ARAF

De Khrmnbeyza02

10.9K 3.6K 5.5K

Hayatı zorluklarla geçen hasta bir kız... Yıllar önce onu görüp aşık olan bir adam... ******** Uzun bir süre... Mai multe

ARAF-1
ARAF- 2
ARAF-3
ARAF-4
ARAF-5
ARAF-6
ARAF-7
ARAF-8
ARAF-10
ARAF-11
ARAF-12
ARAF-13
ARAF-14(Part-1)
ARAF-14(Part-2)

ARAF-9

541 242 283
De Khrmnbeyza02

Merhabaa Patates Kızartmalarımm🍟

SİZİNLE TEKRAR BİR ARAYA GELMEK BENİM İÇİN BİR ONURDUR.🥰

OY VERMEYİ UNUTMAYIN
İYİ OKUMALAR❤️

***************

"Hadi gelin sofra hazır." çekmeceden üç çift çatal kaşık aldım ve masaya dizdim. Mutfağa önce babam ardından da abim girmişti. Kızmasın diye hemen tabaklara çorbayı koymuştum.

"Tuzsuz olmuş. Bir işi de düzgün becer!" babamın bağırmasıyla irkildim ve masadan tuzluğu alıp çorbasına tuz ektim. Ortaokul 7.sınıftaydım ve arkadaşlarım yarın akşam düzenlenecek pijama partisine davet etmişlerdi. Babamın 'hayır' diyeceğini biliyordum ama yine de içimde izin verir diye hafif bir umut vardı. Çorbamdan bir kaşık aldım ve bekledim. Yemekte söyleyemezsem başka bir zamanda hiç söyleyemezdim.

"Babacım arkadaşlarım yarın pijama partisi düzenliyorlarmış...beni de davet ettiler. İzin verirsen bende gidebilir miyim?" babam yemeğini yerken göz ucuyla bana baktı ve kafasını sağa sola salladı.

"Olmaz otur oturduğun yerde. Yeni icatlar çıkarma başıma." üzülmüş, kırılmış ve sinirlenmiştim. Abim istediği zaman arkadaşlarıyla sabaha kadar dışarıda takılabiliyorken konu ben olunca hiçbir şey yapmama izin vermiyordu.

"Ama bu haksızlık. Abim istediği her şeyi yapabiliyorken ben neden evde oturuyorum?" babam kaşığı sertçe masaya bıraktı. Abimde onu örnek vermemden hoşlanmamış olacaktı ki o da aynı tepkiyi vermişti. Babam saçlarımdan tutup kendisine çekti. Başım geriye doğru bükülürken çığlık atmıştım.

"Ulan sen abinle kendini nasıl bir tutarsın gerizekalı. Sen benim sözümün üstüne söz söyleyecek adam mısın lan?" kafamdan ittirmesiyle sandalyeden aşağıya düşmüştüm. Çok canım acıyordu ama ağlamamakta inat ediyordum. Biliyordum ki ağlarsam daha çok dayak yerdim. Babam beni dövmek için ayağa kalkarken abim onu durdurup kendi ayağa kalktı.

"Baba sen karnını doyur, ben bu küçük sıçana dersini veririm." babam abimi kafasıyla onaylayıp yemeğine geri dönerken abim, saçımdan tutmuş odama sürüklüyordu. Odanın kapısına geldiğimizde beni, odanın ortasına fırlattı ve ardından kapıyı kilitledi. O kadar çok korkuyordum ki artık gözyaşlarıma engel olamıyordum.

"Orospu! Demek ben dışarı çıkıp geziyorum ha?" pantolonundan kemerini söktü ve kemerle bana vurmaya başladı.

"Özür dilerim abi, söz veriyorum bir daha yapmayacağım." vurmasın diye yalvarıyordum ama beni dinlemiyordu bile.

"Üstünü çıkar sünepe. Benden bir iz taşı da bütün hayatın boyunca hatırla." üstümü çıkarmamak için dirensem de sonrasında kendi elleriyle kıyafetlerimi yırtıp iç çamaşırımla kalmamı sağlamıştı.

"Yalvar! Yalvar ki daha çok döveyim seni." o gün sabaha kadar kemerle dövdü beni. Acıdan bayılsam da beni ayıltıp sonra tekrar bayıltana kadar dövüyordu. Sabah ezanı okunurken halının her yeri benim kan izlerimle dolmuştu. Abim de yorulmuş olmalıydı ki vurmayı bıraktı ve odadan çıktı.

Artık partilerden nefret etmem için büyük bir sebebim vardı.

**********************

Ter içinde uyandım. Ellimi kalbime götürerek sakinleşmeye çalışıyordum. Rüyamda geçmişten bir anı görmek beni çok derinden sarsmıştı. O günden kalan yara izlerimin deli gibi sızladığını hissettim. Pijamamı çıkardım ve izlerimin üstünde elimi gezdirdim. Hıçkırarak ağlamaya başladım. Onlardan kurtulmuş olsam bile rüyalarımda peşimi bırakmıyorlardı.

 Ne zaman bitecekti bu? 

Ne zaman özgür olacaktım artık?

Derin derin nefes aldım. Bunlar sadece hatırlanmaması gereken anılardı o kadar. Kendimi toparlamam gerekiyordu. Komodinin üzerinden saate baktığımda yediye yirmi vardı. Bacaklarımı yataktan sarkıtıp bir süre etrafa baktım. Bugün oldukça hareketli bir gün olacaktı ve ben, sıfıra eksi beş olarak geriden geliyordum. Yataktan kalktım ve banyoya girdim. Ilık bir duş şu anlık problemlerimi çözer gibiydi.

Duştan çıktıktan sonra en sevdiğim iç çamaşırlarımı giyip nemlendiricilerimi sürdüm. Bugün ne giysem diye düşünürken takım giymenin daha mantıklı olacağına karar verdim. Bordo blazer ceketimin içine siyah askılı crop ve altına da ceketin takımı olan kısa bordo eteğimi giydim. Ayakkabı olarak da siyah sitiletto ve çanta olarak da yine siyah bir el çantası seçtim. Hafif ve dumanlı bir makyaj yapıp saçlarımı da dalgalandırmıştım.

Hazırlandıktan sonra mutfağa girdim. Bir süre kahve ve elma ikilisiyle vedalaşmam gerekiyordu ama onların dışında yapıp yiyebileceğim bir yemek de aklıma gelmemişti. Buzdolabını açıp şöyle bir baktım. Sanırım kahvaltı gevreği yiyecektim.

Dolaptan sütü ve kahvaltı gevreğini çıkardım. Aç karnına mideme oturmaması için sütü bir kaba döküp ocağa koydum. Süt ocakta ısınırken bende kahvaltı gevreğinden yiyeceğim kadarını kaseye döktüm. Süt ılıdıktan sonra kaseye döküp balkona çıktım. Manzarayı izlerken yemek yemeyi seviyordum.

Yaz ayında olduğumuz için hava çoktan aydınlaşmıştı. Saat erken olduğu için dışarıda insan yok demek isterdim ama maalesef burası İstanbul idi. Bu şehrin karmaşası hiç bitmezdi. Böyle bir yerdi İstanbul, nefreti de tutkuyu da aynı anda tattırabilirdi size. Her seferinde gitmek ister ama gitme vakti geldiğinde de bırakmak istemezdiniz.

Beni soracak olursanız. Evet, bu şehri hatta bu ülkeyi bırakıp gittim ama tercih değil zorunluluktu benim için. Gidip daha da güçlenmem gerekiyordu. Benliğimde bazı şeyleri değiştirmek zorundaydım. Bu dediklerimi de orada gerçekleştiriyordum. Belki hedefime tam anlamıyla ulaşamamıştım ama sorun değildi. Burada da kaldığım yerden devam edebilirdim.

Hem öğrenip hem de savaşabilirdim.

Kahvaltımı bitirdiğimde saat çoktan sekizi çeyrek geçiyordu. Bulaşık makinesine koyarsam makinenin dolmasını beklemem çok uzun süreceğinden bulaşıkları hızlıca elimde yıkadım. Üstümü batırmadan bulaşıkları yıkamayı başarmıştım. Ardından banyoya gidip dişimi fırçaladım. Tunçla saati konuşmamıştık ama sabahtan buluşup hallederiz diye düşünüyordum. Aynada üstümü düzeltirken zil çaldı. Tunç gelmiş olmalıydı. 'Geldim' diye seslenip kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açtığımda ise kapıyı çalan Tunç değildi.

Esat idi.

"Günaydın baş...Esat." onu karşımda takım elbise içinde görmek, nedense içimi hareketlendirmişti. Dün akşam dediği gibi unvanını sadece iş sınırlarında kullanacaktım. En azından deniyordum.

"Günaydın Hazal. Hazırsan çıkalım mı?" başımı sallayıp çantamı aldım ve evden çıktım. Ben kapıyı kitlerken Esat da asansörü çağırmak için ilerlemişti. Dün akşama göre bugün davranışları daha mülayimdi. Açıkçası böyle davrandığı zamanlar daha...

'Muhteşem mi?' iç sesime göz devirdim. 

Daha katlanılabilir biri diyecektim.

'Kesin öyledir. Yersen tabi.' dedi ve göz kırptı. Kişiliklerimi normal şartlarda severdim ama böyle davrandıkları zamanlarda acayip gıcık oluyordum.

İç sesimle münakaşa etmeyi bırakıp Esat'ın yanına gittim. Dairelerinin kapısı kapalıydı. Tunç'u sormak için Esat'a baktım. Esat da bana baktığı için göz göze gelmiştik. Bir süre öyle birbirimize baktık. O ne için bakıyordu bilmiyorum ama ben, kaşının içinde gizlenmiş olan beni inceliyordum. Aynı yerde benim de benim vardı ve ben onu çok tatlı buluyordum. Asansörün kata geldiğini gösteren sesle ikimizde kendimize geldik. Ben önden kabine binerken o da arkamdan asansöre bindi ve zemin katı tuşladı.

"Tunç nerede?" gözlerimi hangi katta olduğumuzu gösteren ekrandan çekip yanımdaki adama yönelttim. O da az önce yaptığım gibi ekranı izliyordu.

 Bana dönmeden cevap verdi. "Tunç'un bugün çok önemli bir duruşması ardından da toplantısı varmış. Bugün sana ben eşlik edeceğim." konuştuktan sonra tepkimi ölçmek için kafasını çevirmişti. Elimi alnıma götürüp sıvazladım.

"Seni meşgul etmek istemem ben..." vücudunu komple bana çevirdi ve bir adım yaklaştı.

"Benden korkuyor musun?" sorusu şaşırmama sebep olmuştu. Birden bire böyle bir soru yöneltmesini beklemiyordum. Cevap vermeden önce, ben de onun gibi vücudumu komple ona doğru çevirdim.

"Senden korkmuyorum ama henüz güvenmiyorum. Belki ben savcı pardon başsavcıyım güvenmemen için bir sebep yok diyebilirsin. Ancak ben insanların işinden, tipinden ve maddiyatından güvence almıyorum. Maalesef bu ülkede Allah yolunda diye emanet ettiğimiz imamların kız çocuklarına taciz ettiğini de gördük." o haber başlığı dün gibi aklımdaydı. İnsanların dini kullanarak her şeyi yapabildiği bir toplumda yaşıyorduk.

"Çok haklısın. Bu millet adam sanıp da hiç olan çok insan gördü. Ben, bana hemen güven demiyorum elbette zamanla, beni tanıdıkça bu güven oluşacaktır zaten. Sadece senden istediğim benden korkmaman ya da çekinmemen. Ben senin tarafındayım." benim tarafımda derken ne demek istediğini soracaktım ama asansörün zemin kata varmasıyla kapı açıldı ve sohbetimiz burada sona erdi.

***********

Karakola vardığımızda Emre'nin kapımı açmasını beklemeden aşağıya indim. Esat'ın arabası daha gelmemişti. Gülümsedim. Yolda önlerine geçmek için Emre'ye bizi hızlı götürmesini söylemiştim. Sabah sabah kendi kafamda düzenlediğim oyunu kazanmak mutlu etmişti. Ben bunları düşünürken Esat'ın arabası bahçeye gelmişti. Kendi arabamla onunkini incelerken çok lüks takıldığımı fark etmiştim. Ancak benim bilerek seçtiğim bir şey değildi. Kendileri bana böyle bir araba vermişlerdi. Esat'ın yanıma gelmesiyle karakola doğru ilerlemiştik.

Güvenlikten geçince Esat'ı takip etmeye başladım. Gittiğimiz yolu ve etrafı dikkatlice inceliyordum ki bir sonraki davalarımda zorluk yaşamayayım. Biraz daha ilerledik ve üstünde Komiser Zeynep Kocaman yazan kapıdan içeri girdik. Zeynep Komiser, Başsavcıyı görünce ayağa kalktı ve koltuğuna oturması için kenara çekildi.

"Zeynep, bize Ali Taşkın'ın davasındaki kamera görüntülerini açıp yalnız bırakır mısın?" Esat masanın ucunda Zeynep Komiserin görüntüleri açmasını bekliyordu. Hafiften gerilmeye başladığımı hissettim.

Aslında onu görmeye hazırdım ama neden vücudumun böyle tepki verdiğini anlayamamıştım. Pencere tarafına doğru yürüdüm. Elimle boynumu sıvazlarken derin nefes aldım.

'Sakin ol minik kuzum. O pislik öldü ve artık bize zarar veremeyecek kadar da uzakta.' iç sesimin telkinlerini dinlerken bedenim bir nebze de olsa rahatlamıştı. Bir süre daha pencereden dışarıyı izlemiştim. Dışarısı da içerisi kadar hareketliydi. Sürekli bir polis arabası gelip içinden kelepçeli insanlar indiriyordu. Onların arkasından ise aileleri ya da avukatları koştur koştur karakola giriş yapıyordu.

Keşke bütün suçları ortadan kaldırabilseydik. 

Keşke dünya daha adaletli ve merhametli bir yer olabilseydi.

Ancak bu hayatta ki zincirleri kırmadığımız sürece sağlıklı bir toplumda yaşayamayacaktık. Ne yazık ki bu zincirleri kırmak imkansızdı. 

'En azından birkaç insanın zincirlerini kırmasına yardım edebiliriz.'

Evet, dünyayı komple kurtaramazdık belki ama birkaç kişiyle bile büyük fark yaratabilirdik.

Düşünceler diyarına kendimi o kadar kaptırmıştım ki odada yankılanan öksürük sesi irkilmeme sebep olmuştu. Tekrardan odaya döndüğümde Zeynep Komiserin çoktan  çıkmış olduğunu görmüştüm. O kadar dalmışım ki kapı sesini bile işitmemiştim.

"Görüntüler hazır izleyelim mi?" sesin geldiği tarafa baktığımda sandalyenin tepesinde duran Esat'la göz göze geldim. Sanırım iyi olup olmadığımı anlamak için dikkatimi çekmek istemişti. Sorusuna cevap olarak yanına gittim ve oturması için elimi öne doğru uzattım.

"Senin oturmanı istiyorum. " kafamı hayır anlamında salladım.

"Başsavcım şu an iş sınırları içerisindeyiz. Usulen sizin oturmanız gerekiyor." sanırım bu adamın kast sisteminden haberi yoktu.

"Usulleri biliyorum elbet ama ben, senin oturmanı istiyorum." dedi ve sandalyeyi oturmam için biraz geri çekti. Yüzüne baktığımda itiraz kabul etmeyeceğini gösteren bir ifadesi vardı. Dışarıdan birinin görüp görmemesi umurunda değil gibiydi. Saçmalık dedim içimden bir savcının, ki normal savcı bile değil başsavcı, oturması için koltuğunu avukata verdiği nerede görülmüş.

İtiraz etmeyi bıraktım ve sandalyeye oturdum. Ben otururken de sandalyeyi ileri itmeyi ihmal etmemişti. Ben oturunca da biraz öne eğilip kamera görüntülerini açtı.

Kameranın açısı yüzünden Ali Taşkın'ı arka profilini görebiliyorduk. Dosyada dendiği gibi Ali Taşkın karşı taraftan gelen Asaf Yıldırım'ın önünü kesiyor sonrasında da arbede yaşanıyordu. Buraya kadar her şey yazıldığı gibi ilerlerken Ali Taşkın bıçağını çekmeden önce yüzünü bize çevirdi ve gülümseyip göz kırptı. 

Bu kısacık bakışma bile beni ekrandan geri çekmeye yetmişti. Verdiğim tepki karşısında Esat, videoyu durdurdu ve sandalyeyi kendine doğru çevirdi. Elimi avcunun içine alıp benimle aynı hizada olmak için eğildi.

"İyi misin? Kötü hissettiysen kapatabilirim." daha cevabımı bile beklemeden ayağa kalkıp bilgisayara uzanmıştı ki kolundan tutarak durmasını sağladım. Konuşabilmem için kafamdaki o görüntünün gitmesi gerekiyordu. Görüntülerde davanın seyrini değiştirebilecek bir kısım vardı. İşinde ehli olan biri bile o detayı fark edemezdi.

Çünkü kimse onu, benim kadar iyi tanıyamazdı.

Esat tekrardan benimle aynı hizaya geldi. Bu sefer iki elimi birden tutuyordu. Başımı yerden kaldırdım ve göz göze geldik. Bakışları bu zamana kadar gördüklerimden çok daha farklı ve yoğundu. Sanki içinde bir ateş vardı ama yanmamdan korktuğu için bu ateşi ortaya çıkartamıyor gibiydi.

Bilgisayarda açık olan ekrana baktım. Esat'tan bir elimi çektim ve masaya doğru yaklaştım. Diğer elimle de Esat'ı kendime doğru çektim. Esat beni, masa ve kendisi arasına alacak kadar yaklaştıktan sonra videoyu birkaç saniye geriye sardım.

Esat ne yaptığımı anlamamıştı ama sabırsız davranmakta istemiyordu. Ali Taşkın'ın kameraya baktığı kısımda durdurdum. "Ali Taşkın'ın dosyada sarhoş olduğu yazılıydı ama bu adam sarhoş değil. Dahası da var." bu sefer de Asaf Yıldırım'ın kadraja girdiği anı açtım ve durdurdum.

"Sanık, maktulü ilk gördüğü zaman yüzünde bir şaşkınlık ifadesi geçiyor." anlatırken elimle sanığı daire içerisinde gösteriyordum. "İnsan ilk defa gördüğü birine karşı korkabilir, umursamaz davranabilir hatta üzülebilir ama şaşıramaz." Esat ses çıkarmadan beni dinlemiş ardından da videoda dediğim kısımları tekrar izlemişti.

"Yani diyorsun ki bu iki adamda birbirini daha önceden tanıyorlar. Eğer öyleyse Asaf Yıldırım'ın maktulün kafasına sıktığı kurşun meşru müdafaa olarak görülemez. Dosya cinayet davası olarak değerlendirilir." geriye doğru yaslandım. Tunç'un Asaf hakkında dedikleri aklıma gelmişti.

"Son derece tehlikeli olan bir mafya liderinin sağ kolu."

"Peki maktulün sarhoş olmadığını da nerden anladın?" sandalyeyi Esat'a doğru çevirdim. O da masaya yaslanmış bir şekilde bana bakıyordu.

"Ben beş altı yaşlarındayken babamla olan ilişkim çok daha iyiydi." o zamanları detaylı bir şekilde hatırlamazdım ama babamın benimle oyun oynadığı, dışarda gezdirdiği hatta ben yatmadan önce beni öptüğü zamanlar dün gibi aklımdaydı.

"Babam numara yapma konusunda çok başarılıdır. Küçükken dışarı çıktığımız zaman yoldan geçen insanları kandırmak için rol yapardı. Bazen hasta, bazen tefeci, bazen ise sarhoş numarası yapardı. İnsanları kandırıp başarınca da bana yandan gülümser ve göz kırpardı." o anı tekrar hatırladığımda irkildim. Sanki... sanki izlediğimi biliyor da oyun olduğunu gösteriyor gibiydi.

"Bu dediklerini sen söyleyene kadar kimse fark etmemişti. Zaten davanın türünden ve karşı tarafın çok güçlü olmasından dolayı üstüne düşülerek inceleme de yapılmadı. Ancak Hazal..." cümlesini tamamlamadan beni inceledi. Belki de söyleyeceklerine hazır olmamı bekliyordu?

"Bu iddiaları kanıtlayacak ne argümanımız var ne de vaktimiz." biliyordum. Esat, her ne yaşanırsa yaşansın o adama onurlu bir ölüm yaşatacağımı düşünüyordu ama yanılıyordu.

"Açıkçası bu detayları size anlatmamın sebebi o pisliği aklayabilmek için değildi. Sanık, kasti ya da kaza sonucu öldürmüş olsa da benim nezdim de dünyadan bir şerefsizi gönderdiği için plaketi hak ediyor." 

"O zaman kafanda başka bir plan var?" düşüncelerimi Esat'a anlatıp anlatmama arasında kalmıştım. Ona ne kadar güvenebilirdim emin değildim ama ruhumun derinlerinden gelen bir ses en çok ona güvenmemi söylüyordu.

Dava konusunda başıma gelenleri, Emir Bey'in sözlerini ve Tunç'un düşüncelerini... Hepsini en başından detaylıca anlatmıştım. Anlattıklarım bitince de bunları daha detaylı ve kimsenin dinleyemeyeceği bir yerde konuşalım diyerek beni karakoldan çıkartmış sahil tarafında bir kafeye götürmüştü.

Esat'ın koruması ve Emre bizim çapraz arka masamızda bizi ve çevreyi görebilecek şekilde oturmuşlardı. Etrafta herhangi bir sorun olmadığı kanaatine varınca konuya kaldığımız yerden devam etmiştik.

"İmza dışında anlattıklarından haberim var. Merkezden bu dosyayla özel olarak ilgilenmem ve bir pürüz çıkmamasını sağlamam istendi. Dava avukatını araştırdığımda da bizim şirketin avukatı olduğunu öğrendim."

"Davadaki savcının da avukatın da bağlantılı olması bana normal gibi gelmiyor. Karşı tarafın bizimle bir derdi var bence ama ne olduğunu çözemedim." söylediklerime cevap vermek için ağzını açmıştı ama masaya gelen garsonla siparişleri vermemizi beklemek zorunda kalmıştı.

İkimizde birer sade Türk kahvesi söylemiştik. Olayların daha da çıkmaz hal alması midemdeki düğümü daha da kuvvetlendiriyordu ama sakin kalmaya kararlıydım. Garson kahvelerimizi getirdikten sonra konuşmaya devam ettik.

"Dediğim gibi bizimle bir dertleri varsa en önemli soru: benim sizinle olan bağlantımı nerden biliyorlar?" soruma karşı Esat gözlerini kaçırdı. Bana bakmadan kahvesinden büyük sayılabilecek bir yudum aldı ve yudumu yutması da bir o kadar sürdü. En sonunda, kendisini hazır hissetmiş olmalıydı ki, konuşmaya başladı.

"Hazal benim Tunç ile nasıl tanıştığınızdan haberim var. O dönemler Tunç'u ziyarete gittiğimde bana; seninle tanıştığını, sana ne kadar değer verdiğini, seninleyken çok mutlu olduğunu hepsini anlatırdı. Belki senin daha tanımadığın biri tarafından geçmişini bilmesine rahatsız olacaksın ama Tunç, hiçbir zaman yaşadıklarını tam anlamıyla bana aktarmadı. Sadece neden orda olduğunu ve nasıl vakit geçirdiğinizi anlattı o kadar."

Şimdi gözlerini dikip bakma sırası ondaydı. Tunç'un abisine beni anlatmış olması, benim açımdan sorun değildi. "Bu durum, benim açımdan bir sorun teşkil etmiyor. Ayrıca geçmişte yaşadıklarımdan asla gurur duymuyorum ama utanmıyorum da. Yaşadıklarım olmasaydı ben bugün burada oturan kız olamazdım."

Söylediklerime gülümsemişti. Bakışlarından gurur duyuyormuş gibi hissetmiştim. Derin derin gözlerime bakıyor, bu bakışları da içimde bir şeyleri hareket ettiriyordu.

"Sen çok güçlü bir kızsın. Her şeye rağmen dimdik ayaktasın ve yolunda ilerlemeye devam ediyorsun." bunlar benim için çok güzel iltifatlardı. Utandığım için başımı eğip teşekkür etmiştim. Verdiğim tepkiyle gülümsemesi kahkaha dönmüştü.

"Rica ederim. Gördüğümü söylüyorum sadece." sonlara doğru sesini iyice alçaltıp bir şeyler daha söylemişti.

"Seninle gurur duyuyorum  güzelim." 

Duymamam için öyle yapmıştı belki ama söylediklerini işitmiş ve neden böyle dediğini anlayamamıştım. Sebebini sormak için ağzımı açmıştım ama garsonun yanımıza gelmesiyle yaptığım eylem yarıda kesilmişti.

Garson yanıma gelip bana bir kağıt uzatmıştı. "Efendim, kasadaki beyefendi size bu notu iletmemi istedi." kağıdı aldım ve teşekkür etmeme izin vermeden giden garsonun arkasından baktım.

Kasa tarafı görüş alanımda olmadığı için önce notu okuyup sonra o tarafa gitme kararı almıştım. Notu açarken Esat da tüm dikkatiyle beni izliyordu.

"Sana bir sürprizim var dışarı bak."

Notu okuduktan sonra kafamı dışarıya doğru çevirdim. Ne gibi bir sürpriz olduğunu anlayamamıştım. Esat da benim gibi dışarıya bakmıştı.

"Ne oluyor Hazal?" en ufak bir ayrıntıyı kaçırmamak için notu ona uzatırken dışarıda gördüğüm kişiyle hareketlerim durmuştu. Baştan aşağı siyahla kaplanmış, elleri cebinde bana gülümsüyordu. Gördüklerim karşısında adeta şok geçirirken Esat'ın bana doğru bağırdığını duydum.

"Hazal!"

Tam o anda her şey ağır çekimde gerçekleşmişti. Esat bana doğru uzanırken yolun karşısında duran aracın içinden çıkan kurşun, sol omzuma isabet etmişti. Cam kırıkları üstüme yağarken Esat, beni belimden yakalayıp masanın altına çekmişti. Emre ve Esat'ın koruması da siper almış karşılık veriyorlardı.

Kan kaybından mı yoksa yaşadığım şoktan mı bilmiyorum ama etrafı hafif puslu görmeye başlamıştım. Esat korumalara bir şeyler söylüyordu ama bu arbede de beynim sesleri ayırt edemiyordu.

Esat bu sefer yüzünü bana döndü. "Korkma güzelim tamam mı? Destek yolda, çıkartacağım seni buradan." eliyle saçlarıma dokundu ve belinden silahını çıkartıp çatışmaya dahil oldu. Omzumdaki acı gitgide artıyordu. Kafamda ise binlerce soru vardı.

Neden vuruldum?

Kim vurdu?

Onun burada ne işi vardı?

Yoksa o da bu işin içinde miydi?

Etrafa bakmaya çalıştığımda kafede olan birkaç kişinin daha bizim gibi masa altına saklandığını zor da olsa anlamıştım.

Bu insanların ne suçu vardı?

Dışarıdan gelen siren sesleriyle Esat ateş etmeyi bırakıp beni kucağına çekmişti. Bu sefer omzuma baskı yapıp beni daha da sarıp sarmalıyordu. Baskı yüzünden omzum daha da acımaya başlamıştı. Elini oradan çekmek istiyordum ama uzuvlarımı hareket ettiremiyordum. Beynim zemine doğru akıyormuş gibi hissediyordum. Güçten düştüğümü anlamıştım.

Etraf karanlığa gömülürken hissettiğim tek şey o sıcacık kollardı.

*******************

BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ?

GERÇEKTEN BÜTÜN BELALAR KIZIMIZIN ÜSTÜNE YAĞIYOR.

BAKALIM BİR SONRAKİ BÖLÜMDE NELER OLACAK.

ŞİMDİLİK GÖRÜŞMEK ÜZERE

ÖPÜLDÜNÜZ

Continuă lectura

O să-ți placă și

53.7K 2K 18
Mirzah Arslan 3 yıldır aşık olduğu kızı yanına almak isterse ne olur? Mirzah Arslan ❤️ Gizay Çetin Not: -Arkadaşlar bu kitap benim kendi yazdığım k...
558K 35.2K 12
Melis, annesinin kaderini yaşayan bir genç kızdı. Babası ve abisi tarafından evin hizmetlisi gibi görülür ve onlar için para kaynağı olmaktan ileri g...
3.5M 77K 25
• Daddy issues • || Mardin'den Kaçış Serisi: I || * Kurgu ve isimler değiştirildi. "Bazen evler, dört duvar olmaz." Kadın küçücüktü fakat adamın k...
41.6K 1.6K 17
Gerçek ailem kurgusu ama bu sefer ki farklı kızımız evli ve hamile. (Bazı yerlerde +18 vardır ayrıca Küfür, argo vardır.) Cringe'den ve klişelerden u...