√61+2x≠-4y [MAZRUB]

By gulsah_kara

30.9K 2.2K 3.9K

Radyo sunucusunun sesi yetti onu kilometreler ötesinden aşık etmeye "Kalbimde bir fay hattı var, o gülünce ye... More

1. Bölüm: Ölü Çiçekler (KMM)
2. Bölüm: Zift
3. Bölüm: Sönen Işıklar (UB)
4. Bölüm: Müziğin Suikasti (SS)
5. Bölüm: Çalıntı Notalar (K)
6. Bölüm: Kronik
7. Bölüm: Bitmeyen Şarkılar ve Yollar
8. Bölüm: Sönmüş Kireç (ÇS)
9. Bölüm: Karahindiba Mezarlığı (O)
10. Bölüm: Kalpteki Kramplar
11. Bölüm: CD 042S LÂL
12. Bölüm: 1088 07/ 150 PETROL
Ön İzleme (13. bölüm) + Duyuru
13. Bölüm: İzmarit (YD)
14. Bölüm: Kalbe Çarpan Rüzgarlar(HD-SN)
15. Bölüm: Çizik Plaklar
16. Bölüm: Ters Alizeler
17. Bölüm: Kirletilen Şarkılar
18. Bölüm: Bir Keder Saklar Gülüşü
19. Bölüm: Rıhtım
20. Bölüm: Kömürden Çizilen Resim(AG)
21. Bölüm: Sustu Artık Kasetler (OÜGM)
22. Bölüm: Kayıp Notalar Mahzeni (BPB)
23. Bölüm: Kalbim Sende İnfilak Ediyor
24. Bölüm: Falez
25. Bölüm: Kül Bulutu
26. bölüm: Zihnimde Açan Çiçekler
27. bölüm: Akşamüstü Yalnızlığı (BBPCSU)
28. Bölüm: İntihar Mevsimi
Ön İzleme (29. bölüm)+ Duyuru
29. Bölüm: Güz Batımı
30. Bölüm: İstasyon (DOŞ)
31. bölüm: Aşk-ı Kahve
32 . bölüm: Gülümseyen Çiçekler (SD)
33. bölüm: Duman Grisi
34. bölüm: Kırağı
35. bölüm: Telgraf Çiçeği
36. Bölüm: Linet
37. bölüm: Cephe Yağışı
38. bölüm: Okyanus
39. bölüm: Nar Çiçeği
40. bölüm: Bir Fotoğrafçının Hayali (UK)
41. bölüm: İs Kokulu Çiçek (SGGDÖK)
43. bölüm: Meçhul His
Ön İzleme (44. Bölüm)
44. bölüm: Rüzgarın Matemi
45. bölüm: Darmaduman
46. Bölüm: Hezeyan Sözler ve Umutsuz Melodiler
Duyuru
47. Bölüm: Aşka Bulaşanlar
48. Bölüm: Bir Katilin Portresi (SEÇBY)
49. Bölüm: Ruhu Yaralı Düşler
50. bölüm: Fay Hattı (BSYİ)
51. Bölüm: Başıboş Islıklar
52. Bölüm: Kül ve İzmarit
53. Bölüm: Yazı - Tura
54. Bölüm: Deniz Kabukları (BŞ)
55. Bölüm: Bahar
56. Bölüm: Çekim Yasası
58. Bölüm : Noćhic
59. Bölüm : Turuncu Işıklar
60. Bölüm : Çiçeklerin Mezarı Olmaz
FİNAL "SENDE BANA RASTLADIM"
Özel bölüm 1
Özel bölüm 2
Özel bölüm 3
Özel bölüm 4
Özel bölüm 5
TEŞEKKÜR

42. bölüm: Saksıma Bir Ceset Diktim

420 28 46
By gulsah_kara

Rekor üstüne rekor. En uzun bölümle karşınızdayım.  Satır aralarına yorum bırakmayı unutmayın çiçeklerim 🥀❤️

Bölüm 42: Saksıma Bir Ceset Diktim

Kardelen'den:

"Kardelen?"

O adımı her söylediğinde sevinirdim, yıllardır ettiğim duaların kabul olduğunu görebildiğim için.

Kusursuz diksiyonu, ciddi sesi ve sempatik haliyle harmanlanan sesi... Bu seste adımı duymak gülümsememe yetiyordu.

Ama o bu sefer her zamanki ses tonunda sormamıştı bu soruyu. Son sözlerimden sonra basit bir veda ile yayını kapatmış sakallarını karıştırıp uzaklara daldıktan sonra mırıldanarak şaşkınlıkla sayıklamıştı adımı.

"Sen... Neden böyle bir şey söyledin?" Gözlerinde bir hüzün vardı. Derin bir hüzün. Hatta yüzünde şu ana kadar gördüğüm en üzgün ifade vardı.

Bu hali az önceki Kardelen'i ortadan kaldırmıştı.

"Bu... benim  kim olduğumu hakkında ki açıklamamdı." Niye bu kadar üzgün görünüyordu bilmiyordum ama bu kendimi kötü hissetmeme sebep oluyordu.

Sessizce açıkladım kendimi "Senin çiçeğin olmak istiyorum ama görüyorum ki bu imkansız." Kafasını eğdiğinde bir şey yapmadığım halde kendimi oldukça rezil hissediyordum.

Dudaklarımı ıslatıp ellerini tuttum. Neden buz gibi ellerin? Kaan ben sana ne yaptım?

Sonra geçmiş yayınlarını anımsadım. Evet, o çiçekleri sevmiyordu. Neden? Yoksa annesine... Hayır, hayır! Ben asla onun annesiyle olan hatıralarının kötü kısımlarını ona hissettirmek istemedim. Ben onu üzmemem ki...

Ellerini daha da sıktım ve derin bir nefes alıp cesurca sordum, "Bir yayınında 'Çiçekler annemi benden aldı' dedin. Bundan mı çiçeklere kinin? Ya da ben annen ile ilgili sana kötü bir şe-" Kafasını hızlıca iki yana sallayıp yaklaştı bana.

"Hayır Kardelen'im, sen kötü bir şey yapmadın." dediğinde sesimi daha da alçaltıp devam ettim.

"Kaan... Ne yaşadığını bilirsem seni bu çiçek mevzusu hakkında zorlamam. Hatta ağzımı bile açmam. Ama eminim, çiçekler annene bir şey yapmamıştır. Yani... Ne bileyim bir daha bu konuyu açmam bile." Daha fazla konuşacakken o sakince adımı sayıkladı.

"Kardelen..."  Gözlerimin içine bakıp devam etti "Annemin adı Demet'ti."

Demet...

Çiçeklerle alakalı güzel bir isim. Yoksa bu yüzden mi sevmiyor çiçekleri? Hem çiçekler annesini ondan nasıl alsın ki? Dayısı değil mi bu olanlardan sorumlu olan kişi?

Dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra devam etti "Ona toplayıp verdiğim çiçeklerin kokladığı son şey olduğunu bilmiyordum. Son sözlerinin çiçek olacağını da... "

İstemsizce gözlerim dolduğunda o göz temasını kesip devam etti "Annem çiçekleri çok severdi."

Derinden nefes verip gülümseyerek devam etti. Ama acı bir gülümseme ile. "Çünkü masum derdi çiçeklerini sularken. Güzellerim, masumlarım derdi hep." Kafamı yukarı kaldırıp ağlamamak için kendimi zor tuttuğumda o devam etti.

"Çiçeklerle konuşur dertleşirdi. Özellikle babamın ölümünden sonra. Çiçekler de onu eleştirmeden yarasını deşmeden dinlerdi. Çiçek ne de olsa. Bağırsan da çağırsan yapamaz bir şey. Ufacık çocuğun kendisine suç atmasına da bir şey diyemezler." Son sözlerinden bir şey anlamayın ona baktığımda o çiçeklerden asıl nefret etme nedenini de açıkladı.

"Annemin ölümüne abisi dışında da bir suçlu aradım. Çünkü insanoğlunun doğasında vardır bu. Suçlamak. O ufak çocuk da acısını çiçeklerden çıkarttı. Kin kustu. Gördüğü her çiçeğe bastı, yapraklarını koparttı."

Bundan pişman değildi.

Çünkü o Çiçek Katili'ydi.  Çiçekleri öldürmek onun işiydi. Masum pembe renklerin celladı olmuştu mavi gözlü adam. O katildi, çünkü içindeki küçük çocuğun duyguları hala büyük Kaan'a emir veriyordu.

Nemli gözlerimle ona baktığımda sordum "Kaan... Ama farkındasın işte. Çiçeklerin masum olduğunu biliyorsun. Peki niçin hala onları suçluyorsun?"

Oflayıp ellerini iki yana açıp basit bir gülümseme ile açıkladı "Belki alışkanlık belki hala süregelen suçlama arzusu belki inatçılık diyeceksin. Ve ben hiçbirini reddetmiyorum." Dudağımın kenarını ısırıp onu dinlemeye devam ettim.

"Ama keşke sırf çiçekler için gitmeseydik o bahçeye. Saklansaydık diye iç geçiriyorum ve bu nefretin temel nedeni bu sanırım."

Göz yaşlarımı fark ettiğimde parmaklarını nemli yanağım ve göz çevremde gezdirdiğinde bakışlarım onun maviliklerini yakaladı.

Yüzüme eğilip kısılan sesiyle yalvarırcasına "Kardelen, beni sakın çiçeklerle imtihan etme." dedi. Titreyen çenemi tuttuğunda yıkık bir bakışla devam etti "Ben o sınavdan kalırım."

🥀🥀🥀

Kulaklıklarımı takıp cam kenarındaki koltuğa geçtiğimde bir şarkı açtım ve dün gece Kaan ile yayından sonra konuştuklarımızı unutmak için gözlerimi yumduğumda kendimi çok tuhaf hissettim.

O nasıl hissediyordu peki?

Güzel adam nasıl dayanıyordu annesinin ve babasının yokluğuna?

Müziğin sesini açtım. Aklımdaki sözlerini şarkı susturmalıydı. Yoksa ben düşündükçe daha da kötü hissedecektim.

Müziğin sesine rağmen yorgun olduğum için uyuyakalmıştım. Bir kaç saat sonra yanımdaki teyze "Evladım, geldik." diyerek nazikçe beni uyandırdığında gözlerimi ovuşturup otobüsten indim.

Kulaklıklarımı çıkarıp her zamanki rutini istemeyerek de olsa tekrarladım.

"Abi ben vardım. Ben alabilir misin?" Tabiki de ilk arayışımda yanıt vermemişti boş insan.

"İşim var. Babanı ara. Araba bende değil." Tamam ne bağırıyorsun?

Anlaşılan yine babam ile kavga etmişti. Konuyu bilmememe gerek yoktu, kesin babam haklıydı. Yine de sakin kalıp telefonu kapattıktan sonra babamı aradım.

İlk çalışta telefonu açan babama "Babacığım." dediğim an gülüşünü kalbimde hissettim.

"Kardelen'im, geldin mi evladım?" diye şefkat ile sorunca beremi düzeltip yanıtladım,

"Evet. Şey... Beni alabilir misin baba? Abi müsait değildi."

"Tabi kızım bekleme o hayırsızı. Ben on dakikaya gelirim." Baya kötü tartışmıslar gibi bir his vardı içimde. Derin bir nefes alıp telefonu kapattıktan sonra bir kafeye geçtim.

Sadece bir bardak su sipariş edip telefonumla ilgilenirken ara ara camdan babamın gelip gelmediğini kontrol ediyordum.

Tıpkı telefonda söylediği gibi on dakikada gelen babamı camdan görünce göz göze geldik. Çantamı aldığım an onun arabadan indiğini fark edince olduğum yerde durdum.

Hızla yanıma gelen babama sakin adımlara koşup sarıldığımda saçlarımı okşayıp "Benim güzel kızım." dediğinde gülümsedim. Onun da yüzünde bir gülümseme vardı ama çökmüş gibiydi.

Allah'ın cezası bir oğlun olunca böyle oluyordu işte.

Gülümseyip oturduğum masaya geçtiğimizde havadan sudan olan klasik sohbetlerimize daldık.

"Ee, az kaldı okulun bitmesine. Nasıl gidiyor dersler? Bir şeye ihtiyacın var mı?" dediğinde gülümsedikten sonra kafamı sallayıp teşekkür ettikten sonra bir şeye ihtiyacım olmadığını söyleyip saati kontrol ettim.

"Gidelim?" Fazla geç değildi. Yine de annemin bizi beklediğini bildiğim için biraz aceleci davranmıştım.

"Olur mu? Kırk yılın başında kızımla bir kahve içme fırsatı buldum kaçırır mıyım?" gülümseyip favorimiz olan dibek kahvesi siparişinde bulunduktan sonra sohbete devam ettik.

Babam hemen hemen her konuda konuşurduk. Çoğu kız pek sevmezdi futbolu. Ama ben babamla ligdeki takımlar hakkında konuşurduk. Ya da çoğu baba anlamazdı voleyboldan. Ama babam araştırmayı okumayı severdi. Bu yüzden onunda çoğu konu hakkında fikri olur, konuşacağımız epey konu olurdu. Voleybol da bunlardan sadece birisiydi.

Bu arada... Belki bu okuma alışkanlığımı babamdan almışımdır?

İşte o an yutkundum. Ben babamla her konuda konuştuğuma göre hiçbir şey de saklamazdım. Evet saklamazdım. En azından son bir kaç ay önce.

Şu ana kadar sadece iki şey saklamıştım babamdan. Ne var ki bu iki şey hayatımdaki en önemli iki şeydi.

Biri √61'de yazarlık yapıyor oluşumdu.

Bunu babama söylersem nasıl bir tepki verirdi bilmiyordum. Muhtemelen ilk başta ondan sakladığım için üzülürdü ama sonra bana destek olur her metnimi okurdu. Zaten √61 mevzusunda abim hariç kimsenin kötü bir tepki vereceğini sanmıyordum.

Ve diğer gizlediğim bir mevzu... Kaan.

Ne tepki verirlerdi?

Yine kıt beyinli abim dışında kimsenin kötü tepki vereceğini sanmıyordum ama... Çok şaşırır ve akıllarında iyisiyle kötüsüyle milyonlarca soru olur bu yüzden rahatsız olurlardı.

Ama eminim, Kaan'ı tanırlarsa çok severlerdi.

Sahi... Tanışırlar mıydı?

Neden bunu düşünürken bile elim titriyor?

Kaan ve babam? Aman Kardelen sus! Sen ilk önce √61'i açıklamaya bak.

Kahvemizi içtikten sonra arabaya binip evin yolunu tuttuk. Yaklaşık yarım saatin ardından eve vardığımda gelme nedenim olan nişanı bile umursamayıp gülümsedim. Evimize geldim en azından.

Asansöre binmek yerine merdiveni kullanıp bizim daireye vardığımızda zili çaldım. Kapıyı açan kişi güler yüzüyle annemdi.

Ayakkabılarımı çıkartıp içeri girdiğim an kollarında buldum kendimi. Dört yıl oldu başka bir şehirde okuyalı ama ailem sanki ilk defa evden uzaklaşmışım gibi karşılıyordu beni.

"Annem." diyerek bağrına basan kadının boynuna yüzümü gömüp sarıldıktan sonra mutfaktan gelen uzun boylu genç kıza baktım.

Annemin kollarından ayrıldıktan sonra Tuana'nın halini hatrını sorup ona sarıldığımda sanki kemiklerimi kırmak istercesine sarıldı ve sessizce soruma klasik cevaplardan vermek yerine "Eniştem ile tanıştın, fotoğraf attın, ciddi bir ilişkin var ama benim haberim yok!" diyerek ikazda bulundu.

Gülümseyip geri çekilirken "Sağ ol Tuana, ben de iyiyim." deyip hep birlikte salona geçtik.

Evet, eğer odama geçersem ona hiç bir şeyden bahsetmediğim için beni öldürebilirdi.

Salona geçip biraz sohbet ettikten sonra kahve içtiğimizi söylememe rağmen annemin zorlaması ile biraz yemek yedim.

Babam içeride belgesel izlerken annem ben ve Tuana biriken bazı bulaşıkları makineye yerleştiriyorduk. Daha doğrusu ben ve annem yerleştiriyorduk. Tuana hanımın pek bir şey yaptığı yoktu.

Bulaşıklar bittikten sonra gözüme çarpan saatle anneme "Abim gecikti?" diye sorduğumda yüzü asıldı.

Sandalyeyesini kapının önüne çekip oturduktan sonra "Ferhat geç geliyor. Babanla karşılaşmamak için." dediğinde her zamankinden daha şiddetli bir kavga yaşadıklarını anlamış olmuştum.

"Kötü bir şey mi oldu?" dediğimde asılmış yüzünü bir hüzün bürünmüştü.

"Deden geçen ay bazı tarlalar için konuştuğunda tarlalarla ilgili bazı şeyler konuşmuşlar. Oturuşunu düzeltip hayal kırıklığına uğradığını iki cümleyle sarf etti "Ferhat nasıl böyle bir şey yaptı bilmiyorum ama... Tarlalar onunla Semih'in üzerine tapulu olarak çıktı."

Şaşkınlıkla "N-nasıl?" diye sorduğumda annem üzülerek yanıtladı,

"Dedenden habersiz sattılar zannettik ama hiçbir tarla satılmamış. Sadece kendi üzerine tapu yapmışlar." Annem bunu abimden hiç beklemiyordu.

Açıkçası akrabaların tavrını merak ediyordum. Bu kesin ailede bazı gerginliklerin yaşanmasına sebep olmuştu.

Herkeste olduğu gibi bizde de aile büyüklerine saygı sonsuzdu. Ancak Semih ve abim Ferhat'ın bu başına buyruk hareketi yaşlılarımızı kırdığı kadar herkesi birbirine düşürmüş de olabilirdi.

"Demek babam ondan üzgün." dediğimde annemin de ondan farksız olmadığını gördüm.

Bunu neden yaptıklarını çok merak ediyordum. Bu miras tarzı bir olay değildi. Kesin yine bir iş karıştırıyorlardı.

Geçmişten aklımda kalan olaylar zihnimde canlandığında bunu neden yapmış olabilecekleri hakkında bazı tahminler yürütmüştüm.

Sürekli aile büyüklerimizin biriktirdiklerini alıp gizli saklı işler çevirirlerdi. Bu son olay ise işlerin daha da büyüyüp kaosa doğru yol almış haliydi.

"Sadece ondan değil." değil dedi annem. Belki ki diye nedenler de etkili olmuştu babamın üzülmesinde "Kahveden bir kaç kişi babana 'Semih ile senin oğlan bazı işler çeviriyor aman dikkat et, sahip çık çocuklara' demiş."

"O adam ne iş çevirdiklerini nereden biliyor?"

"Noterde görmüş. Ne bileyim annem, biz de anlamadık."

İşler çığırından çıkmak üzereydi. Bunların derdi neydi?

"Peki ya amcamlar?" dediğimde Tuana 'oho' dercesine elini salladığında anlamıştım baya kötü günlerin geçtiğini. Ve annem hiç birini bana anlatmamıştı.

"Daha bir hafta önce öğrendik bunları. Öğrendiğimiz gibi de herkes toplandı sakince oturup konuştuk. Ama evladım nelerin döndüğünü hiç birimiz anlamdık."

Sinirle dişlerimi sıkarken "Oğlun ve o yeğeniniz aklını başına alana kadar daha çok olaylara bulaşır." dediğimde elinden bir şey gelmeyeceğini bildiğim için annemin üzerine gitmedim.

Sakinleşmek için bir bardak su içtiğimde telefonuma gelen mesaja baktım.

Didem: Bizim balkonda çay içelim.

Sakinleşmek için iyi bir fırsattı bu teklif. Ama hala sinirim yatışmamıştı.

"Didem mi?" Annem bizim bu halimize alışık olduğu için doğru tahmin de bulunmuştu.

Kafamı salladığımda "Çaya çağırıyor." dedim.

Annem git dercesine kafasını salladığında Tuana beş yaşındaki haline döndü "Ben de geliyorum."

Tuana normalde ben ve Didem konuşurken yanımıza gelmezdi. Ama bu gün ne tarz konular üzerinden konuşacağımızı biliyordu. Kaan, paylaşılan fotoğraf ve gündeme yansıyan diğer şeyler... Bunları merak ettiği için bu sefer yanımıza gelme konusunda ilk defa ısrarcı olmuştu.

Birlikte bir alt kata inip zili çaldıktan sonra bekledik.

"Selam." Kapıyı açan dağınık saçlı uzun kıza bakıp onu selamladığımda gülümseyip hemen bana sarılırken kendime mani olmadığım için saklayamadığım yüz ifademi merak etti.

"Merhaba. Ne oldu kız, bize anlatmaya tenezzül etmediğin sevgili radyocudan ayrıldın diye mi bu üzüntü?" Hayır, abim ve geri zekalı kuzeni yüzünden.

Alttan alttan imasını da yaparken gülümseyip toparladım kendimi "Yok. Sadece yol yorgunluğu."

'Hımm' dercesine bakarken "Neyse geç şöyle. Sen de hoş geldin Tuana." deyip bizi içeri davet etti.

Didem'in babası işlerinden dolayı geç gelirdi. Babamla iyi dostlardı. Annesi de tatlı bir ev hanımıydı. Annesine selam verip ufak bir sohbetin ardından balkona geçtik.

Birer bardak çay ve yanında bisküvi ikram eden Didem'e teşekkür ettiğimde gülümseyip yanıma geçti ve ciddileşip "Sana kızgın mıyım kırgın mıyım bilmiyorum." diye resmen alındığını belli etti.

Hakkı vardı. Ben Çiçek Katili'nden hoşlandığını ilk ona söylemiştim. Benimle dalga geçmek yerine aşkıma saygı duymuş her zaman yanımda olmuştu. Şimdi ondan, sevdiğim adamla aramda olan en önemli gelişmeleri hatta Kaan'ım ile aramdaki ilk adımımızı anlatmamam arkadaşlığa aykırıydı.

Zaten Tuana'yı söylemiyorum bile. O meraklı, her şeye burnunu sokan kız kardeşti. Geçen sene ben ve Didem'i Kaan hakkında duygularımı açıkça dile getirdiğim an beni yakalamıştı ve platonik aşkımdan haberi olan diğer kişi olmuştu.

Kız kardeşimden de bunu saklamamam gerekirdi. Ama kendimi affettirecek, yalan olmayan nedenlerim vardı. Hem ben bir şey saklamamıştım sadece onlara olanları anlatacak vakiti bulamamıştım.

"Didem... Ne desen haklısın ama inan her şey çok hızlı gelişti." Didem gözlerini devirirken Tuana karşılık verdi,

"Hiç inanasım gelmedi abla."

"Seni nasıl inandırayım küçük hanım? "

Ellerimi belime yerleştirdiğimde Didem gözlerini kısıp "Anlat hadi." diyerek meraklı yanını ortaya koymuştu. Evet alınmıştı ama alıngan olup da saçma hareket sergileyenler gibi davranmak yerine sadece hüznünü belli etmişti."Radyoya da çıkıyor uyanık." diye devam ettiğinde gülümsedim,

"Yemin ederim bunu beklemiyordum. Ben sürpriz dediğinde baş-." Sürpriz lafını duyunca ikisi de birbirine baktılar.

"Ooo işi büyütmüşler. Hem de dört günde." Didem radyoda heyecanlanıp '3 gün oldu tanışalı' lafıma da atıfta bulunmuştu.

Çayımdan bir yudum aldıktan sonra "Kaan bir an işi bıraktı hatırlıyor musunuz?" diyerek başladım anlatmaya. "O gün bir anlık gazla ya da artık sıkılmışlığın verdiği bunalımla ona yazdığım Çiçekler Ölmesin hesabından açıldım ona. Anlattım duygularımı." İkisi de boş boş yüzüme baktı.

"Sen?" diye sorunca Didem, kafamı sallamam ile artan şaşkınlığına ek gülüşüyle Kardelen sen de gelişme var utangaç kuşum." dediğinde sırıttım. Kaan gibi. İyice ona benziyorum.

"Sonra o da bana mesaj attı. Daha doğrusu Mete onu sinirlendirmek için atmış galiba o mesajı. Bana buluşmak için o mesajı attığında ellerim titredi. O gece hiç uyuyamadım. Sonra..." Merakla bana baktıklarında uzatmadan devam ettim "Sonra karşılaştığımız da ikimiz de şaşırmıştık. Çünkü ben gazeteciyi Kaan; o da Çiçekler Ölmesin hesabının sahibini Allium kızı olarak beklemiyordu. "

İkisi de neden bahsettiğimi anlamadılar.

Tuana "Gazeteci?" diye sorunca onlara baya şeyi anlatma fırsatı bulamadığımı fark ettim.

"Hani bir gazetecinin bana mektup yazmasıyla sizi arayıp kabul edip etmeme konusunda kararsızlığımı anlattım ya... İşte ben o teklifi kabul ettim ve onunla röportaj yaptım. Onun Kaan olduğunu bilmeden."

Didem omuz silkip "Kaan gazeteci değil ki?" diye sorduğunda çayımdan bir yudum daha aldım ve utanarak yanıtladım,

"Benimle röportaj yapabilmek için gazeteci gibiymiş gibi gelip konuştu..."

"Ne!" İkisi de şaşkınlıkla bakarken Didem eliyle ağzını kapatıp gözleriyle beni süzdü.

"Kızım... Oha Kardelen!" Hala inanamıyordu.

Bir müddet düşünüp şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra "Yani gerçek kimliklerinizi bilmeden aslında yan yana geldiniz?" diye sorunca yavaşça kafamı salladım.

"Öyle oldu bir nevi." Parmaklarımla oynarken onların sormalarına fırsat vermeden devam ettim "Sonra ben ona nefret ettiği mesajı olduğumu söyledim o da Kaan olduğunu itiraf etti."

Tuana "Sonra?" diye sorununca boş boş baktım.

"Sonra yürüdük. Konuştuk." Evet, radyodaki halime geri dönmüştüm. Kısa ve saçma cevaplar...

Didem çayını içtikten sonra "Peki o hemen nasıl aşık oldu sana? Üç günde nasıl hemen radyoya çıkarttı seni? N'aptın kız adama?" dediğinde gülmeden edemedim.

"O da meğer benim yazdıklarımı okuyup beğeniyormuş. O yüzden benimle röportaj yapmak istemiş." Didem çay bardağını yavaşça bırakıp kafasını salladıktan sonra karşı çıktı,

"Beğenmemiş Kardelen." Şaşkınlıkla ona baktığımda o devam etti "Bildiğin aşık olmuş. Yoksa sadece yazılarını beğendiğin bir yazarı görmek için gazeteci kılığında o yazarla konuşmazsın."

Gülümseyerek kafamı eğdiğimde elini omzuma koyup yanakğımı sıktı. "Ama hak ettin sen bu aşkı."

Tuana bizi gülerek izlediğinde Didem devam etti "Sen onun sadece sesini duyup aşık oldun. Yıllarca yanı başımda onunla olan temiz hayallerini anlatıp dururdun bana. Baksana, şimdi o senin gibi görmeden aşık olmuş. Hatta o sesini bile duymamış. Sadece yazdıklarını okuyup bağlanmış sana."

Sonra yavaşça benden uzaklaşıp yine alttan alttan baktı "Yine de bu olan onca şeyi anlatmaman için bir bahane değildi."

Derin bir nefes alıp "İnan her şey çok karışık ilerledi şu günlerde. Onun radyo sürprizi, mahkeme..." dediğimde duraksadım.

"Mahkeme?" diyerek ikisi de şaşkınlıkla bana bakıp sorularına bir cevap beklediklerinde fazla derine inmeden kısa bir açıklama da bulundum.

"Kız kardeşini yetiştirme yurdundan yanına almak için başvurmuştu mahkemeye. Şimdi birlikte yaşıyorlar." İkisi de birden Kaan'ın geçmişteki ailesi ile ilgili yaptıkları konuşmaları anımsamışlardı bence. Çünkü Kaan'ın bir kız kardeşi olduğunu da yayınlardan biliyorlardı.

Elindeki telefonu bana gösteren Tuana mahkemekonusunu uzatmadan bir diğer konuya geçti "Peki bu fotoğraf?"

Ekrandaki fotoğrafa bakıp neden böyle ani bir şekilde bunu paylaşmamın sebebini açıkladım. "Takipçilerimin ısrarları vardı. Hem ben de saklamak istemiyordum yüzümü. Ayrıca yaz yaklaşıyor, bazı imza günleri düzenlenecek. O zaman da saklayamam kendimi." "O yüzden çektim. Daha doğrusu Kaan çekti."

İkisi de son cümlemi imalı bir şekilde gülüşerek "Kaan çekti..." diyerek tekrar ettiklerinde güldüğümü belli etmemek için kafamı çevirip dışarıyı izlediğimde Didem sordu,

"Söylesene nasılsınız, aranız nasıl, ne yapıyorsunuz? Anlatsana kızım çatlatma beni. Yıllardır onunla göz göze gelmek için dualar ediyordun, şimdi müstakbel eniştemizle arandaki ilişki hakkında tek bir bilgi vermiyorsun. Hayırsız arkadaş."

Yine parmaklarımla oynadığımda kısa ve yetersiz bir açıklamada bulundum "Yani... Bilmem."

Didem gözlerini devirirken "Kardelen... Yazar olup konuşamamanı çözemedik." Haklıydı. Utangaçlığım sanki yaptığım işte başarısızmış gibi bir algı yaratmaya müsaitti. "Hatta radyoyu dinlerken gülmekten karnıma ağrılar girdi" diye eklemede bulununca neden böyle olduğumun sebebini açıklamaya çalıştım.

"Ne bileyim, utanınca sözler boğazımda düğümleniyor."

Derin bir nefes alıp rahatladıktan sonra içimden geçenleri kağıdıma döktüğüm gibi sakinlikle dile getirdim.

"Aşık olduğum sesiyle sevdiğim şiirleri kulağıma fısıldarken esen hiçbir rüzgardan daha kuvvetli hissetmiyorum o üşümeyi. Bu öyle bir şey ki, gülüşü içimi ısıtırken dokunuşu buz tutmuş ellerimi titretiyor."

"Hah, şimdi açıldı yazarlık damarlarımız!" diyerek çayları tazelemek için mutfağa geçen Didem bizi dinlerken Tuana sordu,

"Abla peki neden radyoda en son o kadar şeydin... Kırgın? Üzgün? Sinirli?" Son yayınımdaki 'çiçek' mevzusunu merak edeceğini sanmıyordum. Yine de Tuana'nın merakını giderdim.

"Yorgun."  Evet. Ne sinirli ne üzgün ne kırgın. Sadece yorgun hissediyordum. Hep onun beni fark etmesi için çabalamış çiçeği olmak için hayaller kurmuştum. Bunun için çok çabalamıştım ama... Olmamıştı işte. Çiçeği olamadım.

Didem çaylarla içeri girdiğinde devam ettim "Ben kimseye özenmem, kimse yapıyor diye bir şey yapmak istemem. Ama... Seviyorum çiçekleri. Ve çok isterdim solmuş da olsa onun bana bir papatya vermesini."

İkisi de derin bakışlarla beni izlerken dudağımın kenarını ısırdıktan sonra "Ama onu artık zorlamayacağım. Çünkü kendi ufak isteklerim için onun geçmişteki yaralarını açamam." diye devam ettim.

Sonra onun en sevdiği şey olan çayı yudumlarken sanki yanımda o gülerek beni izliyormuşçasına gülümseyip bir kaç cümlenin ardından sözlerimi sonlandırdım.

"Ben sanırım hayalimde onun verdiği çiçekleri ekmek için zihminim penceresinde beklettiğim saksılara ceset dikeceğim. O ölmüş çiçeklerin hepsini. "

🥀🥀🥀

Elimdeki poşetlerle zar zor apartmanın önüne geldiğimde elimdekileri yere bırakıp merdivenlere oturdum ve annemi aradım.

İlk çalışta telefonu açan anneme hiç uzatmadan "Anne tüm alışverişi hallettim. Bunları eve bırakıyorum değil mi? Abim getirir." dediğimde klasik anne rollerine büründü.

"Yok kızım şimdi lazım. Hem sen de gel. Evde ne yapacaksın? Azıcık dolaş evladım. Bak akrabalar seni soruyor." Normalde de çok meraklılar zaten. Bir kez bile aramışlıkları yok çoğunun.

Sıkıntıyla oflayıp "Ama buradan oraya onca şeyle nasıl geleyim? " diye itiraz ettiğimde hemen hazırcevaplığını sergiledi,

"Erken kalksaydın seni de götürürdük." Yol yorgunuydum ve tüm gece Didem ile konuştuğum için sabah azıcık uyduysam ne vardı bunda?

"Bana ne?" dediğimde bir müddet ses kesildi. "Anne orada mısın?" diye sorduğumda annemin sesini duydum.

"Aaa, Semih de Sevgi'nin elbisenini terziden şimdi alacakmış. Seni de getireceğini söyledi. Bak şanslısın yine."

Yutkundum.

En son yanıma geldiğimde yaşananlar aklıma geldi. Elimi tutmaya yeltendiğinde ona verdiğim sert cevap sonrası benimle tekrar konuşma cüretinde bulunmamıştı. Açıkçası bunun için üzülmek yerine seviniyordum. Kurtulmuştum işte ondan.

Ama şimdi annem bilmeden kendi elleriyle onu bana itiyordu!

"Anne gerek yok, onu da uğraştırma. Ben minibüse biner gelirim." dediğimde oluşan kısa sessizliğin ardından itirazıma yanıt verdi,

"Semih çoktan çıktı bile. Gelir hemen. Hadi kapatıyorum işlerim var benim."

Lanet olsun.

Telefonu kapatıp sinirle merdivenlerde bizim şu beyefendiyi beklemeye başladım.

Yani anne tebrik ederim seni! Ne diye geliyor şimdi o Allah'ın cezası?

Yaklaşık yirmi dakikanın ardından önümde duran araca baktım.

Sinirle saçlarımı geriye doğru ittiğimde o da arabadan inmişti. Yanıma gelip gülümsediğinde konuşmamak için arkamı dönüp poşetleri arka koltuğun üstüne bırakmaya başladım.

Yardım etmek için o da bir kaç poşet eline alıp arkaya bir kutunun yanına yerleştirdikten sonra naziklik olsun diye bana ön koltuğun kapısını açtı.

Oturmam için bana bakıp beklediğinde elimdeki son ve en büyük olan poşeti o koltuğa bırakıp arkaya geçtim.

İşte o an yüzündeki bozguna uğramış ifade görülmeye değerdi.

Bozulmadığını hissettirmek için gülümseyip sürücü koltuğuna geçtiğinde hemen telefonumla ilgilenmeye başladım. Onunla konuşmak istemiyordum.

Telefonumla ilgilenirken oluşan sessizlik beni germeye başlamıştı. Yaklaşık on beş dakika boyunca süren bu yolculuğun bir an evvel bitmesini istiyordum. Birden dikiz aynasından arada bana baktığını fark ettiğimde telefonu kapatıp cama yaklaştım. Esen rüzgarın yüzüme çarpması ile serinlerken bana bakmadığından emin olmak istediğimde dikiz aynasına baktığımda yakalandığımı fark ettim.

Gülümseyerek "Kardelen..." dediğinde kendisine karşı sert olduğumu fark edip o da ciddileşti "En son pek iyi şeyler yaşamamıştık." dediğinde kafamı sallayıp Kaan'ımdan alıştığım gibi sol kaşımı kaldırıp yanıtladım onu.

"Sebebini biliyorsun Semih abi." Suçlu olduğunu bildiği için fazla konuşmuyordu. Ama mutlaka bir savunması olmalıydı değil mi?

"Ben özür dilerim. O kadar rahat olmamam gerekirdi. Seninle beraber büyüdüğümüz için bir an yanlış şeyler yaptım ve... Ne bileyim işte. Yine de çok üzgünüm." dediğinde gözlerimi devirdim. Kendisini kaale almadığımı bildiği için bu hareketim onu daha da üzmüştü. Umrumda mı? Asla!

Dudaklarımı ıslatıp bunun beni ikna edecek bir bahane olmadığını kanıtladım ona "Semih abi lütfen bir daha bunları konuşacak şeyler yaşamayalım, konuşmayalım. Evet biz yakın akrabalarız. Bu tarz şeyler olmasın aramızda."

Derin bir nefes aldıktan sonra devam ettim "Hep abi kardeş ilişkisi devam etsin."

Gözlerini kısıp son söylediğimden memnun olmamış gibi "Bir müddet." diye mırıldandığında neyden bahsettiğini anlamamıştım.

"Nasıl?" diye sorduğum an çalan telefonumla durdum.

Arayan Kaan'dı.

Zaten hep boş konuştuğu için fazla üstelemediğim Semih'i bir kenara bırakıp gelen çağrıyı yanıtladım.

"Kardelen?" Aşık olduğum kusursuz sesi gerginliğime su serperken gülümseyip sordum,

"Nasılsın?" O nasıldı bilmiyorum ama birden yüzümde güller açtığını fark eden Semih meraklı gibiydi.

"İyiyim sen havucum?" dediğinde gülümseyip zoraki yanıtladım,

"Ben de iyiyim." Kaan'ın sesinde bir memnuniyetsizlik belirmişti.

Bana inanmayıp "Ama sesin kötü geliyor." diye sorduğunda bir şeyler anlamasından korkup sanki o karşımdaymış gibi kafamı iki yana salladım.

"Yok. Gayet iyiyim." Bir süre sessiz kalıp fazla üstüme gitmek yerine başka konulardan konuşmayı tercih etti.

"Nişan işi nasıl gidiyor?" diye sorunca istemsizce dizlerimi sallayıp omuz silktim. Ben onu yanımda gibi hissedip jest ve mimiklerde bulundukça Semih şaşkınlıkla bana bakıyordu.

"Eh işte. Sıkıcı, ama yapacak bir şey yok."  dedikten sonra Kaan beklemediğim bir tepki verdi.

"I-ıh." Dudaklarımı ıslattığımda devam etti "Sen iyi değilsin."

Kaan aptal değil. Hatta o çok zeki. Özellikle benim gibi duygularını saklayamayan bu kız hakkında ne olabileceğini tahmin edebiliyor. Sesimdeki titremeyi fark etmiş ve tekrarlanmıştı iyi olmadığımı.

Eski evin önüne geldiğimizde Semih arabayı park ederken ben daha fazla 'iyiyim' bahaneleri ile Kaan'ı oylamak istemedim.

"Ben seni sonra arasam olur mu? Burası baya kalabalık."

"Tamam kahve gözlüm, hoşça kal." dedikten sonra ekledi "Ve kendini kötü hissedince ara tamam mı? Seni seviyorum." İyi olmadığımdan adı kadar emin.

Arabadan inerken Semih'in bizi duymayacağından emin olup devam ettim,

"Hoşça kal güzel adam. Ben de seni seviyorum." Telefonu kapatıp poşetleri almak için eğildiğimde Semih'in araba da olmadığını gördüm.

Arkamı döndüğümde hemen yanı başımda öndeki poşeti de eline almış beni bekliyordu. Ama çok ciddi ve sert bir şekilde bakarak.

Duymuş muydu acaba?

Sanmıyordum. "Şu kutuyu bana uzatabilir misin?" dediğinde emin olmuştum. Bir şey duymamıştı.

Yoksa hemen sorardı herhalde.

Hızlıca kafamı sallayıp istediği kutuyu ona verdikten sonra eski bir eve geldik.

Yıllar önce herkesin bir arada yaşadığı han gibi büyük bu eve baktım. Çocukluğumu anımsadım her taşa bakışımda. Güneşin batışından kaynaklanan turuncu ışıklar yüzüme çarparken gülümseyerek etrafa bakındım.

Şimdi burada kimse yaşamıyordu. Küçük çocukların gülüp koşarak oynadığı hastane koridoru gibi olan koridorda sessizlik vardı.

En büyük odada ki hatıraları anımsadım. Bir zamanlar altı koca kanepe, uzunluğunu tarif edemeyeceğim divan ve el yapımı eski kırmızı renkli halının olduğu odada bizden çok misafirler olurdu.

Dedem her gün onlarca misafir eve davet eder hiç olmazsa bir bardak çay ikram ederdi.

Peki burada olan bayramları özellikle de neredeyse bir hafta süren bayram temizliklerini anlatmama gerek var mı?

Yorucu ama güzeldi.

Sonra misafirlere su getirdiğimi anımsadım. Biri sağ diğeri sol tarafta olan at kuyruğu saçlarımı okşayıp teşekkür eden misafirler, o tatlı kalabalık... Sürekli bize gelen hoşsohbet misafirler...

Sürekli "Seni oğluma alacağım." diyen teyzeleri saymazsak küçüklüğümün her detayı müthiş ve masumdu.

Tek gece de olsa tanıdığımız bu insanlar bize farklı hayat hikayelerini anlatır, bizimle sade ama keyifli bir gece gece geçirirlerdi. Ne dostlar edildi bu evde. Sadece bir gece beraber oturduğumuz ama hala görüştüğümüz. Ve ne aşklar yaşandı bu evde gardan birbirine bakışmalı...

Evet, o aşk annem ve babama aitti.

Dedem babam ve amcamlara sürekli tren yahut otobüsün gelmesini o soğukta bekleyen insanların dışarıda kalmaması için eve davet etmesini tembihlerdi. Zaten ev de gara çok yakındı. Yol soran, su isteyen olur dedem de davet ederdi herkesi.

Bir gün babam yolda annemleri beklerken görmüş anneannem ve dedemi davet etmişti. Kış çetin geçtiği için bu teklifi reddetmeyen annemler, babamın rehberliğinde çocukluğumun şatosu olan bu eve gelmişlerdi.

Babam ve annemde basit iki kelime ile tanışmış, tüm gece sohbet etmişler ve birbirlerine karşı ilk görüşte yaşadıkları heyecanı konuşurken daha da derinden hissetmişlerdi. Ertesi sabah annemler tekrar yola koyulacağında babamın ona açılması ile annem de ona olan duygularını saklamamış ama gitmekten başka çaresi olmadığı için babama "Söz Rıza, bir gün geri geleceğim." demişti.

Babam ise "O güne dek seni bekleyeceğim Halime, ama geldiğin zaman bir kez daha gitmene izin vermeyeceğim." diyerek asıl niyetinin evlenmek olduğunu dile getirince onlar kendilerini kimsenin haberi olmadan nişanlarını ilan ettiler.

Tam altı ay boyunca babam sürekli otobüsleri beklemişti. Dedem ise "Evladım eskiden de misafiri severdi ancak bu kadar misafire düşkün değildi. Maşallah." diyerek aslında oğlunun gelinini beklediğini bilmiyordu.

Tabi bir müddet sonra bir işlerin döndüğünü anladı. Tam altı ay sonra eski misafirlerinin tekrar eve gelmesi ile bazı şeyleri fark eden dedem, hiç lafı uzatmadan babamlara da sürpriz yapıp "Efendim, adetler derki bir adam oğlunu evlendirmek isterse gelini olarak seçtiği kızın evine gidip babasından ister. Şu an ki ahval buna müsade etmiyor olsa da ben hayırlı iş için sizden bir söz istemek adına soruyorum; oğlum Rıza için kızınız Halime'yi istemeye gelebilir miyiz?" dediğinde bundan memnun olan diğer dedem babam ve annemin gözlerindeki ışığı fark edince "Elbette. Sizin gibi misafirperver, temiz, merhametli insanları nasıl reddederiz?" diyerek onların sevincini ikiye katlamıştı.

Sadece üç hafta sonra annem ve babamın sözü kesilmiş, evliliğe varan bu ilişki de bir adım daha atmışlardı.

Annem babamla tanışma hikayesini her anlattığında gülümser 'umarım benim de böyle güzel bir tanışma hikayem olur sevdiğim adamla' diye iç geçirirdim. Öyle de oldu. Mesafelere rağmen sevdik birbirimizi. Hem mesafe sadece kilometre ile ölçülmez! Yan yana olup da açılamazsan sevdiğine, o zaman aralarda hiç bitmeyecekmiş gibi mesafeler olurdu.

Babam altı ay boyunca otobüs bekledi, sevdiğim adamsa 6 ay √61'in önünde.

Velhasıl sevmek, beklemek çok güzel şey.

Gülümseyerek daha sonra dedem tarafından ne yapılacağını bilmediğimiz bir kutuyu salona bırakıp dışarı çıktıktan sonra kapıyı kilitleyip tekrar arabaya geçtik. Aynı yerlerimize. Bu sefer önde oturmam konusunda bir teklifte bulunmamıştı.

Yirmi dakikalık bir yolculuğun ardından Semih'lerin yazlıklarına geçtik.

Poşetleri alıp evin önünde geldiğimizde zili çalıp kapının açılmasını bekledik.

Kapıyı açan Semih'in annesiydi. "Hoşgeldiniz." Gülümseyerek içeri girdiğimde Semih'in annesine sarılıp kısa bir hoşgeldin faslından sonra salona geçerken klasik sorularını yanıtladım.

"Ee, Kardelen nasılsın?" Zoraki gülümseyip yanıtladım,

"İyi yenge, sizler nasılsınız?" Aile de namı ayaklı kuyumcu olan bu yengemiz taktığı altınların sesi tüm koridorda yankılanırken bir kez daha sonradan görme insanlardan neden uzak durmamız gerektiğini fark ettim.

Alt tarafı 'nasılsınız' diye sormuştum o ise maddi duruma nasıl yapıp ettiyse getirmişti konuyu. Bu tarz insanları hala anlamakta zorlanıyordum.

Salona geçtiğimizde kadınların oluşturduğu bu toplulukta Semih ile ayrı yerlere oturup az çok sohbete dahil olduk.

Tabi ki bizimkiler günde yedi demlik çay içtiği için çay demlemek için mutfağa geçtim.

Evin prensesi, yarın nişanı olan, Sevgi telefon konuşmasını sonlandırmıştı. Beni gördüğünde kibirli bir bakışve annesinden öğrendiği sahte gülüşle "Kardelen?" dediğinde ben de çok içten olmayan bir gülüşle "Sevgi..." dediğimde tezgaha yaslanıp devam etti.

"Hiç bizi sormuyorsun, halbuki sen bizim kadar uzaktan gelmiyorsun?" Sinirle dudağımı ıslatıp kaşlarımı çattıktan sonra onun kibirli gülüşünü takınan kişi ben oldum.

"Eğer kuzenimizle ilk kim selamlaşacak deyip kilometre hesabı yapıyorsak bence o sahte selamlaşmaya gerek bile yok."

Bir müddet sustu ve boş konuştuğunu anlayıp "Sadece basit bir espriydi Kardelen. Niye bu kadar ciddiye aldın şekerim?" dedi. Eminim şakadır.

"Ben ciddiye almadım."

"Öyle mi?" dedikten sonra bir müddet durup düşündü ve devam etti. "Ne bileyim şu kitap yorumlayan yabancı profesör gibi karşı çıktın da... Ondan dedim." Gözlerimi devirip onu isyeksizce dinlemeye devam ettiğimde "Kitap demişken... Biliyor musun Kardelen? √61 diye bir yayınevindeki  yazar fotoğraf paylaşmış. Yüzü gözükmüyor ama saçları bana seni hatırlattı."

Yutkunup yüzüne baktığında sadece "Yaa, öyle mi?" diyebilmiştim.

O ise sinsice gülüp "Öyle" demişti.

Sen ne sanıyordun Kardelen? Hiç kimsenin bundan haberinin olmayacağının mı? Ayrıca benim o fotoğrafta yüzüm tamamıyla gözükmese bile beni tanıyanlar çok rahat kim olduğumu bilirlerdi ve Sevgi bakışlarından anladığım kadarıyla benim √61 yazarı olduğumu anlamıştı.

Derin bir nefes alıp onun imalı bakışlarından kaçmak için bahaneler aradım.

Hem ne yapacaktım ben?

Yaptığım işten asla utanmıyor aksine çok seviyordum ama bu aileme büyük bir sürpriz olacağı için başkasından özellikle de Sevgi'den değil benden duymalarını isterdim.

"Neyse ben şu bardakları halledeyim." Çay bardaklarını tepsiye yerleştirdikten sonra çayın dem almasını beklemek için bir müddet salonda bizimkilerin yanında oturdum. Çok geçmeden Sevgi de geldi.

İçimde ki his, onun bunu kimseye söylemeyeceğini söylüyordu bana. Öyle olsa ilk önce bana söylerdi. Ama... Ya söylerse?

Evet, boş konuşmayı severdi ama bu meselenin kendisini alakadar etmeyeceğini bildiği için susardı. Hem böyle bir şey yaparsa ne tepki vereceğimi de biliyordu.

Ben bunları düşünüp boş boş duvarı izlerken "Hamza evlendi, Sevgi de nişanlandı. Bir Semih kaldı. Onu da evlendirsen kafan rahat eder Semra." diye büyük hala ayaklı kuyumcu yengemize aslında imada bulunurken lafın ucunun kendisine değdiğini anlayan Semih bir kaç saniyeliğine kafasını telefondan kaldırıp büyük halaya baktı.

"Öyle ya." dedi Semra yenge bana bakarken.

O an anlamadım bazı şeyleri. Semih ve abimin onca şey yapmasından sonra bu nasıl bir rahatlıktı? Bazen akrabalarımı anlamıyordum.

"Bu laflar senin içinde geçerli Kardelen. Artık büyüdün, evlilik çağına geldin kızım." Yalvarırım sizin aileden biri bana kızım, evladım, şuyum buyum demesin. Lütfen, yalvarıyorum.

"Acelesi yok. Daha okulum var Semra yenge." dediğimde yüzü asıldı.

Büyük hala ise gülümseyip "Aferin Kardelen. Örneksin tüm gençlere." dediğinde gülümseyip gururla oturuşumu dikleştirdim. Annem de duydukları karşında sevinip gülümseyerek bana baktı.

Semra yenge oturuşunu düzelttiğinde "Öyle de, sonunda evleneceksin bir gün." dedi. Boş boş yüzüne baktığımda sakince karşılık verdim.

"Onu o zaman düşünürüm."

Büyük hala "Aynen, Kardelen okulunu halletsin. Öncelik her zaman okulundur. Eğitim en önemlisi." dedikten sonra Semih'e döndü "Ama sen erken düşün şu işi Semih."

Semih'in bakışları beni bulduğunda kafamı eğdim. O da büyük halanın belli ettiği imasına karşılık verdi "Haklısın hala. Fark ettim de geç kalma ihtimali var insanın. Acele etmek lazım."

Herkes gülüp "Bak evde kalırsın." tarzı espriler yaptığında ben başka şeylerin olduğunu hissetmiştim nedensizce.

Ne kastetmeye çalıştığını anlamak isteyip yüzüne baktığımda onun beni izlediğini fark ettim. O da gözlerini kaçırmak yerine gülümseyip devam etti "Di mi? Bir baktın başkaları gelir hayırlı bir kısmeti kaçırırsın." 

Sebepsizce bakışlarından rahatsız olmuştum. Anneme "Özüm arıyor. Ben ona bi' döneyim belki bir şey olmuştur."  diye bir bahane sunup hava almak için arka bahçeye çıktığımda yükselen sesler istemsizce dikkatimi çekmişti.

"Hamza bu nasıl olur?" Anladığım kadarıyla Fatma abla ile Hamza abi tek penceresi bahçeye bakan pencerenin olduğu yatak odasında konuşuyorlardı. Hamza abi Semih'in abisiydi.

Eşlerin aralarında geçebilecek özel durumlar nedeniyle konuştukları konulara şahit olmamak için içeri geçeceğim an Hamza abinin "Semih işte. Ferhat ile beraber tekrardan borçlanmışlar birilerine. Tarlaları da ipotek olarak göstermişler." demesiyle olduğum yerde donakaldım.

Biliyordum. Bir iş karıştırdıklarından emindim.

Fatma abla sesini yükseltip "Ve sen hiçbir şey yapmıyorsun!" Dediği an dudağımın kenarını ısırdım.

"Fatma, sus birisi duyacak!"

"Duyarlarsa duysunlar." Fatma abla sinirle devam etti "Sen ne biçim bir abisin? Kardeşini bunlardan alıkoyacağına ona destek oluyorsun!"

Haklıydı. Koskoca aile yerle bir olacak herkes birbirine düşman olacaktı.

"Benim destek olduğum falan yok!" diye Hamza abi karşı çıkınca Fatma abla sinirle devam etti.

"Destek olmak sadece senin de para yatırıp kağıt üzerinde adının geçmesi değil, kardeşini uyarmayıp ona engel olmaman." Bir kaç defa cıkladıktan sonra üzülerek devam etti "Ne yazık! Ben de kocam bir şey yaptı da işleri halletti diye mi bu kadar rahat diyordum. Meğer o suçluların en büyük destekçisiymiş."

"Kardeşim ve kuzenime suçlu diyemezsin, haddini bil!"

"Asıl sen haddini bil! Had bilmek susmak demek değildir. Yapmaman gerekeni yaparsan haddi aşarsın. Ve sen o 'suçlulara' destek olup yapmaman gerekeni yaptın, haddini aştın."

Hamza abi sakinleşip "Fatma..." diye sayıkladığında sesler tekrardan yükseldi.

"Dokunma bana!" Bir müddet durakladıktan sonra "Yarın adamlar boğazımıza yapıştığında da babana ve Rıza amcaya da böyle yalvarırsın."diyerek eşine rest çeken Fatma abla sustuktan sonra sertçe çarpan kapı sesinin ardından ışık söndü ve kapı açılıp tekrar sertçe kapandı.

İğrenç insanlar! Ne istiyorsunuz yıllardır sizi okutmak için varını yoğunu harcayan adamlardan? Hiç mi acımasız yok sizin?

Gözümden firar eden bir damla yaşı silip salıncağa oturduğumda esen soğuk rüzgarla geldiğimiz hala üzüldüm.

🥀🥀🥀

Yorgun argın eve döndüğümüzde babamın ricası ile evdekilere kahve yapmak için mutfağa geçmiştim.

Söz konusu babam olunca onun "Üzerini değiştir evladım. Acelesi yok." demesine rağmen iki dakikalık iş olduğunu savunup hemen dibek kahvesini ve cezveyi alıp başlamıştım kahvelere.

Dibek kahvesinin en sevdiğim yanı hem damla sakızı tadını hissetmem hem de çok köpürmesiydi. Gerçi şu an bunu düşünecek halde değildim.

Abim...

Babama hiç acıması yok mu?

Semih hep şımarıktı. Yurt dışında yaşadığı için babasının ve bazı diğer kuzenlerimizin aksine sürekli biz başta olmak üzere çoğu insanı küçümserlerdi. Peki ya abim? O neden böyle yapıyordu?

Hem ya Fatma ablanın dediği gerçekleşirse?

Bunları düşünmek bile istemiyordum.

Bir kaç dakika içinde hazırladığım kahveleri tepsiye yerleştirip mutfaktan çıkacakken çalan kapı ile duraksadım.

Yarınki nişan için bizde yatıya kalacak misafir gelir miydi? Hayır, davet edecekleri herkes Elazığ'daydı. Başka şehirden gelecek kimse yoktu.  Yine de misafir ihtimalini  düşünüp ona göre bir kaç fincan kahve daha için tezgaha yöneldiğim an Tuana'nın süratle içeri girip "Abla çabuk gel!" demesi üzerine tepsiyi tezgaha bırakıp mutfaktan çıktık.

Henüz koridordayken dış kapının önünde fark ettiğim kalabalık beni ürkütmüştü.

Nişan ile ilgili olumsuz bir durum muydu bu? Sanmam, öyle olsa bize niye gelsinler ki?

Yoksa... Kapıda Fatma abla ile Hamza abiyi gördüğümde yutkundum.

Hayır, lütfen Fatma ablanın dediği olmasın.

Hamza abinin yüzündeki ifadeyi çözememiştim ama Fatma ablanın huzursuz olduğu her halinden belliydi. Çok endişeli görünüyordu.

Elindeki ceketi belli ki askıya asmak için vestiyerin önünde duran babamın yanına geçtiğimde annemin tedirgin bir şekilde bana baktığını fark ettim.

Hamza abi elini abimin omzuna attığında onun bu saatte neden geldiğini merak etmiştim.

Abim bile şok olmuş gibi boş boş etrafa bakındığında Tuana'nın elimi tutması ile iyice korkmaya başlamıştım.

Birine bir şey mi olmuştu şu sorumsuzlar yüzünden!

Hamza abi "Durum bu amca. Dediğim gibi... " diye lafının devamını getirecekken içeriye giren Semih'e bakıp bir müddet duraksadı.

Eğdiği kafasını usulca kaldıran Semih ile göz göze geldiğimizde elindeki çiçek ve çikolatayı fark ettim. Çok geçmeden Hamza abi sözlerinin devamını getirdi "Hayırlı bir iş için geldik."
________________________________________________________________________________________________

Len Semih! Senin içinde bulunduğun işten hayır mı gelir?

Geçen bölüm sinirleneceğimiz bölümler başlıyor demiştim. Semih de sağ olsun eksikliğini göstermedi.

O değilde benim Rıza amcamın daha başı çok ağrır.

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, hoşça kalın 🥀🥀🥀

Continue Reading

You'll Also Like

6.9M 403K 84
Sevdiği çocuk yerine yanlışlıkla okulun serserisine yazan Ece, başına çok büyük bir bela aldığını fark ettiği an onu engeller. Fakat her şey için ço...
911K 63.7K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
1M 37.4K 58
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
145K 8.9K 24
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...