KIRLANGIÇ | Tamamlandı ~ Kısa...

By crazyrahibe

239K 11.6K 2.7K

Bir kız düşünün, sapasağlam ayakları yere basan, cesur ve dürüst. Şaşalı yaşamına rağmen alçak gönüllü. Ne s... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm |Final
YENİ ~ MÜPTELA

13. Bölüm

8.9K 445 362
By crazyrahibe

Yine uzun zaman sonra karşınızdayım. Yks'ye son 8 gün wğlsşwkwşqpslwşls size bölüm attım değerinizi bilin. Finale son 7 bölüm!

Yorum yapmasa da vote atan arkadaşlar iyi ki varsınız teşekkürler❣️

Not: yok sınır mınır zart zurt koymak istemiyorum. Ama emeğimin karşılığını da almak istiyorum. Bu yüzden vote ve  yorumlarınızı lütfen esirgemeyin🤍☁️

Keyifli okumalar diliyorum.🌸

Gözden ırak, gönülden de ırak olur mu efendimiz?

— Hayır Olric. Yüreğinde bir yer açıp oraya oturttuğun her kimse, seninle birlikte gider her yere.

-Oğuz Atay|Tutunamayanlar

Dayanamıyorum. Hiçbir şey olmamış gibi davranmasına artık dayanamıyorum! Kalbimin gurusuzca hızlanmasına dayanamıyorum! Bağırıp çağırmak içimi soğutmak istiyordum. Belki hesap sormak ya da ne bileyim kırıcı konuşup onu da bitirmek istiyordum.

Bir hışım arkama dönüp Yiğit Şah'ı göğsünden iterek kendimden uzaklaştırdım. Göğsüm aldığım derin soluklarla inip kalkıyordu. Odayı da Yiğit Şah'ı da darmaduman edip dağıtmak istiyordum.

Nabzımın hızlandığını, öfkenin damarlarımda zehir gibi boynuma doğru çıktığını hissediyordum. Yiğit Şah'ın tam gözlerinin içine bakarak konuştum.

"Gözlerin yalancı yalancı bakıyor."

Bütün hiddetime rağmen ilk sözcükler sakinliklikle dudaklarımdan döküldü.
Yüzünde anlamadığına dair mimikler geçip giderken bu sefer bağırarak söyledim.

"Gözlerin yine yalancı yalancı bakıyor!"

Dengesizliğimi ve kendimi kaybetmek üzere olduğumu fark etmiş olacak ki elini uzatıp beni tutmak istedi. İzin vermedim.

"Anlamıyorum Umut ama sakin olalım, konuşalım. Bitsin artık sensizliğim."

Yiğit Şah'ın üzgün çıkan sesi, çaresiz bakışları bile beni dize getirmedi. Oysa eskiden onu hafif üzgün bile görsem yapmadığım şaklabanlık kalmazdı!

Alaycı bir gülüş attım.

"Ne anlatıyorsun sen ya?! Kimi kandırıyorsun? Ne halt yediğini görmesem şu yaptığın masum, aşık ayaklarını yiyeceğim."

"Neyden bahsediyorsun Umut, anlamıyorum be-"

"Anlamazsın tabii. Ben açıklayayım o zaman gerçi hatırlar mısın bilmem. Ben bile yanındaki kızların değişimini takip edemiyordum."

Yüzümdeki alaycı gülümseme bir an olsun silinmezken Yiğit Şah ise gittikçe sinirlenmeye başlamış kaşları çatılmıştı.

"Umut Allah aşkına ne saçmalıyorsun onların hiçbiri ile aramda bir samimiyet olmadı. Hepsi rol icab-"

Sözünü tatmamlamasına dahi izin vermedim. Yok rol icabı, yok sen benden soğu diye yok öyle yok böyle!

"Ya bırak! Ben seni kendi gözlerimle bir  kadınla dudak dudağa gördüm! Kendim şahit oldum anbean tanıklık ettim. Sonra bir hafta nasıl bir zavallı olduğumu, benim sevgimi zerre hak etmeyen birini nasıl sevdiğimi düşünüp aydınlanma yaşadım."

Dilimdeki zehri atıp kurtulmak istedim. Şimdiden bile kendimi daha iyi hissetmeye başlamıştım. Yiğit Şah ise kaşları çatılmış hemen sonrasında hatırlamış gibi gözleri hafif açılmıştı.

"Umut yemin ederim düşündüğün gibi değil bak beni dinle!"

Sinirli, gergin Yiğit Şah gitmiş, bana açıklama yapmak için çırpınan Yiğit Şah gelmişti.

"Yo yo açıklama yap diye konuşmuyorum. Teşekkür edeceğim sana, iyi ki de gördüm yoksa zavallı gibi sürünecektim peşinden. Aklım başıma geldi, sana göre yaşamayı değil kendi yolumda devam etmem gerektiğini fark ettim."

Karşımda yıkılmış, kırgın bakışlar atan Yiğit Şah'ı görmemek için bir an gözlerimi sımsıkı kapatmak istedim. Yapamadım. Onun yerine yumruklarımı sıktım.

"Böyle konuşup durma! Hiçbir şey düşündüğün gibi değil! Seni seviyorken başka bir bedene nasıl dokunabilirim?! Evet, kabul ediyorum öyle bir hata oldu ama bu hatayı ben yapmadım. O kadın ne düşündü bilmiyorum ama birden öptü beni. Söylediğin gibi anbean tanıklık ettiysen onu itmiş olduğumu da görmen gerekirdi. Ben o kadını ittim!"

Söylediği ne kadar doğruydu bilmiyorum, çünkü o manzarayı sonuna kadar izleyebilecek ne mide vardı bende ne de güç. Ama bir ihtimal söylediklerinin doğruluk payı göğsümdeki yükü hafifletti.

Kısa bir süre sessizlik oldu birbirimizin yüzünü arşınlarken ne o konuştu ne ben. Sonunda sessizliği ben bozdum. Sesim daha sakin ama sözlerim acımasızdı.

"Sana açıklama yap diyen olmadı ve gördüğün gibi bende yaprak kımıldamadı. Ben senden sadece empati bekliyorum. Gördüğüm, duyduğum hiçbir şey de geride kalmadı, az çektirmedin bana. Şimdi senden tek beklentim geçmişte yaptıklarını düşün ve sana yapılsa ne hisseder ve ne düşürdün  bunu kafanda ölç tart. Ne hissettiğimi anladıktan sonra benimle gerekmedikçe konuşma, gözüme gözükme. Mesela buna bu akşamki yemeğe gelmemekle başlayabilirsin."

"Hiçbir tesiri yok ama..." Derince yutkundu. "...her şey için özür dilerim."

Gözlerindeki kırgınlığa rağmen gülümsedi.

"Ama yapamam ister bencil de ister acımasız... Ama olmaz Umut gözünün baktığı yerde olacağım, bir ihtiyacında yardımına ilk ben koşacağım, düştüğünde elini ilk ben tutacağım. İstesen de istemesen de, kırsan da döksen de eskisi gibi yanında olacağım."

Konuştukça küçük adımlar atarak dibime kadar girdi. Kadifemsi sesi sinirimi yavaş yavaş çekip aldı. Son kalan öfke kırıntılarıma tutundum.  Başımı kaldırıp gözlerinin en derinine baktım, bana doğru eğdiği yüzünün yakınlığı cesaretimi sekteye uğrattı. Gözlerimi kaçırıp derin bir nefes alıp verdim. Güzel kokusu burnumun ucunu sızlattı. Geriye çekilmek istesemde çekilmedim. Dimdik durdum, biri geri adım atacaksa o Yiğit Şah olmalıydı.

"Varlığından rahatsız oluyorum."

Nasıl anlatılır bilemiyorum. Söylediğim hem doğru hem yanlıştı. Beynim onu yanımda yöremde görmek istemezken  kalbim; onu görmek, sesini duymak, kokusunu az da olsa almak, tekrar onun aşkıyla yanıp tutuşmak için delicesine bir istek duyuyordu.

Yiğit Şah sanki ona çok güzel bir şey söylemişim gibi sımsıcak gülümsedi.

"Varlığınla can buluyorum."

O tanıdık his o tanıdık keskin sızı yine baş gösterdi. Yıllar sonra ilk defa bu kadar kuvvetliydi.

Daha demin biri geri adım atacaksa bu Yiğit Şah olmalı, demiştim değil mi?

Bir adım geri çekilip gözlerimi odada gezdirdim. Alnımı sıvazlayıp önüme gelen saçlarımı geriye attım. Evet, şuan hiçbir şey duymamış gibi yapıyorum.

Sıkıldım. Yoruldum. Bıktım.

"Boşa konuşuyorum. Ne halin varsa gör."

Son sözümü söyleyip ağzını açmasına fırsat vermeden kapıyı sertçe çarpıp çıktım.

***

Akşam yemeğinde tabak kaşık sesinden başka bir şey yoktu. Babam ve annem anlamadığım bir nedenden dolayı gergindi. Tam karşımda oturan Yiğit Şah ve Özgür ise sessiz. Benimse moralim bozuk, şaka yapacak halim bile yoktu. Onca konuşmama rağmen Yiğit Şah yemeğe gelmişti. Bahanesi ise tatlıda sütlaç olması...

O sütlaç boğazında kalır inşallah!

Keşke Yağız burda olsaydı, dedim içimden. Ne kadar ısrar etsem de işi olduğunu, yemeğe katılamayacağını söylemişti.

Annemin özene bezene yaptığı hamsili pilavı eşelerken ortamın sessizliği ruhumu daralttı. Annem ve babama dönerek konuştum.

"Neyiniz var sizin? Ortamın gerginliğinden yediğim yemekten anlamıyorum."

Babam kafasını kaldırıp çenesiyle annemi işaret etti.

"Annene sor."

Masadakilerin gözleri anneme dönerken annem burnunu havaya dikip babama ters bir bakış attı.

"Bakma kızım babana huysuzluğu üstünde. Önemli bir şey yok Trabzon'dan misafirler gelecek."

"Gerçeği söyle Hanım, gerçeği."

Babamın çatık kaşları ve hafif yükselen sesiyle durumun ciddi olduğunu anladım. Benim babam anneme karşı pamuk gibi adamdır. Az koşmamış annemin peşinden, annem de onun için ta Trabzon'dan, yerinden yurdundan kalkıp gelmiş.

"Mustafa ne var bunda, neden bu kadar büyütüyorsun? Turşusunu mu kuracaksın kızın?"

N'oluyor ya? Ben miyim turşu?
Kütür kütür olduğumuz doğrudur ama turşu ayıp oluyor.

"Küçük daha olmaz öyle şey!"

"Küçülsünde cebime girsin!"

Ağzımız açık annem ve babamın tartışmasını izliyorduk.

"Neyden bahsediyorsunuz baba, bize de açıklayın."

Özgür'ün çatık kaşları ve gergin sesi ikinci bir tartışma doğuracak gibiydi. Agresif çocuk!

"Umut'a Trabzon'dan görücü gelecekmiş! Anneniz bana sormadan kabul etmiş!"

Yiğit Şah'ın elindeki çatal yere düştü. Babamın ve annemin bakışları parkeye düşen çatala döndü. Özgür'ün ağzı balık gibi açılmış bir anneme bir babama bakıyordu. Ortam aşırı sessizdi, artık tabak kaşık sesi bile yoktu.

Evet, ben de şaşırmıştım görücü gelmesine ama çok büyütülecek bir mevzu değildi. Biz Özgür'le ne zaman Trabzon'a dedemi görmeye gitsek oradaki akrabalar Özgür'ü kızlarına beni de oğullarına alacağını söylerlerdi. Sözlerinin eriymişler, taktir ettim.

"Ne var bunda?" Umursamaz görünmek için sesimi sıradan bir şeyden bahseder gibi tuttum. Hamsili pilavdan bir kaşık ağzıma attım. Beyleri biraz kudurtmak istedim. Çünkü neden olmasın?

"Ne diyorsun kızım sen?" Özgür yine boşa yükseliyorsun koçum.

"25 yaşındayım ben-"

"Küçüksün işte!" Babam sözümü kesip yakınırcasına sesini yükseltti.

"He aynen kundakta bebek(!)" diye laf attı annem.

Hafif kaos esintileri geliyordu ve ben bu durumdan keyif alıyordum.

"Yabancı değilsin diye rahat konuşuyoruz Yiğit'cim kusura bakmıyorsun değil mi?"

Annem masaya doğru yaklaşmış Yiğit'e hitaben konuşmuştu. Fakat annemin sesinde garip bir tını vardı, sanki 'rahatsız ol' der gibi iğneleyici bir üslubu vardı.

Yemeğin başında olduğu gibi gözümü bir an olsun Yiğit Şah'a değdirmiyordum. Yokmuş gibi yapıyordum. Madem etrafımda dolaşmaya devam edeceksin bende sana gözümü kapatırım. Yok sayarım.

"Yok! Rahat olabilirsiniz."
Sesini kontrol etmekte zorlandığı belliydi annem insanı gıcık edecek kadar sevecenlikle gülümsedi.

"Bence bu mesele fazla uzamasın babacım, tartışma gerektirecek bir konu değil. Aranız bozulmasın." dedim anne ve babama dönerek

"Aynen olmayacak bir şey için bu tarz konuları masamıza meze yapıp tadımızı kaçırmayalım."

Ne? Özgür'e bak sen, sanki ona görücü geliyor!

Sertçe Özgür'e bakıp tek kaşımı kaldırdım.

"Babam sözümü kesmeseydi 25 yaşına geldiğimi ve bu gibi şeylerin normal olduğunu söyleyecektim."

"Eee!" dedi uzatarak devamını getir, der gibi.

"Esi annem kabul etmiş bulunmuş, gelsinler misafirimiz olsunlar bizde kararımızı güzel bir dille açıklarız."

Yiğit Şah sesli bir şekilde boğazını temizledi. Dönüp bakmadım.

"Neymiş senin kararın?"

Evet, aynen birazdan Özgür'le kavga edeceğiz. Klasik.

Geriye yaslanıp alayla konuştum. "Valla o adaya bağlı Özgür'cüm. Çocuk Karadenizli bir de mavi gözlü ve sarışın olursa neden olmasın?"

Çekirdek ailemizdeki tek kahverengi gözlü olduğum için bu takıntımı biliyorlardı. En azından çocuğum renkli gözlü olsun! Ama gelin görün ki tek şansımı Yiğit Şah adında kahverengi gözlü bir adamı severek kaybetmiştim. Şimdi bin tane renkli gözlü adam verseler nasıl sevebilirim bilmiyorum.

"Gözlerini oyarım o çocuğun!"

Yiğit Şah ve Özgür'ün aynı anda konuşmasıyla babam çatık kaşlarıyla ikisine birden döndü ve elini hafif masaya vurdu.

"O sesinizin ayarına... dikkat edin."

Söylemiş miydim babamın kırmızı çizgisi, basılmaması gereken damarı benim!
İçimden kıs kıs gülerken Özgür sinirli bir nefes verdi. Yiğit Şah bir şey demedi, sıkıyorsa desin.

"Konuş kocacığım, size n'oluyor bakayım hamsiler?!"

"Necla." Babamın uyarı dolu sesinden sonra annem de homurdanarak susmuştu.

Babam derin bir nefes alıp verdi.

"Bu saatten sonra geri çevirmek olmaz. Misafir edeceğiz ancak asla bir evlilik söz konusu değil. Bu da böyle bilinsin."

Babam son cümlelerini anneme bakarak söylemişti. Altında yatan mesaj barizdi.
Konu kapanmış fakat gerginlik devam ediyordu. Annem fazla neşeli bir şekilde tatlıları getirdiğinde ilk babama sonra Yiğit Şah'a servis etti. Önüme koyulan fırın sütlaçı sesimi çıkarmadan yemeye başladım. Herkesin bana baktığını biliyordum ama kafamı kaldırıp da bakmadım.

"Hani sen sütlaç sevmiyordun?"

Annemin sorusuyla ona döndüm.
Madem biliyorsun neden her seferinde önüme koyuyorsun anne?

"Sevmiyorum değil, tercih etmiyorum. Yesem de olur yemesem de."

Annem kafasını sallayıp önüne dönerken Yiğit Şah'ın tatlısına hâlâ dokunmadığını gördüm. Kafası hafif eğik önündeki sütlaça bakıyordu. Umarım vermek istediğim mesajı anlamıştır.

Biz eskisi gibi değiliz ve olamayız.

***

Yemekten sonra odama çıkıp üstüme sweatshirt ve sporcu taytı giymiştim. Odamda biraz oyalandıktan sonra telefonumu alıp aşağı indim. Annem ve babam salonda oturuyordu ancak Yiğit Şah ve Özgür yoktu. Bahçede olduklarını düşünüp mutfağa doğru gittim. Mutfaktan bahçeye açılan kapıdan geçeğim sıra Yiğit Şah'ın konuştuğunu duydum, durup dinledim.

"Geldi mi?" Sessizlik oldu. "Tamam, Yağız sakın görünme biz geliyoruz."

Telefonla konuşuyordu. Nereye gideceklerdi?

"Kulüpte mi şimdi o şerefsiz?" diye sordu Özgür

Yiğit Şah'ın cevap vermesini bekledim ama cevap vermedi.

"Umut gelmeden kalkalım, giderken görürse bin defa sorar."

Nasıl tanıyor kardeşini ama kereta. Ayağa kalktıklarında panikleyip hemen ada tezgahın arkasına saklandım. Neden saklanıyorum ki? Sesleri hâlâ geliyordu.

"Sanmıyorum. Yanında ben olduğum için cehenneme bile gitsek sormaz."

Ciddi anlamda Yiğit Şah'ı üzdüğümü anladım.

"Aranızın daha iyi olduğunu sanıyordum."

"İyi değil, hem de hiç iyi değil."

"Geçecek. Neyse gidelimde şu şerefsizin hesabını keselim."

Mutfaktan çıktıktan sonra konuşmayı kesmişlerdi. Seslerden annem ve babamla konuştuklarını ve evden çıklarını duydum. Çömelmiş hâlâ ada tezgahın arkasında saklandığımı fark edince hemen ayağa kalktım.

Şerefsiz? Oktay!
Özgür kulüpte mi, diye sormuştu. O zaman bu iki salak Oktay'ın mekanı Fine'a mı gideceklerdi? Hesap kesmeye?

Geçirebilseydim şuan beyin kanaması geçirirdim. Bu nasıl bir aptallık adamın kendi  mekanına iki kişi mi gidiyorlardı?

Koşarak dışarı çıktığımda gitmiş olduklarını gördüm. Hemen odama çıkıp araba anahtarını aldım. Annem ve babama kapının eşiğinden işim çıktı, diye bağırarak ne dediklerini dinlemeden kendimi evden dışarı attım. Arabaya binerken aynı zamanda Yağız'ı arıyordum. Çalmasına rağmen açmadığında arabayı çalıştırıp kulübün adresini navigasyondan açtım. Yol tarifi İstanbul trafiği derken çok zaman kaybetmiştim ve bu sırada Yağız'ı aramış ama ulaşamamıştım. Fine'ın önünde aracımı durdurduğumda insanların alel acele çıktığını gördüm. Kalbim korkuyla atmaya başladı. Arabadan hemen indim. Kapıdan çıkmaya çalışan izdihamın arasına girip zar zor içeri girdim. Locaların olduğu kattaki kalabalıkla oraya doğru koştum. Soluk soluğa merdivenlerden çıkarken son basamakta gördüğüm manzarayla elim ayağım boşaldı.

Herkes birbirini dövüyordu!

Yağız ve Özgür mafyatik tipli bir kaç adamla boğuşup yumruk yumruğa kavga ederken Yiğit Şah Oktay'ın üstüne çıkmış yumruklarını ardı sıra sıralıyordu.

Kimse beni fark etmemişti. Mafyatik tipli adamlardan biri yerden kalkıp eline şarap şişesi aldı. Ağzımı açıp bağıramadan adam elindeki şişeyi Yiğit Şah'ın kafasının arkasına geçirdi. Parçalanan şişenin sesiyle çığlığım aynı anda duyuldu. Yiğit Şah kafasında şişe parçalayan adama bakıp sakince ayağa kalktı ve adamı yakalarından tutup burnuna sert bir kafa attı.

Normal insan değil ki hayvan!
Kafanda şişe parçalandı senin!

Ağzı burnu kan içinde kalan Oktay'a dönüp tek eliyle yakasında kavradı, yumruğunu suratına geçirdi.

Miğdem bulanıyordu.

Yiğit Şah korkunç bir şekilde vahşice Oktay'ı yumruklarken trabzanlara tutundum.

"Yiğit Şah!" Duymadı. Herkes birbirine girmiş kimse beni fark etmiyordu. Var gücümle bağırdım.

"ŞAH!"

Yiğit Şah'ın eli havada asılı kalmış, Özgür sesimi duyup bana döndüğünde karşıdaki adam boşluğunu yakalayıp yumruğunu Özgür'ün suratına geçirmişti. Özgür yerine benim canım acıdı. Özgür adama tekrar saldıracakken bağırdım.

"Yeter artık! Durun!"

Yiğit Şah yakasından tutuğu Oktay'ı yere atarak sinirli bir şekilde üstüme doğru geldi. "Senin ne işin var burda?!" Kolumdan tutup beni kenera çekmeye çalıştı. Dudağı ve kaşı patlamış, elmacık kemiğinin üstü de biraz kızarmıştı. İçim cız etti.

"Eğlenmeye geldim(!)"

Kaşlarını derince çattı. "Umut." dedi uyarır dolu bir sesle.

Mafyatik tipler bir bir toparlanıp Oktay'ı kaldırdılar. Ruh hastası öksürüyor bir yandan da gülüyordu. Ağzındaki kanı tükürüp kalıplı vücudunu doğrulttu. Göz göze geldiğimizde gülümsedi, itici gülümsemesi ve kanlı burnuyla daha bir korkutucu gözüküyordu. Yiğit Şah Oktay'ın bana baktığını görünce önüme geçip geniş gövdesiyle beni sakladı. Özgür ve Yağız yanımıza doğru geldi.

"Umut Hazar bu ne güzel bir sürpriz! Karşılayamadım kusura bakma."

E normal tabi dayak yiyordun o sıra. Zevzek!

Yiğit Şah'ın arkasından çıktım. Fakat Yiğit Şah hemen koluma yapışıp beni kendine doğru çekti.

"Kardeşim Umut'u al ve git biz de birazdan çıkarız." Özgür sessizce Yiğit Şah'a söylemişti. Hemen itiraz ettim. "Hayır, sende geliyorsun."

"Anahtarları ver Umut."

Elini uzatmış anahtarı vermemi bekliyordu. Gergin yüz hatları söz dinle, diye bas bas bağırıyordu. Sinirle anahtarı avucuna koydum.

"Ne o kaçıyor musun Umut?" Bir adım yaklaştı. "Oysa sabah çok iddialıydın." Bir adım daha yaklaştı. "Ve fazlasıyla çekici..." diyip alt dudağını yaladı.

"Devam et! Beni biraz daha kışkırt ki o boynunu kırayım!"

Yiğit Şah bağırmasıyla yerimden sıçradım. Oktay gür bir kahkaha attı. O yüzdeki yaralara rağmen nasıl gülebiliyordu?

"Dilini mi yuttun güzelim?"

Yiğit Şah öne doğru atılınca iki elimle kolunu tuttum. Sonrasında elimin birini kolundan çekip göğsüne koydum. "Lütfen sakin ol." Parlayan kahveleriyle gözlerime bakıp kafasını salladı. Göğsünde duran elimin üstüne elini kapatıp aşağı indirdi ancak bırakmadı. Sımsıkı tuttu.

Artık konuşmalıydım.

"Hayır, sadece düşünüyordum. Burada yaşanan tatsız olayları size unutturmak için nasıl bir hediye vermeliyim diye düşünüyordum."

Tilkilerim kafamın içinde dönüp duruyor oyun oynamak istiyorlardı. Herkesin bakışları bana dönerken ben dönüp onlara bakmadım. Şuan odağımda sadece Oktay iti vardı.

"İlk günden hediye mi?" Güldü. "Kardeşin senden hızlı Özgür."

"Kes lan!"

Özgür ve Oktay'ın arasındaki sürtüşmeyi dikkate almadan devam ettim.

"Sanırım buldum fakat söylemeyeceğim. Hediyem size ulaşınca anlayacaksınız. Unutamayacağınız bir hediye olacak."

Yiğit Şah yanımda kasılmış burnundan soluyordu. Dışarı çıkınca bizi büyük bir kavga bekliyordu. Ama bilmiyordu, o ve Özgür için yapıyordum. Genel olarak bizimkiler karşı tarafa daha fazla zarar vermiş olsa da bizimkiler de hatrı sayılır cinsten zarar görmüştü. Benim canıma kim zarar verebilir? Feriştahı gelse kimse o kişiyi benim elimden alamazdı. Öylede olacaktı, Oktay'a unutamayacağı bir hediye verecektim. Hatta karşılama ekibi de polisler olacaktı.

"Umut ne saçmalıyorsun!" Özgür dişlerinin arasından konuştuğunda ona bakmadan kısaca sonra, dedim. Sonra anlatacağım, merak etmeyin mesajını vermiştim.

"Heyecanlandım şimdi!" Yiğit Şah'la birbirine kenetlenmiş ellerimize gözlerini dikip bakışlarını yavaşça yüzümüze çıkardı. "Hem unutulmaz bir şey varsa o da sensin, hediyenin lafı olmaz."

Yavşak yavşak konuşması beni sinir etse de asıl kontrol edilmesi gereken Yiğit Şah'tı. Elini iki elimle birlikte tuttum. "Gidebiliriz." Bu lafımdan sonra Yiğit Şah Oktay'a öldürü bir bakış atıp hızla merdivenlere doğru yürüdü. Tabi beni de arkasından sürükleyerek! Adımlarına ayak uydurmaya çalışırken ensesinden aşağıya doğru süzülen kanı görmemle nevrim döndü. Gömleğinin yakası kan olmuştu. Dışarı çıkar çıkmaz Yiğit Şah bana bağırmaya hazırlanmıştı ki ona doğru yaklaşıp saçlarının arasındaki yaraya bakmaya çalıştım ama karanlıktan yaranın derinliği belli olmuyordu. Geri çekildiğimde affallamış şaşkın suratıyla bana bakıyordu.

Çok tatlısın ama hastaneye gitmemiz lazım!

Parmağıma bulaşan kanı gösterdim. "Derhal hastaneye gidiyoruz."

Kendine gelmek ister gibi kafasını iki yana sallayıp konuştu. "Konumuz bu mu! Senin burada ne işin var! Biz seni uzak tutmaya çalışıyoruz, sen buraya gelip Oktay şerefsizyle sohbet ediyorsun! Hediyeymiş(!) Ne yapmaya çalışıyorsun sen Umut?! Senin için her şeye, senden gelen her şeye katlanırım ama bu olmaz! O adamla beni sınama!"

Oktay'la onu kıskandırmaya çalıştığımı falan mı düşünüyordu?

Gözlerimi devirdim. "Arabanın ahtarını ver Yiğit Şah bu konuyu hastaneye giderken konuşalım." Elimi uzatmış sakinlikle arabanın anahtarını bekliyordum.

Sinirden yerinde duramıyor büyük ihtimalle öfkenden oraya buraya saldırmamak için kendini tutuyordu.

"Sakinim." Ellerini beline koyup sağına soluna baktı. "Hayır, sakin falan değilim! Neden geldin? Madem geldin neden araya giriyorsun?! Sana olan sözlü tacizleri yetmiyormuş gibi birde güzel güzel konuşup özür hediyesi mi vereceksin?!" Derin bir nefes alıp verdi. Sıcak, kor gibi nefesi yüzümü yakıp geçti.
"İzin vermem! Eli silahlı diye korkuyorsan, korkma! Abine hiçbir şey yapamaz."

Sesi sert bakışları deliciydi. Anahtarı vermesi için havada bekleyen elimi indirdim. Oktay'dan korktuğum fikri onu daha bir sinirlendirmişe benziyordu. Yanlış anlamıştı, bu yüzden kızamıyordum. Zaten içeride söylediklerim de mantıklı değildi. Onu anlıyordum ama üzülmüştüm. Beni üzen, sadece abimi önemsediğimi düşünmesiydi.

Bırakalım sadece abimi düşündüğümü sansın.

"Ben hiç kimseden korkmam." Gülümsedim. "Dedem hariç." Elimi tekrardan anahtarı vermesi için uzattım. "Şimdi hastaneye gidelim, yaran ne durumda öğrenelim. Sonrasında hep birlikte oturup konuşuruz. Yanlış anlaşıldığımın farkındayım, size hediye olarak neyden bahsettiğimi anlatırım." İkna etmek için sesimi ve yüzümü yumuşak tuttum.

Yiğit Şah'ın çatık kaşları düzelmiş artık daha sakin duruyordu. Elini cebine sokup anahtarı çıkardı. Elime vermeden önce birkaç dakika önceye nazaran sakin sesiyle masumca konuştu. "Bağırmak istememiştim."

Bir şey demeden sürücü koltuğuna geçtim. Yiğit Şah da yolcu koltuğuna yerleşince en yakın hastaneye sürdüm. Yiğit Şah torpidodan aldığı peçeteyi yarasına bastırırken ben de ya mikrop kaparsa, diye söyleniyordum. Söylenme işini biraz uzatıp kafasına şişeyle vuran adama yol boyunca sövdüm.

Hastaneye geldiğimizde hemen arabadan inip acile girdik. İlk acildeki doktor tarafından muayene edildi, sonrasında röntgen çektirdik. Sürekli Yiğit Şah'a iyi olup olmadığını sormaktan kendimi alamıyordum. Hastane yoğun olmadığı için Yiğit Şah'ın kafasına doktor dikiş attı. Endişelendiğim için mi, bilmiyorum sürekli doktora soru sormuştum. Sonunda susmamı sağlayan doktorun gülerek 'sevgiliniz yaşayacak hanımefendi lütfen sakin olun' demesiydi. Tabii bu fırsatı Yiğit Şah kaçırmamış keyifini çıkararak gülmüştü. Hatta Yiğit Şah hastane girdiğimizden beri gülümsüyordu. Kafan kanadı senin! Üç dikiş attılar! Neden gülüyorsun?

Hastaneden çıktığımızda saat epey geç olmuştu.

"Seni evine bırakayım, o konuyu da yarın konuşuruz."

Araba anahtarını elimde salladım. "Eve kadar ben kullanırım." Gülümseyip başını aşağı yukarı salladı. Seke seke arabaya doğru gidip şoför koltuğuna yerleştim. Bu araba benim için fazla büyük ve yerden yüksekti. Şahsen kendim için böyle bir araç tercih etmesem de kullanmak hoşuma gitmişti. Yiğit Şah kemerini bağlarken konuştu.

"Bakıyorum arabamı çok sevdin."

"Yo ne alakası var."

"O zaman neden kullanmak istiyorsun?"

Sesi gülüyordu. Böyle bir tabir var mıydı, bilmiyorum ama gözleri gibi sesi de gülümsüyordu.

Kafasına darbe almıştı, başının ağrıdığını da biliyordum o yüzden ben kullanmak istemiştim. Hem arabasını kullanmak hoşuma da gitmişti ama bunu bilmesine gerek yoktu.

"Sen şimdi kafana darbe aldın yolda molda kaza yaparsın, hayatım kıymetli benim."

Gülerek başını iki yana salladı. "Kendin için yani?" Kaşlarımı çattım. Ne duymak istiyorsa asla söylemeyecektim. 

"Boş boş konuşma da nöbetçi eczane var mı bak!" Homurdanışım onu daha çok güldürmüştü. Ceketinin iç cebinden telefonunu çıkarırken bana kısa bir bakış attı.

"Ben anladım anlayacağımı." dedi ve telefona bakmaya başladı.

"Ne anladın sen ya? Burda kalkmış şoförlüğünü yapıyorum, Beyefendi riv riv yapıyor!"

Gereksiz yükselerek konuyu dağıtmaya çalışıyordum. Başarılı olup olmadığım tartışılır çünkü Yiğit Şah daha çok gülmeye başlamıştı.

Nöbetçi eczaneden ilaçları aldıktan sonra Yiğit Şah Özgür'ü arayıp eve geçeceğimizi haber verdi. Ben arabayı sürerken yol boyu Yiğit Şah bana bakmıştı. En sonunda 'ne bakıyorsun' girişli bir tartışma başlatıp Yiğit Şah'ı önüne bakması konusunda uyarmış, aksi taktirde onu arabadan atacağımı söylemiştim. O da 'benim arabamdan beni nasıl atarsın' adlı saçma bir cümle kurmuştu.

Tamam tamam aslında çok mantıklı söylediği ama bu yine de yapamayacağım anlamına gelmiyor. Sonuç olarak yol Yiğit Şah'ın ve benim birbirimize kaçamak bakışlar atmamızla geçmişti. Yanlış anlaşılmasın ben o bana bakıyor mu, diye bakıyordum. Yoksa yanımdaki inanılmaz varlığıyla hiçbir alakası yok.

Evin önünde durduğumda kafamı eğip ışıkların yanıp yanmadığını kontrol ettim. Fakat ışıklar yanıyordu. Annem genellikle biz gelmeden uymuyordu.

"Bizimkiler hâlâ ayakta." diye mırıldandım.

Gece yarısı olmak üzereydi. Arabanın içi karanlık sadece sokak lambasından içeri ışık süzülüyordu. Yiğit Şah'ın bakışları yoğun, dudaklarında küçük bir gülümseme vardı. Ortam engel olamadığım bir şekilde farklı hissettirdi, gerildim.

"Neyse ilaçlarını ihmal etme, eve gidince de uyuma, kendini kötü hissedersen de-"

"Seni mi arayayım?" Sesi baştan çıkarıcı bir tondaydı. Ya da ben öyle duymak istiyorum, bilemiyorum.

Evet, beni ara diyecektim lanet olsun! Ortamın libidosunu düşürmek için farklı bir cevap verdim.

"Beni neden arıyorsun, kalk git hastaneye diyecektim."

Gür bir kahkaha attı. Ben ise somurtarak yüzüne bakıyordum. Arabadan inmek için hamle yaptığımda gülmesini durdurup kolumu tuttu.

"Nereye? Daha teşekkür etmedim."

"Canım ben Allah rızası için yaptım. Fazla anlam yükleme yani."

Kolumu çekip arabanın kapısını açtım tam çıkıyordum ki kolumdan tutup beni içeri tekrar çekti. Orantısız güç uyguladığı için ona çarptım. Gözlerim irice açılmış dudaklarım şaşkınlıktan hafif aralanmıştı. Yüzlerimiz arasındaki mesafeden kendi soluklarımızı solurken onun bakışları dudaklarıma yöneldi.
Gayri ihtiyari benim de bakışlarım onun dudaklarına kaydı.

Hayır hayır hayır! Bakma!

Bir elini yanağıma koydu, başparmağı ile okşadı. "Teşekkür ederim ve bu yapacağıma istediğin kadar anlam yükleyebilirsin."

Ve beni öptü. Ben daha ne, diye sormadan sıcak dudakları dudaklarıma kapandı. Kalbim ve  beynim sustu. Gözlerim kapandı. Öylece durup dudaklarımın üstündeki baskının gerçekliğini ve nasıl bu kadar mükemmel hissettirdiğini allak bullak olmuş halimle kavramaya çalıştım. Olmadı.

Kalbimde çıkan tomurcuklar çiçek açtı. Sonra yavaş yavaş tüm vücuduma yayılmaya başladı. Hayatımda bir ilk yaşandı, küçük masum bir öpücük tüm yaşamımı anlamlandırdı. Tamamlanmış hissettim.

Yiğit Şah yavaşça geri çekilip alnını alnıma dayadı. Ağzından çıkan her cümle kalbime galibiyeti de mağlubiyeti de beraberinde getirdi.

"Mesela seni seviyorum gibi."

Ve kalbim galip geldi.
Beynim sahneyi terk etti.






Continue Reading

You'll Also Like

403K 21.4K 33
"Ne bağırıp duruyorsun? Konağı ayağa kaldırdın!" Karşımda dikilen adama yumruğumu gerçirmemek için içimde verdiğim mücadeleden söz bile edemezdim. E...
395K 20.4K 63
Sizce ben, insanların bağlantıya tıkladığı anda mevcut sosyal medya hesabının giriş bilgilerini bana gönderecekleri bir program yazıp bunu tanımadığı...
701K 31.8K 70
T A M A M L A N D I 🦋 Abimin arkadaşı konulu bir hikayedir. •••••••••• 05...; Bir baksan gözlerime, anlayacağım her şeyi; 05...; Beni sevip sevmediğ...
31.9K 2.6K 36
Daha fazla dayanamadım . Hıçkırarak ağlamaya başladım . Zaten çok bile dayanmıştım . Ama konuşacaktım . On beş senedir susuyordum . Dile kolay on beş...