REVOLVER

By S-Mare

535K 56.7K 116K

Finalden sonra kaldırılacak... More

Tanıtım
Revolver Karakter Tanıtım
1.1✴ Ruhlar Onun Lanetiydi
1.2✴Ölüm Bazen Kurtuluştur
1.3✴O Herkesten Çok Benim Gibi
1.4✴Çığlıkların Korkunç Senfonisi
1.5✴Ölümü Arzuluyor Gibi
1.6✴Şarjörde Bir Elmas Kurşun
1.7✴ Bambaşka Bir Dünya
1.8✴Koruyucu Melek
1.9✴Saklı Bir İsim
1.10✴ Asıl Yerine Ulaşana Kadar
1.11✴Sadece Bana Bak!
1.12✴Yıldızlar Sahte, Gökyüzü Sahte
1.13✴Denizci ve Siren
1.14✴Yaşam ve Ölüm Arasında
1.15✴600 Saniye
1.16✴Sırları Bilen Kişi
1.17✴Yere Düşene Kadar
1.19✴Kükre
1.20✴Yardım Lazım Mı?
1.21✴Kolay Kazanılan, Kolay Kaybedilir
1.22✴ Yanmak Mı, Yakmak Mı?
1.23✴Kalbinin Gölgesinde Soluklanabilir Miyim?
1.24✴ Kraliçemin Her Sözü Emirdir
1.25✴Avcı Olduğuna İnanan Aptal Avlar
1.26✴En Büyük Sırrını Anlat!
1.27✴ Biz Birbirimizin Zayıflığıyız
1.28✴İntikam İçin Uyandım!
1.29✴Ruhumun Derinleri Karanlık Benim
1.30✴Gerçekler Artık Gözlerinin Önünde
1.31✴En Güzel Zayıflık
1.32✴En Büyük Sırrım (1. Kitap Final)
2.1✴ Güzel Hissettiren Bir Yanlış (2.Kitap)
2.2✴Zihindeki Soğuk Karmaşa
2.3✴Koca Bir Yanlışın İçinde
2.4✴Ne Pahasına Olursa Olsun
2.5✴Sırların İçindeki Sırlar
2.6✴Canını Yakmaktan Çekinecek Biri Değilim
2.7✴Bedelini Sana Ödeteceğim!
2.8✴Tek Kurşunla...
2.9✴Gerçeklerin Zehirli İğnesi...
2.10✴ Ruhumun Diğer Yarısı
2.11✴ Aracılar Dokunulmazdır!
2.12✴Şimdi Korkak Olan Kim?
2.13✴Ölüler ve Alevler
2.14✴ Kendi Mezarında...
2.15✴Karanlığına Direneceksin
2.16✴Elveda ve Merhaba
2.17✴ Beni Tanımadın Mı?
2.18✴ Ruhumun Eşi
2.19✴ Teslim Ol Ya Da Öl

1.18✴Aydınlık ve Karanlık

9.1K 1.3K 4.1K
By S-Mare

Multimedya: Sam Tinnesz - Play With Fire

Keyifli Okumalar...


"Aydınlık ve karanlık... Biri olmadan diğeri de olmaz."

Instagram: e.s.mare
Twitter: e_smare

Arven odadan çıkıp merdivenlere yöneldiğinde etraf yine sessizdi. Ekip üyeleri rutin günlük alıştırmalarını yapıyor olmalıydılar, sanki dün bir dehşet senaryosu yaşamış olan onlar değilmiş gibi kolayca hayatlarına dönebilmişlerdi. Arven ise yine tek başına kaldığı şu anlarda o dehşeti tekrar yaşıyormuş gibi hissediyordu.

Alıştırma odasına gidip onları bir köşeden de izleyebilirdi ama Eve denen o kadını görmeye henüz hazır hissetmiyordu kendini. Onu o odaya kilitlemesini hazmedemiyordu ve onu görürse bunun öfkesini kusmasını engelleyemezdi. Elbette ona bunun hesabını soracaktı, o, ona yardım etmek için korkularını bile sineye çekerken Eve'in bu yaptığı tahammül edilebilir gibi değildi ama o hesabı daha sakin bir anında yapacaktı. Safir'in söylediği gibi, öfkesinin onu ele geçiremeyeceği bir anı kollayacaktı.

Diğer yandan bir şekilde Safir'i ilaçlarını ona getirmesi konusunda ikna etmeliydi. Artık kardeşinin görünüşüne sahip o varlığı göreceğinin korkusuyla yaşayamazdı. O belki anlamak istemiyordu ama Arven onunla, onlarla savaşamazdı. Şimdi düşündüğünde bile tüyleri ürperiyordu. Eskiden bir nebze de olsa ona ya da diğer gördüğü varlıklara karşı koyardı ama Arya'nın onu ittiği o yerden sonra artık onu bile başaramıyordu. Kilitlenip kalıyordu adeta.

Zemin kata indiğinde etraftaki dağınıklığın temizlendiğini gördü. Kırılan ekranın yerine de yenisi takılmıştı. Belki de o baygınken yapılmıştı, sadece o dikkat etmemişti çünkü o an düşündüğü tek şey ilaçlarıydı. Muhtemelen hayalet dedikleri ve onun hiç görmediği teşkilat çalışanları etrafı toparlamıştı.

Etrafa bakmakla daha fazla oyalanmayarak mutfağa yöneldi. Boğazındaki acı tat hala devam ederken, zerre açlık hissetmese de, bir şeyler atıştırmalıydı. Midesi boş oluşundan ağrıyordu adeta. Mutfaktan içeri girip direkt iki buzdolabından ilkine doğru yürüdü. Kapağını açtığı dolabın ağzına kadar dolu olduğunu gördü. Buradaki yiyecekler bile evdekiler günler, hatta haftalarca yetercekken ikincide ne olduğu merak ederek bu kez ona baktı. O da ağzına kadar doluydu ama diğerinin aksine içindekiler sadece içeceklerden oluşuyordu. Meyve suları, gazlı içecekler ve alkollüler...

Düşünmeden bir bira alıp kapağı kapattı, belki bu en azından biraz gevşemesini sağlardı. Diğer dolaptan bir paket mantar ve iki yumurta aldı. Onları ada tezgahına bıraktıktan sonra soğan ve sarımsak bulmak için mutfak dolaplarını karıştırmaya başladı. Sonunda ikisini de bir metal kutunun içinde buldu. Tezgaha tüm malzemeleri bıraktığında bir zamanlar babasının hafta sonları onlar için hazırladığı kahvaltı rutinini hazırlamaya başladı. Bunu hatırlaması gözlerinin dolmasına neden oldu ama bunu soğanın göz yakan acılığıyla kamufle edebilirdi. Hem biri görse bile bunu direkt soğanın üzerine atardı.

Yıkadığı mantarları doğramaya başladı ve bir parçayı çiğ olarak ağzına attı, mutfak kapısı da o an açıldı. Arven yasak bir şey yapıyormuş da yakalanmış gibi ağzındaki mantarla öylece kalakaldı. Axel da önce ona sonra önündeki mantarlara baktı. Sonunda, "Ağzında ne var senin?" diye sordu.

Arven hızla mantarı çiğneyip yuttu ve "Mantar," dedi.

Axel ona doğru yürüdü ve önündeki tezgahtan doğranmış ufak mantar dilimlerinden birini alıp ağzına attı ve çiğnerken çok ciddi bir mevzu üzerine düşünürmüş gibi göründü. "Çiğ mantar yiyorsun yani."

"Sen de yedin az önce," dedi Arven.

"Birini yargılamadan önce onun yaşadığı şeyleri yaşaman lazım," dedi Axel gözlerini ona çevirerek. "Daha önce hiç çiğ mantar yememiştim ben, o yüzden denemeden sana bir şey söylemem saçma olurdu."

"Tadı güzel ama," dedi Arven mantarı savunur gibi. "Ben şey... Çok severim."

"Haklısın, ben de beğendim. Biraz tuzla daha iyi olur ama." Arven ona katılmasına saçma bir şekilde sevinirken Axel, tezgahtaki malzemelere göz gezdirdi. "Ne yapıyorsun?"

"Soğanlı ve mantarlı omlet."

"Hmm," diye mırıldandı genç adam. "Ama malzemeler az. Bunlar ikimize yetmez."

"Yiyecek misin?" dedi Arven. Garip bir şey değildi aslında ama buna biraz şaşırmıştı.

Axel'ın kaşları havalandı. "Neden yemeyeyim? Kahvaltıyı kaçırdım ve açım. Üstelik alıştırma beni daha da yordu. Hem merak etme, yardım ederim."

Aslında kulağa hiç de kötü bir fikirmiş gibi gelmiyordu ama bunu dillendirmedi çünkü ona yardım etme düşüncesi hoşuna gitmişti. Hem bu belki de şu ilaç mevzusunu onunla tekrar konuşması için iyi bir başlangıç olurdu. Ta ki gözleri Axel'in sarılı ellerine inene dek... "Ama ellerin..."

Axel artık temiz birer sargıyla sarılı ellerini avuç içleri yukarı gelecek şekilde kaldırıp ilk kez görüyormuş gibi baktı. "Yeni bir durum değil," dedi sıradan bir şeymiş gibi. "Çoğu zaman..." Gözlerini ellerinden kaldırıp tekrar Arven'e baktığında, "Boş ver," dedi birden. "Acımıyor, emin ol."

"Peki, şu yaralar?" dedi Arven yüzünü ekşiterek. Elindeki bıçakla kendi üzerinde Axel'ın yaralı yerlerini işaret etti.

Axel'ın kaşları çatıldı ve birden sarılı elleriyle onun bıçağı tutan elini kavrayıp aşağı indirdi. Arven ise bunu beklemediği için afalladı. "Dikkatsiz davranıyorsun," dedi Axel küçük bir çocuk azarlar gibi.

Arven'in gözleri yavaşça kısıldı ve ona doğru hafifçe yaklaştı. "Bir şey söyleyeceğim," dedi fısıldar gibi. Axel ilgiyle kaşlarını kaldırınca devam etti. "Benden her ne istiyorsan... Sana sağ mı lazımım?"

Mutfağa aniden bir kahkaha yayıldı ve o kahkahanın sahibi Arven değildi. Axel yüksek sesle gülmeye devam etti. Arven'in ona bakan şaşkın ve biraz da hayranlık içeren bakışları altında birkaç saniye daha güldü. Sonrasında ise yüzünde hala geniş bir gülümseme ve dudağının altında belirginleşen hafif çukur ile o da ona doğru eğildi. "Evet Arven. Bana sağ lazımsın."

Arven sesini temizleyin gözlerini hızla önündeki doğrama tahtasına çevirirken, "Demek gülebiliyormuşsun," diye iğneledi.

"Ben de az önce fark ettim."

Gözlerini yine safir gözlere çevirdi. "Şaka değil mi bu?"

"Elbette ki şaka. Bir robot değilim Arven, gülebiliyorum."

Arven, "Ne bileyim," diye söylediklerini savunmaya geçti. "Hislerin alınmış gibi dolaşıyorsun daha çok."

"Hissiz olmayı istediğim çok zaman oldu, bunun yanlış olduğunu anlayacak ise daha çok. Hissizlik hata getirir. Hislerin senin güvencendir." Safir gözleri Arven'in yüzünde dolaştı. "Hisler," dedi yavaşça, "seni sen yapan şeydir."

Arven istemsizce derin bir nefes aldı ve gözlerini kaçırdı. "O halde daha çok gülmelisin. Yani senin için söylüyorum, fazla karamsar bir profil çiziyorsun."

"Karamsar bir insanım çünkü," dedi Axel. "Dünyanın tozpembe olmadığını bizzat deneyimledim." Arven sorgulayan gözlerini ona çevirdiğinde ise sözlerinin aksine gülümsedi. "Ama daha çok gülmemi istiyorsan bunun bir yolu var."

Konuyu kapatmaya çalıştığını anlasa da açığa vermeyerek, "Neymiş o?" diye sordu.

"Sen," dedi Axel. "Varlığın bunun için yetiyor da artıyor bile."

Aralarındaki atmosfer yine hızla değişti. "Benimle alay etmek sana keyif veriyor belli ki ama krallığın için başka bir soytarı ara," diye çıkıştı Arven. "Çünkü ben senin soytarın değilim."

"Evet, değilsin," dedi Axel da. "Belki kraliçem olmak istersin diye düşünmüştüm."

Arven yine yavaşça gözlerini kıstı. "Kraliçe?" Axel başını sallayınca, "Yine benimle dalga geçiyorsun," dedi dişlerinin arasından. "Benimle sürekli dalga geçiyorsun ve beni deli ediyorsun."

"Hayır, sadece flört ediyorum."

"Ne?"

"Flörtleşmek..." diye açıkladı Axel. "Pek iyi olduğum bir konu değil ama deniyorum işte."

Arven ne yapmaya çalıştığını anladığında, "Ve lafı değiştirmek için sürekli üzerime oynuyorsun," diye çıkıştı. "Bu da beni deli eden ikinci özelliğin."

"Sen hep böyle şüpheci misindir?" diye sordu Axel.

"Şüpheciyimdir ama bu şüphecilik değil."

"Ne o halde?"

"Mantık," dedi Arven soğuk bir gülümsemeyle.

"Yani seninle flörtleşme ihtimalim mantıklı gelmiyor sana." Genç adam dudaklarını yavaşça ıslattı. "Neden?"

"Bak!" dedi ona dönerek. "Ben birçok şey olabilirim. Güçsüz, bilgisiz, korkak... Ama aptal değilim. Yaptığın şeyler çok mantıksız ki bunun sen de farkındasın ama asıl amacın da bu zaten. Mantıksız davranarak kafamı karıştırıp başka şeyleri sorgulamamı engellemeye çalışıyorsun. Anlamıyor değilim, sadece anlamamış gibi davranıyorum. Ve bilgin olsun diye söylüyorum, istediğin gibi kafam da karışmıyor, en azından senin istediğin düzeyde ama ses çıkarmıyorum çünkü elimden gelen başka bir şey yok."

Binayı göstermek istercesine başının üzerinde bir yuvarlak çizdi. "Burası senin oyun alanın. Kuralları sen koyuyorsun, bana ise sadece o kurallar çerçevesinde oynamak düşüyor. Kurallarını bozamamam, oyun alanından ayrılamam çünkü benim oyun alanım çoktan yok oldu. Zaten senin oyun alanından çıkarsam da şüphesiz başka birinin oyun alanına düşeceğim ve o oyun alanında bana çok da nazik davranılmayacağının bilincindeyim. Senin de benden beklediğin bir şeyler olduğunu elbette biliyorum ama dedim ya, benim oyun alanım yok oldu ve sizler de kötünün iyisisiniz."

Axel onu dikkatle dinlerken, Arven başını hafifçe yana eğdi. "Yani ben senin flörtleşmek istediğin kişi değil, zamanı geldiğinde harcayacağın bir oyuncuyum sadece." Gülümsedi. "Atladığım bir şey var mı?"

Axel hafif bir nefes aldı ve yüzünü eğerek onun yüzüne yaklaştırdı. "Atladığın çok şey var Arven," dedi ve yineledi. "Atladığın çok şey var."

Arven sorgularcasını tek kaşını kaldırdı. "O halde aydınlat beni!"

"Senin sorunun da bu. Çok fazla mantıklı düşünüyorsun. Bazı şeyler ise yüzeyseldir ama gerçektir."

"Hayatta hiçbir şey yüzeysel değildir," diye karşı çıktı Arven. "Her zaman görünen kısmın bir de karanlık tarafı vardır. Doğanın dengesi... Gece ve gündüz... Ya da insan doğası, fark etmez. Aydınlık ve karanlık... Biri olmadan diğeri de olmaz. Ve senin bunu bildiğine eminim."

Axel duydukları hoşuna gitmiş gibi sağ dudağının köşesini hafifçe yukarı kıvırdı. "Söyledim sana," dedi, "aşırı mantıklısın. Aşırı da şüpheci. Bir olayın sadece bir nedeni olduğuna inanmıyorsun ve beyninde sürekli farklı değişkenler dönüyor. Hep göz önünde olandan farklı nedenler arıyorsun ama bazı şeyler sadece gördüğün ya da duyduğun kadardır."

"Benimle flörtleşmen gibi?" diye sordu Arven alayla.

"Seninle flörtleşmem gibi," diye onu onayladı Axel.

Arven yüzünü buruşturdu. "Hadi ama! Bunun şüphecilikle falan bir alakası yok çünkü bu çok saçma."

"Neden?"

"Çünkü Sen böyle biri değilsin."

"Beni tanımıyorsun."

"İşte olay da bu," diye atıldı Arven. "Seni tanımıyorum, sen de beni tanımıyorsun. Ha! Bir de şu var..." Tek kaşını kaldırarak dudaklarını alayla büzdü. "Bana yaptığın bir şeyden pişman olacak kadar gözünde değerim olmayan biri neden benimle flörtleşmek istesin ki değil mi?"

"Yanlış," dedi Axel hemen. "Ben senin beni öyle biri olarak görmenden bahsetmiştim. Konunun benim gözümdeki değerinle hiçbir ilgisi yoktu. O konu tamamen seninle ilgiliydi." Arven ona cevap vermek için dudaklarını aralamıştı ki Axel, "Sen..." diyerek izin vermedi, "Benim gözümdeki değerini tahmin bile edemezsin Arven."

Arven birkaç saniye öylece ona baktı. Sonunda, "Açıkla," dedi ama sesi nedensizce kısılmıştı. "Çok merak ettim, neymiş gözünde bana biçtiğin değer."

"Açıklayacağım ama daha zamanı var," dedi Axel ve yine onun itiraz etmesine fırsat vermeden konuyu değiştirdi. "Yemeği tamamen unuttuk. Ee, ekstra yemek için ne malzeme gerek?"

Arven bıkkınlıkla derin bir nefes verdi ve dakikalardır öylece önünde duran mantarları doğrama işine geri döndü. Konuşmayı delice devam ettirmek istese de Axel istemedikçe ondan bir şeyler öğrenemeyeceğini, onunla geçirdiği kısa süreye rağmen anlamıştı çünkü. "Biraz daha mantar sadece," dedi. "Diğerleri de yer mi? Yani onlar da yerse daha fazla yapa..."

Axel dolaba yönelirken, "Yerseler ölebilirler," dedi.

Bu sözü onu yine sinirlendirdi. "O kadar kötü yemek yapmıyorum, hem böyle düşünüyorsan sen neden yemek istiyorsun?"

Axel birkaç malzemeyi elinde toplayıp dolabı kapattı ve yanına yürüyüp onları tezgaha bıraktı. Ardından elinin birini tezgahın köşesine yaslayarak ona döndü. "Seninle değil, bu benimle alakalı bir durum."

"Ne demek şimdi bu?" diye sordu yüzünü buruşturarak. "Sen mi kötü yemek yapıyorsun? O halde bana yardım etmezsin, olur biter."

"Boş ver," dedi yine ve elini tezgahtan çekti. "Bir gün mantıklı ve şüpheci yanını susturursan ne demek istediğimi ilk söyleyişte anlayacaksın ama o gün bugün değil. Şimdi, yana kayda sana yardım edeyim."

Arven yana kayarak ona yer açarken, "Benim mantıklı ve şüpheci yanımı susturmam yerine sen daha açık konuşmaya ne dersin?" diye söylendi.

"Öyle yapıyorum zaten ama görüyorsun ki mantıklı ve şüpheci yanını bir türlü ikna edemiyorum. O yüzden bence bazı şeyleri zamana bırakmak gerek."

"Umarım o zamana kadar seni öldürmem," diye ağzının içinde konuştu ama Axel'ın duyduğunu belli ederek gülmesi gecikmedi.

Ona öfkeyle bakmaktan kendini alamasa da dakikalar sonra birlikte bir şeyler yapmanın hoşuna gittiğini fark etti. Bu haline de içten içe kızdı ama bu yine de keyfini sonlandırmaya yetmedi. En son babasıyla birlikte kahvaltı hazırlamıştı, daha doğrusu babası haricinde hiçbir erkekle böyle bir eyleme imza atmışlığı yoktu ve şimdi bir daha babasıyla bu durumda olmayacağının bilincindeydi. Kim bilir neredeydi şu an? Ona delice kızgındı ama merak da ediyordu. Axel'a sorsa cevap alır mıydı, bilmiyordu. Zaten buna da hiç yeltenmemişti, cevap vermeme ihtimalinden dolayı değil, bunu sadece öfkesinden sormamıştı.

Sürüklendiği düşünce bataklığından onu çıkaran yine Axel oldu. Birden elini tutunca yine irkildi ve gözlerini ona çevirdi. "Elini keseceksin," dedi genç adam. "Dikkat et, asil kanın her damlası değerlidir. Unuttun mu? Sen bana sağ lazımsın."

Gülümsedi ama gülümseyişi yavaşça soldu. "Zehirlidir," diye düzeltti onu. "Kendi kahrolası kanım hayatımı zehir etti bana."

Axel diğer eliyle, onun elindeki bıçağı alıp tezgaha bıraktı ve hala elinde olan elini çevirdi. Parmakları hafifçe belirgin yeşil damarların üzerinde ilerlemeye başladı. Arven tüylerinin ürperdiğini hissederken gözleri onun kolundaki hareketlerini takip etti. Kalp atışları hızlanmıştı ve adamın soğuk elleri soğukluğuna rağmen sanki içine bir sıcaklık yaymaya başlamıştı. Yine yapıyordu işte, zihnini karıştırmaya çalışıyordu. Bunu bilmesine rağmen yine de ellerini çekesi gelmedi.

"Zehrin panzehrini üretmek için yine zehir kullanılır," dedi genç adam usulca. Gözlerini yukarı çevirince Arven de ona baktı. "Kendi zehrini yok etmek de senin elinde peri kızı."

Peri kızı... Dün de ona böyle seslendiğini o an hatırladı.

"Adımın anlamını öğrenecek kadar mı araştırdın beni?" dedi afallamış bir sesle.

Axel gülümsedi, bugün ne çok gülümsemişti sahi? Ah, bir de kahkaha atmıştı. "Bugüne kadar yaptığım en keyifli araştırmaydı."

"Keyifli bir hayatım olmadı hiç," diye itiraz etti ama sesi ister istemez kısık çıkmıştı. Axel'ın parmakları hala kolunda dolaşırken içinde garip reaksiyonlara da sebep oluyordu. Zehirli dediği kanı bile daha hızlı akıyordu sanki.

"Bana keyifli gelen hayatın değildi zaten," dedi Axel ve Arven ona keyif aldığı kısmın ne olduğunu bile soramadan kapı hızla açıldı. Gerçi sorsa da adamın söylediklerinin ancak yüzde beşini falan anlıyordu, onu da doğru anladığından emin bile değildi.

"Açlıktan ölmek üzereyim, lider beni öyle bir patakladı ki..." İkisinin gözleri de kapıya dönerken Kai onları fark ederek duraksadı. "Canım liderim..." Derince yutkundu, "...de buradaymış."

Gri gözleri adamın Arven'in kolundaki eline inince Arven hızla elini çekti ama Kai'nin imalı bir mimik yapmamak için kendini nasıl zorladığını yine de görebiliyordu. Ona doğru dönüp, "Kahvaltı hazırlıyorduk," dedi hemen.

"El ele..." dedi Kai ama Axel'a değen gözleriyle. "Tabii kahvaltı canım, biz de hep böyle hazırlarız kahvaltıyı zaten. Shawn mesela, hiç bırakmaz ellerimi."

"Gel hadi," dedi Arven bakışlarını utançla kaçırarak. "Sana yetecek kadar var."

"Yo-yok!" diye kekeleyen adamım sesindeki korkuyla kaçırdığı gözlerini yine ona çevirdi. Onun gözlerinin Axel'da olduğunu fark ettiğinde ise o da gözlerini yanındaki adama çevirdi. Bakışlarındaki ifade Kai'nin tepkisini anlamasına yetmişti. Gözlerinde her zamanki soğuk ifade yoktu, daha beteriydi. Avına kilitlenmiş bir avcının yırtıcılığı sinmişti gözlerine.

"Bizimle kahvaltı etmesinde bir sorun yok değil mi?" dedi gözlerini kısarak.

"Yok," dedi Axel ama sesi bile var diye bağırıyordu adeta.

"Ben birden doydum," diyen sesle gözleri yine Kai'yi buldu.

Oğlan tam arkasını dönüyordu ki işaret parmağını ona doğrultu ve "Dur orada!" dedi. Kai sanki biri durdurma düğmesine basmış gibi kalakaldığında Arven Axel'a dönüp ona doğru eğildi ve fısıldayarak konuştu. "Çocuğu sabaha kadar başımda beklemeye zorlamışsın, yetmiyor bir de aç mı bırakacaksın? Bak sana ne diyeceğim." İşaret parmağını Axel'ın göğsüne bastırdı. "Ya şu despotluğuna en azından kısa bir an son verirsin ya da tüm bunları oturup tek başına yersin."

Kai, onun sessiz sesine rağmen duymuş olmalı ki, "Şimdi ikimiz de aç kaldık," dedi acı çeken bir sesle. "Ama bizi öldürmesinden iyi-"

"Tamam," dedi o an Axel.

"Bizi öldürecek!" dedi Kai dehşet dolu bir sesle, sonra yüzü garip bir hal aldı. Bir an kusacak gibi bile göründü. "Tamam mı?"

Arven de şaşırarak kaşlarını kaldırdı. "Vay canına," dedi istemsizce. "Bu kadar hızlı kabul edeceğini düşünmemiştim. Ne bileyim, yine şu tehditlerini kullanırsın falan dedim ama beni şaşırttın."

Axel gözleriyle onun tezgahın üzerindeki elini işaret etti. Arven sıkıca kavradığı bıçağa bakınca, "Elinde o varken pek mantıklı bir hareket gibi gelmedi," diye cevapladı onu.

Arven buna neredeyse gülecekti. "Evet, pek mantıklı olmazdı."

Axel yine gülümseyecek gibi oldu ama aniden gözleri kapıya dönünce ifadesi daha katı bir hal aldı. Kai'yi sanki kimse onu görmüyormuş gibi usulca kapıya yürürken, "Masaya geç Kai!" dedi.

Kai olduğu yerde durdu. "Gerçekten aç hissetmiyor-"

Axel, "Masaya geç!" diye yineleyince yutkundu ve tıpkı kurulan bir oyuncak gibi arkasını dönüp masaya doğru yürüdü. Aynı robotik tavırla sandalyeyi çekerek oturdu. O andan itibaren de bırak kıpırdamayı nefes alıyormuş gibi bile görünmüyordu.

"Biraz insanca davran!" diyerek kızdı Arven. "Bir şey kaybetmezsin."

Aralarındaki duygu değişimi şaşılacak derecedeydi, hep de böyle olmuştu. Bir an kendini ona karşı yoğun bir çekim hissederken, bir an kafasına bir şeyler geçirmemek için kendini zor tutarken buluyordu.

"İnan bana, şuan kelime dağarcığımda insanlık kelimesi kesinlikle yer almıyor."

Arven daha fazla onunla didişmek istemedi, yine de kızgın bakışlarını da esirgemedi. Kai'ye böyle davranması artık sinirlerini bozmaya başlamıştı. Liderlik görevini belki tamamen yumuşak davranmasını engelliyordu ama yine de bu denli de olmamalıydı ona göre. Adamın yiyeceği iki lokmaya bile laf ediyordu.

Kai geldiğinden beri sessizce omleti hazırlamaya devam ettiler. Sonunda Arven pişen omleti üç tabağa bölüştürdü ve ikisini eline alıp masaya bıraktı. Kai o zamana kadar aynı şekilde oturmuş ve gözlerini bile onlardan tarafa çevirmemişti ama önündeki tabağı görünce adeta gözleri parladı. Hemen tabağı daha da önüne çekmesi Arven'in gülümsemesine neden oldu.

İki bardak portakal suyu doldurup masaya bıraktı ve kendi için açtığı ve bir yudum dahi alamadığı birasını tezgâhtan alarak Kai'nin karşısına oturdu. Axel ise çoktan masanın başındaki yerini almıştı ama en azından artık Kai'ye öldürücü bakışlar atmak yerine yemeğine bakıyordu.

"Bu..." dedi Kai aldığı lokmayla mest olmuş gibi. "Efsane olmuş." Sonra bir şey aklına gelmiş gibi Arven'e baktı. "Bir dakika! Bunun içinde mantar var ama."

"Sevmez misin?" diye sordu Arven ufak bir hayal kırıklığıyla. Onun için uykusundan ve rahat yatağından feragat etmesine böyle karşılık vereceğini düşünmüştü ama sevmemişse de yeni bir şeyler hazırlayabilirdi.

"Ben severim de..." dedi genç adam ve gözlerini ağır ağır Axel'a çevirdi.

Arven de ona baktı. "Sorun ne o halde?"

Adam omletten bir parça ağzına atıp çiğnedi ve "Sorun falan yok," dedi. "Uzun zamandır böyle güzel bir mantarlı omlet yemediği için yadırgadı sadece."

"Ah," dedi Kai hemen. "Gerçekten öyle. Bayıldım buna."

Arven rahatlayarak, biraz da gururlanarak önüne döndü. Bir yudum almak için önündeki şişeği kavrayacaktı ki Axel ondan önce davranarak şişeyi kendi önüne çekti ve portakal suyunu ona doğru itti. Arven'in ona dönen şaşkın bakışlarına karşı ise, "Boş mideyle iyi gitmez," dedi.

Arven'in bakışlarına yine öfke sinerken Kai bir öksürük krizine tutuldu. Hemen portakal suyu dolu bardağını kapıp bir yudum aldı. "Liderim ne kadar da haklı, benim liderim hep haklı."

Gözlerini ondan tekrar Axel'a çevirdiğinde, "Ciddi manada sinirlerimi bozu-" diye isyanını dile getirecekti ki Kai hemen atıldı. "Ne kadar da güzel bir gün değil mi?"

"Ölmek için mi?" dedi Safir bir parça omleti ağzına atarken.

Arven hızla sandalyesini itti ve "Doydum ben," diyerek ayağa kalkmaya yeltendi ama Axel'ın bu kez kolunu kavramasıyla durdu.

Gözleri yine mavi gözlerle buluştuğunda Axel ona yapma olduğu alenen belli olacak bir şekilde gülümsedi. "Tamam, despotluk yok. İnsancıl olmaya ilk adım olarak kabul edebilirsin bunu."

Kai yine aynı öksürük krizine tutulurken Arven şüpheci bir şekilde onu süzdü. Sonunda yavaşça arkasına yaslandı. "Seni zorlamasın?"

"Beni sen zorluyorsun," dedi Axel ve Kai'nin dinmemiş öksürükleri şiddetlendi.

Axel, adamın önündeki portakal suyunu kavradı, bir an onu yüzüne çarpacak gibi görünse de bunu hızla kamufle etti. Yapma olduğu alenen belli olacak bir şekilde gülümseyip Kai'nin kolunu kavradı ve bardağı eline tutuşturdu. Bu neredeyse Arven'i gülümsetecekti, adam gerçekten onun yemek yemesine takıntılıydı. Bunu ilk gün deneyimlemişti ama bugün de tasdiklenmişti. Sırf bunun için o diktatör kişiliğini bile bir süreliğine de olsa geri plana çekmişti. Bunu kendisinin başarmış olması ise tarifsiz bir haz duymasına neden oluyordu.

Tabağındaki omletten bir parça alırken gülümsüyordu ama aniden duyduğu seslerle çatal elinden kaydı ve tabağına çarparak tiz bir ses çıkardı. Kulaklarına dolan sesler artarken öylesine fevri bir hareketle ayağa kalktı ki sandalyesi de gürültüyle yere devrildi. Kargaların sesi içindeki korkuyu gitgide çoğaltırken gözlerini safir gözlere çevirdi ve ellerini istemsizce kulaklarına bastırdı. "Lütfen..." diye inledi. "Lütfen sustur onları."

Safir de ayaktaydı artık, o da onun gibi hızlı bir hareketle kolunu kavradı ve sanki korumak ister gibi titreyen bedenini göğsüne bastırdı. Sesler aynı hızla kesilirken Arven yine de ellerini kulaklarından çekmedi. Korkudan gözleri dolmuştu. Kimsenin yanında ağlayamayan o kız sadece ufacık bir sesle bile artık deli gibi ağlayacak duruma gelebiliyordu artık.

Kapının açılış sesini duydu önce, sonra Bars'ın sesi kulaklarına doldu. "Franklin," dedi. "Buraya geliyor."

Safir ilk kez bir küfür savurdu.

"Ne yapacağız?" dedi Kai telaşla. "Onu görürse..."

"Görmeyecek!" dedi Axel sert bir sesle. "Görmeyecek!"

Arven'in omuzlarını kavrayıp onu geri çekti. Ardından hala kulaklarında olan ellerini avuçları arasına alıp aşağıya indirdi. Arven ona korku içinde bakarken, "Sen sandığından çok daha cesursun," dedi. "ve benim şimdi senin cesaretine ihtiyacım var Arven."

"N-neden?" dedi Arven titreyen sesiyle. "Yine içeriye mi girecekler?"

Axel derin bir nefes verdi. Her ne söyleyecekse geçen kısa sürede bunu zihninde tarttığı belliydi. "Beni iyi dinlemeni istiyorum Esin Perisi," dedi yumuşak bir sesle ama sesindeki yumuşak tınının aksine mavi gözleri o an karardı sanki. "Onlar içeri girmeyecek ama seni..." Bir an yine sustu ve tekrar nefeslendi. "Seni onların dünyasına göndermek zorundayım."

"Ne?" dedi Arven dehşet içinde. Gözünün önünde orada yaşadıkları belirdi. Kalp atışları sadece birkaç saniyede zirveye ulaştı. Doğru duymuş olamazdı, onu o kahrolası yere tekrar göndermekten bahsetmiş olamazdı.

"Dinle!" dedi Axel tekrar. "Franklin seni görürse işler toparlayamayacağım bir hale bürünür."

Dışarıdakilerin onu öldürmek isteyen teşkilattan birileri olduğunu o an anladı ve "Gizlenirim," dedi hemen. "Yemin ederim gizlenirim, nefes bile almam."

"Gizlenemezsin," dedi Axel, sesi katılaşmıştı yine. "Emin ol, seni gizleyebilecek olsam oraya göndermeyi düşünmezdim bile. En azından bensiz."

"Hayır," dedi Arven başını şiddetle iki yana sallarken. Geriye doğru adımlarken gözleri dolmaya başlamıştı. Ölmek bile o korkunç yere gitmekten iyiydi. "Hayır!"

"Zamanımız yok," dedi Bars. Elindeki telefonu kaldırıp ekranına baktı ve aceleyle konuştu. "Kapıya yaklaşmak üzereler."

Axel ona bakmadı bile, gözleri hala Arven'in üzerindeydi. "Sakın binadan çıkma Arven, duydun mu beni? Hatta bu odadan ayrılma bile."

Arven deli gibi titremeye başlarken geriye doğru bir adım daha attı. Onu gönderecekti. Gerçekten o korkunç yere atacaktı onu. Bunun tereddüttü bile yoktu gözlerinde. Yaşadığı farkındalıkla kaçma dürtüsü ağır bastı ve etrafına gayri ihtiyari göz gezdirdi. Kai hala masanın karşısındaydı ve ona bakan gözlerinde endişeli emareleri gizliydi. Kapıda ise Bars dikiliyordu ama ana ona değil Axel'a bakıyordu. İşte o an düşünmeden Axel'ı itti ve yanından geçip kapıya koştu. Buradan çıksa bile nereye gideceğini bile aklına getirmedi, sadece Axel'dan kaçmaya odaklanmıştı ama Bars'ın hızla onu yakalamasıyla bu düşüncesi tuzla buz oldu.

"Bırak!" diye çırpındı. Bars sadece gözlerini kaçırdı ama onu tutan elleri zerre gevşemedi. Gözlerini kendisine doğru yürüyen adama kaydı ve safir gözlere yalvarır gibi baktı. "Yapma! Bunu... Bunu tekrar yaşayamam. Lütfen! Lütfen beni oraya gönderme!"

Axel ağır ağır yutkundu, kısa bir an vazgeçecek gibi durdu ama bu düşüncesi hızla yanına gelip kolunu kavramasıyla parçalara ayrıldı. Genç adamın eli göğsünün ortasında yer bulduğunda çırpınıp kurtulmaya çalıştı ama başaramadı. Tıpkı o gün Arya'nın elinin saydamlaşması gibi onun göğsünde duran el de saydamlaştı ve göğüs kafesinden içeri süzüldü.

Çırpınışları aynı an da son buldu çünkü ruhu sanki adamın avucunun arasındaydı. "Yanına geleceğim," dedi Safir kısık sesle. "Sadece bekle! Ve..." Bir yerlere çekildiğini hissederken gözünden bir damla yaş süzüldü. Axel'ın sesi ilk defa acı çeker gibi çarptı kulağına. "Üzgünüm peri kızı."

O an şiddetli bir rüzgârın onu savurduğunu hissetti ama hala olduğu yerdeydi. Gözleri hala safir gözlerdeydi ama o bir adım geri giderken onu görmüyor gibiydi artık. Tıpkı o gün gibi...

Etrafındaki değişimle gözlerini ondan çekti. Duvarların siyaha boyanışını izledi, eşyaların saniyeler içinde yıpranışını ve çürüyüşünü... Mutfağın zemini artık kirli bir buzdandı. Kulaklarına bir yerlerden fısıltılar süzülmeye başladı. Kuş sesleri o seslere karıştı. Soğuğu hissetti, hissetmekle de kalmadı o dehşet verici havayı soludu. Bir kez daha acı gerçekle baş başa kaldı.

Artık Gölgeler Diyarı'ndaydı.

Onu görmeyen gözlerde dolaştı son kez gözleri ve yüksek bir çığlık attı ama bu onun son çığlığı olmadı.

Merhabalar kurşunlarım...

Keyifler nasıl?

Peki ya bölüm?

En sevdiğim yer kısmı...

En merakla beklediğim yer kısmı...

Axel yeri...

Arven yeri...

Kai yeri...

Bar yeri...

Evvet... Gelelim flörtleşme meselesine 😈

Arven ve Axel sahneleri derim şurada. Nasıldı? 😈

Peki, attılar Arven'imizi Gölgeler Diyarı'na 🥺

Franklin neden gelmiş olabilir sizce?

Sizi seviyorum, siz kendinizi biliyorsunuz 🥰

Beni takip etmeyi ve bölümü yıldızlamayı unutmayın ✨

Der ve S.Mare kaçar 💃🏻

Continue Reading

You'll Also Like

2.8K 194 8
#alpoy #survivor #survivor2024 #yiğitalppoyraz #yiğitpoyraz #aleynakalaycıoğlu #alpoy #poyal #anılberkbaki #nagihankaradere #aleyna #poyraz
13.2K 2.4K 27
🧨Acının, şalgamın ve sıcağın diyarı Adana'dan İzmit Körfez'e kaçan bir kabadayının, gerçek suç ve harbi aşk ile örülü yolculuğu... 🎤Kendi kendini...
676K 7.3K 27
Kim bilir, belkide o gün hayatımın aşkıyla karşılaşmıştım... Anonim: *Fotoğraf gönderildi* Anonim: Günaydın;) Ateş: Hassiktir Anonim: Ooo bu kadar ça...
721K 59.5K 44
Cinayet Masasının çevik polisi Hakan Çevik... İşinde taviz vermeyen, kurallara bağlı bu polisin bile 'hayır' diyemeyeceği güçler var. Nil Aydıner, e...