√61+2x≠-4y [MAZRUB]

Door gulsah_kara

30.9K 2.2K 3.9K

Radyo sunucusunun sesi yetti onu kilometreler ötesinden aşık etmeye "Kalbimde bir fay hattı var, o gülünce ye... Meer

1. Bölüm: Ölü Çiçekler (KMM)
2. Bölüm: Zift
3. Bölüm: Sönen Işıklar (UB)
4. Bölüm: Müziğin Suikasti (SS)
5. Bölüm: Çalıntı Notalar (K)
6. Bölüm: Kronik
7. Bölüm: Bitmeyen Şarkılar ve Yollar
8. Bölüm: Sönmüş Kireç (ÇS)
9. Bölüm: Karahindiba Mezarlığı (O)
10. Bölüm: Kalpteki Kramplar
11. Bölüm: CD 042S LÂL
12. Bölüm: 1088 07/ 150 PETROL
Ön İzleme (13. bölüm) + Duyuru
13. Bölüm: İzmarit (YD)
14. Bölüm: Kalbe Çarpan Rüzgarlar(HD-SN)
15. Bölüm: Çizik Plaklar
16. Bölüm: Ters Alizeler
17. Bölüm: Kirletilen Şarkılar
18. Bölüm: Bir Keder Saklar Gülüşü
19. Bölüm: Rıhtım
20. Bölüm: Kömürden Çizilen Resim(AG)
21. Bölüm: Sustu Artık Kasetler (OÜGM)
22. Bölüm: Kayıp Notalar Mahzeni (BPB)
23. Bölüm: Kalbim Sende İnfilak Ediyor
24. Bölüm: Falez
25. Bölüm: Kül Bulutu
26. bölüm: Zihnimde Açan Çiçekler
27. bölüm: Akşamüstü Yalnızlığı (BBPCSU)
28. Bölüm: İntihar Mevsimi
Ön İzleme (29. bölüm)+ Duyuru
29. Bölüm: Güz Batımı
30. Bölüm: İstasyon (DOŞ)
31. bölüm: Aşk-ı Kahve
32 . bölüm: Gülümseyen Çiçekler (SD)
33. bölüm: Duman Grisi
34. bölüm: Kırağı
35. bölüm: Telgraf Çiçeği
36. Bölüm: Linet
37. bölüm: Cephe Yağışı
38. bölüm: Okyanus
39. bölüm: Nar Çiçeği
40. bölüm: Bir Fotoğrafçının Hayali (UK)
41. bölüm: İs Kokulu Çiçek (SGGDÖK)
42. bölüm: Saksıma Bir Ceset Diktim
43. bölüm: Meçhul His
Ön İzleme (44. Bölüm)
44. bölüm: Rüzgarın Matemi
45. bölüm: Darmaduman
46. Bölüm: Hezeyan Sözler ve Umutsuz Melodiler
Duyuru
47. Bölüm: Aşka Bulaşanlar
48. Bölüm: Bir Katilin Portresi (SEÇBY)
49. Bölüm: Ruhu Yaralı Düşler
50. bölüm: Fay Hattı (BSYİ)
51. Bölüm: Başıboş Islıklar
52. Bölüm: Kül ve İzmarit
53. Bölüm: Yazı - Tura
54. Bölüm: Deniz Kabukları (BŞ)
55. Bölüm: Bahar
58. Bölüm : Noćhic
59. Bölüm : Turuncu Işıklar
60. Bölüm : Çiçeklerin Mezarı Olmaz
FİNAL "SENDE BANA RASTLADIM"
Özel bölüm 1
Özel bölüm 2
Özel bölüm 3
Özel bölüm 4
Özel bölüm 5
TEŞEKKÜR

56. Bölüm: Çekim Yasası

289 17 8
Door gulsah_kara

Ne gerek vardı yeni bölüme, kitabı kaldırsan da olurdu diye haklı bir eleştiri gelse çıtımı çıkaramam çünkü haksızım ve yorgunum. Bir sene boyunca sınav var diye yeni bölüm yazamadım şimdiyse istediğim sonucun çok üstünde bir başarı elde etmiş olmama rağmen istemediğim yerde ve istemediğim bölümde okuyacak olmanın mutsuzluğu var. Bir de üstüne başka şeyler eklenince gerçekten işin içinden çıkılmaz oldu. Yine de bir şekilde kendimizi toplayıp yolumuza bakacağız. Sözümü tutamadım. Yaz bitti kitap bitmedi. Ama elimden geldiğimce çabalayıp hem kitabı bitireceğim hem de Mazrub ile ilgili başka şeyler de yapacağız.

Fazla uzatmayalım ve yeni bölüme geçelim. Artık finale gidiyoruz, beklenmedik şeyler de gerçekleşsin diye beklediğimiz şeylerini de okuyacağız. Kaçış yok.

Bölüm 56: Papatya

Özüm'den:

Yutkunup pişmanlıkla baktım yüzüne. Sözleri bir kez daha yankılandı kulaklarımda. "Bana baharı getirmeni istiyorum"

Dudaklarımı araladım bir şeyler söyleyebilmek için. Ardından yavaşça çektim elimi. Ona sert bir şekilde vurursam kırılması gerekirdi, yavaşça elimi çektiğimde değil. Ama hissediyordum. Onu bir kez daha hayal kırıklığına uğratmıştım. Benim için böyle çabalayan iyi bir insanı...

"Mete..." dedim yavaşça. Dudaklarını birbirine bastırmış bana bakıyordu. "Senin buraya gelinince duyguların değişmediği gibi benim de hislerimde sandığın gibi bir değişiklik yok." dedim tek seferde.

Ne kadar uzatırsam o kadar kötü olacaktı.

Saçlarımı geriye itip "Ben..." diye lafa başlayacağım an elini kaldırıp beni durdurdu.

Yüzündeki üzgün gülüşle "Ne söyleyeceğini tahmin edebiliyorum." dedikten sonra konuyu direkt kapatıp sustu ve karşıdaki denize baktı.

Dediğininin zıttını yapıp onu germek istemiyordum. Ellerimi dizlerimin üstüne koydum ve onun baktığı yöne döndüm.

Dudaklarımı ıslatıp benim için diğer önemli bir konuya değinmek istedim. "Benim için yaptığın onca şey için... Teşekkür ederim. En kısa zamanda gerekli ödemeyi sana yap-"

Kafasını hızla bana çevirip "Asla." dedi sert bir şekilde. "Bunu kabul etmem."

Kafamı hafifçe eğip "Olmaz." diye karşı çıktığımda
Hala bana pek de sakin olmayan bakışlar atmayı sürdürüyordu.

"Bu konuyu kapatalım."

Mete bir şeyi kabul etmiyordu. Ben onun hiçbir şeyiydim ve o bu hiçbir kimseye gereğinden çok çok fazla yardımda bulunmuştu.

Daha fazla dayanamayıp "Mete!" diye çıkıştım.

Derya hanım farkında olmasa da açık vermişti onu gördüğüm gün ayak üstü iki kelime konuştuğumuzda. Belki farkında bile değilde gerçeği anladığımı. Ama o kadar aptal değildim.

Zahmet edip de araştırmamıştım bile bu gönüllü avukat meselesini. Aklımda beliren sorular zihnimi kurcalarken klavye tıklamalarının sesleri eşliğinde arama motoruna bir bir yazdım cevabını almak sualleri.

Öğrendiğim şeyler karşısında adeta şok olmuş gibiydim. Doğru dürüst bir şey bile imzalamamıştım ben. Hiçbir şey yapmadan nasıl bir avukat ile konuştum?

Mete bir çok şeyi hallettiğini söylemişti. Buradan belliydi işte gönüllü avukat meselesinin gerçek olmadığı. Mete be kadar şey halletse bile benim imzalarım şarttı. Hem Mete iki günde nasıl bir gönüllü avukata ulaşabilirdi ki?

Gerçeğin ne olduğunu anlayınca parmaklarımı saçlarımın arasına geçirip sırtımı soğuk duvara yaslayabilmiştim sadece.

Mete'nin benim için bu kadar çabalamış olmasına mı, çabaladığı kişinin de onun kendisinin beslediği hisleri beslemeyi geçtim onu incitmesine mi şaşırmış üzülmüştüm?

O duvarın soğukluğunu rüzgar bir daha bana hissettirdiğinde ani çıkılım karşısında bana şaşkınlıkla bakan Mete'ye döndüm.

Ne diyecektim?

Sen beni seviyorsun ama kusura bakma ben sevemiyorum çünkü kendim dışımda kimse ile ilgilenmek istemiyorum mu diyecektim?

O an bir kez daha durdum. Az önce kurduğum cümle... Sahiden sadece kendimi mi düşünüyordum. Sadece kendi iyiliğimi mi?

Hiddetle sıktığım dişlerim gevşedi bu yüzleşme ile. Ben sadece kendimi hiçbir anlamda riske atmamak için mi reddediyordum onca şeyi?

Onun için mi kırdım o insanları? Mete'yi, Kardelen'i...

Bencilliğim için mi?

"Bir şey mi oldu?"

Ani çıkışıma karşı hızlı ve meçhul sönüşümü fark eden Mete neler olduğunu sorunca gözlerine baktım.

Nasıl hala yanımda oturabiliyordu? Nasıl hala bana bakmaktan nefret etmiyordu?

Hiçbir şey diyemeden çantamı aldığımda şaşkınlıkla "Gidiyor musun?" diye sordu.

Birden başıma saplanan bir ağrı ile "Dersimin başlamasına az kaldı." diye uydurdum. Ne diyebilirdim ki? Boş ver deseydim daha çok üstelerdi. Ama bu kalitesiz yalandan anlayacaktı konuşmak istemeyeceğimi.

Gülüp kafasını salladı. "Ben alışığım o derslere."

Hiçbir şey demeden kafamı eğip ağır adımlarla uzaklaştım oradan.

🥀🥀🥀

"Kaan biraz daha geç olur dedi de..." lafını ne diyeceğini bildiğimden o an için tamamlama gereği duymayan Kardelen ile yerlerimize geçtiğimizde dayanamayıp "Bu kadar erken gelmelerini ben de beklemiyordum." diye bir şekilde devam ettirdi cümlesini.

Kafamı çevirip arkalara baktık. Lavaboda en fazla on dakika durmuş olabilirdik. Yine de bu süre zarfında epey insan salonda yerlerini almış heyecanla onları bekliyordu.

Önüme döndüğümde telefonu ile uğraşan Kardelen'i fark ettim. "Ne o? Başarılar mesajı mı?"

Kafasını sağa sola yatırır şekilde sallayıp "Sayılır." dedikten sonra "Dönmedi ama. Müsait değil sanırsam." diye ekledi.

O sırada gelen bildirimle alttan alttan bakıp "Adamın hakkını yiyorsun." dediğimde omuz silkip telefonu bana çevirdirdikten sonra iyice bana yakınlaştırdı.

"Hiç de bile. Bak, Handan. Daha iyiymiş."

Regl gününe denk geldiği bize katılamayan Handan'ın durumunun daha iyi olduğunu duymamla gülümsedim. "Sevindim."

Birkaç dakika sonra beklenen an geldi ve sahneye görmek istediğimiz ikili çıktı.

Kulak patlatırcasına çalınan alkışlar ve ıslaklar... Hak ettikleri bundan çok daha fazlaydı. İkili nazik bir şekilde selamladı kendilerini görmek için gelen yüzlerce insanı.

Kaan'ın alkış seslerinden dolayı verdiği selam ve sorduğu 'nasılsınız' tarzı soru bile tam anlaşılmıyordu.

Yine de ikili bundan hoşnut olmuş hatta biraz çekinmişlerdi.

Mete "Güzel bir atmosfere sahibiz ve bu daha az gerilmemiz işin iyi yönde bir gelişme." diye hızlı bir giriş yaptıktan sonra "Umarım iyisinizdir." diye Kaan gibi dinleyicisinin halini sordu.

Şu ikisinin geldikleri mevki elde ettikleri başarıya göre asla samimiyetlerini bozmuyor oluşları gerçekten takdire şayandı.

Mete çoktan masanın etrafında bir yere geçmiş mikrofonunu kontrol ediyordu. Kaan da ağır adımlarla onun olduğu tarafa gittikten sonra kendini o masaya yasladı ve rahat bir pozisyona geçip "Bugün sizlerle klasikleşmiş özgüven, tembellik, kötü anılardan çıkarılan dersler ya da kendi işimiz hakkındaki birkaç şeyden bahsetmeyeceğiz." dedi.

Kafasını sallayan Mete "Çünkü bunlar yayında bahsedeceğiz konular. Onlardan burada bahsedip ilerideki yayınlarda konu yetmezliği çekmek istemiyoruz." diye araya girdiğinde daha ilk dakikadan insanları güldürmeyi başarmıştı.

Herkes gibi buna içten de olsa gülen Kaan ciddileşip "Bugün..." diye söze başladığında hala kesilmemiş olan gülüşmeler yüzünden ciddiyetini koruyamayıp güldükten sonra "Oğlum Mete!" diye gülümseyerek çıkıştı.

Kafamı hafifçe sola çevirip Kardelen'e baktım. Avucunun içi ile ağzını kapatmış gülümsemesini saklıyordu.

Onun bu haline gülüp önüme döndüğümde Kaan'a odaklandım. O, Kardelen'den hatta tanıdığım bir çok insandan daha fazla ellerini kullanırdı. Ve bunu başaralı bir şekilde yapıyordu.

"Bugün daha çok havadan sudan konuşacağız işte." dedikten sonra "Çünkü sürekli ders çıkar nereye kadar? Bazen bir şeyler duymak istemiyoruz. Bazen bir şeyler anlatmak istiyoruz ve onun yeri tam da burası." dedi ve ekledi. "Artık kendimizden bahsedelim."

Ortamda kuvvetli bir sessizlik hakimdi. Herkes pür dikkat onu dinliyordu. Acaba radyoda da mı herkes aynen bu şekilde dinliyordu onu diye düşündüm. Çünkü bizim Kardelen elimde defter kalem onun sözlerini not ediyor hoşuna gidenleri de kullanıyordu. Kaldı ki o sözler de ihtişamlı sözleri değildi. Günlük hayatta sıkça kullandığımız sözlerden bazılarıydı ve Kardelen duruma göre kullanıyordu bazıları.

"Buraya gelme amacımız eğitim değil, bunu hepimiz biliyoruz. Zaten bana göre en büyük eğitim de sadece falanca konular hakkında konuşmak değil, kendimiz hakkında yeni bir şeyler öğrenmek. Ama başkalarının üzerinden yeni bir şeyler öğrenmek." dedikten sonra mikrofonu tuttuğu eli değiştirdi. "Başkaları üzerinden kendimizle ilgili bir şey öğrenmek çok saçma gelebilir ama bence bizi en çok geliştiren şey budur."

Herkes ne kastettiğini anlamak için ona dikkatle baktığında "Peki nasıl oluyor o 'başkaları üzerinden' kendimizi geliştirmek?" diye dile getirmediğimiz soruyu sordu ve hemen ardından "Bu konuşarak oluyor gençlik. Konuşarak." diyerek cevabı da hemen verdi.

"Her yerde gördüğümüz havalı duruşlar, dudak uçuklatan harcamalar, özendirici şeylerle değil. Gündelik hayatımızda olan şeylerden bahsederek oluyor. Herkes kendinden bir parça bir şeyi 'utanmadan' söyleyince sizin içinizde de bir takım duygular beliriyor. O duygu da 'Evet, kesinlikle bu benim' cümlesinin ardından gelen rahatlama."

Bahsettiği şeylerle ilgili bir kaç şey aklımda belirdiğinde "O duygu ile beraber siz, herkesin aslında normal bir birey olduğunu ekranlara yansıttıkları gibi kişiler olmadığını anlayınca gelen özgüvenle kendinizden birkaç şeyi döküyorsunuz ortaya." diye doğru bir çıkarımda bulundu.

Söylediği şeyler karşısında önümüzde oturan muhtemelen birinci sınıf öğrencisi olan iki gencin aralarında "Harbi öyle." dediğini işittim.

Şu an bir çok kişi aynı şeyi düşünüyordu muhtemelen. Kardelen hariç.

Düşünceli haline bakıp 'Ne oldu?' soruma "Üstüne kül dökmüş." diye cevap verdi hızlıca. "Tişörtü gri, belli olmaz ama bak sağ alt köşeye." Dikkatle baktıktan sonra ancak iki dakika sonra külü fark edince bir kez daha Kardelen'in Kaan konusundaki ince ayrıntılara bile normal bakışının sıradanlaştığını fark ettim.

Yine aynı konu üzerinden devam eden Kaan başka örnekler verip "Peki kendimizi geliştirmek için tek yol başkaları ile ortak özelliklerimizi, kültürel değerlerimizdeki şeyleri ne derece uyguladığımızı falan konuşmak mı?" diye bir soru yönelttikten sonra yine kendisi yanıtladı sorusunu.

"Siz de biliyorsunuz ki bir kitap okumak, bir belgesel izlemek, bir podcast dinlemek de geliştirir insanı. Ama ben istiyorum ki bunu 'konuşarak' halledelim. Sosyalleşerek... Belki arkadaşlarla ölesiye sevdiğimiz bir grubun değişik bir hareketini gördüğümüzde tepkimizdeki değişimimizi gözetleyip konuşarak, rastgele denk geldiğimiz -belki sıra beklerken, belki bir minibüs beklerken- insanlarla şikayetlerimizi tartışırken, belki de sevdiğimiz insana bakarken ona olan sevginin şiddetini hissettmeye çalışırken... Bunlara dikkat edip bir kere daha gözden geçirince anlıyoruz kendimizi. Ve ona göre geliştiriyoruz kendimizi."

Önce Kaan'a bakan Mete bir soru sormak için bizim tarafa dönüp sadece Kardelen'e baktı ve "O şiddet mevzusu nasıl oluyor acaba şefim?" diye sordu.

Kardelen ve Kaan'ın ilişkisini sadece bu salondakiler değil hemen hemen Türkiye'nin her yerinden pek çok kişinin bildiği için Mete'nin göndermeli sorusu çok rahat anlaşılıp kısa süreli tezahürata ve gülüşmeye yol açmıştı.

Bu soru karşısında kafasını eğerek gülen Kaan fazla başarılı olamasa da ciddileşip Mete'yi ensesinden yakaladı. "Böyle önce ensende patlayan bi' ses duyuyorsun sonra yavaştan basan bi' sıcaklık... Tanıdık geldi mi?"

Aldığı cevap karşısında herkes gibi gülen Mete "Ben bizdeki değişimini sormuştum aslında. Değil mi ya millet?" diye devam ettiğinde Kaan onu serbest bırakıp boğazını temizledi.

"İnsandan insana değişiklik gösteriyor tabi. Mesela bende nasıl bir değişiklik yarattı..." dedikten sonra düşünüp Kardelen'e baktı. Bakışlarını yakaladığındaysa affetmedi.

"Tesadüf onu önüme çıkarmasaydı gene aynı şekilde fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. O bana dünyada başka bir hayatın da mevcut olduğunu, benim de bir ruhum olduğunu öğretti."

Herkes Kardelen'in aldığı ilk ödülünü adadığı, aşkının sanki ondan ilham alındığı söylediği dev eserden olan bu alıntıyı duyanlar kısa sayılmayacak bir alkışa tuttu Kaan'ı. Ama Kardelen'in güzel adamında alkış aldığı için değil sevdiği kızın gönlünü aldığı için olan sert görünümlü bir tebessüm vardı.

Mete "Şefin tavsiyesini aldınız gençler!" dediğinde daha da şiddetlen alkışların ve ıslıkların ardından çöken sessizlikle Kaan kendi kendine konuşur gibi sürdürdü sözlerini.

"Çekim yasası diye bir şey var mı cidden? Yoksa bir kitaptaki adama tıpatıp benzeyemez, tıpatıp o karakterin yaşadığı tanışmayı yaşayamaz ve yine tıpatıp aynı aşkla sürdürmezsin hayatını." Kardelen gülmese bile yüzünün en belirgin hattı olan elmacık kemikleri hiçbir şey saklamasına müsaade etmiyordu.

Kaan'a kısa bir bakış attıktan sonra kafasını eğdiğinde Kaan'ın yüzünde geç fark ettiği bakışları daha önce yakalayamadığı için olan bir pişmanlık kendini belli ediyordu.

Kaan sadece iki saniye daha onun gözlerine bakamadığı için kendine kızıyordu. İki saniye...

"Valla o senin bileceğin iş kardeşim. Onu iki hafta önce 'Çekim Yasası' hakkında bir şeyler yazan kimselere soracaksın." Kardelen kıpkırmızı olmuş bir vaziyette kendisine bakan yabancı gözlerden kaçmak için ayakkabılarına baktığında onun bu tatlı haline güldüm. O metinleri yazdığına pişman olmuş gibiydi.

Ben Kardelen'e bakmaya devam ettiğimde  Mete "Bu arada ben inanmıyorum o mevzuya." diyerek konuyu kendine çekti. "Kimsenin kimseyi çektiği yok bence. Gelecek olan gelir."

Hızla kafamı ona çevirdim. Bana bakmıyordu. Ben de kibirlilik yapıp her şeyi üzerime alınacak bir tip değildim.  Ama onun bunu neden söylediğini anlamamak için aptal olmam gerekirdi.

Kaan omuz silkip "Derin bir araştırma gerektirir." dediğinde yüzünde bir gülüş olmasına rağmen ciddiyet yoktu.

"Öyle de... Olumlu bir sonuç çıksa bile inat değil mi? İnanmayacağım." dediğinde bakışlarımız ilk defa kesişti.

Onun bu inatçı ve hırslı bakan gözlerinin içine bakarak sadece gülümsedim.

Büyük konuşuyordu.

🥀🥀🥀

Elimdeki kitabı yüksekte tutmaktan yorulup indirdim ve o şekilde devam ettirdim yürüyüşümü.

Önüme bakmak yerine kitaba bakarak hızlı hızlı ilerlerken içimden gördüğüm cümleyi istemsizce tekrarladım. "Fazla şımarıklık sadece bize verilen değeri değil, kendimize olan saygımızından da eder."

Uzun bir zaman sonra tekrardan okumak için elime aldığım kitabı açtığımda içindeki kurutulmuş olan çiçeğin mahkum edildiği sayfalardan birinde okurken altını çizdiğim bu sözün gerçek hayatta ne çabuk üstünü çizdiğimi anlayamıyordum.

Bunu düşündüğüm sırada ayağımın bir taşa takılması ile sendelemiş, kimsenin beni görüp görmediğinden emin olmak için etrafıma bakındıktan sonra tekrar elimdeki kitaba baktım.

Yok yok, bu kitap bildiğim her şeyi unutturacaktı bana.

Kenara çekilip kitabı çantama koyduktan sonra hızlı adımlarla devam ettim yoluma.

Köklü bir bankanın ATM'sinin fazla uzağında olmayıp telefonla konuşan birisini gördüm. Hemen gitmeyeceğini biliyordum.

Araması sonlanmış olacak ki telefonu ile uğraşmaya başlayınca daha sakin ve temkinli adımlarla yanına gittim.

Onu uzaktan izleyenlerin olduğunu görebiliyordum. Muhtemelen fotoğraf çekilmek için telefon konuşmasının sonlanmasını bekliyorlardı.

Adımlarım onların benden önce onunla konuşmaması için hız kazandığında aramızdaki son dört adımın nasıl kapanacağını düşünmedim.

"Çok iyiydi." dedim kollarımı göğsümde toplayıp. Usulca kafasını kaldırdı. Beni gördüğüne pek de şaşırmamış gibiydi.

Neden bahsettiğimi anlamıştı. Gülümseyip teşekkür eder gibi kafasını salladıktan sonra yanına vardığımda cebindeki ellerini çıkardı. "Gelmezsin sanıyordum."

Gülmeme rağmen çatılan kaşlarımla " Geleceğim demiştim ama." dediğimde kısa bir kahkaha attı.

"Son dakikada bi' dersin çıkar sanıyordum."

Onunla son konuştuğumda cevap veremeyeceğim bir şey söylemişti ve tek kaçışı ucuz bahanelerde bulmuştum.

Derin bir nefes alıp hiç düşünmeden "Zora gelince kaçmalar... Biliyorum, ucuz numaralar. Ama beni öyle bi' köşeye sıkıştırıyorsun ki... Hakkından gelemiyorum." diye direkt döktüm içimdekileri.

İşittiği sözlerim karşısında sırıtıp "Köşeye sıkıştırmak?" dedikten sonra bana doğru birkaç adım daha attı.

"Köşeye sıkıştırmak işte." diye lafı gevelediğimde hala gülümsüyor oluşunu fark ettim. Saçımın bir tutamını kulağımın gerisine doğru itip "Cevap veremeyeceğim bazı sorular soruyorsun." dedim.

Omuzlarını geriye doğru silkip "Ben cevap vermeni gerektirecek bir şey söylemedim." dediğinde gözlerinin içine baktım.

Artık yüzünde daha ciddi bir ifade vardı. Sakince "Ama ben soru olmasa bile bazı cümlelerin bir cevap istediğini düşünüyorum." dedikten sonra biraz duraksadım ve gözlerindeki bakışın usluluğunu yokladıktan sonra "Ve o cümlende bunlardan birisiydi. Ben de verecek bir cevap bulamadım işte. O an için. " diye sürdürdüm sözlerimi.

Fazla kısık olmayan bir sesle "Şu an bir cevabın var yani?" diye sorduğunda kafamı sallayıp çantamdan çıkarttığım kitabımın arasındaki çiçeği ona uzattım.

Ne olduğunu bilmesine rağmen ne amaçla verdiğimi sormak maksadıyla "Bu ne?" dediğinde çiçeği elimden almasıyla kafamı biraz eğdim.

"Solmuş olsa da zamanında bir çiçekti."

Elindeki çiçeğe dikkatle bakıp beyaz renkli bu çiçeğin cinsini sormak için "Ne çiçeği?" dediğinde ben ona bu sorunun değil çok daha önce sorulmuş bir sorunun cevabını verdim.

"Bahar çiçeği."

Çiçeği tuttuğu eli farkında olmadan eğdiğinde şaka yapıyor olabileceğimi düşündü. Ancak şaka yapmıyordum. Sadece cevapsız soruları yanıtlıyordum.

Derin bir nefes aldım ve gözlerine baktım. "Denemek istiyorum."

Buna hala inanamıyormuş gibiydi. Ensesini kaşıyıp "Özüm..." diye adımı sayıkladıktan sonra "Buna emin misin?" diye ekledi.

Kötü bir cevap alma olasılığına karşı elleri titriyordu sanki.

Ama birden yüzünde bir gülüş fark ettim. Kibar ama heyecanlı bir ses tonuyla "Dersin falan olmasın?" dediğinde utandığımı belli etmemek için umursamaz bir şekilde gülümseyerek gözlerimi devirsem de elimdeki kitabı daha sıkı tutuyordum.

"Mete..."

Sevinçle bana bakıp sanki sessiz kalmamak için "Tamam." dedi ve boş boş yüzüme baktı. Olanlara hala inanamıyormuş gibiydi. Onun şaşkınlığıyla bir kez daha "Tamam." diye sayıkladı.

Kafamı eğip güldüğümde elindeki çiçeği gömleğimin cebine koydu ve yüzümü ellerinin arasına alıp kafamı kaldırdığında yutkundum ve onun inatla söylediği şeylere karşı güldüğüm gibi güldüm.

"Sadece bahar istedin. İşte o bahara bir çiçek. Hala çekim yasasını reddecek misin?"

Yüzünde biraz önce silinen şaşkınlık tekrar gelmişti hem de o gülüşüyle beraber. "Neden reddetmeyeyim ki?" diye sordu inatçı bir edayla.

"Çünkü sen benden baharı istediğim günden itibaren çiçekler bırakmadı peşimi. En sonda da sanki bana bir mesaj vermek ister gibi değişik ama çarpıcı bir yerden çıktı karşıma o çiçek."

Bir müddet sessiz kaldı ama bu süre zarfında da asla gözlerimden çekmedi gözlerini. Onu konuşturmak istedim çünkü sessizliğine dayanamıyordum. "Hala reddedecek misin?"

Histerik bir gülüş attı ve "Senin yüzünden iki yüzlü oldum." diye suçladı beni. Ardından da keyifle yargıladı suçumu.

"Önce sormamakta ısrar ettiğim soruları sordurttun şimdi reddetiğim kanunları ezberleteceksin. Sen bana tükürdüğümü yalattırmayı adet edindirdin."
____________________________________

:)))))))
Son 5 bölüm

Ga verder met lezen

Dit interesseert je vast

1.9M 69.2K 59
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
118K 6.6K 50
Anneannesini görmek için gittiği şehirde üsteğmen Göktürk ile karşılaşan Efsun hiç beklemediği gerçeklerle de karşılaşır ___ " sen benim hayatımda h...
12.7M 911K 57
"Sana hiç söylemedim ama sana aşıktım. Bunu yüzüne karşı söyleyememek de benim ayıbım olsun." 070822 ☁️
6.9M 402K 84
Sevdiği çocuk yerine yanlışlıkla okulun serserisine yazan Ece, başına çok büyük bir bela aldığını fark ettiği an onu engeller. Fakat her şey için ço...