onlar."

kucağındakilerle beraber hepsini yere geri atan annesi cıklayarak kapıya gitti. "yemek var mutfakta," dedi söylenir gibi. "...koydum masaya, gel yiyelim."

ona yanıt vermeyen buğra yataktan kalkmakta biraz gecikmişti. birkaç dakika telefonuna bakıp boş boş oyalandıktan sonra doğrulduğunda saat on ikiyi çeyrek geçiyordu. uzunca bir süre esneyip başını yatak başlığına yasladığında eğer kendini tutmasaydı oturur pozisyonda öylece uyuyabilirdi. tamamen yataktan kalkıp dolabına yöneldiğinde ise annesi onu mutfağa tam üçüncü kez çağırmıştı.

giyinmeden önce mutfağa gidip sofraya baktı. "yüzünü yıkadın mı?"

masanın üzerindeki kahveyi parmaklarının arasına aldı. "bu benim mi?" annesi başını salladığında buğra bardağı kaldırdı ve dudaklarına yasladı. bir yudum alıp derince yutkunduktan sonra kaşlarını çatarak annesine döndü. "suna kaçta çıkıyor?"

"bire çeyrek kala," ayağa kalkıp buğra'ya sandalye çekti. "...oturarak ye."

bardağı masaya bıraktı. "yemeyeceğim." derken baş ağrısından istemsizce kaşlarını çatıyordu.

"gel şuraya," dedi annesi ona bakarak. "...ben de kalkacağım bak şimdi sofradan."

"ye anne sen," mutfak dolabına gidip raftan bir ağrı kesici çıkardı. "...benim canım istemiyor."

"iyi, ben de yemiyorum o zaman."

ağrı kesiciyi dudaklarına götürüp masanın üzerindeki kahveyle beraber içtiğinde sıcaktan dili yanmıştı. bir kısmı içilmiş bardağı masaya bırakırken annesini yanıtlamamıştı.

"şunu ye." annesi reçel bandırdığı ekmek parçasını buğra'ya uzattığında buğra geri çekilmişti. "küserim."

annesi tekrar ekmeği uzattığında buğra kaşlarını çatarak tekrar geri çekildi. "reçel sevmiyorum."

"peynir vereyim mi o zaman?" diye sordu beklentiyle.

"ye anne kendin," masanın üzerindeki sigara paketinden bir dal sigara çıkardı. "...benim midem bulanıyor şimdi."

"e kahveyle karın doyuruyorsun," annesi ağrı kesici aldığını bile görmemişti. "...şaşılacak şey mi?"

ona yanıt vermedi. "çakmağın yanında mı?" derken gözleri masayı arıyordu.

"şunu ye vereyim çakmağı." diyerek ekmeği tekrar buğra'ya uzattığında buğra bu sefer reddetmeyerek ekmeği almış ve ağzına götürmüştü. "oğlum benim." diyerek çakmağı buğra'ya verdiğinde buğra sigarayla beraber mutfağın balkonuna çıkmıştı.

yakasını yukarı çekerek balkon kapısını kapattı ve sandalyeye oturdu. sigarası bitene kadar kendisine gelen mesajlara şöyle bir yanıt verdikten sonra odasına geri dönmesi çok uzun sürmemişti. üzerine hızlıca bol bir kazak geçirip altına eşofmanını giydi. annesinin yere attığı çamaşırların arasından ceketini bulup üzerine geçirdiğinde aynaya bile bakmamıştı.

araba anahtarını koridordan alıp dışarı çıkmadan önce annesinin yanına uğramıştı. "sen bir yere gidecek misin?"

gelen faturaları okuyan annesi gözlüğünü çıkarmadan "yok," dedi dalgınlıkla. "...şimdi değil."

"iyi," dedi çantasını omuzuna alırken. "...çıkıyorum ben o zaman."

gözleri kapıdan dışarı çıkan buğra'ya dönmeden, onun duymayacağı kadar kısık bir sesle "görüşürüz." dedi. o an düşündüğü tek şey elektrik faturasının neden bu kadar gelmiş olmasıydı, fazlası değil.

boş trafikten kardeşinin okuluna birkaç dakika erken gitmişti -evden erken çıkmış olması da bunda etkiliydi-. onu beklerken neredeyse direksiyonda uyuyacaktı. buğra gerçekten uykuluyken araba sürmekten nefret ediyordu, böyle zamanlarda kendisini uyanık tutmak zorunda olduğu için geriliyordu.

kız kardeşini beklerken arabaya ilk bindiğinde yan koltuğa attığı sırt çantasını kendine çekip cüzdanını alıp almadığını kontrol etmek istedi fakat gözleri çantasının iç kısmında, lacivert sharpie ile yazılmış m harfine takıldı. on birinci sınıftan beri çantasının bir köşesinde kitaplarının, defterlerinin ve kalemlerinin görüntüsünü bir bir ezberlemiş olan bu küçük, mavi m harfi o an öyle yalnız gözüküyordu ki buğra yorgun bir şekilde gözlerini kapatıp baş ağrısını dindirmeye çalışmıştı. mecnun'u olması gerekenden çok daha fazla özlemişti ve bunu yıllar önce yazılmış aptalca bir harfte bile netçe duyumsamak sinirlerini bozuyordu.

sabah uyandığında aklına hiçbir şey gelmemişti, nitekim annesinin yanına gittiğinde, balkona çıkıp tek dallık bir sigara içtiğinde, acelesizce üstünü giyindiğinde, merdivenlerden indiğinde, arabaya bindiğinde, montunu arka koltuğa attığında ve hatta kırmızı ışıkta durduğunda bile aklına hiçbir şey gelmemişti ancak çantasının kenarında gördüğü ufacık bir harf bile şakaklarının sızlamasına sebep oluyordu. düşünmeyi ne kadar ertelerse ertelesin mecnun, hayatının her noktasında vardı ve buğra'nın onu hayatından atması için önce kendisinin gitmesi gerekiyordu.

cüzdanına bakmadan çantasını koltuğa geri bıraktı, dirseğini cam kenarına yasladı ve dışarıyı izlemeye başladı. hava kışa rağmen güzeldi, üstelik okul çevresinde olmasına rağmen boş park yeri bile bulmuştu ancak içinde kocaman bir boşluk vardı ve bunu aşamıyordu. nereye giderse gitsin, kendini hiçbir yere ait hissetmiyordu. o hiçbir zaman mecnun'suz bir hayat düşünmemişti ki. onun yokluğu, buğra'yı kendine yabancılaştırıyordu; uzun zaman sonra ilk defa kendini bu denli yalnız görmüştü. hissetmek değil, görmek. insan her aynaya baktığında yanında birini gördüğünde, bir gün yansımasıyla yalnız başına karşılaştığında eksiliyordu. buğra, bu eksikliği hissetmiyor; son raddesine kadar yaşıyordu.

telefonunun ekranından saate baktıktan sonra sıkıntıyla başını arabanın koltuğuna verdi. başı ağrıyor, midesi bulanıyor, bedeni anlamsız bir üşümeyle soğuk bir şekilde terliyordu. karnı açtı ancak yemek yemek istemiyordu. o an hayatını dondurabiliyor olsa kardeşini okuldan alır, eve bırakır, arabanın anahtarını annesine devreder ve daha fazla düşünmeden hayatını dondururdu.

kardeşi birkaç dakika içinde okul kapısının önünde gözükünce arabadan çıkmak yerine kornaya kısıkça bastı. suna zaten akıllı bir kızdı, abisinin onu almaya geldiğini anlaması vaktini almamıştı. gülerek arabaya koşmaya başladığında yüzünde içine sığdıramadığı bir mutluluk vardı. buğra onu arabayla almaya geldiyse muhtemelen bir yerlere uğrayacaklardı.

buğra arabanın kilidini açıp kız kardeşinin kapıyı açmasını beklerken çantasını arka koltuğa atmıştı. kardeşi içeri girip "ben geldim." diye kendini belli ettiğinde çantasını kucağına alarak oturmuştu.

"hoş geldin." kardeşinin çantasını da alıp arka koltuğa bıraktı. "kemerini tak." kardeşi kemeri taktığında buğra anahtarı çevirerek arabayı çalıştırmıştı.

"bak," eline kaldırıp bileğindeki yıldız stickerını buğra'ya gösterdi. "...hale bugün bana bunu verdi."

arkasına bakarak arabayı park ettiği yerden çıkarırken "hale kim?" diye sordu.

"sıra arkadaşım." bileğini buğra'nın gözüne sokmaya çalıştı. "beğendin mi?"

"evet," dedi önüne geri dönerken. "...güzelmiş." arabayı park yerinden tamamen çıkardı. "eve gitmeden önce benim okuluma uğrasak olur mu?"

"olur." derken neşeyle ayaklarını sallamıştı.

"tamam o zaman." dedi yumuşak bir sesle. o sırada da hem kendi gerginliğini alabilmesi hem de kız kardeşinin eğlenmesi için arabadan rastgele bir müzik açmıştı.

birkaç dakika içinde okula varana kadar kız kardeşi o gün yaşadıklarını anlatmış, kendi çapında öğretmenine kızmış, kermesten bahsetmiş ve yan sınıflarındaki aptal kızın dedikodusunu yapmıştı. en sonunda buğra'nın okulunun içinde, kız kardeşinin bilmediği bir yere geldiklerinde buğra kardeşine dönüp "hadi, sen de gel." demişti. arabada onu tek bırakmak istemiyordu.

kardeşi emniyet kemerini çözüp dışarı çıktığında buğra arabayı kilitlemeyi unutmamıştı. "nereye gidiyoruz?"

"eşyalarımı unutmuşum burada," diye açıklama yaptı. "...onları alacağız."

"neyini unuttun?"

"kulaklığım, şarj aletim falan."

"nasıl unutmuşsun?" buğra alt dudağını büzdü, dalgınlığına gelip unutmuştu tamamen. "mal."

"ne?"

"mal buğra."

gülerek kardeşine dönüp saçını karıştırdı. "ne diyorsun sen?"

"yapma." derken kendisi de gülerek buğra'nın elini uzaklaştırmaya çalışmıştı.

"kimden öğrendin sen mal demeyi?"

"yunus abi."

"yunus abi'nle konuşuruz bunu artık."

"bana başka şeyler de öğretti." dedi gülerek. "salak buğr-" buğra'nın elini itti. "yapmasana şunu ya."

"aa, buğra?" buğra önüne dönerek yan tarafta oturan sude'ye baktı. "kardeşin mi?"

buğra nezaketen gülümsedi. "evet."

"baksanıza," dedi masadakilere. "...buğra'nın kardeşine bakın." biraz daha sesli konuşursa buğra sude'den geri dönüşsüz şekilde nefret edebilirdi. "ismi ne?"

kız kardeşi utangaç bir şekilde buğra'nın elini tutup onun dizine yapıştı. "suna." diye yanıtladı buğra.

"suna?" dedi sude başını eğip kız kardeşine bakarak. "nasılsın canım?" suna cevap vermek yerine buğra'nın dizine daha sıkı sarıldı. "nasıl da utanıyor, şuna bakar mısın? buğra, tanıştırsana bizi."

"sude biz şimdi gidelim," elini kardeşinin omuzuna koydu. "...dönerken tanıştırayım, şimdi acelem var."

"iyi, tamam," dedi sude çirkefçe önüne dönerek. "...yemedik herhalde."

o sırada masada oturanlar arasından derya da buğra'ya döndü. "günaydın buğra." dedi tatlı bir sesle derya.

gitmeden önce derya'ya gülümseyerek "günaydın." diyen buğra kardeşinin elini tutarak kantinin içine yürümüştü.

birkaç saniye içinde kantinin içine girip görevlinin yanına gittiğinde kardeşinin elini kalabalıktan dolayı daha sıkı tutmuştu. görevlinin yanına gitmeden önce kardeşine dönüp "istediğin bir şey var mı?" diye sormayı ve onun istediklerini dinlemeyi de unutmamıştı.

o eşyalarını alana kadar kantin biraz olsun boşalmış, suna da istediklerini almak için kantin büfesinin önüne gitmişti. fazla pahalı olmamak şartıyla -bu şartı suna kendisi, abisine yük olmamak için koymuştu- bir kraker, bir de meyve suyu seçerken kola alıp almamak konusunda abisinden izin almış, meyve suyunu bırakıp kolayı almıştı. görevlinin kendisini yeniden çağırmasıyla suna'ya oradan ayrılmaması gerektiğini tembihlemiş ve bir dakikalığına yanından gitmişti.

geri döndüğünde suna'yı orada görememek ise kısa süreli bir telaşa sebep olurken onu asıl geren şey suna'nın buğra'nın tahmin edebileceğinin dışında, mecnun'un yanına gitmiş olmasıydı. doğrusu buğra mecnun'un kantinde olduğunu bile fark etmemişti, zaten muhtemelen yeni gelmiş ve masaya da yeni oturmuştu ki yanında da arkadaşları olduğu için bu netçe belli oluyordu. orada olsaydı buğra, kesin fark ederdi.

onun yanına gitmek yerine yakınlarındaki boş bir masaya geçip suna'yı beklemeye başladı. yanına gidip onu rahatsız etmek ya da suna'yı sırf bunun için oraya göndermiş gibi görünmek istemiyordu. suna zaten buğra'nın, yanına gelmediğini anlayınca sıkılıp kendisi abisinin yanına geri dönerdi. o yüzden olabileceği en sakin hâliyle telefonunu açıp rastgele bir şeylere bakmaya başladı zamanın geçmesi için.

ancak onu asıl geren şey telefonunun gelen çağrıyla beraber titremesiydi. buğra kesinlikle, o sırada mecnun'un onu arayacağını tahmin etmemişti.

birkaç saniye öylece ekrana baktı. muhtemelen kardeşini haber vermek için onu arıyordu ancak sebepsiz yere gerilmişti. telefonu açmak yerine reddettiğinde artık suna'nın yanına gitmesi gerektiğini biliyordu. çantasını alıp onların masasına ilerlerken suna'nın gözleri de kendisine dönmüştü. kucağına üç çeşit meyve suyu koymuşlardı ve suna üçünü de utangaç bir şekilde tutuyordu.

"buğra," dedi masadaki bülent yumruğunu uzatıp tokuşturarak. buğra sene içinde çok kez mecnun'un yanına gidip geldiği için bazı arkadaşlarıyla da tanışıyordu. "...nasıl gidiyor kanka?" cevap beklemeden suna'yı gösterdi kaşıyla. "kız kardeşin mi?"

gülümseyerek "evet." dedi tekrar.

"abi bak," suna kucağındakileri kaldırarak buğra'ya baktı. "...mecnun abi bana neler verdi?"

buğra sakince eğilmiş ve suna'ya bakmıştı. "teşekkür ettin mi?"

suna utangaç bir şekilde abisinin dizine yaklaştı. "edeyim mi?" buğra başını salladığında suna boynundaki atkıyı yukarı çekerek dudaklarını gizledi. gözlerini mecnun'a çevirmeden mecnun'a döndü ve kısık sesle "teşekkür ederim, mecnun abi." dedi.

mecnun suna'nın boyuna yetişebilmek için tüm vücudunu ona dönüp suna'ya eğildi ve gözlerini onun gözlerine çevirdi. sevecen bir şekilde "rica ederim." dediğinde gülümsüyordu.

sesini çok özlemişti.

sadece o anki yüz ifadesini bile birkaç gün uyumadan önce düşünebilirdi. neden ona bakmıyordu ki? kafası karmakarışıktı, mecnun'un sesini duymayalı o kadar zaman olmuştu ki suna'yı birkaç dakika daha orada durmaya ikna etmek istiyordu. yine de mecnun, buğra'nın ona dokunmasına bile katlanamıyorken buğra, onu daha fazla kendiyle sıkmak istemiyordu. amacı ne hissettiğini gizlemek değildi, yalnız olsalar ve mecnun ondan rahatsız olmasa kalbinin sıkıştığını ona anlatmaktan çekinmezdi buğra. sadece, o an hiçbir şeyin yeri değildi.

"hadi," suna'nın elini sıktığında suna, meyve sularını tek kolunda taşımak zorunda kalmıştı. "...gidelim mi artık?" üzerindeki gri sweat, dalgalı, sarı-kumral saçları, yüzündeki sevimli ifadeyle mecnun'u biraz daha izlemek istemiyordu. mecnun, onu istemiyordu ve buğra buna saygı duymaya çalışıyordu.

"tamam." dedi suna utangaç bir şekilde. hâlâ mecnun ve buğra'nın en iyi arkadaş olduğunu sanmasına sığınarak orada duruyor, abisinin elini sıkıca tutuyordu.

orada durmaları da uzun sürmedi. birkaç saniye içinde buğra ayağa kalkıp çıkmak üzere kapıya yöneldiğinde bülent'in "görüşürüz, suna." demesiyle duraksamıştı. geriye dönüp onlara bakan suna elini sallayarak masadaki üç kişiyle de vedalaştı ve abisinin arkasından kapıya yöneldi.

kardeşinin elini daha sıkı tutup dışarı çıktığında iyi hissetmiyordu; öyle ki çıkmadan önce suna için kapıyı tutarken göz alışkanlığıyla da olsa dönüp ona baktığında göz göze gelmişlerdi.



*

Continue Reading

You'll Also Like

10.4K 844 9
rian o gece, kendi ismini bile bilmeyen bir esirle sevişti.
5.8K 335 9
Can I just stay here? Spend the rest of my day here?
2.3K 226 9
Sanzu: Okulun ortasında sadece götünde havluyla gezen sen misin? Argo küfür mizah olmayan mizah texting kitabı buyrun
75.5K 943 16
Sevgilisinden ayrılmak isteyen Esin sevgilisinin sadist ve takıntılı tarafıyla karşılaşır... Eğer sadizm, 18+ ,cinsellik bulunduran hikayeler hoşunuz...