OYUNBAZ 7 TUTSAK 1 ÖLÜ (+18)

By Limaei

4.5M 383K 528K

1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İ... More

▂ ▄TANITIM▄ ▂
▂ ▄TANITIM FİLMİ▄ ▂
TUTSAKLAR& OYUNBAZLAR
BÖLÜM 1 • GÜN 1
BÖLÜM 2• GÜN 1'
BÖLÜM 3 • GÜN 1''
BÖLÜM 4• GÜN 2
BÖLÜM 5• GÜN 7
BÖLÜM 6 • GÜN 7'
BÖLÜM 7• GÜN 8
BÖLÜM 8• GÜN 8'
BÖLÜM 9• GÜN 8''
BÖLÜM 10• GÜN 8'''
BÖLÜM 11• GÜN 9
▂ ▄TANITIM FİLMİ 2▄ ▂
BÖLÜM 12• GÜN 9'
BÖLÜM 13• GÜN 9''
BÖLÜM 14• GÜN 11
BÖLÜM 15• GÜN 11'
BÖLÜM 16• GÜN 11''
BÖLÜM 17• GÜN 15
BÖLÜM 18• GÜN 15'
BÖLÜM 19• GÜN 17
BÖLÜM 20• GÜN 17'
BÖLÜM 21• GÜN 18
BÖLÜM 22• GÜN 25
BÖLÜM 23• GÜN 27
BÖLÜM 24• GÜN 28
BÖLÜM 25• GÜN 29
BÖLÜM 26• GÜN 30
BÖLÜM 27• GÜN 30'
BÖLÜM 28• GÜN 30''
BÖLÜM 30• GÜN 31
BÖLÜM 31• GÜN 31'
BÖLÜM 32• GÜN 32
BÖLÜM 33• GÜN 34
BÖLÜM 34• GÜN 34'
BÖLÜM 35• GÜN 34''
BÖLÜM 36• GÜN 34'''
BÖLÜM 37• GÜN 34''''
BÖLÜM 38• GÜN 35
BÖLÜM 39• GÜN 35'
BÖLÜM 40• GÜN 35''
BÖLÜM 41• GÜN 36
BÖLÜM 42• GÜN 39
BÖLÜM 43• GÜN 39'
BÖLÜM 44• GÜN 40
BÖLÜM 45• GÜN 40'
BÖLÜM 46• GÜN 42
▂ ▄TANITIM FİLMİ 3: FİNALE DOĞRU▄ ▂
BÖLÜM 47• GÜN 43
BÖLÜM 48• GÜN 43'
BÖLÜM 49• GÜN 43''
BÖLÜM 50• GÜN 44
KALBİMİN İÇİNDEN BİR TEŞEKKÜR
INSTAGRAM CANLI YAYIN
▂ ▄2. KISIM: OYUNBOZAN TANITIM▄ ▂
▂ ▄OYUNBOZAN TANITIM FİLMİ 1▄ ▂
BÖLÜM 51• KAZANAMAYAN
BÖLÜM 52• KAYBEDEMEYEN
BÖLÜM 53• GÜN 70
BÖLÜM 54• GÜN 73
BÖLÜM 55• GÜN 82
BÖLÜM 56• GÜN 89
BÖLÜM 57• GÜN 90
BÖLÜM 58• GÜN 90'
BÖLÜM 59• GÜN 90''
BÖLÜM 60• GÜN 90'''
BÖLÜM 61• GÜN 90''''
BÖLÜM 62• GÜN 90'''''
BÖLÜM 63• GÜN 91
BÖLÜM 64• GÜN 92
BÖLÜM 65• GÜN 93
BÖLÜM 66• GÜN 93'
BÖLÜM 67• GÜN 93''
BÖLÜM 68• GÜN 93'''
BÖLÜM 69• GÜN 94
BÖLÜM 70• GÜN 95
BÖLÜM 71• GÜN 95'
BÖLÜM 72• GÜN 96
BÖLÜM 73• GÜN 96'
BÖLÜM 74• GÜN 96''
BÖLÜM 75• GÜN 97
BÖLÜM 76• GÜN 98
BÖLÜM 77• GÜN 98'
BÖLÜM 78• GÜN 98''
BÖLÜM 79• GÜN 99
BÖLÜM 80• GÜN 100
BÖLÜM 81• GÜN 102
BÖLÜM 82• GÜN 102'
BÖLÜM 83• GÜN 102''
BÖLÜM 84• GÜN 103
BÖLÜM 85• GÜN 103'

BÖLÜM 29• GÜN 30'''

46.7K 4.9K 8.2K
By Limaei

🎵 Creepy Doll Music & Remember Me- from 'COCO' 

Medyadaki şarkıyla okumanızı öneririm. Aşağıya da başka bir şarkı ve bu şarkının Türkçesini bırakıyorum. Aslında sevimli bir şarkı olsa da Ölüm'ü düşünerek dinleyince beni ürpertiyor.

[Hatırla beni

Hoşça kal demek zorunda olmama rağmen

Hatırla beni

Seni ağlatmasına izin verme

Uzaklarda olsam bile seni kalbimde tutarım

Sana her ayrı kaldığımız gece gizli bir şarkı söylerim

Hatırla beni

Uzaklara gitmek zorunda olmama rağmen

Hatırla beni

Ne zaman hüzünlü bir gitar duysan

Bilmelisin ki seninle olabilmemin tek yolu

Yeniden kollarımda olana kadar

Hatırla beni]

O zaman Ölüm'le bazı gerçekleri konuşma zamanımız başlasın. Tam şu anda, başka bir paralel evrende, birinin zihninin içinde, İstanbul'da bir ev var. O oturma odası karanlık, konuştuğu kişi karanlıktan da karanlık. Onlarla aynı saatleri yaşıyorsunuz. Siz odanızdasınız, onlar da orada. Tutsak.

Keyifli okumalar!

• • •

Afra Ahsen Çakmak / Tutsak 7

30 Mayıs 2021

Bana bakakaldılar.

Biri karşıma otursa, yüzünde bir gülümsemeyle bu gece ölebileceğini söylese ben ne yapardım? Muhtemelen aynı şeyi. 

Elimde değildi. Ölümüm kesin olmamakla birlikte bu belirsizliğe rağmen zihnimi öylesine kaplıyordu ki bu gece her şey bitecekmiş gibi hissediyordum. Duvarlara asılı silahlar nihayet bir işe yarayacak, boş yere atan kalbim nihayet duracak ve diğerleri ertesi sabah daha çok kan görecekti.

"Saçmalama," dedi Egemen sert bir sesle. Sesi titrememişti bile.

"Boş ümit verecek biri değilsin sen," dedim derin bir nefes alırken. "İşin aslı ne yapacağını bilmiyorum. Benimle gerçekten konuşacak mı? Bunu zaten her akşam odama çekildiğimde yapıyordu. Neden burada kalmamı istiyor? Kanı daha çok görmemi, ona daha çok maruz kalmamı mı istiyor? Yoksa bana kırmızı çizginin diğer tarafına geçmemi emredip ölmemi mi izleyecek?"

"Hayır," dedi Kutay kafasını sağa sola sallarken. "Bizi öldüreceğini sanmıyorum." Her zamankinden daha kıvrık gözüken, ıslaklıkla birbirine geçmiş kirpikleri devrildi ve ela gözlerini kapattı. Kıvırcık saçları bile cansız gözüküyordu. "Yeterince acı çekmedik."

Mete tıslayarak gülerken eliyle yanaklarını sıktı. Gülüşünü gizlemeye çalışıyor gibiydi. "Anlıyorum," dedi ayağıyla yerde ritim tutarken. "Anlıyorum." 

Tuhaf bir ses çıktı. Sesin kaynağı Sarp'tı. Ellerini yüzüne bastırıp biz konuşurken ses çıkarmak istemiyormuş gibi kendini sıktı. Ona bakmak bile gözlerimin dolmasına neden oluyorken onu izlemeye devam edemedim. Beni bilinçsizce suçlayışından biraz olsun suçluluk duyarak bakışlarımı kaçırdım.

Mete konuşmaya devam etmediğinde, "Neyi anlıyorsun?" diye sordu Çağrı sabırsızca.

"Bugün son gün falan değil hiçbirimiz için," dedi Mete elini yanaklarından çekip parmaklarıyla alnına masaj yapmaya başlarken. "Bugün bir başlangıç." Gözlerini yavaş yavaş bana çevrildi. Durgun yüz hatlarının güzelliği kan kokulu bu evde tezatlığını belli ederken burada her zamankinden daha yakışıksız gözüküyordu. "Bu evde hemen ölmek kolay bir kaçış yolu olurdu. O, bundan daha fazlasını istiyor."

Baygın Gökhan'ın olduğu koltuğa kaçamak bir bakış attım. "Yine de yaşamın acısını ölümünkine yeğlerim."

"Şunu uyandırmalı mıyız?" diye sordu Çağrı. Bakışlarımı fark etmişti.

"Bırak uyusun," dedi Kutay. Onunla aynı anda, "Hayır," diye cevap verdim. Kutay'la birkaç saniye bakıştık. Kendine geldiğini o zaman fark ettim. Bakışları donuk değildi, fazlasıyla duygu doluydu ve çok acılı gözüküyordu. "Uyanınca ne yapacağını kestiremiyorum," diye devam etti Kutay. "Ama odalara gitme vakti gelmeden onu uyandırsak iyi olurdu. Odasında tek başına ilk farkındalığını yaşamasını istemiyorum."

"Zaten hassas çocuk," dedi Çağrı kafasını sallayarak.

Ona kaçamak bir bakış attım. İnsan gibi davrandığını fark etmek bu durumda bile şaşırmama neden oldu.

"Bunu düşünmemiştim," dedim tekrar Kutay'a dönerken. "Zil çalmadan önce onu uyandıralım o zaman. Aşırı bir tepki verecekse... Bizim yanımızda versin." Kelimeler boğazıma dizildiğinde yavaşça yutkundum. "Peki siz... Siz iyi misiniz?"

Kutay'ın yanakları kızarırken, "Şimdi daha iyiyim," dedi yavaşça. "Kontrolümü kaybettiğim için özür dilerim. Benlik değildi. Daha soğukkanlı olabilirdim."

"İnsan olduğun için özür dileme," diye mırıldandım kendi kendime konuşur gibi.

Çağrı artık ağlamıyordu ve yüzünde ıslaklıktan eser yoktu. Egemen 'sence iyi miyim' der gibi bana bir bakış attı. Tek kolunun hâlâ karnına sarılı olduğunu gördüm. Mete sadece omuz silkti.

Sarp aniden ellerini yüzünden çekip hıçkırmaya başladı. "Çok özür dilerim-" dedi bağırarak. Keçi sakalı her kelimesiyle titredi. "Gitmeliydim. Çok özür dilerim-"

Mete'nin kaşları çatıldı. Bir elini Sarp'ın sırtına atıp arkasını sıvazlarken, "Sarp," dedi sert bir sesle. "Lan oğlum yapma böyle. Senin suçun yok diyoruz ya."

Evet, onun suçu yoktu çünkü ben...

Gözlerimi yumup koltukla geriye yaslandım. Kutay'ın Sarp'a su getireceğini söylediğini duydum. Sarp'ın ağlarken su içemeyip suyu boğazına kaçırmasını, sonra da aralıksız öksürmesini duydum. Gözlerimi açmadım. Kutay ve Mete, Sarp'ı rahatlatmak için bir şeyler söylerken Mete'nin şefkatli bir yanı da olabileceğini fark ettim. Öfkesi ve nefreti göz önünden çekilince gerçek yüzü aydınlanıyordu.

Dudaklarımı kendi kendime oynatarak, "Ben özür dilerim," dedim sesimi çıkarmadan. İt kelimesini köpek olan it sanmıştım. Ölüm emri vermişti fakat sonuçta o kadının itilmesine neden olan bendim. Yine de suç bende değildi. Suç gerçekten bende değildi. Özür diliyordum çünkü Ölüm'le konuşma şeklim onu bu noktaya getirmiş olabilirdi.

Saatler geçti. Ağzımıza tek lokma sokamadık. Uyuyup uyumadığımdan emin olamadım fakat bir şekilde gözlerim kapalı dururken zamanın gereğinden fazla hızlı geçtiğini fark etmiştim. Sanki bu evde zaman alay edercesine, beni bir an önce burada tek başıma bırakmak istiyor gibi hızlı akıyordu. 

Uyuduysam da kabus ya da rüya görmedim.

Gökhan uyandığında gözlerimi açtım. Uyandığını diğerlerinin aniden sessizleşmesinden anlamıştım. Hâlâ saatlerdir olduğu gibi Sarp'ı teselli ediyorlardı ve aniden susmuşlardı. Bakışlarımı zar zor doğrulan Gökhan'a çevirdim. Bembeyaz teni, simsiyah saçları ve bir boşluğu andıran siyaha çalan gözleri bir süre sehpada durdu. Ardından bakışlarını kaldırdı. Hepimize tek tek bakarken Sarp'a daha da uzun baktı. Sonra da dış kapıya çevirdi gözlerini.

Sadece birkaç saniye bakabildi oraya doğru. Hemen kafasını diğer tarafa çevirirken, "Kaç saat geçti?" diye sordu pürüzlü bir sesle. Bakışlarını saate kaldıramayacak kadar yorgun gibiydi.

Kimse cevap vermedi.

"Kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordu Kutay her zamanki nazik sesiyle. Sesi insana güvende hissettiriyordu. Her şey yoluna girecekmiş gibi. 

Gökhan kafasını sağa sola salladı.

Tek kelime etmeden koltuktan kalkarken, "Bir şeyler yemem lazım," diye mırıldandı. Birimize bile bakmadan, bundan başka tek kelime etmeden arkasını dönüp mutfağa doğru ilerlemeye başladı. Elimde değildi, bakışlarım sırtında donakaldı. O kan gölünü görmüştü. Ne ağlamış, ne bağırmıştı. Bayılmış, sonra kanı görmesine rağmen bu bir rüyaymış gibi davranarak, her şey normalmiş gibi yemek yemeye gitmeye mi karar vermişti?

Kollarımdaki soluk tüylerin diken diken olduğunu hissedebiliyordum. Omurgamdan aşağıya bir ürperti yayıldı.

"Bence delirdi," dedi Çağrı tuhaf bir sesle. Ona döndüğümde mutfağa açılan boşluğa baktığını fark ettim.

"Ya da soğukkanlı," dedi Egemen pofurdayarak nefes verirken. "Soğukkanlıysa ya bu doğuştan gelen bir şey ya da zamanında daha da kötüsünü gördü." Gözlerini bana çevirdiğini hissettiğim an başka bir yere baktım. 

Daha kötüsünü falan görmemiştim ben.

Bir saat hızlı geçti. Yelkovan, akrebi kovaladı. Bir süre sonra onu kovalamak, ona ulaşmaktan daha önemli bir hale gelmiş gibi ona yetişse dahi yoluna devam etti. Saatin üçünde üç çubuk döndü de döndü. Saat ses çıkarmasa da zihnimin içinde onlara ses veren bir güç vardı: Tik tak, tik tak.

Dilime bir tekerleme takıldı. Hangi şarkıdan, hangi kitaptan olduğunu hatırlamadığım, hangi yaşımda öğrendiğimi unutalı çok olan bir tekerleme. Ey insanlık, dinle ve anla!... On ikiye beş kaldı... Aç gözünü, tetikte ol... Hırsız çaldı zamanı. 

Ve sonra ses yükseldi. Bizi özel kafeslerimize çağıran, ıstırap dolu gecenin başladığını belirten o ses. Güneş camlardan içeriye vurmayı bırakalı çok olmuştu ve kimse ışığı açmamıştı. Hepimizin yüzü gölgeliydi. Diğer altı tutsak da tuhaf bir çizimden fırlamış gibi duruyordu. 

Kalp atışlarım zille birlikte sarsılırken tükenmiş bir şekilde diğerlerinin ayaklanışına baktım. Gökhan sorarcasına bana baktığında ona bir şey demedim.

"Hadi," dedi Kutay, Gökhan'ın omzunu kavrarken. "Ölüm onun kalmasını istiyor. Biz gideceğiz." Gökhan ayağa kalktığında Kutay'ın elini itti. Bana kısa bir bakış attıktan sonra yürüyüp sıraya girdi. Kutay'ın bana tereddütle baktığını hissettim fakat ona dönmedim. Gözlerimin dolmasına, bedenimin titremesine izin vermedim. "Sorun yok," dedim sadece.

Koltuğumun yanından geçerken nefeslerinin düzensizleştiğini duyabildim.

Çağrı bana son bir endişeli bakış attı. Mete, "Kendini ezdirme," dedi. Sarp hâlâ ağlıyordu ve teselli verebilecek hali yoktu. Benim de teselliye ihtiyacım yoktu zaten.

Yine de Egemen yanımdan geçerken, "Hayatta kal," dedi yavaşça.

Hepsi koridorda kaybolurken ben onların sırtlarının tek tek gidişini izledim. Ve bir an sonra zil sesi susmuştu. Yalnızdım. Ben, karanlık, yerdeki kan birikintisi vardı. Bir de kameraların ardındaki gözler. Ve belki bir de... Sabah burada Azrail'e kavuşmuş o psikopatın ruhu. Kim bilebilirdi ki? Belki kameralardan izlendiğimi düşünüp ürperirken aslında onun evin içinde dolaşan ruhu tarafından izleniyordum.

Kıpırtısız bir şekilde durmaya devam ettim. Tek yaptığım telefonu cebimden çıkarıp koltuğa, bacağımın hemen yanına koymak oldu. Bunu yaptıktan sonra kalbim hızla atarken gözlerimi tekrar yumdum ve bekledim. Bekledim. 

Bekledim.

Bekledim...

Bana öfkeyle saldıracak bir ruhu bekledim. Silahların gıcırdayarak üzerime çevrilmesini, namlunun ucundan kurşunların peş peşe üstüme yağmasını bekledim. Karanlığın içinde parlayacak ekranın kapalı gözlerime ışık tutmasını, bana lanetli bir mesaj atmasını bekledim. Sonuçta yapabilecek başka neyim vardı ki? Bekliyordum. Bir şey beklediğimi sanarak bekliyordum.

Sonra dış kapının çıkardığı o belli belirsiz sesi duydum. O sese eşlik eden mesaj bildirimi kulaklarımı doldurdu.

Gözlerimi aralayıp bakışlarımı yavaşça koltuğa, telefonun ekranına devirdim.

Ölüm: Kıpırdamana gerek yok.

Adım sesleri içeriye düştü. Bedenim beklentiyle gerilirken bakışlarım donakaldı. Gözlerimi çeviremedim. Ayak seslerinin sahibine bakamadım. Tek yapabildiğim birinin evin içine girdiğine odaklanmaktı. Biri bana yaklaşıyordu. Yürüyordu, yürüyordu!

Ölüm: Gelen ben değilim. Beni hatırlayana kadar karşına çıkamam ben. Hayallerini yıktıysam özür dilerim.

Titrek bir nefes verdim. Bunun beni rahatlamasına imkan yoktu. Gelen kişi neden gelmişti? Beni bir başkasının elinden öldürtmeyi mi planlıyordu? Yoksa bana tecavüz mü ettirecekti? Ne yapmaya çalışıyordu bu?

Ölüm: Yorgun olduğunu biliyorum. Ben de yorgunum.

"Psikopat," diye mırıldandım.

Ölüm: Gecenin geri kalanına televizyondan devam etmemiz daha iyi olacak. Bu yüzden lütfen piyonum gerekli birkaç şeyi yaparken sakince bekle ve onunla konuşmaya çalışma.

Ölüm: Korkunç bir kıskançlığım olduğunu söylerler.

"Psikopat," diye mırıldandım tekrar. Ardından zar zor da olsa gözlerimi telefondan ayırdım ve bana tek bir bakış atmadan koltukların arasından geçen bedene baktım. Bir kadının vücut hatlarını fark ettiğimde dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Tam bir şeyler söylemek için kendimi toparlıyordum ki telefonun açık ekranının ışığı gözümü aldı.

Konuşsam beni öldürür müydü?

Konuşsam onu öldürür müydü?

İsmimi söylesem, birilerine burada olduğumu söylemesi için bu kadına yalvarsam ne olurdu?

Hiçbir şey, hiçbir şey, hiçbir şey...

Belki beni bulurlardı.

Ama ya onu öldürürse?

Onu öldürmesi neden umurumda olsundu ki? Ben şansımı denemiş olurdum. Onunla konuştum diye onu öldürürse Ölüm suçlu olurdu. Ben suçlu olmazdım.

Sadece ağzımı açıp birkaç kelime edecektim.

Yapamadım.

Kadın sessizce, bir dakika boyunca televizyonun arkasında durdu ve bir şeyler yaptı. Sokup çıkardığı birkaç şeyin sesini duydum fakat neler yaptığını bilmiyordum.

Sonra aynı adımlarla geldiği yoldan geçti. O zaman bedenindeki titremeyi fark ettim. Az ışık altında zar zor gözüküyordu fakat kesinlikle titriyordu. Ellerini titremesini durdurmak için yumruk yapmış gibiydi hatta. 

Susmak istiyordum fakat içimde konuşmak için yanıp tutuşan çaresiz bir canavar vardı. Böylece ikisinin arası oldu: Ne konuşabildim, ne susabildim. Boğazımdan tuhaf, hayvani bir ses çıktı. İnleme gibi. Yaralı bir hayvanın inlemesi gibi. Bu onu ürkütmüş gibi adımlarını hızlandırdı ve tek kelime etmeden dış kapıdan çıktı. Adımlarının kan gölüne değdiğini fark edince ürperdim.

Dış kapı tıslayarak kapanırken gözlerimi göreceklerimden korkarak zemine çevirdim. Maalesef görüyordum. Kanlı ayak izleri. Oradaydı. Ayakkabının deseniyle çıkmış kanlı ayak izleri. Kurumuş kanın geride bıraktığı lekeler. Kan, kan, kan... Kanla dolu, koltukların arasından televizyonun arkasına giden adımlar. Beyza evin içinde ölmek üzereyken gezinmiş, sonra da yok olmuş gibiydi.

Nefeslerim hızlanırken burnuma kan kokusu geldi. Oysa kurumuş kanın bu kadar yoğun kan kokamayacağını biliyordum.

Telefonun ekranı karanlıkta tekrar parladı.

Ölüm: Üçlü koltuğa geç. Bundan sonrası için daha fazla telefona bakman gerekmeyecek. 

Okuduklarımı idrak edebilmek için duraksadım. Daha sonra telefonu elime aldım ve ayaklarımı zemine bastırdım. Bedenimde yürüyebilecek gücün olup olmadığını kestirmeye çalıştım. Ardından tek bir şey demeden koltuktan doğruldum ve yürümekten çok kendimi üçlü koltuğa fırlatarak koltuk değiştim. Zar zor soğuk koltukta doğrulup dikleştim ve telefona baktım.

Ölüm: Televizyona bak. Telefonu bırak.

Yüzüme bir ışık vurduğunda gözlerim kısıldı. Kafamı kaldırdığımda açılmış televizyonla karşılaştım. Telefonu tutan parmaklarım gevşerken telefonu koltukta kendimden uzağa fırlattım ve şaşkınlıkla televizyona doğru eğildim. Kısılmış gözlerim irileşirken karnım kasıldı.

Arkası dönük,  ucu sivrilerek yukarıya çıkan bir koltuk vardı karşımda. Koltuğun önünde düzinelerce farklı boyutlarda ekranlar vardı ve hepsi simsiyah gözüküyordu. Üstelik daha da dikkatli bakınca bunun bir fotoğraf olmadığını fark ettim çünkü koltuk sağa sola doğru hafifçe kıpırdıyordu.

Bir an sonra koltuktan bir kol yükseldi. Koltuk hafifçe yana döndü fakat koltukta oturan kişiyi göremedim. Bir el yükseldi. Parmaklar deri, siyah eldivenle kaplanmıştı ve parmakları uzun gözüküyordu. Beni selamlar gibi parmaklarını tek tek kapattı. Ardından koltuğu döndürdü ve bir an sonra tek görebildiğim yine koltuğun sırtıydı.

"Sen..." dedim bilinçsizce.

Televizyonun üstünde kırmızı harflerle 'ÖLÜM' yazısı belirdi. Ardından ekranın ortasında yazı çıktı.

Ölüm: Somut bir selam vermenin hoş olacağını düşündüm.

Ölüm: Güzel miydi?

Onun bir canavar olmadığını, insan eline sahip olduğunu görmek midemi daha da bulandırırken gözlerimi sımsıkı kapattım. İnsandı. Elleri olan bir insandı. Bir delinin zihnine, bir insanın bedenine sahip olan bir insandı. İnsandı. Bana el sallayan bir insandı. Doğru ya... Dünyadaki en büyük şeytan, en ahlaksız varlıklar, en korkunç yaratıklar... Hepsi insandı!

Ben de insandım.

Gözlerimi açtım. İçimde soğumuş duygularla ekrana bakmaya devam ettim. Soru işaretinin yanında dik bir çizgi belirip kayboluyor, her an yazmaya devam edebileceğini gösteriyordu.

"Kadını öldürdün," dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. "Sarp onun gitmesini seçti. Burada kalmayı seçti fakat onu öldürdün. Gözümüzün önünde onu öldürdün."

Koltuk sallanırken sessizce gülüyor olabileceğini düşündüm.

Ölüm: Onu sen de öldürdün.

Ölüm: Ben yüzüne vuruyor muyum?

"Dalga geçmeyi kes!" diye bağırdım aniden öne eğilerek. "Benimle kafa mı buluyorsun? Ne yapmaya çalışıyorsun? Tamam, birinin öldüğünü gördük. Senin gibi kafayı yememizi mi istiyorsun?" Ellerim iki yanımda yumruk oldu. "O günü nereden biliyorsun?"

Koltuk tekrar hareketsiz kesildi. Yazılar ekrandan silindi. Yenilerinin gelmesi o kadar uzun sürdü ki öfkem içimde sönmek üzereydi. Aptallığıma yakınmaya başlayacaktım.

Ölüm: En çok bu halini severdim.

Ölüm: Kontrolünü kaybettiğin, kimseyi umursamadığın hallerini. Tüm dünyaya meydan okuyabilecek gibi dururdun. Ve ben istesen bunu yapabileceğini bilirdim. Cesaretin bana bulaşırdı fakat sen bir an sonra... Sonra pes ederdin.

"Kimsin sen?" dedim dehşet içinde yazılanları okurken. "Aslınur musun? Deha mısın?" O günü daha detaylı hatırlamaya çalıştım. "O kıza falan mı aşıktın? Kardeşin miydi? Sevgilin miydi? Neden bana bunu yapıyorsun?" Sesim çatallandı. "Beni nereden tanıyorsun?" diye fısıldadım.

Ölüm: Tüm o önemsiz, aşağılık, senin hayatını daha da karanlık hâle getiren yaratıkları hatırlıyorsun.

Ölüm: Onları bile hatırlıyorsun.

Ölüm: BUGÜN ONLARI BİLE HATIRLADIN!

Bir gümbürdeme koptu. İlk önce neler olduğuna anlam veremedim. Ardından korku içinde sesin televizyondan geldiğini fark ettim. Masaya mı vurmuştu?

Ölüm: Neden beni hatırlamıyorsun?

"Kim olduğunu söyle," dedim sertçe yutkunarak. "Kim olduğunu söyle ve hatırlamış olayım."

Tüm yazılar kayboldu.

Ölüm: Fazla kolay olurdu.

Ölüm: Hayır, hayır. Öylesi fazla kolay olurdu.

Koltukta geriye doğru yaslanıp bir elimi göğsümün üzerine koydum. Dişlerimi birbirine bastırırken, "Bak," dedim sabırla. "Hafıza kaybı falan geçirmedim ben. Sadece ilaçlar bana bazı kötü anıları görmezden gelmeyi öğretti. Eğer benim için önemli biri olsaydın seni hatırlardım. Eğer hayatımın karanlık bir kısmında, boktan bir anısının içinde olmasaydın seni hatırlardım. Ama hatırlamıyorum!" Son cümlem bir çığlık şeklinde dudaklarımdan döküldü. "Bunun için önümde birini gebertmen mi gerekiyordu şerefsiz herif!"

Kıpırtısız televizyon ekranı, nefes nefese kalmış bir ben.

Sonra sesler yükseldi. Ekrana bakakalmış bir şekilde seslere anlam yüklemeye çalıştım. Ekrandaki koltuk sarsıldı. Sonra bir bağırış yayıldı. O zaman fark ettim ki... Ağlıyordu. Hıçkıra hıçkıra, bağırarak ağlıyordu. Sesi insan sesi gibi değildi. Hayır, sesinde oynama vardı. Sanki ağlayışından onu tanımamdan korkuyordu. Sanki gerçek sesini duymayı hak etmiyordum.

"Önemsiz biri miydim?" dedi titreyen sesiyle. Sesinde mekanik bir tını, tuhaf bir yankı vardı. "Hayatının boktan bir anısı içinde miydim?"

Kalp atışlarım hızlanırken ne yapacağımı bilemedim. İstemsiz bir suçluluk duygusu çökmüştü üzerime. Gözlerim dolarken, "Ben..." dedim güçlükle. "Hatırlamıyorum." Kafamı duvara vurma isteği içimde şiddetli bir şekilde baş gösterdi. "Özür dilerim, hatırlayamıyorum."

Gürültülü, üstünde oynanmış nefeslerini duydum. Gittikçe sakinleşti. Azaldı. Hıçkırıkları duydu. Televizyondan gelen hiçbir ses kalmadı.

Ölüm: Bana tüm bunların tersini söylemiştin. En önemli parçasıymışım hayatının, en ışıklı günüymüşüm.

Kıkırdadığını duydum. Değiştirilmiş sesle bu kıkırtı çok kötücül çıkıyordu.

Ölüm: Ama seni suçlamıyorum. Seni yanlış tanıdığımı sonrasında öğrendim. Ruhsuz bir kaltak olman senin suçun değil. Ruhunu kaybetmişsin sonuçta, değil mi?

Kaltak senin anandır, diye düşündüm öfkeyle. Orospu çocuğu. 

Küfürler kafamın içinde uçuşup dururken tırnaklarımı dizlerime bastırdım ve sakin kalmaya çalışarak ekrana sessizce baktım. Delirmişti. Durduk yere beni takıntı haline getirmişti ve işte buradaydım. Elbette hiçbir şeyin açıklaması yoktu. 

Ölüm: Öldüğü için üzülmedin.

Dişlerimi birbirine bastırdım. Sırf bana 'ruhsuz kaltak' dediği için onu reddetmek istedim fakat bir şekilde bana öyle demenin onun bile canını sıktığını düşünmeden edemedim. Bu yüzden gerçekleri söylemeye karar verdim. "Evet," dedim yavaşça. "Ölmeyi hak ediyordu. En azından hikayesini bildiğim kadarıyla. Ölmesine değil, gözümün önünde ölmesine üzüldüm. Bizde bırakacağı etkiye üzüldüm. Gerçek bir katilin elinde olmamıza üzüldüm."

Ölüm: Siz de ölmeyi hak ediyorsunuz.

"Buna sen karar veriyorsan eminim ki yanlış karardır," dedim kendimden emin bir şekilde. "Sorunların olduğunu farkına varmanı beklemiyorum. Gerçek hastalar hasta olduğunu kabullenemez."

Ölüm: Biliyorum. O aşamayı sende görmüştüm.

Ölüm: Sen de katil olduğunu kabullenemiyorsun.

Ölüm: Tabii muhtemelen bunun nedeni hiçbir sik hatırlamamandandır.

"Küfürden nefret eden biri için böyle konuşman komik," dedim istemsizce sırıtırken.

Ölüm: Bunu sen söylememiş miydim?

Ölüm: Kimse yokken, kendi başına küfür etmek seni ne kadar da rahatlatırdı. Ama asla toplum içinde, bir başkasının yanında küfür etmezdin. Hatta küfür edenleri duyunca delirirdin.

"Böyle bir şey asla yaşanmadı," dedim sırıtışım silinirken. "Delisin sen. Kendi kendime küfür ettiğim bile yok benim. Seninle asla dediğin gibi yakın olmadık. En fazla beni sokakta, bir yerde görmüşsündür. Hakkımda atıp tutmayı kes." Kendi başıma küfür etmiyorum, değil mi? diye düşündüm uyuşuk zihnimle. Hayır, küfrü umursamazdım ben. Etmezdim de. Düşünmezdim de. 

Ölüm: Cesur haline bayılıyor olmasam kafana sıkmıştım.

"Deli olduğunu kanıtlıyor bu." Ona saldırma ihtiyacı duyuyordum. Sanki kelimelerimle onu alaşağı edebilirmişim gibi.

Ölüm: Bir deliye, deli olduğunu sürekli söylemek iyi bir fikir mi o zaman?

Ölüm: Yapabileceklerimi bana niye hatırlatıyorsun?

Ölüm: Neden seninle sadece gizemli, yabancı biri gibi konuşamıyorum? Şimdi bile olmaz mı bu? En azından bir süreliğine oynayamaz mıyız bu oyunu?

"Beni," dedim titreyen sesimle. "Tutsak aldın!"

Ölüm: Sen çok daha öncesinde beni tutsak almıştın.

Kelimeler yazıldığına pişman olmuş gibi hızla ekrandan kaybolurken boşalan ekrana bakakaldım. Oysa ne yazdığını görmüştüm. Midemi bulantım daha da artarken yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tuttum. Hasta, sapık herifin tekiydi. Allah bilir nereden takmıştı beni kafasına.

Ölüm: Yüzünü net bir şekilde göremiyor olmam iyi. Tiksindiğini sadece biliyorum, görmüyorum. Zihnimin içindesin ve somut bir kanıtım yok.

Ölüm: O zaman senin bildiğin Ölüm olmamda bir sakınca yok.

Ölüm: Beni hatırlamıyorsun.

Ölüm: Ama seni kaçıran 'deli'yi tanıyorsun en azından. Birimizi tanıman güzel.

Şizofren olabilir, diye düşündüm kendi kendime. Bunun kaç kişiliği var şimdi? Bir mi? İki mi? Üç mü? Yoksa korkutucu derecede aklı başında mı? Yoksa bir örgüt falan mıydılar? Bizi buraya tıkan kişiyle konuştuğum kişi farklı mıydı? 

Ölüm: Bugün sana neden 'it' dediğimi anlamışsındır.

Ölüm: Hatırladın, değil mi? Hatırladığını biliyorum. Aynı kelimeleri tekrar etmenin, aynı hisleri yaşatmanın hatırlamana yardımcı olacağını biliyorum.

Koltukta geriye yaslandım ve ellerimi dizlerimden çektim. "Ortaokul hayatımı nereden biliyorsun?" diye sordum soğuk bir sesle.

Ölüm: Hatırlamışsın.

Ölüm: Ah, bunu senden duymak çok zevkli.

Ölüm: Tabii ki o günü kendi ağzınla bana anlattın.

"Böyle bir şey yaşanmadı," dedim yavaşça, tane tane. Bir çocukla konuşur gibi. "O gün hakkında sadece psikoloğumla konuştum." Söylediklerim beni duraksattı. "Yoksa..."

Ölüm: Erkek olduğumu söylemiştim. Psikoloğun değilim. Ya da onun bilmem kaçıncı dereceden akrabası.

Ölüm: Tahmin etmeye çalıştıkça seni canı gönülden öldürmek istiyorum. Tahmin etmeyi keser misin? Hatırlamayacağını ikimiz de biliyoruz.

"Tamam," dedim sessizce. "Tahmin yok." Çünkü zaten hayatımda olan biri değildin, orospu çocuğu.

Ölüm: O zaman tekrar o gün hakkında konuşalım. Eskileri yad etmek güzel.

Ölüm: Aslınur Ereli, voleybolda çok iyi bir geleceği olduğu düşünülen, inanılmaz güzel olan o kızın belden yukarısı felç kalmış. Zavallı şey, kollarını bile kıpırdatamayacak hale gelmiş. Koca bir aptalmış. Voleybol dışında her şeyde kötüymüş. Üstelik ağır psikolojik sorunları da varmış bu gerçekleşmeden önce. Elindeki tek şey bir topmuş ve o da elinden alınmış. 

Koltuğun kenarından eli çıktı. İşaret parmağı hariç tüm parmaklarını kıvırdıktan sonra parmağını bana çevirdi. Ekranda başka yazı çıkmadı. 

Sonra birden koltuğun ve ekranların görüntüsü kayboldu. Ekranda gördüğüm şeyi idrak etmeye çalışırken gözlerimi kırpıştırdım. Ortada duran upuzun merdivenleri, tepede duran iki kızı ve aşağıda bekleyen oğlanı gördüm. Deha. Deha'nın sırtı kameraya dönüktü ve boğuşmakta olan Aslınur'la bana bakıyordu.

O günün kamera kayıtlarıydı bu.

Ölüm'ün değiştirilmiş sesi yükseldi ekrandan: "Bunu bulmam zor oldu," diyordu tuhaf yankılı sesiyle. "Birlikte izleyelim mi?"

Tepki vermedim. Sadece ekrana bakmaya devam ettim. 

Kamera kaydı oynamaya başladı. Tam olarak hatırladığım gibiydi. Aslınur beni merdivenlerden itti. Birkaç kez zıplayıp tekrar merdivenlere çarparak, döne döne yuvarlandım. Deha'nın yanından yuvarlanarak geçtim ve en sonunda durdum. Gözlüğüm Deha'nın ayaklarının ucuna düşmüştü. Ben doğrulurken gözlüğümü gözlerime yerleştirdi. O sırada merdivenin başında, yüzündeki ifadeye anlam veremediğim Aslınur vardı.

Ölüm araştırmasını iyi yapmıştı. Sonradan öğrendiğime göre Aslınur ağır ve ileri bir depresyon geçiriyordu. Ailesi bunu fark etmekte geç kalmıştı.

Ölüm'le sessizce kaydı izlerken bir an yanımdaki koltukta oturmuş bir hayalet olduğu izlenimine kapıldım. Sanki televizyonun ardında değil, yanımdaydı. Nefesi ensemdeydi.

Ayağa zar zor kalktığımı gördüm. Deha'ya bağırdım. Deha gücenmiş bir şekilde gitti. Merdivenin en tepesindeki aptal kalabalığa baktım. Sonra adım adım bana yaklaşan Aslınur'a. Beni duvara dayadı. Dudaklarımın kıpırdadı bu koca ekranda bile belli olmuyordu fakat onu tahrik ediyordum.

Bir an sonra duvara dayalı kişi Aslınur'du. Saçlarını kavrayıp kafasını duvara çarparken sırtım kameraya dönüktü.

Sırtımı dönüp merdivenlere doğru yürümeye başladım.

Gözlerimi yumdum.

Devamını biliyordum.

Aslınur'un çığlık atarak üzerime koştuğunu fark ediyorum. Tek yaptığım son saniyelerde hızla geriye doğru birkaç adım atmak oluyor. Bir an sonra onun kavradığı şey boşluk oluyor.

"Güle güle," diye mırıldanıyorum. O düşerken ellerimi iki yana kaldırıp havada tutuyorum. Yüzümde dehşete düşmüş bir ifadenin olduğunu biliyorum.

Upuzun merdivenlerden aşağıya kendini fırlatırken soğuk gözlerle düşüşünü izliyorum. Birkaç gürültülü çatırtı bedeninden geliyor. Yere çakıldığında boynu tuhaf bir açıyla duruyor ve bacakları saçma bir şekilde açılmış. Eteği kalçasına kadar sıyrılmış. Arkadaki sesler kesiliyor. Tezahüratlar susuyor. İlk önce yanıma geliyorlar. Ardından hızla merdivenden aşağıya iniyorlar. Merdivenin en tepesinde donakalmış bir şekilde onlara bakıyorum. Kendi kanım yere damlıyor.

Altta, yerde onun kanıyla bir gölet oluşuyor.

Yine bir gürültü çıkıyor fakat bu sefer bunun nedeni korku. Çığlıklar, yardım bağırışları... Üzerime suçlarcasına dönen korku dolu gözler.

Sadece bakıyorum.

Zihnimde çoktan savunmamı hazırlamaya başlıyorum: Onun yerinde ben olacaktım. Tek yaptığım kendimi korumaktı. Bana saldırdı. Bırakması için yalvardım. Dudaklarımı görmüyor musunuz?

Ben kimseyi itmedim.

Beni itmek isterken kendini orada buldu.

Gözlerimi açtım ve ekrana baktım. Sırtım kameraya dönük bir şekilde merdivenin başında dikiliyordum. Omzuma çarparak yanımdan geçen bir kız bir basamak aşağıya sendelememe neden oluyordu. Altta kameranın tam göstermediği kan göledi büyüyor, doluyor ve taşıyordu. Bağırışları daha dünmüş gibi duyabiliyordum.

"Ne yaptın sen?"

"Hoca çağırın! Öğretmen çağırın lan!"

Ağlaşmalar, korku dolu çığlıklar...

Kayıt sona erdi. 

Ekran karardı.

Sonra tekrar renklendi. Simsiyah ekranlar ve arkası dönük o koltukla. Üstte tekrar 'ÖLÜM' yazısı belirdi. Bir süre sonra yeni yazılar çıktı ekranda.

Ölüm: Bana ne demiştin o günle ilgili, biliyor musun?

Ölüm: Kameranın sırtını görmesinin komik bir şaka olduğunu. Eğer kamera yüzünü görseydi, yüzündeki gülümsemeyi de görecekti. Bana gülümsediğini söylemiştin. Gülümsemekten korktuğunu, bundan nefret ettiğini fakat kız neredeyse ölürken ağlayarak gülümsediğini söylemiştin. Daha sonra öğrenciler bunu söylediğinde ise söylenenleri reddettiğini, en sonunda bir kurban olarak sana inandıklarını söylemiştin.

"Yok öyle bir şey," dedim hızla. "Gülümsemiyordum."

Ben kimseyi itmedim.

Beni itmek isterken kendini orada buldu.

Yanaklarımdan aşağıya yaşlar dökülürken dudaklarım yukarıya doğru kıvrılıyor. O zaman basamakların altındakilerin yüzlerini görüyorum. Kestiremiyorum: Benden mi daha çok korkuyorlar yoksa ölmek üzere olan bir kızdan mı?

Ölüm: Yalan söylediğini ikimiz de biliyoruz.

Gözlerimi yumdum ve derin bir nefes aldım. Ardından gerinip koltukta rahat bir şekilde uzandım ve bacak bacak üstüne atıp ellerimi gelişigüzel bir şekilde kucağıma bıraktım. "Diyelim gülümsedim," dedim yavaşça. "Ne olacak?"

Ölüm: Gülümsediğini hatırlamıyor musun?

"Diyelim gülümsedim," dedim tekrar. "Ne olacak?" Sesim çalgılı alet gibi titredi. Sanki sesiyle oynana o değil, bendim.

Ölüm: Hiçbir şey, kelebeğim. Hiçbir şey olmayacak.

Ölüm: Çünkü haklıydın. Hak etmişti.

Ölüm: Ve sana haklı olduğunu hatırlatmak için ölü olmasaydı onu karşına götürür, senin için parçalardım.

Ölüm: Çünkü onun sana yaptıkları, ona olanlardan daha da kötüydü.

Gözlerim dolarken dudağımı ısırıp gözlerimi yumdum. "Kes şunu." Hatırlamama gerek olmayan, üstünde düşünülmemesi gereken başka anılar vardı. Düşündükçe canımı yakan, nefes almamı engelleyen anılar. İlaçlarla, defalarca psikoloğa anlatarak zar zor alıştığım anılar. Daha fazla konuşmaya gerek yoktu. Aslınur gitmişti.

Ölüydü o.

Çünkü birden hayatta koca bir 'hiç'e dönüşmüştü. Çünkü bunu hak etmişti. Felçli kaldıktan sonra lisede intihar etmişti.

Hiç üzülmemiştim. Hem de hiç. Hiç ağlamamıştım. Gerçekten umurumda bile olmamıştı. Ben bir şey yapmamıştım ki. Ben bir şey yapmamıştım. Kendini merdivenlerden atmıştı. Delirdiği için bana takmıştı. Onun için kendimi paralamama, tedavi almama gerek yoktu. İnsanların benden korkmasına gerek yoktu. Ben hiçbir şey yapmamıştım sonuçta. Gerçekten suçsuzdum. Suçlu olsam özgür olabilir miydim? 

"Gözlerini aç," dedi televizyondan yükselen ses. "Sana kelimelerimle ulaşmak istiyorum."

Gözlerimi açtığımda kirpiklerimde ıslaklık bile yoktu. 

Gülümsedim.

"Hak etti," dedim umursamazca. "Ettiğini buldu ve kılımı bile kıpırdatmadım. Fakat bugün birini öldürmek için bana emir verdirmeni ben hak etmedim, Ölüm. Seni hatırlamamı istiyorsan kirli oynamayı bırak. Hayatımın hiçbir anında bu kadar kötü bir insan tanıdığımı hatırlamıyorum. Seni yaptığın kötülüklerle mi hatırlayacağım?"

Ölüm: Pis bir oyundu. Kabul ediyorum.

Ölüm: Kabul ediyorum, oyunlarım kirli. Ben kirliyim. Sana acı çektiriyorum ve buna devam edeceğim.

Ölüm: Hatırlaman için sana bir kabusu yaşattım.

Ölüm: O kabusu beni hatırlamadığın her gün yaşıyorum.

"Lütfen yapma. Hatırlamak istemiyorum."

Ölüm: Hatırlamanı istiyorum.

Dudaklarım titredi. "Bana aşık mıydın?" 

Ölüm: Hayır.

"Bana aşık mısın?"

Ölüm: Hayır.

"O zaman neden bunu yapıyorsun? Seni hatırladığımda tanıdığım bu sene karşı olan hiçbir korkunç düşüncem değişmeyecek." Kafamı sağa sola salladım. "Sana anlam veremiyorum."

Ölüm: Bazı duygular aşktan daha kuvvetli. Anlamasan da olur.

Ölüm: Bu gece için teşekkür ederim. Ben gidiyorum. Bugünü kutlamam gerekiyor.

Ölüm: Ah, unutmadan. Sana vermem gereken bir görev var.

Ölüm: Birazdan kölelerimden biri sana temizlik için birkaç şey götürecek. Kanı yerden siler misin? Kameralardan görünce sinirlerim bozuluyor.

Bacak bacak üstüne attığım bacaklarımı indirdim. "Kölene yaptır."

Ölüm: Sanırım şimdilik sen de benim kölem sayılırsın.

Ölüm: İkinci kere demeyeceğim. Sabaha kadar tüm izleri temizle ve koltukların birinde yatıp uyu.

"Ne yani, beni izlemeyecek misin?" diye sordum sert bir sesle. "Ben de her zaman kameraların ardında olduğunu düşünmeye başlamıştım."

Ölüm: Her zaman kameraların ardındaydım fakat her zaman silahları kontrol eden bir odada değilim. Arada fark var. Birinde seni öldürebilirim, diğerinde ise sana elimi süremem. Kutlama yaparken silahlardan uzaklaşmayı yeğlerim.

Koltuğun kenarından tekrar eli çıktı. Parmaklarını teker teker kapatıp açarak veda edercesine el salladı.

Ölüm: Görüşmek üzere, kelebeğim.

Ekran karanlığa gömüldü. Bir süre tek duyabildiğim kendi nefes alış verişlerimdi. Rahat bir tavırla koltuğa kurulmuş bedenime bir yabancının bedeniymiş gibi baktım. İrkilerek doğruldum. Telefonu cebime koydum ve karanlıkta bir şeyler saklanıyormuş gibi titreye titreye ışıkları buldum. Büyük salona yetersiz kalan ışıklar açıldığında sırtımı duvara yaslayıp derin bir nefes verdim.

Beni tanıyor olamazdı.

Gülümsediğimi, gülümsemekle suçlandığımı kayıtlardan okumuş olmalıydı. Sonuçta her şeyin kaydı tutuluyordu. Öyle olmalıydı.

"Allah'ım," diye mırıldandım gözlerimi kaparken. "Kafayı yiyeceğim." Bacak bacak üstüne atıp onunla cesurca konuşmuş muydum? Ne yapmaya çalışıyordum? Ona kafa tutma isteğim bu denli kuvvetli miydi? Neden o kadar aptalca davranmıştım? Neden iki kere düşünmemiştim?

Dış kapı tısladığında hızla gözlerimi açıp bakışlarımı kapıya çevirdim. Maskeli kadın bedeni uzandı ve yere, kanla dolu kırmızı bölgenin içine paspas kutusu ve süpürgesi bıraktı. Ardından bir poşeti kırmızı bölgenin dışına koydu. Geri çekilip doğrulduğunda kafasını hafifçe çevirdi.

Çok hafif bir hareketti fakat nedense bana baktığını hissetmiştim.

Kırmızı bölgede duran paspası almadan kapının kapanmayacağını biliyordum. Toparlanmak için kendime zaman tanıdım. Kadın kıpırtısız, bir şey demeden bekledi. Ölüm mesaj atmadı, belki gerçekten de kutlama yapıyordu ve beklediğim için bana kızmayacaktı.

Sırtımı duvardan ayırıp dış kapıya doğru yürümeye başladım. Ardından kadının maskesine dikkatle bakarak paspası aldım. Kapı kapanırken ışığın altında daha net duran kanlı adım izlerine baktım.

Midem ağzıma geldi fakat kusacak hiçbir şey yememiştim.

Gözlerim yaşarırken kabus gibi gecem başladı.

Suyu banyoda doldurdum. Kırmızı bölgeyi kontrol etmek için ilk önce vurdumduymaz bir şekilde kolumu uzattım. Kurşun ateşlenmediğinde paspası sıkıca kırmızı bölgedeki kana batırdım. Yeri silmeye başladım. Su gittikçe kanlandı. Kanlandı. Daha çok kanlandı. Suyun rengi kızardığında suyu klozete döktüm ve tekrar doldurdum. Kurumuş kana suyu değdirdiğimde iğrenç koku burnumu doldurdu.

Kuru kuru öğürdüm. Kusamayınca gözlerim yaşardı.

"Özür dilerim," dedim gözyaşlarım yerdeki kanın üzerine damlarken. "Çok özür dilerim. Seni tanımıyorum ama bunu silmem gerek."

Ovala, ovala... Bastır. Su kanlansın, kırmızı belirginleşsin. Banyoya git, suyu değiş. Eski suyu klozete dök. Sil, sil, sil... Kokuya elbet alışırsın.

Kırmızı bölge bitti. Kırmızı rengini almış paspasla bu sefer kanlı adımlara geçtim fakat adım atacak gücüm kalmamıştı.

Sil, sil, sil...

"Özür dilerim!" diye bağırdım. Paspas sopasına sarılıp yere çöktüm ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.

• • •

Ve günün son selamı! Herkese iyi akşamlar...

Afra'nın kırılma noktalarından ikincisine hoş geldiniz. Birincisi, kaçırılmış olmasıydı. İkincisi ise bugün. Nedenini siz de anlamışsınızdır...

Evet, sorulacak çok şey var fakat aynı zamanda da yok.

Ölüm'le Afra sizce gerçekten tanıştı mı yoksa Ölüm ona takıntılı mı? Yani aslında Afra'yı tanımadı mı?

Ölüm'ün yaptığı itiraflar hakkında neler düşünüyorsunuz?

Afra'nın ve Aslınur'un yaşadığı olay hakkında görüşleriniz neler? Afra'nın hatırlaması, hak ettiğine kendini inandırmaya çalışması falan... Çatlak potansiyeli taşıyan Afra'ya olan bakışınızı merak ediyorum.

Yeni teoriler var mı?

Sizce sorgulanacak sıradaki tutsak kim ne bundan sonra neler olacak?

Okuduğunuz ve destek olduğunuz için çok teşekkürler. Harika bir 30 Mayıs'tı benim için, Afra için pek harika olmasa da...

Sınır geçildiğinde yine her Cuma günü görüşmek üzere! (Sınır bu bölümün başında yazıyor.) Çokça seviliyorsunuz. ♥ Kendinize iyi bakın! 

Minik bir not: Ölüm ağlarken ağladım.

Instagram:

Kişisel: Merisiej
Blog: Limaeibooks
Kitaplarımla ilgili paylaşımlar için: ilimaei

Continue Reading

You'll Also Like

1.3K 417 12
"Bilinç altının derinlerinde ki bölge, Rüzgar ile fısıldar sessizce. Ay ışığında dans eden gölge, seninle dolaşır gizlice." Olivia, dörtlüğü okudukta...
102K 7.5K 60
Sessizlik. Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim sadece ona. Sadece sessiz olmasını! Neden dediğimde susmadın? Şimdi yoksun. Bu senin tercihindi!
162K 4.2K 1
Tanıtım bölümüne göz atınız... Kaçak Prenses 1'in devam kitabıdır.