İki Gözümün Çileği🍓

By mavigelincikyk

1.4M 91.6K 16.2K

"Başka bir kadın oldu mu?" Güldü. İlk kez bu kadar içten, bu kadar nefes kesici güldüğüne şahit oluyordum. Bu... More

Bölüm 1/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 2/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 3/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 4/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 5/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 6/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 7/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 8/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 9/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 10/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 11/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 12/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 13/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 14/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 15/👨‍✈️🍓👩‍💼
Sibel💔Yiğit
Bölüm 16/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 17/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 18/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 19/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 20/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 21/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 22/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 23/👩‍💼🍓👨‍✈️
Bölüm 24/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 25/👨‍✈️🍓👩‍💼
BAYRAM ÖZEL🍬
Bölüm 26/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 27/👨‍✈️🍓👩‍💼
BÖLÜM 28/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 29/👨‍✈️🍓👩‍💼
TURNA🕊
Bölüm 31/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 32/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 33/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 34/👨‍✈️🍓👩‍💼
🎶GİZEM🎶
Bölüm 35/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 36/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 37/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 38/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 39/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 40/👨‍✈️🍓👩‍💼
Bölüm 41/👨‍✈️🍓👩‍💼

BÖLÜM 30/👨‍✈️🍓👩‍💼

26.4K 1.9K 360
By mavigelincikyk

Bölüm ithafı: Hayallerim_firardaa

Öncelikle baş sağlığı dileyen herkese teşekkür ederim. Allah hepinizden razı olsun 🤲

Ayrıca düğün sahnesinide kısa kestim. Normalde çok farklı hayallerim vardı ama dedem yeni vefat etmişken hikâyede olsa oynamalı bir düğün sahnesi yazmak istemedim. Bazı sahneleri Allahtan önceden yazmıştım yoksa bu kafayla onları bile yazmak istemezdim.

Yazım hatası varsa kusura bakmayın. ❤

Keyifli okumalar iki gözümün çilekleri. 🍓

Ben kimim?

Nereden gelir, nereye giderim?

Hangi yolun yolcusuyum?

Köküm nerede?

Hangi kervanın fazlalığıyım?

Yıllarca kendime sorduğum, sordukça cevap alamadığım sorular...

Derdim ki! İçimde bir ateş... Yanar durur, sönmez. Adım attıkça kıvılcım sıçrar, ateş büyür. Hiç sönmez benim yangınım... Hiç cevap alamaz sorularım... Hiç bilmem, hangi kara bahtın kaderiyim...

Sonra bir şair'in satırına denk düştü, alevlerle kavrulan yüreğim.

'Hangi yangın, sonsuzluğu görmüş ki?'

Benim yangınım da görmez dedim. Bende bulurum sorularıma cevap. Bende öğrenirim hangi yolun yolcusuyum.

Sonra yediremedim kendime. 16 yaşımda, bir aynanın karşısında vazgeçtim kendimi sorgulamaktan. Seni ölüme terk edenleri mi bulacaksın? Dedi yansımam. Haklıydı. Ölüme terk edilen minik bedenimin isyanına kulak astım. Beni istemeyenleri, bende istemedim.

Derken yıllar sonra genç bir kadın geçti karşıma. Seher... Kimsesizliğimi, terk edilişimi, istenmeyişimi acı bir tokat misali çarptı yüzüme. Acısına, acımla teselli aradı. İki cümlesi yetti, sicim gibi kanayan yaramı deşip büyütmeye. Onun bir dakika bile sürmeyen konuşmasının yankıları günlerce kurcaladı yaramın içini. Tam kendimi ikna ettim, bulacağım derken yine korktum! Terk edilmekten delicesine korktum. Korktum ve yine kaçtım gerçeklerden. Sonra apansız bir zamanda bulup getirdiler geçmişimi. Önce babamı tanıdım, sonra annemi, en sonunda kan bağım olan herkesi... Kabullendim diye düşünürken, aslında onları hiç kabullenmediğimi yeni yeni idrak ettim.

Birkaç ay sonra 26 yaşıma girecek olan ben!

Düştüm, kendim kalktım.

Ağladım, göz yaşlarımı kendim sildim.

Yaralandım, yaramı kendim sardım.

Yürüdüğüm yollarda hep yalnızdım. Adımlarımı kendi kararlarımla attım.

Şimdi bu etrafımda ki garip bakışların, imalı göz süzmelerin, acınası iç çekmelerin sebebi Güneş olmadım diye mi?

Ben Hümeyra'yım! Bu insanlar rahat içinde yataklarında uyurken, ertesi günün derdini düşünmezken... Onların yaşadığı huzurun bedelini ben ödedim. Bir de ne kadar kabullenmesem bile sol tarafımda titreyen elleriyle elimi tutan annem.

Ben Hümeyra'yım!

Hiçbir zaman, Güneş ATAHAN olmadım.

"Kusura bakma kızım, biz seni yıllarca Güneş diye anınca, ağız alışkanlığı işte" dedi isminin Vedat olduğunu öğrendiğim amcam. 40'lı yaşlarında bir adamdı. Babama benziyordu ama onun gibi heybetli değildi. Düşüncelerle yoğunlaşan bakışlarım dikkatini çekmiş olacak ki kendini açıklama gereği duymuştu.

"Sorun değil, ismimi yeni öğreniyorsunuz sonuçta"

"Bence Güneş ismini kullanmalısın. Daha güzel." Diyerek omuz silken kişi, ceviz sevmediğini öğrendiğim kuzenim Aysu idi. Düz, siyah saçları omzuna kadar, zayıf yapıda kısa boylu bir kızdı.

"Hiç sanmıyorum" dedim. Ağzına götürdüğü tatlı kaşığı duraksadı. Bakışlarını bana doğrultup anlamadığını belirtir gibi baktı. "Güneş ismini kullanacağımı, hiç sanmıyorum" diyerek açıkladım. Yüzümde durumdan rahatsız olduğumu belirten çarpık bir gülümseme belirdi. Elimde olmadan bu insanlara katı davranıyordum.

"Okuyor musun, Hümeyra?" Dedi Rana halam. Sapsarı saçları, siyah gözleri vardı. Çakma sarı olduğu her türlü belli oluyordu. Büyük ihtimalle hiç yakın arkadaşı yoktu, zira olsaydı bu rengin ona hiç yakışmadığını söylerdi. Çünkü arkadaşlık bunu gerektirirdi.

"Çalışıyorum" dedim kısa keserek. Nedense onlara kendim hakkında hiçbir detay vermek istemiyordum. Ama soruları hiç bitmiyordu.

"Ne iş yapıyorsun?" diyerek araya girdi, zamanında annemi kliniğe yatırmayı teklif eden, üstten bakışlarla saatlerdir beni süzen amcamın eşi Beril yenge. Parmaklarında ki kırmızı ojenin rengi 100 metreden seçilebilir bir parlaklıktaydı.

"Akademisyenim."

"Zor olmuştur senin için, yüksek lisans yapmak epey masraflı. Sende yurtta büyüdün sonuçta." Derken sanırım benim fakir olduğumu kastediyordu canım kuzenim, Kerim. Amcamın oğluydu ve Beril yengenin kopyasıydı. Eğer bu cümleyi annesinin üstten bakışları gibi bir bakışla söylemeseydi altında ima aramazdım. Ama çarpık gülümsemesi, kolunu koltuğun arkasına atıp yayvanca oturması her şeyiyle kendini ele veriyordu.

"Kerim..."

Babamın cümlesini tamamlamasına izin vermeden, hem annemin hem babamın ellerini ben konuşmak istiyorum dercesine hafifçe sıktım. Babam onay verircesine baş parmağı ile elimin üzerini okşadı.

"Zor tabii. Ama ben doğuştan zorluklara alışkın olduğum için pek işlemedi."

"Evli misin Hümeyra abla?"diyen kız masum bir tebessüme sahip, tahminen benden küçük zayıf kısa boylu bir kızdı. Hale halamın küçük kızı Gonca. Bakışlarım yüzünde gezince, yerinde kıpırdanıp devam etti." Yani yüzüğünü görünce öyle düşündüm" diyerek gözleriyle parmağımı işaret edip tebessüm etti. Bu kızı sevmiştim.

"Hayır canım, sözlüyüm."

Yalan sayılmaz, söz verdik sonuçta. Yani bence söz vermişizdir. Vermeliydik. Bunu bir ara Alpay ile konuşmalıydım.

"Vay! Enişte var yani, ne iş yapıyor?" Dedi çarpık Kerim.

Alpay seni hiç sevmeyecek Kerim!

"TSK'da asker."

"Branşı?" Derken sanırım bu cahil çarpık Kerim rütbesini soruyordu. Anlık gülme isteğimi içime attım.

"Yüzbaşı" dedim, bıktım artık der gibi bir nefes bırakarak.

"Ne çok soru sordunuz kızıma, yeter artık sıkmayın kızımı" dedi annem, rica gibi olan cümlesi sert sesi ve kızgın bakışları ile emir yüklüydü.

Babam rahatlamış bir şekilde sırtını koltuğa yaslayıp kolunu omzuma atıp beni de göğsüne çekti. Yan şekilde durmamla gözlerim babaannemle kesişti. Tebessümüne aynı şekilde karşılık verdim. Tam ağzını açıp bir şey diyecekti ki Aysu'nun sesi ile suratı düştü.

"Eski bir yüzüğe benziyor, pek tarzım değil"

"O yüzden senin değil, Hümeyra'nın parmağında" benim cevabımı beklemeden tok sesiyle Aysu'ya cevap veren kişi Hale halamdı. Geldiğinden beri pek konuşmamıştı. Onun konuşması ile Aysu yerinde huzursuzca kıpırdandı.

"Ne dedim şimdi teyze, fikrimi söylemek suç mu?"

"Annemin yüzüğü" dediğim an, annem hızla bana baktı. Cümlemi farklı bir açıdan anneme bakarak tekrar kurdum. "Yani kayınvalidemin yüzüğü." annemde olan bakışlarımı tekrar Aysu'ya çevirdim. "Başka bir yüzük olsaydı, bu kadar sevemezdim" dedim. Aysu bariz bir göz devirme eşliğinde dudak bükerek tatlısını yemeye devam etti. Yurt ortamında büyüdüğüm için bu tavırların anlamını biliyordum. Yurtta farklı yapıda insanlarla tanışıyorsunuz, bu yüzden git gide insanların düşüncelerini mimiklerinden anlayabiliyordum.

"Burada mı yaşıyorsun Hümeyra" diyerek konuyu değiştiren Hale halama tebessümle baktım. Aralarından en çok ona içim ısınıyordu.

"Hayır, burada büyüdüm ama yaklaşık 9 aydır Diyarbakır'da yaşıyorum."

"Taşınırsın artık, para bol sonuçta çalışmana gerek kalmadı."

Duyduğum sözlerle kulaklarım uyuştu, bedenim kasıldı.

Şimdi önümde iki yolum vardı. Ya oynak Hümeyra'nın aklıma uyup, panter Hümeyra'yı yanıma alarak bu her lafı ima dolu Kerim beye saldıracaktım. Ya da Gülşah annemin her daim hatırlattığı Yunus Emre sözüne uyup, köşeme çekilecektim.

Gülşah annem aklıma gelince içim burkuldu. Annemin avuçları arasında duran elimi çektim. Aynı şekilde babamın kolları arasından sıyrıldım.

Benim bu hayatta 3 annem vardı;

Biri yanımda oturan, beni doğuran kadın.

Diğeri aylar önce anneliğe seçtiğim, yanında kendimi huzurlu hissettiğim Asiye annem.

Sonuncusu ve en önemlisi; bana koşulsuz sevmeyi, güçlü olmayı, fedakarlığı, saygıyı, gülümsemeyi öğreten... İlk adımlarımı onun kucağında sonlandırdığım, kolları arasında kendimi güvende bildiğim, varlığını her daim hissettiğim Gülşah annem.

Bana onun kızı olmak yakışırdı. O yüzden içimden bir kez daha tekrarladım o sözü.

"Edebim el vermez edepsizlik edene,
Susmak en güzel cevap edebi elden gidene."

Ben içimden bu sözü tekrar ederken sanki içimden geçirdiklerimi duyar gibi babamın sert sesi yankılandı saniyeler içinde.

"Edebinle oturup konuşmayacaksan defol"

Bu ağırdı. Ben kolay kolay kimseyi evimden kovmazdım. Hele şimdi benim yüzümden araları kötü olsun istemiyordum, sonradan içlerine girip aile dağıtan biri olmak hiç istemezdim. Herkesin yüzü gerilirken Kerim'in cevap vermesini beklemeden oturduğum yerden öne doğru kaydım.

"Zordu" dedim dakikalar önceki sorusunu yeniden hatırlatmak isteyerek. "Ben zorluklarla elde ettiğim hayalimi asla bırakmam" sesim oldukça ciddi çıkmıştı. Yavaşça ayağa kalkarak, hepsinin yüzüne baktım. Gözlerim bile dolmasın diye büyük bir çaba harcıyordum.

"Kimsenin gitmesine gerek yok" dedim en son bakışlarımı babama yönelterek. O da benim gibi ayağa kalkıp endişeyle baktı. İyi olduğumu düşünsün diye tebessüm ettim. "Müsadenizle ben bir yukarı çıkayım" dedim sesimin titrememesi için dua ederek. Arkamı döndüğümde babam gibi ayağa kalkmış bir umutla gözlerime bakan anneme de aynı şekilde gülümsedim. Biraz daha bu ortamda kalsam ağlayacaktım, o yüzden hızlı adımlarla salondan çıktım. Tüm nefesim kesiliyordu sanki, kalbim duracakmış gibi bir hızla atıyordu. Çok ağlamak istiyordum; ama güçsüz olduğumu düşünürler, kendimi acındırmaya çalışıyorum zannederler diye yapamıyordum.

Merdivenlere doğru yönelen adımlarım gözlerimin önüne gelen Gülşah annemin hayaliyle havada kaldı. Onun beni sarmasına, saçlarımı okşamasına o kadar ihtiyacım vardı ki!
Ayaklarım benden izin almadan çıkışa geldi. Kapının yanında ki dolaptan geçen gün koyduğum çantamı alıp evden çıktım. Sanki özgürlüğüme adım atmış gibiydim. Çektiğim tüm nefesler ciğerimi yaktı. Yüzüme çarpan buz gibi havaya inat sıcacık bir damla yanağımdan süzüldü.

Belki konuşulan şeyler ağır değildi.
Belki ben her kelimeyi abartıyordum. Belki de çocukça davranıyordum. Ama çok görmeyin bu halimi, yıllarca yokluğunu çektiğim ailemi, beni terk etmediklerini, aslında çok sevdiklerini öğrendiğim babamı annemi para için kabullenmedim. Bu yaşıma kadar kendim geldim. Hiç eksiğim olmadı ki benim. Tamam! Her istediğimi anında alamadım, ya da çok kalitelilerini kullanamadım. Her yıl farklı ülkelerde tatile gitmedim, ama hiçbir şeyimde eksik değildi. Benim sahip olduğum şeylerin birine bile ulaşamayan insanlar var bu hayatta, nereden baksan şanslı bile sayılırdım.

En çok canımı yakanda bu olmadı aslında. Benim hayatım 3 kuruş için elimden alınırken yine 3 kuruş için iğnelenmeyi kaldıramadım.

Bastırmaya çalıştığım hıçkırıklarım kesik kesik dudaklarımın arasından firar ederken biraz önce tuttuğum yaşlarımı bıraktım. Beni göremeyince çok üzüleceklerdi ama kalsaydım ben daha çok üzülecektim. İyi olduğumda onlarla tekrar konuşur, kendimi affettirirdim.

Kolumu kavrayan parmaklarla bir anda irkildim. Korkuyla arkama döndüğümde nefes nefese kalmış Adnan amcayı görmeyi beklemiyordum.

"O kadar seslendim duymadın" dedi elleriyle yanaklarımı kavrayarak "o kertenkele sürüsü üzdüler mi seni?" Derken baş parmağı ile yaşlarımı siliyordu. Başımı iki yana salladım ama konuşamadım. "Üzmüşler" diyerek sarıldı. "Bak iki adımda buz gibi olmuşsun, ceket bile giymemişsin. Hadi ben götüreyim istediğin yere"

"Teşekkür ederim" diyerek geri çekildim "taksiyle giderim."

"Sen burada bekle hemen arabayı getiriyorum" diyerek kollarımı bırakıp eve doğru koşmaya başladı. Benim söylediğimi umursamadı bile. Kısa bir süre sonra arabayı yanımda durdurdu. Ön kapıyı açıp oturdum.

"Nereye gidiyoruz?"

"Evime"dedim fısıltıyla. Ait olduğum yere, aileme.

"Evin nerede?"

Araba hareket ettiğinde akan yaşlarımı elimin tersiyle silip, yine o mecburi tebessümü iliştirdim dudaklarıma.

"Afife Hanım Yetiştirme Yurdu"

Ona bakmasam da Adnan amcanın bana bakışlarını hissedebiliyordum.

"Biz çok gelirdik o yurda" dedi şaşkınlık barındıran bir sesle.

"Biliyorum" dedim yüzümü ona dönerek "Yardım yapardınız. Hiç görmedim ama Atahan'ları çok duydum." Diyerek tekrar önüme döndüm.

"Kadere bak" dedi kısık bir sesle.

Bir süre sessizlik içinde geçen yolculuğumuzu Adnan amca bozdu.

"Sana ne dediler bilmiyorum ama üzülme kızım. Onların dilleri durmaz, zehirli bir yılan gibiler. Bir Hale hanım vardır aralarında, babana benzer her konuda. Amcan zaten karısı ile oğlunun kuklası. Rana halan desen ona para olsun, bol bol harcasın canı istediğinde insanları ezsin yeter. Yani demek istediğim hep öyleler, sana özel değil o halleri."

"Ben biraz doldum galiba, o yüzden böyle oldum. Onlar bir şey yapmadı."

Nefesini dışa vererek güldü. Saniyelik bir bakış atıp tekrar önüne döndü.

"Sende annene benziyorsun. Annende derdini kendi içinde yaşar. Kendi üzülür yine de kimseyi üzmez." Der demez bir kahkaha attı. "Ama bu evdeki yılanlar için geçerli değil, onlara karşı hiç vicdanlı değil. Hele sen şimdi kaçar gibi çıktın, bir de ağladın ya vay onların haline" diyerek tekrar bir kahkaha attı.

"Ağladığımı bilmesinler" dedim diğer konuları es geçerek. "Ağladığımı söyleme Adnan amca" diyerek boynumu hafif kırıp yüzüne baktım. Ara ara yüzüme bakıp tekrar yola döndü.

"Diğerlerine asla söylemem. Ama annenle babandan saklayamam"

Nefesimi bırakıp tekrar önüme döndüm. Ben onların yanında ağlamamak için uğraşırken yine yakalanmıştım.

"Hiç biri bir sen olamaz. Hele o Aysu yok mu?" Kafasını iki yana sallarken kaşları çatıldı. "Hepsini parmağında oynatıyor. Bizim hanım ona ayaklı depresyon makinası diyor. Adamı depresyona sokar. Kendinden başka bir şey beğenmez. Beğense de beğenmemiş gibi yapar. Çünkü neden, aynısı onda yok. Geçen ay yemeğe geldiler evi ayağa kaldırdı. Neymiş efendim tatlıda ceviz varmış, o ceviz yemiyormuş yıllardır hâlâ öğrenememiş miyiz? Zeliha teyzen bir gece ağladı onun yüzünden. Tabii sonra annenin gazabına uğradı geldi özür diledi. O özürden sonra da 1 ay depresyona girmiş."

Demek annemin bugün sen ceviz sevmezsin diye vurgulamasının sebebi buydu. Canım Zeliha teyze o kadar tatlı bir kadın ki kim bilir nasıl üzülmüştür.

Yaklaşık yarım saat daha gittiğimiz yolda Adnan amcanın yanımda olması iyi hissettirmişti, iyi ki o getirmişti beni yoksa kendimi toparlamadan Gülşah annemin karşısına çıksaydım çok üzülürdü. Adnan amca çalan telefonunu tutucuya yerleştirip açtı. Aynı anda babamın sesi arabanın içinde duyuldu.

"Adnan hemen eve gel. Güneş yok, arıyorum açmıyor, Yade ortalığı ayağa kaldırdı."

Sanırım kötü olmasın diye attığım adım her şeyi daha kötü hale getirmişti. Sadece kendimi düşünerek yaptığım bencillik arkamda bıraktığım annemi üzmüştü. Telefonumu da sessize almıştım kızlarla konuşurken.

"Hümeyra benim yanımda. Biraz uzaklaşmak istedi, bende yeğenimi o deli bozukların yanından kurtardım." Dedi babama göre daha sakin bir tonda.

Babam rahatlamış gibi bir nefes bırakıp bir kaç saniye sessiz kaldı.

"İyi mi?"

"İyi merak etme."

"Ona de ki baban aramanı bekliyor. Canı ne zaman isterse o zaman arasın ama uzun sürmesin."

Babamın sesi o kadar üzgün geliyordu ki bir an geri dönmek istedim ama kendi yaramın derinliği daha ağır bastı. Benim içim yanarken başkasının yangınını söndüremezdim ki.

Hem ben çok kin tutamazdım. Küste kalamam. Ayrıca travmalarım bile kısa sürer, yeter ki zaman versinler bana toplayabileyim kendimi, düşünebileyim.

Adnan amca babamı onaylayıp telefonu kapattı. Hiçbir şey söylemeden yola devam etti. Yurdun sokağına döndüğümüzde heyecanla yerimde kıpırdadım. Öne doğru kayıp kemerimi çıkarttım. Kaç ay olmuştu gelmeyeli. Büyüdüğüm sokakları çok özlediğimi görünce anladım. Yurdun önünde durunca Adnan amcaya teşekkür ettim. Başka ne diyeceğimi bilmiyordum o da çok üstelemedi zaten.

Arabadan inip kaldırıma çıktığımda Adnan amcaya tekrar bakıp elimi kaldırdım, gülümseyip başını salladı. Yurdun bahçe kapısından girdiğimde güvenlikte duran Halil ağabey yoktu. Bu demek oluyordu ki herkese sürpriz olacaktı.

Çok büyük bir yurt değildi. Her semtte bir yurt olduğu için genellikle en fazla 300 kişilik yurtlar yapılıyordu. Bizim yurdumuz 250 kişilikti ama o kadar kalan yoktu. Hele şimdi daha da azalmıştı.

3 basamaklı merdivenden çıkıp beyaz demir kapıyı ittim, çocukluğumun kokusu ilişti burnuma. Soğuk havalarda okuldan gelir gelmez kapının arkasında ki kalorifere elimi koyar, vücudumu yaslardım. Kalorifere uzanıp o günlerde ki gibi ellerimi koydum, sıcacıktı. Gülşah annem hasta olmayalım diye havalar soğumaya başladığı anda yaktırırdı. Yurdun bu kadar sessiz olmasını garipsemiştim, normalde bu saatlerde koridorlarda birden fazla ses yankılanırdı.

Gülşah annemin odasının önüne geldiğimde derin bir nefes alıp kapıyı tıkladım. Yavaşça kapıyı açıp içeri girdim. Gülşah annem başını masaya dayamış gözleri kapalıydı. Çok yorgun olduğu zamanlarda yapardı bunu ve galiba şuan uyku moduna bile geçmişti. Arkasına dolanarak eğilip yanağına kocaman bir öpücük bıraktım.

"Gülşah anne, en sevdiğin kızın geldi" dedim kulağına yaklaşıp fısıldayarak. Gözlerini araladığında önce şaşırdı sonra gülümsedi. Ayağa kalkıp sıkıca sardı bedenimi.

"Hümeyra'm, canım kızım. Vallahi içimden geçiriyordum ne zaman gelir diye"derken uykusu bile açılmış eski neşeli sesiyle konuşmuştu.

"Çok özledim, çıktım geldim" diyerek sarılmasına karşılık verdim.

Gülşah annemle birbirimize sarılmış bir şekilde sohbet ettik. Saçlarımı okşayıp ara ara öptü. O kadar iyi gelmişti ki onun kolları arasında olmak, üzerimde ki kasvet yok olmuş, sanki acılarım toz bulutu gibi dağılmıştı. Bir süre sonra yorgun olduğumu söyleyip kızların odasına çıkmak için izin aldım. Normalde burada kalmam yasaktı, ama Gülşah annem bazı zamanlar bütün evlatlarına ayrıcalık yapıyordu. Zaten yurdun çoğunluğu müze gezmeye gittiği için pek kişide yokmuş, kızlarda bu fırsatı değerlendirip yatmışlar. Odaya girdiğimde ikiside yataklarında uyuyordu. Meryem'in yanına ilerleyip saçlarından öptüm. Gizem benim eski yatağımda yatıyordu, eskiden beri benimle yatmayı sevdiği için ben gidince de yatağımı almıştı. Onunda saçlarına bir öpücük bırakıp arkasına kıvrıldım. Cebimde ki telefonu çıkarıp komodine koymadan anneme bir mesaj attım.

Özür dilerim... Bazı şeyleri kabullenmek zor. Sizin de bir başkasının da suçu yok, biraz uzaklaşmaya ihtiyacım vardı.

........

Hızlandırılmış düğün nasıl olur diye sorarlarsa Sibel'in düğününü anlatacağım. Resmen koşuşturmaca ile geçen 1 hafta geçirmiştik. Annem ve Sibel Diyarbakır'da yeni tuttukları evi temizlemişler, alınan eşyaları yerleştirmişlerdi. Bizde Gülşah annem ile burada ki işleri halletmiştik. Öğrenciyken canlı müzik yaptığım kafede olacaktı düğünleri. Tüm organizasyonu kafenin sahibi Cengiz amca ile yapmıştık. Yakınlarda o güne boş bir düğün salonu bulamadığımız için bir umut aramıştım Cengiz amcayı. Sağolsun o da beni kırmayıp kabul etmişti.

Yarın düğünleri olacaktı. Ne kadar ısrar edersek edelim Sibel kına gecesi yapmak istememiş ve kestirip atmıştı. Bir onunla kalsa iyiydi, ama isteme işini de iptal etmişti. Bizde daha fazla zorlamadan kabul etmiştik. Yiğit Sibel'in çok zor zamanlar geçirdiğini hamilelikten dolayı çok gergin ve duygusal olduğunu söyleyip onu sıkıştırmamamız konusunda uyarmıştı. Gece sürekli annesini sayıklayarak uyandığını onlar yanında olmadığı için hiçbir şeyi istemediğini anlatınca Gülşah annemle köşemize çekilip Sibel'i zorlamayı bırakmıştık.

Yiğit bile bazı şeyleri Sibel'e sormadan yapıyor, o istemese bile içinde kalsın istemiyordu. Hele geçen gün beni arayıp bir istekte bulunmuştu. Gelinlerin kollarında hep altın oluyor benim kızılımın neyi eksik onunda olsun. İstemiyorum diyor o yüzden kuyumcuya gitmiyor, sizin zevkleriniz aynı sen al ne gerekirse deyip yüklü bir miktar parayı hesabıma atmıştı. Bende tam bilmediğimden Gülşah annemle gidip 6 bilezik ve 1 set almıştık. Yiğit gerçekten çok anlayışlı ve düşünceli biriydi. Kızılımı çok mutlu edecekti.

Şimdi de Gülşah annemin evinde, camın kenarında gelmelerini bekliyordum.

"Ayakların ağrıdı kızım, arabanın sesini duyarız zaten gel otur" dedi Durmuş amcam.

"Ağrımadı ki" dedim gözlerimi yoldan çekmeden.

"1 haftadır hasret kaldı, kolay mı Durmuş amcam" diyerek kahkaha atan Meryem'e görmese bile gözlerimi devirdim. Özlemiştim ne yapayım. Hele dün gece ki telefon konuşmamızı hatırlayınca yanaklarım kızardı, dudaklarımı dişlerimin arasına alıp gülmemi bastırdım.

" Gözümün önünden gitmeyen bir halin var Hümeyra. Öyle zamanlarda aklıma geliyor ki kendimi nasıl sakinleştireceğimi şaşırıyorum. O gece polisler gelmese neler olacağını düşündün mü?"

Düşünmüştüm. En ince ayrıntısına kadar düşünüp bırakmıştım kendimi ona, aylar önce tanıdığın bir adama bu kadar bağlanıp, yapmam dediğin her şeyi yapacaksın deseler güler geçerdim. Ama öyle olmuyormuş aşk yıllar geçince oluşmuyor aksine bir anda oluyormuş.

Kapının önünde beliren iki arabayla geldiler diye bağırarak kapıya doğru koştum.

"Kız bu kadar belli etme yollarını gözlediğini" diyen Gülşah anneme cevap vermeden kapıyı açıp çıktım. Ayağıma bakmadan bir terlik geçirip bahçe kapısına koştum. Önde ki arabadan Yiğit ile Sibel indiler. Arkadaki arabadan da sadece annem indi. Lazım olur diye herkes kendi arabasıyla gelmişti. Alpay'ın kapısı hâlâ açılmamış filmli camlar yüzünden de içerisini görememiştim.

"Gül yanaklım bizde geldik." Diyen Sibele baktığımda Yiğit ile sırıtarak bana bakıyorlardı.

"Hoş geldiniz" diyerek önce Sibel'e sonra Yiğit'e sarıldım. Yanımıza gelen annemin eline uzanıp öptüm.

"Hoş geldin anne" dedim sarılarak.

"Hoş buldum Hümeyra'm"

Benim arkamdan Gülşah annem ve kızlarda sarılınca Gülşah annem herkesi içeriye yönlendirdi. Benim gözüm hâlâ arabadan inmeyen Alpay'da olunca annem içeriye geçmeden merakımı giderdi.

"Karargahtan aradılar" diyerek kolumu sıvazlayıp içeriye yöneldi. Bende arabaya doğru gidip yavaşça kapısını açtım. Alpay bana doğru dönmüş gülümseyerek bakıyordu.

"Telefonda konuşuyorsun sanmıştım"

"Konuştum, bitince de inmek istemedim."

Ne demek inmek istemedim!

"Ama ben seni bekliyordum" dedim kırgın bir sesle.

"Biliyorum" dedi kafasını sallayarak "bende seni bekliyordum" diyerek oturduğu yerden kollarını iki yana açtı. Arabaya binip kapıyı kapatarak hızla kollarının arasına girdim. Yanaklarından defalarca öptüm, her öpüşümde daha fazla güldü.

"Özledim" dedim yanaklarını kavrayıp gözlerine bakarak. Dudaklarımın üzerine baskılı bir öpücük bırakıp geri çekildi. Bu yetmemişti, yetemezdi.

"Onu anladım zaten güzelim. Sabahtan beri tam 18 kere aradın"

Sahte bir kızgınlıkla kaşlarımı çatıp yüzüne hafifçe vurdum.

"Öyleyse 18 kere öp beni, her aramanın bir bedeli var."

Cümlemi bitirir bitirmez dudaklarımı açlıkla kavradı. Kollarımı boynuna dolayıp aynı hislerle karşılık verdim.

Arabada kısa bir hasret gidermeden sonra içeriye girmiştik. Herkes kendi halinde bir muhabbete dalarken benim dikkatimi en çok Yiğit ve Durmuş amca çekiyordu. Her zaman ki gibi tüm konuşmaları komediydi.

"Durmuş amca yaşlanmamanın sırrı bol bol gezmek mi? Sen hiç yaşlanmıyorsun aksine gençleşiyorsun."

"Stres yapmamak Yiğit'ciğim. Şahsen ben hiç strese girmem hep olumlu şeyler düşünürüm."

"Durmayan Durmuş ve susmayan Yiğit kavuştular. Çok şükür"diyerek araya girdi Gülşah annem. "Ayrıca Durmayan Durmuş, sen girmediğin strese beni soktuğun için doğal olarak ben yaşlanıyorum"

"Gülşah'ım ben sana hep demiyor muyum emekli ol birlikte dünya turuna çıkalım, tüm sıkıntıları arkamızda bırakalım diye."

Gülşah annem gözlerini devirerek bakışlarını kaçırdı. Aslında o da çok yorulmuştu. Bir yanı emekli olmak istese bile diğer yanı evlatlarından ayrılmak istemiyordu.

"Neyse dinlenmeyeceğiz diyorsunuz, kalkalım mı o zaman?" Diyerek anneme baktı.

"Çok iyi olur Gülşah, kalan eksikleride halledelim kafamız rahat olsun." Dedi annem ayağa kalkarak. Onunla birlikte hepimiz kalktık.

Yapılacak çok fazla bir işimiz yoktu. Sibel'in gelinliğini Gülşah annemin tanıdığı bir gelinlikçi dikiyordu. Sibel modeli beğenmişti ama hiç provaya gitmemişti o yüzden Gülşah annemle ikisi oraya giderken annem, Alpay ve ben kapalı çarşıya gidiyorduk. Annem Sibel için bir takı almak istemişti.

Kapalı çarşıya geldiğimizde annem Sibel'e bir bilezik, Alpay'da Yiğit'e altın almıştı. Ben zaten hediye işini Gülşah annem ve kızlarla halletmiş kızılıma beğeneceği bir bileklik ve kolye almıştım. Kapalı çarşıyı gezerken telefonuma gelen mesaj sesiyle çantamdan çıkardım.

Gönderen: Yade Annem
Mesaj: Bitaneciğim. Bugün müsaitsen buluşalım mı?

Yurda geldikten iki gün sonra annemi arayıp konuşmuştum. Tekrar eve gelmemi istese de ben Gülşah annemi hazırlıklarla tek başına bırakmak istememiştim. Çok yoğun olduğum içinde buluşamamıştık. O gelmek istemişti ama hergün İstanbul trafiğini çekip yorulsun istemiyordum. Ama her aramasına ve mesajına cevap veriyor onun üzülmemesi için çabalıyordum. Aynı şekilde babama karşıda öyleydim. Bizim daha konuşmamız gereken çok şey vardı. Hepimiz gerçeklerin üzerini kapatıp hiç olmamış gibi davranıyorduk, elbet konuşulacaktı. Sadece birimizin başlaması lazımdı.

Annemin mesajına birkaç cevap yazıp, her cevabı göndermeden sildim. O da haklıydı kızına kavuşmuştu ve ben onu kendimden mahrum ediyordum. Aklıma gelen fikirle Alpay'ın kolundan tutup dikkatini kendime çektim.

"Sevgilim, birlikte annemin pastanesine gidelim mi?"

Şaşırmış bir şekilde kaşları havalandı.

"Hem davetiye veriririm" diyerek devam ettim.

"Olur güzelim, sen kendini hazır hissediyorsan gidelim." Dedi elimi tutup üzerinden öperek. Alpay'a yurda geldiğim o günün gecesinde anlatmıştım kırgınlığımı. Aslında benden önce babamla konuşmuştu. Babam Alpay'ı arayıp evden gittiğimi söyleyince bende anlatmıştım üzüntümün, kaçışımın nedenini. O kadar olgun konuşmuştu ki benimle bir çocuğu teselli eder gibi teselli etmişti.

"Gidelim" dedim kafamı sallayarak "hem tanışırsınız" diyerek gülümsedim. Ben bile yeni tanımıştım annemi.

"Tamam, anneme söyleyeyim çıkalım" diyerek bir aktarın önünde baharatlara bakan annemin yanına yöneldi. Bende telefonumun ekran kilidini kapatıp çantama koydum ve yanlarına gittim. Mesaja cevap vermedim, gidişim sürpriz olsun.

Annemle aktardan bir kaç çeşit farklı baharatlardan alıp dükkanlara bakarak dışarıya çıktık. Alpay arabayı getirdiğinde vakit kaybetmeden bindik. Ben ne kadar ısrar etsem de annem her seferinde beni öne oturtuyordu. Bu hoşuma gidiyordu ama bazen dağdan gelip bağdakini kovuyormuş gibi hissettiriyordu.

Yol boyunca farklı konulardan sohbetler etmiş, güle eğlene pastaneye gelmiştik. Gelirken her şeyi unutmuştum, şimdi ise huzursuz bir hale bürünmüştüm. Annemle telefonda konuşuyorduk ama o günden sonra ilk defa yüz yüze gelecektik. Ben önde Alpay ve annem arkamda acaba bana karşı tavrı nasıl olur diye düşünerek girdim içeriye. İlk defa geliyordum buraya, Alpay babam ile konuşmak için her fırsatı denediği zamanlarda birkaç kere geldiğini söylemişti. Tıpkı benim hayalimde ki gibi bir yerdi. Renkli sandalyeleri, beyaz masaları, duvarlarında nostaljik tabloları vardı. Duvara yakın her masanın ucunda küçük bir kitaplık ve farklı kitaplar duruyordu. Kasanın olduğu bölümün arka tarafında rengarek şekerler vardı. Ön tarafta ki dolapta pastalar ve ağız sulandırıcı kurabiyeler mekânın havasına gösteriş katıyordu. Etrafı süzerek kapıdan geçtiğimde genç bir oğlan hoş geldiniz diyerek yanımıza geldi.

"Hoş bulduk. Yade hanım burada mı?" Annem sabah pastanede olduğunu söylemişti, buraya gelirken bir yere gidebileceği aklıma bile gelmemişti. Belki çoktan eve geçmişti.

"Burada efendim" diyerek manzarası denize bakan köşeyi işaret etti. Annem bir masada kendi başına oturmuş, masada duran telefonuna bakıyordu. Garsona teşekkür edip o tarafa doğru yöneldik. Annemin yanına yaklaştığımda hâlâ fark etmemişti.

"Merhaba"

Sesimi duyar duymaz bir hızla kafasını çevirdi. Yüzünde ki şaşkınlık saniyeler içinde eşsiz gülümsemesiyle taçlanmıştı.

"Kızım" dedi dolu dolu bir sesle. Yerinden kalkıp boynuma sarıldı. Onun kadar içten olamadığım için haksızlık yapıyor muşum gibi hissediyordum. Yine de sarılmasına karşılık verip geri çekildim.

"Hoş geldin" dedi elimi tutarak.

"Hoş bulduk" diyerek yana doğru kaydım. Annemi ve Alpay'ı görmemişti.

"Sizde hoş geldiniz"

Alpay tebessümle başını hoş bulduk dercesine aşağı yukarı eğdi. Asiye annem daha içten bir şekilde annemim yanına yaklaşıp;

"Hoş bulduk Yade hanım" diyerek elini uzattı. Gülşah annem ve Asiye annemin arası çok iyiydi. Umarım aralarına giren yeni annemle de iyi olurlardı. Onları birbirleri ile anlaşır görmek beni mutlu ederdi. Kısa bir tanışmanın ardından masaya oturmuş ne konuşacağımızı bilemez bir halde birbirimize bakıyorduk. Genel olarak annem daha çok bana bakıyordu. Bir süre sonra babamın da aramıza katılması ile ortam biraz daha canlandı. Alpay ve babam kendi aralarında kısık bir sesle epey derin bir konu hakkında konuşuyorlardı. Büyük ihtimalle Ali ve Murat ile ilgiliydi. Bir ay sonra mahkeme vardı. İki annemde kendilerine konuşacak bir konu bulmuşken bende onlara katıldım. Artık ne o ikiliyi ne de olumsuz bir şeyi düşünmek istiyordum.

Akşama doğru gitmek için kalktığımızda annem hiç bırakmak istememişti, eğer yarın düğün olmasaydı kalırdım ama bu akşam kızılımın ve kızların yanında olmak istiyordum. Annemi ve babamı da düğüne davet edip eve geçmiştik.

Çok gezmememize rağmen üzerimde yorgunluk ve aşırı bir uykusuzluk vardı. Alpay, Yiğit ve Durmuş amca yatmak için 2 sokak aşağıdaki Gülşah annemin kardeşinin evine gittiler. Sibel hamileliğin etkisiyle çok çabuk uyuyordu. Aslında uykuyu çok sevdiği için bu sıralar hamileliği bahane eder olmuştu. Sibel'in uyumasını fırsat bilip kapalı çarşıda aldığım kınayı Gülşah anneme hazırlatıp avucunun içlerine sürdüm. Kına gecesi istememişti ama kınasız gelinde olmazdı. Onu uyandırmamaya özen göstererek ellerini sarıp yanına kıvrıldım. Gülşah annem hepimiz birlikte uyuyalım diye yer yatağı yapmıştı. Benim yanıma Gizem, Sibel'in yanında Meryem yatınca hep birlikte huzurlu bir uyku için gözlerimizi kapattık.

Sabah Sibel'in yüzüme bıraktığı öpücüklerle gözlerimi açtığımda gülerek ellerini havaya kaldırdı.

"Kınalarım çok güzel olmuş, teşekkür ederim"dedi mahçup bir sesle.

"Kızıl geline kınalı eller yakışır" dedim uykulu kısık bir sesle.

"İyi ki varsın kardeşim." Dedi bir kez daha öperek.

"Sizde iyi ki varsınız kızıl" diyerek karnını okşadım.

Yataktan kalkıp ortalığı toplayarak kahvaltı ettik. Bir süre sonra Alpay ve Yiğit gelmişti. Onlar bizi kuaföre bırakıp arabayı süsletmek için çiçekçiye gittiler. Kızlarla aynı renk elbise almıştık. Kızılın yanında kırmızılı nedimeler olarak dolaşacaktık. Gizem'in elbisesi parlak işlemeli, Meryem'in dantel detaylıydı. Benim elbisem onlarınkine göre biraz cesurdu. Geniş bir sırt dekoltem, derin bir yırtmacım vardı. Alpay göğsümün arasında ki ben görünmesin istiyor diye bir tek orası kapalıydı. Benden dekolteli bir elbise bekliyordu ama bu kadar fazla olacağını eminim düşünmemişti.

Hepimiz hazırlandığımızda duvarda duran boydan aynada kendine bakan Sibel'i izliyorduk. O kadar güzel bir gelin olmuştu ki! Gelinlik bile son ana kadar deneyememesine rağmen tam üzerine olmuştu. A kesim, kolları uzun ve dantel detaylı tam kış gelini için uyumlu mükemmel bir gelinlikti. Hele Sibel'in üzerinde daha bir güzel durmuştu.


Su gibi berraktı kızılım. Yarım kalmış bir berrak, annesi babası yanında yok diye buruktu.

Sibel'in yanına gidip sıkıca sarıldım, aynı şekilde karşılık verdi. Kızlarda yanımıza geldiğinde büyük bir aile sarılması oluştu. Kısa bir süre sonra damat geldi diyen kuaförün sesiyle ayrıldık.

"Görüyor musunuz sarılmamızı bile engelliyor" diyerek hüzünlü ortama bir nebze neşe kattı Gizem'im.

Onun sözleriyle gülümsedik.

"Bizi kimse ayıramaz" diyerek yanağına minicik bir öpücük kondurdu Sibel.

Kapıya doğru ilerleyip çıktığımızda arabanın önünde volta atan bir adet Yiğit ve keyifle onu izleyen Alpay vardı. Bizim çıkmamızla bakışları bize döndüğünde Yiğit hayranlıkla baktı kızılına. Yıllar sonra kavuşmaları gerçekleşiyordu. Tam önünde durup alnından öptü.

"Kızılım, zaten güzeldin benim gelinim olunca daha güzel olmuşsun" diyerek bu sefer dudaklarından öptü.

"Teşekkür ederim kıvırcık, sende çok yakışıklı olmuşsun" dedi Sibel tıpkı Yiğit gibi dudaklarından öperek. Onları biraz yalnız bırakmak için kızlar arabaya geçerken bende bana hayranlıkla bakan sevgilimin yanına ilerledim.

"Bu ne yakışıklılık komutan. Damadın kim olduğunu şaşırdın galiba"

"Senin kendinden haberin yok herhalde?"

"Güzel olmuş muyum?"

"Güzel senin için kullanabileceğim bir kelime bile değil. Sen güzelliğin sınırlarını zorluyorsun."

Yanına bir adım daha yaklaşıp ceketinin yakalarından tuttum, elleri belime kayarken biraz daha kendine çekti.

"Şimdi öpmüyorum, borcum olsun" dedim fısıldayarak. Ona cilve yapmak hoşuma gidiyordu.

"Faiziyle yazıldı listene" dedi o da benim gibi fısıltıyla.

Arabalara bindiğimizde Yiğit ve Sibel kendi arabalarında, kızlar bizimle geliyordu. Alpay kafenin önünde durunca emin olmak istercesine arabanın içinden daha iyi bakmaya çalıştı.

"Senin canlı müzik yaptığın kafe burası mıydı?"

"Evet canım"

"Kaç sene önce yaptın?"

"Lise sonda çıkmaya başladım. 1 yıl öncesine kadar da devam ettim. Neden sordun?"

Kollarını direksiyona dayayıp yandan gülerek bir bakış attı.

"Meraktan" dedi arabadan inmeden hemen önce. Kızlara döndüğümde onlarda bu halimize gülerek bakıyordu. Bizde arabadan inip içeriye girdik. Sibel ve Yiğit üst katta ki şark odasına geçtiler. Bizde önce içeriye girip gelenleri selâmladık. Annem, babam dahil herkes bizden önce gelmişti. Zaten çok kişi yoktu. Yurttan ve okuldan arkadaşlarımız, Yiğitin kuzenleri, Gülşah annemin ve Durmuş amcamın bizimde tanıdığımız akrabaları vardı. En fazla 200 kişi var ya da yoktu.

Herkese hoş geldiniz derken ara ara Alpay'ı çileden çıkaracak dokunuşlar yapıyordum. Şu anda bile avucunun içinde daireler çizen parmağıma küfür bile ediyor olabilirdi. Bizimkilerin oturduğu masaya yan yana geçip oturduk. Ayaklarım boş durmayı sevmez bir şekilde masanın altından sürekli onun bacağına dokunuyordu. İri eliyle kavradığı bacağımı hafifçe sıkıp okşadı. Onu bu hale getirmek hoşuma gidiyordu. Bir süre sonra elimden tutarak kalktı.

"Bizimkilere bir bakalım" diyerek elini çekip belime yerleştirdi. Kimseden cevap beklemeden yönlendirdi çıkışa. Ben üst kata çıkacağımızı düşünürken o bahçe kapısını açıp dışarı çıkardı. Arka tarafta genelde kimse olmazdı, zaten pek kullanılmazdı da. Alpay etrafı kontrol ederek biraz daha ileriye çekip bana doğru döndü. Şaşkın bakışlarımı görünce sırıttı.

"İrademi son zerresine kadar kullandın" dedi belimden hızla çekip bedenlerimizi birleştirerek. Parmaklarının tenime temasıyla istemsizce titredim. Ellerim yavaşça boynuna çıkarken, dudaklarıma yaklaşarak fısıldadı. "Dudaklarında soluklanmalıyım."

Kaç saniye, ya da kaç dakika sürdü bu birleşme saymadım. Kendimi öyle kaptırdım ki o geri çekilmese nefessiz kaldığımı bile anlamayacaktım. Alnını alnıma dayayıp tekrar baskılı bir öpücük bıraktı dudaklarıma.

"Şimdi içeriye giriyoruz, ve sen uslu duruyorsun" dedi nefesini düzene sokmaya çalışırken. Başımı yavaşça salladım. Konuşmaya halim bile kalmamıştı.

İçeriye geçtikten bir süre sonra Sibel ve Yiğit girmişti. Yabancı bir müzik eşliğinde girip ilk danslarını yine yabancı bir müzikle yapmışlardı. Ikisi de harika görünüyordu, herkes tebessümle danslarını izleyip alkışladılar. Nikah memurunun da gelmesiyle nikaha geçilmiş, Alpay ve ben şahit olmuştuk. Bir süre hiç durmadan herkes oynamış, halay çekmişti. Bir ara Alpay, Yiğit ve askeriyeden gelen birkaç arkadaşları zeybek oynamış ve büyük bir beğeni toplamıştı. Hele Alpay'ın ayağını betona vuruşu, o heybeti bir kere daha aşık etti beni kendine. Takı töreninden sonra tekrar dans etmek için piste çıktılar. Bu sefer ki şarkıyı ben söyleyecektim. Birkaç çift daha sahneye çıkarken melodisi ilerleyen şarkının sözlerine Alpay'ın gözlerine bakarak girdim.

Sevdan kuşlar misali
Gelip kalbime kondu

Ona doğru attığım bir adıma karşılık bana doğru bir adım attı. Her adımıma adımı eşlik etti.

Ömrüm kışlar gibiydi
Sonsuz bir bahar oldu

Bedenlerimiz birbirine yaklaştığında etrafta sadece biz kaldık, herkes silindi. Boşta kalan elimi boynuna doladım, onun kolları benim bedenimi sardı.

Esmer bir akşam vakti
Senle yeniden doğdum

Bizim masalımız bir akşam vakti olmuştu. O gece ilk ben atmıştım adımı, bir mesajla belli etmişti kendini.

Benden çaldıkları unut dedikleri
Kaybettiğim kaderi buldum

Benim hayatım elimden çalınmıştı. Ben yeni bir hayatı Alpay'ın kalbinde bulmuştum.

Dünyanın yükünü yazsalar payıma
Dost düşman bir olup çıksa da yoluma
Vazgeçmem senden yine de
Ben aşkla yürürüm ateşe
Yeter ki sen ellerimden tut

Ellerimden tuttuğu her an daha çok aşkla bakardım ona. Daha fazla acı çekeceğimi bilsem onun yanımda olması güven, güç verirdi. Ben onunla vardım. Tıpkı şimdi ki gibi baksın gözlerime bütün arzusu, aşkı, sevgisiyle ben tüm dünyayı karşıma alırdım.

Herkesin hayatı bir hikâyeydi. Sibel ve Yiğit benim şahit olduğum ilk acılı hikâyeydi. O hikaye şimdi mutlulukla sonlanmıştı. Koltuğa kendimi biraz daha yaslayıp gözlerimi kapattım. Düğünün yorgunluğu sonradan çıkar dedikleri bu olmalıydı. Düğünden sonra annem ve babam evlerine Sibel ve Yiğit balayına, Asiye annem ve kızlarda Gülşah annemlere geçmişti. Aslında bizde oraya gidecektik ama Alpay farklı yollara girince işi vardır diye ses etmiyordum.

Bir süre sonra arabanın durmasıyla gözlerimi açtım. Gördüğüm yer ile şaşırırken anlamaz bakışlarla Alpay'a döndüm. Kendi kapısını açıp inerek benim tarafıma dolandı. Kapıyı açıp gülümseyerek baktı.

Neden buraya gelmiştik ki?

"Gel hadi" diyerek elini uzattı. Elini tutup arabadan indim.

Kapının önüne doğru yönlendirip tam önünde ellerimin üzerine baskılı bir öpücük bıraktı. Kapıya cebinden çıkardığı anahtarı takıp çevirdi ve itti.

Bu kapının anahtarının Alpay'da ne işi vardı ki?

Eskimiş, yer yer boyaları atmış demir kapının, tiz bir çığlık gibi çıkarttığı ses, boş ve karanlık sokakta büyük bir gürültü ile yankılandı. Parmaklarım onun parmakları arasında kenetliyken aynı anda bir adım atarak içeriye girdik.

Buraya bu saatte neden geldiğimizi anlayamıyordum. Hele ki hiç kullanılmayan hatta varlığı bile unutulmuş arka kapıdan girmemiz beni daha çok şaşırtmıştı.

"Sevgilim" parmaklarının tutuşu biraz daha sıkılaştı. Benim canımı yakmıyordu ama onun stresini büyük ölçüde yansıtıyordu. "Buraya neden geldik?" Dedim yürümeye devam ederek. Bana bakmadan yürümesi garip bir şekilde rahatsız ediyordu.

"Bir olmaya" dedi saniyeler sonra verdiği fısıltı gibi bir cevapla.

Ardı ardına attığımız adımlar birbirine eşlik ederken, yolun sonu bizi nereye götürecek anlamıştım.

"Alpay" dedim adımlarım dururken. "Bunlar" derken gözlerimi ıhlamur ağacından alamıyordum. Yıllarca bana yoldaşlık etmiş, koca ıhlamur ağacının kurumuş dallarından sarkan, soğuk ve zifiri karanlık geceye inat parlayan yıldızlar.

Ben şaşkınlıkla ağacı incelerken bedenini bana çevirip diğer elimi de avuçlarının arasına aldı. Ağaçtan çektiğim bakışları ona yönelttim. Şimdi gözlerimin içine öyle derin bakıyordu ki yüreğimin en derininden gelen bir hıçkırık dudaklarımın arasından firar etti.

"Bu gece, altında hayaller kurduğun bu ağaç... İlk adımına, ilk kelimene şahit bu duvarlar... Sevincine, kederine, kahkahalarına eşlik eden bu yurt... İkimizin kuracağı hayatın ilk adımına da şahit olacak."

İnsanın mutluluktan canı yanar mıydı?

Benim canım yanıyordu. Hiç bu kadar sevileceğimi, bu kadar anlamlı şeyler yaşayacağımı hayal etmemiştim. Gözümden bir damla süzüldü. Baş parmağı ile düşmeden yakalayıp sildi. Bir elini cebine atıp siyah bir kutu çıkardı.

"Sana evlenme teklifi için bir yüzük almadım" dedi dudaklarını birbirine bastırıp. Olsun demek istedim, parmağıma geçireceğim bir yüzük senin sözlerinden daha değerli değil. Hem zaten benim yüzüğün vardı, onu çıkarıp başka bir yüzük takmak istemezdim.

Önümde diz çöktü. Elinde tuttuğu kutuyu açtı.

"Bana sen gökyüzündeki aysın demiştin. Sende benim güneşimsin. İkimiz birlikte gözlerindeki yıldızların ışığı olalım mı?"

Göz yaşlarım daha hızlı akmaya başladı.

"Güneş şimdi yeniden doğdu. Benimle evlenir misin Güneş'im?"

Onun gibi dizlerimi toprağa bırakıp, aynı boya gelmemizi sağladım. Yanaklarını kavrayıp dudaklarına baskılı bir öpücük bıraktım.

"Seninle sonsuza kadar" dedim dudaklarımız birbirine temas ederken. Bir kolunu bedenime dolayıp ayağa kaldırdı. Dudaklarımı dudaklarıyla örttüğünde yavaş yavaş öptü. Öpüşümüz derinleşmeden kendini çekip bir kez de alnımdan öptü.

"Takayım mı?" Dedi elindekini işaret ederek. Kutuda bir kolye vardı. Sonsuzluğun bir kenarında güneş diğer kenarında ay ve yıldız olan. Bu kadar anlamlı bir hediye olamazdı benim için. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüştü. Başımı sallayarak onayladım. Arkama geçerek saçlarımı omuzuma çekip kolyeyi taktı. Geri çekilmeden boynumdan derince öptü.

"Seni seviyorum"

"Seni seviyorum"

6000 kelime ile kapanışı yapıyorum.
🍓

🍓

🍓

🍓

🍓

Hatalarım olduysa affola.❤

Alıntı: Pazar instagramda

Yeni bölüm:Salı

Instagram: mavigelincik42

Continue Reading

You'll Also Like

219K 9.8K 35
18 yılını bir hiç uğruna yaşamış olan Arel. 18 yıl bir yalan ile yaşamış olan aile. Birbirlerinin acılarını paylaşıcaklar mı yoksa yeni bir acı dah...
3.5M 76.7K 25
• Daddy issues • || Mardin'den Kaçış Serisi: I || * Kurgu ve isimler değiştirildi. "Bazen evler, dört duvar olmaz." Kadın küçücüktü fakat adamın k...
41.8K 762 9
04052024
261K 14K 39
Şanlıurfa ☞ Muğla 0546****; Fotoğraf* 0546****; Belli ki bu yoldan yürümüşsün... 0546****; Yoksa etraf böyle çiçeklenmezdi. İlsu; Var öyle marifet...