GÜNDÜZ GÜNCELERİ

By SumeyyeDemirkan

491K 79.8K 105K

More

GÜNDÜZ GÜNCELERİ
1.Bölüm: ''Kim Bu Gündüzler?''
2.Bölüm: "Ateş Hattı"
4.Bölüm: ''Halı Yıkama Günlüğü''
5.Bölüm: ''Yağmurdan Kaçıp Doluya Tutulmak''
6.Bölüm: ''İçler Dışlar Çarpımı''
7.Bölüm: ''Ortadaki Sıçanlar''
8.Bölüm: ''Zafer ve Ödül''
9.Bölüm: ''Yağmurun Altında''
10.Bölüm: ''Üzümlü Kek''
11.Bölüm: ''Yanlış Anlaşılmalar Doğru Hisler''
12.Bölüm: ''Ufak Tefek Kalp Çarpıntıları"
13.Bölüm: ''Karanlıktaki Işık''
14.Bölüm: ''Ya Şimdi Ya Hiç"
15.Bölüm: ''Bazı Güzel Anlar"
16.Bölüm: ''Pencere Önü Hayaller"
17.Bölüm: "En Aydınlık Yer"
18.Bölüm: ''Güzel Başlangıçlar''
19.Bölüm: ''Aşk Basılması"
20.Bölüm: ''Kar Tanesi Tozu"
21.Bölüm: "Kafada Kurmalar"
22.Bölüm: ''Ani Gidişler ve Gelişler"
23.Bölüm: Bir De Bayıldı"
24.Bölüm: ''Kaçarken Yakalanmak''
25.Bölüm: ''Neşe Biletleri''
26.Bölüm: "Bir Tatil Meselesi"
27.Bölüm: "Başka Hayatların Ritmi"
28.Bölüm: "İki Kalp Arasında"
29.Bölüm: "Hedefe Ulaşmak"
30.Bölüm: ''Final''

3.Bölüm: ''Mor Işıklı Kafası Karışık''

23.3K 3.6K 7.9K
By SumeyyeDemirkan

Keyifli okumalar. Oy verip yorum bırakacağınızı biliyorum. 🤜🏻


3.Bölüm: ''Mor Işıklı Kafası Karışık''

Son durum bildiriyorum; o rahmetli dirildi ve şu an yaprak sarıyor.

Bahçedeki masada ben, annem, İkbal ablam ve şaşırtıcı bir şekilde Mayıs'la beraber yaprak sarıyorduk. Kendimi övmek gibi olmasın, yok olsun olsun niye olmasın ki? Çok güzel yemek yapardım ve elimin lezzeti sanırım Ferdi abimden geliyordu. Ay ne alaka? Neyse işte. Alnımdaki kâküllerimi üfleyerek biraz iç alıp yaprağın ortasına koyarken annem, ''Cumartesi de halıları yıkarız,'' dedi. ''Bugün biraz yemek yapalım da.''

Mayıs, ''Biraz mı?'' diye güldü. ''Her gün Kızılay aş evi gibi yemek yapılıyor bu evde anne.''

''Vallahi bu salağa katılacağım aklımın ucundan bile geçmezdi ama haklı,'' dedim gülerek.

O esnada babam evin kapısından çıkarak, ''Gonca bir daha 'salak' deme kızım,'' diye uyardı.

''Tamam baba.''

Diyecektim, hepimiz biliyorduk.

Mayıs bana küçümser bir bakış savurduğunda annem babama kafasını çevirip, ''Namaza mı gidiyorsun?'' diye sordu.

Babam, ''İkindi okunacak hanım,'' diye karşılık verdiğinde annem yüzünü ekşiterek, ''Aman oldu mu o kadar?'' diye sordu. ''Kızlarım kalkın akşam için hızlanalım, oturduk kaldık.''

İkbal ablam eliyle yaprak sarma tenceresini göstererek, ''Niye acaba?'' diye sordu. ''Buna tencere demek çok zayıf kalır, kazan bu anne bildiğin. Tamam hafta sonu İdil'in ailesi gelecek ama yatıya kalmayacaklar ya sen de, aa!''

Annem içlendi. ''Öyle deme kızım, tam teşekkürlü yapılacak her şey. Ben kendime laf söylettirmem. Bir sürü kızı var da, gösterdiği hizmet hiç hoş değil dedirttirmem.''

Dudaklarımı sarkıttım. ''Ay hasbalarım.''

Mayıs bana katıldı. ''Haklı valla. Ayrıca ben bu iadeyi ziyaretleri çok saçma buluyorum, tamam aldık kızı e bitti.''

Babam çoktan yanımızdan ayrıldığında, ''Asıl iş şimdi başlıyor,'' dedim. ''Bu ne ki? Oho Ferdi abim yine iyi kendi işini az çok halleder ama ben garip anama ve babama üzülüyorum. Bekir'i ve seni nasıl everecekler çilekeş ebeveynlerim?''

Mayıs gözlerini kısarak, ''Bizden önce sen varsın bir kere,'' dedi. ''Kendini de hiç attırmaz. Asıl sana yazık! Sen kesin evde kalırsın ya, hiç kimse geçinemez seninle.''

Gözlerimi devirdim. Annem gözlerini sardığı yapraktan ayırmazken, ''Şş,'' diye kızdı Mayıs'a. ''Niye öyle söylüyorsun bakayım sen ablana? Herkesle geçinir benim kızım. Mis gibi iyi bir okulu var. Sen de ileride güzel bir okul kazanacaksın ve siz istediğiniz zaman istediğiniz kişilerle evleneceksiniz ama önce okuyacaksınız anneciğim. Koca ne zaman olsa bulunur, önce kendi ayaklarınızın üzerinde sağlam birer kadın olacaksınız güzellerim.''

İkbal ablam tebessüm ederken ben de ona tebessüm ettim fakat yine de kendimi tutamayıp bir şeyler mırıldandım. ''Anne çok af edersin de senin kızın da bu akıl varken hiçbir şey yapamaz. Bir sorsana ileride ne olmak istiyor? Ders mers çalıştığı yok, işi gücü sosyal medya.'' Mayıs'a dikkatle baktım. ''Tamam seninle dalga falan geçiyorum ama artık gerçek hayata dönsen iyi olur! O aptal uygulamalar yüzünden saldın iyice kendini. İki sene sonra üniversite sınavına gireceksin bilmem farkında mısın?''

Mayıs omzunu silkerek, ''Ders çalışıyorum ben siz görmüyorsunuz,'' dedi. Tombul elleriyle yaprağı sarıp tencereye koyduktan sonra benim kadar olamasa da iri gözlerini kısarak önüne gelen uzun saçlarından kafasını sallayarak kurtuldu. ''Ayrıca ben orada eğleniyorum. Dans ediyorum ve insanlar izleyip, beğeniyor. Hem artık herkes bu işin içinde.''

Homurdandım. ''Ben bu işlere girmeyen üç kişilik ekiptenim.''

''Aman sen gelme zaten beceremezsin.''

Kıkırdadım. ''Gören de seni dansçı falan zanneder. Abuk subuk atılan yorumlara kalbinin kırıldığını da biliyorum ve bu yüzden bazen sinirini benden çıkarıyorsun.''

''Gonca bu işlere girdiysen her şeyi göze almalısın,'' dedi Mayıs sakin bir sesle. ''Üf neyse hiç laf anlatamam sana şu an ya! Ben çok yoruldum anne,'' diyerek arkasına yaslandı sonra.

Annem, ''Az kaldı az hadi bir gayret edelim,'' diye bizi gazladığında parmaklarımın uçlarına baktım ve yüzümü ekşittim. ''Ay babaannemin yüzüne dönmüş parmaklarım, buruş buruş.''

Mayıs buna güldüğünde İkbal ablam yumuşak sesiyle, ''Anne sahi babaannemler ne zaman gelecek?'' diye sordu. ''Zaten söze gelmediler bir yemek vermek lazım.''

Öfkelendim. ''Ciddi ciddi şu evin girişine aş evi tabelasına asacağım artık! Önümüze gelen yemek veriyoruz imdat!''

Annem bana ters ters baktı. ''Babaannen o senin önüne gelen ne demek?''

''Lafın gelişi anacığım,'' diye sırıtıp tekrar duruşumu değiştirdim. ''Hem sanki eltin Emine'nin de geleceğini bilmiyorsun.''

Annem memnuniyetsizce, ''Meymenetsiz,'' dedi. ''Amcanla beraber yiyip bitirdiler bizi.''

''Amcam da amma yüzsüz ha!'' dedim hayretle. ''O kadar borca girdi ama yine babam yardım etti. İnsan bir gelir teşekkür eder pes.''

''Kız bırak teşekkürü bari nankörlük etme,'' diye ekledi annem. ''Sırf babanızın rahmetli dedesinden kalan bu ev bize kaldı diye az mı kavga çıkarmadılar? Tüm tarlaları yiyip bitirdiler bize de bu ev kaldı aç gözlüler!''

''Amma bakın şimdi,'' diye baktım benim iki katlı güzel evime gıptayla. ''Şu evimizin şahane duruşuna, estetiğine ve güzelliğine bakın. Rahmetli büyük dedem İngiltere düküymüş sanırım anacığım.''

Annem güldü. ''Yok o kadar değil ama eskiler işte kızım, yemez içmez tırnaklarından artırarak kazanırlar sonra oğulları gelir çatır çatır yer,'' deyip dudaklarını ıslatıp çekti. ''Ama benim kocam hariç, Allah için hiç adaletsizlik yapmadı.''

İkbal ablam anneme omuz attı. ''Anne çok aşıksın babama değil mi?'' diye sordu. ''Vallahi otuz üç yıllık evlisiniz ama hâlâ ilk günkü gibi.''

Annem utandı. ''Aman aşk meşk anlamam onlardan ama sevgi ve saygı varsa eğer, otuz yıl da sürer elli yıl da. Siz de inşallah size denk düşecek birileriyle evlenirsiniz. İkbal zaten buldu.''

''Necmi eniştem de enişte yani,'' dedim gülerek. ''Tam sana layık damat valla anne.''

Annem gururla, ''Öyle valla damadım,'' dedi. ''Bir yanlışını görmedim ama onun da ailesinden yüzü gülmedi işte. Babası olacak dünürümüz yedi bitirdi çocuğu... Neyse,'' diye iç geçirdi annem sardığı yaprağı tencereye ay pardon kazana koyarken. ''Lafa daldık kaldık. Yemek yapacağız daha.''

Kolumu havaya kaldırdım. ''İflas bayrağımı çekiyorum ve izninizle ölü taklidi yapmaya devam ediyorum.''

''Olmaz,'' dedi annem kaşlarını kaldırarak. ''Çorba çevrilecek daha.''

''Bir sürü ödevim var benim ya,'' diye çattım kaşlarımı. ''Yarın okulum var kollarım tutmuyor.''

İkbal ablam fedakâr yanını ortaya sererek, ''Tamam sen ödevini hallet ben yaparım,'' dediğimde ona kıyamadım. ''Olmaz ama öyle de ablam ya. Ben gece uyumam sana yardım ederim dert etme.''

Mayıs'ın sessiz kaldığını gördüm zaten o bu durumlarda pek kahramanlık yapan bir tip değildi. Ye, iç, yat... Başka marifet yok ki bunda.

Her yerim tutuk bir halde oturduğum yerden kalktıktan sonra ellerimi bir yere sürmeden doğruca musluğun altına soktum ve yıkamaya başladım. İkbal ablam ve annem elinde tencerelerle mutfağa girdiğinde ellerimi kâğıt havluyla kuruladıktan sonra ikisinin yüzüne baktım. ''Yarından tezi yok markete gidiyoruz koli koli ürün alıyoruz. Evde bir şey kalmamış mutfak boş.''

Annem ellerini yıkamak için musluğa yönelirken, ''Yapacağız yapacağız,'' dedi. ''Gelecek hafta toptan bir alışveriş yapacağız.''

''Ay,'' dedi ablam talihsiz bir sesle. ''Yemek dedik, alışveriş dedik akşama pilav yapacağım ama şehriye yok evde.''

''Tamam ben alırım,'' diye zıpladım. ''Kraker stoku yapmam lazım zaten. Kasa boş.''

''İyi hadi git de gel bir an evvel,'' dedi ablam. Annem, ''Askıdaki çantanın içinde cüzdan var bak oradan al parayı,'' diye seslendi arkamdan ben mutfaktan çıkıp yukarı yöneldiğimde.

Odama girip üzerime sadece koyu mavi mevsimlik montumu geçirdim ve yapmayı en sevdiğim şeylerden biri olan müzik listeme baktım. Kulaklığımı takıp telefonumu da cebime koyduktan sonra aşağıya inerek annemin çantasındaki cüzdanı çıkardım. Annem kapının ağzından çıkardığı kafasıyla bana bakıp, ''Gonca unutmadan bir de pul biber ve kekik al kızım,'' dedi.

''Olur anne,'' deyip parayı cebime koydum ve kapıya yürüdüm. ''Hadi gittim ben gelirim.''

''Hadi gittin sen gelirsin,'' diye güldü annem kapıyı kapatmadan onu duyduğumda.

Bahçeye çıktığımda havanın sadece on dakika içinde renginin kararması günlerin giderek daha da kısaldığını gösteriyordu. Ellerim cebimde ve kulağımda müzikle bahçemizin kapısından dışarı çıktım. Önümüzde direkt asfalt vardı ve oturduğumuz semtin en çok bu yönünü seviyordum. Bazen burayı Amerikan filmlerindeki o evlere benzetiyordum. Annemlere oyalanmayacağımı söylesem de yavaş adımlar atarak bu sakinliğin tadını çıkarmak istediğimi de biliyordum. Adımlarım beni aşağı sokağa doğru götürecekken Yekta'ların bahçe kapısında da bir hareketlilik gördüğümde gözlerim oraya takıldı ve Yekta'yı ayakkabılarının bağcıklarını bağlarken gördüm. Gördüm işte. Adımlarım yavaşladı çünkü büyük ihtimalle o da beni görmüştü.

İnşallah o ateşli emojiyi görmemişsindir!

Hemen geri aldım ama bilemiyorum işte, bildirim bir anda düşebilirdi sonuçta. Derin bir nefes alıp sıkışan göğsüme sövdükten sonra Yekta'nın bana seslendiğini duydum, duydum çünkü müziğin sesini kısmıştım. Kızım sen var ya akıllanmazsın, salak! ''Gonca,'' dedi Yekta telaşsız bir sesle.

Onu duymadım yani duymazlıktan geldim ve ilerlemeye devam ettim. Adımlarını hızlandırdığında ben de dudaklarımın derisini yemeyi hızlandırdım. Gelme ne olur gelme buraya. Saniyeler içinde Yekta hızlı adımlarla yanımda durduğunda dünyanın en iyi oyuncusunu tahtından indirecek bir hareket yaparak yüzümü ona çevirdim ve şaşkınlıkla, ''Aa!'' dedim. ''Sen miydin? Ne oldu?''

Afalladı. ''Bir şey olmadı da... Korkuttum mu?''

''Bir anda öyle yanımda görünce duraksadım tabii.''

Oscar adaylığı yükleniyor.

Yekta kendini açıklama gereği duyduğunda nedense içim hiç acımamıştı vallahi, konuşmasını bekledim. ''Arkandan seslendim ama duymadın sanırım.''

Elimi kulaklığıma götürdüm ve gülümsedim. Gülümsedi. ''Markete gidiyorum,'' dedim sonra. ''Sen?''

''Ekmek almaya,'' diye mırıldandı. ''Markete gidecek bir kardeşim olmayınca iş başa düşüyor.''

Aman kıyamam, gel bizimle yaşa da gör işi başı?

Neyse sakinim. Huh! Bu arada sanırım o emoji olayını görmemiş. İşte şimdi kaldığımız yerden devam edebiliriz Yekta Bey.

Birlikte sorgusuz sualsiz markete kadar yürüdük ve bu süreçte hiç konuşmadık. Baharatların olduğu rafa gidip önce annemin istediklerini sonra da bir kutu şehriye aldım. Yekta çoktan ekmeğini almış kapının orada beni bekliyordu. Yani bana baktığına göre beni bekliyor olması gerekti değil mi? Valla billa halledemiyorum bu âşkı, yapma oğlum işte bunu yapma ya.

Birkaç pardon dilim aza varmış yaklaşık on beş tane tuzlu kraker aldıktan sonra elimdekilerle kasaya yöneldim. Hızla kasadaki işimi hallettikten sonra dışarı çıktık. Hava biraz daha kararmıştı. ''O krakerlerin hepsini sen yiyorsun değil mi?'' diye sordu Yekta yumuşak bir sesle. Sesine kurban olurum ama sen bu sesle Buse'ye şarkı falan söylüyorsundur şimdi... Bak işte düştü hayallerim yine suya git boğ kendini orada.

Gülümsedim. ''Evet, çok severim.''

''Biliyorum.''

''Ne güzel.''

Saçmalama istersen canım?

Kendimi toparlama isteği duymadan yan yana ilerlemeye devam ettik. Onun boyu benden yaklaşık on santim kadar daha uzundu. Ben bir altmış sekizdim, o da sanırım bir seksen civarıydı. Elindeki ekmek poşetine bakarken sırıttım. ''İki ekmeği ben tek başıma yiyorum.''

Güldü. ''O kadar çok mu?''

''Vallahi o kadar çok,'' dedim. ''Çok ekmek yerim ben.''

''Benim pek aram yok,'' diye karşılık verdi. ''Ama sizin evde de çok ekmek yenir tabii. O kalabalık aile sofrası insanın olmayan iştahını ortaya çıkarır.''

''Eh biraz öyle oluyor tabii,'' dedim. ''Ama eniştem alıyor genelde ekmekleri aşağı sokaktaki fırıncıdan, o ekmekler de gel beni ye diyor resmen.''

Bu onu gülümsetmişti. Nezaketen mi gülüyorsun yoksa sahiden içinden gelerek mi? Bunu bilsem kendimi boş yere yormam. Gerçi zaten yormamalıyım, biz hiçbir şey olamayız çünkü ben sana ait seninle ilgili hayaller bile kuramam. Ah, aklımın içine girip boks maçı yapmam gereken konular var.

Kulaklığım kulağımda takılı kalmaya devam etse de müziği tamamen kapatmıştım. Karşı kaldırıma geçip daha ağır bir şekilde yürümeye başladığımızın farkına vardığımda bunun olmamasını istediğim kadar olmasını istemek de benim suçumdu. ''Ee?'' dedim sonra Yekta'ya neşeli bir şekilde. ''Buse'ye ne alacağını buldun mu bari?''

Bu onu hemen harekete geçirmedi ve ruhsuz bir sesle, ''Daha değil,'' dedi. ''Hediye almak konusunda çok başarısız bir insanım.''

Gülümsedim. ''İnsan sevdiği insana hediye alırken pek düşünmemeli oysa, seni mutlu eden şey onu da mutlu eder.''

Çok acıyor canım, gerçekten.

Sözlerim Yekta'yı düşündürmeye başlarken, ''Gonca,'' diye konuştu. Adımı ondan duyunca her seferinde aynı hissi yaşamak zorunda kalmasaydım keşke.

''Efendim Yekta?''

''Kendimi çok garip hissediyorum.''

''Ne konuda?''

''Bilmiyorum,'' dedi kuru bir sesle. ''Biliyorum seninle çok yakın değiliz ama ben kimseyle yakın değilim zaten. İnsanın bazen konuşmaya ihtiyacı oluyor öyle değil mi?''

Kendimi kötü hissettiğimde bunun ne anlama geldiğini bilecek zekâya sahiptim şükür ki ama anlamazlıktan geldim çünkü konuşmasını deşsin ve net olsun istedim. ''Evet oluyor ama bir şey mi var ki? Evet söylediğin gibi çok yakın bir arkadaşlığımız yok ama geçen sene güzel zamanlarımız da olmadı değil, yani arkadaşlığımız fena sayılmazdı.''

Gülümsediğini gördüm gözlerim dudaklarına takılırken. Amacın ne senin çocuk?

Kaşlarımı çatarak, ''Buse ile konuşabilirsin,'' dedim açıkça. ''Kimseyle yakın olmasan bile hayatında olan insana karşı içini dökebilirsin. Tabii ben akıl veriyor gibi olmayayım sonuçta sen beş yaşında değilsin.''

''Konu tam olarak benim,'' diye döküldü dudaklarından aklımı çelme takan sözler. Bu sırada yürümeye devam ediyorduk ama yol bitsin istemiyordum. Sıkıntı çekiyordu. ''Son zamanlarda kendimi kendim gibi hissedemiyorum. Neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar veremiyorum. Sanki bu ben değilmişim gibi.''

Hadi çıkar şu baklayı hadi!

''Niye öyle söyledin ki?'' diye sordum Mayıs taklidi yaparak. Salak olmak için onun kılığına girmem yeterliydi.

''Bilmiyorum,'' dedi sonra. ''Sen iyi birisin ve beni ne zaman olursa dinleyeceğini biliyorum ama son birkaç aydır olmak istediğim Yekta değilmişim gibi.''

Onu durdurdum ve yüzüne baktım. Aramızda otuz santim kadar mesafe vardı. Koyu kahverengi gözlerinde cümleleriyle aynı eksene düşen karamsarlığı görüyordum. Bu karamsarlıktan ziyade huzursuzluktu. Sahiden olmadığı biri gibi mi hissediyordu kendini? O halde neden bunu bana anlatıyordu sanki? Kurumuş dudaklarımı ısırıp ıslattıktan sonra ona bakarken kalbimi kenara koydum ve öyle konuştum. ''Bana açık olmaya çalışıyorsun farkındayım ama sana açık oluyorum, eğer ki sorun Buse ile ilişkinse bunu onunla hallet.''

''Buse...'' Bundan sonra cümlenin devamını kolayca getiremedi. ''Aslında...'' Sonra söyleyeceği şeyden vazgeçti ve elini koluma koyarak sıvazladı. Yutkunamadım. Yanağımdan makas alıp elime şeker de var, utanma utanma. Gülümserken, ''Bunu hiç konuşmadık var sayalım,'' diye ekledi. ''Sadece aklım karışık ve konuşmak için birilerine ihtiyacım vardı.''

''Psikoloğa gidebilirsin?''

Sustu.

''Şaka şaka,'' dedim sevimsizce. ''Ayrıca gidebilirsin yani gayet normal ama ben seni dinlerim. Her insan kendini dinleyecek, anlayacak birine ihtiyaç duyar. Biz seninle kanka değilsek de düşman da değiliz.''

''Kanka mı?'' diye gülümsedi keyifsizce. ''Hiç hoşlanmam bu tabirlerden.''

''Ne tesadüf ben de.''

''Ama daha iyi bir arkadaş olabiliriz,'' dedi. ''Bir anda nereden geliyor bu dersen, sanırım düşüncelerin özgür kalma vakti geldi. Konuşmak, anlaşmak herkesin hakkı.''

''Olalım tabii,'' dedi zorla konuştuğumda. ''Olalım daha iyi birer arkadaş.''

Tebessümü çok gerçekti ama içimdeki nehirlerde en acılı plaklar çalıyordu.

Sırıttım. ''Hatta beraber maça falan da gidelim.''

''Sever misin futbolu o kadar çok?''

''Hastasıyım.''

''Tabii Beşiktaşlı olduğunu unutmuşum.''

''Tabii sen de öyle olduğun için unutmazsın.''

''Hayır biliyordum zaten,'' dediğinde susmak zorunda kaldım.

İnan bana aklımı karıştırmak ve beni kendinden soğutmakla, soğutmamak arasındaki dengede tutuyorsun. Ne gidebiliyorum ne gelebiliyorum. Gelmeyeceğimi biliyordum da gitmeyi öğrensem her şey düzelecekmiş gibi.

On dakika kadar sonra eve vardığımızda bizim evin oradaki kaldırımın önünde durduk. Böyle olmamalıydı, böyle olmasaydı keşke. Kalbi boş olsaydı ve orada kendim varmış gibi hayal kurabilseydim. Beraber ekmek almaya gitseydik ve beni eve bırakıp, yanağımdan öpüp öyle girseydi evine. Sarılsaydık, gülüşseydik, müzik dinleseydik... Höst be elinin körü Gonca kızı! Başlayacağım senin kurduğun pamuk şekerli hayallere. Eve gir pilav yap çabuk!

''Teşekkür ederim,'' dedi Yekta. ''Beni dinleyeceğini biliyordum.''

''Seni dinlemedim ki,'' deyip düzelttim. ''Bu tam olarak bir konuşma sayılmazdı demek istedim çünkü sen bir şey anlatmadım.''

''Olsun,'' dedi kafasını sallarken. ''En azından denedim.''

Omuzlarımı düşürüp elimdeki poşetin sapıyla oynamaya devam ettiğimde, ''Bilirsin çok felsefik konuşamam ama bir sonraki adımını düşünüyor ve atmaktan korkuyorsun önce şu an olduğun yerin ne kadar sağlam olduğundan emin ol, belki bu işini daha da kolaylaştırır,'' dedim.

''Olur,'' dedi Yekta memnuniyetle.

Gülümsedim ama çok azıcık.

''Neyse çok geç kalma sen de,'' dedi geri geri giderken. ''İyi akşamlar okulda görüşürüz.''

''Sana da iyi akşamlar.''

Arkasını dönerek evlerine doğru ilerlediğinde gözlerimi kapattım ve kendimi dinledim. Birkaç saniye öylece kendimi dinleyerek yüreğimdeki ağırlığın kalkmayacağını bildiğim halde hafiflemiş numarası yapıp eve girdim.

Elimdeki poşetlerle mutfağa giriş yaptığımda İkbal ablam, ''Şükürler olsun,'' dedi. ''Nerede kaldın Gonca? Akşam oldu ne ara yapacağız pilavı?''

''Tamam ben şimdi yaparım,'' diyerek poşeti masanın üzerine bıraktım. ''Hemen bir kürek ve kazan verin bana.''

İkbal ablam gülmeye başladığında, ''Bir saate kadar hazırlayalım,'' dedi. ''Hale zaten birazdan gidecek.''

''He,'' diye sırıttım kendi kendime. ''Ödevi vardı onun doğru.''

''Çok çalışıyor.''

İç çektim. ''Ah ah bilmez miyim? Çok çalışıyor yazık benim ablama.''

''Hale onun hakkında böyle düşündüğünü bilse çok duygulanır.''

''Ağlar hatta.''

Ablamla gülüşmelerimiz devam ederken krakerlerimi buzdolabının en üstüne koydum ve üzerimdekini çıkardığım gibi kollarımı sıvayarak pilavı yapmaya başladım. Şehriyeleri kızartırken ablam da yıkadığı pirinci yanıma koydu. Fırından kokular gelirken, ''Abla sanırım pişti fırındaki,'' dedim. ''Kokuyor.''

''Şimdi çevirdim,'' dedi. ''Biraz daha kızarsın tavuklar.''

Kızaran şehriyelerin üzerine koca bir kâse yıkanmış pirinci döktükten sonra tahta kaşıkla karıştırmaya başladım. İçeriden haber kanalının sesleri gelirken babam da yorum yapmayı ihmal etmiyordu. Annem dışardaki çamaşır ipinde asılı olan çamaşırları topladıktan sonra elinde sepetle mutfağın açık olan kapısından içeri girdi. ''İkbal çorbanın altını kapatın artık kızım, yeter o kadar piştiği.''

Ablama fırsat kalmadan hemen ocağın altını kapattım. Annem mutfaktan çıkarken az sonra Ferdi abim elinde içecek ve bir poşet çekirdekle içeri girdi. ''Hoş geldin,'' dedi İkbal ablam, abime. ''Erkencisin.''

''Öyle oldu,'' diye konuştu abim. Ardından yanıma gelerek yanağımdan makas alıp gözleriyle pilavı işaret etti. ''Bak suyunu dengeli koy geçen sefer biraz lapa olmuştu gözümden kaçmadı.''

İmalı bir şekilde güldüm. ''Bir kereye mahsustu o ya. Onun dışında çok güzel yemek yapıyorum.''

''Biliyorum Gonca,'' dedi abim gülümseyerek. Telefonuna mesaj geldiğinde onu okurken gülümsedi ve cevap yazdı. Pilavın suyunu döktükten sonra biraz da tuz ekleyip tencerenin kapağını kapattım. Pilav ağır ağır pişerken sofranın kurulumuna başladım.

Çok gecikmeden tüm aile Hale ablam hariç sofradaki yerimizi aldık. Çorbalarımızı içtikten sonra pilav ve yanındaki fırında tavuğumu yerken hepsinin yüzüne baktım. Necmi eniştem iştahla pilavı kaşıklarken, ''Afiyet olsun enişte,'' diye güldüm. ''Lütfen pilavı puanlayalım.''

Eniştem ağzındakini bitirene kadar Gürbüz çerçeveli siyah gözlükleriyle bana bakıp, ''İki veriyorum,'' dedi.

''Canımın içi karne notunu sormadım,'' dedim ona.

Dilini çıkardı.

Mayıs, ''Altıdan yedi,'' dediğinde gözlerimi ona çevirdim. ''Niye?''

''Şehriyeli pilav sevmem ben.''

''Zevksiz.''

''Dokuz veriyorum,'' dedi eniştem keyifle. ''Sırf İkbal'i zirveden indirmemek için o da.''

''Ayıp oluyor enişte,'' diye karşılık verdiğimde Bekir'in tabağındaki pilavı bitirdiğini gördüm. Coşkulanarak, ''Bitirmiş bile biri,'' dedim. ''Kaptım on puanı.''

Bekir dudaklarını yalarken tabağında kalan son pirinç tanesini de ağzına atıp, ''Ne on puanı be?'' diye hırladı. ''Sırf daha fazla görmeye katlanamadığım için ortadan kaldırmak istedim.''

Masanın altından ayağına bir tane teptiğimde, ''Yavaş!'' diye tepki verdi biri ve bu Ferdi abimdi.

''Anam hatlar karıştı,'' diye ısırdım alt dudağımı. ''Abiciğim kusura bakma sana değil Bekir'e geçirecektim.''

''Biliyorum,'' dedi Bekir sinsice gülerek. ''Bu yüzden senin karşına oturduğum zaman ayaklarımı saklıyorum. Buna zekâ diyoruz güzelim.''

''Aynen canım geri zekâ.''

Birbirimizle didişmeye devam ederken babam tavuklarını bitirdiğinde pilavıma yorum yapacağı sıra gözlerini bana çevirerek, ''Eline sağlık Gonca,'' dedi. ''Güzel olmuş.'' Sonra İkbal ablama gülümsedi. ''Senin de eline sağlık kızım, hepsi çok güzel olmuş.''

''Tatlı var daha baba,'' diye ayaklandı ablam. Babam onu durdurdu. ''Sonra yerim onu da, bir abdestimi tazeleyeyim. Hadi size afiyet olsun.''

''Sağ ol baba,'' dedi Bekir konuşurken. Babam sofradan kalktığında tabağımdakini bitirdim ve suyumu yudumladım.

''Ellerinize sağlık,'' diye ayaklandı Mayıs usulca. ''Ben odama çıkıyorum.''

''Şş,'' dedi annem gözleriyle Mayıs'a bakarken. ''Bak ablanın dersi varmış, bulaşıkları İkbal ablanla hallediverin hadi. Olmaz kızım öyle aa!''

''Ya ama anne,'' diye sızlandı Mayıs. ''Benim de dersim var.''

''Üf tamam gitsin köyüne anne bırak,'' dedim omzumu silktiğimde. ''Yaparım ben her türlü. Yarın dersim öğlen zaten.''

''Tamam ya toplarız dert etmeyin,'' diye rahat bir şekilde bize dahil olan kişi Ferdi abimden başkası değildi.

Ellerimi açarak, ''Allah'ım şu günlerin hürmetine benim karşıma da Ferdi abim gibi birini çıkar,'' diyerek ellerimle yüzümü sıvazladım. ''Çok amin.''

Bekir sırıtarak, ''Bu kızın canı koca istiyor,'' dediğinde hemen onun yanında oturan Ferdi abim Bekir'in kafasına hafifçe vurdu. ''Ne pis pis konuşuyorsun öyle sen? Ablan o senin.''

Bekir, ''Aman hemen dikkat edeyim laflarıma,'' diye ayaklandı ve elini sofradaki şekerpareye uzatıp aldığını ağzına attı. Ağzının kenarından taşan şerbetle yüzümü ekşittiğimde annem kızarak, ''Oğlum dökmeden yiyin şunu,'' dedi. ''Otur da ye bari.''

Bekir ağzındakiyle yukarı çıktığında Gürbüz ve göbeği ortamı terk etti. ''Ben de ödev yapmaya gidiyorum. Güle güle.''

''Maşallah maşallah,'' dedim arkasından. ''Bu evdekilerin okuma azmi beni duygulandırıyor.''

''Nazar değmesin.''

''Amin anacığım amin.''

Az sonra sofrayı topladık ve abim de bize yardım ettikten sonra bulaşıkları hallettik. Hava serindi ama güzeldi ve bunun keyfini çıkarmak adına bahçedeki masada ben, Ferdi abim ve eniştem bir araya gelerek çaylarımızı içmeye başladık. Çekirdeğimiz de vardı. Ferdi abim çay bardağını masaya bırakırken, ''Senin ödevin yok muydu Gonca?'' diye sordu.

''Var da canım şu an hiç yapmak istemiyor,'' dedim. ''Gece yaparım.''

''İyi madem.'' Enişteme döndü. ''Enişte senin işler nasıl gidiyor?''

''Gelecek hafta bir düğün var, oraya gideceğim.''

Güldüm. ''Valla abiciğim çok şanslısın, sazcımız da hazır. Eniştem döktürür artık düğümüzde.''

Eniştem ince bıyıklarını sıvazlarken, ''Yani evet şanslı olduğunuz doğru şimdi,'' dediğinde Ferdi abim gözlerini kısarak, ''Yaza kadar ses tellerine dikkat et ama enişte,'' dedi. ''Aman nazar değdirme.''

''Bir şey olmaz bir şey olmaz,'' dedi keyifle. Çay bardağını eline aldığında arkamda bir hareketlilik sezdim. Gelen Bekir'di. Tarzan gibi üzerinde sadece siyah spor atleti vardı. Abim onu böyle görünce kızarak, ''Oğlum hasta mı olmak istiyorsun?'' diye sordu. ''Giysene üzerine bir şeyler.''

''Üşümüyorum abi,'' dedi Bekir yanımdaki sandalyeyi çekip oturduğunda.

Ona eğreti bir bakış attım. ''Aman sırf spor yapıyor ya kaslarını belli etmek için geziyor evde böyle, sanki kimi etkileyecekse Samuray Jack!''

''Çalış senin de olur,'' diye bozdu saçlarımı. ''Kibariye!''

Ona dirsek attığımda, ''Yavaş lan,'' diye kızdı sonra.

Dudağımın kenarını kıvırarak, ''Bak çalışmadan da canını acıtabiliyorum,'' dedim. ''Demek ki çok güçlüyüm ve yaptığın spor bir halta benzemiyor.''

Bekir esmere yakın, yanık teniyle bana bakarken onu alıcı gözlerle süzerek, ''Hayret bugün yüzün temiz,'' dedim. ''Bugün kimseyle kavga etmemiş, şaşırtıcı.''

''Sorma ya,'' dedi. ''İşler kesat.''

Eniştem kendine mani olamayıp güldüğünde Bekir içlenerek elini masaya koydu. ''Bir sigara falan verin abi bari.''

Ferdi abim boş ifadeyle onun yüzüne doğru, ''Senden başka sigara içen mi var bu evde?'' diye sordu. ''Bak babamın bile haberi yok daha bir de gelmiş evde sigara içmek istiyorsun!''

''Salla ya onu,'' dedi Bekir boş vermişlikle. ''Haberi vardır sırf beni sigara içerken basacağı anı kolladığından böyle davranıyor.''

''Manyak bu çocuk,'' dedi eniştem.

''Çok haklısın enişte,'' diye gülümsedim.

Bir sessizlik olduğunda Bekir derince bir iç çekerek kolunu uzattı ve uzaklara baktı. Ferdi abim bunu fark ederek, ''Ne derdin var senin yine?'' diye sordu.

''Yok bir şey abi.''

''Söyle söyle var bir şey.''

''Bana biraz borç para versene,'' diye döküverdi sıkıntısını. ''Kramponum patladı abi valla bak kötü bir iş için istemiyorum.''

Abim arkasına yaslandı ve gülerek saçlarını düzelttiğinde, ''Uyuşturucu kaçakçısı dedik sanki hemen süt dökmüş kediye dönüyor,'' dediğinde saçlarımla oynadım. ''İş para istemeye gelince öyle olur kendisi.''

''Sen bir sussana kızım!'' diye laf attı hemen. ''Keyfimizden değil herhalde. İleride takımın alt yapısına girersem peşimde 'bir imza abi'' diye dolanırsın.''

Kahkaha atarak sarsıldım. ''Ay kurduğu hayallere bak, hadi canım hadi.''

Eniştem, ''Ama eniştene verirsin değil mi bir imza Bekir?'' diye sorduğunda duraksadım. ''Enişte sen yapma bari ya!''

''Niye öyle diyorsun ki Gonca?'' dedi eniştem. ''Gayet de iyi oynuyor topu. Yetenekli kardeşin var şimdi eğriye eğri doğruya doğru.''

''Aman iyi bir şey demedik,'' diye kıstım sesimi.

Bekir yüzünü yüzüme yaklaştırdı. ''Bir kere tebrik etmeyi bilsen ölürsün değil mi?''

''Keşke sen de bana aynısını yapsan,'' dedim hızla.

''Üniversiteyi kazanınca forma alacağım parayla sana elbise aldım ya, ne çabuk unuttun lan onları? İlla hatırlatmak mı lazım?''

''Gonca bir daha ''lan'' deme kızım!'' Bu ses babamın sesiydi ve buraya bağırıyordu.

Ben de ona bağırdım. ''Baba ben söylemedim Bekir söyledi.''

Babam, ''Ha tamam sorun yok,'' dedi. ''Onun ağzına normal böyle şeyler.''

Gülmeye başladığımızda eniştem, ''Kayınpederin de kulaklarına maşallah,'' dedi. ''İyi duyuyor.''

''Aman nazar değmesin,'' deyip tekrar Bekir'i yüzüne baktım. ''Tamam unutmadık ya iyi ki bir elbise aldın ama sor bakalım kaç kez giydim? Bir kez o da Mayıs'ın doğum gününde.''

''Adam olana çok bile.''

''Ha ha!''

Biz konuşurken Ferdi abim cebinden çıkardığı bir miktar parayı Bekir'e uzattı. ''Al şunu, yeter mi bu kadar?''

Bekir parayı alınca dayanamadı eniştem de çıkardı biraz verdi. ''Al bunu da, daha iyisini alırsın Bekir.''

Bekir kendini mahcup hissettiğinde, ''Valla sağ olun ya,'' dedi. ''Ben ne diyeceğimi bilmiyorum şu an.''

''Teşekkür edeceksin sadece görgüsüz,'' diye takıldım ona. ''Bir de duygusal rol kesiyor.''

''Gonca çenenin yayını...''

''Şş,'' diye sözlerini kesti hemen Ferdi abim. ''Uzatma tamam.''

''Neyse,'' dedi Bekir parayı masanın üzerinden indirdiğinde. ''Eyvallah abim ve eniştem. İleride bu size kat kat geri dönecek bakın çok büyük konuşuyorum ama öyle olacak. Benim var oluş amacım bu bir kere.''

''Bekir dünya gözüyle senin bir topçu olduğunu görmeden ölmek istemiyorum,'' dedim sakince. ''Bak sıfır alay on gerçek his.''

''Sana da eyvallah Kibariye.''

Gözlerimi devirerek ayaklandım. ''Neyse ben odama çıkıyorum biraz ders çalışayım, siz de çok üşütmeden girin içeri iyi geceler.''

''Sana da abiciğim,'' diye seslendi arkamdan Ferdi abim.

Buzdolabının üzerindeki kraker poşetini alıp odama çıktım ve krakerleri dolabıma koydum. Saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdıktan sonra yine her zamanki geleneğimi yaparak penceremin kenarına yaklaşarak perdemi sıyırdım ve karşı evi, Yekta'nın odasını dikizledim. Gördüğüm şey perdeleri çekik bir pencereydi. Işık yoktu. Aman ne güzel.

Ben ve kara bahtım perdemi kapatıp arkasını döndü. Çalışma kitaplarımı masaya koyarak bir paket de kraker açıp sandalyeme çömeldim ve abujurumu yakıp kafamı kitaplarıma gömdüm. Çalış Gonca çalış.

Ertesi sabah geceye kadar çalıştığımdan mütevellit biraz geç uyandım ve duştan çıktıktan sonra herkesten ayrı kahvaltımı yaptığım gibi odama tekrar çıkarak hazırlanmak için aynamın karşısına geçtim. Açık mavi kotumu bacaklarım geçirdikten sonra üzerime gömlek, onun üzerine de örgü hırkamı giydim. Minik detayı olan kolyeyi de boynuma taktım. İki üç makyaj yapıp ayna karşısında fotoğraf çekip story paylaştıktan sonra doğruca okulun yolunu tuttum.

Gülbade'yle otobüsten inip okul yolunda ilerlemeye başladık. Gülbade, ''Şimdi ben iyice şüphe etmeye başladım,'' diye devam etti. ''Bu Yekta...''

''Hayırsız Yekta,'' diye düzelttim onu.

Güldü. ''Aynen Hayırsız Yekta... Gitarında senin ona verdiğin mavi baskılı etiket var ve seninle konuşmak istiyor.'' İkimiz de öylece durduğumuzda Gülbade beni kendine çevirerek kocaman olmuş gözleriyle, ''Burnuma çok tuhaf kokular geliyor,'' dedi.

''Benim de,'' diye karşılık verdim. ''Bak kendimi üzmek istemiyorum ama öyleyse eğer niye Buse var hayatında? Buse'yi mi kullanıyor yani?''

''Saçmalama buna kullanmak diyemeyiz,'' dedi Gülbade hızla. ''Tamam çıkıyorlar ama ne bileyim... Peki ne dedi başka sana Yekta, Hayırsız Yekta?''

Tekrar yürümeye başladık. ''Ben uçuş uçuş hayaller kuracak bir insan değilim biliyorsun ama hal ve hareketleri çok değişik. Dedi ki; kendimi son zamanlarda hiç kendim gibi hissetmiyorum.'' İç geçirdim. ''Kabız olmuş galiba.''

Gülbade ansızın güldüğünde, ''Bir ciddi kal ya,'' dedi. ''Şurada bir olay çözüyoruz.''

''Aynen Rıza baba,'' deyip dalga geçtim ve saçlarımı savurdum. ''Bak iki haftaya vizeler başlayacak ama benim uğraştığım işlere bak? Cidden sıkıldım bundan artık. Sevmek istemiyorum onu.''

''Onu yapalı çok oluyor ama,'' diye derdime dert kattı Gülbade. ''Fakat ben sözümün arkasındayım hâlâ. Bu ikisinin ayrılığı eli kulağında. Hem bir düşün; Yekta'yı az da olsa tanıyoruz ve olmasını istediği ilişki biçimi bu mu? Gitar çalan, havalı çocuğun manitası yeni gelin triplerine giren, dirseğine kadar altın bilezik takarak günlerde hava atacak potansiyele sahip model mi? Cidden mi ya?''

''Güzel kız,'' diye avuttum kendimi. ''Güzel işte.''

''Dışı Netflix içi Flash Tv,'' dedi Gülbade, Buse için. ''Yekta da erkeklerin çoğu gibi dış görünüşüne ağzının suyunu akıtmış olacak ki çıkmaya başladılar ama baktı ki Buse'nin içinde tipine ters düşen biri yatıyor sonra geldi sana ağladı...''

''Kafam allak bullak oldu.''

''Yekta, Buse'yi sevmiyor.''

''Yekta ama ne bok olduğu belli olmayan trafik lambası.''

''Keşke birine aşık olsam da ben de böyle konuşsam.''

''Canına mı susadın kardeşim?'' diye sordum biz o esnada güvenliği arkamızda bıraktığımızda. ''Bekârlık sultanlık abi takıl kafana göre.''

''Ee siz şimdi daha mı yakın arkadaşsınız?''

''He kanka olacağız.''

Kıkırdadı. ''Ay delireceğim.''

''Aynen,'' dedim ona eşlik ederken. ''Bu filmin sonunda Bakırköy'den sana el sallarım.''

Gülbade, ''O değil de,'' diye adım atmaya başladık merdivenlere doğru yönelirken. ''Sen bu etiket işini bir kaşı bak, oradan bir şeyler çıkabilir. Ben buradan bir senaryo yazarım ama tünelin ucunda ne çıkar bilinmez.''

''Bana etiket deme ya,'' dedim isyan ederek. ''O etiket yüzünden çocuğa ateşli emoji attım.''

Daha çok güldü. ''Şanslısın ki o emojiyi görmedi.''

''Ne büyük şans.''

Sınıfa girdik ve yerimize oturduk. Yekta bugün okula gelmemişti ve gözüm hep onu aramıştı. Aramaması gerekiyordu ama sınırsız konuşmalı paket gibi benim kalbim, ne kadar ararsa arasın sorun olmazdı. Karşı tarafın kalbi benim kalbime kapalı olduğundan biraz da.

Bok gibi geçen bir günün ardından sallanarak eve geldim.

Bekir evdeydi ve annem başında dikilmiş ona halıları toplattırıyordu. ''Annem, yavrum benim evladım düzgün katla şunları,'' diye uyardı annem, Bekir'i. ''Çöpe atmayacağız oğlum yıkayacağız.''

Bekir isyan naraları attı. ''İki katlı evin her odasındaki halıyı toplattırdın be kadın! Anladık sporcuyuz, zekiyiz, çevik ve ahlaklıyız ama bu kadarı da eşek niyetine oluyor.''

Gülerek arkalarında durdum. ''Canım sen bu saydıklarına inandın mı cidden?''

Bekir terlemiş haliyle bana kızgın kızgın bakarken, ''Aha geldi deli,'' dedi. ''Gel sen katla biraz da şu halıları. Yirmi tane halı katladım.''

Kendimi koltuğa atıverdiğimde bacak bacak üzerine atıp kollarımı iki yana açıp bayılma taklidi yaptım.

Annem, ''Kızım çok mu yoruldun?'' diye sordu.

''Ölüyorum ya.''

''Rabbim nasip et,'' diye güldü Bekir. Ben ayağımla onun bacağına annem de ensesine bir tane vurduğunda yerinde zıpladı. Annem, ''Bir de dua ediyor,'' diye kızdı. ''Ayıp kardeşin o senin.''

''Anne cidden sorun bunun ayıp olması değil de bana yazık olması değil mi?'' diye sordum ölü gözlerimle. ''Hem toplasın ya işi ne ki bunun zaten? Şuna bak kaçmış gelmiş yine okuldan!''

''Ders boştu,'' diye savundu.

''Bu kaçıncı boş ders acaba?'' diye sordum. ''Aman neyse sen zaten topçu olacaktın unutmuşum.''

''Aferin böyle yola gel.''

''He Bekir ya valla he.''

Annem, ''Bakın yarın bu yirmi tane halı yıkanacak,'' diye baktı ikimize de. O an ilk kez Bekir'le aynı fikirde buluştuk. Bekir, ''Anne senin tek evladın biz miyiz gözünü seveyim ya?'' diye sordu. ''Sırf bu işler yüzünden yarınki antrenmana gidemeyeceğim. Halı yıkamak için kariyerimle oynadığının farkında mısın be Sultan momy?''

''Oğlum leş gibi oldu halılar ne yapayım ya?'' diye konuştu annemi, ay yazık kadına kıyamıyorum haklı şimdi yani. ''Her gün dışarından içeri kaç kişi girip çıkıyor. Zaten Ferdi abin, İkbal ablan, Mayıs da gelecek.''

''Mayıs ne için gelecek?'' dedi Bekir saf saf. ''TikTok çekmek için mi yoksa Nasıl Halı Yıkıyorum adlı videosu için mi?''

Bu beni güldürdüğünde bir kardeşime karşı olan fikirlerimin bir kardeşimle aynı düşmesine hep gülerdim ve bu hep değişirdi. Annem bunalarak, ''Ne bileyim ne videosu olduğunu,'' dedi. ''Çekmez video mideo. Hadi şu halıyı da kaldır da yarın hep birlikte yıkarız.''

''Yirmi halı,'' diye kıstım gözlerimi düşünceli düşünceli. ''Bu bize bel, diz ve omuz ağrısı olarak döner.''

''Orası belli zaten,'' dedi Bekir homurdanarak halıyı kıvırdıktan sonra. Tek hamlede koca halıyı omzuna attıktan sonra kırk yaşında göbekli sucu abiler gibi oturma odasından çıktı.

Ben de duruşumu hiç bozmadan kafamı kapıya doğru çevirdim ve Nihal'in gelinliğini gören Bihter gibi arkasından baktım.

Çok yorgunum dostlar. Biraz uykuya ihtiyacım var.

Akşam yemeğini yedikten sonra biraz ders çalıştım ve telefonumu elime alarak Yekta ve Buse'nin hesaplarına girdim. Fake hesabımda olduğum emin olmak için her on saniyede bir profil fotoğrafıma bakıyordum. Sütten ağzı yanan bir daha yoğurt yemez işte bırak üflemeyi... Hiçbir şey paylaşmamışlardı yani ikisinin beraber olduğu. Buse kendini hikâyesine atmış ve birkaç da manzara fotoğrafı paylaşmıştı. Yekta'nın profili de başarılı ama değeri bilinmeyen bir sanatçı gibi susuzdu. Aferin böyle ol canımı ye.

Sıkıntıdan kendimi duvardan duvara attıktan sonra kalktım dersin başından ve iki paket krakerle beraber yatağıma kurularak telefonumdan Lucifer'ın son sezonunun ikinci bölümünü açıp izlemeye başladım. Bu dizi bittikten sonra sıradaki diziye geçecektim. Akasya Durağı'na... Şaka.

Üç bölüm peş peşe izledikten sonra gözlerime çöken ağırlığın bana verdiği yetkiyle ayaklandım ve pijamalarımı giyinip banyoya gittim. Dişlerimi fırçalayıp iki krem sürdüm. Odama tekrar döndüğümde yatağımı açtım ve içine girmeye hazırlandım fakat radar görmüş araba gibi kendimi yine penceremin önünde buldum.

Yekta'nın her zaman çekik olan perdeleri yine öyleydi fakat koyu mor bir ışığın dışarı yansıdığını görüyordum. ''Kötü yola mı düştün lan hayırsız mor ışık ne?'' diye konuştum kendi kendime. Şaşkındım.

Bunu söylememin üzerinden on saniye geçtikten sonra da mor ışıklar kapandı.

📝

Bölüm sonu.

Yekta ama Hayırsız olan. Evladım derdin neyse çözeceğiz merak etme. :)

Evet gönül isterdi ki yarın yine aynı saatte buluşalım ama iki gün sonra vizelerim başlıyor ve 10 tane sınava gireceğim. Biraz ayrı kalacağız fakat ben yine hızlıyımdır bilirsiniz, en güzel şekilde döneceğiz ve eğlenmeye kaldığımız yerden devam edeceğiz. Nota için de geçerli bu tabii. Umarım bana da ''rahmetliyi nasıl bilirdiniz' diyecek bir dönüş olmaz yani bilemiyorum Altan o sınavlar benim ölüm fermanım.

Kendinize güzel bakın.

Instagram & Twitter: sumeyyedmrkan

Seviliyorsunuz. ❤️

Continue Reading

You'll Also Like

568K 21K 49
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
181K 7.2K 26
Damla: Dedem doğum yaptı, taksi param da yok bana bi 400 ateşler misin yakışıklı? Yakışıklı: Deden doğum yaptı? Yakışıklı: Tanıştığımızı sanmıyorum...
2M 120K 64
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
1.7M 68.8K 55
"0549******: Umarım iş telefonumu meşgul etmen için geçerli bir sebebin vardır. (20.13) Afra: OHA! OHA! OHA! (20.13) Afra: Koskoca Kuzey Taşoğlu bana...