PARAVAN

By rabia_kbl

9.6K 1.7K 1.1K

Kapısı kapalı çikolata dükkânının önünde durdum. Saate baktım; 12: 58 Son iki dakika kalmıştı. Elimi cebime... More

TANITIM
1.Bölüm: "Paravan"
2.Bölüm:"Bir Yıl Sonra Çalan Kapı"
3.Bölüm:"Parmaklar Arasına Sızan Kan"
4.Bölüm:"Ahi"
5.Bölüm:"Mayın Tarlası"
6.Bölüm:"Tehlikeli Parmaklarında Hapis Parmaklarım"
7.Bölüm:"Geçmiş Yerin Altında Bir Metrede"
8.Bölüm:"Zincirleme İsim Tamlaması"
10.Bölüm:"Sinmiş Duman Kokusu"
11.Bölüm:"Sebep Sonuçların Döngüsü"
12.Bölüm:"Kırık Fayanslar"
13.Bölüm:"Toplumun Paryaları"
14.Bölüm:"Akrep Burçlu Öğretmen ile Koç Burcu Öğrenci"
15.Bölüm"Kirletilmiş Hisler"
16.Bölüm:"Fakat Şartlar Hiç Normal Olmadı"
17.Bölüm:"Sıcak mı, Soğuk mu?"
18.Bölüm:"00:01"
19.Bölüm:"Pembe Ananas Yetiştirme Günü"
20.Bölüm:"O Bir Peri Masalı"
21.Bölüm:"Sen Bunları Duyma"
22.Bölüm:"İhtimallerin Dizilimi"
23.Bölüm:"Paravanın İlk Yüzü"
24.Bölüm:"Göreceliydi Zaman"
25.Bölüm:"Parmak Uçlarındaki Yaşam Ve Ölüm"
26.Bölüm:"Cambazın İpleri"
27.Bölüm:"Kalp Ve Beynin Sindirim Sistemi"
28.Bölüm:"Bir Fincan Kan"
29.Bölüm:"İhlal Edilen Sınırlar"

9.Bölüm:Depoda Kilitli Bir Kapı"

292 58 61
By rabia_kbl


9.BÖLÜM:"Depoda Kilitli Bir Kapı"



Avril Lavigne, I Fell In Love With Devil


Gülüyordu. Çok güzel gülüyordu çünkü saf bir masumiyet ve samimiyet vardı. Öyle ki, şu anda ben o güldüğü için gülüyordum. Saniyeler geçti ama o gülmekten vazgeçmedikçe bende vazgeçmedim. Çok nadir gülüyor dedim ama her yan yana geldiğimizde kahkaha atıyordu değil mi? Yani çelişiyordum fakat öyle değildi. Doğru, kahkaha atıyordu ama alaycı ve tedirgin ediciydi, oysaki şimdi gülüyordu ve samimiydi.

Masumiyet demiştim fakat bu dudaklarının üzerindeki bir masumiyetti; yani onu asla masum olarak görmemiştim. Akan her bir zamanın ardında kesik kesik gülmelerinin arasında alaycılığı kendini göstermeye başlamıştı. Yüzümdeki tebessüm ve onun sesi gittikçe soldu. Çünkü şu anda benden daha güzel gülüyordu.

Evet, Ahi alaycı bir şekilde güldüğünde benden daha güzel gülüyordu, bundandır gülümseyişimin soluşu.

Dudaklarının üzerindeki samimiyet ve masumiyeti gittikçe silikleşti gözlerimin önünde. Öyle bir evirildi ki, bu bir zevke ve hazza dönüştü. Tehlikeli ve tedirgin ediciliği baş göstermişti artık. Arkaya doğru eğik olan başını bana eğdiğinde, gözlerindeki buğuyu görmüştüm. Muhtemelen o da benim gözlerimin içindeki buğuyu görüyordu.

Bir an yüzümde olmayan gülümsemeyi arar oldu fakat onun benden daha güzel güldüğü yerde gülümsememin yeri yoktu. Bunu biliyor muydu bilmiyorum ama belki de fark ettirmişimdir ona bunu.

"Beğendin mi?" diye sordum tekrardan.

"Neyi?" diye sorduğunda başını yana yatırdı hafifçe. Bu hareketine takıldı bira an gözlerim, sonra benden güzle olan gülümsemesine. Gitmem gerekiyordu oysaki değil mi?

"Zincirleme isim tamlamasını," diye cevap verdim. Hafifçe dudaklarını büzmüştü ama bu çok silik bir şey olduğundan gülümsemesinin önüne geçemedi.

"Beğendim," dedi. Dudağımın kenarı memnuniyetle kıvrıldı. Sonra başımı kapıya çevirince artık tam şu anda arkamı dönüp gitmeliydim. Hava en sevdiğim aralıktaydı; akşama doğru oluşan kızıllık ve griliğin karışımıydı.

"Gidebilir miyim?" diye sordum fısıltıyla. Başını dışarıya doğru çevirip ardından tekrardan bana baktı. "Gidelim," diyerek arkasını döndü ve tezgâhın arkasından çıktı.

"Gidelim?" dedim mırıltıyla. Duymuştu ama cevap vermedi. Bende ona duyurmak niyetinde değildim oysaki. Hemen tezgâhın arkasında çıkıp, sandalyenin üzerindeki çantamı tek omzuma astım. Başımı ona çevirdiğimde, tezgâhın üzerindeki ananasa ilerlediğini gördüm. Ardından kapıya doğru bir adım atmıştım ki onun sesini duydum.

"Dur," dediğinde ona baktım tekrardan. O tabaktaki ananasına bakıyordu. Bıçağı aldığında ona bakmaya devam ettim. Önceden bir dilim kestiği yerden bıçağı bir kez daha saplayıp kesti. Bunu ikinci defa yaptığında siyah, tabağın içindeki kalın iki dilime baktım. Neredeyse ananasın yarısı kesilmişti. Ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordum ama beni niye beklettiğini anlamak istiyordum.

Bıçağı bir peçeteyle sildikten sonra arka cebine attığında hislerimle beraber ifademde dondu. Bu bıçak yılanı öldürdüğü bıçaktı. Sertçe yutkundum ve parmaklarımı açıp kapattım. Sanki elimin üzerinden bir şey süsülüyormuş gibi hissettiğimde, pantolonuma sürttüm elimi. Hayır, bu sadece zihnimin bir oyunuydu ve onun tedirgin edici hallerinin baskısından başka bir şey değildi.

Elindeki iki dilimle bana dönüp birkaç adımda önümde durdu. Elini cebine götürüp diğer cebinden bir anahtar çıkardı. Bana uzattığında almak istemedim fakat sanki elimi ben kontrol edemiyormuşum gibi kendiliğinden havaya kalktı. Parmaklarım soğuk metali kavradığında yanımdan geçip dışarı çıktı. Birkaç saniye olduğum yerde bekleyip, onun ardından dışarı çıktım.

"Kapıları kilitle," dedi düz bir sesle. Birkaç adım ötedeki su fıskiyesinin kenarına bacaklarını yaslayıp bana döndü. Hala kapının önünde durmuş ona bakıyordum. Elindeki ananas dilimlerin bir tanesinden koca bir ısırık alıp bana bakarak yemeye başladı. Gözlerimi kaçırıp ona arkamı dönerek, iki kanatlı kapıyı kapatmaya başladım.

Kapıları kapatmak kolay olmuştu ama kepenkleri indirebileceğimden şüpheliydim. Başımı yukarıda olan kepenklere kaldırdığımda, gri gökyüzüne meydan okuyan pembe ananas tabelasının parlak pembe ışıklarına kitlendi bakışlarım. Öylece baktım tabelaya. Belki boynum ağrıdığı için ya da onun varlığı ardımda olduğu için bakışlarımı indirdim tabeladan.

Elimi kaldırıp kepenklere uzanmaya çalıştım ama olmadı. Yerimde zıpladığımda sadece parmaklarım değiyordu kepenklere. Birkaç deneme daha yaptığımda indirememiştim. Pes edip ona döndüğümde kollarımı iki yana açtım başımı iki yana salladım.

Ağzındaki çiğneme işlemini duraksatıp kepenklere baktı, ardından tekrar lokmasını çiğnemeye devam ettiğinde bana döndü. Yaslandığı yerden ayrılıp ana doğru adımlamaya başladı. Tam önümde adımları bitiğinde ağzındaki çiğneme işlemini de bitirmişti.

Hiç dokunulmamış dilimi bana uzattığında garipseyerek ona baktım. Kepenkleri çekeceği için ellerinden birini boşaltması gerektiğini anlayarak bana uzattığı dilimi aldığım. Sol eli boşta kaldığında hiç zorlanmadan kaldırıp kepenkleri parmaklarıyla kavradı.

Tek eliyle kepenkleri başımın hizasına indirdiğinde elini çekmişti. Anlamayarak ona baktığımda öylece bana bakıyordu.

"Artık yetişebiliyorsun," dedi.

Bir ona birde kepenklere baktım. Doğru, artık yetişe biliyordum ama o neden çekmedi ki? Ah, tam bir deliydi! Ne olurdu sonuna kadar çekseydi, ananası mı eksilirdi?!

Derin bir nefes alıp sağ elimle başımın hizasındaki kepenklere tutundum. Aşağı doğru çekmeye çalıştım ama birkaç santim hareket ettirmekten öteye gidememiştim. Tek elimle yapamayacağım ortadaydı zaten, bu havam kimeyse.

Elimdeki ananas dilimini ona uzattığımda boştaki eliyle almak yerine kepenkleri tuttu.

"Pekâlâ, illa ben indireceğim değil mi?" diye mırıldandığımda elindeki dilimden bir ısırık aldı.

Ah, pembe ananastan nefret ediyordum! Ben pembeden de nefret ediyordum oysaki!

Kepenklere asıldığımda o da bir baskı uyguluyordu ama az öncekinden daha az olduğu belliydi zira benim de baya bir güç uygulamamı sağlamıştı. İkimizde kepenkleri yere kadar çektiğimizde kendisi doğruldu. Birkaç adım gerilediğinde, kilitleri yerine yerleştirip kilitledikten sonra bende doğruldum.

Tek elimle kilitlemiştim çünkü ananas dilimi hala elimdeydi.

Ona yaklaşıp tam karşısında durarak dilimi ona uzattım.

"Senin o," diyerek arkasını döndü. Kaşlarımı çatıp arkasından baktım. Hayır, ben yemek istemiyordum bunu.

"Ben bunu yemek istemiyorum," dedim arkasından. Cevap vereceğini düşünmemiştim zaten. Birkaç hızlı adımla yanında yürümeye başladım. "Al şunu Ahi. Ben yemek istemiyorum." Onun adımlarına ayak uydurarak elimdeki dilimi uzattım.

"Ben yemeni istiyorum Seyhan," diye cevap verip, son ısırığı da alarak ananasın kabuğunu kenardaki çöpe attı. Başımı ondan çevirip elimdeki dilime baktım. İlerde bir çöp kutusu daha vardı ve bunu onun içine atacaktım.

Yürüdükçe çöp kutusuna yaklaşmıştık. Benim sol tarafımda kalan çöpe dilimi atmak için elimi kaldırmam ile parmakları elimi bileğimden yakaladı.

"Hayır, bunu yapmana izin vermem. Şimdi elini bırakacağım ama sen bunu denemeyeceksin," dedi soğukça. Tutuşu sert değildi ama rahatsız olmuştum. "Yoksa dener misin?" Başımı iki yana salladım hemen.

Sesi hiç normal, bakışları hiç güven verici değilken başımla onu onayladım ardından. "A-Atmayacağım," dedim mırıltıyla. Elini bekletmeden hemen çekip önüne dönerek yürümeye devam etti. Dudaklarımı birbirine bastırıp, elimdeki dilime acıyla baktım. Yüzümü buruşturdum ama bu iğrenme değildi. Yaratanın verdiği nimetten iğrenmek haddim değildi. Sadece olduğum durumdan bir memnuniyetsizlik vardı içimde.

Ona yetişerek birlikte eve doğru yürümeye devam ettik. Karşılıklı apartmanlarda oturmamıza rağmen bugüne kadar hiç birlikte gitmemiş, ben onunla hiç yürümemiştim ki.

Ah, yürümek için bir sebebim yoktu, keşke şimdi de olmasaydı!

Bakışlarımı ona kaldırdığımda bana baktı. Bomboş bir ifadeyle bana bakarken ona inat sevecenlikle ona bakmaya başlayıp, elimdeki dilimden istemeyerek de olsa koca bir ısırık aldım. İfadesi çatırdayıp hafifi bir şaşkınlığı misafir etti. Ardından bunu silip alayla gülümsedi. Hayır bozulamayacaktım! Ağzımdaki lokmayı çiğnediğimde tadı hoşuma gitmişti.

Önüme dönerken hemen o da birkaç saniyeyi yüzümde devirip önüne döndü.

"Kaç yaşındasın?" diye sorduğumda, ağzımdaki lokmayı yutmakta zorlandım. Ben niye onun hakkında bir şeyi merak edip sormuştum ki? Bana ne onun yaşından?!

"Yirmi üç," dedi.

Cevap vereceğini bilememiştim oysaki.

"Bende on sekiz yaşındayım, yani aramızda 4 yaş var."

"Biliyorum," dediğinde ona baktım. Nasıl bilebilir ki? Bunu ona sormayacaktım, belki biraz tahmin ile bilinebilecek bir konuydu. Elimdeki ananas diliminden bir ısırık daha aldım.

İçimdeki bu sohbet etme ve ona delice sorular sorma hissine kapıldım. Ağzımın içindeki lokmayı daha yutamadan bir ısırık daha aldım. Sırf ona sorular sormamak için resmen ağzımı oyalıyordum.

Handan çıktığımızda, yoldan ya da yanımızdan geçen bazı insanlar dönüp bir kez daha bakıyorlardı. Ben olmasaydım da her zaman dönüp kaçamak bakışlarla ona bakarlardı. Güzelliğine ya da yakışıklı yüzüne değil, onun deliliğine. O herkes için bir deli ve psikopattı. Hatta bazılarına göre bir katil.

Şimdi beni onun yanında gördüklerinde, bu sefer temkinli bakışların yanında şaşkınlıkta bariz kendini belli ediyordu. Ya benim onun yanında yürüyüşüme ya da ilk defa onun yanında yürüyen birini gördükleri içindi bu şaşkınlıkları. Ama bence her ikisi içinde geçerliydi bu.

Cebinden çıkardığı sigarayı hangi ara yaktığını fark edememiştim etrafa bakınmaktan. Kabulü yoktu onun toplumun arasında. Onun yeri bir tımarhane ya da kapalı bir dört duvardı. En azında insanlar öyle düşünüyorken, ben bunu tam anlamıyla kabul etmiyor ama her zaman bir ihtimali dahi bulunduruyordum. Bu ihtimali içimde beslemek onun bildiği bir şeydi. Peki, bana kırılıyor muydu?

"Farklısın," diye mırıldandım. Ona başımı çevirince kısaca değdirdi bakışlarını gözlerime. "Ama bunu saklamayıp insanları huzursuz ediyorsun. Etraftaki insanlara baksana Ahi. Seni yok edecek güçleri olsa bir saniye bile beklemezlerdi."

"Bunu da biliyorum ama..." duraksayıp daha dikkatli baktı bana. "... Sen yok eder miydin? Sana bir korku salıyorsam bunun seni huzursuz etmesine izin veren senken, niye tek sorumlu ben tutuluyorum ki? İşte bende bunu anlamıyorum Seyhan."

"Neyi?" diye sorduğumda, söylemesine rağmen daha açık duymak istiyordum. Aldığı dumanı geri verdiğinde birazı bana ulaşmıştı.

"Şeytan amacını sakınmazken, sizler onun amacına ayak uydurdunuz diye niye tek suçlu onu gösteriyorsunuz? İşte bunu anlamıyorum."

Durdurdum adımlarımı. Zaten durmamız gerekti çünkü yolarımızın ayrıldığı ve iki kapı ardına geçeceğimiz yerin tam ortasındaydık.

"Şeytanı bana masum mu göstermeye çalışıyorsun? Kendine bir beyaz nokta arıyorsun bunu yaparak, değil mi?" Güldü. Bir adım attı.

"Şeytan masum değildir, olamazda. Beyaz noktaya da ihtiyacım yok çünkü ben siyah noktaları daha çok seviyorum," dedi. Başını iki yana salladı hafifçe. "Diyorum ki; şeytana uyan sizler, sırf ona uyup masumluğunuzu yitirdiniz diye onu suçlayarak beyaz noktayı arayan kendiniz oluyorsunuz." Dilim ve kelimelerime şeytan tarafından kilit vurulduğunda kalbim tekledi.

Soluğunun içindeki dumanı aramıza bıraktığında, sisin ardından tehlikeli tebessümünü gördüm. Çok güzel güldü. Toplum ile bana olan galibiyetini zevkli ve tedirgin edici gülümsemesiyle kutladığında, bundan sadece benim haberimin olması korkuyu içime saldı. Etraftaki hiç kimse yanımızdan gelip geçerken, aldığı mağlubiyeti bilmeden yürüdü. Ve kanımın sıcaklığını yitirmeye başladığını hissettiğimde dudaklarımı bastırıp soluğumu içime hapsettim.

Yanımdan geçip gittiğinde, hala mağlubiyetimin altında soluklanıyordum. Ama ona son kez bakmak istedim ve bedenimi geçip gittiği yere çevirdim. O şeytan değildi ama gerçek bir deli ve psikopattı.

Apartmanın kapısını açtı ve durup omzunun üzerinden bana baktı. Gülümsedi bana. O her zaman gülümserdi ama benden daha güzel olduğu sürece karşılık vermeyecektim. O da karşılık beklemeden kapısını kapattığında bir kez daha yankılandı sözcükleri zihnimde.

"Diyorum ki; şeytana uyan sizler, sırf ona uyup masumluğunuzu yitirdiniz diye onu suçlayarak beyaz noktayı arayan kendiniz oluyorsunuz."

🍍

Ben merdivenlerin üzerine hiç böyle basmamıştım. Bu kadar sakin, bu kadar yorgun ama en çok da hissiz... Tam bir hissizlikti içimdeki, çünkü hissedersem delireceğimi ve içinden çıkılmaz bir çukura düşeceğimi biliyordum. Fakat en çok da zihnimi içine düşeceği belirsizlikten kurtarmaktı amacım. Aklımı korumalıydım duygularımdan önce. Bana göre akıl duygulara bir nebze de olsa sahip çıkabiliyorken, duygular bu konuda etkisizdi.

Üçüncü kata çıktığımda, duyduğum kapı sesiyle irkildim. Beni çekip çıkaran sese başımı kaldırdığımda babamı gördüm önce. Ardından çıktığı dairenin bizim karşı dairemiz olduğunu farketmem ile duraksadım.

Kapıyı kilitleyip arkasını dönünce göz göze geldik. Bedeni gibi ifadesindeki mimiklerin de duraksadığını gördüğümde, onun aksine benim ifademdeki mimikler kendini belli ediyordu. Şaşırdığımda kaşlarımın hafifçe çatıldığını anlayabiliyordum.

"Baba?" dedim sorarcasına.

Bir soru işareti vardı ortada. Çünkü bu dairemiz uzun zamandır kiraya verilmemişti hatta bir kez bile kiraya verildiğini hatırlamıyordum. Genelde alt kattaki amcamlar ile ortak kullanırdık. İçerisi bir depo olarak kullanılıyordu bir nevi. Eski ya da artık kullanılmayan eşyaları oraya koyuyorlardı.

Ah, ne büyük bir lüks(!) Dışarda onlarca insan çatısız yaşarken, buradaki boş çatı sadece gereksiz bir eşya deposu olarak kullanılıyordu. Adaletsizlikti, eşitsizlikti ve vicdansızlıkta denebilirdi değil mi? Öyleydi fakat bu bir sınavın kuralıydı bildiğimiz. Herkes eline geçeni aklı ile kullanıp artı ya da eksi puan alacaktı ve bir gün onlar hesaplanıp bir sonuca varılacaktı. O zaman adaletsizlik ile eşitsizlik ortadan kendini soyutlamış olmuyor muydu? Çünkü biri öncesinde bolluğu yaşarken biri de sonrasında bolluğu yaşayacaktı. Yani bu adaletsizlik ve eşitsizlik değildi bana göre, bu sınavın kurallarından biriydi.

Babam ona bağışlanan bolluktan artı ya da eksi alıyordu. Onun çoğu zaman artı aldığını görmüştüm çünkü bunun gibi birçok çatıyı başkalarına karşılıksız bir şekilde verdiğini biliyordum. Gülümsedim.

"Seyhan," dedi. Bir iki adımda önümde durduğunda, "Ne yapıyordun o dairede?" diye sordum. Gülümsememe karşılık verdi.

"Bir eşya arıyordum da belki burada bulurum diye baktım, ama yokmuş."

"Anladım," dedim. "Kadir abim geldi mi?" diye sordum. Yanıma yaklaşıp bana sarıldığında bende kollarımı beline sardım.

"Biraz önce konağa götürdüm. Bir görsen zılgıt sesleri konağı inletti mutluluktan," diyerek saçımı öptüğünü hissetim. Gülümsemem genişledi. Kendi içimizde üç kişiydik ama çok bağlıydık birbirimize. İşte bu yüzden beni o delinin yanına  gönderdiğinde çok diretmeyişim.

"Halam ile kızlar kim bilir ne kadar çok sevinmişlerdir, hele ninemi düşünemiyorum," dedim. Başımı göğsünden çekip yüzüne baktım. "Bizde yarın akşam gideriz görmeye değil mi?"

"Tabi ki gideriz. Aslında şimdi giderdik ama öncelik Redife ve kızlarının. Hadi şimdi içeri geçelim böyle kapı ağzında kaldık, hem sen acıkmadın mı?"

Babamın kolları arasından çıkıp kapıya ilerledim. "Çok acıktım hem de," diyerek anahtarımla kapıyı açacağım sırada elimi tuttu.

"Zili çal annen açsın kapıyı," diye açıkladığında, kısık bir kahkaha döküldü dudaklarımdan. Başımı iki yana sallayarak, "Ah baba, annem senden daha güzel olmasına rağmen onu böyle tavladın değil mi?" diye sordum alayla.

"Annenin yanına yakışmıyor muyum?" diye sordu ciddiyetle. Kapıya vurup ona baktım. "Ah hayır, sadece anneme iltifat edip gönlünü hoş tutma peşindeyim. Senden bir şeyi istemem yetiyor ama Nihal hanımı bilirsin, öyle kolay izinler vermiyor," dedim. Bedenimi babama çevirdiğimde gülümsüyordu. "Asıl sen ona nasıl katlanıyorsun? Havalı, zarif ve hanımefendi tavırları hiç çekilmez."

"Çok haklısın Seyhan. Acaba anneni boşayıp ninenin bulduğu biriyle mi evlensem?" diye sordu. Arkadaş, babamda iki gaza geldi diye güzelim kadını harcadı ya. Ah, benim güzel annem ona fazlaydı!

"Durduğun hata baba, boşa memleketi Meksika'ya gitsin," dedim hevesle.

"Ah hiç sorun değil, bende zaten ülkemi özlemiştim. Sanırım yüksek kalitem size fazla gelmiş olmalı ki, babalı kızlı benden kurtulma peşindesiniz," diyen sesi işittiğimde alt dudağımı ısırıp gözlerimi yumdum.

Birkaç saniye öyle bekleyip gözlerimi açar açmaz babamın gülen yüzüyle karşılaştım.

Ah, bilerek yapmıştı! Annemin kapıda olduğunu biliyordu ve beni gaza getiren kendisi oldu. Gülümseyip anneme döndüm.

"Bana inan anne, seni babamdan kurtarma planlarımdı bunlar. Ona fazlasın asıl sen onu boşa ve annesinin evine yolla," dedim.

"Ne? Annen mi bana fazla? Daha az önce onun çekilmez olduğunu sen söyledin ya evladım." Babama baktım ve gözlerimi şaşkınlıkla ardına kadar açmaya çalıştım. "Daha neler baba ya? Sen annemi bırak diye öyle dedim."

"Hiç merak etmeyin birini boşayıp diğerini de evlatlıktan reddederek ikinizi de konağa yollayacağım," dedi annem. İkimizin de bakışları anneme döndü. "Şimdi son akşam yemeği için içeride sizleri bekliyor olacağım," diye sözlerini tamamlayıp içeri girdi.

"Baba, masraflarımı karşılamak için annemden yüklü bir miktarda nafaka talep etmeni istiyorum," dedim. Başımı ona çevirdiğimde o da giden annemin ardından bakmaya bir son vererek bana karşılık verdi.

"Dua ette giderayak tüm mal varlığımı alıp Meksika'ya dönmesin." Kapının eşiğinden geçerek ayakkabılarını çıkarmaya başladı. Bende içeri girip kapıyı kapatarak ayakkabılarımı çıkardım.

"Yapar mı yapar valla. Sonra ninemde ömrü billah ben demiştim diye başımızın etini yer durur artık." Önden salona giren babamın peşinden ilerledim.

"Nihal boşamayacaksın beni değil mi? Hepsi kızının suçu, sen onu benden daha iyi tanırsın," diyerek sandalyeyi çekip oturdu. Ayakta durmuş hayretle babama bakıyordum.

"Bilmiyorum düşünmem lazım," dedi annem.

"Ah, neden şimdi ben dışlanıyorum ya?" Masaya yaklaştığımda annemin bakışları aşağıya kaydı. İfadesi değiştiğinde, "O ne Seyhan?" diye sordu. Baktığı yere baktığımda şaşırdım.

Elimde hala birazı duran ananas dilimi vardı.

"Ananas anne," dedim, normal bir şeyden bahsedermiş gibi. Aslında normal bir şeydi ama o belirsizden gelen bir şeye normal yaklaşamıyordum. Özellikle konu pembe ananas dilimi olunca...

"Kabuğu pembe bunun," dedi. Gözlerimin içine baktı. "Sen Ahi'nin ananasından mı yedin?" diye sordu büyük bir şaşkınlıkla.

"Daha düne kadar adamın yanında çalışmak istemiyorum, o deli psikopat diye söyleniyordun. Şimdi onun bu garip pembe ananasından mı yedin?" diye konuştu bu sefer babam. Masadaki sandalyemi çekip oturdum. Tabağın kenarına ananas dilimini bırakarak ikisine baktım.

"Yememi istediğinde başka bir seçeneğim yoktu. Yoksa ben o delinin saçma pembe ananasını ağzıma sokmazdım," dedim. Öne doğru eğildim. "Hayır deseydim de beni kesse miydi?"

"Abartma Seyhan, öyle biri değil," dedi babam.

"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun baba? Tamam, onu tanıyorsun fakat deli ya da bir psikopat olmadığını söyleyemezsin." Başımı iki yana sallayıp, sürahiye uzanarak bir bardak su doldurdum kendime.

"Diyemem ama katil olmadığını, sana zarar verecek en ufak bir şey yapmayacağını söyleyebilirim," dedi. Başımı ona çevirdim. Gözlerim kısıldığında yapay bir şekilde güldüm. "Baba, deli ve psikopat olduğunu kabul ediyorsan bana ya da bir başkasına zarar verip incitmeyeceğini bilemezsin. Toplumun içindeki bir deliden zararsız hareketlerde bulunmasını bekleyemezsin, bu çok saçma. Adı üstünde bir psikopat o," dedim.

"O çok farklı ve bu farklılığı tehlike barındırdığı için ona deli ve psikopat diyen bizleriz Seyhan," dedi annem. Sakin bir şekilde uysallaştıran bir ton vardı sesinde. "Ahi'nin deliliği kendine, kimseye dokunduğu yok. Yani ona karşı temkinli davranmak mümkün ama onu böyle ağır ithamlar edip çemberin dışına itmeye gerek yok."

Annemin sözleri bana doğru ve yerinde gelirken neden ona ters düşmek için zihnimde bir yerlerde bir şeyler arıyordum? Öyle olmadığını, onun zararlı bir insan olduğunu kanıtlamak istemem bana göre değildi. Bu ihtimali de vardı ve ben sırf bunun için hep ters konumda olacaktım annem ile babama.

"Doğru, yanlış ve çirkin ithamlar bunlar ama..." Önümdeki ananas dilimine uzanıp son kısma dişlerimi geçirdim. Kopardığım parçayı çiğneyerek yutana kadar ikisinin de bakışları üzerimdeydi. "... Her zaman onun zararlı bir deli olduğu ihtimali olmaya devam edecek. Sizde dâhil herkes için. Küçük bir ihtimali önemsemiyor olabilirsiniz fakat ben hep o ihtimali düşünürken kendimi bulacaktım," dedim.

Sustuk.

Benim sözlerimin ağırlığı ortamı sessizliğe bıraktığında herkes kendi önüne döndü. Ne diyeceklerdi ki? Onların sözlerinin haklılık payı olduğu kadar benim de sözlerimin haklılık payı vardı. Ben onların düşüncelerini kabul ediyorken onlarda kabul ediyorlardı. O yüzden susarak herkes kendi payına düşeni kabullenip geri çekildi.

Masada çatal ve kaşığın seslerinden başka bir şey duyulmadı yemek boyunca. Bu sadece benim için geçerliyken annem ile babam işler hakkında konuşuyorlardı. Benim ilgimi çeken şeyler değildi.

Belki çikolata dükkânları hakkında bir konuşma geçseydi onlardan çok ilgimi çekerdi konu. Bunun dışında ne tarlaların mahsulü ne de yurtdışı tekstil konuşmalarından kendime paye çıkarmazdım.

Masada bakışlarımı gezdirdiğimde aradığım şeyi bulmak çalışıyordum. Yemeğimi erken bitirmişken ben, onlar hala devam ediyorlardı. Aradığım şeyi tam karşımdaydı ama uzağımda olduğundan ayaklanacakken, annem babama bakmasına rağmen ayranı alıp bana uzattı. Gülümsedim ama babamla konuştuğu için görmemişti.

"Kadir nasıldı? Bugün onu görmeye gidemedim ama yarın akşam hep beraber yemeğe gideceğimiz zamana kadar beklemem gerekiyor," dedi annem. Aldığım ayranı yarılamıştım ilk yudumda.

Çok seviyordum ayranı ve günde en az koca bir bardak içmezsem rahat etmezdim.

"Gayet iyi görünüyordu. Gelirken arabada söylenip durdu, bir daha yurt dışına çıkmayacakmış beyefendi," dedi babam gülerek. "Valla onu bir yıl boyunca şehir dışına bile yollamaya korkuyorum."

"Haklı çocuk. Yolladınız tek başına, koca işleri yoluna koyana kadar haftalar geçti bir kez bile gelmedi," dedi annem sitemle. Kadir'e değer veriyordu. O aslında herkesi sever ve korurdu. Ben onun kadar sevgi dolu değildim. En çok anneme benzememe rağmen her halimle, bazen karakterimde babamın izleri baş gösterirdi.

"Neyse, zaten benimde onu bir yere göndereceğim yok. Redife çok özledi oğlunu, resmen haftalardır gözlerimin içine bakıp durmasına bir daha dayanamam." Babama döndüm. "Peki ya ninem, o da seni her gördüğü yerde söylenip durdu torunumda torunum diye," dedim. Babam kaşlarının havaya kaldırdı.

"Ninen başının çaresine bakar sen onu dert etme kızım," dedi alayla. "Hem o isteseydi anında getirirdi torununu. Onun yaptığı sadece söylenmekti."

"Sonunda annenin dırdırcı olduğunu kabul ettin," dedi annem. Babam ona şaşkınlıkla döndü. Güldüm.

"Ben öyle bir şey demedim Nihal. Sadece, sürekli sanki elinden bir şey gelmiyormuş gibi konuşup sitem etmesinden bahsediyordum. Konuyu nereye çekiyorsun ya?"

Annem omuz silkip başını iki yana salladı. "Benim konuyu bir yere çektiğim yok Cihan. Ah şuna bak, kendisi annesine laf söyleyince sorun yok ben dedim diye hemen karşımda dur," dedi annem. Duraksayıp mırıltıyla devam etti. "Ana kuzusu."

"Ana kuzusuysam öyleyim sorun mu vardı Nihal? Sanki kötü bir şey Allah'ım ya rabbim ya," diyerek önündeki bardağa uzandı. Elimi dudaklarıma götürüp gülmemek için dikkatimi başka şeylere yöneltmeye çalıştım.

"Yok, hiç sorun yok." Kelimelerini uzatarak konuştu. "Ananda bir beni bastonuyla Meksika'ya kadar kovalamadığı kaldı yani haberin olsun. Yakında onu da yapar," diye devam etti annem, sinirle. Evet, sinirle ama bu onları hiç bir zaman kötü sonuca götürmezdi. Çünkü işin sonu eğlenceli bir hal alırdı.

Hatta utanmasam her gün annem ile babamın ninem yüzünden kavga etmelerini izlemek isterdim. Çok eğlenceliydi.

"Abartma Nihal, daha anam bırak Meksika'yı, Urfa'daki tüm yolları doğru düzgün bilmiyor."

"Ananın tek sorun bu olsun Cihan. Benden pahalı olan telefonuna Meksika'ya götür beni diye konuşsa tüm kestirme yolları çizerek harita oluşturur anana." Babam şaşkınlıkla anneme baktığında alayla güldü.

Şunların durdurma tuşu yok muydu ya? Mısır patlatıp izlemeye devam etseydim.

"Şimdi de anama aldığım telefonu mu konuşacaksın? Sanki aynısı sende yokmuş gibi konuşma Nihal," dedi babam. Annem dilini damağına vurarak şaklattı.

Bu kadın benden daha çok bu memleketin insanı gibi maşallah, ben bile böyle yerli ve milli tepkiler vermiyorum.

"O telefonun parası senden çıkmış olabilir Cihan ama anan gibi gidip kendin almadın, ben kendim gidip aldım."

"Ha ben ha sen ikisi aynı şey değil mi? Sonuçta o telefon senin oluyor ama."

"Aynı şey mi Cihan?" diye sordu. "Sonuçtan çok sonuca giden yollar önemli benim için," dediğinde annem, dudaklarımı büzüp takdir ettim. Baya iyi konuştu yalnız. Ellerimi kaldırıp anneme alkış tutuğumda ikisinin de bakışları bana çevrildi.

"Helal anne, helal koca yürekli insan," dedim. "O neydi ya lan?"

"Lan mı?" diye sordu annem şaşkınlıkla. Dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Ah pardon, istemeden oldu anne," dedim. Babama dönüp, "Yalnız iyi susturdu seni baba. 'Sonuçtan çok sonuca giden yollar önemli' dedi ya çok haklıydı valla," diyerek devam ettim.

🍍

Elimdeki paketi masasının üzerine bıraktım. Önüne düşen paketle daldığı âlemden irkilerek çıkıp, önce masasındaki pakete sonra bana başını çevirip baktı. Göz göze gelince konuşmadan onun yüzüne bakmaya devam ettim.

"Bu ne?" diye sordu.

"Dün almayı unutup kaçarcasına arkanızda bıraktığınız çikolatalar," dedim. Tekrardan önündeki çikolata paketine baktı. Dün onlar gittikten... Ah, yani kaçtıktan sonra almadıkları çikolataları çantama koymuştum.

"Saçmalama kızım kaçtığım falan yoktu benim." Başımı yalandan onu onaylayarak salladım.

"Parası da benim cebimden çıktı zaten," dedim. Oturduğu sırada yan dönüp bana baktı. "Çikolata dükkânı sizin değil mi? Niye para veriyorsun ki anlamdım?" diye sordu.

"O deli kabul etmedi," dedim. Yine hatırlayınca sinirlendim. "Resmen şu anda sözleşmeli, ilerde kadrolu olacağım kendi dükkânımdan çikolata almama izin vermedi!"

"Seyhan, adam delinin teki lan!" Sesi sınıfta yankı yaptığında bazıları buraya bakmıştı. Adar duraksayıp dudaklarını ıslatarak bekledi. "Ben dün ne yaşadım kızım? Beş dakika o pembe dükkânda kaldım ya da kalmadım ama bu bile yetti dün tüm gece o anları düşünüp durmama," dedi, zorla da olsa sakin tutmaya çalıştığı bir sesle.

Uzanıp, önündeki paketten bir çikolata çıkarıp aldım. Adar'ın bir önündeki sıra boş olduğu için yan bir şekilde karşısında oturdum. O da yönünü bana çevirip, paketten bir çikolata aldı. 

"Şuna bak pembe pembe ya," diye söylenerek çıkardığı çikolatanın hepsini ağzına attı.

"Delidir ne yapsa yeridir boşuna dememişler," diyerek bende çikolatayı ağzıma attım. Adar başını hızla iki yana salladı.

"Yok, yok öyle olmaz. Karayel resmen, sizi öldürüp derinizden çıkardığım yağ ile sabun yaparım diyerek tehdit etti sanki," dedi ve duraksadı. "Sanki değil direk onu ima etti Allah'ın psikopatı. Lan adamın bakışlarına bile bakarsam kalpten gidecekmişim gibiydi. Birde ben pembe poşetli olanları seviyorum diyor, bende salak gibi onlar olsun deyip apışıp kalıyorum." Sözlerinin ardından önündeki paketin ağzını genişletip içine baktı. Bakışlarını bana kaldırarak, "İyi de dün istediğim çikolatalardan koymuştu ama burada pembe poşetli olanlardan var. Niye ki?" diye sordu.

"Onları başka müşteriye verdiğimde kendisi sizin için bu sefer pembe poşetli olanlardan koydu manyak." Adar derin bir soluk çekip kollarını masaya yasladığında, bana doğru biraz eğildi. Yüzündeki birazda olsa olan rahatlık ortadan kaybolduğunda, nadir ciddi olduğu anlardan birinin içindeydi şu anda karşımda. En ciddi ortamda bile ciddiyetsiz olurken, bazen istemeyerekte olsa dahi bir ciddiyet takınırdı. Adar'ın bu halleri her daim ciddi olan insanlardan bile daha dikkat çekip kendine bağlayacak cinstendi.

"Seyhan, sen o Karayel'in her gün yanındasın," diye başladı konuşmasına. "Ben birkaç dakika ile gecemi saçma sapan hislerle geçirirken, sen saatlerini onunla geçiriyorsun. Bu sana hiç iyi gelmeyecek bunu anladım. Her gece uyumadan önce o gün onunla geçirdiğin anların sana bıraktığı hisleri sorgulamıyor musun?" diye sorduğunda cevap vermedim, o da bir cevap beklemedi çünkü cevap apaçık aramızda duruyordu. "Zihnine işliyor her bir anı ve onunla geçirilen anların delilik boyutu ortada. Sen bir yıl boyunca onun adını ağzına almazken, Ahi dedin Seyhan."

"Haklısın ama bir şey yaptığı yok Adar. Tamam, gece yatmadan önce hissettirdiği her bir duygu zihnimi eşeliyor ama ilerisi ne olabilir ki? Fiziksel zararı olacağını sanmıyorum fakat bunun ihtimali onda var," dediğimde, kuruyan dudaklarımı ıslatma gereği duydum. "Adına gelirsek de, senin dediğin gibi her gün onunla saatlerim geçiyor ve geçmeye devam ederken adını illa sesleniyorum fakat işin garibi ben onun adını daha hiç seslenmedim ve nasıl bir his olduğunu bilmiyorum, sadece konuşma arasında mırıldanmışımdır o kadar," dedim.

Adar'ın dudaklarından anlamsız bir mırıltı döküldü. Elini şakağına götürdüğünde, oranın kaşınmadığını bilmeme rağmen kaşıdı.

"Ahi'nin deliliği sana hiç iyi gelmeyecek. Ve bir gün seni içine çektiğinde onun deliliği, işte o zaman ortada bu Seyhan'dan bir şey kalmayacak." Yutkundu. Göz kapaklarımı titretti bu yutkunuşu. "O bir deli, Ahi mecazi olmayacak kadar gerçek bir deli," dedi.

Bakışlarımı kaçırdım çünkü sözlerinin gerçekliği canımı acıtmıştı. Neden ona söylediğim tüm bu sözleri Adar'dan duyduğum için canım yanmıştı? Kendi dilimden dökülen sözlerin gerçekliğini başka ağızlardan duydum diye neden öyle olmadığını inkâr etmek istiyordum? Bu ihtimal hep varken ve ben bunun arkasında duruyorken ağır gelmesi saçmaydı.

'O bir deli, Ahi mecazi olmayacak kadar gerçek bir deli.'

Buydu, onu anlatmak bu kadar acımasız ve olumsuz sözcüklere sığardı.

"Doğru," diye onayladım onu fakat dilimin üzerine dikenler batırılmış gibi canım acıdı.

"Ah," diyerek iç çekip ayaklandı. Bakışlarımla onu takip ederken, çikolata paketini aldı. "Nereye?" diye sordum alttan bakmaya devam ederken.

"Sınıfa çikolata dağıtacağım," diyerek gülümsediğinde, ciddiyetinden eser kalmamıştı. Sırasından çıkıp arada durarak sınıfa baktı.

"Bacılarım baylarım!" diye yüksek sesle bağırdığında herkes buraya bakmıştı.

"Bacılarım baylarım mı?" diye sordum tuhaf bir şekilde. Başıyla onayladı baktığın bana. "Aynen çok yaratıcıyım." Ardından ilerleyip sınıftaki kişilere çikolata dağıtmaya başladı. O anda içeriye Yağız ve Reyhan girdiğinde onlara baktım.

"Bu çikolatalar Karayel'in size hediyesi, hepinize selamı var," dedi Adar. Çoğunun yüzünde şaşkınlık oluştuğunda içlerinden biri konuştu.

"Karayel mi? O deli bize niye çikolata yollasın ki?" diye sordu garipseyerek.

"Sizi iyi beslemek istiyormuş," diye yanıtladı Adar onu. Herkese çikolataları dağıtmaya devam ederken, "Biz yeni kurbanları mıyız?" diye soran Meryem'di. Adar gülüp onun önünde durarak çikolata uzattı.

"Yok, bacım onun senin gibi çalışkan kişilerle işi olmaz," dedi Adar.

"Bana bacım deme." Israrla önünde tutulan paketten bir çikolata aldı.

"Ne diyeyim Meryem?" diye sordu adar.

"Meryem de işte bacım ne ya?"

"Bayan diyeyim o zaman Allah'ım ya rabbim ya. Taktın mı takıyorsun Meryem. Çikolatanı ye de sinirlerini alsın." Adar, Meryem'in yanından söylenerek ayrılıp, Yağız ile Reyhan'ın önünde durdu. "Alın lan biricik delimiz Karayel'imiz yollamış."

"Şuna bak hemen de sahiplik eki kullanmaya başlamış. Duyduğuma göre dün seni çikolata dükkânından kaçarken görmüşler," dedi Yağız gülerek. Adar'ın bozulan yüzüne aldırmadan aldığı çikolatayı çiğnemeye başladı.

"Yok, öyle bir şey uydurmasın o esnaf."

"Ne uydurması herkes görmüş işte, topuklarına vura vura çıkmışın." Yağız'ın sözleri ile seslice gülmeye başladım. Adar, Yağız'ın kulağına yaklaşıp bir şeyler söyleyerek geri çekildi. Yağız ona bakıp, düşünceli bir şekilde yüzüne baktı. Sonra birden güldü.

"Hadi oradan abartma," diyerek yanından geçip buraya doğru ilerledi. Kısa mesafeyi birkaç adımda bitirip yanıma ulaştı.

"Amcakızı." Yerine geçip oturduğunda yönümü ona çevirdim. "Nasıl gidiyor çikolatacılık hayatı?" diye sordu ardından.

"Olağan bir şekilde ilerliyor Yağız." Adar da gelip yerine oturarak paketi masaya bıraktığında, Reyhan yanı başımda durdu. "Konağa gittin mi dün Kadir abiyi görmeye?" diye sordum. Masanın üzerindeki paketten bir çikolata alıp ağzına attı.

"Yok, gidemedim ben ama akşama zaten hep beraber gidiyoruz."

"Öyle," dedim onu onaylayarak.

"Kadir abim geldi mi ya?" diye araya girdi Adar. Yağız'a bakarak sorduğu için Yağız, "Dün ikindi vakti geldi," dedi. Adar sevinçle gülümseyip ikimize baktı.

"Hayırlı olsun. E, artık yakında da Kadir abinin düğününü yapında halay başı olup halay çekeyim." dedi. Öne doğru eğilip kollarını abartıyla salladı. "Bir yıla yakındır düğün yüzü görmedim ya."

"Git babana ben evlenmek istiyorum de bir haftaya kalmaz düğünün olur," dedim. Adar alayla güldü. "Hepiniz karıya kocaya karışırsınız ama ben yine evlenmem görürsünüz," dedi.

"Niye, vejetaryen misin sen?" diye sordu Yağız. Alık alık birbirimize baktık ama hala bir şey anlamadım. Adar birden gür bir kahkaha attığında sınıftakiler buraya baktı.

"Seyhan ben anlamadım anlatsana?" diye sordu Reyhan. Ayakta durduğu için başımı kaldırıp bakarak, "Her an kendimi geri zekâlı gibi hissedebilirim çünkü bir şey anlamadım bende," dedim.

"Kavga yokmuş ama çikolata var dediler," diyerek yanımızda duran Seher'e döndük. O ise bizim aksimize masanın üzerindeki çikolata paketinin içini karıştırıyordu. "Bunların hepsi aynı daha farklıları yok muydu ya? Deli Karayel yollamış sanırsın sanki," diye mırıldandı.

"Aynen Karayel'in hediyesi bunlar." Seher, Adar'ın sesiyle çikolataları karıştırmaya ara verip başını kaldırdı. "Hadi canım!" dedi şaşkınlıkla söylenerek. Adar dudaklarını büzüp paketi işaret etmekle yetindi.

Seher rasgele aldığı çikolatanın poşetini açarak ağzına attığında yemeye başladı. "Bu delinin pembe takıntısını da anlamdım gitti. Ben kız olmama rağmen iki parça pembe bir şeyim bile yokken, bu adam yarın öbür gün pembe kıyafetlerle ortalıkta gezerse şaşırmam."

"Yok, pembe kıyafetler giyemez o belirsiz," dedim.

"Nerden biliyorsun Seyhan? Sanki adamı tanıyorsun," diye araya giren Reyhan'dı.

"Tanıyıp tanımakla alakası yok. Sadece hal ve hareketlerinden bunu yapmayacağına eminim."

Konu değiştiğinde herkes gülerek sohbet etmeye devam etti. Konuşurken sürekli bakışlarım masanın üzerindeki çikolatalara kayıyordu. Paketin ağzı açık olduğu için pembe poşetler gözümü üzerlerine çekmekteydi.

Artık o kadar çok kendini belli etmeye başladı ki keskin pembelik, giderek konuşulan konudan koptum. Sesler vardı ama mırıltıdan ibaretti kulaklarıma ulaşan her şey. Uzandım ve bir tanesini parmaklarımla kavradım.

Poşetten çıkardığım çikolatayı ağzıma attığımda her bir diş darbesinde düşünceler vardı ama aynı zamanda da yoktu. Nasılını bilemem ama düşünmeme rağmen ne düşündüğüm sorulsa boş boş bakardım öylece.

Ağzımdaki çikolatayı yuttum. Zihnimden kopup gelen o sözcükler yankılandı bir kez daha.

'O bir deli, Ahi mecazi olmayacak kadar gerçek bir deli.'

🍍

Dört tane.

Birinde üç, diğerinde bir tane olmak üzere dört tane siyah yüzük vardı parmaklarında. Ritim tutan parmaklarına bakıyordum. Ondan geriye bir eli birde masanın üzerindeki pembe ananas görüş açımdaydı. Parmakları her inip kalktığında tok ama kısık sesler masanın üzerinde titreşime uğrayarak kulağıma ulaşıyordu.

Benim görüş açımda bunlar varken, onun görüş açısı neresiydi bilmiyordum. Aslında başımı masadan kaldırıp ona baksam çok basit bir şekilde anlardım. Yapmadım.

Ardından, girişten içeriye iki genç kadın girdi. Hareket etmeden olduğum yerde bakışlarım onların üzerindeyken, ikisi de tezgâhın yanında durup etrafa bakınmaya başladılar. Birkaç saniye sonra bizi fark edip duraksadılar.

İkimizde hareketsiz bir şekilde karşılıklı masada otururken, sadece onlara bakmaya devam etmemiz onları huzursuz etmişti. Belki benim payım azdı ona kıyasla.

"Biriniz bakabilir mi?" diye sordu kadınlardan biri. Doğal bir sarışınlığı ve açık teni ile buralı olmayacak kadar beyazdı. Yılın yarısında çölden bir farkı olmayan bu şehirde yanık gezmemek suçtu neredeyse.

Ayağıma aldığım hafif darbe ile irkilip, başımı geriye atarak karşımdaki belirsize baktım. Ayağıma vurmuştu deli! Başıyla hafifçe kadınları işaret ettiğinde, ikisi çoktan çikolatalara bakıp bir seçim yapmaya başlamışlardı.

Başımı ne var dercesine iki yana salladım. Bal gibide biliyordum ne demek istediğini.

"Git bak," dedi.

"Sen bak," diye cevap verdiğimde, hangi rüya âlemindeydim acaba?

Masanın üzerinde ritim tutan parmaklarının durduğunu hissetim çünkü kulağıma ulaşan titreşim sona ermişti. Başını omzuna yatırarak gülümsedi. "Seyhan..." dediğinde, yanağımın iç kısmını ısırdım. Birden ayağa kalktığında devam etmeden tezgâhın arkasına geçti.

Kalkıp ben baksaydım ne olacaktı ki? Kahretsin ya, kim bilir ne yaşatacak bana!

Başımı masanın üzerinden kaldırıp onlara baktım. Ahi tezgâhın arkasında durmuş onların seçmesini bekliyordu. Bu deli niye gözlerini kaçırmadan kadınlara bakıyordu Allah aşkına?

"Şu çubuk gibi olanlardan ve bir altındaki top şeklindekilerden istiyoruz," dedi sarışın kadın. Bakışlarını arka raftaki çikolatalardan çekip, Ahi'ye baktı. Birden, üzerindeki bu kadar dikkatli ve tedirgin edici bakışlar karşısında duraksayıp gözlerini kaçırdı. "T-Top şeklinde olanlar fındıklı değil mi?" Tekrardan Ahi'ye baktı. Gülümsedi.

Hadi canım!

"Fındıklı," diye cevap verdi düz, donuk bir tonla. Bakışları da aynı oranda düz ve donuktu. Sadece dikkatli ve ısrarcı bakıyordu fakat bu onun karakteriydi, hiç bir art niyet göremiyordum. Umarım öyledir.

"Tamam, onlardan biraz daha bol olsun," dedi kadın. Ahi yan taraftan kese kâğıdını alıp onlara arkasını dönünce, kadınlar birbirlerine imalı bakışlar atmaya başladılar. Geriye yaslanıp, az önce Ahi'nin oturduğu sandalyeyi ayağımla ittim. Yere sürtünen ahşap tiz bir ses çıkardığında iki kadında bana döndü. Gülümsedim ve gülümsediler. Benim aksime onların tebessümü samimiydi.

"Sen hangisini daha çok seviyorsun. Yani buradaki çikolataların hepsinin tadına bakmışsındır ve en güzel tadın hangisinde olduğunu biliyorsundur," dediğinde sarışın kadın, Ahi çikolataları tartıya koymuş karşılarında duruyordu. "Tadına bakmak istiyorum, hangisi?" diye sordu sarışın ilgiyle.

Ah, şuna bakın hele. Biri şu kadına bir deliye yürüdüğünü söylesin! Dur ben söyleyeceğim elime yapışmaz ya. Sana ne bacım onun damak tadından?

"Orda," diyerek bana bakıp, eliyle beni sarışın kadına gösterdi.

Ne?!

Şaşkınlıkla ağzım aralanmıştı. Ahi hala parmağı ile beni gösterirken, donmuşçasına yüzüne bakıyordum. Gülerek onunda bana baktığı ortadayken, kadınlar ikimiz arasında mekik dokuyordu.

Bu deli ne saçmalayıp duruyordu! Kadına yem edecek beni geri zekâlı! Allah'ın geri zekâlısı psikopat manyak!

"Tadına bak sonra kaç kilo istediğini söyle," dedi Ahi. Sarışın kadın hala ne yapacağını bilemez bir şekilde ona baktı.

"S-Sen..." diye konuştuğunda devamını getirmeden sustu. Sus bacım ne diyeceksin ki?

Elindeki çikolata paketini sarışın kadının, ondan farkı olmayan arkadaşına uzatıp fiyatı söyledi. Sarışın kendine gelmeye çalışırken, arkadaşı aceleyle parayı tezgâha bıraktığında, sarışın kadın ile anında dükkândan çıkıp gitmişlerdi.

"Geri zekâlı!" diye fısıldadım sinirle. Bu tepkimi ona duyurmamıştım. Bakışlarına karşılık verip ona baktım. Omzunu başını yatırıp akasındaki rafa yaslandı. Kollarını göğsünde birleştirdiğinde sinirden ağlayacak gibi oldum.

Neler oluyordu? İçimdeki bu ağlama isteği çok garipti.

Gülümsediğinde, ortalığı birbirine katıp pembe olan her şeyi yerle bir etmek istedim. Oynuyordu işte. Zihnimle alay ediyordu, benimle değil. Histerik bir mırıltı döküldü sanki hıçkırık gibiydi, tam anlayamadan ardından gelecek olan ikinci hıçkırığı engelleyerek dişlerimi birbirine kenetledim.

"S-Sen delisin," dedim. Ayağa kalktım. "Çikolata falan değilim ben! Oldu olacak pembe poşetlere de sar olsun bitsin manyak!" diye sesimi yükselterek konuştum. Aniden sustuğumda, yine aniden onun gür kahkahası doldurdu dört duvarı. Ağzım açık bir şekilde onun keyifli kahkahasına bakarken, arkama bakmadan gitmek istiyordum.

Çok sinir bozucuydu!

Devam etti. O gülemeye devam ettikçe içimden kopup gelen hıçkırık da boğazıma yüksek şiddette baskılar uyguluyordu. Hayır, karşısında ağlamak istemiyordum! Sadece sinirlerim bozuldu ve bu his Adar'ın bana onun için söylediği gerçek sözcüklerden beri içimde kendini hissettirmişti.

Derin bir nefes alıp bakışlarımı kaçırdım ama onu hatırlatan ve onun deliliğinin eseri olan hiç bir şeyden kaçmadığımı gördüm. Her yer onun gerçek deliliğinin kanıtı gibiydi. Renkler ve çikolatalar.

Bu içinde bulunduğum delilikten arınmalıydım ve bunun için tek çıkışım depoydu. En azında orası pembe değildi.

Onun sesi durulmuşken, tezgâhın ardına gitmek için iki kanatlı küçük kapıdan geçtiğimde arkamdan sallanıp duruyordu. Sert itmiştim.

"Ben kalan fayansları toplayacağım," diyerek yanından geçtim. Deponun kapısını açarak hızla merdivenleri indiğimde arkamdan aralık olan kapıdan sızan ışık, gölgemi karşı duvara yansıtmıştı.

Tüm basamakları bitirerek, ilerideki köşede duran fayans yığınına doğru ilerledim. Deponun serinliği birazda olsa sinirlerimi ve karmaşık zihnimi yatıştırmıştı. Ama tam bir yatışma sayılmazdı bir nevi uyku misaliydi.

Boş kutulardan birini alıp, kırık fayansların yanına çömeldim. Önüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına yerleştirip, bir fayans parçasına uzandım. Elime aldığım fayansla ellerimin titrediğini daha yeni anladım. Elimle beraber seri bir şekilde hareket eden fayansa birkaç saniye takılı kaldı bakışlarım. Dudaklarımı birbirine bastırıp, burnumdan sert bir soluk çekmiştim.

Merdivenlerin başında onun bedenini fark etmemle derhal elimde tutuğum fayansı kutunun içine atıp, yeni bir tanesine uzandım. Onun yavaşça indiği her bir basamakta elimi çabuk tutmaya çalışarak kutuyu dolduruyordum.

Bir an keskin fayansı etimde hissetmemle duraksadım. Çok değildi, bir mercimek tanesi kadar koyu bir sıvı gördüm parmağımın üzerinde. Aldırmadım.

Yanımda durduğunda yarısı dolmuş kutuyu kapatarak ayaklandım. Kendime ağırlıkla eziyet etmeyecektim.

Kavradığım kutuyla çok zorlanmadan doğrulup merdivenlere ilerledim. O kadar hızlı hareket etmiştim ki hangi ara kutuyu yukarı bırakıp aşağı indiğimi kestiremedim. Belki yoğun bir şekilde kendimi oyalarsam zihnimdeki yoğunlukta durulur diye düşündüm.

Yanıldım.

O tam yanı başımda kırık fayansları kutuya doldururken bunun oluru yoktu.

Doldurduğu kutuyu rahatça alttan kavrayıp merdivenlere doğru ilerlediğinde, sağ omzuma doğru başımı çevirip arkasından baktım. Delirecektim onunla birlikte ve bunun bir yanılmadan ibaret olacağını sanarak rahat davranıyordum.

Umarım, bu ardını göstermek istemediğin bir paravandır Ahi...

Elimde tutuğum fayansı o kadar çok sıktım ki, derime yavaşça işleyen acıyı tattım. Hayır, elim yaralanmamıştı çünkü bunu yaparak kendime fiziksel bir zara vermeyecektim. İşte tam o anda tüm gücümle kırık fayans parçasını sol taraftaki duvara fırlattım. Ufak parçalara bölünen fayans çok farklı bir ses çıkarıp zemine düştü. Kaşlarım kendiliğinde çatıldığında sesin geldiği tarafa bakışlarımı çevirdim.

Düz soluk bir duvardı gördüğüm.

Fakat fayansın duvara çarpmasıyla çıkardığı ses bu olmamalıydı. Yani çarpışma anında çıkan ses bir demire atılan taşın çıkardığı sesle eş değerdi. Çok garipti.

Merdivenlere bakıp onun hala gelmediğini anlayarak yerimden doğruldum. Birkaç metre uzağımda olan duvara doğru yürüdüm. Tedirgindim. Ve tedirgin olmam için bir sürü sebep varken, ben kendime yeni sebepler buluyordum.

Tamda fayansın parçalanıp yere düştü yerin önündeydim. Bir adım daha atmam ile ayağımın altında kalan fayansların tıkırtı sesleri boş depoda duyuldu. Kuruyan dudaklarımda bir tur dilimi gezdirip nemlendirdim. Elimi kaldırıp duvara yaklaştırdım. Avucumla buluşan duvarın ilk önce soğukluğu ürpertti tenimi. Ardından avucumu ayırıp sert olmayan bir şekilde vurdum.

Ağzım aralandığı zaman kendiliğinden, duyduğum sesin şaşkınlığı ve ürpertici soruların karşılıksız cevapları üzerine, bir kez daha tok sesin yankılanmasına sebep oldum. Elimin altındaki beton ya da sıva değildi, elimin altındaki demir bir duvardı.

Ya da duvara benzetilmiş bir kapı...

Avucumu demir yüzeyden kaldırmadan sağ tarafa doğru kaydırmaya başladım. Her hareketim ağır bir çekime maruz kalmışçasına yavaş ve temkinliydi. Ve korkunun tohumlarının ekildiği bir zaman dilimiydi bulunduğum konum.

Duvar boyunca yatay bir şekilde ilerleyen avucum, ürpertici soğuk dokudan gittikçe daha ılık sert bir dokuyla buluştu. Elimin altındaki şeyin derisi değişir gibi değişti her şey.

Depoda kilitli bir kapı...

Adım sesleri...

Hani bir his size şeytanın ardınızda olduğunu hatırlatır ya, işte öyle bir hisle merdivenleri inen belirsizi hissediyordum. Ama o şeytan değildi. O sadece, tüm günahların sebebini yanı başımızda duran şeytana yıkmanın beyaz noktayı aramak olduğunu söyleyen bir deliydi. Bir deli nasılda beyaz noktayı onun değil de bizim aradığımızı yüzümüze çarpmıştı öyle?

Başımı çevirdim ve merdivenlerin son basamaklarında duran Ahi'ye baktım. Benden önce zaten o bana bakarken, ben sadece ona karşılık vermiştim.

Oysaki ben hiç bir zaman ona karşılık vermeyi istememiştim ki.

🍍

Continue Reading

You'll Also Like

3M 160K 40
Heja güzelliği ve cesaretiyle Amed'e nam salmış kadın. Ağir yakışıklılığı ve bastığı yeri titreyișiyle Amed'in saygı duyulan ağası... Kadın çok sevd...
Kayıp Parça By Rabikce

General Fiction

69.1K 5.8K 13
Balım. Kalabalık bir ailenin en küçük üyesiydi. Babasının göz bebeği, abilerinin prensesi. Ancak annesinin hataları yüzünden hayatı bir anda değişti...
166K 6.8K 36
~ Kucağındaki kızı daha sıkı tuttu küçük kolları ile bahçenin bir köşesine geçti. "Şşt... tamam küçük kız ben yanındayım korkma." Dedi. Mihriban'ın k...
861K 47.8K 38
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...