Selaam!! Daha fazla bekletmek istemediğim için bölümü yayımlamak istedim. Öncelikle bölümlere gelen güzel yorumlarınız için teşekkür ederim!! Okunmalar ve vote sayısı güzel bir artış içinde umarım bu şekilde devam eder.
İyi Okumalar!!
Güne uyanmak zordu, özellikle sabahları beni güne başlamaya iten bir dış güç olmadığı zaman. Ama bugün, diğer günlerden farklıydı. Bugün birkaç aydır görüştüğüm, yani, en azından mesajlaştığım kişiyle buluşacaktım. Hal böyle olunca güne olabildiğince neşeli, enerjik ve heyecanlı başladım. İşlerimi halletmeden önce ona yazmayı tercih ettim, hep böyle yapardım zaten.
09.34
Kerem: Güüüünaydııınn
Kerem: Bugün büyük gün
Kerem: İyi uyuyabildin mi?
Umut: yooo
Umut: sıfır uykuyla geleceğim
Kerem: Neden
Kerem: Varoluşsal kriz mi yine?
Umut: yok
Umut: heyecandan bu sefer
Kerem: Ben de heyecanlıyım
Umut: bayıl istiyorsan bi de
Kerem: Duşa gireceğim şimdi
Kerem: Evden çıktığımda sana haber veririm
Umut: aloo mekanın konumunu atsana önce
Kerem: Hee
Kerem: Evet
Konum attıktan sonra görüşürüz deyip üzerimdekilerden bir çırpıda kurtuldum. Aslında daha vaktim vardı ama oyalanmak istemiyordum. Zaten böyle buluşma planları gibi şeylerin olduğu günlerde buluşma saati gelesiye evde boş boş beklemekten de nefret ediyordum.
Havalar çoktan soğumuştu, ama sıcak duş almaktan ölesiye tiksiniyordum. Bu yüzden yine buz gibi suyu açıp bedenimdeki tüyleri diken diken ederek beni şok etkisine uğratmasına izin verdim. Uzun sürmedi işim, bir şampuan ve duş jelinden sonra dışarı attım kendimi. Hızla üzerimi giyindim ve vücudumu yatağıma bıraktım. Telefonumdan saate baktığımda çoktan iki saat geçtiğini gördüm
11.46
Kerem: Çok soğuukkk
Umut: noldu cayacak mısın şimdiden :d
Kerem: Tokatlarım seni
Umut: duş aldıktan sonra pek bir sapıklaşıyorsun sen de
Kerem: NEDENN HEP BAŞKA YÖNLERE ÇEKİYORSUN
Umut: aman be şaka da mı yapmayalım
Kerem: Birazdan çıkıyorum ben
Umut: o kadar uzak mı sana
Kerem: Hayır evde durmayı sevmiyorum
Umut: aaayyy ben de erken çıksak diye ağlayacaktım birazdan
Kerem: OLEY BE
Kerem: Çıkalım o zaman?
Umut: çıkma teklifi için sence de biraz erken değil m ://
Kerem: HAAAYIIRRR
Kerem: Yani evet
Kerem: Erken
Kerem: Ama benim dediğim o değildi
Umut: ŞAKA YAPIYORUM ŞAKAAA
Kerem: Bağırma bana
Kerem: Çıkıyorum evden hadi
Tekrar vedalaştık. Evden çıktığımda havanın çiselediğini fark ettim ama çok da dikkat etmeyecektim, zaten saçım hala nemliydi ve tekrar ıslanması çok da büyük bir değişiklik yaratmayacaktı. Hasta olacaktıysam da, yani, daha ne kadar olabilirdim?
Durağa geçince ilk otobüse atladım. Kulaklıklarımı takıp en sevdiğim şarkıları dinlemeye koyuldum. Üzgün ya da moralimin bozuk olduğu zamanlarda şarkıların sözlerine odaklanırdım. Mutlu ve neşeli olduğumdaysa müziklerine kulak verirdim. Eğer şu an dinlediğim şarkının sözlerine odaklansaydım, "Sevişmeyi özledim ama en azından artık ölmek istemiyorum ki bu da iyi bir şey sayılır," sözü hakkında epeyce düşünmem gerekirdi.
Yolculuk geçmek bilmiyordu sanki. Otobüs klimaları öyle açmıştı ki ter içinde kalmıştım şimdiden ve bu beni rahatsız etmişti çoktan. Her an eve geri dönüp üzerimi değiştirmeye karar verebilirdim ama tekrar otobüse bindiğimde aynı şeyi yaşayacağımı bildiğimden çok da yanaşasım yoktu.
Yolu izlemekten sıkılıp Umut'a yazmaya karar verdim. En azından beni eğlendirmeyi başarabilirdi.
Kerem:
Umut: KIRK YAPAAARRRR
Haklıydım. Bir şekilde beni neşelendirmenin yolunu bulmayı başarıyordu ve bu da onunla daha çok vakit geçirmek istememe yol açıyordu. Ama bu iyi bir şeydi, herkes gibi ben de neşelenmeyi hak ediyordum. İşin zor kısmı, benim Umut'u neşelendirmeyi başarıp başaramayacağımdı. Günlerdir kafa patlattığım yegane konuydu.
Kerem: Sen neredesin?
Umut: annem bırakacak beni
Umut: sen otobüslerde sürünmeye devam et
Umut: kişisel şoförüm var benim
Kerem: Ağlawak
Böyle anlarda da neşelenmek için bana ihtiyacı olmadığını düşünürken buluyordum kendimi. Umut, tek kişilik dev kadro gibiydi: İçindi belli miktarda hüzün ve acı saklıyordu ama bir o kadar da hayat doluydu. Ya da belki de birçok kişinin yaptığı gibi o da sorunlarıyla şaka yaparak bahsediyordu, bilmiyordum.
Ama Umut ilgimi çekiyordu. Hakkındaki her şeyi bilmeden içim rahat etmeyecekti sanki.
Kerem: Ben ineceğim birazdan
Umut: ben indiiimmm
Umut: dur
Umut: annem telefonumdan bir şeye bakacakmış
Kerem: Bekliyorum
Umut:
Kerem: Ne kadar şirin olmuşsun
Bunu demezsem içimde kalacaktı. Her şeyi içimde yaşamaktan zaten sıkılmıştım. Artık düşündüğüm her şeyi, iyi ya da kötü – ki insanlar hakkında nadiren kötü düşünürdüm – söyleyecektim. Ayrıca Umut hakkında kötü konuşmam zaten imkansızdı. Kimi kandırıyordum ki?
Umut: kendine atacağını söyleyip fotoğrafımı çekip sana yollamış
Umut: imagine how tired we are
Kerem: İyi oldu iyi
Kerem: Göreceğim zaten birazdan
Kerem: Aha
Kerem: İniyorum ben de
Otobüsten indiğim sırada kalbim yerinden çıkacak kadar hızlı atıyordu. Oradaydı, tam karşımda duruyordu. Annesi benim ineceğimi öğrendiğinde bizi rahat bırakmak için çoktan arabasına binip uzaklaşmıştı. Umut'sa tekerlekli sandalyesindeydi, bacakları üzerindeki siyah atkıya yakın bir renk başka bir geniş fularla kapanmıştı. Yanına yaklaşıp hafifçe eğilerek sarıldım. Ayrıldığımızda "Bacaklarım üşüyor, ondan örttüm," dedi ciddi bir şekilde.
"Mantıklı," diye yanıtladım. "Ben de örterdim."
"Bacaklarım üşümüyor, salak," dedi gülerek. "Bacaklarımı hissetmiyorum."
Şimdiden rezil olmuştum. Dakika bir, gol birdi. Daha ne kadar batırabilirdim ki? "Özür dilerim," dedim afallayarak. Bu sırada ben yürürken o da sandalyesinin kenarındaki kumandadan kendinin hareket etmesini sağlayarak yanımdan geliyordu.
"Özür dileme benden," dedi, daha önce mesajlaşırken pot kırdığımda da aynı şeyi söylemişti. "Özür dileyecek bir şey yok ki. Her gün bacakları işini yapmayan biriyle iki lafın belini kırmıyorsun, alışman çok normal."
"Haklısın galiba," dedim gülümseyerek. "Alışırım bir şekilde."
"Haklıyım tabii," derken kafeye girdik. "Ne zaman olmadım?" Kafenin çalışanlarından biri (eğer adı göğsündeki kartta yazmasaydı asla hatırlamazdım) beni görünce gülümseyerek selam verdi ve bize bir masayı işaret etti. Umut, yüzündeki gülümseme yavaşça solarken "Masalar çok bitişik, tek başıma hareket edersem birine toslarım," dedi ve benim ittirmemi istedi. Dediğini yaptım, normal bir şeydi. Masaları düzgün ayarlamamak kafenin ayıbıydı.
Sonunda masamıza yerleştik. Loş ışıkla aydınlatılan kafenin pencere kenarında olduğumuz için daha fazla ışık alıyorduk ve birbirimizi daha iyi görüyorduk. Düz sarı saçı hafif uzamıştı, başındaki mavi şapkadan çıkan kısımlarını görebiliyordum. Hava benim için o kadar da soğuk olmasa da kendini kundaklanmış bir bebek gibi siyah atkısına sarmıştı. Fotoğraftaki kulaklığıysa masanın üzerine bıraktı. "Ne istersin?" diye sordum menüye bakarken.
"Mideni düşünmeden önce benimle konuşmanı," dedi yüzünde büyükçe bir gülümsemeyle.
Yine utanç içinde menüyü kapatıp ona baktım. "Düşüncesizlik ettim, evet, pardon," diyebildim.
"Sen böyle sürekli özür mü dileyeceksin?" derken menüsünü alıp bakınmaya başladı. "Sucuklu gözlemesi nasıl buranın?"
"Eskiden ben yapıyordum," dedim. "Güzeldi. Şimdi kim yapıyor bilmiyorum."
"Adını bile bilmediğin şu kasadaki yapıyor galiba," diye başıyla biraz önce bana selam veren çalışanı gösterdi.
"Adını hatırlamadığını nereden bildin?" Şaşırmıştım, o kadar da bariz olduğumu hiç düşünmemiştim.
"Adama gülümsemeden önce gözlerini kısıp yakalığına baktın," diye yanıtladı gururlu bir şekilde. "Gözlerinin tamamen bozuk olduğunu iddia edemem ama uzakla pek haşır neşir değilsin gibi."
"Sherlock'a bak sen," dedim gülmeme engel olamayarak. "Böyle gözlem yapmayı nereden öğrendin?"
"Babam böyle pastayı yapmayı nereden öğrendi?" diye dalga geçti. Dur durak bilmeden şaka yapıyordu.
Gözleme ve yanında kahve içtik. İkisinin çok da iyi bir uyum içinde olduğunu söylemek imkansızdı, bu yüzden ikimiz de önce yemeğimizi yiyip üzerinde kahvelerimizin tadını çıkardık. Konu konuyu açıyordu, ikimiz de izlediğimiz filmler ve diziler hakkında konuşup oralardan keşfettiğimiz şarkıcılara ve gruplara atlıyorduk. Umut'un söylediğine göre bir diziden keşfettiği en iyi şarkı, Pretty Little Liars'ta çalan Bones şarkısıymış. Dinleyeceğimi söyleyerek telefonuma not aldım. "Ben dizi filmlerden çok şarkı keşfetmedim galiba," dedim. "Telefonumda Shazam bile yok."
"Shazam demişken," dedi birden gülmeye başlayarak. "Ne kötü filmdi ama be."
"Süper kahraman filmleriyle pek aran yok galiba," dedim kahvemden yudum alırken.
"Güzel yapılanları seviyorum," diye yanıtladı. "Şimdi gelip de Nolan Üçlemesine laf atacak değilim mesela."
"Onu çok sevemiyorum ben."
"Aynı şeyleri sevseydik ikimiz de sıkılırdık zaten," dedi birden. "Farklılık iyidir, severim. Ama Endgame sevmiyorum. Sevdiğim tek Endgame, Taylor Swift şarkısı olan Endgame."
"Dinlemedim hiç,"
"Dinlersin bir ara, sanmıyorum ama seveceğini pek." bekledi ardından devam etti. "reputation albümündeki en kötü şarkı olabilir neden dinliyorum acaba?"
"O albümden sadece don't blame me ve so it goes dinliyorum." deyiverdim.
"Ne?!" diye yükseldi birden.
"Ne oldu be?"
"So it goes'u sadece ben dinliyorum sanıyordum."
Konu konuyu açmaya ve saatlerce konuşmaya devam ettik. Derken birden kendimi onun bu hale, tekerlekli sandalyeye nasıl düştüğünü anlatışını dinlerken buldum. Yüzü düşmemişti bu kez, sanki hayatını tamamen değiştiren bir anıymış gözüyle bakmıyordu. Mesajlarda yansıttığı kadar kafasına takmadığını görebiliyordum, ya da saklamakta sahiden çok başarılıydı.
"Kaldırımda yürüyordum, tamam mı," diye anlatmaya başladı heyecanlı bir şekilde. "Oradan inip yolun diğer tarafına geçmem gerekiyordu." Üçüncü kahvesinden bir yudum aldı, belki de bu yüzden hareketliydi. "Kaldırımdan aşağı, yola adım attığım anda bedenimdeki bütün sinirler çözüldü sanki, şak diye yerde buldum kendimi."
"Kanser olduğunu öğrendikten önce mi, sonra mı?" diye sormadan edemedim. Eğer sonrasındaysa bu duruma çok da şaşırmadığını düşünebilecektim. Ama öncesindeyse işler daha farklı bir boyut kazanırdı.
"Sonrasında," diye yanıtladı. "Zaten bildiğim için daha çok korktum, artık olduğunun ve sona geldiğimin farkındaydım. Her an geleceğini ve beni vuracağını biliyordum ama o gün, o an olması kafamın ucundan hiç geçmemişti. Yanımda da kimse yoktu, arabaların vızır vızır geçtiği yolda bir başıma öylece yatıyordum."
"Nasıl kurtuldun?"
"Arabalardan biri durup hastaneye götürmeyi teklif etti," dedi. "Reddetmek gibi bir lüksüm yoktu. Kuytuya çekip öldürseydi kimsenin ruhu duymazdı, o ayrı konu. Gecenin bir yarısı olduğu için yani."
"Ne kadar pozitifsin ya," diye dalga geçtim. "Ee? Sonra ne oldu?"
"Hastanede testler yapıldı falan fıstık işte," dedi son olarak. "Bir de baktılar ki felç, omurilik kanseri felce döndü."
"Kanser gitti mi?"
"Ne gezer," diye cevapladı. "Hala burada, felçle birlikte."
Konuşmaya devam ettik, güzel bir gün geçirdik. Konuşurken gözlerini benim gözlerimden ayırmadığını fark etmem zor olmadı, mavi gözleri ışıkla parlıyordu resmen. Bense söylediği her şeye aptal aşık gibi gülüyordum. Ne yapabilirdim ki? Zaten aptaldım, ikincisiyse yoldaydı.
Annesini aradı. Beni de eve bırakmayı teklif etti, reddetmek istediysem de oldukça ikna ediciydi ve Umut'u da kırmak istemiyordum. Arabaya bindik, otobüs gibi her durakta durmadığı için eve varmam on dakika kadar sürdü. Arabadan inmeden önce ikisine de teşekkür ettim, bu sırada Umut telefonunu çıkarıp bana doğrulttu. Eve geçtiğinde mesaj atacağını söyledi. Gülümseyip kabul ettikten sonra inip eve geçtim.
Her açıdan güzel bir gün geçirmiştim ve ikimizin de uzun bir süredir böyle bir güne ihtiyacı olduğunu hissedebiliyordum. Beş dakika içinde o da eve varmış olacak ki üzerimi değiştirirken telefonumun titrediğini hissedip baktım.
19:23
Umut:
Umut: teşekkür ederim
Kerem: Ben de öyle
Umut: sen niye
Kerem: Şahane fotoğraf çekmişsin, akşama instalıyorum
Umut: geç dalganı geç
Kerem: Şaka şaka
Kerem: Anlatmaktan çekineceğini düşündüğüm şeyleri benimle paylaştın
Umut: öyle oldu
Umut: sen hala pandora'nın kutusu gibisin hiçbir şey bilmiyorum hakkında
Kerem: Öğrenirsin sen de
Kerem: Birlikteyiz daha ne de olsa
Umut: öyle miyiz?
Kerem: Cevabını bildiğin sorular sorma
Uyumaya karar verene kadar konuşmayı sürdürdük. Uzun zamandır kimse için böyle hissetmemiştim, hissetmeye başladığım zaman her zaman yüzüstü bırakılmıştım ama Umut'tan farklı bir his alıyordum, kendine özgün bir yapısı vardı ve beni kendine çekmeyi başarıyordu. Aynını onun da hissediyor olduğunu ummaktan başka bir çarem olmadığını bilerek iyi geceler diledim ve uykuya geçtim.
Bu günün tekrarlanmasını iple çekeceğimi biliyordum.