OYUNBAZ 7 TUTSAK 1 ÖLÜ (+18)

By Limaei

4.5M 382K 528K

1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İ... More

▂ ▄TANITIM▄ ▂
▂ ▄TANITIM FİLMİ▄ ▂
TUTSAKLAR& OYUNBAZLAR
BÖLÜM 1 • GÜN 1
BÖLÜM 2• GÜN 1'
BÖLÜM 3 • GÜN 1''
BÖLÜM 4• GÜN 2
BÖLÜM 5• GÜN 7
BÖLÜM 6 • GÜN 7'
BÖLÜM 7• GÜN 8
BÖLÜM 8• GÜN 8'
BÖLÜM 9• GÜN 8''
BÖLÜM 10• GÜN 8'''
BÖLÜM 11• GÜN 9
▂ ▄TANITIM FİLMİ 2▄ ▂
BÖLÜM 12• GÜN 9'
BÖLÜM 13• GÜN 9''
BÖLÜM 14• GÜN 11
BÖLÜM 15• GÜN 11'
BÖLÜM 16• GÜN 11''
BÖLÜM 17• GÜN 15
BÖLÜM 18• GÜN 15'
BÖLÜM 19• GÜN 17
BÖLÜM 21• GÜN 18
BÖLÜM 22• GÜN 25
BÖLÜM 23• GÜN 27
BÖLÜM 24• GÜN 28
BÖLÜM 25• GÜN 29
BÖLÜM 26• GÜN 30
BÖLÜM 27• GÜN 30'
BÖLÜM 28• GÜN 30''
BÖLÜM 29• GÜN 30'''
BÖLÜM 30• GÜN 31
BÖLÜM 31• GÜN 31'
BÖLÜM 32• GÜN 32
BÖLÜM 33• GÜN 34
BÖLÜM 34• GÜN 34'
BÖLÜM 35• GÜN 34''
BÖLÜM 36• GÜN 34'''
BÖLÜM 37• GÜN 34''''
BÖLÜM 38• GÜN 35
BÖLÜM 39• GÜN 35'
BÖLÜM 40• GÜN 35''
BÖLÜM 41• GÜN 36
BÖLÜM 42• GÜN 39
BÖLÜM 43• GÜN 39'
BÖLÜM 44• GÜN 40
BÖLÜM 45• GÜN 40'
BÖLÜM 46• GÜN 42
▂ ▄TANITIM FİLMİ 3: FİNALE DOĞRU▄ ▂
BÖLÜM 47• GÜN 43
BÖLÜM 48• GÜN 43'
BÖLÜM 49• GÜN 43''
BÖLÜM 50• GÜN 44
KALBİMİN İÇİNDEN BİR TEŞEKKÜR
INSTAGRAM CANLI YAYIN
▂ ▄2. KISIM: OYUNBOZAN TANITIM▄ ▂
▂ ▄OYUNBOZAN TANITIM FİLMİ 1▄ ▂
BÖLÜM 51• KAZANAMAYAN
BÖLÜM 52• KAYBEDEMEYEN
BÖLÜM 53• GÜN 70
BÖLÜM 54• GÜN 73
BÖLÜM 55• GÜN 82
BÖLÜM 56• GÜN 89
BÖLÜM 57• GÜN 90
BÖLÜM 58• GÜN 90'
BÖLÜM 59• GÜN 90''
BÖLÜM 60• GÜN 90'''
BÖLÜM 61• GÜN 90''''
BÖLÜM 62• GÜN 90'''''
BÖLÜM 63• GÜN 91
BÖLÜM 64• GÜN 92
BÖLÜM 65• GÜN 93
BÖLÜM 66• GÜN 93'
BÖLÜM 67• GÜN 93''
BÖLÜM 68• GÜN 93'''
BÖLÜM 69• GÜN 94
BÖLÜM 70• GÜN 95
BÖLÜM 71• GÜN 95'
BÖLÜM 72• GÜN 96
BÖLÜM 73• GÜN 96'
BÖLÜM 74• GÜN 96''
BÖLÜM 75• GÜN 97
BÖLÜM 76• GÜN 98
BÖLÜM 77• GÜN 98'
BÖLÜM 78• GÜN 98''
BÖLÜM 79• GÜN 99
BÖLÜM 80• GÜN 100
BÖLÜM 81• GÜN 102
BÖLÜM 82• GÜN 102'
BÖLÜM 83• GÜN 102''
BÖLÜM 84• GÜN 103
BÖLÜM 85• GÜN 103'

BÖLÜM 20• GÜN 17'

51.6K 4.8K 5K
By Limaei

Hoş geldiniiiz!

[Seninle düşüncelerimize

Bir delik açmak için

Geceleri beraber zirveye yürüyüş yapardık

Ve karanlık açıldı, atla ya da öl. 

İktidar altında yöneten gözler]

Keyifli okumalar!

• • •

Afra Ahsen Çakmak / Tutsak 7

17 Mayıs 2021

Ses gitti.

İlk başta orada olup olmadığından, duyduğum şeyin gerçek olup olmadığından emin olamadım. Yerini başka fısıltılar ve konuşmalar doldururken duyduklarım sadece bir rüyaymış gibi hissettirdi. 

"Ah, sanırım uyandı."

Gözlerimi araladığımda bana doğru uzanmış bir el gördüm.

Hatları bulanıktı. Görüşüm netleşince ise bu elin bana ait olduğunu fark ettim. Sanki bir şeyi kavramak, kaçıp gitmesini izin vermek istemiyormuş gibi elimi boşluğa doğru uzatmıştım. Oysa öyle bir şey, öyle biri yoktu. Elim havayı kavramaya çalışıyordu.

Gözlerimi kırpıştırınca etrafımda toplanmış endişeli yüzleri fark ettim. En yakınımda olan Kutay'ın gerilmiş yüz hatlarıydı. Hepsinin yüzünde tuhaf bir ifade vardı. Oysa gözlerim kapalıyken fısır fısır konuştuklarından emindim. Şimdi ses çıkaran tek şey çalan alarmdı.

"Ben... Ne oldu?" diye sordum güçlükle. Boğazım kurumuştu.

Egemen'in gözleri rahatsız edici bir dürüstlükle gözlerime odaklandı. "Bir şey söyledin," dedi düşünceli bir sesle. "Elini uzatıp, 'Beni kurtar,' dedin."

Aceleyle elimi geri indirirken derin bir nefes alıp yatırıldığım yumuşak koltuktan doğruldum. Diğerleri bana alan tanımaya çalışarak geriye doğru çekildi. Net görebildiğimi ve artık başımın dönmediğini fark ettim. Dilimle dudaklarımı nemlendirip birkaç düzenli nefes aldım. "Rüya gördüm."

"Günaydın!" diye şakıdı Çağrı yüksek sesle. Sesi çalan alarmı bastıramamıştı. "Hadi şimdi odalarımıza gitmeye ne dersiniz? Ölüm belamıza kaymadan falan."

Çalan zil kulağımda daha gürültülü bir hal alırken temkinle ayağa kalktım. Kutay destek olmak için bana tutacak gibi olsa da bunu yapmasına izin vermedim ve doğruldum. "Çok özür dilerim," dedim aceleyle. "Aniden kalkınca gözüm karardı. Kaç dakikadır baygınım?"

"Bir dakika bile olmamıştır," dedi Kutay yüzümü süzerken. Bir dakikalık bir baygınlıkta mı rüyaya benzer bir şey görmüştüm? "Bir dahakine dikkat etmeye çalış. Göz kararması için yarın birkaç tavsiye veririm." Duraksadı. "Kendini iyi hissediyorsan odalara geçelim. Zil sesi gittikçe artıyor ve ilk defa odaya geçme konusunda bu kadar geciktik."

"Çok özür dilerim," diye tekrar ettim. Kanın yanaklarıma hücum ettiğini, yanaklarımın yandığını hissedebiliyordum. Bir şeyi bulmanın heyecanıyla mı bayılmıştım yoksa gerçekten gözlerim mi kararmıştı? Bilmiyordum. Kafamı hızla sallayıp etrafa bakandım. Gözlerim düştüğüm yerde duran kitaba çevrildiğinde hızla gidip kitabı yerden aldım. Kitap ince olduğundan yere düştüğü gibi kapanmıştı, sayfaları açık kalmamıştı.

Beni tuhaf bakışlarla incelerken istemsizce tuhaf olduğunu düşündüğüm bir şekilde gülümsedim. Kendimi dışarıdan görseydim muhtemelen korku filminden fırlamış olduğumu düşünürdüm. Davranışlarımın tutarsız olduğunu hissedebiliyordum. "Biraz kitap okuyacağım," dedikten sonra hızla odalarımızın olduğu koridora doğru yöneldim. "Herkese iyi geceler, endişelendirdiğim için üzgünüm. Lütfen kafanıza takmayın bunu." Kırmızı çizgiyi geçip odama yönelirken dönüp onlara el salladım ve kendimi odamın içine attım.

Kapıyı kapatır kapatmaz sırtımı kapıya verip kayarak yere yığıldım. Kitabı göğsüme bastırırken delirmiş gibi hızlı atan kalp atışlarımın sesi kulağımı dolduruyordu. Diğerlerinin adım seslerini dinledim. Her zamankinden daha aceleyle odalarına girdiler. Nihayet hepimiz odalarımıza hapsolduğumuzda çalan alarm sesi kesildi ve odamın tuhaf sessizliğiyle baş başa kaldım.

Cebimdeki telefon titrediğinde şaşırmadım. Sanki tüm gün yaptığı beni izlemekmiş ve asla uymuyormuş gibiydi. Elbette bayıldığımı görmüştü. Elimdeki kitabı da öyle.

Titreyen ellerimle telefonu cebimden zar zor çıkardım.

Ölüm: Benim biricik tutsağım...

Ölüm: Kitaplarımı keşfedenin sen olacağını biliyordum.

Ölüm: Nereden bildiğimi biliyor musun?

Dişlerimi sıktım. "Hayır."

Ölüm: Çünkü gerçekten çok ama çok kötü bir okuyucusun. Kitaplara dokunmayı çok sevmiyordun ve şimdi, tek kaçış yolun olarak onlar kaldı.

Sırtımı kapıdan ayırıp ayağa kalktım ve yatağa doğru ilerledim. Yastığın üzerine elimdeki kitabı bir bombaymış gibi koyup derin bir nefes aldım. "Bunu nereden biliyorsun?" diye sordum düz bir sesle. "Yoksa seninle aynı ortaokulda ya da lisede mi okuduk? Hayatının her anında beni mi takip ettin? Sadece birkaç aylık araştırmayla hayatımda bu kadar şey biliyor olman imkansız."

Ölüm: İnternetin hakkımızda neler depoladığını bilsen çok şaşırırdın.

Ölüm: Yedinci sınıfta bir soru- cevap sitesine katıldığını hatırlıyor muydun mesela? Muhtemelen her ergen gibi sen de ergenliğinin zirvesini yaşıyordun ve basit sorulara basit cevaplar veriyordun. Ve bir de çocukken kullanıp dondurduğun, bir ara tekrar açıp kapatmayı unuttuğun facebook hesabın var.

Bu piç amma stalker.

Beni iliklerime kadar araştırdığını anlamam için bu mesaj yeterliydi. Bir süre ekrana bakıp öyle bir sitede hesap açıp açmadığımı hatırlamaya çalıştım. Sonuç hüsran oldu. Ona ne cevap vereceğimi düşünürken küçük bir blöf yapmaya karar verdim. "Hatırlıyorum," dedim aynı ses tonuyla. 

Ölüm: Yalancı.

Ürperdim. Bu yaratığın zihin okuma yetenekleri mi vardı? Aklımdan geçenleri nasıl tahmin edebiliyordu?

Ölüm: Hiçbir şeyi hatırlamıyorsun. Hatırlasaydın böyle olmazdı zaten.

Ölüm: Evet, nerede kalmıştık? Neden kitapları senin bulacağından emin olduğum hakkında konuşuyordum.

Ölüm: Mete söylediği gibi bundan önceki hayatında oldukça iyi bir okuyucuydu. Buradan önceki hayatında kitapları kaçış olarak kullanıyordu. Hayatı güzelken kitaplara sığınıyordu ve şimdi hayatının nasıl olduğunu ona sorsan muhtemelen hayatını beğenmediğini söyleyecektir. Hayatı kötüyken kitap okuyamıyor çünkü ona çok farklı şeyleri hatırlatıyor.

Ölüm: Ve diğerleri... Sence onlar neden okumadı? Biraz cevap vermek ister misin?

Rica eder gibi konuşsa da soruduğu ve söylediği şeylerin bir emir olduğunu biliyordum. Ona karşı gelmeye cesaret edemedim ve diğerlerinin neden okumadığını tahmin etmeye çalıştım. "Sarp oyun oynamayı tercih eder," dedim en kolay anlaşılabilenden başlarken. "Gökhan kendi zihninin yoğunluğundan sıyrılıp okuma yapamıyor olabilir. Çağrı ise havalı gözükmek için eline kitap alan, bunun dışında kitaplarla alakası yokmuş gibi duran tiplerden."

Geriye Egemen ve Kutay kalmıştı. Onları çözmesi diğerlerini çözmek kadar kolay değildi. Kibar ve görünüşü dahil her şekilde kusursuz gözüken Kutay kitap okumayı gerçekten hiç denememiş miydi? Peki ya Egemen? Koltukla uyuklamadığı, kitapları okumayı denediği bir zaman hiç olmuş muydu?

"Diğer ikisi hakkında bir fikrim yok."

Ölüm: Endişelenme kelebeğim. Çözmesi zor olsa da çözünce hepsinden basit çıkan insanlardan onlar. Bir gün anlayacaksın.

Ölüm: Kitapları okuman konusunda heyecanlıyım.

Onun heyecanlı olduğu bir konu tabii ki beni deli gibi korkutuyordu fakat bunun beden dilime yansımasına izin vermedim. Bunun yerine, "Kitaplarda bir şifre var mı?" diye sordum. "Bir şeyi bilince ya da bulunca buradan çıkabilecek miyiz? Kitaplar bize verdiğin bir ipucu mu?"

Kameraya kaçamak bir bakış attığımda onunla göz göze gelmiş gibi hissetmekten kendimi alıkoyamadım.

Ölüm: Bakıyorum da bana soru sormaya çok alışmışsın.

Ölüm: Soruları kimin sorduğunu unuttun mu?

Çenemi dikleştirip yastığımın üzerindeki kitaba, ardından da kameraya baktım. "Eğer bizimle oynamak istiyorsan kuralları öğrenmemize izin vermelisin değil mi oyunbaz? Hapishaneden kaçış oyunlarda her zaman bir ipucu verilir. Geriye kalan ipuçlarını da oyuncu bulur."

Ölüm: Ama kelebeğim...

Ölüm: İpucu sizsiniz.

Ölüm: Ve hapishane de sizsiniz.

Mecaz konuşup bir şey anlayacağımı ummasının delilikten kaynaklı olup olmadığını kara kara düşünmeye başlarken bakışlarımı telefonun ekranında tutmaya devam ettim.

Ölüm: Ve oyunbazı beğendim. Bu bana taktığın ilk lakap mı?

Evet, demek istedim. Seni düşünürken genelde 'piç, şerefsiz, deli, psikopat, zırdeli' tarzı sıfatları düşünecek olursak oyunbaz daha çok lakaba benziyor. Elbette bunları diyemeden sessizce durmaya devam ettim.

Ölüm: KONUŞSANA

Ölüm: GEBERMEK Mİ İSTİYORSUN

Allah'ın psikopatı.

"Evet," dedim aceleyle. Sesim tuhaf çıkmıştı ve fazla aceleci bir şekilde konuşmuştum. "Yani... Gebermek istemiyorum. Bu sana taktığım ilk lakap." Boynumda atan nabzımın sertliğini ve ritmini hissederken gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Şu an sakin değil miydi yoksa sadece zevkine mi büyük harfle yazmıştı? Onu sakinleştirmeye çalışmalı mıydım? Ben onu nasıl sakinleştirebilirdim ki? Bana deli oluyor gibiydi. Hepimize deli oluyordu.

Neyse ki Ölüm bana suskun durma şansı bırakmadı.

Ölüm: Bayıldın.

"Evet," diye mırıldandım. "Gözüm karardı ve bayıldım." Yanağımın içine dişlerimi geçirdim ve kendimi acıyla uyardım. Elimi uzatışımı, birinin beni kurtarmasını istediğimle ilgili bir şeyler sormasını istemiyordum.

Elbette sordu.

Ölüm: Kurtuluş beklediğin kişi kimdi?

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Kurtar beni, demiştim. Ve duyduğum ses bana kelebek diyen birine aitti. Öte yandan insanların baygınken ya da rüya görürken ses duymadığını biliyordum. Belirsiz bir ses duyduğumu düşünmüştüm. Erkek sesi olduğunu düşünmüştüm fakat kesinlikle tanıdık değildi. Yani sadece rüyada birinin sana bir şey dediğini düşünmek gibi bir şeydi. 

Sanki Ölüm'ün ruhu karşıma dikilmiş, uykuya dalmanın kısmi bir ölüm olduğuyla ilgili alay edercesine konuşmuştu. Kelimeleri o söylüyormuş gibi hissetmiştim fakat aslında onunla tanıştığım, sesini duymuşluğum bile yoktu.

Peki neden seslendiğim kişi, kurtuluşu umduğum kişi oydu?

Bir dakikada saçmalığın daniskası bir rüya görüp berbat tepkiler vermiştim. Kendime bile açıklayamıyorken bunu Ölüm'e açıklamak çok zordu.

"Kim olduğunu göremedim, tuhaf bir rüya gibiydi," diye mırıldandım. "Sadece biri bana sesleniyormuş gibi hissettim. Uyanana kadar konuştuğumdan haberim bile yoktu." Gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. Ondan bir şeyler öğrenebilmemin yolu sadece soru sormaktan geçmiyordu. "Rüyamda biri bana 'kelebeğim' diyordu."

Bana kelebeğim diyen ilk kişi Ölüm değildi. Ve Ölüm'ün bunu bilip bilmediğini, bilerek bu lakabı seçip seçmediğini merak ediyordum.

Telefon titreyince bakışlarımı telefona çevirdim.

Ölüm: Kimdi?

Kesinlikle açık vermiyordu.

"Sen olmadığın kesin," dedim omuz silkerek. "Seni görmedim, sesini duymadım. Kim olduğunu bilmiyorum. Ve beni buraya tıkan birinden yardım dilenecek değilim." Tam olarak yaşanan şey bu olsa da kelimelerle bunu reddetmek beni rahatlatmıştı.

Ölüm: Yani geriye tek bir seçenek kalıyor.

Ölüm: Anneciğini bu kadar çok mu özledin?

Gözlerimi kameraya çevirdim.

Bana kimin kelebek dediğini biliyordu ve elbette, bunu nereden öğrendiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bu hikaye yıllar öncesine aitti. Ortaokulun son yılı ve lisenin başlarında annem bana bazen 'kelebeğim' derdi. Bunu demeyi neden bıraktığını hatırlamıyordum. Belki büyüdüğüm içindi. Belki bir zamanlar ona bundan rahatsızlık duyduğumu söylemiştim.

Biri sesleniyor gibi o kelimeyi tekrar duymak zihnimde bir şeyleri tetiklemişti. Annem. Annem bana daha önce Ölüm'ün seslendiği gibi sesleniyordu. Ölüm bunu nereden biliyordu?

Ölüm: Birbirimizle oynamayalım sevgili tutsağım.

Ölüm: Evet, sadece senin bilebileceğin bir şeyi biliyorum.

Ölüm: Annenin sana 'kelebeğim' diyerek seslenişi hâlâ aklında mı?

"Bunu sadece internetten araştırarak bulamazsın," diye fısıldadım kafamı sağa sola sallarken. Dehşetin bedenimi ele geçirdiğini hissedebiliyordum. "Sen bir sapıksın."

Ölüm: Sen hayatında hiç sapık görmemişsin.

Kafamı tekrar sağa sola salladım fakat o beni ikna etmeye çalışıyor gibiydi.

Ölüm: Sadece önem verdiğim konuları iyi araştırırım. Ben bir araştırmacıyım.

Ne dememi bekliyordu? 'Tamam, bu normal' dememi mi?

"İşini harika yerine getirmişsin," dedim keskin bir sesle. Telefonun ekranı titredi fakat ekrana bakmadan kameraya bakmaya devam ettim. Sonra telefon birkaç kere daha titredi. Mecburen ne yazdığına bakmak zorunda kaldım.

Ölüm: Annen seni kurtaramayacak.

Ölüm: Buraya bak.

Ölüm: Yazdıklarımı oku.

Ölüm: Çeneni öyle inatçı bir şekilde kaldırma.

Ölüm: KAMERAYA BAKMA.

Dudaklarım titredi. Çenemi istemediği bir şekilde dikleştirip kameraya bakmaya başladım. Kameralar yerine bir çift göz hayal ettim. Rengini çoğu insanda olduğu gibi kahverengi düşledim. Sonra da o gözlerle göz göze geldiğimi hayal ettim. "Söylesene Ölüm, beni tanıyor musun? Daha doğrusu... Ben seni tanıyor muyum?"

Telefon tekrar titrediğinde bakışlarımı ekrana çevirdim.

Ölüm: Beni tanıdığını mı düşünüyorsun?

"Bilmiyorum."

Ölüm: Bence de bilmiyorsun.

Bir elimle yüzümü ovuştururken dişlerimi sıktım. "Senden nefret ediyorum."

Cümle ağzımdan çıktığı anda donakaldım.

Beni öldürecek; beni öldürecek; beni öldürecek...

Ölüm: Biliyorum.

Onu kameranın ardında, bu itirafım karşısında huzur bulmuş gibi korkunç bir şekilde gülümserken hayal ettim. İstemsizce. Tepkisinin hafifliği beni daha çok mu korkutsa, yoksa rahatlama mı neden olsa emin olamadım.

Ölüm: Ve özür dilerim, benden daha da çok nefret edeceğin için.

Ölüm: Hadi kelebeğim. 

Ölüm: Git ve oku kitabını. Aynı anda, aynı satırların arasına bakalım. Sayfa sayını söyle ve sana eşlik edeyim. İşaretlediğim kısımları oku ve kalemi o sayfaya bastırırken ne hissettiğimi hisset.

Benden rica edercesine emrettiği şeye karşı derin bir nefes aldım. Daha yazmayacağını düşünüp telefonu yatağın üstüne bıraktım ve yastığın üzerindeki kitaba uzandım. Fakat beni şaşırtacak bir şekilde telefon tekrar titredi. Telefonu elime almadan ekrana baktım.

Ölüm: Bu kitap hakkında konuşacak birini bulmak için uzun zaman beklemiştim Afra.

Ölüm: Kitapta bir suçlu var. Suçunu biliyor fakat okuyanlar onun suçunu bilmiyor. Ölüm cezasına çarptırılmış. Acı çektiğini, biraz pişman olduğunu, ailesini düşündüğünü okuyoruz. Tıpkı senin ölümü, o eve tıkılmayı hak etmediğini düşünmen gibi, o da benzer şeyler düşünüyor. Peki okurken hangi nedenle yaptığını bilmediğin, birini öldürmüş o adama karşı ne hissedeceksin? Hak ettiğini düşünecek misin? Yoksa onun suçsuz olduğunu mu söyleyeceksin?

Ölüm: O adamdan tek farkın, kendi suçunu bilmemen.

Ölüm: Peki ya ölmeyi hak ediyor musun?

Ölüm: Katilsin sen.

Ağzıma kan tadı gelene kadar yanağımı ısırdım. Dişlerimi birbirine bastırırken gözlerimi ekrandan ayırdım. Titreyen bedenimi yorgan altına sokup yorganı boynuma kadar çektim. Kafamı yastığa yasladım ve yatakta yan döndüm. Ardından elime o kitabı aldım. 

Sayfalar parmaklarımı kanatacak gibi hissettim. Buna rağmen ruhumun yatağımdan ayrılmasına izin verdim. Parmaklıklar ardında ölümü bekleyen o adamın ruhunun içine girdim. Ölümü hak edip hak etmediğimi düşündüm.

"Etrafımdaki her şey hapishane; hapishaneyi hem insan hem de parmaklık ya da sürgü olarak görüyorum. Bu duvar taştan bir hapishane, bu kapı tahtadan bir hapishane, bu zindancılar insan kılığına girmiş bir hapishane. Hapishane yarısı eve, yarısı insana benzeyen korkunç, kusursuz ve yekpare bir varlık. Onun tutsağıyım; beni kuşatıyor, beni bütün kıvrımlarıyla sıkı sıkı sarıyor; beni granit duvarlarının içine kapatıyor, beni kilit altında tutuyor ve beni zindancının gözleriyle gözetliyor.

Ah zavallı! Halim ne olacak? Bana ne yapacaklar?"

Kelimeleri okumaya devam ederken kendimi daha da kapana kısılmış hissettim. Ölüm bizi her zaman izliyordu. Uyku uyumayan bir canavar gibi gözü üzerimizdeydi. Bize verdiği oda, mutfak, namlularının baktığı her yer bir hapishaneydi. Nabzım hızlandıkça arada tuhaf bir acıyla gözlerim doluyordu. Gözlerimdeki ıslaklığın yaşlara dönüşmesine izin vermeden gözlerimi kırpıştırdım.

Kafam yastıkta dururken gözlüğümün burnuma yaptığı baskı, gözyaşlarını tutmaya çalışırken burnumda hissettiğim sızıya benziyordu. Gözlerimi kırpıştırarak satırları takip ettim.

"Tanrım! Kaçmanın bir yolu yok mu? Kaçmam gerek! Hem de hemen! Kapılardan, pencerelerden, tavanın tahtasının arasından! Kollarım bacaklarım kirişlerin arasında parçalansa bile bunu yapmam gerek!"

Kaçmak istedim. Titredim; üşüdüm; nefeslerim sıklaştı. Bedenimi ısıtamayan yorganı daha da üstüme çekerken karnımdaki telefonun baskısını hissettim. Kaçmanın bir yolu yok mu? Bunu sormuştum. Ölümden hangi insan kaçabilirdi ki? O kapıyı bizim için açmadıkça bu hapishaneden nasıl çıkabilirdik ki?

Tam anlamıyla birinin tutsağı olduğum gerçeği canımı yaktı.

"İdam mahkumu!

Tamam, neden olmasın? İnsanların, içinde işe yarayan tek şeyin şu cümle olduğu bir kitap okuduğumu hatırlıyorum, insanların hepsi belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkumdurlar. O halde durumumda nasıl bir değişiklik oldu ki? 

... 

Şu an açık havada özgürce nefes alıp veren, keyiflerince dolaşan kaç kişi benden önce ölecek!

"Ölmek istemiyorum," diye mırıldandım.

Ölmek istemiyorum. 

Karnımda duran telefon titredi fakat telefona uzanacak enerjim yoktu. Sadece bir sonraki sayfayı çevirebiliyordum. İçimde telefona bakmadığım için kafama sıkabileceğine dair bir korku doğdu. Fakat tuhaf bir umursamazlık beni ele geçirmişti bile. Bir baktım, sırf bundan kafama sıkacaksan sıkıp gitsin diye düşünmeye başlamışım.

"Delirmenin insanı yaşattığı söylenir; en azından bilinç kaybolduğu için daha az acı çekilir; ölü gibi uyunur."

Ölüm böyle mi yaşıyordu? Delirdiği için mi her şey daha kolaydı? Yakalanacağını, bu yaptıklarının er ya da geç sonuçları olacağını hiç düşünmüyor muydu?

Sayfaları çevirmeye devam ettim. Ölüme yaklaşan adamla birlikte ben de bir şeylere yaklaşıyormuş gibi hissediyordum.

Ve sonunda, bir şey buldum.

"Neden olmasın? Etrafımdaki her şey tekdüze ve renksizse, içimde bir kasırga, bir çatışma, bir trajedi yok mu? Bende takıntı haline gelen bu sabit fikir daraldıkça, zihnimde her dakika, her saniye daha iğrenç ve daha kanlı bir görüntüye bürünmüyor mu? Herkes tarafından bu şekilde yüzüstü bırakılmışken içimde hissettiğim şiddetli ve bilinmeyen sarsıntıları neden kendi kendime anlatmayı denemeyeceğim ki? Kuşkusuz öykü çok zengin ve hayatım ne kadar kısa olursa olsun, şu andan son ana kadar hâlâ onu dolduracak, bu kalemi ve mürekkebi tüketecek onca ürperti, onca korku, onca ıstırabım olacak. Zaten bu acılara katlanmanın en kolay yolu onları dilediğimce izleyip keyfimce tasvir etmek değil mi?"

Parmaklarım kitabı desteklemeye devam ederken kitap yastığıma doğru devrildi. Nefeslerim sıklaşırken gözlerim irileşti. Yatakta doğruldum. Kitabı tekrar elime aldım ve tekrar okudum. Ve sonra geriye döndüm. Sayfaları karıştırırken onları buruştururken çekinmedim.

Alıntılar, Ölüm'ün kendi düşünceleriydi. Kendi hakkında ya da bize karşı görünüşleriydi. 

Ürpermemin nedeni buydu.

Onun zihninin içine girmiştim.

Belki yanılıyordum, belki sadece kendimce bir şeyler uydurmak istiyordum. Fakat okuduğum son büyük alıntıda bunu hissetmeden duramamıştım. Ölümün ne olduğunu yorumlamaya çalışıyordu. Anlamaya çalışıyordu. Sanki bizi buraya tıkmadan önce bir karar aşaması yaşamıştı. 

Onun elinde duran Bir İdam Mahkumunun Son Günü'nü hayal ettim. İki büklüm olmuş bir şekilde otururken ucu sivri olmayan bir kurşun kalemle deli gibi satırların altını karaladığını düşündüm. Yere devrilip sırt üstü uzanırken gözlerini tavana diktiğini, kendine takacağı lakabı düşünürken hayal ettim.

Nihayetinde hepsi bir hayaldi. Tahmindi.

"Seni görüyorum," dedim titreyen bir sesle.

Daha önce titreyen telefonu elime alıp ekrana baktım.

Ölüm: Afra.

Tek yazdığı bu muydu?

Telefon parmaklarımın arasında, parmaklarımla beraber titredi.

Ölüm: Kimi görüyorsun?

Dudaklarım gerildi. "İyi bir okuyucu olmayabilirim ama bunu anlayabiliyorum." Sertçe yutkundum. "İşaretlediğin yerler senden bir parça taşıyor. Bir zamanlar bu kitabın sayfalarını sen çevirdin. Bir zamanlar... Bir zamanlar bu kitabı sen okudun. Sen işaretledin. Seni etkileyen yerleri, o cümleleri görebiliyorum." Fazla konuşup konuşmadığımı kestiremedim. "Neden sadece adımı yazdın?"

Ölüm: Bir zamanlar bir adım vardı.

Ölüm: Onu kaybettim.

Ölüm: Ama senin bir adın var.

Ölüm: Bu yüzden onu kaybetmeden sürekli söylemelisin.

Ölüm: Afra, Afra, Afra, Afra, Afra...

Ölüm: Tekrarla.

"Afra," diye mırıldandım. 

Ölüm: Bir daha.

"Afra." Gözlerim daha fazla açık kalamayacak gibi kapandı. Kirpiklerim titriyordu. "Kendine neden bu ismi verdin?" diye sordum. "Seni etkileyen kitap bu kitap mıydı?" Ellerimdeki titreşimi hissettiğimde gözlerimi zar zor araladım.

Ölüm: İsmimi seviyordum.

Ölüm: Bu ismi ben seçmedim.

Ölüm: Sizi 'katil' yapan şey beni 'ölüm' yaptı.

Ölüm: Hayır, hayır, hayır. Aslında en başından beri olduğum şey buydu.

Ölüm: Sizin katil doğmanız gibi, ben de Ölüm olarak doğdum. Anlıyor musun?

Kafamı sağa sola salladım. Ya kendini açıklayabilecek kadar sosyal biri değildi ya da bilerek mecaz konuşuyordu. Belki... Açık konuştuğunu düşünüp kendini kandırıyordu. Kendini anlatabilmede sorunu olduğunu düşünmeye başlamıştım. 

Tekrar yatağa uzandım. Saçlarım kitabın kapağının üstüne saçıldı. Parmaklarımı telefona dolamış bir şekilde gözlerimi kapadım. Kaç dakika geçtiğini bilmiyordum fakat bir şekilde sakinleşebilmiştim. Nefeslerim düzenli hale gelmiş, rahatlamamı sağlamıştı. Evimde olsaydım bu şekilde uykuya dalabilirdim fakat şimdi, birinin bakışlarını üzerimde hissettiğimden diken üstündeydim. 

Karnımın üstünde, elimde duran telefon titredi. Gözlerimi aralayıp ekrana baktım.

Ölüm: Hiç dans ettin mi Afra?

Ne kast ettiğini düşünmeye çalıştım fakat tam bir sonuca ulaşamadım. En sonunda balolarda olan, bir erkekle bir kızın yaptığı dansı kast ettiğine karar verdim ve bunu düşünerek cevapladım. "Beni dansa kaldıracak kimse yoktu," diye mırıldandım gözlerimi tekrar kapatırken. "Kimseyle dans etmedim."

Saniyeler geçmeden mesaj geldi.

Ölüm: Seni dansa kaldırmamı ister misin?

Ekrana bakakaldım.

Ölüm: Seni dans ettireceğim.

Seninle dans edeceğim, değil.

Gözlerimi ekrandan ayırmaya çalışsam da bunu başaramadım. Hızla yatakta doğruldum. Gözlerim tekrar tekrar kelimeler üzerinde kayarken tuhaf bir aşinalık hissini tekrar yaşadım. Bakışlarım yastığın yanındaki kitaba kaydı. Telefonu bırakıp sayfaları çevirmeye başladım ve çok geçmeden aradığımı buldum. Başı ve sonu noktalarla işaretlenmemiş bir yer vardı. Bir şarkı sözüydü.

"Ama kral kızıyor

Ve yemin ediyor tacı üzerine

Beni dans ettireceğine

Darağacının tepesinde"

• • •

Herkese selam!

Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Benim yazmaya en hevesli olduğum bölümlerden biriydi. Okumuşken oy atmayı lütfen unutmayın ♥ Okunma ile oy arasında bir uçurum var, sınır koymak gerçekten istemiyorum. Tam tersine hızlı hızlı bölüm atmak istiyorum.

Öncelikle birkaç şeye açıklık getireyim. Bu kitap fantastik ya da büyülü bir şey değil. Psikoloji, gerilim ve gizem üzerine kurulu. Yani yok Ölüm büyü yaptı da geçen bölümün sonunda öyle oldu, kitapta büyü vardı şeyleri burada yok. Büyü isteyenleri diğer kurgularıma beklerim ♥ Ama burada büyü yok. Olmuş ve olacak şeyler tamamen psikoloji ve beyin tabanlı.

Ve diğer mesele de ilk kitabın finaline 15 bölüm kaldığını söylemiş olmam. Bu sadece aklımdaki sayıydı fakat her zaman bu sayıyı aşar. 20-25 bölüme ilk kısmın biteceğini düşünüyorum. Bu da 40'lı bölümler oluyor. İkinci kitap da yine bu çalışmada yayınlanacak, ayrı bir kitap olarak yayınlamayacağım.

Şimdi de bölüm sorularına geçelim!

Yeni teorileri ya da fark ettiği detaylar olanlar var mı?

Seçilen alıntıları sevdiniz mi? En sevdiğiniz hangisi oldu?

Ölüm'le Afra arasında geçen konuşmalar... Bilmiyorum, ben yazarken çok fena oldum. Yazar olduğum için muhtemelen.

Ve bölüm sonu... Sizce Ölüm neyi kast ediyordu?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere! Çok seviliyorsunuz ♥

Instagram:

Kişisel: Merisiej
Blog: Limaeibooks
Kitaplarımla ilgili paylaşımlar için: ilimaei

Continue Reading

You'll Also Like

26K 1.2K 26
Wattsy 2018 Gizli Cevher Ödülü Tüm dünyanın kaderi onun elindeydi. Ama bu sırada ölüm melekleri tarafından öldürülmemesi gerekiyordu... Gren daha ye...
101K 7.5K 60
Sessizlik. Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim sadece ona. Sadece sessiz olmasını! Neden dediğimde susmadın? Şimdi yoksun. Bu senin tercihindi!
546 142 13
K Drama Tadında Hayran kurgu.
BERCESTE By 💫

General Fiction

468K 3.5K 10
Her seçim, bir yıkımdı. Her yıkım, bir vazgeçişti. Uçurumun kenarında yürüyorduk. Ne tarafa düşsek birinin canı yanacaktı. Yanan her can, bir nefrett...