OYUNBAZ 7 TUTSAK 1 ÖLÜ (+18)

By Limaei

4.5M 382K 528K

1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İ... More

▂ ▄TANITIM▄ ▂
▂ ▄TANITIM FİLMİ▄ ▂
TUTSAKLAR& OYUNBAZLAR
BÖLÜM 1 • GÜN 1
BÖLÜM 2• GÜN 1'
BÖLÜM 3 • GÜN 1''
BÖLÜM 4• GÜN 2
BÖLÜM 5• GÜN 7
BÖLÜM 6 • GÜN 7'
BÖLÜM 7• GÜN 8
BÖLÜM 8• GÜN 8'
BÖLÜM 9• GÜN 8''
BÖLÜM 10• GÜN 8'''
BÖLÜM 11• GÜN 9
▂ ▄TANITIM FİLMİ 2▄ ▂
BÖLÜM 12• GÜN 9'
BÖLÜM 13• GÜN 9''
BÖLÜM 14• GÜN 11
BÖLÜM 15• GÜN 11'
BÖLÜM 16• GÜN 11''
BÖLÜM 17• GÜN 15
BÖLÜM 18• GÜN 15'
BÖLÜM 20• GÜN 17'
BÖLÜM 21• GÜN 18
BÖLÜM 22• GÜN 25
BÖLÜM 23• GÜN 27
BÖLÜM 24• GÜN 28
BÖLÜM 25• GÜN 29
BÖLÜM 26• GÜN 30
BÖLÜM 27• GÜN 30'
BÖLÜM 28• GÜN 30''
BÖLÜM 29• GÜN 30'''
BÖLÜM 30• GÜN 31
BÖLÜM 31• GÜN 31'
BÖLÜM 32• GÜN 32
BÖLÜM 33• GÜN 34
BÖLÜM 34• GÜN 34'
BÖLÜM 35• GÜN 34''
BÖLÜM 36• GÜN 34'''
BÖLÜM 37• GÜN 34''''
BÖLÜM 38• GÜN 35
BÖLÜM 39• GÜN 35'
BÖLÜM 40• GÜN 35''
BÖLÜM 41• GÜN 36
BÖLÜM 42• GÜN 39
BÖLÜM 43• GÜN 39'
BÖLÜM 44• GÜN 40
BÖLÜM 45• GÜN 40'
BÖLÜM 46• GÜN 42
▂ ▄TANITIM FİLMİ 3: FİNALE DOĞRU▄ ▂
BÖLÜM 47• GÜN 43
BÖLÜM 48• GÜN 43'
BÖLÜM 49• GÜN 43''
BÖLÜM 50• GÜN 44
KALBİMİN İÇİNDEN BİR TEŞEKKÜR
INSTAGRAM CANLI YAYIN
▂ ▄2. KISIM: OYUNBOZAN TANITIM▄ ▂
▂ ▄OYUNBOZAN TANITIM FİLMİ 1▄ ▂
BÖLÜM 51• KAZANAMAYAN
BÖLÜM 52• KAYBEDEMEYEN
BÖLÜM 53• GÜN 70
BÖLÜM 54• GÜN 73
BÖLÜM 55• GÜN 82
BÖLÜM 56• GÜN 89
BÖLÜM 57• GÜN 90
BÖLÜM 58• GÜN 90'
BÖLÜM 59• GÜN 90''
BÖLÜM 60• GÜN 90'''
BÖLÜM 61• GÜN 90''''
BÖLÜM 62• GÜN 90'''''
BÖLÜM 63• GÜN 91
BÖLÜM 64• GÜN 92
BÖLÜM 65• GÜN 93
BÖLÜM 66• GÜN 93'
BÖLÜM 67• GÜN 93''
BÖLÜM 68• GÜN 93'''
BÖLÜM 69• GÜN 94
BÖLÜM 70• GÜN 95
BÖLÜM 71• GÜN 95'
BÖLÜM 72• GÜN 96
BÖLÜM 73• GÜN 96'
BÖLÜM 74• GÜN 96''
BÖLÜM 75• GÜN 97
BÖLÜM 76• GÜN 98
BÖLÜM 77• GÜN 98'
BÖLÜM 78• GÜN 98''
BÖLÜM 79• GÜN 99
BÖLÜM 80• GÜN 100
BÖLÜM 81• GÜN 102
BÖLÜM 82• GÜN 102'
BÖLÜM 83• GÜN 102''
BÖLÜM 84• GÜN 103
BÖLÜM 85• GÜN 103'

BÖLÜM 19• GÜN 17

61.6K 5K 7K
By Limaei

Ve bir sürpriz, uzun bölüm daha! İlham patlaması yaşıyorum. Ölüm'ün rüyama girmesine teşekkür edebilirsiniz ♥ İki bölüm şerefine 1000 yorum, 300 oy gelir mi? Bence gelir, gelir.

[Yavaşça transa giriyor gibi batıyorum

Mücadele ediyorum ama her yer okyanusun dibi 

Her an sonsuzluğa dönüşüyor

Filme al şimdi

Filme al şimdi

Duyuyor musun beni?]

Keyifli okumalar!

• • •

Afra Ahsen Çakmak / Tutsak 7

17 Mayıs 2021

Silahlarla dolu olan bu kafeste düşünebileceğim çok şey vardı.

Bir sonuca ulaşamayacak olsam da neden buraya tıkıldığımı düşünebilirdim. Ya da Ölüm'ün bizi nereden bulduğunu, bize tam olarak ne istediğini düşünüp bu konuda kafa yorabilirdim. Fakat iki gündür bunların hiçbirini düşünmüyordum. Düşüncelerim kendi üzerimde yoğunlaşmıştı. Ve de Gökhan üzerinde.

Daha önce konuşacak kadar yakınımda onun yöneliminde olan biri olmamıştı. Kendimi inceliyordum. Onun yanında rahatsızlık duyuyor muydum? Hayır, bunu kesinlikle hissetmemiştim. Üstelik böyle bir şeyi ilk defa yaşamama rağmen. Onu yargılıyor muydum? Belki biraz. Ona aşık olmadan önce onun iyi biri olduğuna inanmamış mıydı? Böylesine bir pisliği nasıl iyi görmüştü? Nasıl daha önce onun kim olabileceğini fark etmemişti? 

Ve sonra onu sorguladığımı fark edip duraksıyordum.

Ben daha önce hiç aşık olmamıştım.

Sorun sadece aşkta da değildi. Ben birini hiç delicesine de sevmemiştim. 

Kan bağının önemli olduğunu söylerlerdi fakat benim için o kadar da önemli değildi. Annemi ve babamı da çok seviyor değildim. Hatalarını ve kusurlarını o kadar iyi biliyordum ki onları sevemiyordum. Belki sevgi kusurlarıyla bir insanı sevmekti fakat onların kusurları beni kesip biçiyorken ne yapabilirdim ki? Daha erken boşanabilirlerdi. Daha erken boşansalar ben daha erken huzur bulabilirdim. İçten içe, duyduğum kavgalar onlara karşı sevgimin titremesine neden oluyordu.

Zihnimde bir şeyler anneme kaydığında olduğu her seferki gibi göğsüm sıkıştı. Ona olan sevgimi sorgulayacak durumda da değildim aslında. Şu an bana bir kez sarılması ve adımı söylemesi için her şeyimi verirdim. Her şeyin yoluna gireceğini söylediğinde hiçbir şey yoluna girmese de ona inanırdım. Dışarıda bir yerdeydi. Nerede olduğumu bilmiyordu. Bulunmam için elinden geleni yapacağından emindim.

"Afra!" 

Egemen'in bağırışıyla yerimde sıçradım. Çatalım tabağın içine düşüp gürültü çıkarırken gözlerim çoktan sesin sahibine dönmüştü. Yampiri bir sırıtış yüzünü kaplarken yan gözle Kutay'a baktı. "Biri düşünceleri içinde dalıp gittiğinde onu oradan çıkarmak istiyorsan elini uzatma, kolundan kavrayıp çek onu dışarıya çek."

"Öleceğim sandım," dedim elimi göğsüme götürüp deli gibi atan kalp atışlarıma odaklanırken. Yemek masanın kenarına dayadığım diğer elim de titremeye başlamıştı.

Onu bağırırken duymak zihnimin arka planında silahın ateşlendiği o günün oynamasına neden oldu. Onun kolunu sıyırıp geçen kurşun ve kırmızı çizginin kenarından beni geriye doğru çekişi... Bakışlarım sargıyla birkaç kez sarılmış yarasının olduğu yere kaydı. Egemen bakışlarımı fark ettiğinde boğazımı temizleyip Kutay'a döndüm.

"Tabii, kalpten gitmesini istiyorsam öyle yaparım. Sağ ol süper zeka." Kutay ela gözlerini devirip kıvırcık saçlarını karıştırdı. Ardından bakışları bana döndü. "İyi misin? Neredeyse hiçbir şey yemedin."

Çağrı bayatlamış bir ekmeği ağzına atarken, "Üstelik zehirlenen bizdik," diye homurdandı.

"Belki de kusmuk görmekten zihinsel zehirlenme yaşıyordur," diye önerdi Sarp bomboş tabağına üzgün üzgün bakarken. Benim tabağıma kaçamak bir bakış attı. "Bak çok yazık olur eğer yemezsen. Yani senin için. Ben çok mutlu olurum yani."

Gözlerimi tabağa çevirdim. Ardından karnımdaki tuhaf tokluk hissini hissettim. Sanki ağır bir yemek yemişim ve o yemek de mideme oturmuş gibiydi. Bu yüzden iç geçirerek tabağımı Sarp'a uzatırken, "İyiyim," dedim güçlü bir sesle. "İştahım yok. Gün içinde daha kuvvetli yerim." Bakışlarımı tekrar Kutay'a çevirdim. "Şimdi hepiniz iyileştiniz mi?"

"Tam olarak emin değilim ama sanırım evet," diye homurdandı silahlardan birine kaçamak bir bakış atarken. "Dün Gökhan bir kere kustu. Diğerlerimiz de fena yemek yemedik. Yerken midemde biraz rahatsızlık hissediyorum ama direkt kusturacak şekilde de değil. O yüzden az yiyorum." Sarp'a döndü. "Tavsiye ederim."

"Teşekkür ederim ama benim midem hepinize tek atar. Gayet güçlü ve ikinci tabağı yememden dolayı çok mutlu."

Kutay benim boşalmış tabağıma bakarak bana azarlarcasına baktı. Ardından Gökhan'a döndü. "Senin miden nasıl bugün?"

"Yemek mideme oturmuyor," dedi Gökhan rahat bir tavırla yarısı boşalmış tabağını çatalıyla işaret ederken. "Bugün kusacağımı düşünmüyorum. Sanırım kurtulduk."

"İyi, iyi." Gizlemeye çalıştığım şaşkınlığımla Çağrı'ya döndüm. Dikkatle Gökhan'a bakıyordu. "Kusmaktan kilo verip neredeyse yok olacaktın. Ve odadan da kusmuk kokusu çıkmıyordu. Şimdi işler biraz daha değişir." 

"Git işine." Gökhan'ın sesi soğuktu.

Çağrı bakışlarını ondan ayırdığında onu merakla izleyen beş kişiyi fark etti. "Ne var?"

Ne yoktu ki?

Çağrı, Gökhan'dan özür dileyip hepimizi bir günlük şoka soktuktan sonra resmen deri değiştirmişti. Evet, yine alaylı konuştuğu oluyordu fakat daha... Nazikti? Gökhan'a laf sokmamış, birkaç kez kendine dikkat etmesini söylemişti. Bana yürümeye- şükürler olsun ki- ara vermiş ve 'sevimli' davranmaya çalışmaya başlamıştı. Yani her gördüğü gediğe laf sokan, pisliğin teki Çağrı gibi davranmıyordu ve ani kişilik değişimi başımı döndürmüştü.

"Çağrı'yı kaybettik," dedi Mete ciddiyetle çatalını masaya bırakırken. Ellerini kovuşturup pek sevmediği Çağrı'ya döndü. "Oğlum iyi misin sen?"

Çağrı göz devirdi. "Ne alaka şimdi?"

"Böyle davranman dalga geçmenden daha korkunç," dedi Gökhan siyah saçları arasından ona kısa bir bakış atarken. "Fırtına öncesi sessizlik ya da aniden başlayan bir kişilik bozukluğu yaşıyor gibisin. Benimle muhatap olma."

"Kalbimi kırıyorsunuz!" Çağrı kaşlarını çatıp uzun burnunu sıvazladı. "Düşündüğünüz kadar kötü biri olmadığımı söylemiştim! Gökhan'ın zavallı hayatını duyduğumda hayatı zaten yeterince boktan diye düşündüm. Ayrıca Afra'nın bana çıkışmasından etkilenip ona bir hafta yavşamamaya karar verdim."

Su dolu bardağıma uzanırken, "Sağ ol," dedim soğuk bir sesle.

"Ne demek, ne demek..." Sırıttı. "Bir hafta sonra devam ederiz."

Suyumu bitirdikten sonra derin bir nefes aldım. "Çağrı, bence bir şeyi kanıtlamaya çalışıyorsun," dedim yan yan ona bakarken. "İyi biri olduğunu ya da kötü biri olmadığını... Bu ani değişimine biz inanmadığımıza göre inandırmaya çalıştığın kişi Ölüm mü? Gerçekten endişe ettiğin şey sıranın sana gelmesi mi?" Bakışlarını üzerime çevirdiğinde yüzündeki ifadenin ağırlığı altında ezilmemeye çalıştım. Çağrı ciddiyetle baktığında hem rahatsız edici, hem de korkunç oluyordu. 

Bir an sonra gülümsedi. "Muhtemelen hayatımda sana en trajik gelecek şey para içinde doğmuş olmamdır, canım." Sesi samimiyetten yoksundu. Yapay bir sıcaklık bile taşımıyordu. "Sıranın bana gelmesinden neden korkayım ki?" Açık kahverengi, cam gibi gözleriyle bana baktı.

Gözlerini ilk kaçıran ben oldum. O aylardır buradaydı, ben ise iki haftadır. Bir şekilde ciddiyetle söylediği cümleler sinmeme neden olmuştu. "Sadece bir tahmindi."

"Kız haklı," dedi aniden Egemen. Kafamı hızla kaldırdım. Düz bir ifadeyle bana bakıyordu. "Neden hemen yüzünü asıyorsun? Sana bir şey yapamaz, böyle ciddi ciddi konuştuğuna bakma. Bence söylediklerinde haklısın."

"Ben-" Afalladım. "Siz daha iyi tanırsınız."

Egemen gözlerini Çağrı'ya çevirdi. "Eh, onu geldiği günden beri tanıyorum," dedi soğuk bir sesle. "Ve bu yapmacık, iyilik bebesi tavırlarına inanmıyorum. Senin dediklerine katılıyorum." Yanağını eline yaslayıp baygın bakışlarını Mete'ye çevirdi. "Sen?"

"Üstüne gidilecek bir durum yok," dedi Mete ona bakmadan. "Hepimizin geçmişinden bir bokluk çıkacak gibi duruyor, sorgulamıyorum. Götü tutuşmuşsa rol çekebilir. Sanki o psikopat yer de." Kendine sakince su doldurmasını izledik. Bardağını kaldırırken nihayet Çağrı'ya baktı. "Yemez, biliyorsun değil mi?"

"Rol yapmıyorum diyorum, kalbim çatlayacak bak," dedi Çağrı tehdit edercesine.

Egemen onu umursamadı. Mete'nin cevabına karşı ne düşündüğünü belli etmeden bakışlarını Sarp'a çevirdi. "Sarp, senden ne haber?"

Sarp ekmekle dolu ağzına çayla takviye yaparken ağzını işaret etti. İki yanağı da kocaman olmuş bir şekilde ağzındaki bulamacı çiğnemesi nereden bakarsan iki dakika sürdü. Bu sırada Gökhan bile yemeyi bırakmış, yeni bir yaşam formu bulmuş gibi Sarp'ı izliyordu. Sarp'ın ağzı nihayet boşaldığında ellerini kovuşturup çenesinin altına götürdü. "Evet, bunu ilk kez denedim."

"Ağız dolusu bir karışımı çiğnemeyi mi?" dedi Kutay kafası karışmış bir şekilde.

Sarp gururla kafasını salladı. "Bu arada," dedi Egemen'e dönerken. "Çağrı geldiğinden beri umurumda değil. Onu dinlemiyorum ve incelemiyorum. Bu yüzden cevap veremem."

Egemen sırıttı.

Çağrı'nın ağzı beş karış açık kaldı. "Öyle ölmem füze at ya," dedi dehşete düşmüş bir şekilde. "Birbirimizi tanıyalı yarım yıl olacak, dediğin şeye bak!"

"Üzülme, üzülme," dedi Sarp teselli edercesine. " PES oynayışını benden iyi kimse bilmeyecek bu dünyada. Bunu bir artı olarak düşün. Hem..." Dudaklarını büzüp tavana baktı. "Götüm hakkında ilk sen konuşmuştun. Gökhan'a güveniyorum çünkü en azından normal bir insan. Sana güvenmiyorum."

Çağrı yüzünü buruşturup sandalyesini geriye itti ve ayağa kalktı. "Iy, abartma istersen." Mutfaktan çıkmak için yürümeye başladı.

"Kaçma lan!" diye bağırdı Egemen arkasından. "Toplamaya yardım edeceksin!"

Çağrı arkasına dönmeden orta parmak çekti. "Anca sürüklersen."

On beş dakika sonra masayı toplamak için duran Kutay, ben ve Egemen'in zorla sürüklediği Çağrı dışında mutfakta kimse kalmamıştı. Egemen'le Çağrı cidden birbirine girmişti. Kameralı silahların gıcırtıları eşliğinde birbiri üzerinde debelenmişlerdi ve en sonunda onun kollarını kıstırıp zaferi sağlayan Egemen olmuştu. Bileklerinden kelepçelemiş gibi tuhaf bir pozisyonda zırlayıp duran Çağrı'yı mutfağa sürüklemişti.

En uzun olanları Çağrı olmasına rağmen Egemen'in onu alt etmesine şaşırmıştım. Bu yüzden tabakları tezgaha yerleştirirken mutfağın kapısına yaslanmış, Çağrı'nın işini yaptığından emin olmaya çalışırken onu göz hapsine almış Egemen'e kaçamak bakışlar atıyordum. 

Çağrı bir tabağı tezgaha o kadar sert bıraktı ki yerimde zıpladım. Tabağın kırılmadığını görünce şaşırdım.

Egemen gelip Çağrı'nın ensesine bir tane patlattı. "Dalyarak," dedi ona dik dik bakarken. "Oradan bakınca fazlalık tabağımız var gibi mi gözüküyor?"

Çağrı onun böğrüne dirseğini gömdü. Egemen'in kaşları çatılırken dişlerini sıktı. "Yarak marak da ne oluyor? Nerede bu evin Afra için küfür filtresi?"

"Salak mısın salak numarası mı yapıyorsun?" Egemen'in sesi sertti ve dirseklendiği için onu parçalamak ister gibi bakıyordu.

"Ne alakası var?"

"Dalyarak budala demek." Bana özür dilercesine bakıp hafifçe gülümsedi ve ben ne olduğunu anlamadan hızla kulaklarımı kapadı. Bir şey fısıldadığını duyar gibi oldum ama fakat kelimelerini seçemedim. Ayrıca bu hareketine o kadar şaşırmıştım ki ne dediğine odaklanamamıştım bile. 

Egemen ellerini kulaklarımdan çekerken, "Önemsiz bir sansürdü," diye mırıldandı eğilip. 

Yanaklarımda bir yanma hissetsem de hiçbir şey olmamış gibi omuz silkmekle yetindim. "Sağ ol." 

O sırada Çağrı'nın tepesi artmıştı. "Bir git başımdan be!" diye çemkirdi. "Yemin ediyorum ölürsem Ölüm yüzünden değil, sizin Çağrı ayrımcılığınız ve iftiralarınız yüzünden öleceğim."

"Kalbin kırılarak, değil mi?" dedim ifadesiz tutmaya çalıştığım sesimle. Hep 'kalbini kırdığımızı' iddia ediyordu. Üstelik konuşarak bir an önce tuhaf hissetmekten kurtulmak istiyordum.

"Aa, Afracığım bile beni tanımaya başlamış!"

El beziyle masayı silen Kutay kafasını kaldırırken gürültüyle iç çekti. "Biraz yaşınıza uygun davranır mısınız?"

Kutay'la aynı yaşta, yani yirmi bir yaşında olan Egemen öfkesini ona yönlendirdi. "Tabii Bay Mükemmel," dedi alayla. "Senin kadar kibar ve olgun olamadığım için çok özür dilerim." Kutay yüzünde nadiren gördüğüm sert bir ifadeyle ona dik dik baktı fakat karşılık vermedi. Karşılık vererek boş konuşmaları büyütecek biri değildi. Ne kadar az kavga, o kadar az gürültü. Bunu savunuyordu.

Egemen, Çağrı'nın sırtına bir iki kere sertçe vurdu. Teşvik eder gibi bir davranış olsa da aslında onu yere yıkmaya çalışıyor gibiydi. "Hadi bakayım, düzgün yap işini abiciğim. Ben de gidip Mete'yle biraz muhabbet edeyim."

Çağrı siniri bozulmuş gibi kafasını geriye yatırıp güldü. "Oğlum, burada olmayacaktık var ya..."

"Paranla beni mi tokatlayacaktın?" dedi Egemen sırtını ona dönerken. Sırıttığını sesinden anlayabilmiştim.

"Hayır," dedi Çağrı omzunun üzerinden ona ters bir bakış atarken. "Beni tehdit etmeye çalıştığın Mete'nin varlığını paramla tutar ve onu satın alırdım. Sonra da üstüne salardım." Yüz ifadesinde ciddiyet okunuyordu.

Gerçekten bu tarz şeyleri yapıp yapmadığı konusunda düşüncelerimi bastırdım. Kutay yanıma gelip el bezini bana uzattığında suyu açıp bezi yıkamaya başladım. "Mete'nin gangster olduğunu mu düşünüyorsun?" diye ortaya bir soru attım.

Kutay tezgaha yaslanmış bir şekilde dururken kaşlarını havaya kaldırarak yüzümü tarafı ama cevap vermedi. Çağrı ise cevap vermeye istekliydi. "Neden olmasın?" dedi alayla. Sesini alçalttı. "Sonuçta bir adamı sakat bırakıp dilini kestirmek için pis işlerle uğraşan birilerine bulaşması gerekirdi."

"Doğru," diye mırıldandım suyu kapatırken. Elimi dizlerimin üstünde kurulamak için eğildiğimde Çağrı'nın bana şaşkınlıkla baktığını yakaladım. "Ne?"

"Beni reddetme hastalığına sahip değil misin?"

Kaşlarımı çattım. "İnsan gibi konuştuğunda ve bana normal davrandığında seni terslemek için bir nedenim yok. Burada hepimiz tutsağız."

Çağrı'nın yüzünde gururlu bir ifade belirdi. "Öyle mi?"

"Bunu ben de demiştim," dedi Kutay inanamaz gibi Çağrı'ya dönerken. "Ben dediğimde umursamamıştın bile! Tek yaptığım seni insan gibi konuşmaya teşvik etmeye çalışmaktı! İlla bir kız olmam mı gerekiyor?"

Çağrı bir şey diyecekmiş gibi ağzını açtı. Ardından bana kaçamak bir bakış atıp çenesini kapadı. O an, diyeceği şeyin müstehcen bir şey olduğuna yemin edebilirdim. Son anda kendini durdurmuştu. "O daha içten söyledi," dedi Çağrı, Kutay'a sırıtırken.

Kutay kafasını sağa sola sallamakla yetindi. "Bulaşıklarda yardım edeyim mi?" diye sordu bana dönüp. Sesi her zamanki gibi nazikti. "Ya da bugün canın istemiyorsa seninle günlerimizi değiştirebiliriz."

"Sorun yok," dedim omuz silkerek. Bir an tereddütte kaldım. "İçeri geçerken Gökhan'ı çağırır mısın?"

"Ne yapacaksın Gökhan'ı ya?" diye atladı Çağrı. "Benim muhabbetim ne güne duruyor?"

"Yok, ondan değil," dedim hızla. "Sadece... Öyle işte." 

Kutay'a yardım dilenir bir şekilde baktığımda Kutay kafasını salladı. "Ölüm'ün isteği olabilir," dedi Çağrı'ya hitaben. "Ne istediğini ya da yazdığını o istemedikçe bize söyleyemez, bunu unutma. Hadi oyalanma burada, iki dakikaya geç içeri de Gökhan'ı göndereyim."

"Teşekkür ederim," dedim gülümsemeye çalışarak. Gülümseyemedim. 

Acınası denememe bir şey demedi. Muhtemelen yüzüm sakat gibi gözüküyordu.

Kutay çıktığında Çağrı bana döndü. "Bu arada ne zaman doğdun sen?"

"Neden soruyorsun?"

"Aramızda sayısal olarak bir yaş var ama kaç ay var onu merak ettim," dedi gülümseyerek. Burnu yüzünü kaplamasaydı ve karakteri biraz daha çekilebilir olsaydı gülümsemesi sevimli sayılırdı. Ya da çekici. Her neyse işte. "Hadi, seneye de burada olursak konservemi sana vererek doğum gününü kutlarım."

Derin bir nefes aldım. Boş boş ısrar etmesini dinlemektense cevap vermeyi tercih ederdim. "1 Nisan."

Çağrı bir an ciddi olup olmadığımı anlamaya çalışarak bana baktı. Ardından tekrar sırıttı. "Şaka gibi, ha?"

Basit bir cümleydi. Alınacak hiçbir şey yoktu. İlkokul seviyesinde, şaka gününe yapılan bir göndermeydi. Basitti. Gerçekten. Bende hiçbir etkisi olmaması gerekirdi.

Ama olmuştu.

Ve işte, tatsız bir anı gözümün önündeydi: Okuldan yeni dönmüştüm. Çantam bir omzumdan sarkıyordu, annemin en nefret ettiği şekilde. Çantamı bu şekilde taşıdığım her seferinde duruş bozukluğum olabileceğini söyleyip duruyordu. Ağırlığı tek omzuma vermenin yanlış olduğunu tekrar ediyordu. Bilmediği şey çantamın ağır olmadığıydı. Genelde eksik kitaplarla derse katılırdım ve birkaç dersin defteri aynıydı. Sadece üç defterim vardı. 

Evde anneme görünmeden eve girer girmez çantamı iki omzuma asıp onun istediği şekle girmiştim. O gün, doğum günümdü. Doğum günlerini çok önemsemezdim. Kutlanılması beni istemesem de mutlu ederdi fakat unutulması, kutlanılmaması umurumda olmazdı. Yaş atladıkça büyüdüğümü hissetmiyordum.

Ben zaten büyümüştüm. Ruhumun yaşına bedenimin ulaşmasını bekliyordum.

Evin içinde adımlarken beklediğim şey evin yalnızlığını yatıştıran bir televizyon sesi duymaktı. Televizyonun belli belirsiz uğultusu, güneş almayan evin neredeyse akşama gömülecek karanlığı, odama girdiğimde aldığım beni bekleyen hava. Beklediğim şey buydu fakat televizyon sesi yoktu. Bunun yerinde evin yalnızlığını destekleyen, kendini tutmayan hıçkırıklar ve ağlama sesi vardı.

Annemi odasında, yatağının yanında yere çökmüş bir şekilde ağlarken buldum. Kısa saçları yüzünün örtülmesini engelliyordu. Yaşların yüzünde izlediği yollar, kızarmış gözleri oradaydı. Onu görüyordum. Ve sonra da onu duydum. Ağlamaktan kısılmış, titreyen sesiyle doğum günümü kutladığını.

"En büyük hatam," demişti mahvolmuş sesiyle. "-sensin."

Doğum günüm kutlu olsun.

Doğum günümün kutlanması umurumda değildi, kutlanmaması da öyle. Fakat doğuşumu lanetleyen o kelimeleri, ağlayan annemden duymak çarpıcıydı. Bugün bile o gün neler olduğunu bilmiyordum. Tek bildiğim akşam yanıma gelip benden özür dileyişiydi. "1 Nisan," diye mırıldanmıştı zayıf sesle. Ona önemli olmadığını söylemiştim. Neden üzüldüğünü sormama rağmen bana anlatmasa da ona sarılmıştım.

Sanırım gerçekten de önemli değildi.

Fakat kırılmıştım.

Sonra aldığım her nefeste bir hata olduğumu bilerek yaşamıştım. İstenmeyen, pişman olunan bir hata. 

"Afra?"

Çağrı'nın sesi beni uykudan çıkarmış gibi irkildim. Gözlerimi kırpıştırdığımda onun yüzünü gördüm. Gerçi en başından beri ona bakıyordum fakat onu anca şimdi görebilmiştim. Boğazımı temizleyip bir bardak aldım ve kendime su doldurdum. Boğazım için soğuk kaçan suyu içerken bu anıyı tetikleyen şeyi fark ettim: Gökhan'ın sözleri.

O benim en büyük hatamdı ve sonsuza dek öyle kalacak.

Annem gitmeme bir ihtimal sevinmiş olabilir miydi? İçten içe, hatasından kurtulduğunu düşünmüş müydü? Beni arıyor muydu? Beni ne kadar arıyordu?

Dikkatimi toplamaya çalışarak bakışlarımı Çağrı'ya çevirdim. "Şey, ne diyordun?"

"Dalıp gidince boyut değiştiriyorsun, maşallah," dedi kaşlarını kaldırmış bir şekilde bana bakarken. "Aramızda yedi ay varmış ama kendimi senden daha da büyükmüş gibi hissediyorum. Sanırım aşırı kısa olmandan dolayı." Elini kaldırıp kafamın hizasında tuttuğunda dik dik eline baktım.

"Benim boyum normal," dedim soğuk bir sesle. "Zenginsin ya, etrafındaki kızlar parayla uzamıştır."

"Kıskandın mı?"

"Çağrı, salak mısın?" Bardağı yıkanmak üzere tezgaha geri bıraktım. "Niye kıskanayım seni? Allah servetini, etrafındaki kızları bol etsin de sağa sola vurma kendini. Hay Allah'ım!" Kafamı sağa sola salladım. "Bak, normalde insanların kolay çekebildiği bir insan değilim ve davranışlarından dolayı seninle anlaşmak için kendimi zorlamayacağım. Yine de normal davranırsan ben de normal davranırım."

Çağrı boyuma yaklaşmaya çalışıyormuş gibi üzerime eğildiğinde geriye doğru bir adım attım. "Ne oluyor?"

"Afra, hiç sevgilin oldu mu?"

Kaşlarımı havaya kaldırdım. "Hayır ve bundan sana ne?"

Sırıttı. Tekrar doğrulurken silahları işaret etti. "Buradan çıkış yok. Bunu Mete'ye bakarak bile anlayabilirsin. Diğer ahlaklılara bakacak olursan sana yan gözle bakmaları muhtemelen üç yıl sürer, o zamana kadar yaşarsak ve büyük İstanbul depremi falan olmazsa tabii. Ölmeden önce biriyle çıkmanın ne demek olduğunu deneyimlemek ister miydin? Bunu bir düşün."

"Tamam, düşündüm." Temkinle ondan birkaç adım daha uzaklaştım. "Hayır, teşekkürler." Öfkeden ya da utançtan, hangisi bilmiyordum ama kızarmaya başladığımı hissedebiliyordum. Eh, aldığım ilk çıkma teklifi değildi fakat ilk defa çıkma teklifi edilirken birini ciddiye alıp cevap verdiğim seferdi.

Çağrı afalladı. "Çok hızlı olmadı mı?" Sendeleyerek tezgaha yaslandı. "Oha lan, hiç bu kadar hızlı reddedilmemiştim." Gözlerini zemine dikti. Sanki reddedildiğini hazmetmeye çalışıyormuş gibiydi. Kafayı yiyip yemeyeceğiyle ilgili onu temkinle süzdüm. Neyse ki saldırganlaşacak gibi gözükmüyordu.

Neyse ki o ağzını açmadan Gökhan içeriye girdi. Bir bana, bir Çağrı'ya baktıktan sonra, "Onu sözlerinle mi tokatladın?" diye sordu ilgisiz bir şekilde. "Eline sağlık."

"Biz havadan sudan konuşuyorduk ya," dedi Çağrı aniden doğrularak. Bana kaçamak bir bakış attı. İşte o zaman 'reddedildiğini' diğerlerinin bilmesini istemediğini anladım. Neredeyse ergenliğe yeni girmiş gibi davranıyordu. "Neyse siz gizli görevlerinizi yapın, ben biraz ışığımla içeriyi aydınlatmaya gidiyorum."

Koşarcasına mutfaktan çıktığında ikimiz de arkasından bakakaldık.

"Cidden, ne oldu burada?" dedi Gökhan, bu sefer meraklıydı. Fakat bakışları bana döndüğünde birden gerildi, yüzündeki merak ifadesi kayboldu. "Beni neden çağırdın?" Temkinli bir şekilde beni süzerken kendimi kötü hissetmeye başlamıştım. Soruları ben sorduğum için bana tepkili olabileceğini düşünmüştüm fakat o günden beri normal davranmıştı. Her zamanki gibi az konuşmuştu ve benle de her zamanki gibi fazla etkileşime geçmemişti.

Şimdi bana bakışı farklıydı.

"Soruları sana sormak zorunda olan ben olduğum için üzgünüm," diye mırıldandım sertçe yutkunurken. "Ben... Belki bulaşık yıkamak istersin dedim. Yani yanlış anlama, işi sana yıkmaya çalışmıyorum. Sadece bunu yaparken kafanı dağıttığını hatırladım ve bir sorayım dedim. İstersen sana yardım da edebilirim."

Gökhan'ın yüzündeki ifade yumuşadı. Ardından utanmış gibi gözlerini benden kaçırdı. Kafasını eğdiğinde saçları gözlerini örttü. Ne yapacağımı bilemedim. "Seni incittiysem özür dilerim," diye ekledim. "Anlatmanın senin için ne kadar zor olduğunu tahmin ed-"

"Teşekkür ederim."

Kısık sesle söylenmiş, çoğu kişi için önemsiz sayılabilecek iki kelime. Kelimeleri sessizlik içinde, aramızda asılı kaldı. Bir an sonra kafasını doğrulttu fakat yine bana bakmadı. "Sen yıka, ben yerleştireyim," diye mırıldandı. Dikkatini dağıtması için buna ihtiyacı olduğunu bildiğimden hızla tezgaha döndüm. Bir süre sonra çoktan köpüklü süngerle tabakları yıkayıp kenara dizmeye başlamıştım. Gökhan ise tezgahın bana uzak, temiz bir yerine oturup kafasını duvara asılı dolaba yaslamıştı.

İkinci tabaktan sonra nihayet konuştu. "Sen o ite öyle ağzının payını vermeseydin," dedi güçlükle. "Anlatmaya başlayamazdım bile." Ona bakmamın cesaretini kıracağını düşündüğümden ona dönmedim. Sadece kafamı sallayarak onu dinlemeyi sürdürdüm. "Kelimelerinin beni ezmesine izin verirdim. Canımı yakmasına da öyle. Belki de hak ettiğimi düşünürdüm. Hatta... Belki de hak ediyorumdur."

Son cümlesi bakışlarımın ona çevrilmesine neden oldu. "Böyle düşünme!" Sesim sanki bana hakaret etmiş gibi kırgındı. "Bunları hak etmemiştin. Ve burada olmayı da. Belki hepimizin geçmişi kötü, belki Ölüm bizi kendince kötü göstermek için her şeyi yapacak fakat hiçbir insan bunu hak etmiyor. Üstelik... O konuda da kendine böyle davranmayı hak etmiyorsun."

Gökhan kafası dolaba yaslı şekilde duvarı incelemeye devam etti. Beni duyduğuna dair hiçbir tepki göstermemişti. Arka fonda hafifçe açılmış suyun çıkardığı ses, kulağımı dolduran tek şeydi. Biraz sonra, gerçekten de beni duymamış gibi konuştu: "Belki de bizi buraya kendimizi kabullenmemiz için koymuştur."

"Ne demek istiyorsun?"

Derin bir nefes alıp gözlerini kapadı. "Belki de Mete kendini o yaptığı konusunda hiçbir zaman affedememiştir. Belki de ben o yılların içinden hiçbir zaman çıkamamışımdır, kendimi hiç tanımamışımdır. Belki de bu onun gibi zengin bir deli için sadece sosyal deneydir. Belki hepimize bunu yaptıktan sonra bizi serbest bırakır."

Ölüm'ün benimle konuşma şeklini ve davranışlarını hatırladığımda dudaklarımdan histerik bir gülüş kaçtı. "Umarım dediğin gibi olur Gökhan," dedim elimden geldiğinde ifadesiz bir sesle. "Yoksa olacakları düşünmek istemiyorum." Tekrar tabakları yıkamaya döndüm. Bir dakika sonra bardaklara geçmiştim.

Gökhan tezgahtan inip yanıma geldi. "Çok sessizsin," dedi kısık sesle. "Tüm bu on yedi gün boyunca ne düşündün?"

Cevap vermeden önce gözlerimi suyun akışına çevirdim. "Birkaç eski ve önemsiz anıyı," diye mırıldandım. "Sonra da eskiden berbat gelen, şu an gözüme oldukça çekici gelen sıradan günlerimi. Fakat bunlardan çok düşündüğüm bir şey vardı: Neden hiçbir şey düşünmediğimi düşündüm." 

Bir cevap bekler gibi bana baktığını hissedince derin bir nefes aldım. Bir tabağı durulayıp ona uzattığımda yerine yerleştirdi. "Genelde bir şey düşünmüyorum, normal hayatımda da bu böyleydi." Sesim normaldi. Hüzünlü bir anıdan bahseder gibi değildi ve bu konu hakkında ne düşüneceğimi bilmiyordum. "Antidepresan kullanmayı bıraktığımda bile sanki ilaç kullanmaya devam ediyormuşum gibi bu devam etti. Sanırım düşünmenin çok yorucu gelmişti." 

"Antidepresan mı?" diye sordu çekingen bir şekilde.

Gülümseyerek ona döndüm. "Lisede herhangi bir sınıfta bile en az beş kişi kullanıyordur," dedim onu teselli edercesine. "Bazılarının dertsizlikten derdi ve takıntıları çıkıyor. Bazıları da gerçekten dertli oluyor. Eh, ben uyuyamıyordum ve insanlarla konuşmayı tamamen kesmiştim. Çok önemli değildi. Sadece üç ay kullandım." Ona bir tabak daha uzattım. "Sen de sessizsin, peki sen ne düşünüyorsun?"

Gökhan bakışlarını ellerine çevirdi. "Nerede hata yaptığımı."

Öldürücü bir son darbe etkisi yaratan kelimeleri tekrar sessizliğe gömülmemize neden oldu. O sırada Ölüm'ün yazdıklarını hatırladım. Şimdilik, demişti. Sanki Gökhan'ın hikayesinin devamı, başka bir kısmı var gibi konuşmuştu.

Benden bir yaş küçük olan oğlanın görüntüsünü dikkatle süzdüm. Simsiyah gözlerine, yüzünü gizlemek ister gibi yüzüne dökülen siyah saçlarına baktım. Zayıf ve kemikli vücudu, zarif yüz hatları... Sadece bir bedendi. Öylesine bir incelemeydi ama ona bakınca bir kitabı gördüm. Devam etmek için arasına kitap ayracı bıraktığı sayfaları gördüm ve duruşundaki bir şeyler, bana anlattıklarının sadece başlangıç olduğunu hissettirdi.

Ona son kaşıkları uzatırken ellerim titredi.

Havluyla ellerimi kurulamamı bekledi. Ardından kafasını saygı belirtir gibi hafifçe eğdi, "Tekrar teşekkür ederim," diye mırıldandı. "Beni buraya çağırman da buna dahil." Kafasını dikleştirip yüzüme kaçamak bir bakış attıktan sonra kapıya yöneldi.

"Gökhan." İsmini neden seslendiğimi anlamaya çalıştım. Ardından ona diyecek birkaç şeyim daha olduğunu fark ettim. Adımları duraksamıştı fakat bana dönmemişti. "Biriyle konuşmak istersen seni dinlerim. Hiç olmadı bir abla desteği olarak düşün, aramızda çok yaş olmasa da..."

Bana bakmadan kafasını onaylarcasına salladı. Ardından mutfaktan çıktı.

Buraya geneli uzun zamandır bu kadar konuşmadığımı düşünerek bir bardak su daha içtim. Bir süre duvara yaslanarak sakinleşmeye çalıştım. Düzenli nefesler alıp verdim. Bu sırada sanki Ölüm'ün gözleri beni tam şu an, kameranın ardında izliyormuş gibi bir ürpertiye kapıldım. Dişlerimi sıkarak sırtımı duvardan ayırdım ve salona geçtim.

Belli belirsiz kusmuk kokusuna karşı derin bir nefes aldım. Ne kadar çok koklarsam, o kadar hızlı alışırdım.

Bakışlarımı koltuk takımına çevirdim. PES sırası Mete ve Egemen'deydi. İkisi de birbirinden haz etmediğinden olsa gerek kapışma oldukça heyecanlı geçiyor gibiydi. Oyun konsollarını kontrol ederken kollarını da sağa sola büküyorlardı. Mete'nin kaşları çatılmıştı ve dilini hafifçe dışarı çıkarmıştı. Yüzünde tam odaklanma ifadesi vardı.

Gökhan'la oturduğum koltukta boş yere kısa bir bakış attım. Kutay'la göz göze geldik. Teşekkür amacıyla ona hafifçe gülümsedim ve koltukta yerime oturdum.

Saatlerce koltukta otururken ikimiz de sessizdik. Şimdi Gökhan'ın sessizliğinde ne yaptığını biliyordum. Peki ben ne yapıyordum? Başkalarının ne düşündüğü düşünüyordum. Kendi düşüncelerimle ne yapacağımı bilemiyor gibiydim. Bu yüzden sadece bakıyordum. Sadece... Yüzeysel düşünüyordum.

Neden buradayım?

Cılız bir vurguyla bu soru zihnimde yankılanıyordu.

Saatler inanılmaz bir yavaşlıkla aktı ve nihayet akşam oldu. Parmaklıklı camlardan vuran güneş ışığı epey azalmıştı. Akşam yemeğinde her zamanki konservelerimizi yedikten sonra beni sessizliğimden çıkaran Sarp oldu. "Bugün PES'i çok dikkatli izledin, gördüm," dedi keçi sakalını sıvazlarken. Evet, demek istedim. Aslında tek yaptığım neden hiçbir şey düşünmediğimi düşünerek televizyonun ekranına bakmak. "Bugün ilk golünü atabilecek kadar şanslı hissediyor musun? Hadi bir el atalım."

"Bu arada tarihi bilen var mı?" diye sordu Egemen bıyık altından gülerken. "Gol atarsa tarihi kaçırmayalım."

"Uğraşma kızla." Bunu diyen tabii ki Kutay'dı.

"Çok kötüsün," dedim Egemen'e göz devirirken. Göz kırpmakla yetindi. Bakışlarımı ondan kaçırdım.

Sarp bana beklentiyle bakıyordu.

Onu kırmak istemiyordum, gerçekten. "Ee-" Gözlerim bir kaçış yolu arayarak salonda dolaştı. "Ben biraz kalkıp kitapları düzenlemekle uğraşmak istiyordum." Koltuktan kalkarken ona özür dilercesine baktım. "Henüz kendimi o kadar şanslı hissetmiyorum Sarp, kusura bakma. Belki yarın oynarız."

Sarp'ın yüzü sadece birkaç saniyeliğine düştü. Hemen sırıtmıştı. "Merak etme öğrencim. Sana bu oyunu o kadar iyi öğreteceğim ki tüm mahalle PES turnuvalarını kazanacak hale geleceksin. Kendini hazır hissetmeyi bekle sadece."

Buradan çıkınca PES'in adını bile duymak istemezdim fakat kafamı sallayarak onu onayladım. "Teşekkürler." Koltuktan kalkıp kitaplığa doğru ilerledim ve iki kez baştan boşaltıp dizdiğim kitaplara içli içli baktım.

"Okumayı seviyor musun?" diye seslendi Mete. Oturduğu yerden kalkmaya tenezzül etmemişti.

"Pek sayılmaz," dedim ona dönmeden. "Yılda beş kitap falan anca okuyorumdur. Bilmiyorum. Belki de bana hitap eden bir tür falan bulamamışımdır." Gözlerim kitapların sırtlarında gezindi. "Belki de ölümün varlığını hatırlayınca kitaplar bana daha da çekici görünmeye başlamıştır." Omzumun üzerinden koltuklara baktığımda herkesin şaşkınlıkla bana baktığını fark ettim. "Ne?"

"Sağlam laftı," dedi Çağrı beni alkışlamaya başlarken.

İç geçirip tekrar sırtımı ona döndüm. "Peki ya sen Mete?"

"Eskiden iyi bir okurdum," derken sesi durgunlaştı. "Fakat burada birkaç cümle sonra bulanık görmeye başlıyorum. Odaklanamıyorum, ne okuduğumdan anlamıyorum. Sanki başka bir dilde yazılmış cümleleri okuyormuş gibi hissediyorum. Hâlâ her ay elime bir kitap alıp bir değişiklik olup olmadığına bakıyorum fakat durum aynı: Artık okuyamıyorum."

"Buradan kurtulursak," dedim pürüzlü bir sesle. "Eski haline dönebilirsin."

"Buradan kurtuluş yok."

Mete'nin sözleri donakalmama neden oldu. Onlara dönük olmadığıma şükrettim.

İyi bir okur... Eskiden iyi bir okursa demek ki kitaplar bir dönem onun için kaçış olmuştu. Ve bu kafeste kitaplar bile yüzüne kapanmıştı. İki yıl, diye hatırlattım kendime. Namlu ucunda iki yıl. 

Eskiden zorla kitap okumamızı istediklerinde kitap okumaya hiç hevesle bakmamıştım. Çoğu kişi bunu dünyadan kaçış olarak değerlendiriyordu. Kendini bir karakterin yerine koyup bambaşka bir dünyaya dalmak, kısa bir süre de olsa kim olduğundan, ne olduğundan uzaklaşmak... Kitapların çok şeyi sağladığını söylüyorlardı fakat şu ana kadar hiçbir kitap elimi tutamamıştı.

Elim raflardan birine uzandı. İnce bir kitaba, sade bir kapağa sahip olan bir kitaptı bu. En çok ilgimi çeken ise adıydı.

Bir İdam Mahkumunun Son Günü.

Gözüm bir süre kitabın isminde takıldı. İçimdeki ürpertiye aldırmadan kitabı elime aldım ve yere oturdum. Sırtımı kitaplığa yaslayıp kapağı açtığımda kapağının kolayca açıldığını fark ettim. Kapağı tekrar kapatıp kitabı incelediğimde kitabın daha önce açıldığını fark ettim. Hâlâ yepyeni gözüküyordu fakat Mete en azından kapağını açmış gibiydi.

Derin bir nefes aldım. Ardından ilk sayfayı açtım ve güneşin son ışıkları ağır ağır salonu terk etmeye başlarken kitabı okumaya başladım. 

Kitabın basımında aralara serpiştirilmiş nokta şeklinde mürekkep lekeleri vardı. Bunun dışında gerçekten de yepyeni gözüküyordu.

Kitapta bir idam mahkumu vardı. Suçunun ne olduğunu o biliyordu fakat satırlarda suçu yazmıyordu. Birini öldürmüştü fakat neden öldürdüğü belli değildi. Ölmek istemiyordu. Yaşamak istiyordu. Bir kızı vardı. Küçük bir kızı. Ölüm tarihine gittikçe yaklaşırken umutsuzca yaşamını düşünüyordu. Ölümün ne kadar acımasız olduğunu.

Kitaba kendimi o kadar kaptırmıştım ki diğerlerinin sesini duyamaz oldum. 

Beni bu dalgınlığımdan çıkaran şey noktalar oldu.

Bir siyah noktayı fark ettim. Cümle başındaydı. Sonra da başka bir noktayı fark ettim. Bir cümle sonundaydı. Noktalar kalemin ucuyla hafifçe değdirilerek olmuş gibiydi. Donakalmış bir şekilde satırların arasında bakışlarımı gezdirdim. 

"Ne yazık! Ölüm ruhumuzu ne hale getirecek? Onu nasıl şekillendirecek? Ondan ne alıp ne verecek? Onu nereye yerleştirecek? Bazen dünyaya bakıp ağlaması için etten gözler bahşedecek mi?"

Hızla okuduğum önceki sayfalara baktım ve noktaları buldum. Cümleleri arasına almıştı. Ve sonra bir sonrakini. Ve bir sonrakini daha. Parmaklarım titremeye başlarken dudaklarımın arasından kesik nefeslerim dökülmeye başlamıştı. En sonunda tüm sayfaları çevirip noktaların olduğu yerleri buldum. Sadece iki nokta siyah değil, kırmızıydı. Minik kırmızı iki nokta, başka bir alıntıyı içine almıştı.

Sayfa 19. Bölüm 13.

"Bunlar kendilerinin oyuncu olacağı güne kadar gösteriyi izleyen mahkumlardı. Araf'ın hava deliklerinden cehenneme bakan kayıp ruhlar gibi görünüyorlardı."

Bu kitabı biri okumuştu.

Bu kitabı biri okumuştu. Başka biri bu kitabı okuyana kadar seçtiği alıntılar gözükmesini istememişti. Aslında bu kitabın bazı cümlelerinin altı çizilmişti. Bu kitap bir şeyler anlatıyordu. Bir idam mahkumundan daha fazlasını.

Sendeleyerek ayağa kalktım. Gözlerimi satırlardan ayırıp diğer tutsaklara çevirdiğimde görüşüm bulanıklaştı. Onların orada oturduğunu gördüm fakat yüzlerini seçemedim. Nefesim dehşet içinde sıkışırken kulağımı gürültülü bir alarm doldurdu. Sersemlemiş bir şekilde odamıza çekileceğimiz zamanın geldiğini fark ettim fakat bunu net olarak düşünemedim.

Dudaklarımı araladım.

Kitabın parmaklarım arasından kayıp düştüğünü hissettim. Tuhaf bir uğultuyla kitabın yere çarptığında çıkardığı ses kulağıma doldu. Ses hem yokmuş, hem de gök gürültüsüymüş gibiydi.

Bayılacağımı fark ettim fakat buna engel olabilecek hiçbir şeyim yoktu.

Karanlık beni çekip kucaklarken bedenimin yerle buluştuğunda çektiği acıyı bile hissedememiştim.

Tuhaf bir kabus gördüm. 

Gözlüğümü takmamıştım ya da gözüm yaşlıydı. Hangisi olduğunu bilmiyordum. Bir el bana doğru uzanıyordu, tek seçebildiğim buydu. Ve kolumu ona doğru kaldırdığımı hissediyordum. Beni çekip almasını istiyordum. Eline tutmak istiyordum. Parmaklarımı parmakları arasından geçirmek istiyordum. Bu his o kadar yoğun ve sarsıcıydı ki midem bulanıyordu. 

Bana uzanan o elin ardında ışık vardı, güneşin doğumu vardı. 

"...o güne kadar sadece izle," diyordu buğulu bir ses. "Kelebeğim."

• • •

Herkese selam!

Evet, evet, evet! Bence bomba gibi bir bölümdü! Bizimkilerin hepsiyle hafif hafif etkileşime geçti, güzelce konuşuldu ve bir şeyleri keşfetmeye bir adım atıldı. 

Çağrı'nın iyi davranmasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz? 

Çağrı'nın Afra'ya çıkma teklifi etmesi ve birbirleriyle konuşmaları?

Afra'nın hatırladığı rahatsız edici anı?

Gökhan'la Afra'nın arasındaki konuşma?

Peki ya kitabın daha önce okunmuş ve işaretlenmiş çıkması? Kitaplarda ipucu olduğunu söyleyenler yanıldı fakat bir şeyler olduğunu söyleyenler doğru tahmin etti sayılır. Bir şeyler var, ama ne?

Peki ya bölüm sonu... Tamamen yorumsuz bir şekilde ne düşüneceğinizi size bırakıyorum.

Bir sonraki bölümümüzde Bir İdam Mahkumunun Son Günü ve alıntıları bize eşlik edecek ♥ Kitabı okuduğumda Oyunbaz'da 9. bölümde falandık ve ben o kitabı çok farklı bir gözle okudum. İleriki bölümde ne demek istediğimi daha net açıklayacağım, önce Afra'dan duymanızı sağlayacağım.

Dün rüyamda benim küçük Ölüm'ü gördüm. Yaralı olan Ölüm'ü. Gece ağlayarak uyandım. Her ne kadar gece 2 Nisan sayılmış olsa da uyuduğumda 1 Nisan olduğu için uyuduğum günü Afra'nın doğum günü yapmaya karar verdim. Ve zaten bölüm atmışken tekrar, bir gün bile geçmeden bölüm atmamı sağlayan şey Ölüm'ü görmemdi. Onu size biraz daha anlatabilmek istiyorum.

Bu hevesle tekrar bölüm yazarsam buraya damlarım ♥ O zamana kadar görüşmek üzere!

Instagram:

Kişisel: Merisiej
Blog: Limaeibooks
Kitaplarımla ilgili paylaşımlar için: ilimaei

Continue Reading

You'll Also Like

156K 9.9K 53
~Fantastik~ "Öfkenin ve dansın zarafeti, olacak her şeyin sebebi... ~ Yaratıkların kol gezdiği, tehlikenin hüküm sürdüğü dünyada; onları avlamak için...
101K 7.5K 60
Sessizlik. Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim sadece ona. Sadece sessiz olmasını! Neden dediğimde susmadın? Şimdi yoksun. Bu senin tercihindi!
BERCESTE By 💫

General Fiction

468K 3.5K 10
Her seçim, bir yıkımdı. Her yıkım, bir vazgeçişti. Uçurumun kenarında yürüyorduk. Ne tarafa düşsek birinin canı yanacaktı. Yanan her can, bir nefrett...
2.4K 1.1K 22
Kapak tasarımı için @hayalliruzgarlar çok teşekkür ederim Senaryo yazmayı merak edenler için ders niteliğinde paylaşmak istedim. Not: İçindeki bilgil...