TARUMAR

By yarensn_

1.1M 70.1K 26.3K

Uyuşturucu bağımlısı olan bir kız, yatırıldığı psikiyatri merkezinde hayatını değiştirecek genç bir adamla ta... More

1. Bölüm •
2. Bölüm •
3. Bölüm •
4. Bölüm •
6. Bölüm •
7. Bölüm •
8. Bölüm •
9. Bölüm •
10. Bölüm•
11. Bölüm •
12. Bölüm •
13. Bölüm •
14. Bölüm •
15. Bölüm •
16. Bölüm •
17. Bölüm •
18. Bölüm •
19. Bölüm •
20. Bölüm •
21. Bölüm •
22. Bölüm •
23. Bölüm •
24. Bölüm •
25. Bölüm •
26. Bölüm •
27. Bölüm •
28. Bölüm •
29. Bölüm •
30. Bölüm •
31. Bölüm •
32. Bölüm
33. Bölüm •
34. Bölüm •
35. Bölüm •
36. Bölüm •
37. Bölüm •
38. Bölüm •
39. Bölüm •
40. Bölüm •
41. Bölüm •
42. Bölüm •
43. Bölüm •
44. Bölüm •
Final
Zeynep'in Anısına..

5. Bölüm •

32K 1.8K 528
By yarensn_

Merhaba.
Çok zorlanarak yazdığım bir bölüm oldu, bir türlü tamamlayamadım. Diğerlerine nazaran daha kısa oldu.
Umarım beğenirsiniz.
Sizi seviyorum. 💞
İyi okumalar. 🌸

Cılız omuzlarımda, hayali bir sırt çantası taşıyordum.

İçinde; keder, ızdırap ve elem dolu olan bu çirkin çanta, nakışlarının çözülmesine ve iplerine kopmasına aldırmadan varlığını daima koruyordu.

Bu çantayı, omuzlarımdan söküp atması için ellerimin güçlenmesine ihtiyacım vardı. Eğer, benim ellerim güçlenmez; zayıf parmaklarım, çantayı kavrayıp fırlatamazsa bu garip telaşın içinde kaybolacak, eriyip gidecektim. Lâkin benim beklediğimin dışında, başka bir el bana uzandı. Omuzlarımdaki, çantayı çekiştirdi ve yüreğime bir umut çiçeği ekti. Bu güzel ellerin sahibi, odamın önünde uyumam için bekleyen; beni yeniden uyuşturucunun makûs kollarından kurtaran Alaz'dan başkası değildi.

Birilerinin beni düşünme ihtimali, dudaklarıma yabancı duran samimi bir tebessüm iliştirdi.

Elimdeki çatalı, domates dilimine batırıp ağzıma götürürken; Çağla, çoktan kahvaltısını bitirmiş, soğumak üzere olan çayını içiyordu. Mavi saçlarının, artık açılmaya yüz tutmuş ve sararmış tutamları alnına düşmüştü. Gözleri kısaca kantinin masalarında dolaştıktan sonra, karton bardağı bıraktı ve üzerindeki siyah kazağın kollarını sıyırarak masaya yaslandı. "Esved, sana bakıyor." Muzip bir ifadeyle, kaşlarını kaldırırken; çiğnediğim lokma, boğazıma dizildi ve feci bir sıkıntıyla öksürdüm. "Hem de bayağıdır bakıyor. Resmen seni izliyor, Veda." Gözlerim, Çağla'nın ima dolu cümlesi ile birlikte, hafifçe yana döndü ve direkt Alaz'ın siyaha çalan gözleriyle buluştu. Hârelerinde tuhaf bir ifadeyle oturduğum yere bakıyor, yandan görünen çehremi seyrediyordu.

"Saçmalama," diye, söylendim Çağla'ya karşılık. "Gözü takılmıştır. Neden izlesin beni?"

Çağla'nın mavi irisleri, şen bir ifadeyle süslenip gülümserken; omuzlarını silkti. "Dediğin gibi olsun," diye, sırıttı. "Yediysen kalkalım mı?" Çatalımı bırakıp kafamı usulca salladım. Ardından, masanın üstündeki gri peçetelikten bir tane aldım ve dudaklarıma bastırarak ayaklandım. Çağla'da benimle birlikte masadan kalktığında, omzumun üstünden Alaz'ın olduğu tarafa doğru bir bakış attım. Gözleri, hala üzerimdeydi. Elimi enseme götürmeden hemen önce, hafifçe dudaklarımı kıvırdın ve selam vermek amacıyla göz kapaklarımı yumdum. Alaz, yalnızca, yavaş hareketlerle başını salladı ve elindeki kağıt bardağı çevirerek Ekin'e döndü.

Yemekhaneden çıkmak için adımladığımız sıra, "Kütüphaneye çıkalım mı?" diye, sordu Çağla. Üzerindeki ince ceketin fermuarıyla oynuyordu. Dilimi dudaklarımın üstünde gezdirdikten sonra, ellerimi cebime soktum ve başımı sallayarak fayans merdivenlere yönelen bedenini takip ettim. "Orayı seviyorum," dedi, Çağla çabucak. "Hastanenin en ferah bölümü." Sessizliği daha fazla uzatmadan onaylamaya benzer bir mırıltı çıkardım ve, "Ben de, öyle." dedim, düz bir sesle. Onun kadar canlı ya da neşeli değildim. Çağla'nın kısa gövdesi, uzun koridoru aşıp bir kaç kat merdiven daha tırmanırken hemen arkasındaydım. Kütüphanenin renkli kapısını görünce adımlarım yavaşladı.

İçeri girdiğimizde, etrafa kısaca göz attım. Uzun boylu, kumral bir kız ve yanındaki sarışın oğlan dışında hiç kimse yoktu. Yalnızca koridorda gezinen bir kaç hasta bakıcı, arada içeriye bakınıyor ve hemen sonra sohbet etmeye devam ediyorlardı.

Çağla, kırmızıya boyalı rafların önüne doğru yürürken onu zıttında bir yöne döndüm ve gözüme çarpan ilk rafa ilerledim. Bakışlarım, özenle dizilmiş olan kitapların arasında önemli bir bilgi yahut değerli bir mücevher arıyormuş gibi uzunca dolaştı. Sonunda, siyah mat kapaklı kalın bir kitapta takılı kaldım. Parmaklarım, büyülü bir edayla kitabı çekti ve üzerindeki gri renklerle işlenmiş yazıyı okşadı. Bir şiir kitabıydı. Kitabın arkasında yazan bilgiye göre, akıl hastanesinde tedavi gören bir kadının yazdığı şiirlerden oluşuyordu. Oldukça dikkatimi çekti. Kitabı bırakmadan, topuklarımın üstünde dönerek oturacak bir yer bakındım.

"Ah, bu kitabı sürekli Esved'in elinde görüyordum. Demek sonunda bırakmış."

Çağla, hemen arkamdan temkinli adımlarla geçmeden önce; gülümsedi ve kütüphanenin boydan camının önüne dizilmiş koltuklardan birine ilerledi. Söylediğiyle birlikte, kaşlarım havaya dikildi. Kitaba duyduğum ilgi, istemsizce artmıştı. "Olabilir." dedim, yanına doğru yürürken. İçimdeki merakı, gizleme ihtiyacı duyuyordum. "Onunla aynı zevklere sahip olduğun için ilgisini çekiyor olmalısın." Çağla, elindeki kırmızı kapaklı ince kitabı masanın üzerine bırakırken boğazıma kesik bir nefes saplandı ve gerginlikte avuçlarımı tırnakladım. "Ne, ne ilgisinden bahsediyorsun Çağla? Kimsenin ilgisini çektiğim yok." Gözümün önünde, gecenin bir yarısı Alaz'ın beni uyuşturucunun zehrinden çekip aldığu dakika canlandı ve bir şırıngaya dolup damarlarıma nüfuz etti. "Pekâlâ," dedi, Çağla hızlı bir şekilde. "Bir şey söylemedim say, densizlik ettiysem kusura bakma."

Naif tavrı karşısında, mahcubiyetle ensemi ovuşturdum ve, "Hayır hayır." diye, söylendim. "Yalnızca, sana bunu düşündüren ne, yani Alaz'ın benimle ilgilendiğini nerden çıkarıyorsun?"

Çağla, dirseğini masaya yaslarken etrafa kısaca göz attı. Üzerindeki haki yeşili ceket, camdan yansıyan ışığın altında eski bir görüntüye bürünüyordu. "Uzun süredir burdayım Veda. Esved'in yanında pek kız görmedim... aslında bakarsan, neredeyse hiç kız görmedim. Ancak kısa bir süre önce gelmiş olmana rağmen, seni sürekli onun yanında ya da masalarında görüyorum. Güzelsin, çok güzel bir kızsın. Dikkatini yahut ilgisini çektiğini düşündüm bu yüzden." Duraksadı. Cümlesini noktalamadan hemen önce, dolgun dudaklarına samimi bir tebessüm iliştirdi. "Tekrar söylüyorum, sınırımı aştıysam özür dilerim." Başımı yana eğip kibarca gülümserken bir yandan da zihnimde söylediklerini, tartıyordum. Alaz'ın bakışlarının, hareketlerinin ya da aramızdaki görünmeyen fakat her halükarda belli olan tasrifin farkındaydım. Lâkin beni bu zamana kadar, kim sevmişti ki?

Hayatımda, hiç kimsenin bana koşulsuz şartsız bir sevgi besleyeceğine inanmıyordum. Çünkü babasının sevmediği bir kızı, hiç kimse sevemezdi.

"Tabi," dedim, Çağla'nın keskin bakışlarından kaçmaya çalışırken. "Tabi, öyle düşünmüş olabilirsin ancak ben bir ilgisi olduğunu hissetmedim. Yanılıyorsun." Avuçlarımı yanaklarıma kapatırken gözlerinden süzülen ima dolu ifadeye takılmamaya çabaladım ve geriye yaslandım. Sırtıma uzanan saçlarım, vücuduma hapsolan sıcaklığı arttırıyordu. "Zaten, onunla olmak isteyeceğini pek sanmıyorum. Hakkında söylenenleri duymuşsundur." Çağla, kitap okumaktan uzak bir tavırla camdan dışarıya baktığında kaşlarımı çattım ve, "Hayır, duymadım. Ne söyleniyor?" dedim, merakla. Onun hakkında, tek bir şey bile bilmiyordum. "Duymadıysan tadını kaçırmaya gerek yok tatlım." Çağla, tek gözünü kırparak bir pot kırdığını anlıyormuş gibi güldü. "Söyle lütfen, tadımın kaçacağı bir durum yok." dedim, dilimin ucuyla. Merak tüm vücudumu, amansız bir hastalık gibi sarmıştı. "Ah, pekâlâ." Çağla, biraz toparlanıp çevreye yeniden bir bakış attı ve dirseklerini masaya yaslayarak eğildi.

"Aslında o yıllardır, alkol tedavisi görüyormuş. Yani, yıllar boyu burda yatmamış tabi ama belli aralıklarla gidip geliyormuş." Alaz'ın alkol bağımlılığı olduğunu biliyordum. Şaşırmadım ve düz bir ifadeyle Çağla'yı dinlemeye devam ettim. "Dışardaki hayatının pek parlak olmadığını duydum. Nasıl denir bilmiyorum, gangster olduğunu söyleyenler var. Tekin olmayan muhitlerde, belirli yerlerde ismi varmış ve tanıdık biriymiş." Tek kaşımı, merakla havaya kaldırdığımda Çağla başını salladı. "Bir kaç gece kulübü olduğunu biliyorum. Epey varlıklı biri, soylu bir aileden geliyormuş."

Az sonra, Çağla asıl söylemek istediği noktaya değinecekmiş gibi doğruldu ancak gözlerinde kararsız bir ifade dolanıyordu. "Bir de," diye, söyledi çabucak. "Onun bir katil olduğundan söz ediyorlar, kanıtlanmış bir şey yok ama... insanlar, onun her işten kolayca sıyrıldığından bahsediyor. Zaten, buraya geldiği ilk yıl bir hastayı öldüresiye dövdüğü için herkesin ona karşı kırılmaz bir ön yargısı ve korkusu var doğrusu."

Damarlarımda dolaşan kanın hiddetle durduğunu hissettim ve kaşlarımı çatarak doğruldum. "Bunların hepsi bir dedikodu," dedim, ihtimallerin zihnimi kemirmesine müsaade etmeden. "Ben yalnızca, gördüklerime inanırım. Söylenenler, laf kalabalığından ibarettir." Sert çıkışım, Çağla'nın gözlerinde hayali bir hayret imgesi yarattığında kaşlarımı sabit bir hale döndürdüm ve daha fazla konuşmayacağımı anlatmak istermiş gibi hırsla kitabın kapağını çevirdim.

Bir kaç dakika sonra, neredeyse kitaba hiç odaklanmadığımı ve beynimi ısıram vehim fısıltıları fark ettim. Yüreğim derin bir sancıyla sıkışırken; "Ben terapiye gideceğim, Veda." diye, söylendi Çağla. Gözleri, kolundaki saatteydi. Kuru bir hareketle başımı sallayıp kitabı bırakmasını ve hemen ardından hızla kütüphaneden uzaklaşmasını izledim.

Gergin bir tavırla, ensemden başlayarak parmak uçlarıma yayılan sıkıntıyı yok saymaya çabaladım ve masanın üzerinde bıraktığım kitabı kucağıma alıp ayaklanmak için hareketlendim. Tam o sıra da, kütüphanenin parkelerinde yankılanan adım sesleri bakışlarımı yerden uzaklaştırıp oraya kaldırırken gözlerim, Emir'i buldu. Üzerinde oduncu gömleği ve bacaklarını sıkıca saran siyah bir kot vardı. Raflara yürümeden önce, gözleri oturduğum yere doğru kaydı ve nazikçe elini havalandırıp selam verdi. Kitabı tutan parmaklarımı gevşetmeden masanın arkasından süzüldüm. Kitaplara yönelen adımları, bana doğru döndüğünde "N'aber Veda?" dedi, sakin ve sessiz bir tonla. Yanıma yaklaşıyordu. "İyilik," dedim, kısık sesimle. "Senden n'aber?" Emir, omuzlarını oynatıp gülümserken "İyiyim." diye, söylendi. "İşin yoksa oturalım."

Sıkkın bir nefes aldım. Çağla'nın cümleleriyle birlikte, vücuduma yüklenen ağır taşları uyuyarak eritmek istiyordum. Lâkin Emir'i kırmamak için dudaklarımı araladım. "Olu-"

"Veda."

Cümlemi yarıda kesen ses, tanıdıktı.

Emir'le birlikte, sese doğru dönerken; siyah gözlerini sahibi, bizi karşıladı ve çehresinden okunan saf bir öfkeyle bakındı. "Alaz?" dedim, hızlıca. Ardından, gözlerim yumruk halindeki sol eline kaydı. Çiziklerle kaplı eklemlerinden avuçlarına süzülen kanlar, parkelere damlamak üzereydi. "Elin kanıyor!" dedim, telaşla. Emir'i arkamda bırakıp koşar adımlarla yanına ilerledim. "Benimle gel." Kaşlarımı çatıp yeniden eline bakarken "Neden?" diye, sordum. Lâkin Alaz, soruma cevap vermek yerine bakışlarını sabit tuttu. "Benimle gel dedim, Vedia." Sesindeki netlik, cesaretimi kavurup bir küle dönüştürürken Emir'e döndüm. "Önemli bir şey olabilir. Kusura bakma lütfen." Ardından, hızla yürüyen Alaz'ın adımlarının kancasına takıldım ve hiç konuşmadan arkasından ilerlemeye koyuldum.

Durduğumuzda, erkek odalarının bulunduğu koridordaydık. Alaz, seri hareketlerle geçen gece çıktığı odanın önüne doğru yürürken; "Nereye?" dedim, hayretle.

Odasının önünde durdu.

"İçeri gir." Gözlerim, bedenindeki siyah tişörtten uzaklaşıp gözlerine değerken "Ne?" dedim, çabucak. "Neden gireceğim?" Alaz, sakin bir tavırla odasının kilidini açtı ve bileğimi kavradı. "Vedia, içeri gir. Yalnızca elime pansuman yapacaksın." Yeniden eklemlerindeki, kanlı görüntüye baktığımda iç geçirdim ve bir kaç adım geriledim. "Hastanede olduğumuzun farkında mısın? Hemşirelere söylesene." Alaz, başını yukarıya kaldırdı ve derin bir nefes üfledi. "Veda, içeri gir. Hemşirelere söylersem, idareye gidecek. Sikik kelimelerle uğraşacak vaktim yok." Ardından etrafa kısa bir bakış attı ve cevabımı beklemeden, kolumu kavrayarak hızla beni içeri çekiştirdi. Parmaklarının değdiği tenim, keskin bir mızrak saplanmış gibi alevlendiğinde odanın kapısı kapandı ve Alaz gözden kayboldu.

Yüreğime yerleşmiş anlamsız telaşla birlikte, Alaz'ın odanın içindeki banyodan çıkışını izlerken avuçlarının arasında sıkıca tuttuğu ilk yardım çantasına baktım. "Alaz, gerçekten bir hemşire çağır. Ben ne anlarım pansumandan?"

"Vedia," diye, söylendi Alaz. İsmimi neden durmadan böyle telafuz ediyordu? "Eğer yapmayacaksan odadan çık. Ancak sen gidince de, hemşirelere değil rastgele birine yaptıracağım. Ekin ortalarda olmadığı için, seni çağırdım. Başkasını bulmakta zorlanmam." Sesindeki sertlik, cümlelerimi cam parçalarına dönüştürüp ufalarken yatağa oturuşunu izledim. Ardından, kararsız bir tavırla etrafa bakınıp yanına doğru adımladım ve sessizce ilk yardım çantasına uzandım. Alaz'ın çehresine yerleşmiş rahatlık yerini çok korumadan eski haline bürünürken; "Elini uzatır mısın?" dedim, gergin bir sesle. Bacaklarımın üstüne çöküp kolunu kavradım.

Bir yanıt vermeden elini avuçlarımın arasına bıraktı.

Ellerim, bir ateşe dokunuyormuş gibi cayır cayır yanarken; titrek parmaklarım oksijenli suyu kavradı ve bir pamuğa döküp Alaz'ın kanlı eklemlerine değdirdi. "Nasıl oldu bu?" dedim, kesik bir nefes üflerken. Parmaklarını kaplayan uzun çizikler, kemiklerine uzanıyordu. "Ufak bir kaza." dedi, Alaz.

Çağla'nın söyledikleri, zihnimde bir yeri yeniden uyandırırken yutkundum ve  elini dizinin üstüne bırakarak çantadan tendürdiyot şişesini çıkarıp temiz bir pamuğa döktüm. Gövdesinden uzanan ferah koku, burnumdan içeri süzülüp ciğerlerime hoş bir etki bırakırken kırmızıya boyalı pamuğu yaralarında dolaştırmaya devam ettim. Alaz'ın gözleri, üzerimdeydi. Her bir hareketimi, ezberlemek ve zihnine nakşetmek istermiş gibi izliyordu. Pamuğu yere bırakıp Alaz'ın yatağın üzerine attığı sargı bezini çekiştirerek yeniden elini tuttum. Ardından oyalanmadan, sargı bezini eklemlerine doladım.

"Bitti."

Alaz'ın elini bırakacağım sıra da, parmakları hızla büküldü ve ellerimi tuttu. Kaşlarım, hayretle havaya dikilip sorarcasına Alaz'a dönerken; "Sor," dedi, çabucak. Gözlerimdeki soru işaretleriyle birlikte, elimi kurtarmak için geriye çekildim ancak o, parmaklarımı daha sıkı kavradı. "Aklında bir şey dolaşıyor. Sormak istiyorsun, sor." Boğazıma doluşan, acı sıvıyla birlikte sertçe yutkundum ve başımı diğer yöne doğru çevirip elimi çekiştirdim. "Nerden anladın?" Alaz, dudaklarına alay dolu bir tebessüm yerleştirdiğinde, "Kıvranıp duruyorsun." diye, söylendi. Sesi muzipti. "Sor, hadi."

Elimi enseme götürdüm. Ardından, sıkıntı dolu bir nefes üfledim. Ciğerlerimde yer edinen elem duygu, kararsızlıkla karışıp Alaz'ın yüzüne yansıdı. "Ben," dedim, dilimin ucuyla. Sesim çatlaktı. "Ben, bir şeyler duydum." Alaz'ın değişen yüz ifadesi bana çarparken; "Şaşırmadım. İnsanlar her zamsn bilip bilmeden konuşur." dedi. Gergin ya da öfkeli değildi. Tekrar kesik bir nefes aldığımda, saçlarımı karıştırdım. "Doğru olup olmadığını merak ediyorsun." Alaz, daha çok kendi kendine konuşur gibi alayla güldü. Dudaklarına serpilen bu hissiz tebessüm ciğerlerimi kavururken yutkunarak kuru boğazımı yumuşatmaya çalıştım. Zihnimi okuyacak kadar ilahi değildi lâkin bakışlarımdan, kelimelerimi dökecek kadar zekiydi.

"Duydukların doğru Veda. Biri dışında," Duraksadı. Ardından, gözlerini sabit bir noktaya dikerek iç geçirdi. "Ben, duygularım dışında kimseyi öldürmedim."

Çehresini yeniden, ruhsuz bir tebessüm süsledi.

"Ben yalnızca, hislerimin katiliyim."

Elimdeki resim fırçasını sola kaydırıp boş kağıda, bir renk daha ekledim.

Çeşitli renklerin süslediği, bir objeyi yahut insanı temsil etmeyen karalamaların bulunduğu beyaz kağıdı parmaklarımın ucuyla ileriye ittim ve sıkkın bir nefes üfledim.

Resim odasından içeriye süzülen sokak lambalarının sarı ışığı, çöken karanlığın habercisiydi.

Saatlerdir, resim odasına gömülüydüm. Boş ahşap masanın üstünde, karaladığım dördüncü kağıttan sonra; üstümdeki kasvetli hava uçmuş, odanın havasına karışmıştı. Gözlerime yapışan uykusuzlukla birlikte, geriye doğru yaslandım ve kollarımı ovuşturarak doğruldum. Yıllar önce, elime aldığım iki tarafından da açılmış kurşun kalemle çizdiklerimden başka, hiçbir çizik atmamıştım kağıtlara. Boş, beyaz kağıt bana bir şeyler yapmam için temizliğini sunarken; avuçlarımın arasından kayan çocukluğumu çizmek, satırlara dökmek istedim. Lâkin bu temiz kağıdın üzerini batıracak kadar kirliydi benim çocukluğum.

Sakin bir tavırla kağıtları topladıktan sonra, ayaklandım ve resim atölyesinden çıkmak için hareketlendim. Omuzlarımda, keskin bir ağrı vardı.

Elimdeki kağıtlarla birlikte, kapının önündeki hasta bakıcısına selam vererek odama adımladım. Cebime sıkıştırdığım metal anahtar, odamın kilitli kapısını hızlıca çözdükten sonra içeri girdim ve ceketimi çıkardım. Akşam yemeğine, on dakika vardı.

Omuzlarıma  dökülen siyah saçlarımı ensemde sıkıca toplayarak dolaptan temiz bir kazak çıkardım ve boyaya bulanmış kazağımı değiştirdim. Ardından, üzerime ince bir hırka alıp tekrar odadan dışarı adımladım. Koridor, yemekhaneye giden bir kaç hastanın ve onları kontrol eden hemşirelerin telaşıyla süslüydü. Bir kaç genç, koşar adımlarla merdivenlerden iniyor diğerleri ise ya birbirleriyle sohbet ediyor ya da öylece ilerliyordu.

Diğerlerinden farksız olarak; ellerimi cebime sokup çabuk adımlarla, fayans merdivenlerden aşağı indim ve bir hayli kalabalık görünen yemekhaneye adımladım.

Çatal, kaşık seslerinin yankılandığı geniş yemekhane tanıdık bir simayı gözlerime değdirirken; önce, Ekin'in ardından Alaz'ın bakışlarıyla çarpıştım. Ellerine aldıkları, dolu tabldotlarla birlikte bir masaya oturuyorlardı. İlgi odağımı onlardan uzaklaştırıp beyaz boyalı masanın üzerindeki boş tabldotlardan bir tane aldım ve sıraya geçerek beklemeye koyuldum. Önümde duran, sarışın çocuktan yoğun bir tarçın kokusu süzülüyordu.

Bir kaç dakika sonra, önümdeki uzun sıra kaybolup gitti ve yemeklerin başında bekleyen kadınla karşılaşıverdim. Bonesinin altından çıkmış, altın sarısı ince saçları çabucak sokuşturup bana yarım ağız gülümsedikten sonra, yemekleri rastgele doldurdu ve hiçbir şey demeden gitmemi bekledi.

Elimdeki ağırlaşmış tabldotla birlikte, etrafa kısa bir bakış attım. Neredeyse, hiç boş bir yer yoktu ve Çağla'yı da görememiştim.

İç geçirip topuklarımın üstünde döneceğim sıra da, kalabalığın içinden bana doğru yükselen bir el gördüm ve gözlerim saniyesinde Ekin'in kısık gözleriyle buluştu. Her zamankinin aksine, kemik çerçeve bir gözlük takmıştı. Havadaki eli, onu fark etmemle birlikte aşağı inmeden beni çağırdı ve önündeki boş sandalyeyi işaret etti. Alaz hemen karşısında oturuyor, Ekin'in hareketlerini görmesine rağmen hiç arkasına bakmıyordu. Kararsızlıkla, Ekin'in gösterdiği sandalyeye baktım. Ardından, üstünde durmadan çabuk adımlarla, yanlarına doğru ilerledim ve sandalyeyi çekerek yemeği masanın üzerine bıraktım. "Afiyet olsun."

Siyah gözler, önündeki metal tabldottan hiç kalkmadı. Lâkin hareketlerimi takip ettiğini görebiliyordum.

Ekin ise Alaz'ın buzları andıran tavrının aksine, sıcacık bir tebessümle başını salladı ve "N'aber Veda?" diye, sordu. Bedenini saran, siyah kazağın kollarını kıvırıyordu. Saç uçlarıma kadar hissettiğim manasız gerginlikle birlikte, omuzlarımı oynattım ve yutkundum. "İyiyim," dedim, sakince. "Senden n'aber?" Ekin'de bana benzer bir hareket yaparak çatalını tabaktaki patateslere batırıp ağzına götürdü. Daha fazla konuşmadan, yemekhanenin gürültüsüne gömülerek önümdeki yemeklere döndüm. Fazla aç hissetmiyordum ancak gece başlayan ani mide bulantılarım, beni uykudan uyandırıyor ve yemek yemediğime pişman ediyordu. Bu yüzden, zorlanarak çatalımı bir hayli cansız görünen ve ezilmek üzere olan patatese batırdım.

Sessiz geçen yemeğin sonunda, neredeyse hiç dokunmadığım tabldotu önümden iterek geriye yaslandım. Alaz'ın bakışları, kısa süreliğine önce yemeklere ardından yüzüme çıktı ancak hiçbir şey demeden yeniden önüne döndü. Tuhaftı.

"Ee Veda," dedi, Ekin suyunu yudumlamadan hemen önce. "Etkinliğe kiminle katılıyorsun?" Dikkatim, Alaz'ın donukluğundan uzaklaşıp Ekin'in neşeli sesine yoğunlaşırken; kaşlarımı havaya kaldırdım ve duraksadım. "Ne etkinliği?" Ekin, şaşkın bir tavırla masaya yaslandığında "Bilmiyor musun?" diye, sordu. Alaz'ın bakışları üzerimizdeydi. Elimi çeneme götürüp ovuşturdum ve başımı sağa sola doğru salladım. Burada olan çoğu şeyden, habersizdim. Yalnızca, uyuşturucudan uzak durmaya çabalıyor; zihnimi kimyasallardan uzaklaştırmaya çalışıyordum. "Her ay, kendine seçtiğin bir eşle birlikte etkinliğe katılıyorsun. Resim çizmek, beraber bir piyano ve şarkı gösterisi hazırlamak ya da dans etmek gibi faaliyetler oluyor. Bir hafta sonra da, konferans salonunda bunları sergiliyorsunuz." Onu can kulağıyla dinlerken; saçlarını karıştırdı ve derin bir nefes üfledi. "Yani kısaca, hastaların bir şeylerle meşgul olmasını ve maddelerden uzak durmasını sağlamak için yapılıyor."

Omuzlarımı silktim. Güzel bir fikirdi lâkin ne yapacağımı bilmiyordum. "Daha yeni öğrendim," diye, söylendim. "Eş olarak Çağla'yı seçerim sanırım."

Ekin, cümlemin üzerine elini ensesine götürdü ve ovuşturdu. "Aslında," dedi, pürüzlü bir sesle. "Çağla benimle birlikte." Gözlerimi bir süre onun yüzünde tuttum. Ardından, sıkkın bir nefes üfledim ve ellerimi saçlarıma götürerek omuzlarımdan aşağı ittim. "O halde katılmam, henüz çok yeniyim zaten. Sorun olacağını sanmıyorum." Alaz'ın bakışları bir kaç saniye, gözlerime takıldı. Ardından, çabucak başka bir yöne doğru döndü ve uzun bir nefes aldı.

Yaklaşık yirmi dakika sonra, masadan kalkmak üzereyken; Emir'in bu tarafa doğru yönelen adımlarını gördüm.

Ellerimi masaya yaslayarak ayağa kalkarken Emir'in gözleri beni buldu. Sanki, en başından beri beni arıyormuş gibi dudaklarına yerleştirdiği tebessümle birlikte tamamen bana doğru döndü ve "Nasılsın Veda?" diye, sordu hızlıca. Ellerini cebine sokmuştu. Kolumu ovuşturup yarım yamalak gülümsedikten sonra, "İyiyim, sen?" dedim, düz bir sesle. Hemen arkamda kalan, Alaz ve Ekin'in bizi dinlediğini anlayabiliyordum. Emir, ceketinin fermuarını çekiştirip ellerini yeniden cebine soktuktan sonra, omuzlarını silkti ve, "İyiyim," dedi, sakince. "Sana bir şey sormak istiyordum." Dudaklarımı yalarken kaşlarımı merakla havalandırdım. Kaygılı sesi, kulağımı tırmalıyordu. "Elbette, sorabilirsin."

"Ben," diye, mırıldandı Emir. Kumrala çalan, açık kahverengi saçlarını özenle geriye taradı. "Bu ay ki etkinlik için bir dans gösterisi hazırlamayı düşünüyorum...yani, eğer bir eşin yoksa bana eşlik eder misin?"

Sanki, az önce konuştuklarımızı işitmiş gibi gelen sorusu dudaklarıma kuru bir tebessüm yerleştirdiğinde, boğazımı temizledim ve cevap vermek için hareketlendim. Lâkin tam o sıra da, Alaz'ın ayağa kalktığını ve çabucak yanımda belirdiğini gördüm. Emir'le birlikte, bakışlarımız onun yüzüne ilişirken; "Seninle eş olamaz." diye, söyledi hızlıca. Kaşlarım, saf bir merakla havaya dikildiğinde bir kaç adım attı ve önüme geçti.

"Veda, etkinliğe benimle katılacak."

Continue Reading

You'll Also Like

1.7M 91.3K 48
En yakın arkadaşının hattını değiştirmesi sonucu, ona yeni numarasından mesaj atmaya çalışan Ada, aslında mesajı attığı kişinin bir yıldır hoşlandığı...
1.5M 54K 54
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Defne çocuk ruhlu biridir. Bir akşam canının sıkıntısı ile anonim bir uygul...
1.2M 84.9K 64
Klişe ama orjinal karışan bebekler klasiği... İlk yayımlanma tarihi: 19.11.2022 Final yayımlanma tarihi: 29.07.2023
236K 13.4K 33
17 yıl önce annesi tarafından ölü olarak bildirilen Neva... Yıllardır onun hasretiyle yanıp tutuşan Akay ailesi... Ama... Ortada bir sorun vardı.Neva...