SİMÜLASYON

By tuba_arik1

5.1K 1.1K 449

Bütün bu metal yığını, dedim. Görüp görebildiğim her şey. Kıt aklımı öyle bir karıştırıyor ki, alışmakta hâlâ... More

SİMÜLASYON
2
3
4
6
7
8
9
10
SIFIRLA
2
3
4
5
6
7
8
9
10

5

201 59 33
By tuba_arik1

Son üç gecedir aynı kâbusla sıçrıyordum uykumdan. Dişçinin bekleme odasında her seferinde yalnızdım, birinci levelin sarmaşıkları zeminin ortasında hızla yayılıyor, ayaklarıma, bacaklarıma sıkıca dolanıyor, beni tek bir hamlede çukurun içine çekiyordu. Sonra düşüyordum. Sonsuza kadar uzanan kafeslerin arasında dalından düşen bir yaprak gibi bir oraya bir buraya savrula savrula düşüyordum. Yüreğimde dayanılması zor bir burkuntuya neden oluyordu bu rüya. Ve her defasında Mühendis'in, sorun yok, geçti artık diyen teselli edici sözleri. Aramızdaki duvarları kaldırdığımız günden bu yana onun koltuğunu mesken edinmiştim. Başımın üzerinde asılı duran simüle aydınlatmanın gözümü alan ışığına bakıp yavaşça doğruldum. "Düşmek kötü bir his," dedim alnımda biriken terleri kolumla silerken. Odayı aydınlatmadı. O capcanlı sarı ışık tepemde dikiliyordu.

Ve Mühendis saçma bir şekilde puanlarını benim için harcamaya devam ediyordu. Onu durduramıyordum. Hem diğerlerine hem de bana bakıyordu. Kendi puanlarına acımaksızın kıyıyor, benimkinin tek bir tanesine bile dokundurtmuyordu. Bu yüce gönüllülüğü üzerimde boğucu bir etki yaratıyordu. Hemen yanıma oturdu. Başımı omzuna yasladım. Ellerimi tutmaması için kollarımı göğsümde birleştirdim. Ona güçlü bir şekilde çekiliyordum. Karşı konulmaz, dayanılmaz bir etkiydi bu. Ve bu beni hayatım boyunca ilk defa korkutuyordu. Onun bana attığı her adımda ben gerilerken bunun nedenini bile sormuyordu bana. Hiçbir şey sormuyordu. Hiçbir şeye kızmıyordu. Hiçbir şey için söylenmiyordu. Tamamen teslim olmuştu. Gruptakiler de durumun farkındaydı ama onu kızdırmak korkusuyla kimse tek kelime etmiyordu. Doktor'un ve diğerlerinin puanları yine azalmıştı. İkinci levelin sonuna kadar ne toplayabiliyorlarsa oydu ve dört kişinin ikinci levelin sonuna kadar topladıkları o kadar insanı doyurmaya bir ay ancak yetiyordu. Aklım hâlâ gördüğüm o küredeydi ve uzay gemisinde. Yukarı diye bir şey yoktu belki. Oyunun sonu diye de bir şey yoktu. Oyun, oyundu. Oynanacak, puan toplanacak ve bu şekilde sonuna kadar yaşanmaya devam edilecekti. Bunu ne zaman dile getirsem Mühendis sessiz kalıyordu. Orada uzun bir süre boyunca öylece oturduk. Poppy ışıklandırmaları otomatik olarak çalıştırana kadar sabah olduğunu anlamamıştık.

"Bugün bir kez daha deneyelim," dedim.

"Sen nasıl istersen," dedi her zamanki gibi. Doğruca mutfağa yürüdü. Lavaboya gittim. Aynanın karşısında on dakika boyunca mide bulandırıcı suratımı izledim. Onun yanına değil yakışmak, güzelliğine gölge düşürecek kadar çirkindim. Bunu görmüyor muydu? Tanrım, gerçekten aklını kaçırmış olmalıydı.

"Sen uyurken ben de seni böyle izliyorum," dedi bir anda kapıda belirerek. Kollarını göğsünde birleştirmiş, kapıya yaslanmıştı. Birden irkildim. Ne yapacağımı bilemedim. Yerinden hiç kıpırdamadı.

"Bir sorun mu var?" diye sordu. "Benden sıkıldın mı yoksa?"

"Dalga geçiyor olmalısın," dedim. Başım önde dışarı çıkmak istedim ama bana engel oldu, hafifçe duvara yapıştırdı ve yüzüme doğru eğildi.

"Bunu yapma," dedim. "Zavallı kalbim nasıl atıyor görmüyor musun? Oyunda dikkatim dağılacak."

Yüzüne kocaman, olağanüstü güzellikte bir gülümseme oturttu. Gözlerimi bir an için kapattım. Hiçbir insan bunun karşısında sarsılmadan duramazdı.

"Sinir bozucusun," dedim. "Doğuştan gelen tanrı vergisi bu güzellikle beni öldürmeye çalışıyorsun."

"Kendini benim gözlerimden görebilseydin keşke," dedi. "Bunu Poppy'ye iletmeliyim, belki bir yolu vardır ha?"

"Sakın!" dedim abartılı bir tepkiyle. "Çılgın gibi puan harcıyorsun. Bunu yapmayı kes."

"Kesmezsem ne olur?" dedi aramızdaki mesafeyi biraz daha azaltarak.

Gözlerimi bir kez daha kapattım. Poppy iki kez havladı. Kahvaltı alarmı beni kurtarmıştı, dikkati dağıldığı o kısacık anda duvardan sıyrılıp içeri girmeyi başarmıştım. Sandalyeye bile oturmadan ayaküstü yiyecekleri ağzıma ardı ardına tıkıştırdım ve hemen üzerimi giyinmek için içeriye koşturdum. Bir dakika bile geçmeden yeniden odadaydım. Ceketimi giydim. Kılıcımı elime aldım ve koşar adımlarla kapıya ilerledim.

"Ben diğerlerinin yanına gidiyorum," dedim. "Kahvaltını yapınca gelirsin." Son anda ensemden yakalamıştı beni. "Lanet olsun," diye fısıldadım. Beni kendine çevirip bir kez daha duvara yapıştırdı. Bundan kurtuluşum yoktu. Sertleşmeliydim. Çatılan kaşlarımla "yumruk mu yemek istiyorsun?" diye sordum.

"Bu güzel surata mı?" diye sordu işaret parmağını yüzüne doğrultarak. Verecek bir cevabım yoktu.

"Hiçbir yere kaçamazsın," dedi. "Böyle yapmaya istediğin kadar devam edebilirsin." Omuz silkti. "Bir kez âşık oldum. Bunu geriye çeviremezsin. Ne kadar kötü davranırsan davran, nereye saklanmaya çalışırsan çalış, hep arkanda, hep peşindeyim. Hislerim karşılıksız olsa bile değişmeyecek bu. Anladın mı?"

Başımı hızla salladım. Bir kez daha kollarından kurtulmaya çalıştım, bu sefer izin verdi. Koridorları koşar adımlarla soluk soluğa aşıyordum. Bu çocuk benim için fazlaydı. Lanet olsun, gerçekten fazlaydı. Beni hiç olmadığım kadar savunmasız bırakıyordu. Grubun yanına varır varmaz lavaboya koşturdum. Yanaklarım alev alevdi. Yüzümü yıkadım. Birkaç dakika soluklanmak için bekledim, sonra da aralarına döndüm.

"İyi misin?" diye sordu Doktor.

"Evet," dedim omuz silkerek. "Sorun yok."

Odanın içinde ileri geri gezindim. Kadınların birkaçı yıkanmış çamaşırları katlıyordu bir kenarda. Diğerleri erzak dolabını düzenliyordu. Gözüm dolabın içine takıldı, yiyecekler yine azalmıştı. Göstergeme baktım. Yıldızlar saçarak dönen altınlar ve hemen üst tarafta haftalardır eksilmeden duran 1 milyon puan. Geçtiğimiz son bir ayda, her lanet gün, durmaksızın beşinci leveli bitirerek elde etmiştim bu serveti. Biraz eksiltmenin zamanı geldi diye düşündüğüm sırada Mühendis içeri daldı. Beni göstergeme bakarken yakalamıştı, doğruca üzerime geldi, bileğimi kendine çevirdi, sayının eksilmediğini görünce rahat bir nefes aldı. "Az kalsın kalp krizi geçiriyordum," dedi. "Sakın onları kullanmaya kalkma."

Poppy odanın içinde çocuklarla oyun oynamaya başlamıştı bile. Eksikler yağmur gibi yağdı kargo bölümünden. Odanın içini yeniden bir sevinç havası sardı. Çatılmış kaşlarımla bir köşede somurtmayı sürdürdüm. Kasiyer çay yapmıştı. Herkesi masaya topladı. Fırından yeni çıkmış gibi duran kurabiyeler tabak tabak eklendi çayların yanına. Bu görüntü nedense iştahımı kaçırmıştı. Onun etini yiyor, kanını emiyor gibiydim. Önüme konanları reddedip sessizce oturdum. İnsanlar koyu bir sohbete girişti. Mühendis'in delici bakışları üzerimdeydi. Buna aldırış etmemeye çalıştım. Başım masaya düştü, başımı kollarımın üzerine koyup uyumaya çalıştım ama böylesi bir gürültüde uyumak imkânsızdı. Yine de öyle kalmayı, en azından onların uyuduğumu sanmalarını istedim.

"Geçen gün," dedi Doktor. "Kalbimin sıkıştığını hissettim. İkinci levelin tam ortasındaydım. Neredeyse oyunu durduracaktım."

Herkes bu itirafın ardından sessizleşti. Başımı aniden kaldırdım. Oyunu durdurmak mı, diye geçirdim içimden.

Tamirci, "bana seslenebilirdin," dedi. "Birimiz seni beklerdik, oyun bitene kadar diğerlerimiz devam ederdi. Bu ciddi bir durum, en iyi sen bilirsin, neden böyle tehlikeli bir durumda sessiz kaldın." Doktor bir süre cevap vermedi. Tüm dikkatim ondaydı artık.

"Haklısınız," dedi sonra. "Pes etmeyi düşündüm bir an için. Buna daha ne kadar devam edebilirim bilmiyorum. Eskisi kadar genç değilim ve vücudum bunu daha fazla kaldıramıyor."

"Bundan sonra oyuna çıkmayacaksın," dedi Mühendis tüm ciddiyetiyle. "Kendini öldürmek mi istiyorsun gerçekten? Yakınız sanıyordum. Bunu söyleyebilirdin. Oyunu durdurmanın ne demek olduğunu biliyorsun."

"Oyunu durdurmak mı?" diye sordum daha fazla dayanamayarak. Herkes aynı anda başını bana çevirdi.

"Oyunun," dedi Doktor kısılan sesiyle. "Sonuna gelmeden bitirmeye çalışırsan, levelin aşaması, oyunun içindeki kişilerin sayısının da etkisiyle tüm puanlarını kaybediyorsun. Bir kez başlarsan, şartlar ne olursa olsun, hangi durumda olursan ol bitirmek zorundasın. Tabii oyun seni atmadığı sürece. Sizin beşinci levelin sonu gibi. Bir takım ihlaller de yok değil."

Bunu bilmiyordum. Kahretsin, gerçekten bunu bilmiyordum. Bakışlarım Mühendis'in üzerine dikildi. Bunu bana hiç söylememişti. Gerçi o noktaya hiç gelmemiştik ama geledebilirdik. Çok fazla tehlike vardı. Elimizi kolumuzu sallaya sallaya çıkmıyorduk oyundan.

"Hepsini mi?" diye sordum.

"Hepsini," dedi. "Sonra seni bloke ediyorlar. Uzun bir süre ceza alıyorsun. Oyuna yeniden devam edebilmen onların inisiyatifine bağlı."

Tüylerim diken diken olmuştu. Bir anda kendimi boğulacakmışım gibi hissettim. Ayağa kalktım, kılıcımı yerinden aldım ve kapıya yöneldim. Arkamdan geldiğini görebiliyordum. Ona aldırış etmeden merdivenleri indim. O pencereye gitmeye, yeniden o kürelerden birini görmeye ihtiyacım vardı. Koridorlar boyunca koştururken beni yeniden bir böcek gibi yakaladı.

Gözlerim dolu dolu döndüm ona.

"Bu yüzden mi puanlarımı harcamama izin vermiyorsun? Ah, ne aptalım. Böyle bir durumda o puanlar hayatımı kurtaracak değil mi? Oyunu durdurabilmek için yeterli olmalı. Eğer beşinci levelin bir yerlerinde ya da daha üst bir seviyede pes etmek zorunda kalırsam diye. Senin olmadığın bir zaman. Öyle değil mi?" Yumruk yaptığım elimi sertçe göğsüne vurdum.

"Bu bir ihtimal," dedi. "Her şeyi düşünmek zorundayım."

"Aptalın tekisin," dedim hüngür hüngür ağlarken. "Beni düşünmeyi kes. Hatta diğerlerini de. Sadece kendini düşün. Bunu yapamayacak kadar aptal mısın?"

"Sanırım öyleyim," dedi bıkkınca. Omuzlarını düşürdü. Kaşları yeniden birbirine yaklaştı.

Ben karşısında dikilmiş bir çocuk gibi salyalar akıta akıta ağlarken cebinden yine peçete çıkardı. O peçeteleri cebinde benim nerede ne zaman ortaya çıkacağı belirsiz gözyaşlarım için taşıdığı o kadar belliydi ki, kahretsin, kızamıyordum işte, bu kadar iyi olması öfkemin  dumanlarını uzaklara savuruyordu. Geriye yaslandı, ellerini ceplerine soktu ve bakışları üzerimde benim ağlama krizimin bitmesini bekledi.

Yirmi dakika sonra o pencerenin önündeydim, yine kollarını belime doladı. Ellerimi ellerinin üzerine bıraktım. Gemiler durmaksızın ilerliyordu. Küreler görüş alanıma girip girip çıkarken sadece anlamaya çalışıyordum. O araçların içindekileri? İnsan olup olmadıklarını? Bunca kürenin içine yığdıkları onca insanı. Oynanan bu aptalca oyunu. Ne yapmaya çalıştıklarını? Ama anlayamıyordum. 

"Özür dilerim," diye fısıldadı beni düşüncelerimin içinden çekip çıkararak. Başımı aniden ona çevirdim. "Ne için?" dedim sessizce. Göstergeli kolunu yüzüme doğru kaldırdı. Yanıp yanıp sönen yeşil bir ışık. Sonrasında küme haline gelmiş altın puanlar. Bir sayı yoktu bende olduğu gibi.

"Anlayamıyorum," dedim sessizce. "Ne demek bu?"

"Bu, oyun limitimi doldurdum demek." İçimde korku dolu, baş döndüren, mide bulandıran korkunç bir his vardı.

"Ne demek bu?" diye sordum tekrar.

"Toplanabilecek bütün puanları topladım demek. Beşinci leveli aşamadığım için bana da bloke koydular. Bu ne zamana kadar sürecek bilmiyorum. Göstergem tıka basa puan dolu. Milyarlarca puan."

Göstergeli elini kavrayıp hızlıca ona doğru döndüm. Sıcacıktı eli. Ilık bir nehir gibi akıp geçti içimden. Doğruca gözlerine baktım. Hislerini nasıl da kontrol altına almaya çalışıyordu. Nasıl da gizliyordu kendini ustalıkla. Bir duvar gibi hissiz yüzüne bakarken aynı soruyu yeniden sordum.

"Bana söz ver," dedi. "Blokem kalkana kadar oyuna devam etmeyeceksin."

Beni duymazdan geliyordu. Aynı soruyu bu sefer içine kattığım öfkeyle yeniden sordum. Ellerim titriyordu. Elleriyle sıkıca tuttu onları. Gözlerinin dolmasına engel olamadı.

"Sabah sen yanımdan ayrıldıktan sonra geldi bildirim. Bir oyun başlatamam, oyuna girebilir miyim onu bile bilmiyorum. Muhtemelen kılıcımı da alacaklar. Puanları istediğim kadar harcayabilirim ama oyun oynayamam. Seni orada koruyamam. Beni anlıyor musun? Sadece bekleyeceğiz, blokem kalkana kadar."

Başımı hızlıca iki yana salladım.

"Ne zamana kadar?"

"Bilmiyorum," dedi beni göğsüne bastırarak. "Sadece söz ver. Bu ne kadar sürerse sürsün oraya tek başına gitmeyeceksin. Söz ver."

Cevap vermedim. Dudaklarıma sebebini bilmediğim bir kilit vurulmuştu.

"Söz ver," diye tekrarladı. Kollarımı beline doladım ve güçlüce soludum. O ardı ardına söz ver demeye devam ederken ben sadece ona sarıldım. Kalbimin atışları onunkine karıştı. Nasıl söz verirdim? İkimiz için yapmalıydım bunu. Evimize geri dönme umudu için yapmalıydım. Ne olursa olsun beni durduramazdı ve o sözü benden hiçbir şekilde alamayacaktı.

Continue Reading

You'll Also Like

422 92 7
Başka bir ülkede, farklı bir gelecekte... Seni katil sandıkları için peşindeler. Ne sen onların aradığı kişisin ne de ellerinden kaçıp evine dönebili...
226K 17.8K 45
(bxb) Eceli gelmeden ölmek nedir bilir misiniz? Hayatın yavaş yavaş anlamını yitirmesi ve yaşadığımız olayları o veya bu sınıfına koyamayıp yaşarken...
Tacın Bedeli By Zey

Historical Fiction

49.5K 3.9K 60
● Wattys2019 Ödülleri - Tarihi Kurgu Kategorisi Kazananı Tacın Laneti'nin Devam Hikâyesidir ● • • Okumadan önce Tacın Laneti'ni okumanızı öneririm. ...
926K 58.8K 51
Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike getiren icatları, dünyaya sunulması konu...