GÜNDÜZ GÜNCELERİ

Autorstwa SumeyyeDemirkan

491K 79.8K 105K

Więcej

GÜNDÜZ GÜNCELERİ
1.Bölüm: ''Kim Bu Gündüzler?''
2.Bölüm: "Ateş Hattı"
3.Bölüm: ''Mor Işıklı Kafası Karışık''
4.Bölüm: ''Halı Yıkama Günlüğü''
5.Bölüm: ''Yağmurdan Kaçıp Doluya Tutulmak''
6.Bölüm: ''İçler Dışlar Çarpımı''
7.Bölüm: ''Ortadaki Sıçanlar''
9.Bölüm: ''Yağmurun Altında''
10.Bölüm: ''Üzümlü Kek''
11.Bölüm: ''Yanlış Anlaşılmalar Doğru Hisler''
12.Bölüm: ''Ufak Tefek Kalp Çarpıntıları"
13.Bölüm: ''Karanlıktaki Işık''
14.Bölüm: ''Ya Şimdi Ya Hiç"
15.Bölüm: ''Bazı Güzel Anlar"
16.Bölüm: ''Pencere Önü Hayaller"
17.Bölüm: "En Aydınlık Yer"
18.Bölüm: ''Güzel Başlangıçlar''
19.Bölüm: ''Aşk Basılması"
20.Bölüm: ''Kar Tanesi Tozu"
21.Bölüm: "Kafada Kurmalar"
22.Bölüm: ''Ani Gidişler ve Gelişler"
23.Bölüm: Bir De Bayıldı"
24.Bölüm: ''Kaçarken Yakalanmak''
25.Bölüm: ''Neşe Biletleri''
26.Bölüm: "Bir Tatil Meselesi"
27.Bölüm: "Başka Hayatların Ritmi"
28.Bölüm: "İki Kalp Arasında"
29.Bölüm: "Hedefe Ulaşmak"
30.Bölüm: ''Final''

8.Bölüm: ''Zafer ve Ödül''

19.1K 3.1K 5.5K
Autorstwa SumeyyeDemirkan

Keyifli okumalar. 🤜🏻

8. Bölüm: ''Zafer ve Ödül''

''Gonca, Gülbade geldi!'' diye bağırdı ablam aşağıdan bana seslenirken.

''Geliyorum abla,'' diyerek masamın üzerindeki kitaplarımı topladım ve telefonumu şarjdan çıkardım. Yekta'lara ders çalışmaya daha doğrusu şu ödevi yapmaya gidecektik. Okulda ya da herhangi bir kafede kendimizi kasmaktansa Yekta direkt bu teklifi yapmış biz de kabul etmiştik. Daha önce de bir araya geldiğimiz zamanlar olmuştu. Boş açıklamalarım ve ben odayı terk ettikten sonra hanımefendi gibi parmak uçlarımda inmek yerine pata küte zemin katta kendimi buldum.

Gülbade kapının ağzında dikiliyordu. ''Girseydin ya içeri,'' diye baktım ona şaşkın şaşkın. ''Hava soğuk zaten kızım.''

''Şimdi geldim daha ya üşümedim,'' derken öksürdü.

Alt dudağımı ısırdım. ''Geçmiş olsun benden uzak dur.''

Gülerek montunun cebinden çıkardığı selpak poşetini açtı. ''Grip değilim merak etme, hava değişimi çarpıyor bazen.''

Kitaplarımı kucağımda tutmaya devam ederken mutfağa gittim ve yaptığım üzümlü kekin bir kısmını kabın içine koydum. Yekta üzümlü kek seviyordu ya o yüzden yaptım bir de eli boş gitmiş olmak istemedim. Ah Yekta bir gün benim üzümlü kekim olacak mısın bilmiyorum ama şu an hüzünlü bir kekten öteye gidemiyorsun koçum.

Mutfaktan çıkıp Gülbade'nin yanına yaklaştığımda annem arkamdan bakıp, ''Kaç gibi geleceksin eve?'' diye sordu.

''Ödev ne zaman biterse anne ne bileyim?''

Gülbade gülerek, ''Ezan okunmadan evde olur Sultan teyze endişen olmasın,'' dediğinde annem de güldü. ''O yüzden sormadım kızım... Neyse hadi Allah zihin açıklığı versin kızlarım. Gülbade sen de annenlere selam söyle kızım.''

''Baş üstüne.''

Üstün körü giydiğim botlarımla kapıdan dışarı çıkıp sert havayı soluklandım. Gülbade direkt elimdeki kek kutusuna baktığında imalı bakışlar savurarak, ''Yekta'ya söyleseydin de çay demleseydi bir de,'' dedi. ''Kek mi yaptın?''

''Üzümlü kekimi çok sevmiş,'' dedim sırıtarak. Bahçe kapısına doğru yürüyorduk. ''Bir kez daha yaptım.''

''Oh valla bir helva, bir kek... Artık sonu düğün pastası mı olur bilmiyorum.''

''Daha neler?'' dedim şaşırarak.

''Tamam tamam dalga geçiyorum,'' dedi Gülbade keyifle. Asfalta çıktığımızda kapılarına doğru yürüdük. ''Ya ben nedensiz yere heyecan yaptım şu an,'' diye sızlandım. ''Bilmiyorum böyle olmamam gerekiyor ama çok şeyim...''

''Niye böyle olmaman gerekiyor ki?'' diye baktı yüzüme sorgular bir tavırla. ''Sevdiğin çocukla ders çalışacaksın, tamam ben de yanınızda olacağım ama senin kalbin farklı çalışacak! Kasma Gonca kızım kendini, her zaman yaptığın gibi umursama.''

''Evet öyle yapacağım zaten,'' diye soluklandım.

Kapının önünde durduk ve zile bastık. ''Bismillah.''

Gülbade omzuma hafifçe dokunduğunda gülmemek için kendimi susturdum. O sırada kapı açıldı ve Nilüfer Hanım bize o fırından yeni çıkmış ekmek gibi sıcak gülümsemesiyle karşıladı. ''Hoş geldiniz kızlar.''

''Merhaba, hoş bulduk,'' dedim gülümseyerek.

''Buyurun buyurun,'' diyerek kapıyı iyice araladı. Ayakkabılarımızı çıkarırken bize pamuklu terlik verdi. ''Çok teşekkürler,'' dedi Gülbade.

Nilüfer Hanım kapıyı kapattığında, ''Şöyle içeri geçin,'' diyerek bize yol gösterdi. O esnada elimdeki kek kutusunu ona uzattım. ''Bu arada bunu da getirdim, yeriz.''

''Niye zahmet ettin Gonca'cığım?'' diye inceldi ses tonu.

''Estağfurullah ne zahmeti?'' dediğinde yanaklarımdaki sıcaklık beni yakmaya bu kadar erken başlamamalı ve ben bu kadar utanmamalıydım. Utanmıyordum ama Yekta'nın annesi hanım olunca bir nabız değişimi oluyordu şimdi.

''Ellerine sağlık,'' diyerek kek kutusunu aldığında bir şeyler mırıldanarak karşılığını verdim. Oturma odasına geçtiğimizde Yekta da hemen ardımızdan geldi. ''Hoş geldiniz kızlar,'' diyerek baktı bize.

''Hoş bulduk,'' dedim kitaplarımızı elimizde tutmaya devam ederken.

Yekta ellerini arkasına atarken sıkıntıyla soluk alıp verircesine gözlerini kısarak, ''Aç mısınız?'' diye sordu. ''İsterseniz önce bir şeyler yiyelim sonra ödeve başlarız.''

''Değiliz,'' dedi Gülbade. Ona katıldım.

Nilüfer Hanım kapıda belirdiğinde bu nazikliği ve sıcaklığı beni ona her dakika çekmeye yetiyordu. ''Oğlum siz isterseniz dersinize başlayın ben de çayı demledim zaten getiririm yanınıza, Gonca da kek yapmış zaten hem de üzümlü.''

Yekta'nın gözleri bir anda ekran parlaklığını arttırdığında, ''Ya,'' diye mırıldandı saf saf. ''Ellerine sağlık, üzümlü keki de çok severim.''

''Biliyorum,'' dedim ve kendimi de düzeltmedim. Aman kırılacaksa pot kırılsan valla kendimi düzeltmekten gına geldi.

Gülbade alınmasın hatta aramızda kalsın bazen en iyi arkadaşım kendim oluyorum. Ne güzel valla hiç yormuyorum kendimi. Hep aynı şeyleri düşünmek ve düşüncelerine ters giden şeyleri yapmamak kadar iyi bir şey yok. Evet kendimi övdükten ve dünyanın bilmem kaçıncı harikası olduğumu kendime hatırlattıktan sonra Yekta ve muhteşem annesinin güzelliğine kaldığımız yerden devam edebiliriz.

''Tamam o zaman biz odama çıkalım mı?'' diye sordu izin ister gibi. Biraz utana sıkıla sormuştu. ''Çalışma masam orada ve daha rahat ederiz diye düşündüm ama eğer...''

Gülbade ile birbirimize bakarken, ''Sorun yok,'' dedim ve o da gözleriyle kaşeledi sağ olsun. Yormayan insanlar, siz hep olun valla ya.

Üçümüz birlikte üst kata Yekta'nın odasına çıktık. Daha önce buraya sadece bir kez girmiştim o da geçen güz döneminde yemeğe geldiğimizde telefonumu şarja takması için Yekta'ya vermiş fakat kendim almak için gelmiştim. Aman ne anlamlı bir hikâye...

Yekta odasının kapısını bize sonuna kadar açarken ona kalbimin tüm odacıklarını sonuna kadar açtığım halde içeri bir türlü giremediği aklıma geldi.

Üf Gonca bu ne kızım ya... Sus sen bir daha böyle şeyler söyleme.

Fabrika ayarlarıma geri dönerken Yekta, ''Kitapları çalışma masasının üzerine koyabilirsiniz,'' dedi.

Gülbade, ''Odan biraz küçükmüş ama çok sadece ve güzel,'' diye baktı etrafa. Hemen alıcı gözlerle radarları açtım ve mayınlı arazi gibi taramaya başladım. Güzel ve rahat olduğunu düşündüğüm bir yatak, köşede komodin ve üzerinde bir gece lambası, yatağın karşısında dolap, yanında çalışma masası ve kenarda da gitar... Aferin yüz.

''Teşekkür ederim,'' dedi Yekta bir şeyler söylemek mecburiyetine girdiğinde. ''Odam işte.''

Kitaplarımızı pencerenin önündeki çalışma masasına bıraktığımızda sandalyelerimizi çekip oturduk. Yekta sağ olsun her şeyi evvelden hazırlamıştı. Masadaki yerimizi aldığımızda Gülbade çekik olan perdelere bakarak, ''Perdeyi açabilir miyim bir sakıncası yoksa?'' diye sordu. ''Ben biraz güneş ışığı severim de.''

''Tabii,'' dedi Yekta düz bir sesle.

Gülbade ayaklanıp perdeyi hafifçe kenara doğru sıyırdığında içeri giren ışık parlak olmadığı için göz yormamıştı. ''Buradan Gonca'nın odası net görünüyor,'' diye gülümsedi sonra Gülbade.

Yekta sessiz kalmayı tercih ettiğinde sevimsiz bir espri yapma ihtiyacı hissettim sanki ne gerek varsa? ''Aşağı kattan da görünür canım.''

Birbirimize baktık ve gülümsedik. Gülbade yerine oturduğunda bacak bacak üzerine atarak üstteki ayağımı masanın altından salladım. Elime en sevdiğim ve uğruna parama kıyıp aldığım kalemi alarak çevirmeye başladım. Boğazımı temizleyerek düşünceli bir şekilde, ''Şimdi öncelikle bir hastalık bulmamız gerek,'' dedim.

''Kanser,'' dedi Gülbade hızla.

''Bayağı beyin egzersizi kastık kardeşim,'' diyerek güldüğümde bana eşlik etti. ''Ama harbi kanser ediyor bu hastalık insanı.''

Yaptığı ince değil meşe odunu mizahını sınıfta bıraktığımızda Yekta elini ensesine götürdü ve usulca kaşıdı. Bu havada sinek de yok ki, artistlik olsun da daha çekici görüneyim diye bu hareketi yapıyorsan doğru yoldasın koçum, şu an aşırı iyi görünüyorsun. ''Bence biraz daha farklı bir şey yapabiliriz.''

''Ne gibi mesela?''

Dudaklarını kıvırdı ve zeytin gözlerime baktı. Gülbade ayağıma dokunduğunda mesajını aldım. Şöyle yazıyordu: Aradığınız Yekta'ya şu anda ulaşılamama ihtimali yüksek çünkü kör olan gözleri iyileşme sürecini başlatmak üzere.

Ayağıma dokundum ve mesajımı aldı. Şöyle yazıyordu: Canı zeytin çekmiş olabilir canım sus istersen.

Ayağıma dokundu ve mesajını aldım. Şöyle yazıyordu: Kahkaha sürahisi.

''Şey olabilir,'' dedi bir anda Gülbade dikkatimizi ona verdiğimizde. ''Gözleri görmeyenler için bir ilaç üretebiliriz.''

''Ne gibi?'' diye sordu Yekta bu fikre uzak baktığında. ''Ameliyatlar bunun için var zaten ama genetik ya da doğuştan öyleyse hiç şans yok, ilaçlar sıfır etki eder.''

''Kalbiyle görmek diyelim biz ona,'' diye tebessüm ettiğinde Yekta da gülümseyerek kafasını öne eğdi. Gülbade ayağıma yeniden dokundu ve mesajını aldım. Şöyle yazıyordu: Tamam bir daha konuşmayacağım ama iyi denemeydi.

Gözlerine bakıp civciv gibi sırıttığımda düşüne sürecimiz yeniden başladı. Aramızda tartışarak bir şeyler ortaya çıkarmaya çalışıyor ama mantık çerçevesinden uzaklaştığımız anda bundan vazgeçiyorduk. Elimizde net bir veri olmadığı için ödeve başlayamamıştık fakat gözlerim masanın belli bir köşesinde takılı kalırken, ''Virüs,'' deyiverdim bir anda sanki maden bulmuşum gibi. Gözlerim parlarken ikisine baktım. ''Virüs için bir ilaç üretebiliriz.''

''Nasıl bir virüs mesela?'' dedi Gülbade arkasına yaslanırken. ''Bulaşıcı mı?''

''Evet,'' diye salladım kafamı ipleri elime aldığımda. Kısa saçlarımdan taşan minik saç tutamlarını kulağımın arkasında saklarken, ''Bulaşıcı bir virüs bulalım ve üreteceğimiz ilaç da virüsü ortadan kaldıramayacağı için bulaşıcı riskini ortadan kaldırsın en azından. Nasıl fikir?''

Gülbade, ''Harika fikir,'' diye kafasını salladı kararlılıkla. ''Bence bunun üzerinde yürüyelim.''

Yekta yüzüme bakıp biraz daha ağır kaldığında, ''Bence de,'' dedi. ''Bu güzel bir fikir ve mantıklı.'' Gülümsedi. Ama sen hep böyle gülümsersen ben ne olacağım Hayırsız'ım?

Ajandamdan bir sayfa ayırıp ilgiyle kâğıdın üzerine eğildiğimde bir şeyler karalamaya başladım. Gülbade ufak bir rahatsızlıkla, ''Lavabo nerede?'' diye sordu Yekta'ya.

Yekta ayaklanarak, ''Koridorun sonundaki oda da...'' deyince Gülbade, ''Tamam senin kalkmana gerek yok teşekkür ederim,'' diyerek odadan çıktığında Yekta işe baş başa kaldık. Kalbim nedenini bildiğim bir şekilde sıkışırken dudaklarımı sertçe birbirine bastırarak boğazımı temizledim.

''Bu arada helva çok güzeldi,'' dedi sesindeki neşe kırıntılarını fark ettiğimde. ''Ellerine sağlık.''

Şu an yüzüne kahkaha patlatsam ne yapardı acaba?

Fakat içimdeki bastırılmış duyguyla yüzüne dönerek tebessüm ettim. ''Afiyet olsun.''

Birbirimizin yüzüne bakmaya devam ederken, ''Sana bir soru sorabilir miyim?'' diye kıstım bakışlarımı. Aslında bana biri böyle bir şeyle gelse yolu uzatma direkt soruyu gönder derdim ama bu da bir nezaket sayılırdı üstelik pat diye mevzuya girersem çocuk ters bir şey anlayabilirdi.

''Tabii.''

''Arada denk geliyorum ama perdelerin sürekli kapalı,'' dedim ve dudaklarımı ıslattım. ''Karanlığı mı seviyorsun yoksa güneşten mi kaçıyorsun?''

Sorduğum soruyla dudakları kıvrıldığında kalbimi de katlayarak beni kendine bağladı. ''Hayır,'' dedi düz bir sesle. ''Öyle ekstrem bir durum yok ama gökyüzüne bakmayı pek sevmiyorum.''

''Sebebini sorsam kabalık etmiş olur muyum?''

''Hayır olmazsın ama çok bariz bir sebebi yok,'' dedi kaçar gibi. ''Fakat...'' Soluklanırken yanımdan kalktı ve komodinin üzerindeki gece lambasının ışıklarını yaktı. Mor ışıklar yanmaya başladığında ağzım aralandı. Güldü. ''Karanlıkta kalmaktan biraz korkarım Gonca, annem de o gün gitmiş bunu almış ama ışıkların mor yanması pek seveceğim türden değil.''

Mor ışıklar bu yüzden miydi?

Yekta karanlıktan mı korkuyordu?

Ya gel ben senin için kalbimin uzunlarını yakayım da sen hep parla.

''Anladım,'' dedim sessizce. Gece lambasının ışıklarını kapatıp yeniden çaprazıma oturduğunda derin bir iç geçirip ayağımı daha yavaş sallamaya devam ettim. ''Gökyüzüne bakmayı sevmemen ve karanlıktan korkman biraz ters bir durum oldu ama...'' Ah cümlemin devamında ne söyleyecektim ki? Sustum ve mahcubiyetle gözlerine bakıp gülümsedim.

Beni anladı. ''Evet öyle ama ciddi bir sorun teşkil etmiyor, küçüklükten beri böyleyim.''

''Fobi gibi yani?''

''Evet onun gibi.''

Kafamı aşağı yukarı sallarken önüme döndüm ve kalemimin ucuyla oynadım. Huzur verici bir sessizlik olsa da kendimi titreşim modundan çıkaramıyordum. ''Ben de sana bir soru sorabilir miyim?'' diye baktı çekimser bir sesle ve gözlerle.

''Tabii.''

''Cenk'e ne cevap verdin?''

''Olmayacağımızı söyledim.''

''Valla mı?''

Sırıttım. ''Valla.''

Gülmemek için kendini zorladığında gözlerini kaçırdı. ''İyi... Yani iyi dediğim böyle bir şeyi yaşamamış olmana sevindim, senin de benim durumuma düşmeni istemezdim açıkçası.''

''Nasıl yani?''

''Biz de Buse'yle çok aşık değildik,'' deyiverdi bir anda. ''Zaten öyle olmuş olsaydı birkaç aylık bir ilişkimiz olmazdı. Sonunu görmediğin ve kuvvetli hisler beslemediğin bir insanla beraber olmak her iki tarafı da yıpratıyor o yüzden öyle söyledim.''

''O zaman neden siz oldunuz?''

Sustu ve gözleri benim odamın penceresine odaklandı. Tesadüften ibaret bir düşüştü. ''Çekimdi belki de,'' dedi Yekta mırıldanarak. ''Buse gerçekten iyi bir kız ama sevginin böyle bir şey olmadığını onunla yaşadığım şeyden anladım.''

''Sevgi ne ki sence?''

İç geçirdi. ''Bir gün öğrenir ya da bunu yaşarsam seninle paylaşırım.'' Gözleri beni bulduğunda nefessiz kaldığımı bilmemesi için geri sayım başlattım. ''Tabii yine beni dinlemek istersen?''

''Dinlerim tabii,'' dedim nazikçe. ''Arkadaşlar birbirini dinler.''

Tekrarladı. ''Arkadaşlar birbirini dinler.''

Böyle böyle bir şeyler olacak sanki, ya tünelin ucunda bir bok var ya da gittiğimiz yoldaki tünelin ucu gökyüzüne bakıyor.

Yekta gökyüzünü sevmiyor olabilirdi ama eğer umut denen şey gerçekçe ben ona gökyüzünü de sevdirebilirdim.

Eh burada bir romantizm yanımızı ortaya çıkardık diyelim ama içimdeki çocuk böyle değildi.

Ajandama tekrar odakladığımda odanın kapısı açıldı ve Gülbade elinde çay tepsisi, Nilüfer Hanım da kek tabağıyla içeri girdi. Masada yer açtığımızda ellerindekileri bıraktılar. ''Teşekkür ederim,'' dedim sessizce.

''Eline sağlık,'' dedi Nilüfer Hanım. ''Bir isteğiniz olursa ben aşağıdayım.''

''Tamam anne,'' diye gözlerini kapatıp açtı Yekta. Nilüfer Hanım bizi yalnız bırakırken çayıma bir küp şeker atıp karıştırdım. Yekta da bir küp şekerle yetiniyordu.

''Tamam mı o zaman buradan yürüyor muyuz?'' diye sordum çay bardağını kavrarken. ''Bu virüs henüz adı konmamış yani ortaya çıkmamış bir şey olsun ama var olacağını bilelim ve bulaş riskini ortadan kaldırsın çünkü ben emimin ki çoğu insan kanser ya da tümör üzerinden yürüyecek ama ilaçlar o hastalıkları ortadan kaldırmak için yeterli değil.''

''Bence bu çok mantıklı,'' dedi Yekta kararlı bir sesle. ''Virüs de ilaçlarla ortadan kaldırılamaz belki ama dediğin gibi bulaş riskini azaltır ve yok eder.''

''Kapsül yapmamız gerek,'' dedi Gülbade sonra. ''Sembolik bir şey olacak nasılsa.''

Gözlerimi kısarak çayımdan bir yudum aldığımda Yekta da üzümlü kekimden ısırdı ve derin bir sessizliğe gömülerek anın tadını çıkarmaya başladı. Sevdin değil mi? ''Şey olabilir,'' dedi ağzındakini bitirip. ''Çocuklar ve yetişkinler için farklı kapsüller yapabiliriz. Çocuklar için renkli ve şeker görünümlü ama yetişkinler için daha düz biçim de.''

''Harika fikir,'' dedim direkt. ''Biz buradan yürüyelim ya.''

''Bence de biz buradan yürüyelim,'' derken gözlerime baktı.

Gülbade ayağıma dokundu ve mesajını okudum. Şöyle yazıyordu: Bence de siz buradan bir yürüyün.

Fikir buradan yürümeye başladığında notlar almaya başladık. İşin en zor kısmını bana göre halletmiştik çünkü düşünce olmadan bir yapı meydana getirmek imkansızdı. Biraz da mantıklı cümleler kuralım şöyle, tamamdır.

Bir saat kadar beyin jimnastiği yaptıktan sonra derin bir nefes alarak soluklandık. Gülbade'nin gözleri ilerideki siyah gitara takıldığında bunu fark ettim az sonra söyleyeceği şeyi içimden tekrarladım. ''Aa!'' dedi sahte bir şaşkınlıkla. Ah Gülbade ya, kardeşim işte. ''O mavi etiket geçen sene Gonca'nın sana verdiği etiket mi?''

İyi oldu vallahi sorduğu, ben sormak istemiyordum bunu da.

Yekta gitara bakarken, ''Evet,'' dedi. ''Orada duruyor hep.''

''Güzel olmuş ama.''

''Bence de,'' diye gülümsediğinde Gülbade'ye kısacık bakıp önüne döndü. Gülbade bana göz kırptığında içimdeki gıdıklanmanın büyümesine müsaade ettim.

Kalemimle oynarken sırtımı sandalyeye yaslayarak gözlerimi de kaleme sabitledim. ''Geçen sene ilk senemiz olmasına rağmen daha çok vakit geçiriyorduk sanki.''

İkisi de sessiz kaldığında Gülbade, Yekta'ya pas attı. ''Sormam da sakıncası var mı bilmiyorum ama okuldan takıldığın pek arkadaşın yok öyle değil mi? Ben hiç görmedim de.''

Yekta dudaklarını bükerek hissiz bir sesle, ''Yok,'' dedi. ''Yani başka bölümlerden tanışıp muhabbet ettiğim arkadaşlarım var tabii ama sizin aranızdaki dostluk kadar yok. İyi böyle.''

''Ama biz de arkadaşınız nasılsa,'' diye mırıldandım onun gözlerine bakmadığımda. ''Öyle değil mi?''

''Evet öyle,'' dedi Yekta. ''Sürekli hatırlatıyorsun zaten.''

Bir anda kalakalırken, ''Rahatsız mı ediyorum yoksa?'' diye toparladım.

Endişelendi. ''Yok yok ondan değil sadece bazen sanki seninle yani sizinle arkadaşlığımızın sorgulanması beni size karşı bayağı mesafeli hissettiriyor.''

''Hissetme öyle,'' dedim konuşmak için.

''Peki.''

''Kalkalım mı artık?'' diye sordu biraz sonra Gülbade telefonuna baktığında. ''En zor kısmı tamamladık zaten.''

''Olur,'' diye toparlanmaya başladım. Kısacık bir sürede masayı temizlerken tabakları ve bardakları da götürmek için adım attığımda Yekta bana mani oldu. ''Ben hallederim onları.''

''Olsun aşağı kadar götürelim,'' dediğimde tabakları ve bardakları tepsiye koyarak kendi aldı. Boyu benden uzun olduğundan ötürü hafif bir eğilim söz konusuydu.

''İyi,'' dedim kuru bir sesle. İyilik de yaramıyor, taşı bari canıma minnet. Şaka şaka ne var sanki bir tepsiden canım?

Aşağı indiğimiz montlarımızı giydik. Nilüfer Hanım, ''Umarım iyi vakit geçirebilmişsinizdir,'' dedi.

''Çok güzeldi her şey sağ olun,'' diye gülümsedik beraber. Bu kadın bu kadar minnoş olmaya devam ederse dayanamayıp annemin üzerine kendi annem diye kuma getireceğim haberi olsun. Olmayan kayınvalidem, umarım her kimsen sen de Nilüfer Hanım gibisindir umarım tabii burada kendimi üzmemek için böyle bir ihtimale başvurdum çünkü benim kayınvalidem belli. Evlilik muhabbeti mi geçti az önce iç sesimle? Canını seven kaçsın!

Vedalaşma faslını bitirdikten sonra eve geldim. Akşam yemeğinden sonra odama çıkıp biraz dizi izledim. Yeni diziler bulmam gerekiyordu, yeni heyecan, yeni şeyler işte... Yok ki sevdiğimiz beyle aynı anda götürüp de üzerine tartışacağımız bir dizi. Ben bu hayatta bunu da yaşamayacaksam neden yani? Neden?

Yavan yavan kraker kemirirken izlediğim dizinin son bölümün son dakikalarında telefonuma üstten bir bildirim düştü. Kraker boğazıma kaçmadı çünkü şaşırmış sayılmazdım.

Yekta ya itiraf et ya da boş yapmayı bırak!

Hayırsız Yekta: Merhaba.

Aynen bu mesajla her şeyi çözebiliriz tabii, merhaba dedi oha bana aşık.

''Bekle biraz Hayırsız şu dizi bitsin döneceğim ben sana,'' diye kendi kendime konuştuktan sonra krakerimi fare gibi kemirmeye devam ettim.

Tam on beş dakika sonra diziyi bitirdikten sonra birkaç dakika diziyi övdüm ve Yekta'ya döndüm.

Gonca: Merhaba.

Çevrimiçi olması uzun sürmedi.

Hayırsız Yekta: Nasılsın?

Gonca: İyiyim sen nasılsın?

Hayırsız Yekta: Ben de iyiyim.

Hayırsız Yekta: Derbiyi nerede izleyeceğiz diye sormak istedim. Malum maç yarın ya konuşamadık.

Gonca: Bilmem bizim evde izleyebiliriz

Hayırsız Yekta: Annem ve babam akşam bir yemeğe davetliler isterseniz bize gelin, ev boş.

Gonca: Bekir'e bir sorayım

Gonca: Onun fikirleri de önemlidir benim için

Hayırsız Yekta: Tamam senden haber bekliyorum

Gonca: Bekle bari

Hayırsız Yekta: (:

''Nezaketen güldün değil mi la?'' diye homurdandım sırıtarak. ''Çok seviyorum seni ama öyle böyle değil, bakma böyle soğuk yaptığıma için yanardağ.''

Gonca: Şu sıra izlediğin bir dizi var mı? Yeni ve farklı bir şeyler arıyorum önerin varsa açığım.

Hayırsız Yekta: Kült dizilerin çoğunu izlemişsindir diye düşünüyorum.

Gonca: Hayır daha Breaking Bad ve Game Of Thrones izlemedim, Prison Break izledim ve çok severim ama ben daha farklı şeyler istiyorum.

Hayırsız Yekta: Hımmm...

''Aynen canım hımm...''

Hayırsız Yekta: Açıkçası dün ben de bir diziye başladım. Daha ilk bölümünü izledim ama çok sardı, farklı türde en azından.

Gonca: Adı ne?

Hayırsız Yekta: Succession.

Gonca: Duymuştum ama izlemedim.

Hayırsız Yekta: Direkt başla o zaman çok iyi bir şey

Gonca: Seni yakalarım o zaman

Hayırsız Yekta: Sorun yok ben seni beklerim.

Gonca: Bekle bari

Hayırsız Yekta: (:

Gonca: (:

Konuşacak bir şey kalmamıştı ama çok şey olduğunu biliyordum. Yatağımda yılan gibi kıvrılarak şekilden şekile girdim ve bana görüldü attı.  Aman zaten ne diyecekti daha.

Telefonumu kapatacağım vakit aile grubumuzdan mesaj geldi.

Gündüz Tayfa

Bekir: Babam çay istiyor

Gonca: Götür o zaman

Mayıs: Ben götüremem işim var

Bekir: Uyudum ben

Gonca: Kalk götür lan

Bekir: Horrrrrr

Gonca: Salak asdfghjgfd

Hale ablam: Ben duştan çıktım şimdi müsait değilim

Gonca: İyice ördek gibi oldun her gün sudasın

Hale ablam: Sen ayda bir yıkanıyorsun diye suçlu ben değilim

Gonca: Tamam abla sensin

Bekir: Horrrrr

Gonca: Üf sen de sus bir sadsfdgr

Bekir: adsdghjhghgdfs

''Gonca! Bekir! Hale!'' diye aşağıdan ses geldi. ''Babanız çağırıyor buraya gelin.''

Gonca: Mayıs'ı niye saymıyor la bunlar?

Bekir: Saysalar ne olacak işe mi yarıyor?

Mayıs: Bir dahaki videomda sizi ifşa edeceğim

Gonca: İyi bari izlenmelerin artar, tek başına bir reytingin yok nasılsa

Hale ablam: Kızım inin aşağı bağırıyor annem.

Bekir: Horrrr

Gonca: Sürahiyle geliyorum lan Bekir bekle celladın geliyor bekle

Telefonu bir kenara attıktan sonra yataktan zıpladım ve aşağı kata indim. Ailemin gurur kaynağı olarak babamların karşısına çıktığımda babam elindeki kumandayla bana bakıp, ''Kızım hemen odanıza kapanıyorsunuz fare deliğine girer gibi oturun da yüzünüzü görelim şöyle,'' dedi. ''Nerede diğerleri?''

''Bekir uyuma numarası yapıyor, Hale ablam banyodan çıkmış, Mayıs bildiğiniz gibi boş işler peşinde, Gürbüz uyumuş sanırım. Ferdi abim gelmedi mi daha?''

''Yok,'' dedi annem soyduğu elmanın ucuna bıçak batırıp bana uzatırken. Elmayı alıp ısırdığımda boş koltuğa oturup, ''İdil ablayla sinemaya gittiler değil mi?'' diye sordum.

Annem, ''Öyle ya,'' dedi.

Babam ağır bir sesle, ''Gonca senin botun var mıydı?'' diye sordu.

''Bu sene alınması gerek baba,'' dedim. ''Ama idare ediyorum.''

''Para verdim annene, beraber gidin alın. Mayıs, Hale, Bekir'e de bakın bir şeyler. Kış geliyor bak eksik gdeik neyiniz varsa söyleyin.''

''Olur baba eyvallah.''

Babam son kelimemle bana dümdüz bakarken gülümsedim ve onun yerine konuştum. ''Gonca bir daha eyvallah deme kızım.''

Gülmeye başladığında annem de güldü. Babam, ''Yok yok onda bir şey yok,'' dedi. ''Ama argo kelime kullanmamaya dikkat edin.''

Her dakika lan, lun diyen ben...

''Tamam baba.''

Annem soluklanıp, ''Ne yaptınız Nilüfer Hanımın evinde?'' diye sordu. ''Nasıl kibar kadın ama çok severim bak onu da. Oğlu da öyle bir temiz, bir efendi çocuk maşallah.''

Öyledir valla damadın diye nasip olsun anacığım.

''Yekta mıydı adı?'' diye çattı kaşlarını babam.

''Evet,'' dedim sessizce. ''Aynı okuldayız.''

''Önümüzdeki hafta içi yemeğe çağıralım,'' dedi annem. ''O kadar dedik dedik ama çağıralım bu sefer.''

''Olur anne,'' dedim ve sustum, ardından gidip zıbardım. Yine diğerlerinin de yükünü sırtlandığım bir geceye koştum işte.

Takvim yaprağı günlerden pazarı gösterdiğinde akşamki derbi için Yekta'ların evinde sözleşme kararı aldık. Ferdi abim çok futbol hastası biri değildi ama o da arkadaşlarıyla maçı izlemek için mekan belirlemişti. Bu gece ben, Yekta ve Bekir bir arada, koca evde derbi heyecanı yaşayacaktık.

Ben Beşiktaş, Bekir Galatasaray formasıyla Yekta'ların kapısına doğru yürüdük. Bekir, ''Bana bak kızım eğer ki Beşiktaş gol atar da bu Yekta sana sarılmaya kalkarsa kollarını kırarım onun şimdiden söyleyeyim,'' dedi. ''Tabii gol atamayacağınız için buna gerek kalmayacak ama ben yine de önlemimi alayım.''

''Ay sen ne kadar düz bir insansın ya,'' diye homurdandım.

''Nasıl gidiyor bu Yekta'nın manita durumları?''

''Ayrıldılar.''

''Hassiktir!'' Durdu ve bana baktı. ''Ne ara?''

''Git sor,'' diyerek onu umursamadan kapılarının önünde durdum ve uyarırcasına Bekir'in kısık gözlerine baktım. ''Bana bak çocuk içeride kibar ol, beni rezil etme yoksa seni fena benzetirim. Ömrüm senin yerine utanmakla geçiyor zaten.''

''Ha ha!''

Kafamı sallayıp kapıyı çaldığımda Yekta bizi çok bekletmeden içeri aldı. O da Beşiktaş formasını giymişti. Koçum benim be! ''Hoş geldiniz.''

''Hoş bulduk,'' dedi Bekir. Çıkaracak bir montumuz olmadığı için kapının ağzında oyalanmadık. Salona girdiğimizde sehpanın üzerinde kuruyemişler, cipsler ve içecekler gördüm. ''Siz gelmeden ben ortamı hazırlamıştım zaten,'' diye gülümsedi bize bakarken. ''Geçin şöyle.''

''Zahmet etmişsin,'' dedim kısık sesimle.

''Yok olur mu öyle şey?''

Bekir, ''Eyvallah,'' dedi. ''Bir dahaki derbide benden haberin olsun şimdiden söyleyeyim.''

''Bakarız,'' dedi Yekta. ''Ben geliyorum birazdan.'' Salondan çıktığında iğneleyici bakışlarımı Bekir'in gözlerinde gölgeledim. ''Sakın ters davranma çocuğa, zaten ikimizden de küçüksün valla bir çarparsa Allah'ına kavuşursun.''

Güldü. ''O mu beni dövecek? Aynen geri zekâlı aynen.''

Gözlerimi devirdim.

Devam etti. ''Hem sen utanmıyorsun değil mi onun safını tutmaya?''

''Takım arkadaşıyız oğlum biz, bu işin raconu budur.''

Yüzünü ekşiterek beni süzdü. ''Tipe bak la şunun! Raconmuş! Kalk Kurtlar Vadisi'ne Memati olarak işe başlıyorsun.''

''Yengeye Elif dedin Usta.''

Sessizce gülümserken Yekta elinde üç bardakla geldi ve onları sehpaya koyarak televizyonu açtı. Elindeki kumandayla maçı açarken hazırlığın sürdüğü ve spikerin konuştuğu anlara denk geldik. ''Üç dakika var,'' dedi.

Maç bizim evimizdeydi.

Yekta bir koltukta biz Bekir'le bir koltuktaydık ama çaprazımda oturduğundan onu rahat görebiliyordum. İçeceklerimizi isteğimi doğrultusunda doldururken, ''Şimdiden geçmiş olsun,'' dedi Bekir ağzına bir yemiş attığında. ''Hatta Yekta sen şuraya bir kutu da peçete getirseydin, gözyaşlarınızı silmek için bir de onu aramakla uğraşmayın.''

Yekta kendinden emin bir şekilde, ''Tamam sen iste ben senin için getiririm,'' dedi. ''Çünkü bizim öyle bir derdimiz olmayacak.''

''Kesinlikle,'' diye ona destek verdim.

Bekir ağzında bir şeyler gevelerken ne söylediğiyle asla ilgilenmedim. Saçlarımı düzeltip, soğuk içeceğimden bir yudum aldıktan sonra tamamen maça konsantre oldum. ''Başlıyor,'' dedim dikkatle ekrana bakarken.

''Görüyorum Gonca.''

''Aferin sana.''

Hakem başlama düdüğünü öttürdükten sonra maçı büyük bir titizlikle takip etmeye başladık fakat Bekir ilk dakikalardan kendini kaptırmıştı. Elini kaldırıp, ''Atsana lan topu atsana!'' diye seslendi. ''Senin oynayacağın topun...''

Yekta ve ben sessiz kalan taraftık zira çıkışacağımız bir durum henüz olmamıştı.

Bekir biraz kanı deli akan bir insan olduğundan yüksek çıkışlar yapması özellikle futbol izlerken böyle yükselmeler yaşaması su içmek kadar normaldi.

Onuncu dakikaya kadar herhangi bir yanlış olmadığında bariz gol şansını kaçırdığımızda Yekta hafif bir sinir yaşadığında benim tepkim biraz daha fazla oldu. ''Kör ya valla kör!'' Bekir'le aynı kandanız işte çekiyor.

Yekta ile anlık göz göze geldiğimizde Bekir bunu fark etmiş gibi aramıza girdi ve kendini öne itti, sırf bu yüzden yaptığına emindim. Eve gidince tokatlayacaktım bu manyağı!''

Çekirdek çitlemeye başladığımda elimdeki kabukla yorumlarıma başladım. ''Abicim geri pas niye yapıyorsun önünde adam mı var?! Ya deli mi edecekler bunlar bizi! Oynasana abi oynasana!''

Bekir, ''Ağlamaya başladın şimdiden,'' diye benimle alay ettiğinde Yekta da sesini biraz yükseltti. ''At topu at! Abi zorla kart çıkarttıracak yavşak!'' Anında bana bakıp, ''Kusura bakmayın bazen kendimi kontrol edemiyorum,'' dedi.

Ana avrat söven Bekir...

''Sorun değil,'' diye güldüğümde Bekir hızla ayaklandı ve sinirle bağırdı. ''Senin ananı avradını si...''

''Şş!'' dedi Yekta uyarı yaparak. ''Bekir bak şimdiden uyarıyorum çok küfür edersen olmaz bu iş.''

Bekir, ''Birader bak ben agresif olurum böyle konularda,'' dedi. ''Bana böyle gelme. Sana sövmüyorum ayrıca.''

''Tamam da sakin kal.''

''Nasıl sakin kal...'' Cümlesini tamamlayamadan Beşiktaş çok şık ve beklenmedik bir hareketle gol attığında Yekta ile aynı anda zıpladık ve kahkaha attık.

Bekir daha da öfkelendi. ''Sizin oynayacağınız topun da a...''

''Beşiktaş'ım oley Beşiktaş'ım oley!'' İkimiz de bu ritimle birbirimize bakıp tezahüratımızla kendimize geldiğimizde Bekir'in yüz ifadesini tarif dahi etmeme bile gerek olduğunu sanmıyordum.

''Kardeşim peçete mi istemiştin ben unuttum da?'' diye sordu Yekta, Bekir'in gözlerinin içine müthiş bir keyifle baktığında.

Bekir sinirli olsa da herhangi bir taşkınlık yapmamıştı.

Ben devam ettim. ''İstersen havlu getirelim kardeşim, peçete yetmez belki.''

''Gülün siz gülün,'' diye salladı kafasını Bekir. ''Daha yeni başladık.''

''İlk yarı bitmek üzere ama sen bilirsin.''

''Maç son on dakikada kazanılır.''

''Hadi bakalım görelim.''

İkinci yarıya geçtiğimizde bir on beş dakikalık ara vermiştik. Bekir, ''Balkonu kullanabilir miyim?'' diye sordu.

''Tabii,'' dedi Yekta. ''Sigaran yoksa verebilirim?''

''Var yanımda,'' dedi Bekir ve salondan çıktı.

Yekta ile yine yalnız kaldığımızda çekirdek çitlemeye devam ettim. İçimde önlenemez bir coşku vardı ve dudaklarım sürekli kendiliğinden kıvrılarak onun getirdiği tebessüme kapılıp gidiyordu. ''Sen de çok sigara içer misin?'' diye sordum sonra.

''Çok değil,'' dedi Yekta. ''Ayda bir kere anca.''

''O kadar az mı?'' diye şaşırdım. ''İyiymiş, sevindim.''

''Gerek duymuyorum ama bazen içiliyor işte,'' dedi bundan memnun kalmazken.

''Bekir çok sert içer,'' diye homurdandım. ''Hele bu maçı kaybederse var ya... Of iki gün yaklaşılmaz yanına.''

Gülümsedi. ''O zaman iki gün boyunca mesafenizi koruyacakmışsınız gibi duruyor.''

Sessizleştim. ''Valla ne yalan söyleyeyim bana da öyle geliyor biraz.''

''Eğer ki kazanırsak ondan isteyeceğin şeyi düşündün mü?''

''Hayır, sen?''

''Benim aklımda bir şeyler var ama bunu direkt ona söylemek istiyorum eğer ki izin verirsen?''

''Kötü bir şey mi?'' diye sordum kaşlarımı havalandırdığımda.

Direkt kafasını iki yana sallayarak bunu önledi. ''Hayır, aksine çok güzel bir şey.''

''Hım, merak ettim.''

''Maç sonu görürsün.''

''Kazanırsak eğer...''

''Kazanacağız.''

Dakikalar sonra Bekir içeri girdiğinde gerginliği azalmış gibiydi ama tek gole bakardı bu iş. Yerine geçip oturduğunda, ''İyi misin kardeşim?'' diye sordum sırf inadına.

''İyiyim canımın içi iyiyim,'' dedi Bekir gülümserken. ''Sen de çok iyisin sanırım.''

''Valla öyleyiz be,'' dedim Yekta'yı çenemin ucuyla işaret ederken. ''Hayat Beşiktaşlıya güzel.''

''Son güzel anların canım.''

''Nasip be.''

Yekta ile bakışıp gülümsedik. Bir an karşılıklı duygularımız var sanacak kadar güzel birkaç saniye geçirmiştim... Maçı kazansak bu kadar sevinmezdim. Bekir, bir tane de ablan için yak sigara.

Yetmişinci dakikalara kadar iki takımdan da herhangi bir gol gelmezken Bekir vitesi arttırmaya başladı ve gerginliği maşallah benim damarlarıma vurdu çünkü her iki takım da iyi oynuyordu. Elindeki çekirdek kabuğunu iki parmağının arasında sertçe tutarken dişlerini sıkarak kaçan gole küfretti.

Dakika yetmiş sekiz olduğunda mutlak gol şansını bir kez daha kaçırdıklarında Bekir ayaklandı. ''Kör topal gibi geziyor aveller! Vur şu topa artık vur! Hoca! Çıkar şu salağı oyundan! Al oradan Falcao'yu al içeri ne bekliyorsun ya?!''

Bekir yine birtakım krizler yaşarken tam dakika seksende Beşiktaş bir gol daha attı. Gözlerim yuvalarından fırladığında ayaklarımın altındaki dinamit uzay mekiği gibi uçuşa geçti. Bekir'in ağır küfürlerine aldırış etmemeye çalışan Yekta yanıma geldi ve ellerimizi kavuşturarak alkışlarımızı bağladı ama bu kısacık sürdü. Yüz göz olarak tezahürat yaparak odanın içinde tabiri caizse halay çekmeye başladık, temas yoktu ama kalbim ona bağlıydı yemişim teması...

Bekir kırmızı görmüş boğa gibi oturduğu yerde sehpanın belli bir yerine kilitlendiğinde Yekta üşenmeden içeriden getirdiği peçete kutusunu önüne bırakıp geri çekildi. ''Rica ederim Bekir.''

Gülmemek için elimin tersiyle ağzımın üzerini kapattım.

Bekir'in bakışları peçete kutusuna kaydığında o da güldü ama sinirden.

Sonra bir sabır çekti.

Maç kaldığı yerden devam ederken uzatmalara gidilen son beş dakikada bile sonuç değişmedi. İki golle Beşiktaş'ımız Galatasaray'ı mağlup etmişti.

Bekir, ''Yazık lan yazık,'' dedi. ''Şu taraftara yazık uyuşuk herifler.''

''Futbol bu kardeşim,'' dedim. ''Sürekli kazanacaksın diye bir kural yok.''

''Kötü oynadılar.''

''Yani orası öyle... Neyse çok ağlama sen yine de.''

Bekir bana ters bir bakış savururken gözlerinin dikine gidip içeceğimi keyifle yudumladım. Aynen asidi kaçmış kolamı.

''Neyse on gol de yese ölümüne Cimbomluyuz,'' diyerek kendine moral verdi.

Kısa bir sessizlik olunca Yekta dudaklarını nemlendirerek, ''Sen on kazanan kaybedenden bir şey isteyecek demiştin değil mi?'' diye sordu Bekir'in suratına doğru.

Bekir kafasını salladığında Yekta tertemiz bir gülüşle önce benim gözlerimden izin aldı sonra da Bekir'e konuştu. ''Eğer Gonca gelmek isterse onu yemeğe çıkarmak istiyorum ama hesabı sen ödeyeceksin.''

📝

Bölüm sonu.

Bekir geçmiş olsun cnm, üst üste kötü haberler alıyorsun ama yanındayız.

Instagram & Twitter: sumeyyedmrkan

❤️

Czytaj Dalej

To Też Polubisz

175K 7.2K 26
Damla: Dedem doğum yaptı, taksi param da yok bana bi 400 ateşler misin yakışıklı? Yakışıklı: Deden doğum yaptı? Yakışıklı: Tanıştığımızı sanmıyorum...
198K 9.8K 21
Staj yaptığım hastanede karışan o kız çocuğu bensem?
1.1M 39.7K 22
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir, karanlık aşk türündedir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, psikolojik...
220K 13.6K 26
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...