RENKLERİN SESSİZLİĞİ

By okuhissetyaz

2.3K 256 281

''Sen, kendini cehennemin kapısındaki Beatrice olduğuna inandırmışsın ama değilsin. Sen, Michelangelo'nun kaz... More

- TANITIM -
2) Devrilen Çamlar
3) Yaralar ve Hatıralar
4) Aptal Aşıklar ve Bilinmeyen Duygular
5) Beklentiler ve Düşünceler
6) Sessiz Tebessümler
7) Kazınan Yetiler
8) İnsanlar ve Sorunlar
9) Mermere Sıkışmış Melekler
10) Karanlıkla Dans Eden Balerinler
11) Tutsak Düşünceler
12) Gökyüzüne Uzanan Notalar
13) Mademoiselle Noir
14) Otoriteler ve Haksızlıklar
15) Yağmurun Kollarındaki Portakal Ağaçları
16) Islak Gökkuşakları
17) İlahi Devrimler
18) Özgürlüğün Ayak İzleri
19) Kıvılcımı Tutan Eller
20) Göklerin Ardındaki Cennetler
21) Kayıp Maviler
22) Dilleri Kesilemeyen Şeytanlar
23) Yalnız Tren Vagonları

1) Narsistler ve Psikopatlar

247 26 74
By okuhissetyaz


—————
İthaf:
Hayattaki tüm engellere,
O engelleri görmezden gelebilenlere,
Her zorluğa karşı güçlü durabilenlere...
—————

1) Narsistler ve Psikopatlar

Ağustos ayının parlak güneşi dün gece aralık bıraktığım perdemden içeri, odama dolarken ben, gün doğumuna meydan okurcasına kafamı yastığımın altına gömüp uykuma devam etmek istiyordum. Ama onun yerine; üzerimdeki beyaz, yumuşacık yorganımı üzerime doğru çekiştirerek uykuma karanlık yorganımın altında devam etmeye karar verdim. Hangi ayda veya mevsimde olursak olalım yorgan kullanmaktan vazgeçemiyordum. Yorganlar kadar kullanışlı çok az eşya biliyorum; yalnız hissettiğinizde size sarılan, sinirlendiğinizde gönüllü olarak kum torbası olan, bir ayağınızı dışarıda bırakmadığınız sürece geceleri sizi canavarlardan koruyan, depresyona girdiğinizde sizi çepeçevre sararak ruh halinizi daha da karartan, dizi-film gecelerinin vazgeçilmezi, küçükken yaptığımız derme çatma çadırların temel malzemesi... Eh, bunun dışında bir de üşüdüğümüzde bizi ısıtması vardı tabii.

Ben yarı uyanık-yarı uykulu zihnimde yorganlar hakkındaki düşüncelerimi gözden geçirirken kulakları sağır edecek kadar gürültülü olan kapı zilimin çalınmasıyla yerimde sıçradım. Zaten sabahın köründe odamı ele geçiren güneş yüzünden bir kere uykum bölünmüştü, senin de yeniden bölmene gerek var mıydı Beethoven? Bu arada... Cidden, Für Elise gibi özel bir parçayı kapı zili olarak kullanan tek millet olabiliriz. Yazık, Beethoven bunları görse Viyana'daki kemiklerinin sızlayacağına eminim... Parçanın ithaf edildiği Elise kişisini ise düşünmek bile istemiyorum.

Bu saatte kimin gelip de beni uykumdan ettiğini düşünmeye başlayacaktım ki asla susmadan peş peşe basılan zilden gelenin kim olduğunu anlamam uzun sürmedi. Homurdanarak başımın üzerine kadar çektiğim yorganımı hırsla açtım ve hiç de istemeyerek ayaklarımı yatağımdan aşağı sallandırdım. Daha gözlerim açılmamış, beynim uyanmayı reddediyordu. Ama kapıdakinin de asla pes etmeyecek biri olduğunu bildiğimden yatağımdan kalkıp uyuşuk adımlarla odamdan çıktım. Kapıya doğru attığım her adımda Beethoven bestesinin şiddetini biraz daha arttırıyordu ve bu da henüz uyanmayan beynime edilen bir işkenceden farksız değildi. Kapıyı sertçe açıp uykulu olan sesimin yettiği ölçüde bağırdım. ''Senden nefret ediyorum!''

Karşımda; bir elinde kutu içindeki iki adet kahveyle, diğer elinde ise köşe başındaki pastaneden aldığını kutusundan anladığım donut paketiyle dikilen ve bana otuz iki diş gülümseyen kişi Kuzey'den başkası değildi.

''Hayır etmiyorsun çünkü bak ne getirdim!'' sağ elindeki donut paketini havaya kaldırarak görüş açıma soktu. Ama yarı aralık gözlerimden onu bile şu an net göremiyordum ya, orası ayrı...

''Ya saatin kaç olduğundan haberin var mı senin?'' yüzüne karşı esneyerek ve ağzımı kapamaya gerek duymayarak kapının önünden geri çekildim. Ayaklarımı sürüyerek salona gittiğimde kendimi L koltuktaki Marvel desenli battaniyemin altına sokarak iyice kıvrıldım. O içeride istediğini yapabilirdi ama benim sadece beş dakika daha uykuya ihtiyacım vardı.

''Sana da günaydın Suratsızım... Ayrıca saat erken falan da değil.'' Hala güldüğünü anladığım ses tonuyla kapıyı arkasından ayağıyla kapatıp benimle birlikte salona aynı zamanda da mutfağa girmiş oldu. Klasik bir öğrenci evi 1+1'den oluştuğu için benim salonum da mutfakla birleşikti. O elindekileri tezgaha bırakırken ben çoktan kıvrıldığım koltuğun üzerinde üçüncü uykuma dalmak üzereydim ki battaniyemin üzerimden sertçe çekilmesiyle gözlerim kocaman açıldı.

''E ama çüş... Saygı biraz saygı, uyuyana saygı! Hem evime alıyorum gördüğüm şu muameleye ba...'' benim uykulu söylenmelerimi gereğinden fazla yüksek olan sesi –ya da açılmayan uykumdan dolayı bana o kadar yüksek gelmişti- böldü.

''Bu benim battaniyem değil mi ya!'' O elinde evirip çevirdiği Marvel desenli battaniyeyi iyice inceledikten sonra koltukta ayağa kalkıp battaniyenin bir ucundan yakaladım.

''Görünüşe göre, artık benim... Ver battaniyemi!'' küçük çocukların oyuncak kavgası gibi biz de battaniyeyi iki ucundan tutup çekiştirmeye başladık. Kuzey'in söylenmeleri ve benim koltuğun üstünde tepinmelerimden sonra uykum biraz açılmıştı ama yine de Kuzey'in en son battaniyeyi sertçe çekmesiyle dengemi kaybettim. Kendimi sert zemine yapışık bir halde bulmayı beklerken Kuzey ani bir refleksle beni yakalayıp kucakladı.

''Görünüşe göre birileri hala uyanamamış...'' salonun ortasında, ben onun kucağında ve aramızda oluşan bu yakınlıktan dolayı sesi bir fısıltıdan farksız çıkmıştı. Yeni tıraş olduğunu anladığım güzel kokulu losyonunu içime çekmek için yanağına doğru uzanıp mırıldandım. ''Bayılıyorum şunun kokusuna...''

Tıraş losyonunun kokusunu içime çektikten sonra gözlerimi açmayarak başımı omzuna yasladım. Boynuna doladığım ellerimle de onu iyice sıktım. ''Tamam, güldük eğlendik. Hadi şimdi beni yatağıma taşı ve uykuma devam edeyim.'' sahibine sırnaşan kediler gibi başımı omzuna gömmüştüm ancak odama gitmek yerine az önce kıvrıldığım üçlü koltuğa beni adeta fırlattı. Dudaklarım arasından fırlayan acı dolu haykırma sonrası fırlattığına pişman olmuş olacak ki az önce kavgasını ettiğimiz Marvel desenli battaniyeyi de üzerime bıraktı.

''Of tamam. Burada uyu bari, gözümün önünde. Ayrıca ben o battaniyeyi ne kadar aradım kızım senin haberin var mı? Gitti bütün Marvel geceleri...''

Kuzey'le lise birinci sınıftan beri arkadaştık ve o günden beri birbirimizin en yakınıydık. Güldüğümüz, ağladığımız her an beraberdi. Geçtiğimiz bu yedi senede de yediğimiz, içtiğimiz ayrı gitmedi ve eşyalarımızı da işte gördüğünüz gibi birbirimizle paylaşmaktan hiç çekinmezdik...

''Olsun. Beş yüz bin kere izlemedin mi zaten tüm filmleri?'' gözlerimi kapamaya zorluyordum ama uykum kaçmıştı çoktan. Oturur pozisyona geçip kafamı koltuğa yasladım.

''Olabilir. Bu, bir milyon kere daha izlememe engel değil.'' Gülümseyerek tezgaha bıraktığı kahveleri ve donutları getirerek üçlü koltukta yanıma oturdu. Kahvelerden birini elime tutuştururken büyük donut paketini de kucağıma yerleştirdi.

''Kahveleri soğuttuk senin yüzünden...'' Ona sadece gözlerimi devirmekle yetindim ve kahvesinden aldığı koca bir yudumu içmesini izledim. Koyu kahve saçları her zamanki özeniyle arkaya doğru yatırılmış, saçlarıyla aynı renk gözleri ise etrafına ışık saçıyordu yine. Ben, biçimli burnu ve keskin çene hatlarıyla uyum içinde olan dudaklarını yalamasını izlerken –kahve içerken her yudum sonrası dudaklarını yalardı- onu izlediğimi fark etti.

''Dünyadan Afra'ya... Yine daldın gittin. Uyuyor muydun yoksa?'' attığı minik kahkahaya sadece gülümsemekle yetindim ve ben de kahvemden koca bir yudum alıp bol çikolatalı bir donut'ı ağzıma tıkıştırdım.

''Şu koca şeyi iki lokmada yiyen tek kız sensin bence dünyada.'' Her zamanki gibi bana takılmaya başladığında hayattan ilişkimi kesmiş gibi yediğim donut'ımı dediği gibi iki lokmada bitirip ona döndüm.

''Sen bırak şimdi benle uğraşmayı da,'' ellerimi birbirine vurup kırıntıların kutunun içine düşmesini sağladım. ''Biz ne yapacağız bu iki haftada sen onu söyle.''

Kendi çilekli donut'ından aldığı minik ısırığı ağzında olabildiğince yavaş çiğneyerek nefesini dışarı bıraktı. Ardından ışıltısı bir miktar azalan koyu kahve gözlerini üzerime dikti.

''Vallahi seni bilmem ama ben burada sürüm sürüm sürüneceğim.'' Dudaklarını yapmacık bir şekilde aşağıya kıvırdıktan sonra kahvesinden büyük bir yudum daha aldı. Ardından dolgun dudaklarını tekrar yaladı.

''Ya deme öyle... Keşke sen de gelebilsen. Biliyorsun sensiz asla eğlenemeyeceğim orada. Kim bilir nasıl saçma tipler geliyordur...''

''Ben de isterdim gelmeyi tabii ama... Sen de biliyorsun, çalışmam lazım.'' ensesini sıkıntılı bir şekilde ovduktan sonra ortama yayılan bu boğucu havayı dağıtmak için elimde tuttuğum soğumuş kahveye çevirdim gözlerimi.

''Bakayım bu sefer ne yazdın...'' elimdeki karton kahve bardağını çevirince görüş açıma girdi Kuzey'in el yazısı. Bardağın üzerinde siyah keçeli kalemle kocaman bir TED MOSBY *yazılıydı.

''Ya oha ama! Bu mu cidden senin gözünde benim gelecek kariyerim? Adam dokuz sezondur doğru düzgün hiçbir şey yapamadı be!''

Kuzey, elimizde tuttuğumuz bu kahveleri satan yerde çalışıyordu. Üniversite için şehir dışına çıktığımızdan ikimiz de ailelerimizden uzaktık. Tabii Kuzey'in ailesiyle arasına giren tek şey mesafeler değildi... Ama bu apayrı bir konuydu. Kuzey de ailesine yük olmamak ve kendi harçlığını çıkarmak için bu kahvecide çalışıyordu yaklaşık bir buçuk senedir. Ve bu kahveci, ortak olan fakültemize yani mimarlık ve mühendislik fakültesine oldukça yakın olduğundan neredeyse her gün okul çıkışlarında ya da sınav haftalarında soluğu bu kahvecide alıyordum. Kuzey de tanıştığımızdan beri benimle uğraşmayı sevdiğinden asla bu kahve bardaklarına adımı doğru biçimde yazmaz, hep kendi uydurduğu lakapları yazardı: Uykuyu çok sevdiğimden Uyuyan Güzel, cumartesi geceleri birlikte yapmayı en çok sevdiğimiz şeylerden biri olan Marvel filmleri maratonu yüzünden Captain Marvel ya da Black Widow ve mimarlık bölümünde okuduğumdan bildiği her türlü mimarın adını yazardı. Arada sırada tartıştığımızda –ki bunların hiçbiri ciddi olmazdı- gargamel, gulyabani gibi şeyler de yazdığı olurdu. İşte Ted Mosby de onlardan biriydi.

''Ya o dizide konu Ted'in iş hayatı mı? Aşk hayatı... He bir de seks hayatı tabii...'' sırıtışı sonrası koluna ufak bir yumruk atıp aklıma gelen şeyle birlikte saati kontrol ettim. Saat işe gitmesi gereken zamanı epey geçmişti.

''Sahi, senin şu patron nasıl izin verdi gelmene? Allah'ın manyağı...'' adam sanki yanımızdaymış ve bizi görebilecekmiş gibi ona gözlerimi devirdim. İkinci donut'ımı ağzıma tıkıştırırken devam ettim. ''Çalışıyor olman gerekmez miydi şimdi?''

Donut'ını bitirip elleri havada, gözleri bir yerlerde ıslak mendil arar gibi gezindi. Bu çocuğun titizliği beni gerçekten öldürebilirdi... Sonunda aradığı ıslak mendili bulamayacağını anlayıp mutfağın lavabosunda ellerini yıkamaya koyularak yanıtladı.

''İzin aldım bugünlük. Birkaç kere aksırıp tıksırdım yanında, dedim hastayım doktora gideceğim. Yoksa benim güzeller güzelimi havalimanına yolcu etmeye gideceğim desem asla izin vermezdi, biliyorsun...''

Güzeller güzelim derken tezgahta omzunun üzerinden arkaya dönüp baştan aşağıya benim üzerimi göstermişti. Saatin ilerlemiş olmasına rağmen hala daha Minion desenli pijamalarımla oturmama takılmıştı sanırım. Kuzey hakkında öğrendiğiniz bir şey daha: Titiz olduğu kadar dakikti de...

Ona gözlerimi devirip buz gibi olmuş kahvemi kafama diktim. O ise ellerini yıkamayı bitirip yanıma geldiğinde hala daha koltukta oturduğumu görünce beni kucağına almak için hamle yaptı. Anında geri çekildim.

''Yok yok! Bir kere daha bir yere fırlatılmak istemem, sağ ol!'' kıkırdayarak odama doğru ilerledim. O da peşimden gelerek odamın kapısına yaslanıp beni izlemeye başladı.

''Kızım seni gören de iki sokak öteye gidiyorsun falan sanır. İtalya'ya gidiyorsun farkında mısın? Yıllardır hayalini kurduğumuz ülkeye gidiyorsun?'' hayret dolu bir kahkaha attıktan sonra kollarını önünde kavuşturdu. Dolabımda giyecek bir şeyler ararken ağlar gibi bir ses tonuyla yanıtladım.

''Hayalini kurduğu-muz işte... Sensiz bir anlamı yok ki Kutup Yıldızım benim...'' dolabımın başından ayrılıp onun boynuna atladım. Yanağına sulu bir öpücük kondurduktan sonra giyecek bir şey bulamadığımdan bir sırt çantasının içine elime geçen kıyafetleri gelişigüzel doldurmaya başladım.

''Ya olsun... Başka zaman beraber de gideceğiz, söz... Ama şimdi sen oraya gidiyorsun, ne kadar müze var kilise var heykel meykel mimari şeyler işte... Hepsini geziyorsun ve buraya harika bir mimar olarak geri dönüyorsun, tamam mı?''

Okulumuz her yıl olduğu gibi bu yıl da, yaz tatilinde yurtdışı gezileri düzenlemişti. Bunu akademik anlamda çok iyi olmalarının yanı sıra sosyal anlamda da kendilerini diğer üniversitelerden ayırmak amacıyla yapıyorlardı. Yapılış amacı ve etkinliğin kendisi çok hoştu. Çünkü bir mimarlık öğrencisi olarak İtalya'yı gezip görmek çok büyük bir nimetti benim için. Orada gördüklerimin bana ilham kaynağı olmasını, beni geliştirmesini ve mimarlık son sınıfa da bomba gibi başlamak istiyordum. Daha şimdiden yapacağım tüm projeler kafamda şekillenmişti sanki. Ama tabii ki daha hocaların bize sunacağı arazileri ve altyapıları bilmiyorduk. Buna rağmen beynimin içinde dönüp duran fikirler bana rahat vermiyordu. Ben de onları elime geçen her türlü kağıda çizip biriktiriyordum. Kuzey de bu çizdiklerimi fark etmiş olacak ki gözlerini benim üzerimden alıp odama çevirdi.

''Ayrıca bir şey diyeceğim... Bu odanın hali ne kızım? Hırsız gelse benden önce biri girmiş der, kalkar geri gider. Bu dağınıklık ne?''' Kuzey odanın her tarafına dağılmış olan taslak kağıtlarımın üzerinden atlayarak geçerken bir yandan da onları toplamak üzere yere eğilmişti ki çığlığı kopardım.

''Sakın! Sakın tek bir parçaya bile dokunayım deme! Onlar dağınık değil bir kere, hepsinin kendi içinde bir düzenleri var!''

Kuzey olduğu yerde donmuş gibi eğildiği yerden ayağa kalkarak yatağıma yöneldi. Hafif obsesif bir kişilik olduğundan dağınık şeyler görünce istemsizce eli onları toplamaya gidiyordu, biliyordum. Ama hayır, bunlar benim çizimlerim olamazdı. O da bunu anladığından yerdeki çizimlerim yerine yatağımı toplayıp, topladığı hali bozmayacak şekilde ucuna oturdu.

''Tamam be ellemedik bir şeyini... Eee hazırladın mı bavulunu? İtalya yolcusu kalmasıııın!'' oldukça heyecanlı çıkan sesine kıkırdamadan edemedim. Elimdeki büyük kamp çantasını havaya kaldırarak sorusunu yanıtladım.

''Hazırlıyorum ya işte... Ya hava aşırı sıcak, ne koysam fazla gelecek sanki... Sen de bir baksana bunlar yeter mi?'' çantayı ona doğru fırlattığımda daha yeni topladığı yatağım yeniden bozulmuştu. Ama o, ona fırlattığım çantaya bakmak yerine, bir yanındaki çantaya bir de bana bakarak gözlerini hayretle büyülttü.

''Senin yerinde şu an başka bir kız olsa en büyük boy valizini günler öncesinden hazırlamış, saçını makyajını yapmış ve daha şimdiden havalimanına doğru yola çıkmıştı...'' gülümseyerek çantanın içindekilere bakmaya başladı. Yanına gidip yatağa oturdum.

''Neyse ki ben o kızlardan değilim...'' ben de onun gibi gülümseyerek elimdeki çizgisiz not defterimi ve çizim kalemlerimi çantanın ön gözüne yerleştirmeye çalışıyordum ki oldukça garip bir tonlamayla çıkan sesi ona bakmamı sağladı.

''İyi ki onlardan değilsin Afra... İyi ki böylesin, böyleyiz...'' oldukça derinden gelen sesine bir anlam veremesem de bu duygusallığının nedeninin, yedi yıldır her yere birlikte gittiğimiz ve ilk defa birbirimizden bu kadar uzak kalacağımız için olduğunu düşündüm. Ama dediği gibi, onun yaz tatili boyunca o kahvecide çalışıp parasını biriktirmesi lazımdı. Benim babamdan aldığım harçlıklar bana yetip de artarken onun maddi anlamdaki tek desteği devlet bursuydu. O yüzden sadece bir sene daha bu kahvecide çalışıp parasını kazanacak ve daha sonra ise inşaat mühendisi olarak mezun olduğunda ikimiz birlikte bir iş yeri açacaktık. Birkaç sene içinde kurduğumuz hayallerden biriydi bu sadece.

Kısa bir anlığına söylediklerine cevap vermeyip aramızdaki çantayı ezerek kollarımı boynuna doladım sıkıca.

''İyi ki, Kutup Yıldızım... İyi ki...''

İsminin Kuzey olmasından dolayı ona Kutup Yıldızım diye hitap ediyordum ama o gerçekten de benim kutup yıldızım, yönümü bulmamı sağlayan kişiydi. Lise birinci sınıftayken çok da iyi bir dönemimde değilken tanışmıştık Kuzey ile. Resim dersinde herkes hocanın verdiği temaya bağlı kalarak rengarenk resimlerini çizerken ben tüm sinirimi kağıttan çıkarmak istercesine önümdeki kağıdı siyaha boyuyordum öfkeyle. Annem ve babama olan tüm sinirimi önümdeki kağıttan çıkarıyordum. Boşanmaları şu an düşününce oldukça normal bir şey gibi gelse de yedi sene önceki ben bu durumu oldukça yadırgamıştı ve sert tepkiler vermiştim ikisine de. Ama boşanma süreci bitip velayetim de babama verilince anlamıştım bu boşanmanın üçümüze birden nasıl iyi geldiğini. Çünkü babam ve ben eskisinden de mutlu bir şekilde hayatımıza devam ederken annem de aynı mutlulukta olmalıydı ki babamla boşanmalarının üzerinden bir yıl geçtikten sonra başka biriyle evlenmişti bile.

İşte bu çalkantılı ruh hallerimden birinde, bir resim dersinde tanışmıştım Kuzey'le. Bana yaptığım resmi çok beğendiğini söylerken dalga geçtiğini sanıp tüm sinirimi bir de ondan çıkarmıştım. Ama o benim tüm bağrışıma karşın yüzüne oldukça yakışan gülümsemesiyle siyaha boyadığım kağıdımı önüne çekip üzerine beyaz boyayla bir şeyler yapmaya kalktığında ne çizdiğini merak da etmiştim açıkçası. Beyaz boyayı bolca aldığı fırçasını parmağı üzerinde vurup benim simsiyah kağıdıma beyaz yıldızlar eklemişti bir sürü. Ama en büyüğünü sona saklamıştı. En büyüğünü, en parlağını... Kutup Yıldızını.

Ardından dün gibi hatırladığım şu cümleleri kurmuştu.

''Gökyüzün ne kadar karanlık ve kapalı olursa olsun aslında yıldızlar hep oradadırlar. Sen sadece araya giren bulutlar yüzünden göremezsin onları. Ama tek bir tanesi var ki onun ışığı tüm yıldızları kıskandırır. Çünkü o, kara bulutların ardından bile yeryüzünü aydınlatır. O yıldız, Kutup Yıldızı'dır...'' ve sonra elini uzatıp bana ismini söylediğinde, ne kadar da tatlı bir çocuk, diye düşünmem gerekirdi belki. Ama onun yerine bu çocuğun kelimenin tam anlamlıyla narsist bir psikopat olduğunu düşünmüştüm. Hala daha öyle düşünüyorum. Benim de çok uysal bir karakter olmadığım düşünülürse bu iki psikopatın en yakın arkadaş olması kaçınılmazdı herhalde.

Uzunca bir süre yatağımın üzerinde sarılır vaziyette kaldıktan sonra kollarını belimden ilk o çekti.

''Hadi hadi geç kalmayalım... Bunlar da iyi,'' çantanın içindekileri işaret etti. ''İdare eder yani. Şu şortları giydiğinde seni İtalyan erkeklerinin o pis bakışlarından koruyamayacağım ama olsun sen kendini çok da iyi korursun zaten, güvenim tam.''

''E herhalde... Dededen toruna siyah kuşağız biz... Hiiii-yaaaa!'' yerimden kalkarak üzerimi değiştirmeye koyulacağım sırada Kuzey'in göğsüne doğru attığım yumuşak tekme yüzünden Flash TV oyunculuğuyla yatağa yığıldı.

''Ah kalbim...'' onun bu haline gülerek elime geçirdiğim lacivert kot pantolonumu giymek üzere altımdaki şortu çıkarmaya başladım. Kuzey ise hala yattığı yatakta başı tamamen arkaya gelecek şekilde sırt üstü yatıyordu. Sonra ise gördüğü bir şey üzerine aniden haykırdı.

''Oha sana!'' Hızla yerinden fırlayıp yatağımın etrafını dolandı. ''Ciddi ciddi sen bensiz film gecesi mi yaptın?'' dün gece sipariş edip yediğim ama kutusunu atmaya üşendiğim, yerde duran pizza kutusunu havaya kaldırmış bana gösteriyordu. Altıma geçirdiğim pantolonun düğmesini iliklerken kıkırdadım.

''Film değil, dizi... Dün gece keşfettim diziyi zaten. Ya çok özür! Ama uyku tutmadı diye... Yoksa ben hiç...''

''He he! Ben de inandım! Ondan bu saate kadar uyudun demek... Kaptın tabi büyülü Marvel battaniyemi... Oh... İzle tüm filmleri, dizileri...'' o Marvel battaniyesinin gerçekten de büyülü olduğuna inanıyordu. Ne zaman ona sarılsa canının film izlemek olduğunu söyler dururdu.

''Ya bir kere o battaniye kamp dönüşü yanlışlıkla senin çantandan benim çantama girivermiş. Yoksa ben hiç senden izinsiz yapar mıyım öyle bir şey...'' sesimdeki imanın nedenini o da çok iyi bildiğinden yataktan kalkıp giysi dolabımın önüne geçti.

''Pardon da şu dolabın yarısından fazlasını benim tişörtlerim ve sweatshirtlerim oluşturuyor. Hani hatırlatayım dedim...'' bunu sinirli olarak değil de adeta bir abi sevecenliğiyle söylediğinden yüzüme aynı onunki gibi bir sırıtış yerleştirip dolapta gözüme çarpan bir gömleği çekip aldım. Lacivert beyaz kareleri olan bir oduncu gömleğiydi.

''Doğru... Ve bu gömlek de senindi.'' hızla yanağına bir öpücük kondurup banyoya koştum. Kısa koridorda üzerime geçirdiğim gömleğin önünü açık bırakıp aynanın karşısına geçerek saçlarıma şekil vermeye koyuldum. Dün gece kurutmadan uyuduğum için yine karman çorman olmuşlardı. Kendim halledemeyeceğimi anladığımdan tarağımı kapıp odama geri döndüm.

Hala daha söylenmeye devam eden Kuzey'in kucağına doğru tarağı fırlattığımda görevini anlamış bir asker gibi bir şey demeden saçlarımı taramaya koyuldu. Ben de bir yandan çantamın içindekileri kontrol ediyordum.

''Pasaport, kimlik, bilet ıvır zıvırları tamam... Cüzdan, şarj aleti, telefon, kıyafet, not defterleri, kalemlerim, birkaç kitap tamam... Eksik bir şey yok sanırım.''

Çantayla işim bittiğinde onu yere atıp Kuzey'in taramış olduğu saçlarımı tepeden sıkı bir atkuyruğu yaptım. Odamın içine son kez bir göz atıp unuttuğum bir şey kaldı mı diye düşündüm ama sanırım her şey tamamdı.

Kapının önünde ayakkabılarımızı giyerken Kuzey söylenmelerini bitirmiş bu sefer de İtalya'da yapacağım şeyler hakkında ne kadar heyecanlı olduğundan bahsediyordu. Evden ayrılıp otoparka yöneldiğimizde ise arabamın anahtarını ona fırlattım. Tek hamleyle anahtarı havada yakalayıp sürücü koltuğunun olduğu tarafa yöneldi. Birlikte olduğumuz her an arabayı onun kullanmak istemesine alıştığımdan sormamıştım bile. Alışkanlık haline gelen bir şey olmuştu artık bu. Sadece bir sefer benim araba kullanışımı gördükten sonra ölmek için çok gencim, diyerek arabayı benim kullanmamamın ikimiz için de daha hayırlı olacağından bahsetmişti. Arabayı şehir içinde 120'yle sürmem dışında bir sorun yoktu bence. 

Sırt çantamı arka koltuğa fırlatıp yan koltuğa geçtiğimde Kuzey arabayı dikkatlice otoparktan çıkardı ve havalimanına doğru yola koyulduk. Arabada yarım kalan uykumu tamamlarım diye düşünüyordum ki Kuzey'in beni dürtmesiyle yeniden açıldı gözlerim.

''Şşş... Emniyet kemerini tak.''

''Ya o zaman böyle kıvrılıp uyuyamıyorum ama...'' ayaklarımı altımda toplayıp koltuğa iyice sinmiştim ama Kuzey yineledi.

''Ya uçakta uyursun. Tak hadi.'' Bu konuşmayı ne kadar uzatırsam uzatayım takıntısından dolayı vazgeçmeyeceğini bildiğimden homurdanarak kemeri taktım. Her ne kadar uçakta uyuyacağım saatlerin hayali beni büyülese de havalimanına giden şu birkaç dakika içinde de uyuyakaldığımı fark edememiştim.

Arabanın ani frenle birlikte durmasıyla kafam cama çarptığında uyandım. Etrafıma bakındığımda havalimanına geldiğimizi algıladım ama şaşırdığım kısım bu değil, Kuzey'in yol boyunca benimle uğraşmayıp uyumama izin vermiş olmasıydı. Bu şaşkınlıkla ona döndüğümde düşündüklerimi anlamış olacak ki ben bir şey demeden alaylı bir şekilde söze girdi.

''Çok masum görünüyordun, uyandırmaya kıyamadım.'' ikimiz de yapmacık cümlesine gülümseyerek arabadan indiğimizde çantamı o sırtladı. Ben de birkaç kez esneyerek uyanmaya çalıştım.

Havalimanı her zamanki gibiydi. Her yer insan doluydu ve gürültüden geçilmiyordu. Ellerinde kocaman bavullarıyla ya da siyah takım elbiseleriyle oradan oraya koşturanlar ruhumu daraltıyordu sanki. İnsanlardan ve boş gürültüden haz etmediğim için oldukça hızlı adımlarla hocaların ve diğer öğrencilerin bulunduğu yere yani havalimanın üst katına çıkmak için yürüyen merdivenlere yöneldim.

''Bu arada... Bunu ne yapayım?'' Kuzey benimle birlikte yürüyen merdivenlere adımını attığında elindeki araba anahtarını havaya kaldırmış bana gösteriyordu.

''İki hafta senindir. İstediğin gibi kullan...'' yüzüme yerleştirdiğim geniş gülümseme ona da bulaştığında beni sımsıkı kucakladı.

''Seni seviyorum Suratsız meleğim!''

''Suratsız melek ne be?'' keyifle gülerek onu ittirdiğimde aklıma gelen bir diğer şeyler pantolonumun cebine gitti elim.

''He bu arada... Bu da iki hafta senin olacak sanırım. Çizimlerimin bir tanesine bile dokunmadığın sürece istediğin her şeyi yapabilirsin, biliyorsun...'' evimin anahtarını ona uzattığımda sevinçle havada yakaladı.

''Oh be... Erkekler yurduna kız atılmıyor rahat biliyor musun?'' yan yan bana bakarak ve kıkırdayarak söylemişti bunu ama omzuna yumruğumu geçirmemle yerinde sendeledi.

''Seni öldürürüm! Evimi pis işlerine alet edemezsin! Onun dışında ne istersen yap.'' Gözlerimi kısarak ona öldürücü-yılan bakışımı attım. Bu lisede bulduğumuz, sevmediğimiz insanları gördüğümüzde verdiğimiz bir tepkiydi. Bu bakışı attığımızda anlamalıydınız ki karşısındaki kişi öldürebilecek kadar sinirliydiniz.

''Ooo tamam tamam... Sakin ol. Evde pis işler falan yok.'' Evimin anahtarını cebine attı. Ardından benden birkaç adım uzaklaşıp tekrar bana döndü. ''Ama bu, arabada olmayacağı anlamına gelmez...'' son cümlesini söyledikten sonra arkasına bile bakmadan koşmaya başladı. Benden uzaklaşmasının nedenini anlamıştım. Çünkü ona atacağım yumruğun bir öncekinden çok daha şiddetli olacağını biliyordu.

Sinirlerim tepeme çıkmış bir şekilde havalimanında onu kovalamaya başladım. Bir yandan gülüyor bir yandan da bana elindeki araba anahtarını sallayıp duruyordu. Ben ise ona, onun duyabileceği şekilde birtakım kötü sözler söylerken gülümsememi de tutmaya çalışıyordum. Tabii ki bu dediğini yapmayacaktı, her zamanki gibi benimle uğraşmaktı amacı. Ama tam o anda, yani Kuzey'in sürekli arkasına bakarak koştuğu o anda gerçekleşen bir şey sonucu kendimi daha fazla tutamadım ve havalimanında yankılanacak kadar büyük bir kahkaha kopardım. Çünkü Kuzey arkasına bakarak koşarken çarptığı bir adamla beraber boylu boyunca yerde uzanıyordu şimdi. Düşene her zaman gülünmezdi belki ama bu kişi Kuzey olduğunda işler değişebilirdi.







- BÖLÜM SONU -

Selam bebeklerim! Nasılsınız? Hepiniz sağlıklı ve iyisinizdir umarım... <3 Bugün, yepyeni bir kurguyla geldim sizlere ve heyecandan ölüyorum desem yeridir... Umarım siz de seversiniz! <3

İlk bölümü nasıl buldunuz? Kapak tasarımı, konu, karakterler... Afra ve Kuzey hakkında neler düşünüyorsunuz? Bütün yorum ve eleştirilerinizi bekliyorum canımın içleri!

Bunun dışında BEBEK ve SESİMİ DUYAN VAR MI? isimli kurgularıma da devam edeceğim bu arada. Hepsinin kurguları, konuları, kişileri çok farklı yerlere sahipler kalbimde... (': Onlara da göz atmak isterseniz hepsi profilimde duruyor zaten. Ay daha fazla şey yazmak isterdim buraya ama gerçekten ne söylesem azmış gibi geliyor ve hala daha heyecanımı bastıramadım.  (': O yüzden hepinize keyifli okumalar, kitap kokulu günler diliyorum... <3

Sevgiyle, huzurla, kitaplarla kalın...

İletişim:

Instagram |  iremsray

Twitter | iremsray

Barış Sonat Tumblr | b-sonat

Afra Kara Tumbrl | beatriceinheaven

Continue Reading

You'll Also Like

1.4M 24.8K 32
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
Eftalya By esmaa

Teen Fiction

361K 17.1K 22
Eftal: Hamileyim Dora. Eftal: Cidden hamileyim.
474K 21.1K 15
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
1M 37.9K 48
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Defne çocuk ruhlu biridir. Bir akşam canının sıkıntısı ile anonim bir uygul...