OYUNBAZ 7 TUTSAK 1 ÖLÜ (+18)

By Limaei

4.5M 383K 528K

1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İ... More

▂ ▄TANITIM▄ ▂
▂ ▄TANITIM FİLMİ▄ ▂
TUTSAKLAR& OYUNBAZLAR
BÖLÜM 1 • GÜN 1
BÖLÜM 2• GÜN 1'
BÖLÜM 3 • GÜN 1''
BÖLÜM 4• GÜN 2
BÖLÜM 5• GÜN 7
BÖLÜM 6 • GÜN 7'
BÖLÜM 7• GÜN 8
BÖLÜM 8• GÜN 8'
BÖLÜM 9• GÜN 8''
BÖLÜM 10• GÜN 8'''
BÖLÜM 11• GÜN 9
▂ ▄TANITIM FİLMİ 2▄ ▂
BÖLÜM 12• GÜN 9'
BÖLÜM 13• GÜN 9''
BÖLÜM 14• GÜN 11
BÖLÜM 15• GÜN 11'
BÖLÜM 16• GÜN 11''
BÖLÜM 17• GÜN 15
BÖLÜM 18• GÜN 15'
BÖLÜM 19• GÜN 17
BÖLÜM 20• GÜN 17'
BÖLÜM 21• GÜN 18
BÖLÜM 22• GÜN 25
BÖLÜM 23• GÜN 27
BÖLÜM 24• GÜN 28
BÖLÜM 25• GÜN 29
BÖLÜM 26• GÜN 30
BÖLÜM 27• GÜN 30'
BÖLÜM 28• GÜN 30''
BÖLÜM 29• GÜN 30'''
BÖLÜM 30• GÜN 31
BÖLÜM 31• GÜN 31'
BÖLÜM 32• GÜN 32
BÖLÜM 33• GÜN 34
BÖLÜM 34• GÜN 34'
BÖLÜM 35• GÜN 34''
BÖLÜM 36• GÜN 34'''
BÖLÜM 37• GÜN 34''''
BÖLÜM 38• GÜN 35
BÖLÜM 40• GÜN 35''
BÖLÜM 41• GÜN 36
BÖLÜM 42• GÜN 39
BÖLÜM 43• GÜN 39'
BÖLÜM 44• GÜN 40
BÖLÜM 45• GÜN 40'
BÖLÜM 46• GÜN 42
▂ ▄TANITIM FİLMİ 3: FİNALE DOĞRU▄ ▂
BÖLÜM 47• GÜN 43
BÖLÜM 48• GÜN 43'
BÖLÜM 49• GÜN 43''
BÖLÜM 50• GÜN 44
KALBİMİN İÇİNDEN BİR TEŞEKKÜR
INSTAGRAM CANLI YAYIN
▂ ▄2. KISIM: OYUNBOZAN TANITIM▄ ▂
▂ ▄OYUNBOZAN TANITIM FİLMİ 1▄ ▂
BÖLÜM 51• KAZANAMAYAN
BÖLÜM 52• KAYBEDEMEYEN
BÖLÜM 53• GÜN 70
BÖLÜM 54• GÜN 73
BÖLÜM 55• GÜN 82
BÖLÜM 56• GÜN 89
BÖLÜM 57• GÜN 90
BÖLÜM 58• GÜN 90'
BÖLÜM 59• GÜN 90''
BÖLÜM 60• GÜN 90'''
BÖLÜM 61• GÜN 90''''
BÖLÜM 62• GÜN 90'''''
BÖLÜM 63• GÜN 91
BÖLÜM 64• GÜN 92
BÖLÜM 65• GÜN 93
BÖLÜM 66• GÜN 93'
BÖLÜM 67• GÜN 93''
BÖLÜM 68• GÜN 93'''
BÖLÜM 69• GÜN 94
BÖLÜM 70• GÜN 95
BÖLÜM 71• GÜN 95'
BÖLÜM 72• GÜN 96
BÖLÜM 73• GÜN 96'
BÖLÜM 74• GÜN 96''
BÖLÜM 75• GÜN 97
BÖLÜM 76• GÜN 98
BÖLÜM 77• GÜN 98'
BÖLÜM 78• GÜN 98''
BÖLÜM 79• GÜN 99
BÖLÜM 80• GÜN 100
BÖLÜM 81• GÜN 102
BÖLÜM 82• GÜN 102'
BÖLÜM 83• GÜN 102''
BÖLÜM 84• GÜN 103
BÖLÜM 85• GÜN 103'

BÖLÜM 39• GÜN 35'

43K 4.3K 9.3K
By Limaei

🎵 Phantogram- Black Out Day Karakterleri yansıttığını düşündüğünüz yerlere yazmayı unutmayın ♥

[Dilin konuşsun 

Senin yüzünü tanıyamıyorum bile 

Duvardaki ayna 

Bana senden nasıl uzak duracağımı söyle 

Dur... Dur... Dur... Ve uzak dur...

 Derin bir çukur kaz 

Kafamda havai fişekler patlıyor 

Eğer gökyüzünü boyayabilseydim 

Bütün yıldızlar kan kırmızı renginde parlardı]

Keyifli okumalar!

• • •

Afra Ahsen Çakmak / Tutsak 7

4 Haziran 2021

Belki rüya görüyordum, belki de kabus. 

Bir şeyler görüyordum fakat gördüğüm şeyin ne olduğunu bilmiyordum. Silahlar vardı. Bedenime saplanan ama beni öldürmeyen mermiler vardı. Çığlıklar, sesli bağırışlar. Beyza'nın simsiyah kıyafetlerle, kansız bir şekilde yere uzanışı... Her şey tuhaftı. Silahlar benim evimdeydi, tutsak edildiğim yerde değildi. O sabah kahvaltımı yaptığım mutfak vardı fakat yediklerim tutsakken yediklerimin aynısıydı, evde kendime hazırladığım kahvaltıdan çok farklıydı. Annem vardı. Bana sarılıyordu fakat hiç mutlu değil gibiydi, ağlıyordu. Babam vardı. Babamın olmaması gerekirdi. O evde babamı görmemem gerekirdi.

Onun artık başka bir evi vardı. 

Beni uyandıran şey sanırım bu olmuştu.

Ne gördüğümü tam olarak hatırlamıyordum fakat yeteri kadar korkutucu bir senaryoyu görmediğimi farkındaydım. Nefes nefese uyanmamıştım. Zihnim uykuyla uyanıklık arasında o ince çizgide dikkatle ilerlemeye başlamıştı. Üzerimde kurumuş terin soğukluğunu ve örtünün bedenimi örttüğü yerleri hissedebiliyordum. Kendimi biraz zorlasam tam olarak uyanacakmış gibi hissediyordum fakat zihnim buna izin vermiyordu. Uyumak istiyordum.

Neden? 

Neden mi? Nedeni basitti. Uyanıp silahları görmek istemiyordum. Deli saçması bir evin kurallarına uymak istemiyordum. Bu şekilde yarı uyanık da olmak istemiyordum. Burada yaşamaktansa aptal bir kabusun, karanlığın içinde yaşamayı tercih ederdim.

Başımın ufak bir sızıyla ağrıdığını farkındaydım fakat bunun için yapabilecek hiçbir şeyim yoktu. Gözlerimi hafifçe araladım. Ardından hızla gözlerimi sımsıkı kapatıp zihnimi boşaltmaya çabaladım. Derin bir nefes aldıktan sonra uykuya hazırlanmak için nefeslerimi düzene koydum. Soğuk terle kaplı bedenim gittikçe gevşemeye başladı. Sıktığım gözlerimi istemeden gevşetsem de kirpiklerimi aralamadım.

Sonra titremeyi hissettim.

Deprem mi oluyor?

Titremeyi tüm bedenimle hissederken gözlerim aniden açıldı. Tavanı bulanık bir şekilde görüyordum. Hızla doğrulduğumda dünyam sarsıldı. Göğsüm sıkışırken kendime lanet ederek umut etmeye cüret ettim. Büyük İstanbul depremi şimdi olsa ne olurdu? Bu bina yıkılır mıydı? Çok tepede kalıyordu ama... Deprem olsa bir şansımız olabilir miydi?

En azından duvarların arasında geberebilir miydik? 

Böylece... Nerede olduğumuzu bilirlerdi. Cesedimizin nerede olduğunu bilirlerdi.

Bulunmuş olurduk. Canlı ya da ölü.

Komodine uzanırken nefeslerim sıklaştı. El yordamıyla gözlüğümü bulup hızla gözüme yerleştirdim. Mobilyaları ve etrafı incelerken sallanan hiçbir şey olmadığını fark ettim. Boğazım kurudu. Sertçe yutkunurken dilimle dudaklarımı nemlendirdim. 

Bir deprem düşüncesi bile nasıl beni umut dolu hissettirebilirdi? Kalbim ne zaman bu kadar umutsuzluğa ve karamsarlığa bürünmüştü?

Cevabı biliyordum.

Korkmadan anılarımı düşünmeye başladığım zaman olmuştu bu.

Korkmadan birine bir şeyleri anlattığım zaman.

Ölmekten korkmadan kırmızı bölgenin içine hiç düşünmeden girdiğim zaman.

Bu zaman dilimi çok uzağımda değildi. Sadece bir gün öncesinde yaşanmıştı bunlar.

Titremeyi tekrar hissettim. Sonra da kulaklarımda bildirim sesi çınladı. Derin bir nefes verirken acı acı gülerek elimi alnıma çarptım. Telefon. Siktiğimin telefonunun sesini ve titremesini deprem mi sanmıştım? Hayallerim duvarların üzerimize yıkılmasıydı, orospu çocuğu Ölüm'den sabahın köründe mesaj almak değil.

Saçlarımı geriye doğru atıp kendimi tekrar yatağa bıraktım ve yarısı yastığın altında duran telefonu çekip aldım.

Ölüm: Hızlı soluyorsun.

Ölüm: Kabus mu görüyorsun?

Ölüm: Uyan.

Ölüm: Şşş.

Ölüm: Uyansana.

Ölüm: Günaydın kelebeğim.

Ne kadar da düşünceliydi! Allah'ın psikopatı nefes seslerimi dinleyerek mi gecesini geçiriyordu? Kabus görüp görmediğimi bilecek kadar dikkatle beni izlemesi aşırı rahatsız ediciydi. Tüm gün bu evde olmaktan daha da rahatsız ediciydi hem de. Üstüne beni uyandırdıktan sonra da romantik bir laf söyler gibi 'kelebeğim' demesi... 

Anlamıyordum, gerçekten.

Tek tesellim bir-iki güne ölüyorlar diye bana kelebek dediğini ummaktı. Mete gibi burada iki yıl kalmaya dayanamazdım. Yapamazdım. Bana görevler verirken ve gece nefeslerimi sayarken olmazdı.

Cesaretimi sevdiğini kendime hatırlatarak yanağımın içini ısırdım ve cesurca konuşmak için doğru kelimeleri aradım. Ne kadar düşünsem, o kelimeleri söylemekten o kadar korktum. Bu evde hiçbir günüm aydınlık değil, demek istiyordum bağırarak. Günümün aydın olmasını istiyorsan beni buradan çıkarmaya ne dersin ruh hastası herif?

Bunun yerine ne mi dedim?

"Günaydın." Gözlerimi ekrandan ayırıp silahlara kaçamak bir bakış attım. "Kabus gördüğümü nereden anladın?"

Ölüm: Rahatsız gözüküyordun.

"Uyurken izlenmek rahatsız edici olduğundan olmasın?" dedim boğazımı temizleyerek. Dehşete düşmüş hissederken sesimin sadece uykulu ve yorgun çıkması bende kafamı duvara vurma isteği uyandırıyordu. Hissettiğim şekilde tepki veremeyecek kadar yorgundum. Ya da korkaktım. "Belki... Zamanını daha kaliteli şeyler yaparak değerlendirebilirsin."

Ölüm: Tavsiyen için teşekkürler ama bu gecem yeterince kaliteliydi.

Birkaç saniye mesaja baktım. Acaba gecesini sormamı mı bekliyordu? İtiraf etmek gerekirse kaliteli zaman anlayışını merak ediyordum. Yani... Beni izlemek dışında. Tabii beni izlemesine ne kadar 'kaliteli zaman' diyebilirsek...

"Neler yaptın?" diye sordum onu umurumda olmayan bir sınıf arkadaşımmış gibi hayal etmeye çalışarak. Adı Ölüm değil Ösman falan olurdu. Hobisi de beden eğitiminde herkes içerideyken kapıyı kilitleyip topuklamak.

Sonunda bir deli gibi düşünmeye başlamıştım.

Gülmemek için yanaklarımın içini ısırdım. Bunu yapar yapmaz yanaklarımın içi sızladı. Geceleri bunu yapmaya çok başlamıştım ve sanırım ağzım yara olmuştu. Dişlerimi yanağımdan çekerken acı bir tat ağzıma yayıldı. Gülümsemem hiçliğe karışmıştı.

Telefon parmaklarım arasında titredi.

Ölüm: Yani, seni izlemek dışında mı?

"Tüm gece bunu yapmadıysan, evet," dedim sert bir sesle. "Kaliteli gecenin açıklamasını merak ediyorum."

Ölüm: Bir çiçekçiye gittim. 

Yatakta doğrulup kafamı salladım. "Tabii," dedim elimden geldiği kadar ciddi bir sesle. "Anlayabiliyorum. Gece. Çiçekçi. Kaliteli zaman." Duraksadım. "Şey, alınma ama deli olduğundan soruyorum... Gördüğün şeylerin çiçek olduğundan emin misin? Uyuşturucuya ya da bir silaha da çiçek diyebilecek potansiyelde gözüküyorsun." Soğuk bir tebessümle ellerimi teslim olur gibi havaya kaldırıp kameralardan birine bir bakış attım. "Kişisel algılama."

Ensemden aşağıya bir ter damlası süzülürken yutkunmamak için zor durdum.

Birkaç saniye sonra cevap geldiğinde ellerimi indirip telefonun ekranına baktım.

Ölüm: Ben deli değilim.

Söylediğime alınmış gibiydi ve şaşırtıcı olmayan bir şekilde bunu reddediyordu. Delilerin hepsi böyle olmaz mıydı zaten? Kimse hasta olduğunu kabullenmek istemezdi.

Ölüm: Ve bu tavırlarına karşı seninle bir şey paylaşacak değilim. Ne yazık. Anlatacaklarımdan tanıdık bir şeyler çıkarabilirdin.

Şimdi de... Sızlanıyor muydu?

Ölüm: Sadece sevgili tutsağıma bir iyilik yapmak istedim ve seni kabusundan uyandırdım. Çok mu rahatsız ediciydi?

"Çok teşekkürler," dedim onun kabustan daha beter olduğunu düşünürken. Bunu düşündüğümü anlayıp anlamadığını merak ettim. Bazen... İçimi okuyormuş gibi hissediyordum. Benim hakkımda benim bile bilmediğim bir şeyleri biliyormuş gibi.

Ya da tanıdığı biri hakkında o kişi benmişim gibi konuşuyormuş gibi hissediyordum.

Ölüm: Sana bir hediye aldım. Dün gece. Kaliteli vakit geçirirken.

Bunun ne tür bir hediye olduğunu sormaya cesaret edemedim. Ona göre bunların hepsi bir ödül ve hediye değil miydi zaten? Sarp'a iki seçenek sunmuştu. Biri gitmesiydi, ki bu kesinlikle bir ödül gibiydi. Diğeri ise kalmasıydı. Seçiminin sonucunda elimizde olan tek şey kanla kaplı zemin olmuştu. Uzun zaman sonra ilk kez yumurta gönderdiğinde çoğu zehirlenmişti. Doğru düzgün tek hediyesi yolladığı pizzalardı.

Ve bazen, o pizzaların içinde bizi ağır ağır, sürünerek öldürecek bir zehir olduğunu düşünüyordum.

Çünkü bize iyilik yapmazdı.

Çünkü delinin tekiydi.

Bize değil, özellikle bana aldığı bir hediye ne olabilirdi? "Ne tür bir hediye?" derken sesim çatallandı. Tepkime karşı nasıl tepki vereceğini hayal etmeye çalıştım. Bu halimle eğlenir miydi? Beni korkutmaktan zevk alıyor muydu? O zaman neden beni kabustan uyandırmayı seçmişti? Belki de sadece bana söylemesi gereken bir şeyler olduğu için bunu yapmıştı.

Ölüm: Şu an evin içinde.

Omuzlarım gerilirken kaşlarım çatıldı. Dudaklarımı aralayacakken bir mesaj daha geldi.

Ölüm: Göreceksin.

Ölüm: Ah, bu arada...

Ölüm: Gece tüm silahlar tekrar dolduruldu. Eğer emin olmak istersen bir kitabı epey uzaktan kırmızı bölgeye fırlatabilirsin.

Ölüm: Senin içine girmemeni tercih ederim.

Ölüm: Mermilerin içine girmesini istemiyorsan...

"Peki ya sen?" diye sordum aniden. Boğazım sızlıyordu. Gözlerim de öyle. Korkmasam hıçkıra hıçkıra ağlayabilecekmişim gibi hissediyordum. "Ölmemi istiyor musun?"

Zaman geçerken her saniye bana bir dakikaymış gibi gelmeye başladı. Sorumu hemen yanıtlamadı. Bekletti. Daha çok bekletti. Odanın içine vuran ışıktan saatin kaç olduğunu anlamaya çalıştım fakat başarısız oldum.

Ölüm: İstiyorum. Çoğu zaman.

Ölüm: Çünkü benim için önemli birini öldürdün.

Gözyaşlarımın gözlerime dolmasına engel olmaya çalışırken dudaklarımı ısırdım. "Aslınur'la mı alakalı?" dedim titreyen sesimle. "Onun dışında kimsenin ölümünde bir parmağım yok. Hatta... Onun ölümünde bile bir parmağım yok. Beni araştırdıysan bunu biliyor olmalısın. Aslınur... Onun nesi oluyorsun? Neden bunları yapıyorsun? Ne yaparsan yap onu geri getiremezsin."

Ölüm: O kız umurumda bile değil.

Ölüm: Yerinde olsaydım ona daha kötüsünü yapardım. 

Ölüm: İnsanların hepsi aynı, değil mi?

Neden konuyu değişiyordu? Bir katil olduğumu, katil olduğumuzu ima ediyordu. O zaman kimi öldürdüğümüzü açıkça söylemeyi neden denemiyordu? Aslınur'la alakası olmaması onun hayatımdaki yerini- tabii eğer gerçekten varsa- daha da belirsiz yapıyordu. Ona ne yapmış olabilirdim? Ne yapmış olabilirdik?

Ölüm: Kötü şeyler yaparlar. Sonra özür dilerler. Karşısındaki onu affetmek zorundaymış gibi. Bir daha aynı şeyi yapmayacaklarmış gibi.

Biliyor, diye düşündüm dehşet içinde. Aslınur'u affetmediğimi ve ona karşı ne hissettiğimi tam olarak biliyor.

Zihnimin içinden geçenleri araştırma yaparak bulamazdı.

O zaman... Bunları nereden biliyordu? Sadece tahmin mi ediyordu?

Yoksa paranoyaklaşmaya mı başlamıştım?

Ölüm: Bir özür, eylemin tüm sonuçlarını silebilecekmiş gibi özür dilerler. Sonra tekrar, başka hatalar yaparlar. Çoğu zaman ise aynı hataları tekrarlar. Sanki bir sonraki hataları için özür diliyorlar.

Ölüm: Bunun nasıl hissettirdiğini biliyorsun, değil mi?

Kendimi gergin bir şekilde kafamı sallarken buldum. Aşağı yukarı. Onu onaylarcasına.

Ölüm: Onu değil, başka birini öldürdün.

Ölüm: Öldürdünüz. Hep beraber.

Ölüm: Ve hatırlamıyorsunuz.

Ölüm: Hatırlayacaksın. Hatırlayacaksınız.

Ölüm: Ama tatlı tutsağım, seninle bunları konuşmak istemiyorum. Takdir edersin ki yaptıklarını hatırlamak, silahların üzerinde duran parmaklarıma pek yardımcı olmuyor. 

Ölüm: Yemin ederim seni öldürmek istiyorum.

Ölüm: Ve herkesten çok yaşatmak.

Ölüm: Gördün mü bak? Ben sadece seni uyandırdım fakat sohbeti buraya yönlendiren sen oldun. İstediğim seni kabusundan çekip almaktı.

"Sen kabustan daha betersin," diye tısladım telefonu avucumun içinde sıkarken. Çenemi kaldırıp hışımla silaha döndüm. "Bu ev kabustan daha beter."

Ölüm: Hırçın tavırlar sana hiç yakışmıyor.

Bu dediği beni güldürdü. Gözlerim dolarken elimi dudaklarıma bastırarak dişlerimi gösteren gülümsememi yüzümden silmeye çalıştım fakat başarılı olamadım. Boğazıma bir yumru otururken dişlerimi sıktım.

Ölüm: Sana hediyem olduğunu söyleyecek ve bir görev verecektim. Hepsi buydu.

Ölüm: Beni sıkıştırıp sorular soran sensin.

Ölüm: Cesaretle aptallık arasında bir noktadasın.

Bu sefer kendime engel olamadım. Hastalıklı bir şekilde gülmeye başlarken eğilip örtüyü yüzüme bastırdım. Gözümden süzülen birkaç yaş direkt olarak örtüye bulaşırken sırtım sessiz tutmaya çalıştığım kahkahalarla sarsıldı. Kendimi tutmaya çalışırken örtüyü yüzümden çekip kameraya baktım. 

İkisi aynı şeydi.

Kendini yeteri kadar önemsiyorsan cesur olurdun. Kendinden umudu kesmişsen aptal.

Telefon titrediğinde yüzümdeki gülümseme soldu. Ruhumu kaybetmiş gibi hissederken mesaja baktım.

Ölüm: Yeni göreve hazır mısın?

Değildim. Hiçbir zaman hazır olmayacaktım. Onu reddetsem ne olurdu? Görevi erteler miydi? Daha ağırını mı verirdi? Her şeyden önemlisi, bu görev beni deli gibi korkutuyordu. Çünkü sabahın köründe, diğerleri yanımda değilken bir görev verecekti ve diğerlerinin belki de görevi aldığımdan haberi olmayacaktı. 

Benden ne isteyecekti?

Ona verecek bir cevabım yoktu. Onun mesajından çıkarabileceğim bir sonuçta.

Bu yüzden kafamı hafifçe öne eğmekle yetindim. Onu onaylamıyordum fakat o, kendince bunu bir onay olarak anlayabilirdi.

Düşündüğüm gibi oldu.

Ölüm: Bu gece, Çağrı'dan Gökhan'ın odasında kalmasını iste.

Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken sırtımdan aşağıya bir ürperti dalgası yayıldı. "Bekle!" dedim aniden sesimi yükseltirken. Bunu istemsizce yapmıştım. "Neden böyle bir şey istiyorsun? Birbirlerinden nefret ediyorlar."

Ölüm: Nefret işleri daha seksi kılıyor.

"Bir dakika... Ne?"

Ölüm: Birlikte olmalarını istiyorum.

Ölüm: İkisinden biri boşalana kadar hiç kimse odadan çıkamayacak.

Ölüm: Sabaha kadar bunu yapmamışlarsa, ikisi de odadan çıkacak.

Ölüm: Ölü olarak.

Ellerim titremeye başlarken avucum terle ıslandı. Telefonu yatağın içine bırakıp bir zehre tutmuşum gibi telefondan uzaklaştım. Ardından hızla yataktan kalktım ve ellerimi saçlarıma daldırdım. Dudaklarımın arasından kesik nefesler dökülüyordu. Göğsümü döven kalbimin uğultusu kulaklarımı dolduruyordu. Ona eşlik eden tek ses hareketimi takip eden silahların takırtılarıydı. 

"Hayır," dedim kafamı sağa sola sallarken. Kendimi ikna etmeye çalışıyordum. "Hayır, hayır, hayır!" Sesim gittikçe daha da kısıldı. "Bunu yapamazsın. Bu tecavüze giriyor!"

Yatağın içindeki telefonun titrediğini görünce gözlerim doldu. Ağlamamdan nefret ettiğini hatırlamam için üstün bir hafızaya ihtiyacım yoktu. Titreyen parmaklarımla hızla gözümdeki ıslaklığı sildim. İleri geri bir adım attıktan sonra hızlı adımlarla yatağa ilerleyip telefonu elime aldım.

Ölüm: Yapabilirim.

"HAYIR!" diye bağırdım aniden. Telefonu yatağa o kadar sert fırlattım ki yatağın üstünden sekip yastığın üzerinde durdu. Hızla bir silaha doğru ilerledim. "Bana bak," dedim kameraya bakarken. "Gökhan... Gökhan'ın hiçbir suçu yok! Kendini kabullendi. Çocuk lise hayatı boyunca ona karşı anlatılanları dinledi! Cinsel obje olarak kullanıldı! Ona nasıl bunu yapmasını söyleyebilirsin? Nasıl böyle bir şeyi isteyebilirsin?"

Telefon yastığın üzerinde titredi fakat ona çok uzaktaydım.

"Git Çağrı için birini bul o zaman!" diye bağırdım sesim çatlarken. "Eğer onun yönelimini merak ediyorsan Çağrı için bir şey ayarla! Gökhan tamamen suçsuz, bunu görmüyor musun? Madem siktiğimin evinde 'Karma' gibi davranacaksın o zaman biraz adil ol! Gökhan reşit bile değil! Bir çocuk! Ona bunu yapamazsın!" Nefes nefese kalmış bir şekilde elimi göğsüme bastırdım. "Bunu onlara söyleyemem," dedim gözlerim dolarken, sesim kısılmıştı. "Yapamam. Yapamazlar."

Telefon tekrar titredi.

Kelimelerini duyabilecekmiş gibi kameraya baktım. 

Sonra sırtımı silaha- ve kameraya- dönüp yatağa doğru ilerledim. Yastığın üzerindeki telefonu alıp ekrana baktım.

Ölüm: Gökhan her şeyi anlatmadı. Bunun için ona şans verdim ama yapmadı. Cezasını böyle ödeyecek. Bu evde en çok tiksineceği şeylerden birini yaparak.

Ölüm: Ben Karma değilim. Kendi adaletini arayan biriyim.

Ölüm: Bunu yapabilirim.

Ölüm: Onlara söyleyeceksin.

Ölüm: Ve onlar da yapacak.

Gözlerim tekrar yaşlarla dolarken inledim. "Adam kaçırdın," dedim titreyen sesimle. "Bizi kaçırdın. Özgürlüğümüzü siktin attın. Birini öldürdün. Gözümüzün önünde öldürdün. Bizi zehirledin. Psikopatsın. Katilsin. Şimdi de tecavüzcü mü olacaksın? Bunu yapma. Bu kadar ileri gitme." Gözyaşları, Ölüm'e hakaret edercesine yanaklarıma doğru süzüldüğünde onların varlığı bana o kadar yabancı geldi ki titredim. "Lütfen yapma. O daha çocuk. Reşit bile değil. Lütfen." 

Telefon elimde art arda titremeye başladı.

Ölüm: Adam kaçırmadım. Hepiniz buraya kendi ayaklarınızla geldiniz ve beklenmedik bir şeyle karşılaştınız. Ayrıca, ben hiçbir zaman adam kaçırmam. Herkes kendi ayağıyla gelir.

"Bunun olmasını sağladın!" diye bağırdım. "Birini tuzağa çekince bu adam kaçırmaya girmez mi sanıyorsun? Kendini ne sanıyorsun sen?"

Ölüm: Birini öldürmedim. Onun kırmızı bölgeye itilmesi için emir veren ben değildim, sendin. Onu iten ben değildim, kölelerimden biriydi. Silahı ateşleyen ben değildim, sistem otomatikti. Katil ben değildim. Sizlerdiniz.

Ölüm: Tüm saydıklarını bana yakıştırabiliyorken, öyle olmamama rağmen bir 'tecavüzcü' olmamı bana neden yakıştıramıyorsun? Yoksa aklında bir imajım mı var?

Kafamı sağa sola salladım. Şiddetle. Gözyaşlarım izleyeceği yoldan biraz saparken alt dudağımı ısırdım. Kendini suçlu görmüyordu. Delirmişti.

Delirmişti!

Ölüm: Ve tecavüzcü değilim. Olmayacağım da. Onlardan bir şey istedim ve bunu zevk alarak kendi başlarına yapacaklar. İkisinden birini zorlayacak mıyım? Hayır. Sadece teşvik edeceğim. Tabii ölmek istemiyorlarsa.

"O BİR ÇOCUK!"

Telefon birkaç saniye elimde hareketsiz kalırken hızlı hızlı soluklandım. Dudaklarımın arasından nefes alıp vermekten mi bilmiyorum, yüzüm karıncalanmaya başlamıştı. Yanaklarım yanıyor, gözlerim yeni yaşlarla doluyordu. Titriyordum. Ölmek istiyordum. Tam şu an, gömülmek istiyordum. Bunu onlara söyleyemezdim. Gökhan'dan bunu yapmasını bekleyemezdim. Hatta Çağrı'dan bile. İkisi de istemeyecekti. İkisi de buna katlanamazdı.

Bu tecavüzdü.

Teknolojinin ve tehditlerinin arkasına sığınmışken bunu kendi yapmıyormuş gibi konuşuyordu. Düzgün biriymiş, sadece insanlara gerekli cezayı veriyormuş gibi.

Dudaklarımdan bir hıçkırık koptu. "Lütfen," diye inledim ağlamamdan nefret ederek bana baktığını tahmin etsem de. "Bunu yapma. Bu kadar ileri gitme. Lütfen." Telefon titrediğinde çenemi eğdim. Birkaç damla gözlüğümün camına damladı. Gözlerimi sıkıp yazıya odaklandım.

Ölüm: Reşit olmaması seni bu kadar rahatsız mı ediyor?

Cevap veremedim. Konuşmaya çalıştığımda ağzımdan sadece inlemekle hırlamak arasında bir ses çıktı. Konuşma yetimi kaybetmiş gibi hissediyordum. Bir elimi yumruk yapıp ağzıma bastırırken telefon tekrar titreyene kadar gözlerimi sımsıkı kapadım. Elim titremeyle, bedenim korkuyla sarsılırken gözlerimi yavaşça araladım.

Ölüm: Sen reşitsin, değil mi?

Gözlerim dehşet içinde irileşirken kafamı hızla sağa sola salladım. Reşit olduğumu reddetmiyordum çünkü reşittim. On sekizimi çoktan doldurmuştum. Bu reddetme... Bu reddetme bana söyleyebilecekleri içindi. Kelimelerimi boğazıma tıkan dehşetten daha acı bir dehşeti bana birkaç sözcüğüyle yaşatması içindi.

Ölüm: Ah, öylesin. Kafanı öyle sallama.

Kendime engel olamadım. Hâlâ kafamı sallarken dudaklarımın arasından kesik bir nefes döküldü. "Hayır," dedim çatlamış sesimle. Burnumu çektim. Kafamı tekrar sağa sola salladım. "Hayır."

Ölüm: Madem en başından beri düşüncesiz sürtüğün teki değil de düşünceli, insanları anlayan ve onlara acıyan biriydin... Ben bunu fark etmedim, değil mi? O zaman seni de yalnız bırakmamamız gerekir. Sonuçta altı erkekle beraber, aynı evde yaşıyorsun.

"YAPMA!" diye bağırdım. Telefonu yatağa bırakıp ayağa kalktım. "Hayır, hayır..."

Telefon titredi.

Sırtımı duvara yaslayıp ellerimi saçlarıma daldırdım ve saç köklerimi avuçladım. "Hayır," dedim hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlarken. Sırtım duvardan kaydı. Kalçamın üstüne düşerken dizlerimi kendime çektim. Kollarımı dizlerime sayarken dudaklarımı birbirine bastırıp susmaya çalıştım fakat başarılı olamadım.

Telefon titremeye devam etti.

Hıçkırıklarım dinene kadar- bunun olması ne kadar sürmüştü, bilmiyorum- yerimden kalkamadım. En sonunda karıncalanan yüzümü ve titreyen parmaklarımı hissedebildiğimde kollarımı bacaklarımın etrafından çektim. Mesajına bakmadığım için silahlarla etrafı taradığını hatırladım. Dizlerimin üzerinde sürünürcesine yatağa ilerledim. Sırtımı yatağa yaslarken titreyerek telefona uzandım ve telefonu kavradım.

Ekranı kendime çekerken gözlüğümdeki yaşları parmaklarımla temizlemeye çalıştım. Korkunç bir şekilde başarısız oldum.

Ölüm: Ah, daha fikrimden bahsetmemiştim bile.

Ölüm: Korkarım anlamış gibisin. 

Ölüm: Ağlarsan seni öldüreceğimi söylememe rağmen ağladığına göre... Bunu yapmaktansa ölmeyi tercih ediyor gibisin.

Ölüm: O zaman sana da bir görev, kelebeğim. 

Ölüm: Yatacağın kişiyi kendin seç.

Ölüm: Bu gece, onunla kendin yat.

Ölüm: Kurallar sizin için de geçerli fakat biraz daha farklı. Seks yapmanızı istiyorum. Ön sevişme değil.

Ölüm: Ve eğer yapmamayı tercih ederseniz, seçtiğin kişiyi de, seni de öldürürüm.

Telefon elimden kayıp düştü.

Bu sefer bağıramadım. Hıçkıramadım. Gözlerim yaşlarla dolarken gözümü bile kırpmadım. Yine de yaşlar yanaklarıma süzüldü. Gözlerim yerin üstünde sabitlenirken telefon bir daha titremedi.

Onu fazla suçlamam mı buna neden olmuştu? Üstüne gitmem, onu kötü biri olarak itham etmem... Tam olarak nedenini bilmiyordum. Muhtemelen asla öğrenemeyecektim. Ona sorsam, bunu can sıkıntısından istediğini söylerdi. Sanki basit bir şey ister gibi...

Benden biriyle yatmamı istiyordu.

Seks yapmamı.

Yoksa ölecektim.

Gözlerimi kırpmadan yere bakmaya devam ederken gözyaşları gözüme birikmeyi durdurdu. Bir süre sonra gözümü kapamadığımdan dolayı gözlerimin acıdığını fark ettim. Avuçlarımı yere dayayıp kalktım. Telefonu arkamda bırakıp öne doğru bir adım atarken bir an sendeleyecekmiş, yere yapışacakmış gibi hissettim fakat öyle olmadı. Attığım adım güçlü bir adımdı.

Dimdik dururken kafamı yatırıp gözlerimi kameraya çevirdim.

Dakikalarca ağlamıştım az önce. Ondan da öncesinde kahkaha atmıştım.

Şimdi hiçbir şey hissetmiyordum.

Hiçbir... Şey.

Göğsümde kocaman bir boşluk vardı. Doldurulamayacak bir boşluk.

Benden kendimi vermemi istiyordu. Biriyle sevişmemi istiyordu. Bir erkeğin bile elini tutmamış bir kızdan, doğru düzgün tanımadığı biriyle yatmasını istiyordu. 

"Yapamam," derken buldum kendimi. Ölüm tehdidi ve üstüme çevrili silahlar o an umurumda bile değildi. Bu basit bir görev değildi. Geçmişimizi sınamıyordu. Beni paramparça etmek istiyordu. Ruhumu kırmak istiyordu. Aynı şekilde Gökhan'ın da, Çağrı'nın da. Ve benim 'seçeceğimi' düşündüğü kişinin de. "Yapamam..." Benden bunu isteme.

Sesim titremiyordu. Ne yüksek, ne de alçak bir sesle konuşmuştum.

Telefon titremedi. Sanki çoktan kamera karşısından çekilmiş, beni çaresizliğime yalnız başıma bırakmış gibiydi. Kafamı sağa sola salladım. Bir şekilde dediğim her şeyden haberi olacağını biliyordum. Bu yüzden o orada gerçekten olmasa da, ya da yokmuş gibi davransa da konuşmaya devam ettim. "Ben..." Zihnim durmuş gibiydi. Zihnimde kurduğum hiçbir cümle yoktu, varsa da onları yakalayamıyordum. "Ben... Adet... Yani regl oldum."

Sertçe yutkundum. 

"Çok... Çok az kan geldi." Gözümü bile kırpmadan, kendimden emin bir şekilde yalan söyledim. "Son adetimi göreli neredeyse iki ay olacaktı. Adetim buraya geldiğimde gecikti. Dün akşama kadar." Kafamı sağa sola salladım. "Stres... Gecikmesine neden olmuş olmalı ve... Böyleyken yapamam. Birini seçemem. Bu sadece benim için değil... Onlar... Onlar için de iğrenç olur ve..."

Cevap gelmedi. 

Ya da beni duyduğuna dair bir işaret.

Sertçe yutkundum.

Ne bekliyordum, vazgeçmesini mi?

Onun gibi birinin bunu yapmasını mı?

Hayır, o kadar insan değildi o. Bir canavardı. İnsan hariç her şeydi. Ahlaksız, hissiz, duygusuz, erdemsiz bir varlıktı. Bizi acı çektirmek için kendini zorlayan iğrenç bir şeydi.

Midem bulanırken zar zor yatağa geri dönüp kendimi yatağa bıraktım. Terli saçlarım yastığa değince serinlerken gözlerimi tavana diktim. 

Gökhan'a nasıl derdim bunu? Ya da Çağrı'ya? Kabul etmelerini, bunu yapmalarını nasıl beklerdik? Ya ben... Bana yaptırmak istediği seçimi onlara söylersem ne olurdu? Hiçbiri buna razı olmazdı. Belki... Belki Çağrı olurdu. Hayır, hayır. O da bu şekilde olsun istemezdi.

Hiçbiri istemezdi. 

Bu iğrençti. Bu... Bu korkunçtu. Biriyle yatamazdım. Hazır değildim. İstemiyordum. Jiletim bile yoktu. Ne yapacaktım?

Ben... Ben her zaman ilk seferimin sevdiğim biriyle, kocamla olacağını düşünürdüm ve evlenmeyi düşünmediğimden asla seks yapabileceğimi düşünmemiştim. 

Yapamazdım. 

Ucuna ölümümüm olsa bile.

Cinsellik her zaman bana uzak bir kavram olmuştu. Üstünde çok düşünmemiştim. Hiç porno izlememiş ya da kendimi tatmin etmemiştim. Dokunulmamıştım. Ve öyle kalmaya devam etmek istiyordum. 

Telefon titredi. Bu sefer farklı bir sesle titremişti çünkü sert zeminin üzerindeydi.

Yatağın kenarına yanaşıp kolumu sarkıttım ve telefonu elime aldım. Parmaklarımın bir cesede aitmiş gibi kaskatı kesildiğini ve soğuduğunu telefona dokununca fark ettim. Sırt üstü yatakta dönerken diğer elimle elime tutup soğukluğundan emin oldum.

Sanki az önce benimle konuşmamıştı.

Az önce beni öldürmüştü.

Ve ben üzerime toprak atılmasını bekliyordum.

Gözlerimi kelimelerine kaydırmak için cesaretimi toplamam gerekti. Bunun için de birkaç dakika bekledim. Ardından bakışlarımı zar zor ekrana kaydırdım.

Ölüm: Bu kötü oldu.

Ölüm: Kanıtlayabilir misin?

Bir an bunu ne için yazdığını anlayamadım. Ardından ona söylediğimi hatırladım. Kanadığımı söylemiştim. Aylık dönemimin geldiğini.

Ama bu gerçek değil, bir yalandı.

Benden kanıt istiyordu.

Yatakta hızla doğruldum ve telefonu avucumun içinde sıktım. Kan... Kendimi kesebilirdim. Tek ihtiyacı olan kan görmesiydi. Kendimi kesmemin bir yolunu bulursam bunu da yapabilirdim. Tabii... Tabii bunu gözünün önünde göstermemi istemezse. "Benden soyunmamı beklemiyorsun, değil mi?" diye sordum zayıf bir sesle. "Sadece... İç çamaşırımdaki kanı göstersem yeterli olur, değil mi?" 

Cevap hızlı geldi.

Ölüm: Ben kaba biri değilim. Sadece senin gibi küçük, iyi bir yalancının yalan söylemediğinden emin olmak istiyorum.

Ölüm: Umarım iç çamaşırını çıkarıp bir saniye ekrana göstermeyi sorun etmezsin.

Nabzım neredeyse kulağımda atarken hızla yutkundum. "Akşam," dedim aniden. "Akşam, banyo yaparken kabinin içinde kıyafetlerimi çıkardığımda... Gösteririm. Beni... Beni görmeni istemiyorum."

Ölüm: Seni her türlü göreceğim. Yatacağın kişiyi seçtiğinde her saniyesinde seni izleyeceğim.

Ölüm: Bu akşam söylediğini kanıtlayamazsan seni öldürürüm.

Ölüm: Kanıtlayabilirsen... Sağlığın için bunu ertelememiz daha doğru olur.

Ölüm: İyi günler, kelebeğim. Umarım hediyeni beğenirsin.

Ve belki de kelimelerinden dolayı, gerçekten de kameraların arkasından çekip gittiğini hissettim. Elimde telefonla öyleye kalakaldım. Ardından telefonu yavaşça yatağa bırakıp yataktan kalktım ve saçlarımı atkuyruğu yaparken odada ileri geri yürümeye başladım.

Kanıt... Kendimi kesmem yeterliydi. Bana kendimi kesebileceğim bir şeyler lazımdı. Ufak bir kesik, birkaç damla kan. Sonra onu külotuma sürerdim ve sonra siktiğimin kamerasında doğru fırlatıp atardım. Beni görmezdi. Böylece rol yapabilirdim. Eğer şansım yaver giderse gerçekten de regl olurdum ve bu süreyi uzatabilirdim. Tabii regl olduğum süre boyunca bunu 'ertelemeyi' planlıyorsa.

Onu kandırmayı başarabilirsem... Bana verdiği süre bittikten sonra ne olacaktı? Tekrar aynı şeyi ister miydi? Onu vazgeçirebilmemin bir yolu var mıydı?

Gökhan ve Çağrı ne yapacaktı? Benim... Benim bir şansım vardı. Erteleyebilirdim. Oyalayabilirdim. Onunla konuşabilirdim. Fakat onlardan istediği şeyi bu gece istiyordu ve Ölüm'ü ikna etme şansları yoktu. Neyi seçerlerdi? Ölmeyi mi yoksa bunu yapmayı mı? Peki ya ben... Ölüm'ü aksine ikna edebilir miydim? Onları kurtarabilir miydim?

Zil sesi çalmaya başlayana kadar aynı şeyleri düşünüp durdum. Gökhan için, Çağrı için ve benim için bir kaçış yolu aradım. Tek bulabildiğim kaçış yolu kendim içindi. O da tam bir kaçış değil, oyalamadan ibaretti. Bu yüzden ikisi için kaçış yolu ararken aslında daha çok ağlamamaya çalışıyordum.

Gökhan daha on yedi yaşındaydı. Ve bundan bile küçükken cinsel obje olarak görülmüş ve cinsellik açısından kullanılmıştı. Bırak sevmediği birini, sevdiği biriyle bile birlikte olabileceğini sanmıyordum. Çağrı ise erkeklerden hoşlanmıyordu. Onlarca, belki de yüzlerce kişi tam tersini söylese de kendi öyle olduğundan emindi ve sapkın davranışlarına rağmen Gökhan'la bunu yapmak isteyeceğini sanmıyordum.

"Allah belanı versin!" diye bağırdım odadan çıkmadan önce ahşap dolabıma kafa atarken. Sesim kısıldı. "Onlara nasıl söyleyeceğim?"

Hüsran içinde odadan çıkarken telefonun varlığı bama cebimde bomba taşıyormuşum gibi hissettiriyordu. Odadan çıkana kadar hâlâ terlediğim, gece yattığım tişörtle olduğumu fark etmemiştim bile. Aslında Ölüm benden 'onu' istemeseydi zilin çalmasını beklerken duş alabilirdim fakat bunu akşama ertelemek zorunda kalmıştım.

Ağır adımlarla salona ilerledim. 

Az daha değişikliği fark etmeyecektim.

Değişiklik yerde değildi. Zemin hâlâ yüzlerce mermiyle kaplıydı. Değişiklik televizyonda da değildi. Televizyon hâlâ kırıktı ve kırık televizyon ünitesinin üstünde her an düşebilecek şekilde dengede duruyordu. Kitaplıkta da bir değişiklik yoktu. Değişiklik dış kapıya açılan, kitaplığın da bulunduğu geniş koridordaydı.

Koridorun ucunda duraksadım.

Koridorun iki yanına da duvar boyunca beyaz saksılar dizilmişti. Saksıların hepsinde aynı çiçek vardı. Küçük, mavi yapraklı, epey çirkin görünen çiçeklerdi bunlar. Bu saksı sırası dış kapıya doğru uzanıyordu. Kaşlarım çatılırken ileriye doğru bir adım attım. Ardından yavaşça dizlerimin üstüne çöküp çiçeğe tereddütlü bir şekilde dokundum.

Eğilip çiçeğin neredeyse olmayan kokusunu kokladım. Toprak, çiçekten daha fazla kokuyordu.

Bakışlarımı saksılar boyunca kaydırdım. Gece çiçekçiye gittiğini söylemişti. Ve de bir hediyesi olduğunu. Hediyesi bu muydu?

Bunun bir şey ifade ettiğini düşündüm. Bir şey ima ediyor olmalıydı. Ya da... Bu çiçekler zehirli olmalıydı. Durduk yere böyle bir şey yapması imkansızdı.

O kadar dalıp gitmiştim ki, Kutay omzuma dokunana kadar diğer herkesin geldiğini fark etmedim.

Kafamı çevirip elin sahibine baktım. "Afra," dedi yavaşça. Kıvırcık saçları alnını örtüyordu. Dünkü kıyafetleri üzerindeydi. Sesi şaşkın çıkıyordu. "Günaydın. Sana seslendik ama duymadın. Bunlar... Bunların ne olduğu hakkında bir fikrin var mı?"

Hiçbir şey demeden doğrulurken bir saksıyı kucağıma aldım. Parmağım mavi çiçeğin yapraklarının kenarında dolaşırken onlara doğru döndüm. Karşımda yüzü mosmor olmuş bir ordu var gibiydi. Egemen ve Sarp dışında. Yüzleri bugün daha kötü gözüküyordu. Yaraları şişmiş ve iğrenç bir renk almıştı. Muhtemelen benim yüzüm de şişmişti. Sabah aynaya bakamamıştım.

Çağrı'ya ve Gökhan'a uzun süre bakamadım. İkisinin yüzü diğerlerinden daha da beter haldeydi.

"Hayır," dedim yavaşça. Bakışlarımı kaçırdım.  "Ne oldukları hakkında bir fikrim yok." Saksıyı kendimden uzaklaştırdım. "Sadece bir çiçek. Sabah beni uyandırıp bir hediyesi olduğundan bahsetmişti. Sanırım onlar bunlar."

"Bizim köyde vardı bunlardan," dedi Mete elini alnına bastırıp kaşlarını çatarak saksılara bakarken. Yanımıza gelip parmağının ucuyla çiçeği dürttü. "Bir olayları yok açıkçası. Bunların satıldığını bile düşünmezdim." Kafasını çevirip diğerlerine baktı. "Yıkık geçmişi şu çiçeklerle bağlantılı olan var mı? Belki de bunlar kimin geçmişine ineceğimizle alakalıdır."

"Geriye Egemen, Afra ve ben kaldık," dedi Kutay. "Afra'nın bir fikri yok gibi. Benim de aynı şekilde." Kıvrık kirpiklerinin altından Egemen'e bir bakış attığında o da kafasını sağa sola salladı. "Peki ya diğerleri?" diye ekledi Kutay.

"Hiç bilmiyorum," dedi Sarp. 

"Bu fakir çiçeği," diye ekledi Çağrı. "Köyde falan yetişiyormuş baksana."

"Hayırdır, sizin pahalı çiçekler altın tarlasında mı yetişiyordu?" dedi Mete sert bir yüz ifadesiyle ona dönerken. Çağrı önceki günlerde olduğu gibi korkmuş gibi görünmüyordu. Mete'ye göz devirmekle yetindi. Gökhan da kafasını olumsuz anlamda salladı.

İç geçirdim.

Elimde bir saksı vardı. Zihnimde ise Ölüm'ün verdiği görevler. 

Eğilip saksıyı yere bıraktım ve ayağımın ucuyla onu eski yerine ittim. İçimdeki boşluk bir şeyler için sızlanırken dişlerimi birbirine bastırdım. Ardından tekrar eğilip çiçeği kavradım ve toprağından sertçe çektim.

Toprak parçaları köklerden saksıya doğru geri döküldü. Çiçeklerde hiçbir değişiklik olmadı. Öldüklerini bile fark etmemiş gibilerdi. Bunu anlamaları uzun sürecekti. Suya ihtiyaç duyana kadar ona artık ulaşamayacaklarını fark etmeyeceklerdi.

Kökleri cansız bir şekilde elimde sallanıyordu. Parmaklarım her saniye çiçekleri daha da sıktı.

"Bu çiçeklerin bir anlamı olmayabilir," dedim yavaşça. "Ama saksının içinden işimize yarar bir şeyler de çıkabilir." Omzumun üzerinden Kutay'a baktım. "Toprağı dökelim, çiçekleri sökelim. İçinden işimize yarar bir şey çıkıp çıkmayacağına bakalım. Toprağın içine bir şey saklamış olabilir."

Tereddütlü görünüyordu. Sanki bir farklılık olsun diye bu çiçekleri yetiştirmek ister gibi bakıyordu. Ki eminim gerçekten istediği buydu.

Egemen öne çıktı. Bugün üstünde siyah, uzun kollu, yakası açık ince bir badi vardı. Üstündeki kot pantolonu daha önce de görmüştüm, giymişti. "Önce kahvaltı yapalım," derken sesi her zamankinden daha nazikti. Bakışları benim üzerimdeydi. "Sonra dediğini deneriz."

Kutay düşündüğümü dile getirdi. "Bir tanesini... Kendime ayırabilir miyim?" diye sordu elimde sallanan ölü çiçeğe bakarken. "İçini ararız ama bu şekilde çiçeği öldürmeden."

Mavi çiçeği saksının içine geri fırlatırken ellerimi birbirine vurarak silkeledim. "Nasıl istersen," dedim omuz silkip. "Sonuçta sadece bir çiçekler." İç geçirdim. "Mutfağa geçelim." Meraklı bakışlarının üzerimde dolandığını hissedebiliyordum, görebiliyordum. Bendeki bir şeylerin bugün farklı olduğunu biliyorlardı. 

"Afra," dedi Egemen yumuşak bir sesle. "Sorun ne?"

Ses tonu dizlerimin üstüne çöküp hıçkıra hıçkıra ağlama isteği uyandırdı bende. Yağamadım. Sertçe yutkunup nefes almak için bedenimi zorladım. "Ölüm'ün yeni bir görevi var," dedim bu açıklamanın yeterli olacağını umarak.

"Nasıl?" dedi Sarp şaşkın bir sesle.

Kafamı sağa sola salladım. Dudaklarımı araladım fakat bir şey söyleyecek gücü kendimde bulamadım.

Nasıl yürüyebildiğime, nasıl nefes alabildiğime bile şaşırıyordum.

Üstüme fazla gitmediler. Çünkü ortak gibiydik. Arkadaş gibiydik. Aynı sikik yolun yolcusuyduk. Beni anlıyorlardı.

Fakat Ölüm, bizden biri değildi. Bu yüzden son mesajından sonra susacağını düşünsem de mutfağa giderken tekrar mesaj attı.

Ölüm: Evet, sonuçta onlar sadece çiçek.

• • •

Herkese selam!

Nasılsınız? Umarım iyisinizdir ♥ Bir haftada şükür sınır geçildi. -Neden Ölüm'ün olduğu bölümlere az oy veriliyor, çok ilginç selfkjskel- Bundan sonra kaldığımız hızda devam ederiz.

KAMU SPOTU BAŞI

Bazı bölümlerde işler kötüleşmeden önce sizi uyarmıştım. Bu bölümden sonra işler gerçekten KÖTÜLEŞECEK. Ve yazdığım şeyleri savunmadığımı ya da normalleştirmediğimi belirtmek isterim. Ben en başta Ölüm hakkında sizi uyarmıştım. Normal biri gözüyle bakmayın ve yaptıklarında normallik aramayın diye. Bunu da tekrar hatırlatmış olayım.

İstediği şeyler gerçekten iğrenç. Zaten şu zamana kadar hepsine psikolojik şiddet uyguluyordu ve bu bölümde de cinsel şiddetin başlangıcını attı.

Önemli not: Görevlerin hepsi yerine getirilecek gözüyle bakmayın. Beklenmedik şeyler olacak. Yani açık bir tecavüzü tam olarak yazmam ben, söyleyeyim.

Ölüm'de sevdiğim tek şey Kıyı. 

KAMU SPOTU SONU

Gelelim bölüm sonu sorularına. Bu bölümde bir farklılık yapıp sizden de soru alacağım. Aynı sorular olmamasına özen gösterin lütfen ♥ Merak ettiğiniz sorulara + yazıp cevap verebilirsiniz.

Bana olan sorularınız kısmı burasıdır.

Bölümü beğendiniz mi?

Sizce Çağrı ve Gökhan ne yapacak?

Sizce Afra, Ölüm'ü kandırabilecek mi?

Ölüm hakkındaki güncel fikirleriniz neler?

Bir sonraki bölümde görüşürüz, erken olması dileğiyle... Sizi çok seviyorum.

Instagram:

Kişisel: Merisiej
Blog: Limaeibooks
Kitaplarımla ilgili paylaşımlar için: ilimaei

Tiktok: -kendimi nasıl burada buldum bilmiyorum ama wattpadden alıntılar paylaşacağım- i.limae

Continue Reading

You'll Also Like

102K 7.5K 60
Sessizlik. Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim sadece ona. Sadece sessiz olmasını! Neden dediğimde susmadın? Şimdi yoksun. Bu senin tercihindi!
156K 10K 53
~Fantastik~ "Öfkenin ve dansın zarafeti, olacak her şeyin sebebi... ~ Yaratıkların kol gezdiği, tehlikenin hüküm sürdüğü dünyada; onları avlamak için...
162K 4.2K 1
Tanıtım bölümüne göz atınız... Kaçak Prenses 1'in devam kitabıdır.
2.4K 1.1K 22
Kapak tasarımı için @hayalliruzgarlar çok teşekkür ederim Senaryo yazmayı merak edenler için ders niteliğinde paylaşmak istedim. Not: İçindeki bilgil...