SİMÜLASYON

By tuba_arik1

5K 1K 448

Bütün bu metal yığını, dedim. Görüp görebildiğim her şey. Kıt aklımı öyle bir karıştırıyor ki, alışmakta hâlâ... More

SİMÜLASYON
2
3
4
5
6
7
8
9
SIFIRLA
2
3
4
5
6
7
8
9
10

10

179 57 26
By tuba_arik1

Hızla irkildim, dişçinin bekleme salonuydu burası. Elim çantama gitti, dışına çıkacakmış gibi gümbürdeyen kalp atışlarımla fermuarı açtım aceleyle. Her şey içindeydi. Etrafa bakındım. Saat on biri iki geçiyordu. Zamanı ilk algıladığım andı bu. Televizyon açık, sesi de kısıktı. Aynıydı işte. Kıyafetlerim üzerimdeydi. Islak değildim. Odada benden başka kimse yoktu. Küçük kız yok, annesi yoktu, sadece ben vardım. Dehşetle fırladım ayağa. Muayene odasının kapısı açıldı, sekreter şaşkınca baktı bana. 

"İyi misiniz?" diye sordu. Parmağımla boş koltuğu işaret ettim. "Anneyle kız," dedim kekeleyerek "onlar nerede? Orada bir anne kız vardı." 

"Kimden bahsettiğinizi anlamıyorum," dedi. Eliyle içeriyi işaret etti. "Doktor bey sizi bekliyor. Günün ilk hastası sizsiniz."

Delirmiş miydim? Rüya mıydı? Hayır, hayır diye sayıkladım. Çantamı aldığım gibi dışarıya fırladım. İşte hayat devam ediyordu. Bütün hızımla koşturdum cadde boyunca. Nereye gideceğimi ne yapacağımı bilemedim. Mühendis yanımda yoktu. Hâlbuki? Ah, kesinlikle deliriyordum. Rüya mıydı? Tümü, tüm yaşadıklarım çılgın ötesi bir rüya mıydı? Geçen onca zaman dilimi. Bir yıldan fazla sürmüştü. Caddenin ortasında dikildim bir anda. Elim bileğime gitti. İşte göstergenin o izi. Hâlâ oradaydı. Sevinçle haykırdım. İnsanlar dönüp bana baktı. Kimseye aldırış etmeden tişörtümü kaldırdım. Dikiş izi. Tastamam aynı yerinde. Evet, rüya değildi, yaşadığım her şey her şeyiyle birebir gerçekti. Ama ne olmuştu? Burada tek bir saniye ilerlememiş gibiydi. Orada bir yıldan fazla zaman geçerken, burada, neyse ne diye söylendim. Kendimi silkeledim. Anlamaya çalışmayacaktım, ne de olsa bunu başaramazdım. Kırsala giden otobüsleri es geçip doğruca taksiye yöneldim. Adresi söyleyince itiraz etti. "İki buçuk saat," dedi sızlanarak. Cüzdanımdaki tüm parayı eline tutuşturdum. Dişçi beklesindi. Parayı görünce hemen arabayı çalıştırdı. Her dakika daha da hızlı olmasını söyledim ona. İki buçuk saatlik yolu bir saat on beş dakikada kat etti. Arabadan düşe kalka indim. Her bir adımda tökezledim. Önce kümesin önüne vardım, hâlâ oradalardı. Onları çıkarmamı bekliyorlardı. Gözyaşlarıma hâkim olup kümesin kapısını açtım. Kanat çırpa çırpa fırladılar dışarıya. Yemlerini döktüm önlerine. Böylesine bonkör olmamıştım onlara karşı, şaşkınca geri döndüler. Çantamı yere fırlatıp Betty'ye doğru tüm gücümle koştum. Oradaydı işte, oturmuş geviş getiriyordu, beni özlemiş gibi bir hali yoktu. Beni görünce yüzüme bile bakmadı. Kendimi onun önüne attım. Boynuna sarılıp çılgınca öptüm başını. Rahatsız olmuştu bu tavrımdan, kızgınca salladı başını. Beni üzerinden atmaya çalıştı. Kahkahalarla serildim yere. Tepindikçe tepindim. Sonra kollarım düştü iki yana. İçimi bir hüzün dalgası sardı. Mühendis yoktu, neredeydi? Birlikte mi dönmüştük? Öyle olmalıydı. Belki o da evindeydi? Ama onu nasıl bulacaktım? Birbirimizi nasıl bulacaktık? Ne isimlerimizi biliyorduk ne de yaşadığımız yeri. Ama bir dakika. Zavallı aklım. Hayvan gübresine gömülmüş bir haldeyken tüm gerçeklik bir ok gibi saplandı sırtıma. Ben zaman kaybı yaşamadaysam, çalındığım ana, o saniyeye yeniden bırakıldıysam, o da öyle olmalıydı. Üç yıldır oradaydı. Parmaklarımla saydım. Anlamaya çalıştım. Hızla doğruldum sonra. Ben 2021 yılına döndüysem, o 2018'e yani, diye fısıldadım zihnimi sonuna dek zorlayarak. O buraya üç yıl önce gelmişti. Ben gitmeden o zaten dönmüştü. Başım döner gibi oldu. Elim kalbimin üzerine gitti. Üç yıl, diye fısıldadım. Hemen yanı başımdaki bir tavuk yeri durmaksızın eşeliyordu, suratıma uçuşuyordu toz toprak. Basit bir çiftçiyim, diye sayıkladım. Omuzlarım düştü. Üç yıl önceye dönmüş olmalıydı, evet, ama beni neden bulmamıştı? Bulabilir miydi? Ona kendim hakkında neler anlatmıştım. Ona adres vermemiştim. İsim vermemiştim. Ona hiçbir şey söylememiştim. Betty'yi biliyordu bir tek. İneğine âşık çiftçi bir kız. Kim olsa tanırdı ha? Başımı iki yana salladım. Hayatına devam etmiş olmalıydı. Okuluna. Beni ne yapsındı? Ona kızmamıştım. Ona hak vermiştim. Eğer beni bulsaydı, kaçırılmadan önce, zihnim yine mücadeleye girişti. Hayır, anlamıyordum. Bunu anlamaktan uzaktım.

Betty doğruldu, çalan çanı eşliğinde ben iki büklüm orada büzülmüşken üzerimden tek bir hamlede atlayıp gitti. Hamile bir ineğe göre iyi atlayıştı. Evime girdim. Anahtar her zaman olduğu gibi saksının altındaydı. Tüm o eski eşya kokusu. Tüplü televizyonum. Buzdolabımın kapağı yine kendi kendine açılmıştı.

Ne kadar özlersem özleyeyim bunun tadını çıkaramadım. O kafesten kuyunun içine bir tüy tanesi gibi düşerken ne hissettiysem öyleydim şimdi. Geride bıraktıklarımı düşünmedim. Düşünemezdim. Oyunun bir sonu vardı, oyunun sonu evdi. Eve geri dönüştü. Neden başladığı neden bittiğini kıt aklım almazdı ama bitmişti işte. Doğruca yatağıma koştum, ayakkabılarımı bile çıkarmadan içine devrildim. Yeniden uyandığımda karanlık çökmek üzereydi. Horozlar beni çağırırcasına ardı ardına ötmeye devam ediyordu. Verandaya çıktım. Her zaman yaptığım gibi kırık tahtanın üzerine basıp gıcırtısını dinledim. Tırabzanlara tutunup gözlerim kapalı etrafı derince soludum.

Evimdeydim.

҉

Geçen altı ay boyunca onu düşünmediğim tek bir an olmamıştı. Hayır, ona kızgın değildim. Beni bulamazdı. Bulmak zorunda da değildi. Aramış olsa bile hakkımda hiçbir şey bilmiyordu. Ne bir isim ne de bir adres. Onu özlüyordum. Onu delice özlüyordum. Yüzü gözlerimin önünden hiç gitmiyordu. Sonbaharla birlikte hüznüm giderek artmaktaydı. Neyse ki hayatımda Betty vardı. Hem onun hem de benim için tarihi bir andı ki Betty ilk kez erkek doğurmuştu. Elma ağaçlarının yaprakları birer birer dökülürken Betty peşim sıra geliyordu. Arkasında da hoplayıp zıplayan oğlu. Hava giderek serinliyordu. Betty'nin en sevdiği hava. Keyfi yerindeydi.

Bileğimdeki ize dokunduğum her an onun da gerçekliğine dokunuyordum. Rüya değildi, biliyordum. Karnımdaki dikiş izi belli belirsiz de olsa hâlâ yerindeydi. İki izin de kaybolmasından ölesiye korkuyordum. Onlar benim onunla yaşadığım o ana tutunma nedenimdi. Onlar benim gerçekliğimdi.  

Tepeye tırmanıp çınar ağacının altına oturdum. Sırtım ağaca yaslı kollarımı göğsüme doladım ve gözlerimi kapatıp onun görüntüsünün zihnimi dağıtmasına bir kez daha izin verdim. Civardaki köpekler havlamaya başladı. Bir parça güneş de bulutların arkasına saklanınca ortalık epey serinledi. Betty yeniden evin yolunu tutmuştu.

"Hey," diye seslendim ona. "Beni beklesene. Nankör şey. Birlikte geldik buraya."

Ama o bana aldırış etmeden ilerlemeyi sürdürdü. Tavuklar çoktan kümeslerine tünemişlerdi. Kapılarını kapattım. Betty de yerine geçince bugünlük işim bitmişti. Eve hiç girmemiştim. Yemek yapmalıydım. Gün boyunca hiçbir şey yememiştim. Betty'nin peşinde oradan oraya sürüklenirken aklıma yemek gelmemişti. Başım önde yüzümü sıyıran esintiden kurtulmak için adımlarımı hızlandırdım. Gözüm komşumla kendi arazim arasına çektiğim çite takıldı. Devrilmişti. Doğruca devrili çitlere yöneldim. "Hey," diye bağırdım eve doğru. "Bunu senin yaptığını biliyorum. Gün boyu tarla sürdün. Sana sesleniyorum. Gel ve şu çitleri tamir et."

Komşunun evinden çıt çıkmıyordu. Evde değiller miydi? Öfkeden deliye dönmüştüm. Evet, bunu yapan kesinlikle oydu. Onu görmüş, uzaktan izlemiştim. Üzerindeki lacivert oduncu gömleğiyle gün boyu traktörün tepesinde tarlayı sürmüştü. Eve dönmeden önce bir kez daha bağırdım.

"Sabah uyandığımda bu çiti eski halinde görmezsem yüzüne yumruğu yersin!"

Verandaya dönmek üzereyken kırık basamağın gıcırtısı yankılandı kulağımda. Orada biri mi vardı? Hemen merdivenin başında duran küreği elime aldım. Sessizce ilerledim. Karanlık henüz çökmemişti. Köşeyi dönmeden bir süre bekledim. Artık kanıksadığım şekilde adımlarımı doğru açıyla yerleştirdim ve içimde dalgalanan başlat kelimesiyle kendimi hızlıca verandaya attım. Kürek elimden yere düştü.

Lacivert kareli bir oduncu gömlek, yıpranmış kot pantolon, kirlenmiş ayakkabılar, elleri ceplerinde, alnına düşmüş saçları ve muhteşem gülümsemesi eşliğinde tam karşımda dikiliyordu. Olması gerekenden bir parça farklıydı. Biraz esmerleşmişti. Yanaklarında sıcak yaz günlerinin izlerini taşıyordu. Ama oydu işte. Her şeyiyle oydu.

"Gerçekten bir kır dikeni," dedi. "Gün boyu bağırıyorsun. Kafam şişiyor." Başını iki yana salladı. "Çok can sıkıcı."

Adımlarım geriledi. Merdivenlerin başında durup devrili çitlere göz attım. Başım döner gibi oldu. Ellerimle gözlerimi ovaladım. Yine baktım ona. Evet, hâlâ oydu. Ama üzerindeki o gömlek. Hayır, hayır, deliriyordum. Saçlarımı çekiştirdim.

"Kahretsin!" diye bağırdım. "Hâlâ oradayım. O kabinin içinde. Eve hiç dönmedim. Benimle oynuyorlar işte. Yine zavallı kafamın içindeler. Şu gördüklerim de ne? Tanrım acı bana."

Tırabzana tutundum. Gözlerimi üzerinden bir an olsun ayırmadım.

Ellerini ceplerinden çıkarıp kollarını bana doğru uzattı. Eğilip küreği yerden aldım. Onu bir kılıç gibi kullanabilirdim.

"Yaklaşma sakın," dedim. "Seni öldürürüm. Seni öldürmeden önce kaybolsan iyi edersin." Gözlerim üzerinde boşluğa doğru seslendim. "Benimle oynamayı kesin."

Dudakları gülmemek adına büzüldü.

"Hâlâ anlamadın değil mi?" diye sordu. "Bu zor olmalı. Benim için de zordu."

Kürek elimden bir kez daha düştü. Bana yine öyle bakıyordu. Taklidi olanaksızdı bu. Kopyası imkânı yok yapılamazdı.

"Ama," diye fısıldadım. "Bu, bu nasıl olur?"

Kollarını indirdi.

"Böyle karşılanmamalıydım. Hoş, romantik olmanı da beklemiyordum ama en azından koşabilirdin."

"Lütfen," dedim en çaresiz halimle. "Neler olduğunu söyle."

"Bekleme odasının zemininde iç içe geçmiş halkalar olan bir dişçi bulmak sekiz ayımı aldı," dedi alaycı gülüşü eşliğinde. "Bir üç ay da nerede olduğunu bulmakla geçti. Çünkü orada henüz bir kaydın yoktu. Betty isminde bir ineği var. Tek bildiğim bu. Şansım yaver gitti. Sonrasında yanındaydım. Kürede seni kendimden kıskandığıma inanamıyorum hâlâ."

Nasıl bu kadar alaycı olabilirdi? Çaresizliğimi görmüyor muydu?

"Bunca zaman," diye sayıkladım. Bacaklarım beni taşımakta zorlanıyordu.

"Çok uzakta değildim," dedi beni her defasında deviren gülümsemesi eşliğinde.

"Bana gelmeliydin," dedim hıçkırıklarla. "Bana dünyaya döndüğün gün gelmeliydin."

"Özür dilerim," dedi. "Yapamazdım. Hiçbir şey bilmiyordun. Karşına dikilip üç yıl sonra uzaylılar tarafından kaçırılıp bir oyunun içine atılacağını ve yaşadıklarımızı anlatsaydım bana gülerdin, belki bir yumruk daha yerdim."

İşaret parmağım komşumun evini işaret etti.

"Hep orada mıydın? Ama neden? Neden hayatını devam ettirmedin?"

"Bir kır dikenine âşık olmuştum, onun yanından öylece geçip gidemezdim. Onu izledim. Onu kimsenin izlemediği kadar çok izledim."

Bacaklarım yeniden güç buldu. Doğruca koştum kollarına. Başımın üzerinden güçlüce öptü. Kollarım mengene gibi sıkmıştı gövdesini. Beni kendinden uzaklaştırdı. Omuzlarımdan tutup yüzüme doğru eğildi. Bunu özlemiştim. Bunu delicesine özlemiştim.

"Seninle yaşamaya geldim. Beni kabul eder misin?"

Başımı iki yana sallayıp "beni çok beklettin," dedim. "Lanet olsun, yüzüne yumruğu yiyeceksin, beni çok beklettin. Son altı ay..."

"Beni özle istedim. Son altı ay attığın yumruklar içindi."

Ellerim yeniden yumruk oldu ama böyle güzel bir şeye bunu yeniden yapamazdım.

"Kazma kullanmayı bilmeyen biriyle yaşayamam demiştin," diye devam etti. "Bu ciddiye alınacak bir şeydi."

Kıkırdadım en saçma halimle.

"Bir tohumun çimlenişini izledim. Dünyayı senin gözlerinden görmek istedim. Muazzamdı."

Döndüğüm günden bu yana aklımı birçok soruyla dağıtıp durmuştum. Kimdi onlar, bunu neden, ne amaçla yapmışlardı? Nedendi, niçindi? Neden ben, neden biz? Tüm o oyunlar, o puanlar, o tuhaf kürenin içinde süre giden acınası yaşamlar. Yüzümden savrulup geçen bir esinti gibi esip geçmişti şimdi hepsi. Kıt aklım hepsini savuşturdu. Evet, oyun oyundu. Bir başkasının ödülü eve dönmek olabilirdi, eskiden benim için de öyleydi, ama şimdi, hayır, ödül ev değildi, ödül oydu. 

Nedendi, niçindi umurumda bile değildi. Gerçeklik nasılsa bildiği gibi devam etsindi. Zamanı parmaklarının ucunda istedikleri kadar çevirebilirlerdi.

Yanılmıştım.

Dokunmak, dokunuluyor olmak, rüya bile olsa gerçek olduğu anlamına gelirdi.

Continue Reading

You'll Also Like

958 106 13
Savaşın gidişatını radyodan öğrenebilirsin. Tanıdığın tüm şifacıların birer birer kaybolduklarına şahit olabilirsin. Ölüme terk edildiğini fark edip...
17.3K 2K 25
Adım Prudence'tı. Fındıklı çikolataya bayılır, sade sütten nefret eder, limonlu dondurma için gözüm kapalı cinayet işlerdim. Sıradan bir hayatım, ort...
YANSIMA By Gizme

Science Fiction

7.7K 556 31
İKİ AYRI YAŞAM AMA TEK BİR NOKTA : RUH Amelia kendini hiç bilmediği bir dünyada bulmuştu. Bir anda 19. yüzyıl İngiltere'sine gitmişti. Bu bir rüya m...
314 17 2
"Bir şey mi var? Neden öyle bakıyorsun?" Dedim üstümü düzeltirken. Görünürde bir şey yoktu! "Nasıl bakıyormuşum?" Dedi. "Hayran kalmış gibi" Ded...