PARAVAN

By rabia_kbl

9.5K 1.7K 1.1K

Kapısı kapalı çikolata dükkânının önünde durdum. Saate baktım; 12: 58 Son iki dakika kalmıştı. Elimi cebime... More

TANITIM
2.Bölüm:"Bir Yıl Sonra Çalan Kapı"
3.Bölüm:"Parmaklar Arasına Sızan Kan"
4.Bölüm:"Ahi"
5.Bölüm:"Mayın Tarlası"
6.Bölüm:"Tehlikeli Parmaklarında Hapis Parmaklarım"
7.Bölüm:"Geçmiş Yerin Altında Bir Metrede"
8.Bölüm:"Zincirleme İsim Tamlaması"
9.Bölüm:Depoda Kilitli Bir Kapı"
10.Bölüm:"Sinmiş Duman Kokusu"
11.Bölüm:"Sebep Sonuçların Döngüsü"
12.Bölüm:"Kırık Fayanslar"
13.Bölüm:"Toplumun Paryaları"
14.Bölüm:"Akrep Burçlu Öğretmen ile Koç Burcu Öğrenci"
15.Bölüm"Kirletilmiş Hisler"
16.Bölüm:"Fakat Şartlar Hiç Normal Olmadı"
17.Bölüm:"Sıcak mı, Soğuk mu?"
18.Bölüm:"00:01"
19.Bölüm:"Pembe Ananas Yetiştirme Günü"
20.Bölüm:"O Bir Peri Masalı"
21.Bölüm:"Sen Bunları Duyma"
22.Bölüm:"İhtimallerin Dizilimi"
23.Bölüm:"Paravanın İlk Yüzü"
24.Bölüm:"Göreceliydi Zaman"
25.Bölüm:"Parmak Uçlarındaki Yaşam Ve Ölüm"
26.Bölüm:"Cambazın İpleri"
27.Bölüm:"Kalp Ve Beynin Sindirim Sistemi"
28.Bölüm:"Bir Fincan Kan"
29.Bölüm:"İhlal Edilen Sınırlar"

1.Bölüm: "Paravan"

1.3K 105 35
By rabia_kbl


1.BÖLÜM: "Paravan"



Feridun Düzağaç, Dipteyim Sondayım Depresyondayım


Gece, benim gecem. Ortalıktan çekildiği zaman herkes, gece artık sadece benimdir. Kazanç ve kaybımın hesaplandığı zaman dilimi. Belki doğru değildir ama ben gece yaşamayı isterdim uyumak yerine. Gece benim her şeyimdir, hatta kendimimdir. O zaman kendim olan bir zaman diliminde neden uykuyu seçeyim ki? Kendim için doğru olanı yapıyorum geceye gözlerimi kapamayarak. Nedense bir zaman sonra geceye gözlerimi kapatmak için dualar edecekmişim gibi de gelmiyor değil. İhanete uğrayacağım, kendim olan bir zamanı hapseden saniye ve saliseler tarafından belki de. Ama bunu hissederek terk etmek gelmiyor geceyi içimden; çünkü asıl o zaman ben ihanet etmiş olurdum. Geceler herkes için dert ortağı, yalnızlık ve kaçışta olabilirken, ben gecede kendimim. Kendimle yüzleşir, kendimle düşünür, ben bunu mu yaptım diye sorguladığım anda kendimin asıl kimliğini ortaya koyuyorumdur. Poker face yoktur gecemde.

Ben gece bir başkayımdır; daha bir Seyhan'ımdır.

Ve tam bu anda bir şey oldu. Olan bana olacakmış gibi, ama asıl geceme olacak gibi. Bir melodi düştü dilimin ucuna tamda bu hissettiğim şeye uygun. Geceme dokunmayın diyordu, canıma dokunmayın bu canım Allah'ımın da diyordu. Neden böyle bir melodi mırıldandım bilmiyordum ama buna sebep şu anda hissettiklerimdi.

İçimdeki bu hisse sebep olan kişiye diktim gözlerimi.

Her bir şeyim güzel ilerliyorken, karşıdaki pencerede onu görmemle hislerim şarampolden aşağı evirildi. Seyhan bir gecesinde gözlerini kapatıp uykuya dalmak için dualar mı edecekti? Gecenin saniye ve salisesi tarafından ihanete mi uğrayacaktım? Geceme mi dokunulacaktı da gözlerim karardı?

Perdeleri artık çekmişti.

Avucumun içindeki soğuk balkon demirini daha çok sıktım. Zoruma gitmişti. Sadece birkaç saniye onu pencereden görmemle, kendim olan bir zaman diliminde hissettirdikleri için. En çokta geceme dokunulacak olma hissi zoruma gitmişti. Daha bir kenetlendi parmaklarım soğuk demire kendiliğinden.

Biran bile penceresinden çekmediğim gözlerimi en sonunda geceye çevirdim. Bu bile içimdeki tüm hisleri söküp atarken, dudaklarım tebessüm etmekte geç kalmadı. İnsana en iyi gelen şeyin kendisi olduğunu çok erkenden fark etmek bir lütuftu benim için. İşte bu yüzden önce geceme sonra canıma dokunmayın.

Bu hisse sebep olan kişiyi de uykusundan etmek bana düşer. Aslında onun hiç bir suçu yoktu çünkü adam sadece perdesini çekmek istemişti. Ama geceme dokunulacak hissini o bıraktı içime!

Buda beni kendi nezdimde haklı yapar? Bence yapar. Yapmak zorunda!

Oturduğum soğuk zeminin üstünden kalmak için avucumdaki demiri bırakmaya çalıştım. Sadece bunu yapmaya niyet ettim çünkü parmaklarım hareket etmiyordu. Sol elime baktığımda, beyaz ve sarı karışımı bir hal almıştı dışı. Parmaklarımı yavaşça açıp kapatarak kan akışını sağlamaya başladım. Bir süre sonra parmaklarım hareket kabiliyetine kavuşunca demir kenarlıklara tutunarak yerden kalktım. Balkon kapısından salona geçip, odama doğru ilerlemeye başladım. Koridorun ilk kapısıydı benim odam. Aralık bıraktığım kapıyı hafifçe ittirip içeri girdim. Gözlerimle odayı taramaya başladım ama ne aradığımı bilmiyordum. Zaten genelde yapacağım şeyleri ne için yaptığıma da dikkat etmezdim ta ki sonucu görene kadar.

Kısa bir taramanın ardından çalışma masamın en köşe tarafında iki siyahlık gözüme takıldı; mıknatıslarım. Yumurtanın biraz daha uzun ve silindir şeklindeki iki tane birbirine yapışmış mıknatıs.

Sanırım bir tanesini feda edebilirim. Diğeri işlevsiz kalacak ama neyse en yakın zamanda bir eşini alırdım.

Masama ilerleyip bir kâğıt ve kalem aldım.' Geceme dokunma!' yazdığım kâğıdı mıknatısa sardım. Peki, neden içimdeki his buna aslında kendi gecemin sebep olacağını fısıldıyordu zihnime?

Soluğumu sesli bir şekilde verip sinsice sırıttım. Kâğıdı iyice düşmeyecek şekilde mıknatısa bastırdım. Odamın ışığını kapattıktan sonra pencereye yaklaştım. Sanırım içimde bir korku peyda olmaya başlamıştı çünkü kalbim hızını artırıyordu. Aldırmadım çünkü uykusundan edeceğim kişi normal değildi, sadece kendimi fark ettirmemem gerekiyordu. Pencereyi açtığımda Urfa'daki Mart ayının soğuk olmayacak kadar iyi hissettiren rüzgârı yüzüme çarptı. Hoşuma gitmişti serin hava.

Gözlerimi penceresinin karanlığına çevirdim. Benim bulunduğum apartmanın üçüncü katından, onun kaldığı karşı apartmanın ikinci katındaki penceresini hedef aldım. Sağ avuç içimin terlemeye başladığını hissediyordum. Hissetmeme rağmen sağ elimi havaya kaldırdım ve hiç düşünmeden hızla fırlattığım mıknatıs penceresinin camını çatlatıp, kırılan noktadan içeriye sızdığında, gecede yankılanan ses kulağımla buluştu. Çok fazla yankı yapmıştı garip bir şekilde.

Tek ses değildi oysaki. Ve ben gecemin camını kırmamıştım ama ilk darbede bilmeden kendi camımı çatlatmıştım.

Belki saliselik farkla penceremi kapatıp perdemi de çekmiştim. Hafıza kaybı gibi bir şeydi son üç saniyem. Hızlı soluklar alıyor, göğsüm körük gibi inip kalkıyordu. Lacivert perdemi belirsiz bir açıyla araladım. Dudaklarımın arasından çıkan soluklarım perdemi titretiyordu.

Camdan geriye kalan çatlakların ardındaydı.

Hangi kafayla buna cesaret etmiştim ki! Yaptığımın sonucuyla yüzleştiğimde çoktan pişman kırıntısını hissetmiştim. Gözümü kırpmadan karanlıkta seçebildiğim kadar ifadesiz yüzüne bakıyordum. Başını eğip elini karnına kadar kaldırdı. Avucunun içinde olan şey biraz önce benim parmaklarım arasındaydı. Mıknatısın üzerindeki avuç sıcaklığımın hala soğumadığının farkındaydım. Elleri soğuk muydu? Ellerinin sıcaklığını bilmiyorum ama eğer soğuksa, şimdi avuç sıcaklığım onun soğuk parmakları arasında hissediliyor olabilirdi.

Tek eliyle mıknatısa sarılı kâğıdı açtı. Şimdi de çıplak kalan mıknatısın soğukluğu az önce hissettiği sıcaklığın üzerini örtmüş olmalıydı. İki kelimeden oluşan uyarı niteliğindeki yazıyı okudu. İfadesiz yüzü sarsıldı ve sokağın ışıklarından görebildiğim kadar gözleri kısıldı, kaşları hafifçe çatıldı. İfadesiz yüzü ile bu hali arasında kıyas ve tercih yapamayacak kadar yabancıydı bana, bende ona...

Başını kaldırdı ve tam gözlerimin içine baktı.

Kahretsin!

Bir saniye sadece bir saniye birbirimizin gözlerine bakmıştık. Ve eğer bir gün ben hafıza kaybı yaşarsam her şeyi ama her şeyi unutacak olsam dahi o bir saniyenin içine hapsolan anıyı unutmayacaktım.

Bedenim büyük bir cesaret ile kilitlenmiş, yerinden hareket etmiyordu. Gözlerini gözlerimden o çekmişti ama başını kıpırdatmadan hala benim pencerem bakmaya devam ediyordu. Neden? Cevapsız soruların varlığına ilk defa lanet etmek geldi içimden.

Sevememiştim... Hiç hoşuma gitmedi çatlak camın ardından bakan ifadenin içime serptiği hisleri. Ne balkondaki ne de o bir saniyedeki sebep olduğu hisleri sevmemiştim. Fark etmiş midir acaba lacivert perdenin ardından ona baktığımı ve en önemlisi camını bir mıknatısla delip uykusundan ettiğimi? Bence fark etmemiştir diye geçirdim içimden. Öyle olmalıydı çünkü onun yüklediği bir sorumluluğa razı olmak için deli olmak gerekirdi; aynı onun gibi...

Peki, neden hala pencereme bakmaya devam ediyordu? Aslında kim olsa direk karşısına bakardı, sonuçta mıknatısın geldiği yönü herkes hesaplayabilirdi bence.

Başını en sonunda penceremden çekerek, kırık ve çatlamış camı incelemeye başladı bir süre. Boş olan elini kaldırıp pencereyi açtı ardından. Diğer elinde tutuğu mıknatıs ve kâğıda kısa bir bakış atıktan sonra iki elini de pencere pervazının alt kısmına dayadı. Ve yine bakışlarını pencereme dikti. Dudakları aralandı ve kıpırdayınca aniden irkildim. Elimi hızla perdeden çekip, sırtımı duvara yaslayarak kesik kesik solumaya başlamıştım. Gözlerim artık karanlık odama bakıyordu.

'Geceme dokunma' dedi sanki dudakları.

Yanlış görmeyi diledim. Elimi hızla atan kalbimin üzerine koyup bekledim. Yutkunma ihtiyacı duyduğumda iki kez peş peşe sertçe yutkundum. Hala pencereme bakıp bakmadığını bilmiyordum ve bakmak gibi de bir aptallığa kalkışmaya da niyetim hiç yoktu. Gerçi aptallığı en başında yapmıştım ama geri dönüşü yok lakin olsaydı da aynısını yapacağımı bilecek kadar kendime yabancı değildim. Bu da başka bir aptallıktı ya; sonucu bilsem dahi yapacağım şeyden vazgeçmemem.

Ben çoğu eylemime aptallık derken, annem bu aptallıkları her şeye rağmen yapmama 'kendin olmak derdi'; çünkü insan sadece doğru ve kusursuzluklarla kendi olmaya uzaktı.

Bu gece için bu kadar gerilim yeterde artar. Yatağıma doğru adımlarken içimden kendime sövmeden duramıyordum. Kendime bunu yaşattığıma inanamıyordum!

                                🍍

Masanın üzerindeki kitabı çektiğimde, sabahın erken saatlerinde odayı saran sessizlik bozuldu. Ayaklarımın dibine düşen şeye bakmak için başımı eğmemle, büyük bir yutkunma hissi boğazımda yerini aldı. Elimdeki kitabı tekrardan geri masaya koydum ayaklarımın dibine düşen şeyi almak için. Yavaşça yere doğru dizlerimi kırıp, odanın sıcak olmasına rağmen soğuk ve bilmediğim karışımlardan meydana gelen mıknatısı avucuma aldım.

"Eşin nerde senin?" diye sordum, göz hizama kaldırdığım mıknatısa. Bir de pişkin bir şekilde dudağımda beliren gülümseme yok mu?

Bakışlarım penceremden sızan aydınlığa çevrildi. Oysaki benim orda bakındığım ne güneşin ışıkları ne de günün aydınlığıydı. Ayağa kalkıp pencereye doğru ilerledim. Gecenin ganimetine bakmaktı derdim ama öyle olmadı. Çünkü geceden bıraktığım şeyin izi dahi yoktu ortada. O saatte yeni bir cam nasıl taktırdı diye düşündüm. Başımı sağ omzuma doğru eğip yeni camı incelemeye başladım. Sonra birden bire dişlerimi sıkmaktan çenemin kasıldığı öteden bile fark edilecek bir sinir harbine kapıldım.

Manyak, bu camı o saatte nasıl taktırdı!

Gözlerimi açıp kapattım. Arkamı dönüp, masadaki kitaplarımı toplamak için avucumun içinde kenetli olan mıknatısı krem rengi pantolonumun içine koydum. En sevdiğim derslerin kitaplarını koyup, sevmediğim derslerin kitaplarını görmezden gelerek çantamı doldurdum. Ama sevmediğim derslerin kitaplarını koymama sebebim onların ağırlığını taşımak istemeyişim; çünkü zaten sıra arkadaşım getiriyordu onları. Bana da onun kitaplarına ortak olmak düşerdi.

Çantamı tek omzuma asıp koridordan salona doğru geçtim. Sol elimde tutuğum çantamın kemerini omzumdan seri bir şekilde indirip karşıdaki koltuğa fırlattım. Koltuğun üzerinde bir kez seken çantam yere düştü.

Sağ tarafımda kalan masaya omzumun üzerinden baktığımda, annemin havada kalan kahve fincanı ile ağzı hafif arlık bir şekilde bana baktığını, babamın ise anlamaz bakışları üzerimde çok fazla oyalanmadan tabağına çevrildiğini gördüm. Dudaklarımı birbirine bastırıp neden öyle bir şey yaptığıma kafa yordum ta ki masadaki ayranı görene kadar.

"Hayırlı sabahlar," diyerek masaya geçip otururken devam ettim. "Niye öyle bir şey yaptım bende anlamdım valla." Omuzlarımı kaldırıp indirdim.

"Ergenliktendir kızım olur öyle," dediğinde, boğazımda kalan ayranı püskürtmemek için hızla yutup öksürmeye başladım. Babama hayretle baktığımda çayını içmeye devam etti. Anneme dönüp bıkkın bir ifade takındım.

"Anne ya babamın ayarlarıyla oynama rica ederim. Yıllardır bu topraklardasın hala mı Meksikalı ince ruhlu düşüncelerini aşılıyorsun kocana." Biraz duraksayıp dudaklarımı düzdüm. "Gerçi babamda senin gelenek ve düşünce ayarlarınla oynamıyor değil." dedim.

"Kızım ne anlatıyorsun hiç bir şey anlamadım? On sekiz yaşındasın, ergenlikten olsa gerek, çünkü kimlik arayışındasın duygu karmaşan hat safhalarda," dediğinde, annemin yüzüne boş boş baktım.

"Görmemişlerin ergen çocuğu olmuş her şeyi de ergenliğe bağlıyor millet." Soluğumu sesli bir şekilde dışarıya verdim. "Ben bile bu kadar takmıyorum bu ergenlik dönemi dedikleri şeyi. Kimlik arayışıymış... Urfa'nın bir yerinde yaşayan Seyhan Aras adındaki bir kişiyim. Daha ne kadar kimlik arayışında olacağım ki?" Başımı iki yana sallayıp, ikisinin bakışlarına aldırmadan ayranımı içmeye devam ettim.

Kalıbımı basarım ki annem babama kaş göz yapıp, 'Ergenliktendir' diyerek aldırmaması için mırıldandığına yemin ederim. Ne olacak Avrupalı değil mi, hepsi aynı ince düşüncede. Bir gün bunlar incelikten kopacak haberleri yok. Tamam, ince düşünmek iyidir de bu kadarda incelmek zararlı bence.

"Seyhan ağzının kenarını sil çocuğum," dedi annem. Başımı kaldırıp inat yapar gibi dilimle ağzımın kenarına akan yağı temizledim. Annem yüzünü buruşturduğunda babamın kısık sesle gülmesiyle bende dişlerim gözükecek şekilde gülümsedim.

"Her sabah bunu yapmak zorunda mısın?" diye sorunca omuzlarımı kaldırıp indirdim. Bakışlarını benden çekip babama bakarak, "Yüz verme şuna. Hayır, anlamıyorum yağlı yağlı bu şeyi nasıl yiyorsunuz anlamıyorum," dedi annem. Sitemle.

Ekmeğimi tavanın içindeki, bol yağda kızartılmış biber salçalı yumurtaya daldırdım. Aslında biberler salça gibi öğütülüp işlem görmemişti, daha büyük parçalar halinde öğütülüyordu burada kahvaltılar için.

"Seyhan! Avuç avuç mu yenir hem de yağını bana bana," dediğinde annem, çoktan ağzıma atmış ve dudağımın kenarından yağın akmasına izin vermiştim. Biliyorum kötü bir şey ama anneme göre iğrenç de olabilir, ama umurumda değildi, bu kadar hanımefendi olmasına katlanamıyordum.

"Nihal, bu kız bunu iki yaşından daha küçükken bile yiyordu. O zaman acısına aldırmayıp bir şey olmadıysa şimdi olacağına inanıyor musun?" diye sordu babam.

"Evet, anne bu kadar ince olma çünkü bir gün incelikten kopacaksın diye ödüm patlıyor," dediğimde babam gür bir kahkaha attı. Annem soluğunu sesli verip, bana uzattığı peçeteyle ağzımı sildim. Ardından ağzımın çevresini mesken edinen yağın kırmızılığı hala yerinde olduğundan, annem sırf bunun için masaya koyduğu ıslak mendili uzattı.

"Seyhan sende annenin Meksikalı damarını iyice oyun haline getirme emi kızım. Allah bilir bir gün onun damarına aşıladığım Urfalı ortaya çıkar sonra ben bile elinden alamam seni," dedi babam. Sonra ne mi oldu? Annem tüm zarafetiyle masadan kalkarak, kahve fincanıyla mutfağa doğru ilerlediğinde babam ile ben aynı anda kahkaha atmaya başladık. Gülerek yerimden kalktığımda aklıma bir şey geldi ve babama baktım.

"Ben anneme Avrupalı diyorum ama Meksika Amerika kıtasında değil miydi?" diye sorduğumda, babamın kahkahasından artık yeller esiyordu. Yüzümde oyalanan bakışlarından sonra dilini ağzının içinde yuvarlayıp çayını kafasın dikti. Ay! Çok sıcaktı ya inşallah boğazı yanmamıştır.

Dudaklarımı birbirine bastırıp annemin peşinden mutfağa gittiğimde bakışları anında bana çevrildi. "Ne oldu? Babanın kahkahası birden kesildi ne dedin adamada bıçak kesiği gibi kesildi kahkahası."

"Bilmiyorum." dedim İspanyolca konuşarak. "Anne şimdi ben İspanyolca konuşacağım seninle gönlünü almak için." Mutfak tezgâhına yaslanıp bana dikkatlice baktı.

"Tamam, konuş ama gönlümü böyle alamazsın," diyerek İspanyolca konuşmaya devam etti benim gibi.

"Heh, bende çiğköfte İspanyolca nasıl deniyor onu bulamadım."

"Seyhan, çiğköfte özel bir isim, olduğu gibi söylenir kızım," dedi hayretle çıkışarak. Türkçeye bağlamıştık.

"Ya onu mu diyorum? Şimdi çiğ kelimesi ile köfte kelimesinin senin memleketindeki anlamlarıyla ortaya çıkan birleşimlerini kastediyorum anne," dediğimde, annemin gözleri kocaman açıldı. Bence daha fazla konuşmasam iyi olur yoksa yengemden öğrendiği terlik olayını üzerimde uygulama ihtimali vardı.

"Ergen-" Kelimesini tamamlamadan yarıda kestim. "Sakın! Sakın anne. Tamam, bak valla pes ediyorum ama o kelimeyi tamamlama Allah aşkına ya kurban olayım gülüm."

Yanına yaklaşıp asıl isteğimi dile getirmeye kara verdim. "Anne bulguru hazırladıysan ver de okula geç kalmayayım," dedim. Yaslandığı tezgâhtan ayrılıp alt çekmecelerden birini açıp, çiğköfte bulguru koyduğu poşeti bana uzattı. Gülümseyerek elinden alıp, annemin fincanını da alarak birlikte mutfaktan çıktık.

Babam hala kahvaltısını yapıyordu. Fincanı annemin tabağının yanına koyup, masadaki üç çeşit içeceğe kısa bir bakış attım. Babamın önünde çay, annemin önünde kahve, benim önümde ayran... Şu hale bak, masanın başka bir sandalyesinde oturup şalgam içen bir erkek kardeş eksikti.

Koltuktan yere düşen çantamın yanına ilerledim. "Anne iki poşet kullandın değil mi? Geçen hepsi çantama dökülmüştü." Anneme bakmadan konuşurken bir yandan da poşeti çantama yerleştirip fermuarı kapatıyordum.

"Koyduğum poşet gayet kalındı ama sen sabah olduğu gibi ergen tavırlarınla çantanı oraya buraya fırlatıyorsan tabi ki de çantanın içine dökülür," dediğinde, yüzüne bakıyordum ama benim algım onca kelimenin arasında 'ergen' kelimesini alıp, üzerine benzin dökerek yakmak gibi şeylere odaklanmıştı. Altta kalmak bana göre değildi.

Çantamı tek omzuma asıp masaya yaklaştım. Kopardığım kocaman ekmeği tavanın içindeki yağlı, acılı ve yumurtalı karışımla doldurup ağzıma tıktım. Dudağımın kenarında süzülen yağı hissettiğimde gülümsemek geldi içimden ama annemin hanımefendiliğinin kalp krizi geçirme olasılığını göze alamadığımdan sadece bununla yetindim.

Babam bu sefer sesli gülmenin tehlikesini hissedip dudaklarını dişlediğini gördüğümde, onun bu halini Redde ninemin görmesini isterdim. Annem tarafında uzatılan peçete ve ıslak mendile ardımı dönüp kapıya doğru ilerledim.

"Meksikalılar acılı ve baharatlı şeyleri severlerdi. Türk mutfağına çok yakın diye biliyordum. O zaman neden yediğim acıya karışıyorsun 'karnın ağrıyacak' diye," Yüksek sesle söylendiğimde, ayakkabımı çoktan giymiştim.

Salona ilerleyip masada oturan anneme bakarak, "Yoksa sen çakma bir Meksikalı mısın anne?" diye sormama rağmen o, ayaklarıma dehşete düşmüş gibi bakıyordu. Başımı eğdiğimde kirli ayakkabılarıma bakıyordu, sorun değildi bence.

"Halıya o kirli ayakkabıların ile mi bastın?!" diye cırladığında, ayağındaki terliğe uzanmasıyla koşarak dış kapıya koştum. Kendimi evden dışarı atıp, büyük bir gürültüyle kapıyı arkamdan çektim.

"Ben emin oldum, sen ne Meksikalısın ne de Avrupalı bir hanım efendisin. Avrupalılar evlerde ayakkabılarıyla gezmiyor muydu?!" Yüksek çıkan sesimle kapıya doğru konuştum. Dilimle ağzımın kenarlarını temizleyerek aşağıya inmeye başladım.

"Annemi, yengem ve diğerlerinin pençesinden kurtarmam gerekiyor yoksa hanımefendi kişiliği yozlaşmaya doğru tam gaz devam edecek." Kendi kendime söylenerek bir aşağı kata inmiştim.

"Ne yaptın da güzelim Avrupalı Nihal yengemi delirttin," diye bir ses duyduğumda başımı birkaç basamak aşağıdan bana bakan kişiye çevirdim. Eli hala açık kapıyı kapatıyordu.

"Valla ben bir şey yapmadım. Ayrıca Meksika Avrupa kıtasında değil, yani annem Avrupalı bir hanımefendi olmuyor," dediğimde çoktan merdivenleri inip karşısında durmuştum. "Birde üniversite son sınıfsın." dedim, başımı iki yana sallarken.

"Nasıl kızdırdığını anladım," dediğinde, gülümseyerek işaret parmağıyla ağzımı gösterdi. Omzumdaki çantama uzandı. Fileli yan cepteki ıslak mendil paketini aldı ve içinden bir tane çıkarıp yüzüme fırlattığında anında yakaladım. O, paketi geri yerine koyarken bende ağzımı siliyordum.

"Anlıyorum amcakızı," diyerek merdivenleri inmeye başladığında, bende yanındaki yerimi aldım.

"Neyi anlıyorsun amcaoğlu?" diye sordum.

"Ergenlikten olsa gerek," demesiyle adımlarım durduğunda o da durup bana baktı.

"Geri zekâlı!" diye bağırıp, yanından hızla geçerek tüm merdivenleri inmeye başladım.

"Ne oldu şimdi?" diye selendi arkamdan ama çoktan tüm merdivenleri inip, sinirle dış kapıyı açarak apartmandan çıktım. Peşimden o da çıkmıştı.

"Mustafa ya, bana ergenlik deme valla bak sinirlerim Urfa kalesini aşıyor," dedim. Güldü.

"Ne yapayım kızım Nihal yengem bizim Yağız'a da Seher'e de aynısını yapıyor." Yine güldü. "Avrupa... Ah! Pardon Meksika Avrupa'da değildi..." dediğinde, ona aldırmadan kaldırımda ilerlemeye başladım.

"Amcakızı, Nihal yengemin ilk adı neydi sana da söylemediler mi?" diye sordu, benimle beraber yürüyünce. Yüzümü ona dönmedim. "Hayır, söylemediler. Ne yapayım ilk adını ben, Nihal o başka bir şey değil bizim için," dedim.

Mustafa'ya baktım. "Ters yöne gitmiyor musun? Harran Üniversite'sine buradan gidiş yok."

"Arabayla gideceğim, şimdi konağa nineme görünmeye gidiyorum," dedi. Başımı sallayıp önüme döndüm. Çantamın yandaki fileli cebine elimi koydum. Aradığım şeyi burada bulamayınca diğer taraftaki cebe elimi götürdüm. Parmaklarıma değen kulaklık kablosunu alıp çıkardım.

"Yağız nerde seninle çıkmadı evden?" diye sorduğumda, bir yandan da düğüm olan kabloyu çözmeye çalışıyordum.

"Benden biraz önce çıkmıştı," dedi elini omzuma atarak. Omzumdaki elini ittirip, "Beni bekleseydi ya, sonuçta aynı adrese gidiyorduk," dedim. Kolunu tekrardan omzuma atınca yine ittirmeye çalıştım ama bu sefer ağırlığını daha çok vermişti.

"Rahat dursana kızım," dediğinde omzumda bir acı hissetim. Çimdik atmıştı geri zekâlı. "Allah'ın çöl sıcağı dört yanımızı sarmış zaten, birde kolunu omzuma atıyorsun," dedim huysuz çıkan bir tonda. O sırada hala kolunu ittiriyordum.

"Çöl sıcağının altında ilk defa kolum omzunda değil Seyhan." Durduğunda bende onunla beraber durmuştum. Sesi kızgın ve çok ciddi çıkınca ona bakma ihtiyacı duydum. Dudağının kenarı histerik bir manada yukarı kıvrılınca, bunu neden yaptığımın sebebini anlamıştı. Bende bu sebebin kaynağına başımı çevirip baktım.

Ümran.

Bize doğru gülümseyerek gelen Ümran'a bende gülümsedim. Babamın ikizi olan Redife halamın en büyük kız çocuğuydu Ümran. Mustafa ile aynı yaştalardı; yirmi bir. Mustafa'ya baktığımda hala bana kızgın bir yüz ifadesi ile bakmaya devam ettiğini gördüğümde, kaşlarımı çattım. Neden bu kadar abartıyordu ki? Ümran çok güzeldi, aynı halam gibi sarışın-kumral karışımı bir şeydi. Büyük kahverengi gözlerine hep imrenmiştim ama küçük ve kısık siyah gözlerimden de vazgeçecek değildim. Benden büyük olmasına rağmen aynı boylardaydık. Yanlış hatırlamıyorsam yetmiş civarı falandı.

"Günaydın," dedi yüzünden hiç eksik etmediği gülümsemesiyle. Niye eksik etsin ki hemen yanı başımda Mustafa varken.

"Günaydın halamın kızı," dedi Mustafa, samimi bir gülümsemeyle. Mustafa'nın Ümran ile bir sorunu yoktu, hatta çok seviyordu ama aile büyüklerinin istediği şekilde değildi bu sevgisi. Zaten o yüzden bozulmuştu az önce bana.

"Nasılsın Seyhan?" diye sorunca, "Bildiğin gibi halamın kızı ergenlik işte," dediğimde ağzımdan çıkanı kulağım duymuyordu herhâlde. Ta ki Mustafa ve Ümran, sokağı inletecek kadar yüksek sesle kahkaha atmaya başlamasıyla, ağzımdan çıkanı kulağım duymaya başlamıştı. Oysaki çok geç kalmıştım.

"Ah Anne! Avrupalı damarına ben ne diyeyim."

Mustafa gülmesini zorlukla durdurup parıldayan gözlerle bana baktı. "Yalnız Annen Meksikalı ve Meksika Avrupa'da değil," dedi ve tekrardan gülmeye başladı. İkisine ters bakışlar atıp, topuğumu yere vurarak yanlarından geçip gittim.

"Sen nereye?" diye sorduğunu duydum Mustafa'nın.

"Yengemlerle bir işimiz varda onların yanına," diye cevap verdi Ümran. Adımlarım hızlandığı için artık arkamdaki seslerini pek fazla işitmiyordum.

Elimdeki kulaklığı cebimden çıkardığım, telefona takıp şarkıyı açtım. Son seste açtık mı tamamdır. Telefonu geri cebime koyup, çantamı da düzgün giydiğimde koşmaya başladım.

Karaduman çıktı raydan
Asılıdır eleğim
Ben acıyı sende tattım
Yarımcadır yüreğim(2X)

Yağmurlarım yağmaz oldu
Düşlerim kurudu
Çatladı topraklarım
Ekine soğudu

Dipteyim
Sondayım
Depresyondayım
Yalvarırım gel de kurtar
Beni tanımla
Cümleler içinde kullan
Yepyeni anlamlara sar(2X)

Şarkı hala kulağıma büyük bir zevk sağlarken göğsüm körük gibi inip kalkıyordu. Bu, dün akşamki gerilimi bana hatırlatınca daha fazla hızlı koşmaya başladım. Zoruma gidiyordu ama bunun ne olduğunu bilmiyordum. İçimde, dün akşamdan kalan o his mi ya da o bir saniyelik zaman dilimi mi anlamıyordum. Kulağımda şarkının dipteyim sondayım depresyondayım kısmında durup, ne dipteyim ne sondayı ne de depresyondayım diye haykırmak geldi içimden. Nefes nefese adımlarımı yavaşlatıp ilerlemeye devam ettim. Şarkı son demlerini yaşarken okul görüş açıma girmişti. İlk defa bıkmadan dinlediğim şarkının biran önce bitmesini istemiştim. Kulaklığı çekip avucumda top haline getirerek file cebe koydum. Ondan sonra bu kablo niye düğüm düğüm olmuş diye söylenip duruyorum!

Okulun bahçe kapısından içeri girip, girişe doğru yavaş adımlarla ilerledim. Okula girince merdivenleri aynı annemin öğrettiği gibi ikişer ikişer değil de bir hanımefendi gibi yavaş ve birer birer, aheste aheste çıktım. Üçüncü basamaktan sonra Urfa'nın taşından torağından yapılan merdivenlerin bana küfür etiğini hissedip, hanımefendiliğimi ayaklar altına alıp ikişer ikişer deli gibi merdivenleri çıktım. Dedim anneme zaten; benden üçüncü basamaktan, üçüncü dakikadan, üçüncü günden sonra bir hanım efendi olmaz diye.

Neyse en azından düz yolda aheste aheste yürürdüm ve ayaklar altına aldığım hanımefendiliğimi kaldırmasını da bilirdim. Sanırım önüme gelen atkuyruğu saçımı arkaya atarak kaldırmış oluyordum.

Sınıf kapısına yaklaşınca tavrımdan ödün vermeden içeri girdim. Kapının yanındaki duvar dibinde olan sıraların üçüncüsüne ilerleyip, çantamı duvar tarafına koydum. Reyhan daha gelmemişti. Fermuarı açıp, içindeki bulgur poşetini elime alarak, sırtıma gözlerini diktiklerine emin olduğum, pencere tarafındaki en arka sırada olan iki kişiye döndüm.

"Adar," dediğimde, elimdeki poşeti ona doğru fırlatmam ile hızla ayağa kalkıp yakaladı.

"Bende daha ne kadar sürdürebileceksin diye sayıyordum Avrupai hanımefendiliğini," dedi alayla.

"Yirmi üç saniye sürdü Avrupalı hanımefendiliği," dedi yanındaki.

İkisine sinirle bakıp başımı iki yana salladım. " Meksika Avrupa da değil!" dediğimde, sınıftaki tüm gözler bana çevrildi. İkisi sesli bir şekilde gülmeye başladılar.

Yanlarına ilerleyip ön taraflarındaki sıraya yan bir şekilde oturdum. Karşımda oturan Adar'a gözlerimi diktim. "Hayır, yani anlamıyorum. Baban o kadar zengin ki kaç dönüm araziniz olduğunu her sorduğumda söylemene rağmen unutuyorum. Bu kadar toprağın tek varisi olup nasıl hala okula geliyorsun? Ben olsaydım valla okulu bırakır toprağımın başına geçer sefa sürerdim. Yıllarca ne uğraşacağım okul ile," dediğimde, Adar gözlerini devirdi bilmem kaçıncı kez ona yaptığım bu konuşmaya.

"Hadi bu mesele neyse de, sen niye okulun erkek yurdunda kalıyorsun Allah'a sen. Bide parası yokmuş gibi akşam ziyafeti için bulgur istemez mi?"

"Seyhan bulguru 10 kg'lık çuvallarda satıyorlar. Ben on kiloluk bulgur çuvalını nereye saklayayım?" dedi. Arkasına yaslanarak konuşmaya devam etti. "Git babama sor beni niye yurtlarda süründürüyor diye, valla karşıda gelemem ben şunun şurasında birkaç ayım kaldı zaten."

Yanındaki kollarını masaya yaslayarak öne doğru eğilip, alttan ayağını ayağıma vurdu. "Seyhan o kadar millete söylüyorsun, sen okulu bırakıp niye topraklarımızın başına geçmiyorsun. Hem Kadir abinin yükünü de hafifletmiş olursun fena mı? Ya da çikolata dükkânlarından birine geç. Mesela şu psikopatın olduğu dükkân en mükemmeli," dediğinde, ayağına sertçe vurdum.

"Ben o psikopatın bulunduğu dükkana ancak çikolata almaya giderim. Sakın bir daha öyle şeyler deme Allah gider duanı kabul eder sonra ruh gibi gezerim ortamlarda," dediğimde ikisi de gülmeye başladı.

"Allah'ım tez vakitte sen şu Seyhan kulunu o psikopatın olduğu çikolata dükkânında işçi olmayı nasip eyle," dedi, ellerini semaya doğru kaldırarak.

"Âmin. Millet herkes bir âmin desin," dediğinde, bu sefer tekmemi Adar'ın dizine geçirdim. Sınıftaki herkes koro halinde âmin dediğinde gözlerimi yumdum.

"Yağız," dedim.

"Efendim amcakızı," dediğinde, gözlerimi açıp ona baktım.

"Yağız, biliyor musun tam bir geri zekâlısın anladın? İnşallah akşam yapacağınız çiğköftenin acısı az olurda aç kalasınız yurt köşelerinde duydun," dedim tüm sakinliğimle. Ayağa kalkıp onlara arkamı dönerek sırama ilerledim.

Arkamdan Adar'ın, "Yağız, oğlum bu duanın altında kalmaz Seyhan. Allah ona inanılmaz bir kin vermiş gerisini de koy vermiş," demesinin ardından, Yağız'ın homurdandığını duydum.

                               🍍

Bu böyle olmayacaktı. Ne halt etmeye tam gözümün önüne bıraktım ki, eşi başka ellerde gezinen mıknatısı. Çalışma masamın köşesinde bulunması, zaten dağılmak için bahane arayan dikkatimi daha bir olanaklı hale getiriyordu. Bence bu kadarlık Fizik sorusu çözmek yeter. Yeter mi acaba? Yetsin bir zahmet, sanki Tipler Silindirini döndürmek için uğraşacağım.

Kitabı kapatıp tüm nezaketimin kasıldığını umursamadan güzelce kenara itekledim. Elim kaşınıyor ama bunun paranın gelecek olmasıyla hiç bir alakası yoktu. Elimi mıknatısa doğru uzatıp avucumun içine aldım. Gözlerim pencereye takılsa da yerimden kalkmadığım gibi mıknatısı masanın üzerine fırlattım. Başımı geriye yaslayıp gözlerimi yumdum bir süre.

Kapının açılıp kapanma sesiyle gözlerimi hala açmadan olduğum yerde öylece bekledim. Babam gelmiş olmalıydı. Akşam yemeğinden sonra alt kattaki Yücel amcamın yanına inmişti. Bu kadar saat orada ne yaptığını umursamıyordum çünkü işlerin başına geçmek gibi bir niyetim olmadığı için ne yaptıklarını da sormayacaktım. Benim artık tek bir hedefim var; Tipler Silindirini döndürmek. Yapabilirim sanırım?

"Nihal, Seyhan uyumadıysa gelsin bir şey konuşacağım onunla," dedi babam.

Tam bu anda sorgulamam gerekirdi, acaba ne konuşacak diye. Ama hayır, niye kendimi yorayım ki, önünde sonunda zaten benimle konuşacaktı babam. Ne meraksız bir kızım ya...

"Geceleri evin içinde hayalet gibi gezen bir kızımız var ve sen uyuduğunu düşünüyorsun," diye cevap verdiğinde annem, sesi gittikçe bana yaklaşıyordu.

Meksikalılar acaba gulyabaninin olduğunu biliyorlar mıdır?

"Seyhan, çocuğum duymana rağmen illa gelip seni çağırmamı beklediğini bilecek kadar annenim," dedi. Kapı zaten aralıktı ve şu anda gözlerim kapalı olmasına rağmen, kapıda elleri belinde değil de zarif bir şekilde durduğunu tahmin edebiliyordum.

"Anne Meksikalılar gulyabaniyi biliyorlar mı?" diye sordum.

Bana doğru yaklaşıyordu. Başımın ucunda durup yüzüme baktığını hissettiğimde gözlerimi açıp, siyah gözlerimi onun siyah gözleriyle buluşturdum. Kahverengi saçları yüzüne doğru düşmüştü. Fiziği çok güzeldi. E, bu kadın niye benim babama bakmıştı?!

"Anne babam sana büyü mü yaptı? Yav kadın niye benim babama baktın?" diye sordum.

"Bana yaptığın iltifat gururumu okşadı ama kocam hakkında nasıl öyle dersin?" İşaret parmağını bana doğrultu. "Kocam hakkında doğru konuş yoksa fena olur çocuğum," diye devam ettiğinde yüzüme doğru eğilmesiyle iyice yerime sindim.

Ani bir şekilde sandalyede kırk beş derece dönerek ayağa kalktım. Kapıya doğru ilerleyip söylenmeye başladım. "Senin kocansa benimde babam... Benim babam karizmatik bir kere, sadece sen onun yanında fazla kalıyorsun." Salona girmeme rağmen hala söylenmeye devam ettim. "Sanki kocandan boşan dedik. Kocamda kocam."

Tekli koltukta oturan babamın karşısındaki koltuğa oturduğumda annemde babamın diğer tarafındaki diğer tekli koltuğa geçti. Bu şey değil mi? Fırtına öncesi sessizlik. Ayağımı Urfa kalesine zincirler yine de o fırtınanın içinde savrulmam!

"Allah'ın Meksikalısı Urfalı Cihan Aras'ı almış bırakta kocamda kocam diye savunsun," dedi babam. Annem hayretle babama döndü.

"Allah'ın Meksikalısı?" Bu kadın niye sinirliyken bile zarif? "Allah'ın Meksikalısı için yaptıklarını hatırla Cihan Aras," dediğinde, babam gülümseyerek ona baktı.

"Pişman değilim, iyi ki yapmışım Nihal Aras. Soyadım gibi ismini de ben vermiştim." dedi babam şefkat barındıran bir gururla. Sanki savaşmıştı annem için.

Başımı iki yana sallayarak, "Ninem burada olsaydı 'çocuğun yanında utanmadan flörtleşiyorsunuz' derdi," dediğimde ikisinin de bakışları bana çevrildi.

"Kızım ninen flörtleşmek gibi bir kelimenin varlığından haberdar mı ki? Saçma saçma kelime ve türevleri Allah korusun," dedi babam. Annemin dudaklarından kısık bir kıkırdama çıkınca babam ona kısa bir bakış attı.

"Fingir-" diyemeden, "Nihal..." dedi babam, uyarırcasına.

"Sanki ben üretiyorum bu kelimeleri. Neyse ne konuşacaktın benimle baba?" diye sordum. Babam bana dönünce arkasına yaslanarak ayağını sol dizinin üzerine koydu.

"Yarın hafta sonu ne yapacaksın? Üniversite sınavına birkaç ay kaldı ve zaten sen yeteri kadar çalıştın çünkü göz ardı edemeyeceğim kadar zekisin." Duraksayıp annem kısa bir bakış attı. "Annen gibi," diye devam etti bakışlarını annemin gözlerinden çekmeden.

Burnumu sesli bir şekilde çektiğimde ikisinin de bakışları bana çevrildi. Annem yüzünü buruşturdu. Ya ne yapsaydım, yalandan öksürse miydim?

"Valla baba hafta sonları sıra gecelerinin aranan yüzü olmaktan vazgeçip yeni bir hedef edindim. Annemden bana geçen zekâma layık bir hedef hem de," dedim. Alaycı ve ukala bir tavır mı vardı sözlerimde? Allah'ım ben çok fena bir şey olma yolunda, üçüncü basamaktan sonra hanımefendiliğimi ayaklar altına alarak emin adımlarla ilerliyorum bak. Gerçi senin her zaman haberin vardır.

"Ne hedefi çocuğum?" diye sordu annem. Annem çocuğum kelimesini çok seviyor. Ama en çok ejderha kelimesine bayılıyor ama onu sürekli kullanması için gerekli bir alt yapı yoktu maalesef.

"Anne şimdi senin bu çocuğun Tipler Silindirini döndürmek için hafta sonları gerçekleşen sıra gecelerinden bile vazgeçmiş durumda." Öne doğru büyük bir egoyla eğildim. "Ama bak, sıra gecesinden mi vazgeçtin diye küçümseme. O Tipler Silindiri kendisini döndürmek için sıra gecelerinden vazgeçtiğimi algılasaydı anında dönmeye başlardı," dedim.

Sessizlik?

"Az önce kızının zekâsı ile benim zekâmı bir tutuğun için seni boşasam yeridir Cihan," dedi annem.

Dilimi ağzımın içinde yuvarlayarak annem ile babama bakıyordum.

"Haklısın Nihal," dediğinde babam, salonu inletircesine büyük bir kahkaha attım. Annem ile babamda bana gülümseyerek bakıyorlardı.

"Seyhan annenin üstüne çok gidiyorsun kızım," dedi babam gülerek. Başımı sallayıp kahkahamı durdurdum.

"Çocuğum saçma saçma konuşunca deli mi zeki mi diye şüpheye düşürüyorsun beni."

"Tamam anne. Bu sefer konuşmak istediğiniz konuya geçelim," dedim. Babam elini çenesine götürüp ovmaya başladığında ciddiyetini takınmıştı.

"Çikolata dükkânında artık okul çıkışlarında ve boş zamanlarda çalışmanı istiyorum," dedi birden. Yağız Allah belanı vermesin geri zekâlı!

Öylece babamın yüzüne bakıp bir süre sonra anneme döndüm. İkisini de göz hapsine alarak konuştum. "Hangisinde çalışacağım ve neden öyle bir karar verdin baba?" diye sorduğumda. Annem huzursuzca yerinden kıpırdandı. Nede olsa annemin kızıydım. Fevri ve aceleci hiç olmadım. Son ana kadar sakin bir şekilde dururdum ve bu hiç iyi bir şey değildi. Babam annemden biliyor, bende annemden.

"En yakındaki çikolata dükkânı hangisiyse o," demesiyle soluğum kesildi. Hayır! Dışım sakin ve umarsız olsa da içim kaynar kazandı.

"Ben o psikopatın çalıştığı dükkânda iki dakikadan fazla durmam duramam baba!" Bağırmamıştım ama sesim bağırır gibi net ve keskindi. "Bir yıldır hayatımızda olan o ne olduğu belirsiz psikopat, katil, ruhsuz adamın yanında çalışmam!" Tedirgin olmam gereken zamandaydım. Babam asla sonuçsuz ve emin olmadığı bir konuşmanın içine ne girerdi ne de dile getiri.

Biliyordum, hatta emindim o çikolata dükkânına gideceğime. O psikopatla aynı yerde çalışıp yardım edeceğime ama rahatsızlığımı ve tedirginliğimi dile getirmekten çekinmedim.

"Psikopat? Katil? Hadi ruhsuz kısmına hem fikiriz de diğer şeyler ne oluyor? Bu yargı ve ithamlara nerden vardın?" diye sıraladı tüm soruları, sadece bunlar olmasa da. "Bir yıldır şehirde dolanan dedikodu ve ithamlara aldanman için hiç bir gerekçe görmüyorum," diye devam etti.

"Seyhan, baban haklı, senin çikolata dükkânlarında zaman geçirip çalışmaya can attığını hepimiz biliyoruz ve en yakında olan dükkân gayet müsait. Adamda orda tek başına çalışıyor yani bir çalışana ihtiyacı var," dedi. Bu sefer bu cümleler anneme aitti.

"Ayrıca hiç doğru bir şey değil onun hakkında böyle yakışıksız şeyler söyleyip itham etmen. Kaç kere konuşup sohbet ettin de böyle şeyler düşünebiliyorsun?" dedi annem, kınarcasına.

Başımı olumsuzca salladım ve omuzlarımı alacağım yenilgi ile düşürdüm. "Anne adam takıntılı bir manyak... Pembeden soğudum ben. Hayır, ben o renkten korkar oldum!" dediğimde annem güldü.

"Cidden mi çocuğum, bu mu yani?" diye sormuştu ama annem cevap beklemiyordu.

"Seyhan çikolata dükkânında çalışmak istiyorsun ama sorun o adamın pembe takıntısı ve sevgisi mi?" diye sordu babam ama o bu sorusuna cevap bekliyordu.

"Baba ne sevgisi Allah sen? Benimde siyah ve gece sevgim var ama koskoca şehir arkamdan psikopat, deli ve katil diye konuşmuyor ama." dedim. Babam ayağını dizinin üzerinden indirerek ayağa kalktı.

"Sen şehirdeki insanların konuşmalarına itimat ediyorsan madem anneni niye kayırıyorsun? Onun hakkında da yılardır süren konuşmaları niye görmezden geliyorsun, o dedikodulara niye itimat etmiyorsun Seyhan? Ninenin annen hakkındaki yargılarına niye dikleniyorsun o zaman kızım? Zekisin, adaletlisin madem, zekânı şimdi bu iki şey arasında kullanıp adaletli bir cevap ver bize." Babamın her bir kelimesi benim haksız sözcüklerim ve düşüncelerime bir cevaptı. Ne bağırdı ne de sert bir çıkış taşıyordu sesi. Kısık, net ve gerçekçiydi.

"Haklısın baba," dedim.

"Yarın öğlen gidersin haber verirsin, seni onun yanında yardımcı diye gönderdiğimi," dediğinde, ağzımı kocaman açmıştım.

"Daha onun haberi yok muydu?" diye sorup kendimi koltuğun sırt kısmına devirdim. "Kesin kesip biçecek beni sonrada çikolatanın pembe poşetlerine minik minik saracak parçalarımı." dedim, ağlamaklı bir sesle. Annem kocaman bir kahkaha atınca koltuğun üzerinde tepinmem ile babam da ona eş bir kahkaha attı.

"Peki, ne kadar maaş vereceksin bana?" diye sordum koltuktan doğrularak. Babam başını bıkkınca iki yana sallayarak sesli bir şekilde nefesini dışarı verdi.

"Kızım zaten tüm dükkânların gelirleri bizim cebimize giriyor ne maaşı?" dedi, kaşlarını çatmıştı.

"Olur mu hiç öyle şey? Daha sigorta bile yapacaksın bana. Profesyonel bir iş yapacağız burada. Sen toprak ağasısın bir de bunları bilmen gerekir." Duraksadım. "Gerçi toprak ağalarının sigortayla işi olmaz. Neyse baba ben maaş ve sigorta isterim. He birde güvence sözleşmesi de yapmamız gerekecek çünkü o psikopat beni kesip, pembe çikolata poşetlerine sardığı zaman tüm mal varlığını anneme devredeceksin," dedim.

Annem çok sıkıyordu kendini. Valla dudaklarını kanatacaktı ısırmaktan sonra ninemin diline düşecekti.

"Seyhan çocuğum sussan mı artık?" dediğinde annem, bakışlarıyla hanımefendiye yakışır bir şekilde ikinci bardak suyunu kafasına diken babamı göstermişti.

"Tamam, ne kadar istiyorsun?" diye sordu babam tekrardan kendini annemin yanındaki koltuğa atarak.

"Sakladığın kalaşnikofun yerini söylesen yeterli," dediğimde, soluğu yönünü şaşırıp başka boruya kaçmış olmalı ki öksürmeye başladı. Aniden koltuktan fırlayıp gülerek salonun çıkışına doğru kaçtım.

"Seyhan sen kime çekti he kızım?" dediğinde, durup babama döndüm.

"Anneme zekâ olarak çektiğime göre huyum da aynı babam Cihan Aras, bende onun Meksikalı karısından olma, Seyhan Aras adındaki melez çocuğuyum," diyerek, arkamdan seslice gülmelerine tebessüm ederek odama ilerledim.

                               🍍

Kapısı kapalı çikolata dükkânının önünde durdum. Saate baktım; 12: 58

Son iki dakika kalmıştı. Elimi cebime götürüp son kalan çikolatamı da yemek için çıkardığımda, poşetin rengi ürpermeme sebep oldu.

Pembe.

Çikolatanın pembe poşetini açıp yemeye başladım. Gözlerim yukardaki tabelaya dikildiğinde, bu rengin son bir yıldır çokta masum gelmediğini anlamıştım.

Pembe rengindeki tabelayı ne kadar izledim bilinmez ama karşımdaki kapının kilit sesini duyduğumda iki dakikanın çoktan dolduğunu anlamıştım.

Kapının iki tarafı da ardına kadar açıldığında, gözlerinin ağır baskısı üzerimde olmasına rağmen hala yüzüne bakacak cesareti bulamamıştım kendimde. Çok değil, sadece birkaç saniye sonra içeri girmiş, neden bu saatte burada olduğuma dair tek bir soru bile sormamıştı. Bekliyordum.

Avucumda tutuğum poşetin rengine bir kez daha lanet ettim! Bir yıldır katlanamadığım tek renkti; sebebi de içerdeydi.

Damağımda kalan çikolatanın üzerinde dilimi gezdirip, içer doğru kararsız adımlar atmaya başladım. Kapıdan içeri girip, onunla aramızda birkaç adım kala durdum. Bu sefer ben ona gözlerimi dikmeme rağmen o, ısrarla elindeki lanet şeye bakmaya devam ediyordu.

Pembe renkten nefret etmemi sağlayan şeye...

"A- Artık okul çıkışları çikolatacıda sana yardım edecekmişim ," dedim titreyen sesimle.

Anında başını çevirmeden gözlerini gözlerime dikti. Tedirginlik işte şimdi gerçekten kanıma karışmaya başlamıştı. Elindeki o şeyi tezgâhın üzerindeki tabağın içine koyduğunda, oradaki bıçağı fark etmiştim. Titrek bir nefesi ciğerlerimle buluşturdum.

"Yaklaş," dedi, ruhsuz bir sesle.

Yaklaştım. Artık aramızda sadece tezgâh vardı. Başını yavaşça bana doğru yaklaştırmaya çalıştığında kaçmalıydım o zaman. Ama öylece bana yaklaşıp, nefesini kulağımın çevresinde gezindiğini hissettirdiği ana kadar bekledim. Aptallık ettim!

Fakat dudaklarını aralayıp kulağıma söylediği cümleyi sorgulamamakla en büyük hata ve aptallığı yapmıştım.

"Hayatta gördüğümüz bazı şeyler bir paravandan ibarettir."

Keşke sorgulasaydım.

Siyah yüzüklerle dolu elini tezgâhın üzerine bıraktığım sağ elimin üzerine koydu. Bakışlarımı yüzünden çekmeden ne yapacağını anlamaya çalıştım. O da bana bakıyordu. Sonra elimi çevirip avucumun içine bir şey değdirdi, ardından çok sürmeden elimin içinde hareket etmeye başladı. Kalemin mürekkebini avucumun içine akıtıyordu. Gözlerimin içine bakarak kalemi avucumda hareket ettirmeye devam ederken, bu bakışları aynı o gece perdenin ardından bir saniyelik zaman diliminde göz göze geldiğimiz anın aynısıydı ama tek farkla; bu bir değil saniyelerdir sürüyordu.

Kalem hareketini bitirip, avucumun içinden ayrılmasıyla bakışlarımı elime indirdim. Bugünün tarihi yazıyordu avucumun içinde. Ve ben bu tarihte kulağıma fısıldadığı kelimeleri sorgulamamış ve sorgulamayacaktım.

23.3.2021



Continue Reading

You'll Also Like

HAWAR By Milyakettt

General Fiction

137K 8.6K 16
Bir çığlıktı Hawar... Bir haykırış, bir yürek yangını... Bir feryat. Bir direniş. ... Bir kadın olmak... ... Bir kadın, hiç çocuğu olmadığı için suçl...
2.5M 134K 15
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.
4.2M 203K 51
"Ulan bari Polat de." dedi. Sesi yalvarır gibi çıkmış gözleri beklentiyle doluydu. "Mirza demiyorsan deme ama en azından Polat de." "Sen yengeye Eli...
85.8K 4.3K 17
İnsanların çoğunluğunu gıcık eden şey ebeveynlerin çocuklarının hayatlarına burunlarını soklarıydı. Avbanu'da bu durumdan gıcık alan insanlardan biri...