OYUNBAZ 7 TUTSAK 1 ÖLÜ (+18)

By Limaei

4.5M 381K 527K

1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İ... More

▂ ▄TANITIM▄ ▂
▂ ▄TANITIM FİLMİ▄ ▂
TUTSAKLAR& OYUNBAZLAR
BÖLÜM 1 • GÜN 1
BÖLÜM 2• GÜN 1'
BÖLÜM 3 • GÜN 1''
BÖLÜM 4• GÜN 2
BÖLÜM 5• GÜN 7
BÖLÜM 6 • GÜN 7'
BÖLÜM 7• GÜN 8
BÖLÜM 8• GÜN 8'
BÖLÜM 9• GÜN 8''
BÖLÜM 10• GÜN 8'''
BÖLÜM 11• GÜN 9
▂ ▄TANITIM FİLMİ 2▄ ▂
BÖLÜM 13• GÜN 9''
BÖLÜM 14• GÜN 11
BÖLÜM 15• GÜN 11'
BÖLÜM 16• GÜN 11''
BÖLÜM 17• GÜN 15
BÖLÜM 18• GÜN 15'
BÖLÜM 19• GÜN 17
BÖLÜM 20• GÜN 17'
BÖLÜM 21• GÜN 18
BÖLÜM 22• GÜN 25
BÖLÜM 23• GÜN 27
BÖLÜM 24• GÜN 28
BÖLÜM 25• GÜN 29
BÖLÜM 26• GÜN 30
BÖLÜM 27• GÜN 30'
BÖLÜM 28• GÜN 30''
BÖLÜM 29• GÜN 30'''
BÖLÜM 30• GÜN 31
BÖLÜM 31• GÜN 31'
BÖLÜM 32• GÜN 32
BÖLÜM 33• GÜN 34
BÖLÜM 34• GÜN 34'
BÖLÜM 35• GÜN 34''
BÖLÜM 36• GÜN 34'''
BÖLÜM 37• GÜN 34''''
BÖLÜM 38• GÜN 35
BÖLÜM 39• GÜN 35'
BÖLÜM 40• GÜN 35''
BÖLÜM 41• GÜN 36
BÖLÜM 42• GÜN 39
BÖLÜM 43• GÜN 39'
BÖLÜM 44• GÜN 40
BÖLÜM 45• GÜN 40'
BÖLÜM 46• GÜN 42
▂ ▄TANITIM FİLMİ 3: FİNALE DOĞRU▄ ▂
BÖLÜM 47• GÜN 43
BÖLÜM 48• GÜN 43'
BÖLÜM 49• GÜN 43''
BÖLÜM 50• GÜN 44
KALBİMİN İÇİNDEN BİR TEŞEKKÜR
INSTAGRAM CANLI YAYIN
▂ ▄2. KISIM: OYUNBOZAN TANITIM▄ ▂
▂ ▄OYUNBOZAN TANITIM FİLMİ 1▄ ▂
BÖLÜM 51• KAZANAMAYAN
BÖLÜM 52• KAYBEDEMEYEN
BÖLÜM 53• GÜN 70
BÖLÜM 54• GÜN 73
BÖLÜM 55• GÜN 82
BÖLÜM 56• GÜN 89
BÖLÜM 57• GÜN 90
BÖLÜM 58• GÜN 90'
BÖLÜM 59• GÜN 90''
BÖLÜM 60• GÜN 90'''
BÖLÜM 61• GÜN 90''''
BÖLÜM 62• GÜN 90'''''
BÖLÜM 63• GÜN 91
BÖLÜM 64• GÜN 92
BÖLÜM 65• GÜN 93
BÖLÜM 66• GÜN 93'
BÖLÜM 67• GÜN 93''
BÖLÜM 68• GÜN 93'''
BÖLÜM 69• GÜN 94
BÖLÜM 70• GÜN 95
BÖLÜM 71• GÜN 95'
BÖLÜM 72• GÜN 96
BÖLÜM 73• GÜN 96'
BÖLÜM 74• GÜN 96''
BÖLÜM 75• GÜN 97
BÖLÜM 76• GÜN 98
BÖLÜM 77• GÜN 98'
BÖLÜM 78• GÜN 98''
BÖLÜM 79• GÜN 99
BÖLÜM 80• GÜN 100
BÖLÜM 81• GÜN 102
BÖLÜM 82• GÜN 102'
BÖLÜM 83• GÜN 102''
BÖLÜM 84• GÜN 103
BÖLÜM 85• GÜN 103'

BÖLÜM 12• GÜN 9'

56.9K 6K 5.1K
By Limaei

SINIR: 200 OY, 500 YORUM.

Selamlar!

Ben geldim! Öncelikle beklettiğim için özür dilerim. Hemen bunun nedenini açıklıyorum: Artık hayalet okuyucu hangi kitabımda daha azsa oraya gidiyorum. Çünkü emeğimin karşılığını en çok aldığım yerde daha hevesli yazıyorum ve bir sürü yorum okumak, oylarla destek almak hoşuma gidiyor. Bilin bakalım burası neyden geçilmiyor? Hayalet okuyucu!

Bu yüzden sınır koyacağım. Yoksa kimse bir oya basmayı falan düşünmüyor :') Sınır bölümün en üstünde yazıyor. Umarım bu durumu anlayışla karşılarsınız.

Medya: Afra. (Kıza çirkin diyordunuz, buyurun gözlüksüz hali :'))

İyi okumalar!

• • •

Afra Ahsen Çakmak / Tutsak 7

9 Mayıs 2021

Deliliği yakından tanıyordum.

Sınırlarında dolaşmış, kuytu köşelerine bakmış fakat tam olarak hiçbir zaman içine girmemiştim. Zihnimde onunla karşılıklı sandalyelerde oturmuş, onu tanımış fakat beni tanımasına izin vermemiştim. Delilik benim için bir kapı eşiği olmuştu. Ve kapıdan girip girmemeyi seçecek olan kişinin ben olduğumu biliyordum. Girmemeyi seçmiştim. Tertemiz delirmek yerine, delirmeden gerçekleri görmeyi seçmiştim.

Seçtiğim yol daha acı vericiydi.

Delirseydim, deli olduğumu söyleyerek davranışlarımdan kurtulabilirdim. Zihnimdeki düşüncelerden de öyle. Bağırıp çağırır, söylemek istediklerimi söyledim. Kafayı sıyırmış birinin böyle davranması kimin tuhafına giderdi ki? 

Ben deli değildim.

Bu yüzden iç sesimle kendi başıma savaşmış, küçükken odamda gördüğüm gölgelerin gerçek olmadığına kendimi ben inandırmıştım. Yine de anne ve babamın kelimeleriyle yüzleşirken, "Keşke delirseydim," diye düşündüğüm zamanlar olmuştu. Herkes iyileşmeyi isterdi. Ben ise iyileşebilmek için hasta olmak isterdim. Herkes beni iyi sanırken kimse elime ilaçları tutuşturmazdı.

Delirseydim, Mete'nin verdiği tepkiyi verirdim.

Hiç korkmazdım.

Kulaklarım kalp atışlarımın çaresiz ritmiyle uğulduyordu. Mete'nin gözleri bana kilitlenmişti. Güzel yüz hatları çarpılmış, boynunda ve teninin görünen her yerine damarlar belirginleşmişti. Bu damarlardan bir tanesi alnındaydı ve seğirişi, onun çılgına dönmüş halini ispatlayan bir ritimdeydi. Kendi kalbimin sesi kulaklarımı doldurduğundan neler söylediklerini net bir şekilde duyamıyordum.

Dudakları ardına kadar açılıyordu. Bağırıyor, küfür ediyor ve çığlık atıyordu. Gerilmiş kollarının ikisini de bir başkası kavramıştı. Onu koltuğa oturtmaya çalışır gibi Sarp arkasından onu çekiyordu. Teninin rengi atmıştı ve en uzun zamandır tanışık olduğu kişiyi ilk defa böyle görüyordu. Yüzünde bir yabancıya bakarmış gibi ifade ardı.

Mete'nin bir kolu Çağrı'nın, diğeri de Egemen'in kolları arasına kıstırılmıştı. Kutay, Mete'nin önünde onun yüzünü kavramıştı. Mete çırpınırken yüzü görüş alanıma girip çıkıyordu. Üç kişi onu zar zor tutuyordu. 

Ne ara Mete'nin bağırmaya çalıştığını, diğerlerinin onun yanında yere ekilmiş gibi bittiğini anlamamıştım. Duyularım bana ihanet ederek etrafı bir rüya pusuyla görmemi sağlıyordu.

Yanımda Gökhan, olup biteni düz bir yüz ifadesiyle izliyordu. Koltuktaki ağırlığı dışında varlığını hissetmeme neden olacak hiçbir şey yoktu. Eli koluma değdiğinde bile onu fark etmem oldukça uzun sürdü. Bakışlarımı zar zor, bir sehpa mesafesindeki karmaşadan ayırdım ve bileğime çevirdim. Ardından gözlerimi Gökhan'ın yüzüne kaldırdım. Soluk renkli, ince dudaklarını araladı. Bana bakarak bir şeyler söyledi fakat kelimeler zihnimde birbirine takıldı. 

Aptal bir irkilmeyle sağır olup olmadığımı sorgulamaya başladım. Kulağımı dolduran kalp atışlarım daha da sıklaşırken anormal derecede düzenli olan nefeslerim de kontrolden çıkmaya başladı. Tam o sırada başka eller omuzlarımı kavradı. Gözlerimi hızla bu yeni ellerin sahibine çevirirken Kutay'la yüz yüze geldim. Yüzü endişeyle gerilmişti ve göz bebekleri küçülmüştü. Dudaklarını açtığında ağzından çıkanları yine duyamadım.

"Afra!"

Ses buradan birine ait değildi.

Anneme aitti. Geçmişe aitti.

Çocukluğumun geçtiği o lanet, eski evin içindeydim. Beni odamdan çıkaran dürtünün ne olduğunu tam olarak hatırlamıyordum. Belki o akşam, diğerlerine göre sakin başlamıştı. Elimde bir dondurma olduğunu anımsıyorum. Belki de babam işten döndüğünde elime dondurma tutuşturmuş, bana asla vermediği ilgi ve sevgiyi aptal bir dondurma parçasıyla telafi edebileceğini ummuştu. O zaman onların ne düşündüğünü, benim odadan dışarı çıkarken ne düşündüğümü bilmiyordum.

Ve belki de hatırlamamam daha iyiydi. Unutmak bazen ilaç gibi geliyordu.

Tek bildiğim elimde dondurmayla, salonun kapısının ağzında dikildiğimdi. Gördüğüm manzara, bir korku filminden fırlamış gibiydi ve görmemem gereken bir şeydi. Annemin boynunu kavrayan parmaklar, kıpkırmızı olmuş yüzü, beni görünce dehşet içinde bana bakakalışı... Bakışlarımı yukarıya kaldırmış, o parmakların sahibinin babam olduğunu görmüştüm. Dondurmam erimeye başlarken şok, ayaklarımı yere sabitlemişti.

Dakikalar birbirini kovalamıştı. Babamın ağzı bir canavar gibi açılıp kapanırken kıpkırmızı kesilmişti. Boynundaki damarlar hayvanları andırır bir şekilde belirginleşmişti. Kalın parmak boğumları annemin boğazını sıkmaktan bembeyaz kesilmişti. Bağırıyordu fakat onu duyamıyordum. Dondurmam parmaklarıma akmış, oradan yere damlamaya başlamıştı. Ne nefes alabiliyor, ne gözümü kırpabiliyor, ne de çığlık atabiliyordum.

Duyduğum ilk ses annemin, "Afra!" diye bağırması olmuştu. Şimdi, geçmişe dönüp bakınca adımı söyleyebilmek için boğazını sıkan eller arasında nasıl nefes alabildiğini bile bilmiyordum. Adım sadece bir kere dudaklarının arasından dökülmüştü. Daha sonra ağzını açmış, kelimeleri oluşturmaya çalışırken dili tuhaf bir şekilde çırpınmış fakat kelimeler boğazından dökülmemişti.

O akşamın nasıl başladığını bilmediğim gibi, işlerin nasıl tersine döndüğünü de bilmiyordum.

Annem boğulmamıştı. Hiçbir şey olmamış gibi katı bir yüz ifadesiyle beni yatırmak için pijamalarımı giydirirken tek hasar, yere damlayan dondurmaymış gibi davranmıştı. "Yarın yenisini alırız," demişti bana hafifçe gülümseyerek. "Hem zaten en sevdiğin çilekliydi."

Babamın neyi en çok sevdiğimi bilmemesi normaldi.

Düşününce o zamanlar ne sevdiğimi bile hatırlamıyordum.

"Afra!"

Bu ses annemin çaresiz sesi değildi.

Kutay'a aitti.

Aralık gözlerimin gördüğü görüntü geçmişten günümüze gelirken irkildim. Kulaklarımdaki uğultu hiç var olmamış gibi yok oldu. "Beni duyuyor musun?" dedi Kutay. Sersemlemiş bir şekilde kafamı salladım.  "Evet," diye fısıldadım fakat mutlu olup olmadığıma karar veremedim. Sağır olmamıştım. Sadece bir an şok geçirmiştim. Çünkü bu görüntü bana geçmişimde bir şeyleri çağrıştırmıştı. Uzun zamandır üstünde düşünmediğim bir şeyleri...

Duyumu geri kazanmamla birlikte diğerlerini de duymaya başladım. Kutay'ı kenara çekip önümdeki manzaraya baktım. "Sanane lan benim ablamdan kızım? Sanane!" Mete'nin kükremesi salonda yankılanıyordu. "Sen kimsin de bana soruyorsun? Sen kendini ne sanıyorsun? O telefonu parçalarım lan ben!" Kollarını gerip Çağrı ve Egemen'in elinden kurtulmaya çalıştı. 

Egemen onu sertçe tekrar çekerken, "Geri zekalı piç," diye tısladı. "Kız mı sordu lan soruları? Siktiğimin çeneni kapayıp bir dinlesene!"

"Ölüm'ün sorduğu belli," dedi Çağrı çenesini sıkıp kollarını sıkarken. Mete o kadar kudurmuştu ki bu ikisi onu zar zor tutuyordu. Şimdi bakınca, aslında Sarp onu çekmiyordu, omuzlarını sıvazlıyordu. Sanki kibarlık onu sakinleştirebilecekmiş gibi.

"Ananı sikeyim Ölüm!" diye kükredi Mete. "Buradan çıkınca senin yedi sülaleni bulup kulaklarından sikeceğim orospu çocuğu! O duvardaki silahların ağzını götüne sokacağım senin!" Silahlar inanılmaz bir hızla onlara çevrildi. Gıcırtı beni ürpertirken Egemen küfür edip silahlara kaçamak bir bakış attı. Ardından bize doğru döndü. Kehribar gözleri sarıya çalıyordu. "Kutay! Kızı götürsene ibne herif, oturmuş kızı mı kesiyorsun orada?"

Kutay, ben onları izlerken beni izliyordu. Egemen'in bağrışı üzerine girdiği transtan çıktı ve omuzlarımdan tutarak beni çekiştirdi. "Gel," dedi aceleyle. "Sakinleşince geri gelirsin. Seni buradan götürelim."

"Nereye?" diye mırıldandım çatlak bir sesle. "Mutfağa mı yoksa banyoya mı?" Sesim ifadesizdi fakat ettiğim alay belli oluyordu.

Kutay belli belirsiz gülümsedi. "İlk esprinin böyle bir anda olması güzel," dedikten sonra doğruldu. Koltuktan kalktığımda dizlerimde düşündüğüm kadar güç olmadığını fark ettim. Kanım vücudumdan çekilmiş gibi hissediyordum. "Nereyi tercih edersin?"

"Banyo." Beni bu cevaba iten şey, banyonun buradan daha uzak olmasıydı.

Kutay kafasını salladı. "Mete'yi tutma konusunda yardım et," dedi Gökhan'a bakarak. "Ya da Sarp'ı mutfağa götür. Ağladı ağlayacak gibi görünüyor ve kriz geçirme ihtimali muhtemel." 

Gökhan omuz silkti. "Drama kraliçesi iki," dedi iç geçirerek.

Bunun bir onay olup olmadığını anlamadım. Zaten bunu düşünecek kadar süre orada kalmadık da.

Oturma odasından uzaklaşırken attığım her adımda, ses azalacağına yükseliyormuş gibiydi. "Buraya gel!" diye bağırıyordu Mete. "O telefonu bana vereceksin!" Söylediklerinde hiçbir mantık yoktu. Benden kişisel olarak nefret ettiğini de sanmıyordum. İşte delilik, kişinin dizginlerini bırakıp mantığı düşünmemesi böyle bir şeydi. Bu yüzden kelimeleri, benim için anlamsızdı. Kalbimi kıramazdı. Söylediklerine alınmazdım.

"Kendim gidebilirim," dedim Kutay'a yandan bir bakış atarak. Adımlarıyla birlikte kıvırcık saçları alnına çarpıyordu. "Yoksa sen de mi oradan uzaklaşmak istedin?"

Şaşkın bir şekilde bana baktı. Ardından hıçkırır gibi güldü. "Sinirden ağlamaya başlayacaktım," diye itiraf ederken samimi gözüküyordu. "Ve birinin sakin kalması gerekiyor. Ayrıca içeride her tipten değişik var. Sinirden ağlarsam burada ölene kadar birkaçının diline düşerdim. Sabırlıyım ama sabrım sınırsız değil." Kasvetle biten cümlesiyle yüzünü buruşturdu.

Banyoya girdiğimizde klozetin kapağını oturak olarak kullanmaya karar verip oturdum. Ardından, "Teşekkürler," dedim düz bir sesle. "İçeriye geçebilirsin. Eğer beni görmekten rahatsız oluyorsa akşama kadar burada otururum, sorun olmaz. Sakin olsun yeter." Gözlerimi banyonun kenarındaki silaha çevirdim. "Onu kızdırmasın."

"Sen iyi misin?" diye sordu üzerime doğru hafifçe eğilirken. 

Kafamı salladım. "Sorun yok." Sesim o kadar inandırıcıydı ki ben bile şaşırdım. Şaşırmama karşı kendi kendime güldüm. Nasılsın sorusuna genelde yalanla cevap veriyordum. Benden başka kim inandırıcı olacaktı? Bu role çoktan alışmıştım.

"İş fazla uzarsa birkaç saate sana yemen için bir şeyler götürürüm." Gülmeme karşı bir tepki vermeden usulca, rahatlatıcı bir şekilde gülümsedi ve banyodan çıktı.

Beklemeye başladım. Kıpırtısız durmak, içerideki bağrışlara rağmen uykumu getirdiğinde aceleyle ayağa kalktım. Küçük banyonun içinde daireler çizerek yürüdüm. İki gündür uykusuz olan vücudum tükenmeye başladığında soğuk suyu yüzüme çarptım ve yüzümü kurutmadım. Bir ara telefonu elime alıp yeni mesaj olup olmadığını bile kontrol etmeye cesaret edebildim.

Yürümek bedenimin daha çok yorulup mayışmasına neden oldu. Sırtımı duvara dayayıp yere çöktüğümde ise kıpırdamamak beni uyuşturmaya başladı. Zihnimi meşgul tutmaya çalıştım. Bir şeyleri düşünmeye çalıştım fakat düşünecek herhangi bir şeye tutunmaya çalıştıkça tuhaf hissetmeye başlıyordum. Aklım saçma sapan lise anılarıma, oradan ilkokulda rezil olduğum boş bir anıya, oradan akrabalarımla geçirdiğim en boktan bayrama kayıyordu. Konular birbiriyle alakasız, düşünceler bağımsızdı.

Sadece... Gözlerimi kapatmamak için bir şeyler yapmaya çalışıyordum.

Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum fakat yaklaşan adım seslerini duyduğumda dehşete düştüm. Çünkü adım sesleri, nasıl bir pozisyonda olduğumu bana anlattı. Gözlerim kapalıydı. Neredeyse kendimi uykunun ellerine bırakmak üzereydim. Kendi sesim tatlı bir tonda zihnimin içinde yankılanıyordu: Biraz gözlerini yumacaksın, bir şey olmaz. Diğer bir uyarıcı ses ise gerçekleri söylüyordu: Ölüm uyumamanı istedi. Uyuyamazsın.

Biraz daha böyle kalsam, birkaç saniye sonra gözlerimi açsam...

"Ne yapıyorsun?"

Egemen'in soğuk sesi gözlerimin ardına kadar açılmasına neden oldu. Zıplayarak olduğum yerde sıçradım ve sırtımı duvardan ayırdım. Sersemlemiş bir şekilde ayağa kalkıp yüzüme dökülen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Bu sırada kapının girişinde duran, bir omzunu kapının kenarına yaslanmış Egemen ifadesiz bir yüzle beni izliyordu. "Biraz... Dinleniyordum."

İçerideki seslerin çoktan kesildiğini fark ettim. Mete artık bağırmıyordu.

"Her neyse," dedi umursamaz bir şekilde omuz silkerek. "Mete sakinleşti. Ölüm'ün ne dediğini ona hatırlattık. Şu sorulara cevap vermeyip yönlendirmesini umursamazsak öleceğimizi kast ediyorum... En sonunda anlatmayı kabul etti." Gözleri yüzümde dolaştı. "İçeri gel."

"Kaç saat oldu?" diye sordum kollarımı ovuştururken. 

"Bir- iki saat geçmiştir," deyip kapının ağzından çekildi. O koridora çıktığında peşinden ilerlemeye başladım. Çağrı'nın kokum hakkında söyledikleri yüzünden ona yakın durmaktan çekiniyordum. 

İtiraf etmek gerekirse daha çok zaman geçmesini ummuştum. Belki de uykuyla mücadele ettiğimden bu süre bana ölüm kadar uzun gelmişti.

Koridordan çıkmadan adımlarımı yavaşlattım. Egemen salonla birleşik geniş koridora çıktığında, "Egemen," diye fısıldadım. Duraksayıp omzunun üzerinden bana baygın bir bakış attı. "Nasıl sakinleştirdiniz?" 

"Duvarı yumrukladı." Burnunu çekti. "Arada birkaç tane Çağrı'ya geçirmiş de olabilir."

Kafamı sallayıp onu takip etmeye devam ettim. Birkaç saniye sonra salona varmıştık. Onlara doğru yaklaşırken dikkatle onları inceledim. Mete bana değil, sehpaya bakıyordu. Çenesi kas katı kesilmişti. Alnında belirmiş olan damar sinmişti fakat ellerinin üzerindeki damarlar yerini koruyordu. Sakinleşmeye çalışır gibi elini yumruk yapıp gevşetiyordu. Eli kıpkırmızıydı ve parmak boğumlarının birkaçı kanıyordu.

Sarp genelde dünya umurunda değilmiş gibi duruyordu fakat bu sefer üzgün görünüyordu. Çağrı'nın yanağında bir morluk vardı ve kaşları çatık bir şekilde oturuyordu. Burnundan soluyordu fakat mucizevi bir şekilde çenesini kapatmıştı. Diğerleri ise aynıydı. Sadece havada herkesin üzerinde olan gerginlik vardı.

Kutay'la Mete yan yana oturuyordu. Kutay'ın neden gelmemeyi tercih ettiğini daha iyi anladım. Yoksa Egemen'e güveneceğini sanmıyordum.

Gökhan'ın yanındaki boş yere geçtim. İkimiz de koltuğun iki ucuna oturmuştuk. Egemen, Çağrı'yı sertçe dürtükledi ve Çağrı ile Sarp'ın arasına çöktü. Birkaç saniyelik sessizlik içinde Mete dışında hepimiz bakıştık. Ensemdeki tüyler diken diken olmuştu.

"Özür dilerim," dedi Mete aniden.

Bana bakmamıştı fakat özrünü üzerime alındım. Yine de tam olarak kime söylediğini bilmediğim için ilk başta sessiz kalmayı tercih ettim. Gözlerini ellerinden ayırmadan kasvetli bir şekilde dururken boğazımı temizledim. "Soruları soran ben değilim," dedim kısık sesle. "Bunları sana aktarmak zorunda olsam da senin için hassas bir meseleyi sorduğum için üzgünüm. Verdiğin tepkiyi anlayabiliyorum. Bu yüzden... Küfürlerin beni kırmadı." 

Yani kısaca, küfürlerin umurumda bile değil.

Daha kötülerini öz babamdan duymuştum.

Mete kafasını salladığında beni duyduğunu anladım.

Bir dakika civarı bir süre sessizlik devam etti. "Sıradan bir ölümdü," diye başladı Mete pürüzlü fakat güçlü bir sesle. "Dram filmlerinde görebileceğiniz türde bir ölüm. Çoğu kadının başına gelebileceğiniz türdendi. Hamileydi." Bu kelime ağzında ekşi bir tat bırakmış gibi yüzünü buruşturdu. "Mutlu bir evliliği vardı ablamın. Onu seviyordum. Eşini de. Doğmamış çocuğunu da. Sevgi konusunda hiçbir sıkıntı yoktu. Bebek büyürken de sıkıntı yoktu. Sonra... Sonra erken doğum oldu." Boynundaki damarlar belirginleşti. "Yani... Suyu erken geldi."

Gerçekten de fazla duyulmamış bir şey değildi. Yine de bu ölüme 'basit' derken öfkesini gizleyemiyordu. Basit olmasından nefret ediyordu. Ölümün ablasını seçmesinden de öyle. Yine de, içi yana yana bunları anlatıyordu çünkü Ölüm onu konuşmaya zorlamıştı. Durup bakınca, Ölüm'ün ismi daha da ironik gelmeye başlamıştı.

"O sırada alışverişteydik. Bebek için kıyafetler almıştı. Şu küçük olan, parmağımıza bile girmeyecek türde olanlardan işte. Daha yedi aylıktı. Yedi aylık bebekler erken doğunca kurtarılabilirdi." Bir eliyle boynunu ovuşturdu. "Bana ne olduğunu söyleyince ne yapacağımı bilemedim. Arabamız yoktu. Durup birkaç kişiye çaresizlikle bağırsam da arabaya alan olmadı. En sonunda taksi ve ambulans çağırdım. Ambulansın gerekli olup olmadığını bile geriye dönüp bakınca hâlâ bilmiyorum. Sadece arayabildiğim her şeyi aradım."

Sustu. Geçmişi zihninin içinde tekrar oynatırken ona zaman verdik. Acelemiz yoktu. Bu hikayeyi dinlemeye hakkımız yoktu. 

Kuralları biz belirlemiyorduk.

Devam etmeye karar verdiğinde birkaç dakika geçmişti. "İlk önce taksi geldi. Ambulansı bekleyip beklememem gerektiğini bilmiyordum. Ben..." Derin bir nefes aldı. "Ablam çığlık atıyordu. Ölüyormuş gibi. O kadar çok bağırıyordu ki bağırarak ne yapmam gerektiğini ona sorsam da cevap vermiyordu. Böylece aptal gibi o sikik taksiye bindim." Dudakları gerildi. "Binmeseydim yaşayabilirdi. Ambulansı bekleseydik... İkisi de kurtulabilirdi. Fakat aptalın teki olduğumdan korkumun beni yönetmesine izin verdim. Ve taksiyi seçtim diye... Onları kaybettim."

"Trafik mi vardı?" Hepimiz Çağrı'ya baktık. Hatta Mete bile kafasını kaldırıp ona bakmıştı. Çağrı, üzerindeki ters bakışları fark edip boğazını temizledi. "Dalga geçmiyorum. Sorayım dedim tamam mı? Bana böyle bakmayı kesin."

"Hayır ebesini silktiğim," diye fırladı Mete. "Fahişe dölü sarhoştu ve ben bunu taksiye binince bile çok geç fark ettim." Parmakları tuhaf bir şekilde kasıldı. Titreyen ellerini yine yumruk yaptı. "Hastaneye yetişmek için hızlı sürüyordu çünkü ona bunu söylemiştim. On beş dakika sonra gidip başka bir arabaya çarptı. Sonra o da bir başkasına... Zincirleme bir kazaydı." Derin bir nefes aldı. "Tekrar uyandığımda hastanedeydim. Kazanın üzerinden günler geçmişti ve... Bebek ölmüştü."

Göğsüme bir huzursuzluk çöktüğünde nefeslerimi düzene sokmaya çalışıyordum.

"Birkaç gün sonra ablam da öldü," diye devam etti. "Süslü kelimelerle anlatıp dram yapmaya gerek yok. Sadece... Sahip olduğum her şeyi kaybetmiş gibi hissettim. Bir şey nefesimi yakmaya başlamış gibiydi." Gözlerini silahlardan birine çevirdi. "Buraya kadar gayet sıradan bir hikaye, değil mi Ölüm? Doğum sahnesi, kaza, annenin ve bebeğin ölümü... Fakat asıl ilgilendiğin yer bu kısım değil. Hikayenin devamında ne yaptığım."

Gözlerini bir cevap bekler gibi cebimde kendini belli eden telefona çevirdi. Bir süre telefona baktı fakat telefon titremedi ya da ses çıkarmadı. Ölüm cevap vermiyordu. Belki şu an bizi dinlemiyordu, belki de cevap vermemenin, Mete'yi daha da sinirlendireceğini biliyordu. 

Mete'nin yüz hatları kararırken burnundan kesik, sert bir nefes aldı. "Hastaneden çıktığımda artık ablam yoktu. Annem ve babam çökmüştü. Hayat tiksineceğim derecede normal bir şekilde devam ediyordu. Kazadan en az hasarla kurtulan şofördü. Onu şikayet ettik. Hakkında suç duyurusunda bulunduk. Alkollü bir şekilde trafiğe çıkıp iki insanın canını almıştı. Katilin, pisliğin tekiydi." Acı bir şekilde, soğuk bir kahkaha patlattı. "Adalete güvenmek istedim. Gerçekten. Fakat para ve arkanda duran kişiler adaletten daha etkiliymiş, bunu öğrendim."

"Ceza almadı mı?" diye sordu Kutay yatıştırıcı bir sesle.

"Almaz olur mu?" diye alaylı bir sesle cevap verirken Mete'nin yüzünde pis bir sırıtış vardı. "Birkaç aycık içeride paşa paşa oturdu. İyi beslendi. Sonra da şartlı tahliye aldı. Üstelik içeride birkaç yıl kalması gerekiyordu." Dişlerini gıcırdattı. "Kendine bir komplo planı uydurmuş. Aslında alkol kullanmadığında dair birçok şahit vardı. Karmakarışık ve sikik bir hikaye sonucunda, ona alkolü fark etmeden verdiklerini iddia etmiş. Yersen." Boynunu yatırıp kıtırdattı. "Arkasında birileri vardı."

"Ölüm'ün hoşuna gidecek hikaye bundan sonra mı başlıyor?" diye sordum devam etmesi için onu desteklemek amacıyla.

"Evet." Koltukta geriye doğru yaslanıp boynunu esnetti. "Hangi yollara başvurduğumu sormayın. Onunla işim bittiğinde, belden aşağısı felç kaldı. Parmak kemiklerinin kırılıp dağıtılmasını sağladım. Ellerini bir daha kullanamadı. Kollarının birkaç yerden kırılmasını sağladım. Ardından ona uyuşturucuyu basmalarını söyledim. Polisler onu öyle buldular. Böylece arkasındaki pis işlerle uğraşan çeteyle bağlantısı ortaya çıktı. Ah..." Gülümsedi. "Bir de dili de kesilmişti. Kendini savunamadı."

Şok içinde Mete'ye bakıyorduk. Nefesim kesilmişti.

"Öyle bakmaya devam edin," derken sesi sertti. "Ablamın ve biricik yeğenimin katili götünü sallaya sallaya etrafta dolaşırken oturacağımı mı düşündünüz? Böyle bir şeyi asla yapmazdım. İntikamımı aldım ve bu intikam için her şeyi yaptım. Daha sonra tekrar hayatıma döndüm. Mezun oldum, kolayca bir şirkette iş buldum. Sanki o herifin hayatını hiç batırmamışım gibi yaşamak düşündüğünüzden daha kolaydı."

"Onunla ters düşersem beni sikin," dedi Çağrı koltuktan kalkıp odanın içinde turlamaya başlarken. "Anasını satayım... Adamı yok etmişsin lan!"

"Bizzat değil." Çağrı'ya ters bir bakış attı. "Başkalarının onu mahvetmesini sağladım fakat doğru, bunun mimarı bendim."

"Hak ettiğini bulmuş," dedi Sarp omuz silkerek. Mete belirgin bir şaşkınlıkla ona döndüğünde Sarp keçi sakalını sıvazladı. "Sonuçta hiçbir bok yapamayacak bir katil, yürüyebilen bir katilden iyidir. Toplumu bir pislikten arındırmışsın ve kaçtığı cezayı tazminatla ona geri vermişsin. Akıllı bir adam olduğun için mafyalarla, uyuşturucu çeteleriyle falan da anlaştığını sanmıyorum. O tarz ilişkiler insanın peşini bırakmaz. Eh, temiz yoldan işini halletmişsin."

Mete'nin dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı.

Kendi ahlak yasalarımı gözden geçirmeye kalkışmadım. İçimden bir ses hak ettiğini bulduğunu söylüyordu. Adama yaptıklarına dair bir üzüntü hissetmemiştim. Bir ihtimal belki onun da farklı bir hikayesi vardı fakat hikayenin sadece Mete'ye ait olan tarafını biliyorduk. Bildiğim bu taraftan hak ettiğini düşünüyordum. Yine de bütün bunlar, Mete'ye karşı tedirgin hissetmeme engel değildi.

"Ya o adamla Ölüm'ün bir ilişkisi varsa?" diye sordum aniden. "Belki uzaktan bir tanıdığı ya da onun için önemli biridir. Seni de bu yüzden buraya tıkmıştır." Ellerimi saçlarıma daldırıp saçlarımı geriye yatırdım. Yağlandıklarını anlamam için parmaklarımdaki hissiyat yeterli olmuştu. "Sonuçta buraya ilk seni tıktı. En uzun süre sen acı çektin."

"Öyleyse bile umurumda değil," dedi Mete omuz silkerek. Doğruca bana baktı. "Yaptıklarımdan pişman değilim. Ve söylenenin aksine, intikam duygusu gitmeyen bir şey de değil. Onun canını yaktım ve intikam arzum söndü. Geriye sadece ablamın yokluğunun acısı kaldı." Gözlerini kaçırdı. "O benim her şeyimdi. Benden her şeyimi aldılar. Kaybedecek hiçbir şeyim kalmadı. İntikam olarak ise o heriften sadece bacaklarını ve parmaklarını aldım. İşim bittiğinde onun hâlâ kaybedecek çok şeyi vardı."

Sözlerindeki bir şeyler acısını kendi acımmış gibi hissetmeme neden oldu. Belki samimi bir şekilde cevap verdiğinden, belki de yaptıklarının bu kadar kolayca kabul etmesinden göğsüm ağrımaya başlamıştı. Öyle ki kafasını kaldırıp silaha bakarken, "Yeterli mi?" diye sorduğunda bile bu ağrı devam ediyordu.

Ölüm'den bu sefer cevap geldi. Telefon cebimde titrerken hızla telefonu çekip çıkardım.

Ölüm: Hikâyesinde yalan yok.

Ölüm: Ama eksik.

Ölüm: Ona adama ne olduğunu sor.

Boğazımı temizledim. Ardından yavaşça, "Peki ya... Ona ne oldu?" diye sordum. Tekrar öfkelenmesini, bağırıp çağırmasını bekledim.

Öyle olmadı. Mete umursamaz bir tavırla göz devirdi. "Ben buraya kapatılmadan bir ay önce geberip gitti," dedi zalim bir sesle.

Telefon tekrar titredi.

Ölüm: Teşekkür ederse, bir önemi olmadığını ona ilet.

Ölüm: Ölümünü ayarlamak pek zor olmadı.

Gözlerim irileşirken dudaklarımdan şaşkınlık dolu bir nefes döküldü. Hatta nefesimi, küçük bir inilti takip etmişti. Bakışlarımı telefondan ayırmaya çalıştım fakat ayıramadım. Doğru anlayıp anlamadığımdan emin olmak için defalarca yazılanları okudum. Kutay en sonunda dayanamayıp, "Ne oluyor?" diye seslendi.

"Ben..." Başımı kaldırdım. "Ölüm diyor ki... Önemli değilmiş." Boğazımı temizledim. "Onu öldürmenin bir önemi yokmuş." Pürüzlü sesim çatladı. "Demeye çalışıyor ki..."

"Bu ölümü onun ayarladığını mı?" diye sordu Mete alayla. Ardından bir kahkaha patlattı. "Tabii, tabii. Bize iyilik yapmaya çok meraklı biri olduğu belli oluyordu zaten. Ne tür bir manyak ve yalancı olduğu bizi buraya tıkmasından belli. Hayatımı araştırdığını anladık. Hatta o adamı o hâle benim getirdiğimi bile öğrenmiş. Ama bir pisliği temizlemek için onu öldürtmek..." Gülerek kafasını sağa sola salladı.

"Ya yapmışsa?" dedi Çağrı aniden. "Ya gerçekten bizi burada birleştirmek için mantıklı nedenleri varsa ve aslında bazılarımız onun için suçlu değil, koruması gereken kişilersek?"

"Hasta mısın sen?" diye tersledi Egemen. "Kuş muyuz biz? Tipini beğen, al, kafese koy ve orada mutlu olmasını bekle. Ölüm bir insanın ölümüne neden olduğunu söylüyor, bunu farkında mısın?"

Kanım donmuştu.

Mete, adamı ölmekten beter etmişti.

Ölüm adamı öldürmüştü.

Bir mesaj daha geldi ve bu sefer telefonla birlikte elim titriyordu.

Ölüm: Korktun mu?

Korkmuş muydum? Bir an durup bunu düşündüm. Mete'ye karşı karmakarışık hissediyordum fakat bu tam bir korku değildi. Birini öldürmemişti, öldürmekten beter yaşamıştı. Gerçek anlamda bir katil değildi. Onun için seçeceğim kelime intikamcı olurdu.

Onu yargılayabilecek bir insan değildim.

Ölüm gerçekten birini öldürttüğünü iddia ediyordu.

Gerçek bir katilin elinde olduğumuz anlamına geliyordu bu.

"Senden korkuyorum," dedim net bir sesle. Sesim titredi. Diğerlerinin bakışları üzerimdeyken, telefona bakmaya devam ediyordum. Birkaç dakika geçti. Ölüm cevap vermedi. Böylece telefonu tekrar cebime sıkıştırdım ve kafamı kaldırıp diğerlerine baktım. Mete'nin üzerimdeki bakışlarına karşılık verdim. Gözlerindeki soruyu görebiliyordum. Gerçekten ondan korkup korkmadığımızı, ona karşı ne düşüneceğimizi merak ediyor gibiydi.

Belki Ölüm, bunu evdekileri birbirine düşürmek için açığa çıkarmıştı. Belki de bu hikâyede fark etmemizi istediği başka bir detay vardı. Her türlü, şu anda kimse sesini çıkarmıyordu. Sarp tepkisini dile getirmişti. Çağrı ondan korktuğunu söylese de ona sataşacak bir şey dememişti. Belki de cesaret edememişti. İçimden bir ses Kutay'ın tedbirli ama normal davranacağını söylüyordu. Egemen'in tepkisini kestiremiyordum.

Bu hikâyeden en çok etkileneceğini düşündüğüm kişi Gökhan'dı. Fakat o sessiz bir şekilde durup dizlerini izlemek dışında hiçbir şey yapmıyordu.

Günün şu ana kadarki geçen süresinde beni en çok dehşete düşüren şey, Mete'den korkmamam oldu.

• • •

Herkese tekrar selam!

Huh, sonunda Mete'nin hikayesini sizinle paylaşabildim. Bu konuda görüşlerinizi merak ediyorum. Beklediğiniz gibi miydi?

Mete'ye hak verdiniz mi yoksa soğudunuz mu?

Peki ya Ölüm'ün ona yardımcı olmak istermiş gibi o adamı öldürdüğünü iddia etmesi?

Özellikle geçen bölümde Mete'nin ana erkek karakter olacağını düşünenler çok olmuş. Henüz yakınlaşmanın kiminle olacağını söylemeyeceğim ama kiminle olacağını düşündüğünüzü çok merak ediyorum. Sizce Ölüm dışında ana erkek karakter olarak, Afra'nın yakınlaşabileceği kişi kim olacak?

Umarım sınır hızlı geçilir ve umarım bölümü beğenmişsinizdir. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere ^^ Çok seviliyorsunuz.

Instagram:

Kişisel: Merisiej
Blog: Limaeibooks
Kitaplarımla ilgili paylaşımlar için: ilimaei

Continue Reading

You'll Also Like

712K 22.1K 23
Sevgiden nefrete dönüşen imkansız bir aşkın hikayesi. "Onlar cehennemi yaşayacak, Aşk cennetin dilinden onlara kalan tek an olarak kalacak, bu aşkın...
26K 1.2K 26
Wattsy 2018 Gizli Cevher Ödülü Tüm dünyanın kaderi onun elindeydi. Ama bu sırada ölüm melekleri tarafından öldürülmemesi gerekiyordu... Gren daha ye...
KOĞUŞ-7 By SA

Mystery / Thriller

67.3K 3.3K 7
"Tanıştırayım beyler. Terre Haute Hapishanesi'nin ilk kadın mahkumu."
200K 7K 31
Bora'nın üzerime gelen adımlarıyla birkaç adım daha ondan uzaklaşmak istesem de yatağa çarpan bedenimle durmak zorunda kaldım. Gözlerimin derinine ba...