İki Gözümün Çileği🍓

By mavigelincikyk

1.4M 91.6K 16.2K

"Başka bir kadın oldu mu?" Güldü. İlk kez bu kadar içten, bu kadar nefes kesici güldüğüne şahit oluyordum. Bu... More

Bölüm 1/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 2/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 3/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 4/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 5/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 6/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 7/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 8/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 9/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 10/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 11/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 12/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 13/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 14/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 15/👨‍✈️🍓👩‍💼
Sibel💔Yiğit
Bölüm 16/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 17/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 18/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 19/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 20/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 21/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 22/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 23/👩‍💼🍓👨‍✈️
Bölüm 24/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 25/👨‍✈️🍓👩‍💼
BAYRAM ÖZEL🍬
Bölüm 26/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 27/👨‍✈️🍓👩‍💼
BÖLÜM 28/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 29/👨‍✈️🍓👩‍💼
BÖLÜM 30/👨‍✈️🍓👩‍💼
TURNA🕊
Bölüm 32/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 33/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 34/👨‍✈️🍓👩‍💼
🎶GİZEM🎶
Bölüm 35/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 36/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 37/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 38/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 39/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 40/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 41/👨‍✈️🍓👩‍💼

Bölüm 31/👨‍✈️🍓👩‍💼

26.3K 1.6K 215
By mavigelincikyk

Bölüm ithafı: revaAytu

Oy verdiysek okumaya başlayalım.❤

Keyifli okumalar iki gözümün çilekleri.🍓

Başımı koyduğum omuzda türlü türlü hayaller kurarken, denizden gelen dalga sesleri, kokusu, sevdiğim adamın varlığı ilham kaynağımdı. Parmaklarım boynumda ki kolyemde ritmik bir hareketle ileri geri giderken, yüzümde beni saatlerdir bırakmayan tebessümüm zaman geçtikçe daha çok genişliyordu. Dakikalar önce hayatım boyunca unutmayacağım güzel bir an yaşatmıştı bana. Onunla olmak onu sevmek bana verilen en güzel hediyeydi. Yurdun bahçesinde çok kalamadığımızdan sahil kenarına gelmiş konuşmasak bile heyecanımızı birbirimizle paylaşıyorduk.  Alpay'ın varlığını daha çok hissetmek için bacağımın üzerinde ki elini iki elimle kavradım. Benim elini tutmamla saçlarımın arasına bir öpücük bıraktı.

"Çok mutluyum. Öyle çok mutluyum ki, mutluluğumu anlatacak kelimeleri bile unuttum." Yüzümü kendisine doğru çevirip bana eşsiz bir tebessüm sundu. Omzuma bıraktığı ceketi yakalarından tutup düzeltti. Bir kolunu bedenime sararken eliyle yanağımı kavrayıp bu sefer alnımdan öptü.

"Sen birde bana sor. Benim gibi dengesiz devi" derken son kelimelerin üzerine bastırmıştı. Aylar önce ona böyle seslenirken hiç bunları hayal etmemiştim. "Nasıl mutlu ettiğini bilemezsin" diyerek devam etti. Tek kaşımı havaya doğru kaldırıp muzipçe omzumu omzuna vurdum. "Yanlış söyledin. Yakışıklı dengesiz dev diyecektin"  diyerek kıkırdadım. Benim hatırladığım anıları o da hatırlamış olacak ki gülümsemesi biraz daha genişledi.

"Nereden nereye"dedi fısıltıyla.

O kadar doğru bir cümleydi ki!Gerçekten nereden nereye gelmiştik. Hayatım bir kap kurabiye, bir kasa çilek ile sonsuz bir mutluluğa sürüklenmişti. O gece bana ben sevmeyi bilmem diyen adamla bu gece gözlerime bakan adam aynı bedende farklı kişiler gibiydi. Ben o Alpay'ı sadece birkaç kere görmüştüm. Karşımda duran Alpay'ı ise hergün...

Telefonuma gelen mesaj bildirim sesiyle anlık irkilirken Alpay biraz uzaklaştı. Ayağa kalktığında elinden tuttum.

"Nereye?"

"Arabadan bir şey alacağım. Sen mesajına bak." Diyerek arabaya doğru yöneldi. Küçük siyah çantamın içinde ki telefonu çıkarıp mesajı açtım.

Gönderen: Gülşah Annem

Mesaj: Attığın her adımda arkandaydım. Ne beni hayal kırıklığına uğrattın, ne de onca emeğini boşa harcayıp pişman oldun. İnanıyorum ki geleceğin için attığın bu adımda da pişman olmayacaksın. Umudum Hümeyra'm, sen hep mutlu ol annem. Mutlu olurken mutlu etmeyi de unutma! Tıpkı bu gece yıllarca hasretini çekmiş anneni mutlu edeceğin gibi... Seni seviyorum. İyi geceler güzel gözlüm.

Gülşah annem... Yine en mutlu günümde yanımdaydı. Bedenen yanımda olmasa da şefkatle saran kanatlarının sıcaklığı ruhuma işliyordu. Gözlerim hızla dolarken tekrar tekrar okudum mesajı. Mutlu et diyordu. Anneni mutlu et... Annemi nasıl mutlu etmeliyim diye düşünürken bacaklarımın üzerine bırakılan, tanıdık siyah kalın defteri görmemle anlamıştım.

"Gülşah teyzenin emaneti. Sen nasıl kullanacağını biliyormuşsun."

Deftere bakarken belli belirsiz başımı salladım. Küçük Hümeyra'nın tüm anıları bu defterdeydi. Yürüdüğüm ilk an...Okula gittiğim o ilk gün...Tüm hayatım bir deftere sığmıştı...

Hatta çok güldüğüm bir fotoğrafım vardı. Yurdun aşçısı Halil amcanın yanında ellerimi belime koymuş, patates makinasında soyulan patateslere şaşkınlıkla bakıyordum. Küçücük makinanın 2 dakikada 1 çuval patatesi soymasını o küçük halimle uzun bir süre garipsemiştim.

Geçmiş gözlerimi dolduruken ellerimin titremesi soğuktan mı, yoksa ardımda bıraktığım dolu dolu yıllardan mı bilmiyordum. Ya da belki ilk sayfada karşılaşacağım o gerçekten... Defterin siyah kapağını yavaşça açtım. İşte hayatımın başladığı o gün gözlerimin önündeydi. Yeni hayatıma adım attığım o ilk gün, belki mutlu olacağımı hissettiğim içindi elimde biberonla, olmayan dişlerimi göstererek gülüşüm. Altında Gülşah annemin el yazısı ile kısa bir yazı.

       17/04/1995

'Fotoğraf'

Hümeyra GÜÇLÜ


Hümeyra'nın yurtta ilk günü. Adını Polis Memuru Rıza SARGIN vermiş. Herhangi bir darp izi yok. Test sonuçları temiz, rahatsızlığı yok.

Buğulu gözlerimin izin verdiği kadar baktım minik Hümeyra'nın gülünce kısılmış gözlerine. İç çeker gibi bir nefes çıktı dudaklarımın arasından. Gülşah annem bütün çocukları için anılarla dolu bu defterden üşenmeden yapardı. Lakin yurda bebek olarak gelen çocukların defterleri biraz daha özenli olurdu. Her hâllerini tek tek yazar, fotoğraf yapıştırırdı. Zaten parmağımın altında olan sayfayı yavaşça çevirdim. Bu sefer daha büyük bir tebessüm belirdi dudaklarımda.

                                       08/07/1995

'Fotoğraf'

Hümeyra'nın ilk dişi çıktı. Buraya gelmesinin üstünden 2 ayı geçti. Tahminen 6 veyahut 7 aylık.

Yine güldüğüm bir fotoğraftı. Üzerimde yeşil bir takım vardı, yatakta yatarken ayaklarımı havaya kaldırıp tutmuşum, dudaklarımın arasından beyaz dişim inci gibi görünmüş. Sanki o fotoğrafta ki bebek bana gülümsüyor gibi aynı şekilde karşılık veriyordum.  Bir kez daha çevirdim sayfayı.

01/09/1995

'Fotoğraf'

Hümeyra biberonu ve süt içmeyi bıraktı. Boynunda ki emzikten vazgeçmesi uzun sürecek gibi. Bugün ilk kez kaşıkla tanıştı. Yemeğini kendi yedi. Kaşığı inatla ters tutmasından başka bir sorunumuz yok.

Dudaklarımın arasından küçük bir kıkırtı çıktı. Fotoğrafta elimde ters tuttuğum bir kaşık vardı ve ben kaşığın sapıyla yemek almaya çalışıyordum.  Gülşah annem bunu sürekli anlatırdı. Bir aya yakın bir süre o kaşığı öyle tutmuşum. Yurda kontrole gelen bir çocuk doktorunun çift taraflı kaşıklar var öyle alıştırın isterseniz demesiyle eczaneden iki ucuda çukur olan bir kaşık aldırmış, hatta sapıyla yemeyi ne kadar sevdiysem artık o kaşığı bile uzun süre kabul etmemişim.

"Tam olarak bundan bir tane sipariş verebiliyor muyum?"

Alpay'ın işaret parmağı resmin üzerinde okşar gibi gezinirken kahkaha attım. Hem soğuktan hem de ağlamaktan sebep burnumu çekip dolan gözlerimi ona çevirdim. 

"Küçük Hümeyra ile uğraşabileceğini mi sanıyorsun?"

Yüzünde eşsiz bir gülümseme belirdi. Bir sır verecek gibi yaklaşıp fısıldadı.

"Büyümeyi reddeden küçük Hümeyra karşımda otururken mi söylüyorsun bunu?"

Bir insanı tanımak için zamanın şart olmadığının kanıtıydı bu cümlesi. Biriyle yılların geçer tanıyamazsın, bazense 5 dakika yeter birini tanımak için. Kim bilir ilk ne zaman anlamıştı içimdeki küçük Hümeyra'nın varlığını ve asla beni terk etmeyeceğini. Bir koluyla bedenimi sarıp göğsüne hapsetti, eli saçlarımın ucunda gezinirken fotoğrafın üzerinde ki parmağını kaydırıp sayfayı çevirdi.

                                                 13/10/1995

'Fotoğraf'

Hümeyra artık yürüyor. Bu anı hiçbir zaman unutamayacağım. Ayakta dengede durması için yastıklara tutundurdu Feride ablası, Hümeyra tutunmakla kalmayıp 4 adım atıp kollarımın arasına girdi

Gülşah annemin hâlâ sakladığı mavi tavşanlı takımım vardı üzerimde. Fotoğrafta minik kollarımı Gülşah anneme dolayıp başımı omzuna düşürmüş yan şekilde bakıyordum. O küçük halimle bile biliyormuşum demek ki Gülşah annemin beni her daim tutacağını, attığım adımların korkusuzluğu bu yüzdendi belki de.

Saçlarımın üzerinde ufak bir baskı oluştu, Alpay saçlarımı koklayarak minik bir öpücük bıraktı.

"Yolunu benim yoluma çıkaran adımlarına şükür" dedi kısık bir sesle. Oynak Hümeyra burnundan aldığı nefesler yetmiyormuş gibi açtı ağzını derin derin nefes almaya başladı. Bir eli kalbinin üzerinde 'kalp var diyorum, çıkacak yerinden diyorum, 800 beygir basıyor diyorum.' Diyerek isyan etti bu denli büyük sevgiye. Hiçbir şey söylemeden sokuldum bana sunduğu sıcacık sevginin koynuna. Ağzımızdan çıkacak sözlere ihtiyacımız yoktu zaten, ilk günkü gibi... Yine gözlerimiz konuşurdu.

Çocukluğum...Gençliğim...Kurduğum hayeller...Kazandığım zaferler...Kaybettiğim zamanlar... Hepsi soğuk bir Kasım gecesinde, bir sahil kenarında sevdiğim adamın gözlerinin önüne serildi. Yaşarken acı veren anılar bile onun yanında mutluluğa büründü.

Defterin üzerindeki parmaklarımız birbirine çarparken aynı anda çevirdik sayfayı. Dakikalardır birlikte gülüp, birlikte hüzünlendiğimiz defterin son fotoğrafı eminim benim gibi Alpay'da görmeyi beklemiyordu.

22/04/2021

'Fotoğraf'

Acısıyla tatlısıyla geçirdiğin, geçirdiğimiz her günümüz özeldir. Bu fotoğrafı koyarken çok düşündün diye soracak olursan.. Hiç düşünmedim. Çünkü ikinizinde gözlerinde gördüm. Bu hikâyenin sonunu birlikte getireceksiniz. Artık bu anılarla dolu defterin geleceği sizin ellerinizde...

Gülşah annem ve kızların Diyarbakıra geldikleri ilk zamana ait bir fotoğraftı. Bizim evde Alpay, Asiye annem, Yiğit hep birlikte, hepimiz aynı karedeydik. Sibel'in aklına gelmesi ile çektiğimiz bir fotoğraftı. Öz çekim yapmayı çok seven Gizem en önde, Alpay annem ve benim ortamda, Gülşah annem yanımda, Yiğit Sibel'i hiçbir koşulda bırakmayacağını belli eder gibi kollarının arasına almış, Meryem Gülşah annemin omzuna başını koymuş kocaman tebessümlerle telefonun kamerasına bakıyorduk.

"Bence ilk olarak bu geceyi ölümsüzleştirmeliyiz" Alpay telefonun ön kamerasını açarak beni kendine biraz daha çekti. Başımı boynuna yaslayıp gülümsedim. En güzel gecemiz, birlikte en güzel anımız. Bu gece bu defter benim olmaktan çıkıp ikimizin oldu.

....

Saat gece yarısına yaklaşırken her bir köşesinden beyaz ışıkların aydınlattığı büyük evin önünde 10 dakikadır arabanın içinden çıkıp eve girecek gücü toplamaya çalışıyordum. O gün bu evden ağlayarak çıkarken geri dönüşümü hiç düşünmemiştim. Meğer içimde bir yerler sandığımdan daha fazla yara almış. Bu evden kaçarken hissettiğim o acı şimdi daha çok yakıyordu canımı. Geçer sandığım, geçtiğini düşündüğüm yaraların kenarlarından sicim gibi acılar akıyormuş ve ben o acıları yine görmezden gelmişim.

"Artık yalnız değilsin" dedi ortamdaki sessizliği fısıltısıyla bozarak "nefes alamadığını hissettiğinde bana bak" diyerek kucağımdaki elimi avucunun içine hapsederek üzerine bir öpücük bıraktı. "Benim gözlerim hep senin üzerinde olacak" deyip bir avucunu yanağıma yaslayarak baş parmağı ile okşadı. O gün Alpay'a kendimi çok çaresiz, çok yalnız  hissettim diyerek ağlamıştım. Şimdi ise o bana hem bedenen hem de ruhen yalnız olmadığımı gösteriyordu.

Ben Sibel ile gelin odasındayken annem, Asiye anneme o kadar ısrar etmiş ki bu gece birlikte olmak için Asiye annem kıramamış. Ben bu evden bir enkaz gibi çıkarken arkamda da annemin enkazını bırakmıştım. Bana bir adım atmaya çalışan annem bana gelen tüm yolları deniyordu. Zira Asiye annemin burada kalması, benim de onu yalnız bırakmamam demekti.

Alpay avuç içimden öpüp kapıyı açtı. Kendi kapısını kapatıp benim tarafıma dolanarak inmem için elini uzattı. Elini sıkıca kavrayıp yavaş adımlarla ilerledik. Eli zile dokunacağı sırada iki elimle kolundan kavrayıp dikkatini kendime çektim.

"Seni seviyorum" dedim varlığına bir kez daha şükreder gibi, dudakları iki yana kıvrılırken "seni seviyorum" diye karşılık verdi tıpkı benim gibi.

Zile bastığında saniyeler sonra koşar adım gelen ayak sesleri ve hızla açılan kapı ile şaşkınlıkla gülümsedim.

"Hoş geldiniz" dedi annem kenara çekilip bize yol vererek. Annemin yüzünde gördüğüm bu gülümseme kalbimi titretmişti. Ben yarım bir kadını tekrar yarım bırakmıştım. Yıllarca çırpınışları hep benim içindi yine benim için oldu.

"İyi akşamlar Yade hanım"dedi Alpay. Muhtemelen benim suskunluğum yanlış anlaşılmasın diye dikkati üzerine çekmek istedi. Annemin bana bakan gözleri yavaşça Alpay'a dönerken hafifçe tebessüm etti.

"İyi akşamlar, oğlum" annem oğlum dediğinde benimde yüzümde bir gülümseme oluştu. Ona oğlum demesinin beni bu kadar mutlu edeceğini bilmiyordum.

"İyi akşamlar" dedim.

"İyi akşamlar annem" dedi dolu dolu bir sesle.

Ayakkabılarımızı çıkarıp annemin verdiği terlikleri giyerek içeriye geçtik. Salonda tek başına oturan Asiye annem bizi görünce gülümsedi. Alpay yanına oturunca bende annemin yanına oturdum. Benim yanımda elini ayağını nereye koyacağını bilemeyen çocuk gibiydi.

"Babam nerede?"

"Telefonla konuşuyor" diyerek bahçe kapısını gösterdi annem. Babam sinirli bir şekilde biriyle konuşuyordu sesi buraya gelmese bile öfkesi net anlaşılıyordu. Bize doğru döndüğünde göz göze geldik yüzündeki sinirli ifadeyi silip tebessüm etti. Telefondaki kişiye birkaç şey daha söyleyip kapattı. İçeri girdiğinde Alpay ile selâmlaşıp benim yanıma oturdu. Yine annem ve babamın ortasındaydım. Bu sefer tek farkla! Karşımda beni bakışları ile
ezen insanlar değil her baktığımda gözleri gözlerime değen sevdiğim adam vardı. 

"Bir sorun mu var Atilla?" Dedi annem.

"Yok Yade'm. İş ile ilgili" babamın bu tavrına annem inanmıyormuş gibi tek kaşını kaldırdı. Sonra da başını aşağı yukarı sallayıp Asiye anneme döndü.

"Bir kahve içeriz değil mi Asiye hanım?"

"Tabii içeriz."

Onlar içeride otururken ben mutfağa girip kahve yapmaya başladım. Kahveler hazır olduğunda tepsiyi alıp salona geçtim. Alpay ve babam yoktu. Asiye anneme kahveyi uzatıp anneme yöneldim.

"Babam ve Alpay nereye gitti?" Kahvesini alırken saniyelik göz göze geldik.

"Bahçeye çıktılar bitanem."

"Ben kahvelerini oraya götüreyim gelene kadar soğumasın." Cevap vermelerini beklemeden ilerleyip sürgülü cam kapıyı açarak çıktım. Evin köşesinde konuşuyorlardı. Yaklaştıkça konuşmalarını net duyuyordum.

"Kızımın, karımın, ailemin hayatını mahvettiler ama cezalarını çekmiyor serefsizler. Biri geberdi gitti. Diğeri de huzur içinde geberecek öyle mi" Babam o kadar sinirliydi ki durduğu yerde duramıyor gibi oradan oraya yürüyordu.

"Sedat'ın içeride kalmayacağı belliydi zaten. Çok hastaydı içerde bu kadar tutmaları bile mucize"

Sedat dedikleri kişi sözde halam yani beni kaçıran kadına yardım eden adamdı. Babam beni bu davadan uzak tutup her şeyi kendi hallediyordu. O yüzden bunları da genellikle Alpay'dan öğreniyordum. Hatta beni bulan bekçiyi ve karısını iyi bir kliniğe yatırmış. Karısı da kendisi de hasta olduğu için o gecekondu mahallesinde bırakmaya eminim ki kıyamamıştı benim güzel kalpli adamım. Onlara hiç kızmıyordum, bizim yüzümüzden onlarında en güzel yılları zehir olmuştu. O yüzden artık rahat ve huzurlu yaşamayı hak ediyorlardı.

"Delireceğim ya o hastanenin içinde gül gibi bakılacak adama. Yaşattıklarını yaşamadan ölecek." Babamın öfkesi saniyeler içinde katlayarak çoğaldı.

Ben bu dünyanın adaletinden çok diğer tarafın adaletine inanıyordum. Burada cezasız kalan eminim ki orada kalmayacaktı. Bizi birbirimizden ayırmıştı zaten, bu saatten sonra ha dört duvar arasına girmiş ha hastane köşelerinde sürünmüş umurumda olmazdı.

"Hümeyra" dedi Alpay babamın da gözleri beni buldu. Gülümseyip birkaç adım daha attım ve kahvelerini uzattım.

"Kahvelerinizi getirdim."

İkisi de kahvelerini alınca tepsiyi kendime doğru çektim.

"Eline sağlık kızım, seslenseydin keşke biz gelirdik."

"Afiyet olsun baba."

"Eline sağlık güzelim" babamın bakışları Alpay'a dönünce yüzünde farklı bir ifade belirdi. Sinirden çok gıcık olur gibi bir bakışı vardı. Alpay babamı umursamadan göz kırpınca bende afiyet olsun deyip tekrar içeriye girdim.

Kahvelerimizi içip bir müddet sohbet ettikten sonra hepimiz odalarımıza geçmiştik. Annem benim için kendi odalarına yakın büyük bir oda hazırlamış. Hatta dolabın içini bile bir sürü kıyafet, çanta ve ayakkabıyla doldurmuş. Bir süre odayı turlayıp karıştırdım en son dolaptan bir pijama alıp kısa bir duşun ardından giyindim. Çok uykum vardı ve yatmadan aşağı inip susuzluğumu gidermem gerekiyordu. Yavaş adımlarla merdivenden inip mutfağa geçtim.

Dolaptan bir bardak alıp tezgahın üzerinde ki sudan doldurdum. Gece yatmadan önce kesinlikle bir bardak su içerdim. Uykumdan uyanıp su içmek gibi bir adetim yoktu, ama uzun süre susuz kalınca uyandığımda boğazımda oluşan kuruluk ağrı yapıyordu. Bende bunun önlemini yatmadan önce suyumu içerek alıyordum. Su içtiğim bardağı bulaşık makinesine koyup mutfaktan çıktım. Merdivenleri çıkıp odaya doğru ilerlediğimde annemle babamın odasının önünde duyduğum seslerle duraksadım.

"Asiye hanıma anne diyor, Gülşah hanıma da anne diyor. Bana neden anne demiyor Atilla?"

Annemin sesi kısık ve ağlamaklı geliyordu. Yaptığımın yanlış olduğunun farkındaydım ama bana karşı gösterdiği gülen yüzünün altında ki acıları öğrenmek isteyen yanım ağır basıyordu. İçimden defalarca anne derken ona karşı sadece bir kere dile getirmiştim. Beni ilk gördüğü, ilk dokunduğu gün...

"Kızımıza zaman vermeliyiz Yade'm, bana da görür görmez baba demedi ki " kısa bir sessizlik oluştu. "Bize alışması için bekleyelim" diyerek devam etti babam. Son sözlerini kısık ve güçsüz bir sesle söylemişti. Tam dinlemeyi bırakıp gideceğim sırada bir kez daha yerimde çakıldım.

"Senin suçun" annemin sesi kısık olmasına rağmen korkutacak kadar sertti. "Kızımız burada diye bu odada kalmana izin verdim sakın seni affettiğimi düşünme. Seni görmeye tahammülüm bile yok ama kızımın canı bir kez daha bizim yüzümüzden yanmayacak." Birkaç adım sesi geldi "bir kez daha" dedi üzerine basarak sert bir dille, kısa bir es verdi "annesiz babasız kalmayacak."

Yaşanması gereken şeyler er ya da geç yaşanırdı. Hiçbir acı sonsuz, hiçbir günah kefaretiz kalmazdı. Lakin geçen 26 yılı kimse geri getiremezdi. Babamın suçu elbette vardı ama beni bile isteye o kadının ellerine bırakmamıştı. Bizim yaşanmışlıklarımız yoktu, bu denli geç kalınmışlıktan sonra bir aile olamazdık. İkisinin birlikte kurduğu küçük aileleri yıkılmasın diye ben onlara evlat olurdum. Bu evin içinde benden önceki gibi aşkla yaşamalarına yardımcı olurdum.

"Ben hiçbir şey bilmiyorum" dedi annem tükenmiş bir sesle. Benim düşündüklerim başkayken annemin düşündükleri bambaşkaydı. "Kızım, benim kızım" dedi inandırmak ister gibi bir sesi vardı. "Ben kızımın sevdiği rengi, dinlemekten keyif aldığı şarkıyı, iştahla yediği yemeği bilmiyorum Atilla" konuşmaya devam edeceği sırada sözlerini dışarıdan gelen hafif gök gürültüsü böldü. "Mesela gök gürültüsünden korkar mı? Korktuğunda ne yapar? Yağmuru sever mi? Bilmiyorum." Hıçkırıklarının arasından gelen sesi şimdi çok çaresiz çıkmıştı. Annem konuştukça benim canım daha çok yanmaya başladı. İlk defa bu denli bencil olduğumu hissettim, onun acısı benim acıma göre daha hafif gelmişti. Belki de onun acılarını görmezden gelmiştim. Ne zaman dolduğunu anlamadığım gözlerimden tek bir damla süzüldü. Daha fazla orada duramadım, koşarak bana hazırlanan odaya gidip hızla kapıyı kapattım. Annemin sorduğu her soru zihnimde dolaşırken gözlerimi kapattım.

Ben yağmuru severim. Sıcak tenime değen soğuk damlaların bedenimi titretişini, camda bıraktığı garip şekilleri, kirpiklerimin uçlarına birikmesini, saç diplerimde hissetmeyi, severim.

Hatta belki size garip gelecek ama gök gürültüsünü, yağmurlu havada cama çarpan ağaç dallarını bile severim. Gök gürültüsü yağmurlu havanın müziği gibidir. Bazen en sesli müzik, bazen sadece içinizi aydınlatan bir renk...

Annemin ve babamın yanında büyüseydim eminim bu saydıklarımın hepsinden korkardım. Onların arasında ellerini tutarak yatan nazlı bir kız çocuğu olur, her şimşek çakışında babamın güçlü kolları arasına sığınırdım.

Sırtım az önce kapattığım kapıya yaslı, bir elim beyaz kapının gri renkli kolunu tutarken , her an onların yanına gitmek için bir ışık bekler gibi bir haldeydim. Derken büyük bir gök gürültüsü hemen ardından kapalı gözlerimin altından bile hissettiğim beyaz bir ışık aydınlattı; hem odayı, hem ruhumu.

O an açtım gözlerimi; bir saniye daha düşünmeden kapıyı açıp az önce geçtiğim koridordan tıpkı şimşek gibi bir hızla geçip olmam gereken yerin önünde durdum. Gözlerimi kapatıp bir nefes bıraktım. Kapıyı 2 kere tıkladığımda içeriden gelen onay ile girdim.

Annem yatak başlığına dayalı otururken, babam hemen onun yanında ayakta bekliyordu. Gülümsemelerine rağmen odaya neden geldiğimi merak ettikleri de bakışlarından belli oluyordu. Az önce konuştukları her şeyin doğrularını bu gece anlatacaktım onlara. Kızları Hümeyra kim tanıyacaklardı!

"Ben gök gürültüsünden korkmam." Derken yerimde dikleştim. İkisi de anlamıştı onları duyduğumu. "Gece cama vuran ağaçlardan da korkmam, aksine bana yalnız olmadığımı hissettirirler." Ellerim arkamda birleşirken şimdi söyleyeceğim şeyden utanmıştım, lakin söylemekten vazgeçmeyecektim. "Ama bu gece aranızda yatmak için korkmuş gibi yaparım." Dedim ikisinin gözlerine bakarak.

Uzun bir gece bizi bekliyordu. Konuşulacaklar, öğrenilecekler, giderilecek hasretler vardı.

Annemin gözlerinin içi parlarken bakışlarını babama çevirdi. Babamın yüzünde teşekkür eder gibi bir gülümseme belirirken gözlerini yavaşça kapatıp açtı ve eliyle yatağı gösterdi. 

"Gel babam"derken sesi bile titremişti. Sanki karşılarında genç bir kadın yerine küçücük bir kız çocuğu görmüş gibi bakıyorlardı.

Tam yatağa ilerleyeceğimde aklıma gelen şeyle hemen geliyorum diyerek odadan koşar adım çıkıp kendi odama girdim. Masanın üzerinde ki siyah kaplı defteri alıp tekrar aynı hızda odalarına geçtim. Çıkarken kapıyı kapamadığım için tekrardan çalma gereği de duymamıştım. Babamda kendi tarafına geçmiş yorganı kenara çekerek bana ortalarında yer açmışlardı. Ayağımdaki terliği çıkarıp dizlerimin üzerinde ilerleyerek ortalarına geçtim. Aynı anda örtüyü tutup üzerime doğru çektiler.

"Uykunuz var mı?"diyerek önce anneme sonra babama baktım. Açıkçası benim vardı! Yorgundum. Uykusuzdum. Ama bir gecede onlar için uykusuz kalabilirdim.

"Yok" dedi annem. Bana öyle bir bakıyordu ki sanki tüm dünyadan soyutlanıyordu. Onun için, onun gözünde, onun etrafında bir ben kalıyordum. Bana her bakışı bu hissi yaşatıyordu. Annemde olan bakışlarımı çekip önümdeki deftere odaklandım.

"Sürekli ağlayan bir bebek değil mişim, Gülşah annem öyle anlatır. Çok yaramaz bir çocuk da değildim. Ama istediğim şeyleri elde etme uğruna her şeyi yapardım!"

İkisi de pür dikkat beni dinliyordu. Defterin kapağını açtım. Annemin az önce saçlarımın arasına karışan eli gördüğü fotoğrafla önce duraksadı. Sonra saçlarımdan yavaşlıkla ayrıldı. Babam nefes dahi almadan fotoğrafa kilitlenmiş bir şekilde bakıyordu. Ve beni kaybettikleri o gün şimdi bir kez daha gözlerinin önündeydi...

"Adım, polis memurunun kızının adıymış. Anlamı beyaz tenli kadın demek. Yanaklarımda ki kırmızılık beyaz tenimi daha çok belli ettiği için bu ismi yakıştırmış. Soyadımı da o gece vermişler. Bulunduğumda sadece bir kundağa sarılıymışım, kıyafetlerim yokmuş. Hava yağmurluymuş. Hem yağmura hem soğuğa dayandığım içinde bu soyadını layık görmüşler."

Ara vermeden tane tane konuşarak anlatıyordum.

"Ben seni giydirdim" dedi annem bitgin bir sesle. Her kelimenin üzerine ayrı ayrı bastırdı. "Anneannenin elleriyle diktiği pembe takımını giydirdim." Acı çekiyordu ve onun çektiği acının sızısını ben hissediyordum.

"Güneşli kundağı da o mu işledi?" Dedim dolan gözlerime inat gülümseyerek. Çektiği acıyı unutturmak istiyordum. Yaşlar gözümün ucunda birikmiş her an akmayı beklemeye hazırdı.

"Ben yaptım." Tıpkı benim gibi gülümsüyordu. "Seni ilk öğrendiğimiz gün babanla heyecandan ne yapacağımızı şaşırdık." Gözündeki yaş  yanaklarından kayarken uzanıp parmaklarımla sildim. Elimi tutup parmaklarımdan öptü. İçim titredi... Yetmedi vücudum titredi... Annem parmaklarımı öptü...

"Hatta o kadar heyecanlanmışız ki! Hastanenin önünde bizi bekleyen Adnan'ı unutup eve kadar yürüyerek gelmişiz." Babam hatırladığı anıyı anlatırken gülümsemişti. Lakin ağlamamak için kendini sıktığı çok belli oluyordu.

"Yolda giderken bir dükkanın önünde işleme setini gördüm" diyen anneme kaydı bakışlarım. Fotoğrafa bakarken, zarar vermeye korkar gibi işaret parmağının üstüyle okşadı.  "İlk hediyeni ben yapmak istedim. O gün bütün gece o kundağı işledim."

"Bana kalan" gözlerine baktım. Dakikalardır direndiğim acıya yenik düştüm. Göz yaşlarım usulca aktı. "Benimle kalan tek şeydi. ANNE." Mazur gör kızını anne, sana bu kadar geç geldiğim için özür dilerim. Seni bu kadar geç kabullendiğim için affet. Sanki içimden geçen tüm yakarışları duymuş gibi kollarıyla bedenimi sarıp kendine çekti. "Annem" diyerek kokladı saçlarımı, defalarca öptü. Saçlarımı ucuna kadar sevdi. Verdiği her nefeste bir kez daha annem dedi. O ağladı, ben ağladım. Tüm yalnız kalışlarımıza inat sıkıca sarıldım.

Annemin saçlarımdaki eli yavaşça severken hâlâ sarılmaya devam ediyorduk. Ensemin üstünde bir baskı hissettim, sonra saçlarımın arasından tenime değen  birkaç damla su. Annemin yanında acısından bile utanan babam başını enseme dayamış bana sığınıyordu. "Özür dilerim" dedi birkaç damla göz yaşını daha tenime hediye ederken "size yıllarınızı getiremiyorum, hiç yüzüm yok ama özür dilerim." Annemin kollarının arasından çıkıp babama  döndüm. Başı eğikti.

"Baba" diyerek avuçlarımı yanaklarına bastırıp başını kaldırdım. Gözlerinin parlak beyaz hareleri şimdi kıpkırmızıydı. "Beni cam bir fanusta da saklasan, yaşanacak olanı değiştiremezdin" Bir yanağından kocaman öptüm, başımı boynuna gömüp sıkıca sarıldım. Gülşah annemin anlattığı bir hikâyenin son satırları geldi aklıma. "Hem o meşhur hikayenin sonunda ne diyordu." Derken bir elimi de anneme uzattım. Elimi tuttuğunda onu da babama doğru çektim. Şimdi ikimizde koca bir dağın güvenli kolları altındaydık. Ve bu dağ yıkılmasın, bu tablo bir kez daha bozulmasın diye bu sefer ben çabalayacaktım. "Güneşe yazı yazılmaz, yazılan yazı da bozulmaz" annemin tuttuğum elini babamın göğsünün üzerine bıraktım. Bizi daha sıkı sardı. Bu sözlerim daha çok annemeydi. Ne kendini ne de bir başkasını suçlasın istemiyordum.

Şiddetli yağmurun damlaları gürültüyle cama vururken bize bir melodi gibi geliyordu sesi. Zaman yavaş yavaş akarken tüm anılarımı bir kez daha onlarla birlikte yaşadım. Büyüdüm...Okula başladım...Mezun oldum...Bu sefer her yaşımı birlikte kutladık. Her anımda yanımda oldular. Babam sağımda annem solumda her fotoğrafta acılarımı, acılarını dindirmek için sarıldılar...Öptüler...

19/07/2017

'Fotoğraf'

Bugün mezun oldun. Adını anons ettiklerinde sen o kürsüye adım attığın an insanın içinde kelebekler nasıl kanat çırpar öğrenmiş oldum. 5 yaşında hayalleri için karşıma dikilen küçük Hümeyra, o hayalleri elde etmiş  genç bir kadın olarak karşımdaydı. Daha büyük bir gurura ihtiyacım yok.

Gülşah annemin bizim için hazırladığı satırlar bazen yüzümü kızartıyor, bazen hüzünlendirip, bazen güldürüyordu. Şimdi ne hissettiklerini bilmiyordum ama istediğim bir şey vardı ki Gülşah annem gibi benimle gurur duysunlar. Babamın dakikalar önce küçük Hümeyra'nın ıhlamur ağacı tepesindeki anılarını dinlerken attığı kahkahalar şimdi yerini farklı bir duyguya bırakmıştı. Babam tıpkı Gülşah annem gibi gururla bakıyordu. Bu yüzümde engel olamadığım bir gülümsemeye dönerken yavaşça anneme döndüm. Her fotoğrafa özlemle bakan annemde gülümsüyordu. Yıllarca çırpınışlarım iki kişiyi daha gururlandırdı.

"Deden, bu fotoğrafı görse salonun ortasına asıp her gelene gösterir." Daha önce hiç dedemden bahsetmemiştik. Merakla anneme döndüğümde "cübbeli fotoğraflar hoşuna gidiyorda" diyerek bir kahkaha attı. "Hatta babanıda cübbeli olduğu için seviyor" dedi elini dudaklarına götürüp attığı kahkahayı bastırmaya çalışarak. Alttan bir bakışla babamı süzüyordu. Sırıtarak babama döndüğümde o pek bu durumdan memnun değilmiş gibiydi.

" Açıkçası, sadece" derken son kelimesini daha baskılı bir şekilde söyledi "cübbemi seviyor. Ayıp olmayacağını bilse beni görmezden gelecek ama Yade'min hatrına işte" babam gerçekten bu duruma üzülüyordu. Az önce kahkaha atan annemde şimdi gülmüyordu.

"Seviyor. Sadece kızlarını biriyle paylaşma konusunu hâlâ kabullenmiş değil." 

"28 yıldır mı Yade'm?"

İkisinin ortasında kafamı bir sağa bir sola oynatıp mimiklerinden durumun büyüklüğünü çözmeye çalışıyordum. Annem üzgünce dudaklarını büküp omzunu silkti. Babam hiç konuşmadan benim kucağımda ki defterin ucuyla oynuyordu. Oynak Hümeyra başına kadar çektiği yorganı indirip etme bulma dünyası sende bizim yiğidimize gıcık oluyorsun diye kendince babama Alpay'ı savundu.

"Şimdi neredeler?" Diyerek araya girdim. Konuyu değiştirmek isterdim ama nerede, ne yaptıklarını da merak ediyordum.

"Memlekette. Muğlalıyız biz, bütün ailem orada."

Anladığımı belli etmek için başımı salladım.

"Deden geçen yıl bir kalp krizi geçirdi." Dedi babam. "Heyecan, üzüntü tekrar tetikleyebilir dedi doktor."

Elimi tutup hafifçe sıkan anneme döndüm.

"Bu yüzden daha senin varlığından bahsedemedik. Babanla oraya gidip alıştıra alıştıra anlatacağız. Dayına, teyzelerine de söylemedim ağızlarından kaçırırlar diye."

"Geçmiş olsun" diyebildim tüm anlattıklarına bir cevap olarak. Annem yanağıma kocaman bir öpücük bıraktı.

"Bir sürü kuzenin var eminim hepsini çok seversin"

Umarım severdim. Bir Aysu ve Kerim vakası daha kaldırmak istemiyordum. Benim için pek önemli değildi aslında beni istemeyenle bir daha muhatap olmazdım. Ama işte insanın bir noktası kırılıyordu ve hep kendini sorgulattırıyordu. Onlarla anlaşmak beni mutlu ederdi ama kendimi zorla sevdirecek kadar da gurursuz değildim. Belki bir kardeşim olsa o da onlar gibi olurdu. Sonuçta her istedikleri olan nazlı bir çocukluk geçirmişlerdi.

"Peki"dedim soracağım şeyden emin olamayarak "benim kardeşim niye yok?"

Annem babama mahçup bir bakış attı. Gözlerimi babama çevirdiğimde anneme içten bir tebessümle gülümsedi.

"Benim yüzümden" başını önüne eğdi. "Seni kaybettikten sonra uzun bir süre kendime gelemedim. Yeni bir çocuk istemedim." Babam elini uzatıp annemin çenesinden tuttu. Baş parmağı çenesinin üstünü okşayarak başını kaldırdı. Konuşmasa bile bu tavrı ile senin suçun yok diyordu. "Sonra da strese bağlı" kısa bir es verdi. "Erken menapoz" diyerek dolan gözleriyle babamın gözlerinin içine baktı. Babam önünden uzanıp annemin alnından öpüp geri çekildi. Annemin yanakları tıpkı benim yanaklarım gibi kızarınca ellerini nereye koyacağını şaşırıp en son önünde ki deftere doğru uzandı ve sayfayı çevirdi. Bu anı unutmak istiyordu bizde babamla onun isteğine saygı duyduk. Ben şimdi karşımıza çıkacak olan fotoğrafı biliyordum ama uzun bir süre bu fotoğrafa tekrar tekrar bakacaktım.

22/09/2019

'Fotoğraf '

Gözümün önünde bana yansıttığın ilk yıkılışın, kaybedeceğinden korkup döktüğün ilk göz yaşın. Ve hatta ilk pes edişin. Dakikalar sonra sığınağın olan o ağacın gölgesinden kalkıp yeniden dimdik ayakta duracağını biliyorum. Satırları okuduğunda tekrar bu ana dön ve ıhlamur ağacının altında ki bu Hümeyra'ya  tek bir kelime söyle.

"KAZANDIN"

Bu fotoğrafı ilk kez  bu gece gördüm ve ikinci kez aynı kelimeyi kullandım. Yüksek lisansımın tezini sunmadan bir gün önceydi. Sunuma saatler kalmışken hâlâ eksiklikler buluyordu hocam ve ilk kez yenilmeden yenildiğimi kabullendim. Sanki yapamadım, beceremedim gibi hissettim. Yeri geldi param bittiği için 3 saatlik mesafedeki üniversiteye gün doğmadan kalkıp yürüyerek gittim. Yetirmek için 3 işte birden çalıştım. Derslere uykusuz girdim. Sarma, mantı, baklava yapıp sattım. Akşam canlı müziğe çıktım. Bir otel mutfağının gece vardiyasında çalıştım. Bunları yaparken derslerimde başarılı olmak için daha çok çalıştım. Ve o gün ben ileri gitmek istedikçe geri gidiyormuşum hissine kapıldım.  Gülşah annemin göğsünde yapamıyorum, beceremiyorum diye ağlayıp ıhlamur ağacının gölgesine sığındım. Yine Gülşah annemin dediği gibi dakikalar sonra tekrar ayağa kalktım. Çabaladım. Bu gece kendime bir söz verdim kaybettiğimi düşündüğüm her an bu fotoğrafa bakıp kazandığımı hatırlayacağım.  

Saatler geçti...Defter bitti...Yağmur dindi...Gök gürültüsü kesildi... Benim uyuduğumu  düşünen annem saçlarımı defalarca öpüp yanımdan kalktı hafif bir tıkırtı oldu. Sonra babamın yanımdan kalkışını hissettim.

"Sessiz ol uyanacak" dedi annem kızar gibi bir fısıltıyla. "Hem niye kalktın sen, git yat" her kelimesinde ses tonu biraz daha kısılıyordu. Gözlerimi açacaktım ki babamın sesiyle vazgeçtim. Sanırım ne yaptıklarını biliyordum. Gülme isteğimi bastırmak için yüzümü yastığa doğru bastırdım.

"Bende bakacağım" dedi babam meydan okurcasına. Anneme göre sesi biraz daha fazla çıkmıştı. Annem derin bir nefes aldı ve hızla aldığı nefesi verdi. Görmesemde babama kızdığını anlayabiliyordum.

"Tamam, geç şuraya"

"Ağacın tepesine çıkmış geri inememiş ya onu açsana, bakışı çok komikti orada" derken bir kahkaha attı. Sonra bir anda derin bir ah sesi. "Elinin ayarı yok Yade'm. Karnıma ağrı girdi."

"Gülme"dedi annem. "Gülşah hanım indirene kadar korkmadan bekledi yazmış ama korkmuştur. Söyleyememiştir." Benim de tebessümün yarım kaldı. Annem haklıydı korkmuştum. Gülşah annem üzülmesin diye korkmuyorum, yerim çok rahat diye inkar etmiştim. Yine bir sessizlik oldu ara ara sayfalar çevrildi.

"Kızlara çok düşkün. Onlarsız bir tek hayali yok fark ettin mi?"

Annemin sorusuna babam cevap vermedi, muhtemelen başını sallamıştı.

"Alpay'a da çok düşkün. Gözü her yerde onu arıyor." Babam bu durumdan hiç hoşnut değilmiş gibi konuşuyordu. Annem hafifçe kıkırdadı.

"Kıskandınız mı sayın savcım?"

Ortamda bir sessizlik oluştu. Az önce hışırtısı gelen sayfa bile çevrilmedi. Bu garip sessizliği babamın yorgun sesi bozdu.

"Günler sonra ilk defa böyle hitap ediyorsun." Dedi.

O andan itibaren ben kendimi dakikalardır direndiğim huzurlu karanlığa bıraktım. Dilimde geceyi sonlandıracağım tek bir dua. Annem ve babam hep mutlu olsunlar.

🍓🍓🍓

"Hocam özledik sizi"

"Yokluğunuzda Özden hoca girdi derse 4 saatlik dersi blok yapıyorum ayağına 3 buçuk saat ara vermeden işledi hocam."

"Hocam sınavlardan önce hazırlık olsun diye bir sınav yaptı, yemin ediyorum ahirete hazırlık gibiydi"

"İlkokul öğrencisi gibi şikayet ediyoruz ama bir daha bizi bırakmayın hocam ya"

Gülümsememi ne kadar engellemeye çalışsamda sanırım başarılı olamıyordum. Amfi'nin ortasında sırtımı dayadığım öğretmen kürsüsünden kocaman bir tebessümle onları izliyordum. Fakülteye giriş yaptığım andan beri yoğun bir sevinçle karşılanmış ve bundan da hiç şikayet etmemiştim.

"Geçmiş olsun hocam. Umarım bir daha aynı şeyleri yaşamazsınız."

Gelen sese doğru döndüğümde bu sefer mutluluktan çok minnetle dolu bir tebessüm belirdi dudaklarımda. Saygısından ayağa kalkmış, ellerini önünde birleştirmiş gözlerimin içine bakan bir cevherdi.

"Umarım yaşamayız Batuhan." Mahçup bir ifadeyle başını eğip yerine oturdu. Hastaneye ziyarete gelen hocalarımdan Batuhan'ın uzaklaştırması dolup okuldan kaydı silinmeden bu olayın tekrar araştırılmasını rica etmiştim. Bıçak çekme, tehdit mesajları hiçbiri Ali hocanın anlattığı gibi değildi. Ali hoca Batuhan'ın yaptığı ödevi reddedip puan vermeyince Batuhan itiraz etmek için odasına gitmiş. İsmine özel sipariş verdiği şef bıçağı çantası olmadığı için elindeymiş lakin kutusu varmış. Ali hoca Batuhan'ın itirazına kızıp omzundan itmiş bu sırada elindeki kutu düşünce Batuhan yere fırlayan bıçağı tekrar kutuya koyup odadan çıkmış. Yanında olan arkadaşıda okuldan atılırım korkusuna susmuş, tabii Ali hoca okuldan atılıp bu olay tekrar gün yüzüne çıkınca da gerçekleri anlattı.

"Bende sizi özledim" diyerek yerimde doğrulup, birbirine sardığım kollarımı çözdüm. "Bir daha uzun süre birbirimizden ayrılmayacağız" hepsiyle göz teması kurmaya çalışarak büyük ekranın önünde ileri geri yürümeye başladım "bıktıracağım sizi" diyerek sert olmaya çalıştığım bir ifadeyle baktım.

Yavaş yavaş kıkırtılar yükselirken tekrar kürsüye ilerleyip uzun sandalyeye oturdum.

"Özden hocam en son hangi konuyu anlattı?"

"Çiğ köfteyi anlatacaktı, biz isyan edince orada bıraktı hocam"dedi ön sırada oturan adını hatırlamadığım ama her gördüğümde Mihriban demek istediğim sarı saçlı mavi gözlü kız.

Bakışlarımı tekrar sınıfta gezdirdim ve sınıfın bir süre karışacağına emin olduğum bir soru sordum.  

"Güzel konu. Söyleyin o zaman çiğ köfte Şanlıurfa'nın mı, Adıyaman'ın mı?"

Sınıfta uğultu ile başlayan kargaşa sesleri yavaşça yükselirken bazıları Şanlıurfa bazıları Adıyaman diyordu. Hatta bir süre sonra inatlaşmaları kendi aralarında tartışmaya kadar uzamaya başladı. Elimle önümdeki kürsünün üzerine vurup dikkatlerini tekrar çektim.

"Adıyaman diyenler" 50 kişilik sınıftan neredeyse yarıdan fazlası elini kaldırdı. "Şanlıurfa diyenler" geri kalanlarda elini kaldırınca bir nefes verip sandalyeye sırtımı yasladım. "Çiğ köfte hikayeli yemekler dediğimiz kategoriye girer. Açıkçası iki tarafın cevabıda doğru. 2008'de etli çiğköfte Urfa adına, 2018'de de etsiz çiğ köfte Adıyaman adına tescillendi. Lakin bunu kabul etmeyen iki tarafta da hâlâ tartışma devam ediyor. Şimdi soracak olursanız bana hocam sizce nerenin diye ben her ikiside derim. Çiğ köftenin ilk yapıldığı yer Urfa, geliştirildiği yer ise Adıyaman'dır"

"Peki hikayesi ne hocam?" Bu soruyu 2 çocuk babası Halil bey sormuştu. O bana saygıdan hoca ben ona saygıdan bey diyordum. Evlatlarını okutup meslek sahibi yapınca kendiside hayallerini gerçekleştirmek için 50 yaşında üniversiteli olmuştu ve bütün sınıfın idolü hâline gelmişti.

" Kral Nemrut, Hz. İbrahim’i tek tanrıya inandığı için yakmaya karar verir. Halkına verdiği emir ile krallıktaki bütün ağaç ve odun parçalarını büyük bir meydanda toplatır. Evlerde yemek pişirmek için odun parçası kalmamıştır ve ateş yakılmasını yasaklamıştır. Hz. İbrahim’i yakmak için meydana toplanan ağaç ve odun parçaları yakılacak tek ateştir. Nemrut ister ki sadece Hz. İbrahim'i yaktığı ateşin dumanı her yerde görünsün. Halk kralın emriyle günlerce tahta parçalarını meydanda toplamıştır. Dağda avlandığı için bu emirden habersiz olan bir avcı, avladığı geyiği evine getirerek eşinden pişirmesini ister. Eş kralın ateş yakma yasağını anlatır. Avcı da çaresiz emre itaat eder. Avcı geyiğin sağ arka budunu ayırır, ince ince taşla döverek ezer. Bulgur, biber ve tuz katarak, ezdiği et ile bunları iyice yoğurur. Çiğ köftenin ilk kez bu avcı ve ailesi tarafından yapıldığı rivayet edilir. Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı yaklaşık 4 bin yıl önce ortaya çıkan çiğ köfte, bir yemek çeşidi olarak o günden günümüze kadar gelir. Ateşi yakmak için tüm şehirden toplanan odunlar Urfa'nın ortasında büyük bir Balıklıgöl oluştururken, aynı anda aynı şehirde insanlık başka bir damak tadıyla buluştu."

"Hocam o zaman et bir nevi çiğ değil. Sonuçta iki taşın arasında bir müddet dövülüyor."

"Elbette Halil bey. Birbirine sürten taşların ısı verdiğini hepimiz biliyoruz. Çiğ köftenin eti tam pişmese de çiğ kalmıyor. Çiğ denmesinin sebebi muhtemelen etin ateşle buluşmamasından kaynaklı."

Evin içinde bu kadar hızlı ilerlemeyen zaman sanki okulda musluktan akan su gibi geçiyordu. Dersler o kadar hızla ve verimle geçmişti ki ne zaman derse başladım ne zaman akşam oldu eve geldim ben bile anlamadım. Alpay bu gece nöbette olacağı için duş alıp üzerimi değiştirdikten sonra Asiye annem yanlız kalmasın diye karşı eve geçmiştim ama komşumuz Ayşe teyze hastalanınca çocuklar evde yok diye annemi aramış annemde ne olur ne olmaz yaşlı kadın diye onun yanına gitmişti. Bende çok yorgun olduğum için eve gitmeyip Alpay'ın yatağına uzandım.  Onun kokusuyla bedenim uyku ve uyanıklık arasında can çekişirken kapı sesiyle gözlerimi araladım. Tam annem gelmiştir diye kalkmayı düşünmüştüm ki bu sefer odanın kapısı açıldı. Üzerinde ki tişörtü daha kapıdan girerken sıyırıp yere fırlattı. Beni görmesiyle adımları duraksayıp yüzünde çapkın bir gülüş belirdi.

"Sevgilim" derken sesim engel olamadığım bir cilve ile çıkmıştı. Uzandığım yataktan kalkıp ayak parmaklarımın üzerinde yürüyerek kollarımı boynuna doladım.

"Beni böyle karşılayacağını bilseydim daha erken gelirdim" bir eli belimi kavrarken diğer eli saçlarımın üzerinden sırtıma baskı uygulayıp kendine yaklaştırdı.

"Hoş geldin" dedim. Parmaklarımı çıplak göğsünde gezdiriyordum. 

"Çok hoş buldum."diyerek dudaklarıma baskılı bir öpücük bıraktı.

"Hani senin nöbetin vardı?"

"Hâlâ var. Dışarda biraz işlerim vardı, gelmişken üzerimi de değiştireyim dedim." Belimde ki eli yavaşça beyaz tişörtümün altından kayıp tenime temas etti. İlk temasıyla huylanınca biraz daha göğsüne sokulup kıkırdadım. 

"Benim üzerimi değil, kendi üzerini değiştireceksin sevgilim"

Başını aşağı yukarı sallarken tişörtümü iki ucundan tutup bir anda çıkardı. Şimdi beyaz düz sütyenim ve kot pantolonumla karşısındaydım.

"Biraz vaktim var aslında"geri doğru attırdığı adımlarım bacaklarımın yatağa değmesiyle son buldu. Onun öpmesini beklemeden dudaklarını dudaklarının arasına aldım. Alt dudağını kavrayıp ısırırken aynı anda esnesinde ki saçı çektim ağzıma doğru inledi. İki elide vücudumda teması kesmeden kalçalarımın altına doğru indi ve ani bir hareketle bedenimi havalandırdı. Bacaklarımı beline dolayıp kendime daha çok bastırarak onu hissetmek istedim. Bedenimi yavaşça aşağı yukarı hareket ettirirken üst dudağımı emip boynuma doğru ilerledi. Başımı geriye atıp dudaklarına daha fazla yer açtım.

"Artık eve her girdiğimde seni bize ait bir odada bulacağımı bilmek istiyorum."

Geriye attığım başımı kaldırıp bende onun boynunu öptüm. Küçük bir öpücükle başlamıştım ki daha ilerisini istediğimi hissettim. İçimde ve bedenimde aynı anda alev alan bir yangın vardı ve bunu sadece Alpay dindirebilirdi. Öptüğüm yeri emip ısırınca bu sefer daha sesli inledi. Ben durmadım. Devam ettim. Elleri kalçamı sürekli okşayıp kendine bastırıyordu. Parmaklarını bel oyuntumdan yavaşça gezdirip sütyen kopçamın üzerinde durdurdu ve yine aynı yavaşlıkta açtı. Geriye çekilip sütyenimi tamamen çıkardım ve tekrar bedenlerimizi birleştirdim. İkimizin çıplak göğsüde birbirine değiyordu ve bu ikimizide daha çok yakıyordu. Alpay beni kendinden ayırıp sertçe yatağa attı. O kadar hızlı olmuştu ki ben daha ne olduğunu anlamadan üzerime çıkıp tekrar dudaklarımdan öptü. Eli göğsümü kavrayıp sıkınca önce acıyla sonra bedenime yayılan zevkle inledim. Kalçamı kaldırıp sürtündüğümde o da aynı şekilde inledi. Gözleri kaydı, tekrar göğsümü sıktı.

"Tam" dedi boğuk bir sesle "tam avucuma göre ne eksik ne fazla" onun yanında bu aşamada utanma duygum beni tamamen terk ediyordu. Elimi aşağıya indirip pantolonunun kemerini çıkarttım. Fermuarını indirecekken elimden tuttu.

"Emin misin?" Dedi. Dur desem hemen duracaktı, biliyordum. Omuzlarından itip yana doğru düşmesini sağladım ve üzerine çıktım.

"Tenin tenime kavuşsun artık" dudaklarından başlayıp çenesine, boynuna öpücüklerimi sıralarken göğsüne doğru geldiğimde dilimde dahil olmuştu bu öpücüklere Alpay kollarından destek alıp başını kaldırdı ve arzuyla gözlerime baktı. Bakışmamızı hiç kesmeden rotamı belirledim ve karnına kadar öperek indim. Tam pantolonunun başlangıç yerinde durup bedenimi kaldırdım ve fermuarını indirdim, o anda bir zil sesi duyuldu ellerim durdu. Alpay sinirle yumruğunu üst üste yatağa vurup başını geri attı ve yüzünü sıvazladı.

"Bu zili bu eve takan müteahhidi sikeyim." Dedi bir anda sinirle. Ben hala erkekliğinin üzerinde ne yapacağımı bilemez bir şekilde  oturuyordum. "Telefona zil sesi bulan şerefsizi de sikeyim"diyerek geçen sefere de kibar bir dille atıfta bulundu. "Bu kapıyı açmak zorunda olan kendimi de sikeyim" derken oynak Hümeyra bu aşamada devreye girip işte bir onu beceremez dedi. Gülme isteğimi bastırıp üzerinden kalktım. Gelen annem olabilirdi ve biz bu kapıyı gerçekten açmak zorundaydık. Yerdeki sütyenimi alıp hızlıca giyindim. Alpay yataktan kalkıp "ben bu halde nasıl geçireceğim bütün geceyi" pantolonunu düzeltirken sinirli bakışları benim üzerimdeydi. Gerçekten şu anda pantolonunun önü patlayacak gibi duruyordu. Dudaklarımı birbirine bastırıp tişörtümü giydim.

"Gül sen gül. Bunların hepsini yazıyorum" derken tişörtünü giyip odadan çıktı. Dağıttığımız yatağı üstüne vurarak düzleyip kapıya yönelmiştim ki Alpay'ın sesi ile ağzım şaşkınlıkla açıldı.

"Atilla bey, Yade hanım"

6615 kelime

🍓

🍓

🍓

🍓

🍓

Hatalarım olduysa affola.❤

Continue Reading

You'll Also Like

260K 14K 39
Şanlıurfa ☞ Muğla 0546****; Fotoğraf* 0546****; Belli ki bu yoldan yürümüşsün... 0546****; Yoksa etraf böyle çiçeklenmezdi. İlsu; Var öyle marifet...
1.5M 33.5K 43
Tam sınıftan çıkıcaktım ki gelen sesle dikildim kaldım."sen kal ada yapamadığın son soruya bakalım" OLUR OLUR HOCAM BAKALIM. Dırırııırıırıfırı Canı...
4.8M 262K 94
Benim ruhum delik delikti. Biri benim anahtarımı bulup açsa ve o ruhu çıkarsa , ruhumun üzerindeki yanık izlerinden , hayal kırıklığı izlerinden , ac...
214K 9.4K 39
Twitch yayıncısı Meriç Dağdelen'in valorant oynadığı 5'li den birinin İnternetinin gitmesi üzerine 5. Kişinin kim olacağını oyun belirler. Eğlencesin...