BİR ADIM

Door Kaktustugce

304K 29.2K 4.8K

Hapisten yeni çıkmış bir kız... Köyde sınıf öğretmenliği yapan bir adam... Birbirinden farklı bu iki insanın... Meer

Giriş 🌺
Bölüm-1-Yeniden..
Bölüm-2-Başlangıçlar...
Bölüm-3-Komşu...
Bölüm-4-Tohum...
Bölüm-5-Hastalık...
Bölüm-6-Akşam...
Bölüm-7-Çay...
Bölüm-9-Cam Kırıkları...
Bölüm-10-Gece...
Bölüm-11- Cephe...
Bölüm-12- Yeni Adımlar...
Bölüm-13-Kalp...
Bölüm-14- Mısralar...
Bölüm-15-Tanıdık...
Bölüm-16-Başarı...
Bölüm-17- Geçmiş...
Bölüm -18- Yollar...
Bölüm-19- Ömre ortak...
Bölüm -20- Kabul...
Bölüm -21- Kavga...
Bölüm -22- Teklif...
Bölüm -23- Şiir...
Bölüm -24- Yangın...
Bölüm -25- Öfke...
Yeni Kapak Değerlendirmesiii 🍂
Bölüm -26- Kararlar...
Bölüm -27- Bıçaklar...
Bölüm -28- Evim...
Bölüm -29- Kıskanmak...
Bölüm-30- Evlilik Teklifi...
Bölüm -31- Kan...
Bölüm-32- Sır...
Bölüm-33- Misafir...
Bölüm -34- Kabus...
Bölüm -35- Taşınma...
Bölüm -36- Yeni ev...
Bölüm-37- Kayıp...
Bölüm-38- Pınar...
Bölüm -39- Evlilik...
Bölüm-40- Kedi...
Bölüm-41- Kaza...
Bölüm -42- Yol Ayrımı...
Bölüm-43- Bir Gün Daha

Bölüm-8-Piknik...

9.3K 892 199
Door Kaktustugce

Keyifli okumalar 🌺🌺

Mutsuzluk bumerang gibiydi. Kurtulmak için var gücüyle fırlatıyor ancak kısa bir süre sonra mutsuzluk yine dönüp kendisini buluyordu. Kaderinin satırlarında hep mutsuzluk mu yazılıydı? Yoksa mutluluk bir yerlerde vardı da o bulmasını mı bilmiyordu? Sebebi bulamıyor, sonuca gidemiyordu. Kaderine mahkûm yaşıyordu.

Savaş'ın yüzünde daha önce görmediği bir öfke kolaylıkla kendisine yer edinmişti. Doğal bir kabulleniş, yılların verdiği bir alışkanlık... Pınar, Savaş'ın yanına gelip kendisini Murat'ın elleri arasından kurtarmasından daha çok onun yüzündeki bu öfkeye şaşırmıştı. Savaş yavaşça onu arkasına aldığında Pınar tepkisizce karşısında oyanan oyunu izliyordu. Gelişmelere göre vereceği tepkiyi bekliyordu, adeta bir tiyatro izleyicisi gibiydi.

"Çocuklar daha fazla tatsızlık çıkarmayın ve uzaklaşın." Savaş sakin tutmaya çalıştığı ses tonu ile konuştuğunda karşısındaki çocuk yüzüne alaycı bir gülümseme yerleştirip Savaş'a daha çok yaklaştı.

"Bu yaptığın olmadı, Hoca Bey. Köyümüzde sevilip sayılırsın ama herkesin de bir sınırı vardır."

"Haklısın, şuan sen o sınırı aşıyorsun."

"Ben senin gibi laf kalabalığı yapamam hoca. Bu iş seni ilgilendirmez, çekil önümden."

"Çekilmiyorum ve elimden bir kaza çıkmadan defolup gidin."

"Baksanıza bizim hoca sinirlenmeye başladı. Babalarımızı mı arayacaksın?" Kendi söylediklerini komik bulmuş olmalı ki gülmeye başlamış yanındaki arkadaşları da onun bu gülmesine eşlik etmişti.

Pınar karşısında dönen bu tatsız sahneden rahatsız olmuştu. İçini tarifsiz bir acı kaplamış, korkunun rüzgarı esmeye başlamaktı. Korkuyordu, Savaş'a da kendisine yaptıkları gibi yapmalarından korkuyordu. Biz insanlar yalnızlığı severiz ama asla o yalnızlığa mahkûm olmak istemeyiz. Yanımızda yöremizde birileri bulunsun, birileri bizi sevsin, bizi anlasın, bizi dinlesin isteriz. Bir topluluğa bir gruba ait olmak isteriz. İstemem deriz belki çoğu zaman ama içten içe onun hasretini duyarız. Yalnızlık tadında olunca güzledir, fazlası insanı zehirler. İşte Pınar, Savaşın kendisi gibi zehirlenmesini istemiyordu. İnsanların onun arkasından konuşmasını, ona sırt çevirmesini istemiyordu. Bir insan nasıl olurda kendi yaşadığı şeyleri başkasına yaşatırdı?

Bakışları Savaşın gerilen omuzlarına ve yumruk olan eline kaydı. Ardından diğer elindeki kitaplara... Derin bir nefes alıp omuzlarını dikleştirdi ve Savaşın arkasından çıktı. Birilerine yaslanıp, sığınmaya hakkı var mıydı?

"Ne istiyorsunuz?" Dudaklarından sakince dökülen kelimeler hayat bulmuş bütün bakışları üzerine toplamıştı.

"Rahatsız olmanı, hatta ölmeni." Murat'ın adeta sahte bir gülümseme eşliğinde söylediği sözler üzerine Pınar, Savaş'ın araya girmesine izin vermeden konuşmayı devam ettirdi.

"O zaman öldür." Kendisi için kurması basit olan bu cümle karşısındaki çocuğu bir deprem misali sarsmıştı. Birini gerçekten öldürme düşüncesi bile ürkütücüdür. Hayat, insanlara verilen bir mucizeyken senin o mucizeyi fütursuzca gasp etmen... Bir yaşamı, o yaşamla birlikte onlarca şeyi sonlandırman... Düşünceler kurt gibi kemirir insan beynini. Vicdan arafta deli olur. "Birazcık aklın varsa otur bir düşün. Samet abi dediğin o adam yaşasaydı benim ablamın hali ne olurdu? Kendi kanından olana acımayan benim ablama acır mıydı? Düşün, ondan sonra yanıma gel. Yerim yurdum belli." Pınar, söyleyeceğini söyledikten sonra arkasını dönüp evine doğru ilerlemeye başladı. Durup daha fazla dil dökmeye gerek yoktu. Anlayan bir kelimeyle de anlardı, anlamak istemeyene sayfalarca konuşsan boştu.

Birkaç dakika sonra yanında sessizce adımlarını adımlarına uyduran Savaş belirmişti. Hiçbir şey söylemeden sadece bu garip yürüyüşte Pınar'a eşlik ediyordu. Pınar bakışlarını önündeki yoldan ayırmadan konuşmaya girdi.

"Bir daha böyle bir durumda araya girme."

"Sen zor durumdayken öylece geçip gideyim mi?"

"Evet. Bunlar benim meselem, araya karışman sadece senin zararına olur. Sonra pişman olursun."

"Neyden pişman olurum?"

"Köylüler senden selamı sabahı keser, herkesin gözünde değerin düşer, ismini anarken yüzleri buruşur. Bu köy senin için çekilmez bir hale gelir."

"Kısaca yalnız kalırsın diyorsun."

"Evet."

"Sorun değil, yalnızlığı severim."

"Bazı sevgiler kendi kendisinin ölümü olur."

"Sözlerinin üzerimde hiçbir etkisi yok. Bildiğim yoldan ilerlemek konusunda inatçıyımdır."

"Bir katilin arkasında durmak pek de akıllı bir adam işi değil."

"Sen kendine bakınca katil görüyor olabilirsin ama sana bakınca Pınar'ı görüyorum. Komşum olan, kitaplardan hoşlanan, yaşayacak çok şeyi olan Pınar'ı görüyorum." Yavaşlayan adımları tamamen durmuş bakışları sakince kendisine bakan Savaş'a çevrilmişti. Ansızın dolan gözlerini kaçırmak, saklamak istiyordu. Ancak bakışlarını bir türlü çekemiyordu. Bu adamda bir şey vardı. Pınar'ı ona çeken bir şey...

"Bana acıyor musun?" Zar zor dudaklarından dökülen bu sorunun cevabını duymak istemiyordu. İki yanında duran ellerini kaldırıp kulaklarına kapatmak ve küçük bir çocuk gibi koşarak eve gitmek istiyordu.

Savaş, işittiği soruya karşılık sessizce bir süre karşısındaki kızın solgun yüzünde bakışlarını dolaştırdı. Acımak...

"Ben kendime acıyorum." Kelimeler sessizce dudaklarından dökülsede Pınar net bir şekilde işitmişti. Savaş yavaş bir tempoda yürümeye başlayınca Pınar da bilinçsizce onun peşine takıldı. Ne demek istemişti?

Savaş kitaplarını koltuğunun altına sıkıştırmış yumruk yaptığı diğer elini de ceketinin cepine saklamıştı. Evet, Savaş kendisine acıyordu. Kader sanki kendisiyle oynuyordu. Verilen rolleri değiştirmek istemiyordu. Ne rol ne oyuncu değişikliği... Herkes ilelebet kendisine verilen rolü oynamak zorundaydı.

"Ne demek istediğini anlamadım."

"Boş ver bazen ben de kendimi anlamıyorum." Savaş sözlerinin ardından sesli bir şekilde iç çektiğinde Pınar üzerindeki huzursuzluğu dağıtarak hafifçe tebessüm etti.

"Biraz gülmelisin bence sana gülmek yakışır." İşittiği sözlerin ardından tebessümü yavaşça söndü. "Keşke söylemeseydim. En azından az önce tebessüm ediyordun." Savaş'ın ısrarla konuşmalarına karşılık Pınar ne diyeceğini bilemediğinden sessizliğini korumaya devam ediyordu. "Akşam için bana yemeğe gelmek ister misin?"

"Ne?"

"Çok güzel bir tost tarifim var. Bence gelip denemelisin."

"Evine gelmemi mi istiyorsun? Bu hiç uygun değil." Pınar'ın kesin bir tonda söylediği sözlere karşılık Savaş gülerek bakışlarını kızın yüzünde dolaştırdı. Pınar'ın kaşları çatılmış, dudakları huzursuzca düz bir çizgi halini almıştı. Hoştu... Savaş sınırları olan insanları severdi. Kalıplar, sınırlar, klişeler, gariplikler her şey hoşuna gider, ilgisini çekerdi. Pınar ise bu aralar fazlasıyla ilgisini çekiyordu. Bir ad koymaya gerek yoktu. Sadece bu kızı tanımak istiyordu. Kaderin ona verdiği rolü bu sefer kabullenerek oynuyordu.

"Peki piknik tarzı bir şeye ne dersin?"

"Piknik mi?"

"Evet, senin evinin önünde yemek yiyebiliriz. Hem açık hava iştah artırır."

"Ne kadar garip bir adamsın sen. Seni anlayamıyorum."

"Anlayamadığın şeyleri sorabilirsin. Soruları cevaplamak konusunda iyiyimdir."

"Neden benimle arkadaş olmaya çalışıyorsun? Ben ve sen çok farklıyız."

"Ben ise birçok ortak noktamız olduğunu düşünüyordum."

"Seninle benim ne gibi bir ortak noktamız olabilir ki? Kitapları sevmek dışında. Yanlış anlama ama benim pek arkadaşım olmadı. Olanlar da hapishaneden birkaç kişiydi, biraz mecburi arkadaşlıklardı. Senin bazı davranışlarını yanlış ya da fazla bulabilirim. Tam olarak nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum."

"Benim yanımda nasıl davranman gerektiğini düşünmene gerek yok. Ayrıca benim de pek arkadaşım yoktur. Arkadaşlık kurmak konusunda biraz problemliydim."

"Neden? Sohbetin hoş, samimi ve rahat birisin."

"Bunlar sana karşı olan tavırlarım. Herkese aynı şekilde davranmıyorum. Aslında bakarsan biraz sinirli, agrasif bir yapım vardır. Kavgacı kişiliğimden olsa gerek pek arkadaş edinemedim."

"Kavgacı mı? Senin için söyleyeceğim en son şey olurdu. Huzurlu, dingin bir liman gibi görünüyorsun."

"Beni böyle görmene sevindim. Böylelikle seni korkutmam."

"Beni korkutmuyorsun. Öyle her şeyden, herkesten korkan birisi değilimdir."

"Tuhaf, oysaki öyle duruyorsun. Bazen sana bakınca güçlü bir kadın görüyorum sonra biraz daha bakınca altında korkan bir kız çocuğu görüyorum. Tam olarak hangisisin?"

"İkisi de benim. Ben insanların tek bir kalıp içersinde olduğunu düşünmüyorum. Herkesin içerisinde onlarca farklı durumda ortaya çıkacak kişilikler var. Sadece uygun zamanı bekliyorlar."

"Belki de haklısın." Evin önüne geldiklerinden Savaş durdu ve Pınar'a baktı. "Bir saat sonra bahçendeyim. Çaylar senden, anlaştık mı?" Savaş sorusunun cevabını beklemeden Pınar'ın yanından geçerek evine ilerledi. Pınar'ın herhangi bir itirazına fırsat bırakmadan hızlıca kapısını açarak kendisini evin içine attı. Oturma odasına geçip elindeki kitapları koltuğun üzerine koyduktan sonra ellerini yıkamak için banyoya gitti.

Soğuk su ile elini yüzünü yıkadıktan sonra bakışları aynadaki yansımasına takıldı. Dudakları düz bir çizgi halini almıştı. Ellerini lavabonun iki kenarına koyduğunda derin bir nefes alıp bakışlarını aynadaki yansımasından çekti. Çocukluğu zihninin kapılarını zorlamış birkaç hatıra su yüzüne çıkmıştı.

"Senin gibi bir vahşiyi aramızda istemiyoruz." Yıllar önce işittiği bu cümle ilk gün ki tazeliğiyle kulaklarında çınlamış yere düştüğünde hissettiği acıyı hatırlamıştı. Dudakları acı bir tebessümün esiri oldu. Islak yüzünü hoyratça havluya silip banyodan çıktı. Adımları mutfağa yönelmişti ki telefonunun melodisi evin içerisine yayıldı. Koltuğun üzerine bıraktığı telefonunu eline alınca ekrandaki ismi görüp huzursuzca kaşlarını çattı. Şuan en son istediği şey teyzesi ile konuşmaktı. İsteksizce aramayı cevaplandıran sonra mutfağa gitti.

"Savaş, nasılsın? Sen hiç aramayınca ben aramak istedim."

"İyiyim. Bu aralar okulda işlerim yoğun." Yoğun falan değildi. Sadece teyzesini aramak aklına gelmemişti. Arayıp ne söyleyecekti? Konuşacak neleri vardı?

"Anladım. Tatilin ne zaman? Uzun zamandır görmüyorum seni, belki tatilde buralara gelirsin."

"Bilmiyorum, belki gelirim."

"Neler yapıyorsun peki? Sağlığına dikkat ediyor musun?" Savaş teyzesinden işittiği bu soruya karşılık sessizce güldü. Sağlık konusunu açacak en son insanlardan birisi teyzesiydi. Yıllarca alkol bağımlılığından tedavi görmüş ama bir türlü bağımlılığından vazgeçmemişti. Sonunda ise kendisine mide kanseri teşhisi konmuştu. Yıllar süren tedavilerin ardından kanserden kurtulmuş fakat bağımlılığından kurtulamamıştı. Kısa süreli ara verdiği içkiye yeniden başlamış az içtiğini söyleyerek de kendi kendini rahatlatmanın yolunu bulmuştu.

"Ediyorum. Senin sağlığın nasıl?"

"Pek iyi değil, bu aralar çok çabuk nefesim kesiliyor. Merdiven çıkamıyorum, iyice yaşlandım. Bir de bu aralar durumum biraz sıkışık." Savaş sonunda beklediği cümleyi duymuştu.

"Paranı içkiye yatırmaya devam edersen durumun bu şekilde devam eder."

"Bana karşı bu kadar acımasız olma lütfen. Hem Namık da beni bıraktı, artık telefonlarıma bile bakmıyor."

"Siz Namık abi ile boşandınız ve o başkasıyla evlendi. Adamı arayıp rahatsız etmeyi kes."

"Anlamıyorum, beni nasıl bu kadar çabuk unutabilir." Teyzesi yakınmaya başladığı sırada Savaş sesli bir şekilde nefesini bırakıp konuşmanın gidişatına engel oldu.

"Tedavi olmak için tekrar hastaneye yatacaksan parasını öderim ancak sana benden beş kuruş içki parası çıkmaz."

"Ben senin teyzenim. Annen yokken sana ben baktım, benimle bu şekilde konuşman saygısızlık."

"Hayal dünyandan çık. Bana bakan sen değil annenannemdi ayrıca senin o sıralar ayık gezdiğin gün yoktu. Şimdi başka bir şey söylemiyorsan kapatacağım. Bir daha da gerçekten beni merak ettiğinde ararsın, para için değil." Savaş başka bir şey söylemeden aramayı sonlandırıp telefonundan rastgele bir türkü açtı ve telefonu tezgahın köşesine bıraktı.

Az önceki konuşmalar hayatının doğal bir parçası haline gelmişti. Zamanında teyzesini kurtarmak için onlarca girişimde bulunmuş, borçlanmıştı. Ancak teyzesi hiç değişmemişti. Onun asıl problemi de değişmek istememesiydi. Rezil halinden garip bir memnuniyet duyuyordu. Savaş da hatır işlerini bir kenara bırakıp kendi yoluna yönelmişti.

Tost için gerekli olan malzemeleri buzdolabından çıkarıp tezgahın üzerine bıraktı. Ardından küçüklüğünden beri yaptığı tarifi bu sefer tuhaf bir heyecan ve dikkatle yapmaya başladı. Kaşar peyniri kendisine yaptığı zamanlardaki gibi rastgele kesmiyor daha dikkatli bir şekilde kesiyordu. Bakışları istemsizce mutfak penceresinden karşısındaki eve kaydı. Hayat ne garipti.

Savaş tostları yaparken Pınar evin içerisinde şaşkın şaşkın dolaşıyordu. Mutfağa girip çıkıyor, çay suyu koyup erken olduğunu düşünüyor ve suyun altını kapatıyordu. Bütün dengesi şaşmıştı. Sadece tost ve çay diye sesli bir şekilde kendi kendine konuştu. Kalbinin nesi vardı peki? Normalde olduğundan hızlı atıyordu.

"Yalnızlıktan kafayı yedim. O sadece benim komşum, arkadaşım. Kendisi direkt arkadaş olduğumuzu söyledi. Böyle saçma sapan heyecanlara kapılmam tamamen benim zayıflığım. Ayrıca hiç o ve ben olabilir miyiz? Hayır tabiki de. Hem nereden çıktı böyle bir düşünce? İyice saçmalamaya başladım. Ben de onun hakkında arkadaşlıktan başka bir şey düşünmüyorum zaten. Bana iyi davranıyor diye kendi kendime kurmam hastalıklı bir yaklaşım. Sadece bir arkadaş. İlerisi yok Pınar, olamaz. Sicilinde katil yazan bir kızsın sen. Toparla kendini ve böyle pembe hayallere kapılma." Sesli bir şekilde konuşup aklındakileri dillendirdiğinde bakışları oturma odasına koyduğu saksılara kaydı. Toprağın üzerinde boy gösteren yeşillikler adeta hayatın içindeki umudu simgeliyordu. İç çekip oturduğu yerden kalktı ve odasına yöneldi.

Üzerindeki kıyafetlerini çıkardıktan sonra düz siyah eteğini giydi ve üzerine de siyah tişörtünü giyip aynadaki yansımasına baktı. Cenaze yemeğine katılmak için gayet uygun bir kombindi. Aynada kendisine bakan zayıf, çirkin kızı görünce daha da morali bozuldu. Saçlarındaki tokayı sertçe çekip saçlarını serbest bıraktı ve solgun yüzünü saçları ile gizledi. Morali bozulmuştu. Dolabından gri hırkasını alıp üzerine geçirdi. Uyumsuzluğu artsada hırkayı üzerinden çıkarmadı. Elleriyle saçlarını düzelttikten sonra birkaç tutamı kulağının arkasına sıkıştırıp aynanın karşısından ayrıldı. Güzel olmaktan çok uzaktı.

Mutfağa girip çay suyunun altını yaktı ve Savaşın verdiği kitabı alarak mutfakta yere çöktü. Ayaklarını kendisine doğru çekip kaldığı sayfadan okumasına devam etti. Özellikle altı çizili olan yerleri defalarca okuduğu için kitabı bir türlü bitirememişti. Satırları hafızasına kazımak istiyordu. Savaşın nerelere dikkat ettiğini anlamak için her satırın üzerinde ayrıca duruyordu, düşünüyordu.

Suyun taşma sesi onu kendisine getirdiğinde elindeki kitabı yere bırakıp hızla oturduğu yerden kalktı ve demliği ocaktan alıp çayı demledi. Çayı demledikten sonra yere oturarak kitabına kaldığı yerden devam etmişti.

Ne kadar zaman geçti bilmiyordu bu sefer onu kitabından ayıran kapının sesi olmuştu. Elindeki kağıt parçasını kitapta kaldığı yere koyduktan sonra ayağa kalktı ve bilinçsizce eliyle üzerini düzeltti. Ardından açık bıraktığı saçlarını bir eliyle toplayıp sol omzuna aldı ve kapıyı açtı. Savaş elinde bir poşet ile karşısındaydı.

"Merhaba, çay hazır mı?"

"Hazır."

"O zaman tostlar soğumadan yemeye başlayalım."

"Tamam, ben çayı ve bardakları getireyim."

Dakikalar sonra bahçede bir bezin üzerine oturmuş sessizce tostlarını yiyip çaylarını içerken Pınar kaçamak bakışlarla Savaş'a bakmaktan kendini alamıyordu.

"Beğenmedin mi?"

"Hayır, beğendim. Hatta çok güzel olmuş."

"Bana bakıp durunca beğenmediğini ve bunu nasıl söyleyeceğini düşündüğünü sandım."

"Sadece garip geldi."

"Garip gelen ne?"

"Hava kararmaya başladı ve biz bahçede oturmuş akşam yemeği olarak tost yiyoruz. Piknik için ne güzel bir manzara ne de güzel bir hava var."

"O zaman başka bir zaman daha güzel bir havada ve manzarası olan bir yerde piknik yapalım."

"Ben bundan dolayı dememiştim. Yani..."

"Ben demiş olayım. Piknik yapmayı sevmez misin?"

"Bilmem, daha önce hiç yapmadım yani bu ilk."

"Burada güzel yeşil alanlar var. Annemle falan hiç piknik yapmadınız mı?"

"Yok, küçükken sadece bahçedeki işlerimizi halleder hızlıca eve dönerdik. Annem yalnız bir kadın olduğu için köylüler öyle etrafta dolaşınca söz ederler diye köyün içinde bile dolaşmazdı."

"Peki baban?"

"O, ben çok küçükken annemi bırakıp gitmiş. Hiç hatırlamıyorum, görsem bile tanımam. Anneannemle dedem de ölmüşlerdi, dayım ile birlikte bu evde yaşardık. Pek iyi bir aile tablom yok."

"Benim de. Buna rağmen ikimiz de iyi büyümüşüz."

"Öyle mi dersin?"

"Öyle bence. Baksana şuan güzelce oturmuş tost yiyoruz."

"Evet, bazen burada olduğumu idrak etmekte zorlanıyorum. Hapisteyken dışarı çıktığımda hiç güzel bir şey olmayacak, bir karanlıktan çıkıp başka bir karanlığa gideceğim diye düşünürdüm. Ama şuan yüzümde akşamın serinliğini hissedip lezzetli bir tost yiyorum ve öğretmen olan bir arkadaşa sahibim. Düşündüğüm kadar karanlıkta değilim."

"Bir köy okuluna tayinimin çıktığını görünce hiçbir şey hissetmemiştim. Yalnız olmaya alışıktım ve bir köyde çalışmak şehrin o kalabalığından uzaklaşmak bana zaten olması gereken buydu ve oldu gibi hissettirmişti. Burada çalışmaya başladığımda da kısa sürede alıştım ama sonra bir komşu ve arkadaş edindim. Benim için güzel bir farklılık oldu. Sayende ben de geceleri karanlıkta tek başıma oturmaktan kurtulmuş oldum."

Pınar işittiği sözlere karşılık olarak ne diyeceğini bilemeyerek bakışlarını sessizce etrafta dolaştırmaya başladı. O sırada Savaş'ın boşalmış olan bardağını fark etti. Bardağı almak için uzandığında Savaş da onunla aynı anda bardağı tutmuştu. Pınar bardağı bırakmak yerine başını kaldırıp Savaş'a baktı. Savaş da elini çekmeyip dikkatle kendisine bakıyordu.

"Çay dolduracaktım." Pınar'ın açıklamasına karşılık olarak Savaş hafifçe gülüp elini bardaktan çekti ve elini havaya kaldırdı.

"Üşüdün mü? Ellerin buz gibi olmuş."

"Hava biraz serinledi. Kış geliyor artık." Pınar, Savaş'ın sorusuna direkt cevap vermek yerine soğuyan havadan bahsetmeyi uygun görmüştü. Bardağa çayı doldurup Savaş'ın yanına bıraktığında onun yanındaki ceketini alıp kendisine uzattığını gördü.

"Bunu giy istersen. Sonra yine hasta olacaksın. Vücudunun direnci çok düşük."

"Gerek yok. Gerçekten üşüseydim eve girip daha kalın bir şey giyerdim."

"Sende bekleyeceğim mantıklı bir cevap oldu. Filmlerde falan işe yarıyordu oysaki."

"Film mi?"

"Evet, adam üşüyen kadına ceketini verir ve kadın çok memnun olur falan."

"Beni memnun etmene gerek yok."

"Sadece içimden gelmişti ama olmadı." Savaş'ın sesine yansıyan umutsuzluk karşısında Pınar kendisini tutamayıp gülümsedi.

"Sen gerçekten garip bir adamsın."

"Senin de pek normal olduğun söylenemez."

Sözlerinin ardından ikisi de gülümseyerek bakışlarını birbirlerinden kaçırdı. Pınar, soğuyan tostundan bir ısırık daha alırken Savaş da çayın sıcaklığına aldırmadan çaydan koca bir yudum aldı. Yavaş yavaş batmakta olan güneş ile birlikte öylece konuşmadan bir süre yan yana oturdular. İkisi de bulundukları yerden memnundu.

Ve bir bölüm daha biter... Umarım beğenmişsinizdir. Bu dönem çok yoğun olduğu için yazacak vaktim olmuyor ve yazınca da kafamı pek veremiyorum. Haliyle istediğim gibi bölümler olmayabiliyor. 😔

Bölümü beğendiyseniz yıldıza basarak ve yorumlar yaparak destek olursanız çok sevinirim ❤️❤️

Kendinize çok iyi bakın sizi en güzel sevene ve kollayana emanet ediyorum 🌺🌺

Ga verder met lezen

Dit interesseert je vast

61.2K 3.9K 14
Unutulmuş bir kadın, Yüzbaşı Hazal Unutulmuş. [Kurgudaki kişi ve olaylar tamamen hayal ürünü olup hiçbir kurum ve kuruluşlarla alakası yoktur]
3M 153K 64
Hayatı boyunca kimseyi sevmemiş, tek derdi vatan, bayrak ve ülkesi olan asker ile hiç sevildiğini hissetmemiş, kalabalık içinde yalnızlığı hisseden b...
123K 6.2K 21
İnsanların çoğunluğunu gıcık eden şey ebeveynlerin çocuklarının hayatlarına burunlarını soklarıydı. Avbanu'da bu durumdan gıcık alan insanlardan biri...
43.7K 3.9K 11
Balım. Kalabalık bir ailenin en küçük üyesiydi. Babasının göz bebeği, abilerinin prensesi. Ancak annesinin hataları yüzünden hayatı bir anda değişti...